RSS

İslamoğlu Tef. Ders. ENBİYA SURESİ (037-077)(102)

22 Haz

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

 “BismillahirRahmanirRahıym”


Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde Enbiya suresinin 36. ayetine kadar tefsir etmiştik. Bu ders aynı surenin 37. ayeti ile devam ediyoruz.

 Geçen dersimizde işlediğimiz son ayet vahyi inkar edenlerin nasıl bir mantığa, nasıl bir akla sahip olduğunu beyan ediyordu. Bu ders yine geçen dersimizde işlediğimiz ayetlere bir atıf olarak küfrün vahyi inkar eden, Allah’ın hayatı inşasını inkar eden, daha doğrusu kutsaldan kopan aklın nasıl bir zavallılık içine düşeceğini beyan eden ayetlerle giriyoruz derse.


37-) Hulikal İnsanu min acel* seüriyküm âyâtiy fela testa’cilun;

 İnsan, hemen oluşturmak isteyen (aceleci) olarak yaratılmıştır! İşaretlerimi (ne demek olduğunu) size yakında göstereceğim… (Onların oluşmasında) acele etmeyin! (A.Hulusi)

 037 – İnsan aceleden yaratıldı, yarın ben onlara âyetlerimi göstereceğim şimdi siz acele etmeyin. (Elmalı)


Hulikal İnsanu min acel insanoğlu aceleci bir yaratılışa sahiptir.

 İnsana ilişkin genel bir tespit bu. İnsanın yaratılışına, yapısına ilişkin bir tespit. Aslında ayetin lafzi çevirisi şöyle; insan aceleden yaratılmıştır. Tabii ki bu mecazi bir ifadedir. Yani insan aceleden yaratılmaz. İnsan aceleci bir yaratılışa sahiptir anlamına gelir. Haddi zatında biz bu mecaz formunu sünnette de buluyoruz. Efendimizin meşhur hadis derlemelerinde nakledilen bir haber vardır.

 – Hulikatil mer’etu minet delea’

 Kadın kürek kemiğinden yaratılmıştır.

 Tıpkı işte bunun gibi. Mecazi hakikatten ayıramayanlar bu ibareyi kadın sanki kürek kemiğinden oluşturulmuştur gibi anlamışlar. Oysa ki bu ayette Enbiya/37. ayetinde ki; Hulikal İnsanu min acel insan aceleden yaratıldı ne demek istiyorsa, nasıl bir formsa dil açısından, belegat açısından Resulallah’ın bu hadisi de odur. Yani insanın yaratılış hammaddesi değil, insanda ki bir eğilim, bir temayül.ç İnsan yapısına ilişkin bir hususiyet, nitelik anlatılıyor. Kadının nazik, nazenin, hassas, ince ruhlu olduğu ifade ediliyor Resulallah’ın hadisinde. Kaldı ki zaten aynı hadis bir başka biçimde yine aynı kaynaklarda başta Buhari olmak üzere “Kürek kemiği gibidir” şeklinde de nakledilir.

 Demek ki aslında böyle anlaşılması gerekirken yanlış anlaşılabiliyor. Çünkü mecaz hakikate hamledilince yanlış anlaşılır. Hakikatte mecaza hamledilince yanlış anlaşılır. Dil sadece hakikatten, yada sadece mecazdan oluşmaz. Dilin imkanıdır bunlar. Dilin tüm imkanlarını Kur’an kullanır. Çünkü Kur’an da insanoğlunun konuştuğu dillerden biri olan Arapça ile inmiştir. Onun içinde Kullandığı dilin tüm imkanlarını bünyesinde barındırır vahiy. Bu sebeple burada da mecazi bir ifade görüyoruz bu ifade insanın eğilimlerinden birinin acelecilik olduğunu söylüyor.

 [Ek bilgi; Adem ve Havva’nın yaratılışı.

Adem’in bedeni ortaya çıktığında cinsel arzu yoktu. Halbuki Allah ilminde bu dünya hayatında üreme, çoğalma ve cinsel ilişkinin olacağı takdir edilmişti. Bu dünyada cinsel ilişki, türün varlığını sürdürmesi içindir. Bu nedenle Allah Adem’in sol kaburgasından Havva’yı çıkarmıştır. Allah Tealanın “Erkeklerin kadınlar üzerinde bir derecesi vardır.” (Bakara/228) Buyurduğu gibi kadın bu nedenle erkekten bir derece eksiktir. O halde kadınlar hiçbir zaman erkeklere katılamaz.

Havva, kaburgada ki eğiklik (ve de düşkünlük) nedeniyle kaburgadan meydana gelmiştir. Bu edenle çocuğuna ve kocasına muhabbet besler. Bu meyanda erkeğin kadına düşkünlüğü, gerçekte kendisine düşkünlüğüdür. Çünkü kadın erkeğin bir parçasıdır. Kadının erkeğe düşkünlüğü ise kaburgadan yaratılmış olmasından kaynaklanır. Erkekte kaburga sevgi ve düşkünlük demektir.

Allah Havva’nın kendisinden çıktığı Adem’de ki yeri Havva’ya arzu ile doldurmuştur. Çünkü varlıkta boşluk kalamaz. Allah o boşluğu arzu ile doldurduğunda Adem kendisine özlem duyar gibi Havva’ya özlem duymuştur. Çünkü Havva kendisinin bir parçasıydı. Havva’da kendisinden geldiği vatanı olduğu için Adem’e sevgi duydu. Şu halde Havva’nın sevgisi vatan sevgisi, Adem’in sevgisi kendisini sevmesidir. Bu nedenle erkek kendisinin aynı olduğu için kadına sevgi gösterebilirken, kadın ise erkekleri sevmede hayâ diye ifade edilen güç verilmiştir. Böylelikle gizleme gücü artmıştır. Çünkü Adem’in kadınla birleştiği tarzda vatan ile birleşemez.

Allah o kaburgada Adem’in bedeninde biçimlendirdiği ve yarattığı her şeyi şekillendirmiştir. Allah’ın kendi suretinde Adem’in bedenini yaratması, çömlekçinin toprak ve taşta meydana getirdiği şeye benzer. Havva’nın bedeninin yaratılışı ise marangozun ahşapta yonttuğu şekillere benzer. Allah onu kaburgada biçimlendirip ve ona suretini yerleştirdiğinde vce onu düzenleyip dengeye kavuşturduğunda ona ruhundan üflemiştir. Böylelikle Havva diri, düşünen ve türemeden ibaret olan doğumun meydana gelmesi için ekin ve ziraat mahalli olarak var olmuştur. Adem onsa o da Adem’de dinginlik buldu Böylece Havva Adem için bir elbise olduğu gibi Adem de onun için bir elbise olmuştur. Allah şöyle buyurur;

Kadınlar sizin için siz de kadınlar için bir elbisesiniz. (Bakara/187) (İbn. Arabî- F.Mekkiyye C/1-360)]

 Tez canlılık ve acelenin en kötüsü belada acele etmektir. Belasını istemesidir insanın ve burada da zaten ima edilen acele olumsuz aceledir. Ki zaten acele Kur’an da genellikle olumsuz anlamda kullanılır. Arap dilinde olumlu çabukluk sürat kelimesiyle kullanılır. Olumsuz çabukluk ise acele kelimesi ile kullanılır. Onun için “vAllâhu seriy’ul hisab” (Nûr/39)Allah için olumlu acelecilik sürat kelimesi ile ifade edilir. O nedenle acele değil ama süratli, yani seri, yani ara vermeksizin, duraksamaksızın, ama hakkını vererek.

 Şairin dediğini hatırlayalım;   

 Erişir menzili maksuduna aheste giden.

Tizi reftar olanın pâyine damen dolaşır.

                               Hatemi İbrahim bey.

 Yani hakkını vererek giden yolcu mutlaka menziline, varacağı yere ulaşır. Fakat acele edenin ayağına eteği dolaşır diyor.

 seüriyküm âyâtiy fela testa’cilun zamanı gelince size mesajlarımın gerçek olduğunu göstereceğim. Dolayısıyla fela testa’cilun acele etmenize hiç gerek yok. Zamanını bekleyin.

 Bu ayetin çağrışımını Nahl/1. ayetiyle karşılaştırdığınızda çok daha güzel anlaşılıyor. Kur’an da birkaç yerde küfürle örtülmüş mantığın Allah’a meydan okuması dile getirilir. Bu meydan okuma da; Hadi bakalım tehdit ettiğin azabı getirsene. Hadi bakalım kıyameti getirsene, hesabı getirsene, mahşeri getirsene şeklindeki bir meydan okuma. İnsanoğlunun haddini aşınca yapacağı bir şey. Onun için burada ki acele de böylesine olumsuz, yani belada acele etmek anlamında.


38-) Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn;

 “Eğer doğru söyleyenler iseniz şu vadedilen ne zamandır?” derler. (A.Hulusi)

 038 – Bir de bu vaat ne zaman? Doğru iseniz, diyorlar. (Elmalı)

 

 Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn buna rağmen onlar diyorlar ki; Eğer doğru söylüyorsanız cevap verin bakalım bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?

 Tabii ki küfreden bir akıl, Allah’tan uzaklaşmış bir akıl, kutsaldan ilgisini koparmış bir akıl, kutsalla bağını kesmiş bir akıl anlatılıyor burada. Yani diyorlar ki eğer doğru söylüyorsanız hadi cevap verin bu tehdit ne zaman gelecek? Peygambere söylüyorlar. Meydan okuyorlar akıllarınca.

 Neden? Bir peygambere veya onun getirdiği ilahi vahye karşı insan bu tavrı nasıl alır..! Bunun mantığı nedir. Yerinde bir soru bu. Bunun mantığı şu; Gündelik yaşıyorlar. Yevmiye yaşıyorlar. Düşüncelerinin ufku 24 saat ertesi gün mü? Yok. Ya da istikbal deyince sadece dünyalığın geleceğini hatırlıyorlar. Ondan ötesine gidemiyorlar. Onun içinde tek dünyalılar. Tek dünyalı bir akılla düşünüyorlar. Çift dünyalı düşünemiyorlar. Her şeyin hemen şimdi ve burada olmasını istiyorlar. Çünkü kendileri tüm çabalarını hemen şimdi ve burada ya yoğunlaştırmışlar. O nedenle de hemen kazanmak istiyorlar.

 Hemen kazanmak isteyenlerin olduğu yerde rant olur. Köşe dönmecilik, soygun, hırsızlık, hemen kazanmak isteyenlerin bol olduğu yerlerde bol olur. Çünkü onlar gündelik yaşarlar. Bu akıl hemen şimdi ve burada ister. Oysa ki Allah vaat eder. Cennet hemen şimdi ve burada değildir. Mutluluk, süresiz mutluluk, sonsuz saadet; hemen şimdi ve burada değildir. Çünkü bedel ödenmesi gerekmektedir. Hemen şimdi ve burada istemek seküler bir mantığın eseridir. Yani sadece dünya ile bağlantılı bir mantık. Dünyayı aşamayan bu geçici hayatın hazlarını aşamayan bir mantık. O nedenle hemen şimdi ve burada isteyenler hazlarının kulu olurlar. Geçici içgüdülerinin kulu olurlar. Zevklerinin ve neşelerinin kulu olurlar.

 Hemen şimdi ve burada isteyen akıl günaha ayarlı bir akıldır. Çünkü günah hemen şimdi ve burada işlenebilir. O nedenle bu soruyu soran aklın oturduğu zemin nedir diyorsanız eğer işte cevabım budur. Hemen şimdi ve burada isteyen akıl.

 O Allah rızası içini anlayamaz. Onun için de ibadetin mantığını kavrayamaz. Bir müminin tavır ve davranışını çözemez. Anlayamaz, çünkü kendisi tek dünyalıdır. İki dünyalıların yaptığını anlayamaz.

 Burada da bu tek dünyalı aklın sahibini görüyoruz. Boyuna posuna bakmadan kendi haddini bilmeden Allah’a meydan okuyan mantık. Zaten hemen şimdi ve burada ya çalışan bir mantığın geleceği olur mu.


39-) Lev ya’lemülleziyne keferu hıyne lâ yeküffune ‘an vucuhihimünnare ve lâ an zuhurihim ve lâ hüm yünsarun;

 Hakikat bilgisini inkâr edenler, ne vechlerinden (iç dünyalarından) ne de sırtlarından (dıştan) yakanı önleyemeyecekleri; kendilerine yardım da olunmayacağı zamanı bir bilselerdi! (A.Hulusi)

 039 – Bilseler o küfredenler ne yüzlerinden ne arkalarından ateşi men edemeyecekleri, ve hiç bir taraftan yardım olunmayacakları o demi. (Elmalı)


Lev ya’lemülleziyne keferu hıyne lâ yeküffune ‘an vucuhihimünnare ve lâ an zuhurihim ve lâ hüm yünsarun İşte hemen şimdi ve burada cı, seküler mantığa vahyin verdiği tokat gibi cevap. Hem de ne cevap. Hem şefkat dolu, rahmet ve merhamet dolu hem de uyarıcı bir cevap. İnkarda ısrar eden bu kafirler yüzlerini ve sırtlarını ateşten koruyamayacakları, dahası; hiçbir yardım da alamayacakları anın dehşetini keşke bir bilselerdi. Kendilerini o yakıcı vicdan, akıl, ruh ve tasavvurlarını yakıp kavuran o ateşten koruyamayacakları anın dehşetini bir bilselerdi.

 Peki, bu nasıl bilinir? Bir şeyi bilmek;

 1 – Ya onu gözlemlemekle olur, denemekle olur

2 – Ya da inanmakla olur. Bu denenemez. Bir kez deneyeyim hoşuma gitmezse vazgeçerim diyeceğiniz bir şey değil. Çünkü ölüm denenemez. Hoşuma gitmezse bir daha ölmem diyemezsiniz. Onun içinde tek şık kalıyor. İman. Bu imanın temeli de Allah’a güvenirseniz olur. Allah bunu böyle söyledi, ben de Allah’a inanıyorum, O doğru söyler. Sadakalla hul aziym. Aziym olan yüce olan Allah doğru söyler.

 O zaman bu sözü de bu vaadi de, bu haberi de doğrudur Çünkü ben böyle bir haberi Allah dışında bir kaynaktan alamam ki. Bu haberi bana hangi muhabir getirebilir ki. Hangi muhabirin haber kaynakları böylesine varlığı aşan Yaratılmış dünyayı aşan, sizin ömrünüzü aşan gayba giren, algı mekanizmalarınızın ta ötesine ağan bir dünyadan haber getirebilir ki. Hangi muhabir. Hangi haber ekibi, hangi haber sistemi size ahiretten doğru haber getirebilir. Allah’ın peygamberleri ve vahyi dışlında. Onun için işte bu, büyük haber bu aslında. Olay haber bu, şok haber bu, nebeün aziym diyor ya Kur’an; Büyük haber, şok haber, olay haber.

 Nasıl baktığınız önemli Yani sizin için şok edici haber hangisi, hangi haberlere büyük haber olarak bakıyorsunuz. 24 saat yaşayan, ufku 24 saatlik olan, gündelik yaşayan bir adamın şok haberi gazete manşetleridir. Gazete manşetinden şok haberi olan adam nasıl ebedi istikbaline yönelik şok haberi anlasın ki.

 İşte bu modern uygarlığın insanı nasıl gündelik yaşamaya mahkum ettiği ve böylece insanın geleceğini nasıl mahvettiği de ortaya çıkmıyor mu ve vahiy, sadece vahiy size ebedi istikbalinizle ilgili şok haberleri verir. Tabii geleceğini düşünen akıllı insanlara. Geleceğini, istikbalini merak etmeyen, ebedi hayatını merak etmeyenler elbette bu haberi dinlemek  istemeyecekler, duymayacaklar ki, zaten bu ayetlerde onlardan söz ediyor.


40-) Bel te’tiyhim bağteten fetebhetühüm fela yestetıy’une raddeha ve lâ hüm yünzarun;

 Bilakis (vadolunanı yaşatacak vefat {bedenin hayatiyetini yitirmesiyle meydana gelen kopuş}) onlara ansızın gelir de, kendilerini şaşkına çevirir! Artık onu ne geri çevirmeye güçleri yeter ve ne de kendilerine mühlet verilir. (A.Hulusi)

 040 – Doğrusu o onları bağdeten gelecek de kendilerini dondura kalacak, artık ne reddini güçleri yetecek ne de kendilerine mühlet verilecek. (Elmalı)


Bel te’tiyhim bağteten fetebhetühüm ama hayır, o an birden bire gelecek ve onları şaşkına çevirecektir. Birdenbire gelecek fetebhetühüm, onları hayrette bırakacak, dehşette bırakacaktır. Dehşetle karışık şaşkınlık demektir beht.

 ..febühitelleziy kefer. (Bakara/258) firavun için Hz. Musa; “benim rabbim güneşi doğudan doğdurur, batıdan batırır. Haydi bakalım, eğer sen de rabliğinde samimi isen tersini yap deyince ..febühitelleziy kefer kafir dehşetten ve şaşkınlıktan donakaldı. Diyor. Yapacak bir şey yok. Oradaki kelime ile buy kelime aynı kökenden.

 fela yestetıy’une raddeha ve lâ hüm yünzarun artık onlar ne onu geri çevirebilecekler, ne de kendilerine zaman tanınacaktır. Gündelik yaşayan her tek dünyalı ölüme ansızın yakalanır. Bu ayetin verdiği ders bu.

 Evet, onlar ne onu geri çevirebilecekler, ne de kendilerine zaman tanınacak, ansızın yakalanacaklar. Gündelik yaşayanlar ölüme ansızın yakalanırlar. İster bela, ister iptila, ister felaket, ister helak suretinde olsun. Ölüm onları hangi surette bulursa bulsun ama hep ansızın bulur.

 Neden? Çünkü ölüm hiç gündemlerinde yoktur. Çünkü ölümü uzaklaştırdıklarını sanmışlardır. Ölümü öldürdüklerini sanmışlardır. Onun içinde unutmakla ölümün öleceğini zannetmişlerdir. Mezarlıkları şehirlerin dışına atmışlardır. Ölülerle ilgili hiçbir haberi duymak istememişlerdir. Onu çok kısa anlara mahkum etmişlerdir. Ölümü salt kötü bir şey olarak algılamışlardır.

 Bu çok önemli. Hiç öldünüz mü? Ölüm bizatihi niçin kötü olsun. Hiç ölmediğinize göre ölüm hakkında ki bu sui zannınız neden? Neden kötü düşünüyorsunuz. Zaten ölüm hakkında Hüsnü zan etmek müminin işidir. Çünkü o ölmeden evvel ölümüm sırrını yakalamıştır. Onun içinde öldükten sonra yaşamanın sırrını yakalamıştır. Çünkü o ölümü koynunda gezdirmeyi bilmiştir. Çünkü o ölümü bir eşik bilmiştir. İki dünya arasındaki bir eşik. Çünkü o ölüme yok oluş anlamı yüklememiştir. Onun için ölüm bir dünyadan bir başka dünyaya, geçici bir dünyadan kalıcı bir dünyaya geçiş eşiğidir. Onun içinde bir mümin için ölüm; kendisinden korkulacak değil, kendisine hazırlıklı olunacak bir olaydır.


41-) Ve lekadistühzie Bi Rusulin min kablike fehaka Billeziyne sehıru minhüm ma kânu Bihi yestehziun;

 Andolsun, senden önceki Rasûllerle de alay edildi de; küçümsedikleri şey, alay edenleri her yönden kuşattı.

 041 – Kasem olsun ki senden evvel bir çok Peygamberlerle istihzâ edildi de içlerinden alay edenleri o istihzâ ettikleri şey kuşatıverdi. (Elmalı)


Ve lekadistühzie Bi Rusulin min kablik doğrusu ey Muhammed senden önceki elçilerle de alay edilmişti. fehaka Billeziyne sehıru minhüm ma kânu Bihi yestehziun fakat alay eden kimseleri bizzat alay ede geldikleri şey mahvu perişan etti. Alay ettikleri şey başlarına geldi ve kendileri alay konusu oldular.

 Sevgili dostlar hatırlayın bu surenin 2. ve 3. ayetler; ve hüm yel’abun diye bitiyordu 2. ayet. Onlar dalga geçiyorlar, onlar oyun oynuyorlar ve hemen arkasında ki ayette; Lahiyeten kulubühüm onların aklı fikri oyunda oynaştadır diyordu değil mi. İşte bu akıl. Lütfen dikkat buyurunuz ve kendinizi bu kategoriler içinde nereye  yerleştirdiğinize bakınız, hayatı nasıl algıladığınıza bakınız. Hayatı bir oyun, dünyayı bir lunapark, kendisini de bir oyun çocuğu olarak gören kişi burada dile getiriliyor. Yani ciddi değil hayata karşı. Onun içinde hayatı ciddiye almıyor. Hayatın sahibi ona ciddi ol diyor lütfen ciddi olur musun.

 Buyurun. Vahyin amacı bu. Vahyin amacı ciddiyete davet etmektir insanoğlunu. Hayatla dalga geçen, hayatı bir oyun olarak algılayan, yeryüzünü bir lunapark olarak algılayan, kendisi de oyun çocuğu yaşını aşamayan bir insan nasıl vahyin ebedi çağrısını algılayabilecek. O nedenle bir uyarıdır, bir uykudan uyandırıcıdır vahiy bu manada. Sadece görülenin ciddi olması yetmez, görenin de ciddi olması lazım. Yaşananın ciddi olması yetmez, yaşayanın da ciddi olması lazım. Ortamın ciddi olması yetmez, o ortamda bulunanın da ciddi olması lazım. Baktığınızın ciddi olması yetmezi bakışınızın da ciddi olması lazım. Algıladığınızın ciddi olması yetmez, algılayanın da ciddi olması lazım.

 Onun için algılanan ne kadar ciddi olursa olsun eğer algılayan ciddi bakmıyorsa onun için şaka gelecektir ve işte burada gördüğünüz şey alay eden kimseleri, alay ettikleri şey perişan etti diyor ayet. Bu bir ters yüz olmuş akıldır. Alabora olmuş akıldır. Akıl ters yüz olunca hakikati tam zıddı ile algılar. Yani ciddi olanı şaka, şaka olanı ciddi. Geçici olanı kalıcı, kalıcı olanı geçici. Yüce olanı alçak, alçak olanı yüce. Değerli olanı değersiz, değersiz olanı değerli. Siz uzatıp gidin bu örnekleri böyle algılar. Çünkü ters dönmüştür, alabora olmuştur. İşte buna zalim der Kur’an. Ters dönmüş akıl, ters dönmüş bilinç.


42-) Kul men yekleüküm Bil leyli ven nehari miner Rahmân* bel hüm an zikri Rabbihim mu’ridun;

 De ki: “Gece ve gündüzünüzde, Rahmân’dan (özündeki Rahmânî hakikatin gereklerini yaşayamamanın sonucu olan azap hâlinden) sizi kim korur?”… Hayır, onlar Rablerinin zikrinden yüz çeviricilerdir! (A.Hulusi)

 042 – De ki sizi: gece ve gündüz o rahmandan kim koruyabilir? Fakat onlar rablerinin zikrinden sarfı nazar etmişlerdir. (Elmalı)


Kul men yekleüküm Bil leyli ven nehari miner Rahmân De ki sizi o sınırsız rahmet kaynağına, o rahmana karşı gece ya da gündüz kim koruyacak.

 Özellikle rahman ismi kullanılıyor. Rahmetin kaynağından gazaba talip olmak ne büyük talihsizlik. Böyle bir ima hissediyorum. Rahman sıfatıyla öne çıkarıyor rabbimiz. O rahmetin sınırsız kaynağı iken, siz bu kaynaktan gazaba talip oluyorsunuz. Bu nasıl akıl, bu nasıl ahmaklık dercesine. Yani bunu nasıl beceriyorsunuz. Rahmetin kaynağından rahmete talip olunur. Siz ise rahmetin varlık içinde ki mutlak kaynağından gazaba talip oluyorsunuz. Yani bunun için epeydir bir çaba gösteriyorsunuz.

 Bu gerçekten dehşet bir şey olsa gerek. O varlığa, yarattıklarına ve bu yarattıklarının zirvesinde yerleştirdiği insana rahmet etmek için tüm fırsatları değerlendiriyor, rahmet etmek için kendisine bahane vermenizi istiyor yasası gereği. Ama siz bütün bu çağrılara , bütün bu yol göstermelere sırt dönerek nasıl beceriyorsanız yine de o rahmet kaynağından gazap devşiriyorsunuz. İşte dehşet çelişki bu. İnsan oğlunun içine düşebileceği en büyük çelişki.

 bel hüm an zikri Rabbihim mu’ridun ama hayır onlar rablerinin uyarılarından yüz çeviriyorlar. Yukarıda rahman sıfatı, burada rab sıfatı öncelendi. Zaten onların rahman olan Allah’ın rahmetinden bir pay almak için çabalamamalarının temelinde Allah’ın rububiyetine teslim olmamak yatıyor. Yani terbiyesine teslim olmamak. Çünkü onlar terbiye edilmemiş bir akıl, terbiye edilmemiş bir bilinç, terbiye edilmemiş bir şahsiyet, terbiye edilmemiş bir tasavvur sahibi.

 Onun içinde vahiy bir inşa projesidir. İlahi bir inşa projesidir. Maksadı da insan yontmaktır. Önce insanın tasavvurunu sonra aklını sonra şahsiyetini sonra hayatını inşa eder. İnşa edilmemiş bir akıl imha edilmiş demektir. İnşa edilmemiş bir tasavvur, imha edilmiş, inşa edilmemiş bir insan imha edilmiş demektir.

 İnşa edilmiş bir insan melekleri aşabilen bir ulvi varlık olurken, inşa edilmeyip imha edilmiş bir insan ise şeytanların bile yanına besmele çekerek yaklaştığı çok çukur bir varlık olabilir. Ki Kur’an ..kel en’ami belhüm edal (A’raf/179). Hayvanlar gibi diyor, daha da aşağı. Onun için burada ilahi inşaya bir çağrı da seziyoruz.


43-) Em lehüm alihetün temne’uhüm min duniNA* lâ yestetıy’une nasre enfüsihim ve lâ hüm minna yushabun;

 Yoksa onların, kendilerini koruyacak bizim dûnumuzda ilâhları mı var? (Oysa) onlar (vehmettikleri tanrılar), ne kendi nefslerini kurtaracak güce sahip olurlar; ne de tarafımızdan destek görürler. (A.Hulusi)

 043 – Yoksa onlar için kendilerini önümüzden men edecek ilâhlar mı var? Onlar kendi nefislerini bile kurtaramayacakları gibi bizden sahabet de olunmazlar. (Elmalı)


Em lehüm alihetün temne’uhüm min duniNA yoksa onların bizim dışımızda kendilerini savunacak bir takım tanrıları mı var. lâ yestetıy’une nasre enfüsihim ve lâ hüm minna yushabun o sahte tanrılar, o düzmece ilahlar, o kurgu eseri tanrılar kendilerine dahi yardım edecek güçten yoksunlar. Üstelik onlara katımızdan hiçbir himaye, hiçbir koruma da ulaşmayacak. Yani kendilerine dahi bir yardımları dokunmayan bu sahte tanrıların size herhangi bir yardım edeceğini mi düşünüyorsunuz.

 Hakikaten tipik bir çelişki. Akıllı geçinen İnsanoğlunun kutsaldan bağlarını koparıp, Allahsız bir hayat inşa etmeye kalktığında nasıl komik bir duruma düşüp, elleriyle kendisine düzmece tanrılar icat ettiğini görmek için kadim tarihe, insanoğlunun geçmişte ki totem ve putlara inandığı tarihe gitmenize hiç gerek yok ki. Aklının geliştiğini düşündüğümüz, insanoğlunun ileri gittiğini düşündüğümüz, yada iddia edildiği böylesi bir zamanda insanın icat ettiği sahte tanrılara bakınız. Hala aynı şey devam ediyor ve hala insan bu aziym çelişkiyi yaşıyor. Fakat eskiden tanrılar belki bu kadar cıcılı bıcılı, bu kadar imajlı değildi. Şimdi sahte tanrıların imajını değiştirdiler.Aslında içerik yine aynı, çelişki yine aynı, zavallılık yine aynı. İnsan Allah’a kul olmayınca kul olacak bir şeyler mutlaka buluyor.


44-) Bel metta’na haülai ve abaehüm hatta tale aleyhimül ‘umür* efela yeravne enna ne’til Arda nenkusuha min atrafiha* efehümül ğalibun;

 Hayır, biz bunları ve atalarını (dünya nimetlerinden) yararlandırdık. O kadar ki, onlara ömür çok uzun geldi (bitmeyecekmiş gibi)! Görmüyorlar mı ki biz arza (fiziksel bedene) geliyoruz, onun etrafından onu noksanlaştırıyoruz (tâ ki yaşlanır ve ölümü tadar)… Galipler onlar mı? (A.Hulusi)

 044 – Doğrusu biz, onları ve atalarını yaşattık hattâ o ömür onlara uzun geldi, fakat şimdi görmüyorlar mı o Arzı etrafından eksiltip duruyoruz, o halde galip onlar mı? (Elmalı)


Bel metta’na haülai ve abaehüm hatta tale aleyhimül ‘umür hayır, biz onları ve atalarını geçici zevklere daldırdık, geçici zevklerin içine yuvarladık. Onlarla oyalattık Ta ki ömrün kendileri için böyle uzayıp gideceği zehabına kapıldılar. Yani bu hayat hep böyle cicim cicim gider zannettiler. Kutsaldan ve aşkından koparılmış bir hayat sahte bir ebedilik duygusu verir.

 İşte bu. Eğer hayatı kutsaldan arındırırsanız, eğer hayatı ilahi olandan uzaklaştırırsanız, sahibine sahte bir ebedilik duygusu sunar. Zaten şeytanında en büyük kandırma aracı bu değil miydi? İnsanoğlunun ilk atasını böyle aldatrmaya çalışmadı mı. ..en teküna melekeyni ev teküna minel halidiyn. (A’raf/20) şeytanın Adem’e söylediği şey buydu. Ebedileşmek istemez misiniz. Ya da melek olmak, melekleşmek, yani mükemmelleşmek ve ebedileşmek.

 Buyurun insanın bu zaafı şeytana yarıyor. Onun için insan bu zaafı dolayısıyla daima kutsalla ilişkisini kesiyor. Burada da o vurgulanıyor.

 efela yeravne enna ne’til Arda nenkusuha min atrafiha iyi ama onlar görmüyorlar mı ki biz yer yüzünü ve yer yüzüne müdahil olup ona ait değerleri her bir tarafından sürekli eksiltiyoruz.

 nenkusuha min atrafiha her tarafından eksiltmek anlamına gelen bu deyimsel ibareyi, biz değerleri eksiltiyoruz biçiminde çevirdik. Çevirimiz bu eksilişin bir değer eksilmesi olduğu yönünde. Yer yüzünün uzatılıp yayılması, medetnehe ibaresi de başka ayetlerde gelir ki, Rad/3. ayeti mesela, başka surelerde de var. Bu birbiri ile zıtlık oluşturur. Eksiltilmesi yer yüzünün ve uzatılması.

 Şimdi bir takım değerler, nedir bunlar vahiy, medeniyet inşa, ilim, irfan, ihsan, ahlak, onur, şeref, haysiyet, kişilik gibi bireysel ve toplumsal bir takım değerler bazı coğrafyalardan alınıp, bazı toplumlardan işledikleri günahlar yüzünden, ya da hakikate karşı duruşları yüzünden alınıp başka bazı coğrafyalara, toplumlara verildiğini yine biz Kur’an dan öğreniyoruz. Mesela;

 ..men yertedde minküm an diynihı fesevfe ye’tillâhu Bi kavm..(Maide/54) kim onun hayat sistemine karşı sırt çevirirse, sizin içinizden kim böyle yaparsa, Allah onların yerine yepyeni bir toplum getirir diyor. Yine bir başka ayet;

 İn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd. (İbrahim/19)(Fatır/16) eğer siz Allah’a kulluk etmezseniz, eğer siz kendinize yabancılaşırsanız, eğer siz umutsuz bir vakaya dönüşürde iblisleşirseniz ki iblisin bir anlamı da budur, o zaman Allah sizin kökünüzü kazır yerinize yepyeni bir cins getirir. Bunun gibi Kur’an da ayetler var. Bir çok ayet var ve bu ayetlerle yukarıda ki ibareleri yan yana düşündüğümüzde yer yüzünü uzatmak ya da eksiltmek, değer eksiltilmesi veya değer eklenmesi, değer yüklenmesi anlamı vermek gayet mümkündür. Onun için biz burada ki nenkusuha min atrafiha ibaresine de değer eksiltilmesi biçiminde. Eğer Allah’a sırt çevirirseniz, eğer kutsalla ilişkinizi keserseniz, eğer vahye kendinizi inşa ettirmezseniz Allah sizin değerlerinizi eksiltir manasında anlamamız gayet doğru olacaktır.

 efehümül ğalibun böylesi bir durumda kalkıp bir de kazanacaklarını umuyorlar öyle mi? Diyor. Yani bunu nasıl umabiliyorlar. Hem Allah’a sırt çevirecekler, hem vahye kulak tıkayacaklar, hem kendilerine yabancılaşacaklar, hem fıtrat alt yapılarının üstünü örtüp küfre dalacaklar hem de en sonunda kazanan kendileri olacak, ne mümkün.


45-) Kul innema ünziruküm Bil vahyi, ve lâ yesme’ussummüddu’âe izâ ma yünzerun;

 De ki: “Ben sizi sadece vahiy ile uyarıyorum”… (Ne var ki) sağırlar uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler! (A.Hulusi)

 045 – De ki ben sizi ancak vahiy ile inzar ediyorum, amma ne kadar inzar edilseler sağırlar daveti işitmezler. (Elmalı)

 

 Kul innema ünziruküm Bil vahy Ey Muhammed ben sizi sadece vahiyle uyarıyorum de. Evet, Resulallah’a; muhataplarına söylemesi gereken bir söz talim ediliyor. Ben sizi sadece vahiyle uyarıyorum. Yani ben kendiliğimden bir şey katmıyorum. Ya da kişisel endişelerimle yola çıkmış değilim. Benim endişelerim rabbimin bana verdiği talimatlarla oluşuyor. Onun için aslında sizi uyaran Allah’tır. Dolayısıyla ben sadece bir aracıyım. Allah’tan aldıklarımı size getiriyorum. O nedenle bu uyarıya kulak verirseniz bana kulak vermiş olmayacaksınız, Allah’a kulak vermiş olacaksınız.

 Tabii ki tersi de geçerli. Eğer sırt çevirirseniz bana asi olmuş olmayacaksınız, Allah’a isyan etmiş, dolayısıyla ona sırt çevirmiş olacaksınız ve sonuçta Allahsız bir hayat istediğiniz ortaya çıkacak. Ama bu mümkün değil. Sırt çevirdiğiniz Allah’a varlığınızı borçlusunuz. Bu büyük ihanettir ve bunun cezası mutlaka vardır.

 ve lâ yesme’ussummüddu’âe izâ ma yünzerun ama ne kadar uyarılsalar da kalbi sağır olanlar bu çağrıyı işitmeyecekler, hiç duymayacaklar.

 İşte dostlar Kur’an kavramlarıyla yepyeni bir tasavvur inşa ediyor, bakınız bu ayete; sağır kim, kör kim, dilsiz kim, akılsız kim, akıllı kim, gören kim, duyan kim. İşte sağır işitme özürlü olan değil bu ayete göre. Asıl sağır; Hakikati duymamakta ısrar edendir. Bu kalbin felç olma halidir. Yani inanan ve inkar eden, seven ve nefret eden o merkez olan insan yüreğinin felç olma halidir. Eğer bedeniniz felç olursa tabii ki doktora gider, aldığınız reçeteyle de eczaneye gider ve şifa ararsınız. Ya yüreğiniz felç olursa kime gidersiniz. İşte Kur’an eczanesi insanın manevi organlarının hastalıklarına birer devadır.

 İşin kötüsü var ya, onlar kendilerini sağlam zannederler. Çünkü fiziki hastalıklar gibi görünmez. Peki ne zaman ortaya çıkar? Kalplerinin özünü gören Allah onları ortaya çıkarır. İçin dışa döndüğü gün ortaya çıkar. O gün gelmeden evvel tedavi olurlarsa kendileri için olmuş olacaklardır.


46-) Ve lein messethüm nefhatün min azâbi Rabbike le yekulünne ya veylena inna künna zâlimiyn;

 Yemin olsun, eğer onlara Rabbinin azabından bir esinti dokunsa elbette: “Yazık bize! Doğrusu biz zâlimlermişiz” derler. (A.Hulusi)

 046 – Mamafih kasem olsun rabbinin azâbından onlara bir nefha dokunursa muhakkak diyeceklerdir ki vay bizlere! Bizler cidden zâlimler idik. (Elmalı)

 

 Ve lein messethüm nefhatün min azâbi Rabbike le yekulünne ya veylena inna künna zâlimiyn fakat, rabbinin azap rüzgarından onlara bir efilti dokunsa hemen; Yazıklar olsun bize derler. Meğerse biz boğazımıza kadar zulme gömülüp gitmiştik. Diye itiraf ederler. Aslında yanan; vicdanın üzerine örtülen kalın küfür örtüsüdür. O yanınca gerçeği görürler ve itiraf ederler. Ama bu itirafın hiçbir yararı olmaz. Vicdanlarının üzerine örtülmüş o kalın küfür perdesi yanınca itiraf etseler de bu itirafın bir değeri olmaz.


47-) Ve neda’ulmevaziynelkısta liyevmil kıyameti fela tuzlemu nefsün şey’a* ve in kâne miskale habbetin min hardelin eteyna Biha* ve kefa Bina hasibiyn;

 Kıyamet sürecinde ulûhiyet hükümlerine göre ölçütler koyarız! Hiçbir nefs (benlik – bilinç) en küçük bir zulme uğramaz. Bir hardal tanesi ağırlığınca olsa dahi onu getiririz. Hesap görücüler olarak biz (hakikatlerindeki Hasiyb özelliği) kâfiyiz. (A.Hulusi)

 047 – Biz ise Kıyamet günü için mizanlara adâleti koruz da hiç bir nefis, zerrece zulüm edilmez, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir koruz, hesapçı da biz yeteriz. (Elmalı)


Ve neda’ulmevaziynelkısta liyevmil kıyameti fela tuzlemu nefsün şey’a ve biz kıyamet günü dosdoğru tartan teraziler kurarız da hiçbir kişi en küçük bir haksızlığa bile uğratılmaz. ve in kâne miskale habbetin min hardelin eteyna Biha hatta hardal tanesi ağırlığında bir şey olsa onu dahi ortaya getiririz, gündeme getiririz.

 Bu ayet zil zal suresinin 7. ve 8. son ayetlerini daha kolay anlamamıza yardım ediyor.

 Femen ya’mel miskale zerretin hayren yerah. (Zilzal/7)

 Ve men ya’mel miskale zerretin şerren yerah. (Zilzal/8)

 Kim zerre miktarı hayır işlerse onu görür, kimde, zerre miktarı şer işler, kötülük işlerse onu görür. Burada ki görmenin aslında gündeme getirme, yani kaybetmeme olduğunu anlıyoruz. Yoksa Allah’ın rahmeti, mağfireti, affı, bağışlayıcılığı elbette sadece bırakın zerre miktarı şerri, çok büyük günahların üzerini dahi kapatıp onları silebilir. Sileceğini zaten Kur’an da da müjdeliyor. Ama hiç biri üstünden görünmezden gelinip te geçilmeyecek, gündeme getirilecek. Fakat gündeme getirilip; Bu nasıl kitap ah dediğimi de yazmış, kaydetmiş, of dediğimiz de kaydetmiş dediği gibi vahyin (Kehf/49) böyle bir film, böyle bir kamera, böyle bir kayıt sistemi, sicil sistemi.

 İşte bu sicil sisteminin hiçbir şeyi atlamadığını ifade ediyor bu ayet. Fakat af ondan sonra, mağfiret ondan sonra gündeme gelecek ve sen rabbim sen hiçbir şeyi atlamadığını gözlerimle gördüm dedikten sonra rabbin, eğer affı hak etmişsen, mağfireti hak etmişsen mağfiretine elbette ki kavuşacaksın.

 ve kefa Bina hasibiyn biz hesap görücü olarak yeterde artarız bile. Yani bir başka hesap görücü, bir başka muhasip, bir başka hesapçı istemeyin, biz hesabını çok iyi görürüz.


48-) Ve lekad ateyna Musa ve HarunelFurkane ve Dıyâen ve Zikran lil müttekıyn;

 Andolsun ki biz Musa ve Harun’a Furkan’ı (Hak ile bâtılı ayırt edeni), korunmak isteyenler için bir ışık ve bir hatırlatıcı olarak verdik. (A.Hulusi)

 048 – Celâlim hakkı için biz Musâ ile Harûn’a Furkan ve bir zıya ve bir zikir vermiştik, muttakiler için. (Elmalı)


Ve lekad ateyna Musa ve HarunelFurkane ve Dıyâen ve Zikran lil müttekıyn Yepyeni bir pasaja girdik. Tabii ki yukarısı ile bağlantılı olarak. Musa ve Harun peygambere gönderilen vahye getirdi sözü Kur’an. Öncelikle Resulallah’ın ilk muhatap olan sevgili efendimizin tasavvurunu inşa ediyor ve onu aynı zamanda teselli de ediyor bu pasajla. Doğrusu biz Musa ve Harun’a sorumluluk bilincine sahip olanlara iletmeleri için hakkı batıldan ayıran Furkan, hakkı batıldan ayıran, karanlıkları aydınlığa çıkaran dıyae’ ve yabancılaştıkları özlerini kendilerine hatırlatan zikr bir mesaj vermişizdir. Hz. Musa ve Hz. Harun’a peygamberlik ve vahiy verilişinin ayrıntısını bu sureden önce işlediğimiz Tâhâ suresinde ayetler eşliğinde dile getirmiştik.

 Burada ki Furkan; vahiylerin ortak niteliğidir. Sadece Kur’an vahyinin değil tüm vahiylerin vasfıdır, sıfatıdır ve hem vahyin sıfatı, hem de o vahiyle inşa olunan insanın sıfatı haline gelir. Nedir? Hakkı batıldan ayırabilecek bir ölçü. Vahiyde bu ölçü zaten vardır. Vahiyle aklını inşa eden müminde de bu ölçü oluşur. Onun için sevgili efendimiz Hz. Ömer’e Faruk lakabını takmışlar. Faruk adını vermişlerdi. Yani hakkı batıldan ayıran bir ölçüye sahip olan bir akıl.

 Kur’an la zihni inşa olmuş olan bu zat, öyle bir ölçü geliştirmişti ki, hakkı batıldan ayırabilen bir ölçü. Dolayısıyla zihnini Kur’an ın inşa ettiği insanda böyle bir ölçü gelişir. Bu ölçü geliştikten sonra, bu ölçü oluştuktan sonra o insan artık baktığı, duyduğu, gördüğü ve bildiği şeylerin  içerisinden seçme, temyiz gücünü kullanarak kötüyü iyiden seçer. Madenin hasını hamından, posasından ayırır ve dolayısıyla geçek bilgiyi sahte bilgiden ayırır. Onun içinde Furkan hem vahyin niteliğidir. Hem de vahiyle inşa olmuş aklın niteliğidir.

 İkincisi dıyae’ Kur’an da iki şey kullanılır ışık için “dav’” ve “nûr”. Birbirinden ayrılan tarafları şudur; dav’; ışığın kaynağı kendisinden olan şeyin verdiği ışıktır. Yani kaynağı kendisindendir. Nûr ise kendisinden olmak zorunda değildir. Bir başkasından yansıtsa da ona Nûr denir. Onun için güneşin ışığı Kur’an da dav’ ile, ayın ışığı da Nûr ile ifade edilir.

 Tabii ki dıyae’ diye ifade edilmesi bizatihi, içinde ışık vardır vahyin. Vahit bizatihi ışığın kaynağıdır demektir. Yani yansıtmaz sadece ışığın özüdür.

 Üçüncü kavram ise kullanılan zikr. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu da vahyin ortak sıfatı. Hatırlatıcı, uyarıcı. Yani insana unutturduğu öz benliğini unuttuğu alt yapısını, unuttuğu fıtratını hatırlatıcı bir özellik. Tüm vahiylerin bu 3 özelliği olduğu için Hz. Musa ve Harun’a indirilen vahyinde bu özelliklere sahip olduğu dile getiriliyor.


49-) Elleziyne yahşevne Rabbehüm Bil ğaybi ve hüm minessa’ati müşfikun;

 Onlar ki gaybları olarak Rablerinden haşyet ederler… Onlar o Saat’ten de titrerler. (A.Hulusi)

 049 – O muttakiler için ki rablerine gıyap da haşyet beslerler ve o saatten titrer dururlar. (Elmalı)

 

 Elleziyne yahşevne Rabbehüm Bil ğayb onlar ki idrak sınırlarını aşan bir hakikat olsa da rablerinden korkarlar.

 Allah’a iman hem şahide, hem gaibe imandır dostlar. Bil ğayb’ın açılımı budur. İmanı iman yapan güvendir. İdraki aşan bir varlıktır Allah. İnsan idrakinin kavrayamayacağı bir hakikat. Dolayısıyla insan idrakinin kavrayamayacağı bir hakikat olsa da diyor rablerinden korkarlar. Yani bizzat görmüş gibi, bizzat tanımış gibi korkarlar.

 Burada ki korku tabii ki insanın aslandan korkmasına, ya da zayıfın güçlüden korkmasına, ya da işçinin patrondan korkmasına, ya da vatandaşın devletten korkmasına benzemez. Burada ki korku içinde saygı bulunan korku, sevgi bulunan korkudur. Onun için de Haşyet kelimesi kullanılmıştır. Havf değil. Havf korkanın güçsüzlüğü, Haşyet ise korkulanın büyüklüğünden dolayı duyulan ürpertidir. Yani Allah öyle büyüktür ki, O’nun büyüklüğü, azameti, gücü ve O’na ihtiyacınızın büyüklüğünü fark eder, O’nun sevgisini yitirmekten dolayı korkarsınız, titrersiniz.

 ve hüm minessa’ati müşfikun yine onlar görürcesine inandıkları son saatten dolayı tir tir titrerler.

 Tabii ki Yukarıda Allah bilinci, burada ahiret bilinci. Davranışlarının sorumluluğunu üstlenirler demektir bu son cümle. Ahiretten dolayı tir tir titriyorlarsa bu titreme hesap verme sorumluluğunu üstlenmedir. Yani yaptıklarımın hepsinin hesabını vereceğim. Bu sorumluluğumun farkındayım demektir bu aslında.

 Peki titremeyenler; fark etmeyenler? Hesap verecek bir ömür yaşamayanlardır. Yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmeyenlerdir. Dolayısıyla hesap vereceklerine inanmayanlardır.


50-) Ve hazâ zikrun mübarekün enzelnaHU, efeentüm lehu münkirun;

 Bu da inzâl ettiğimiz mübarek bir hatırlatmadır! Siz O’nu inkâr edenler misiniz? (A.Hulusi)

 050 – İşte bu – Kur’an – da bizim indirdiğimiz mübarek zikirdir şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz. (Elmalı)


Ve hazâ zikrun mübarekün enzelnaHU işte bu da kendisini bizim indirdiğimiz kutlu kılınmış hatırlatıcı bir mesajdır. efeentüm lehu münkirun peki bu durumda siz O’nu hala inkar mı edeceksiniz.

 Yeni bir pasaja daha giriyor:


51-) Ve lekad ateyna İbrahiyme rüşdehu min kablü ve künna Bihi ‘Alimiyn;

 Andolsun ki biz İbrahim’e daha önceden rüşdünü (olgunluk düşüncesi – hanîflik) verdik… Biz Onu bilirdik. (A.Hulusi)

 051 – Şanım hakkı için bundan evvel de İbrahim’e rüştünü vermiştik. (Elmalı)


Ve lekad ateyna İbrahiyme rüşdehu min kabl ve doğrusu biz Musa’dan çok daha önce İbrahim’e de doğru işleyen bir muhakeme vermiştik. Rüşdehu; doğru işleyen bir muhakeme. Haz. İbrahim’in sanattan sanatkara, eserden müessire atlayan o akıl yürütmesini hatırlayınız. Daha ilk delikanlılık çağında yıldızdan, aydan, güneşe ve oradan Allah’a ulaşan, yani parmağı görünce parmağa değil parmağın gösterdiği yere bakan bir muhakeme. İşte bu rüşt. Ki En’am/74-79. ayetlerinde Hz. İbrahim’in bu akıl yürütme serüveni ayrıntılı bir biçimde anlatılır.

 Onun için burada rabbimiz insanoğlunu aklını kullanmaya davet ediyor. Eğer aklını kullanırsa Allah’ın varlığını ispat için sadece çevresinde bulunan eşya kafi, ilave bir uyarıcıya gerek yok. Parmağı görsün, parmağın işaret ettiği yere baksın O’nu görecektir, O’nu bulacaktır. Çünkü varlık bir sanattır. Hangi sanat sanatkarsızdır ki. Varlık gibi muhteşem bir sanatın sanatkarı olmasın. Varlık bir eserdir, hangi eserin müessiri olmaz ki. Varlık bir fiildir, hangi fiil failsizdir. Hangi eylem öznesizdir ki. Bir eylem varsa o eylemin bir de sahibi vardır demektir. Onun için burada işte ona dikkatimizi çekiyor Kur’an.

 ve künna Bihi ‘Alimiyn İbrahim’in; bununla doğru yolu bulacağını daha başından biliyorduk. Yani insana verdiğimiz bu muhakeme gücünü insan doğru kullanırsa doğru yolu bulur. İbrahim bunun örneğini verdi ve biz de o örneği vahiyle ölümsüzleştirdik demeye getiriyor.


52-) İz kale liebiyhi ve kavmihi ma hazihit temasiylülletiy entüm leha ‘akifun;

 Hani (İbrahim) babasına ve halkına demişti ki: “Kendilerine tapındığınız bu heykeller de nedir?” (A.Hulusi)

 052 – O vakit ki babasına ve kavmine ne bu başına toplanıp durduğunuz temsîl dedi. (Elmalı)


İz kale liebiyhi ve kavmihi ma hazihit temasiylülletiy entüm leha ‘akifun hani o babasına ve kendi toplumuna sizin kendilerine tapınıp durduğunuz bu heykeller de neyin nesi dediği zaman;


53-) Kalu vecedna abaena leha ‘abidiyn;

 Dediler ki: “Atalarımızı bunlara tapanlar olarak gördük (biz de onları taklit ediyoruz işte).” (A.Hulusi)

 053 – Atalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk dediler. (Elmalı)


Kalu vecedna abaena leha ‘abidiyn onlar şöyle cevap verdiler. Atalarımızı onlara kulluk eder bulduk. İşte bu kadar, tek cevap bu. Başka ne olabilir ki. Yani savunulacak hiçbir yeri olmayınca referansı atalarına veriyorlar. Çünkü savunulacak hiçbir akli boyutu yok. Ne diyecekler.

 Tüm putperestlikler böyledir, modern putperestlikler de böyledir. Atalarını onların üzerinde bulmuşlardır. Hakikatin referansı atalar değildir ki. Hakikatin referansı kadim değildir ki. Sorgulayan bir akla çağrıdır İbrahim’in çağrısı aslında. Yani kıdemli olan doğru olan değildir. Doğru olan kıdemine bakılmaz. Onun için hakikatin referansı atalarınız olamaz. Onlar atalarının ocağından közü değil külü aldılar. Ateşi değil külü aldılar ve külü kutsallaştırdılar. Onun içinde perişan oldular. Bunun eylemin kendisi insanoğlunun kendi aklına yaptığı en büyük zulümdür aslında.


54-) Kale lekad küntüm entüm ve abaüküm fiy dalalin mubiyn;

 (İbrahim) dedi ki: “Yemin ederim ki, sizin de atalarınızın da sapık bir düşüncede olduğu apaçık ortada!” (A.Hulusi)

 054 – Kasem olsun ki dedi, siz de atalarınız da açık bir dalâl içindesiniz. (Elmalı)


Kale lekad küntüm entüm ve abaüküm fiy dalalin mubiyn peki onların bu akla hakaret olan mantığına karşı Hz. İbrahim’in cevabı ne oluyordu? Dedi ki; doğrusu sizde, atalarınızda başından beri apaçık bir sapıklık içinde imişsiniz.


55-) Kalu eci’tena Bil Hakkı em ente minel lâ’ıbiyn;

 Dediler ki: “Sen bize Hak olarak mı geldin yoksa sen oyun oynayanlardan mısın?” (A.Hulusi)

 055 – Dediler: ciddi mi söylüyorsun yoksa sen şakacılardan mısın. (Elmalı)


Kalu eci’tena Bil Hakkı em ente minel lâ’ıbiyn bakınız Hz. İbrahim’in bu haklı çıkışına karşı ne cevap veriyorlar onlar? Dediler ki; Sen bunları söylerken gerçekten ciddi misin, yoksa bize şakacıktan bir oyun mu oynuyorsun.

 Tabii alttan alta tehdit ediyorlar. Yani kim bunları bize karşı söyleme yiğitliğinde bulunabilir ki. Ciddi olamazsın sanırım saka yapıyorsun. Alttan alta bir tehdit yönlendiriyorlar.

 Bu cevap değildir aslında. Bu tehdittir. Cevap veremeyince tehdide yönelirler. Bakınız Tarih boyunca küfrün yaptığı iman karşısında bu olmuştur. Bakınız İbrahim’in karşısında Nemrud’un çocukları, Musa’nın karşısında firavun ve onun hempaları, Resulallah’ın karşısında Ebu Cehil’in ve onun hempaları, yoldaşlarının tavrı aynıdır. Çünkü orada aklı selim yoktur artık. Tüm peygamberler aklı selime, sağduyuya davet ederler. Ama onların karşısındakiler de hep tehdit ederler. Hep alttan ya da üstten tehdit ederler. Burada da aynı şey geçerli.

 

 56-) Kale bel Rabbuküm Rabbüs Semavati vel Ardılleziy fetarehünne, ve ene alâ zâliküm mineş şahidiyn;

 (İbrahim) dedi ki: “Hayır (oyun değil bu)! Rabbiniz, semâların ve arzın Rabbidir ki, onları belli bir işlev ve sistemle yaratmıştır! Ben buna şahitlerdenim.” (A.Hulusi)

 056 – Doğrusu, dedi: rabbiniz o Göklerin ve Yerin rabbidir ki onları yaratmıştır ve ben buna şahadet edenlerdenim. (Elmalı)


Kale İbrahim ne demiş olmalı sizce? Bakın vahit onu da naklediyor; bel Rabbuküm Rabbüs Semavati vel Ardılleziy fetarehünn asla dedi. sizin rabbiniz göklerin ve yerin rabbidir ki onları o yaratmıştır. ve ene alâ zâliküm mineş şahidiyn ve ben de bu gerçeğe tanıklık etmek için size gönderilen biriyim. Yani sizin rabbiniz gökleri ve yeri yaratan Rabdir. Sizin rabbiniz, size bu hayatı inşa eden rabdir. Sizin rabbiniz sizi görüp gözeten, sizi yedirip içiren, sizi doyuran, sizin içinizi ve dışınızı, geçmişinizi ve geleceğinizi bilen ve sizi var edip yaşatan ve sonunda da sizden hesap soracak olandır. Dolayısıyla ne küçük rab seçiyorsunuz, ne adi tanrılara kulluk ediyorsunuz.

 Neden böyle yaptıklarını tabii cevap veremezler. Hz. İbrahim onları suçüstü yakalıyor. Çünkü onlar istediklerinde alt edebilecekleri bir tanrı istiyorlar. Evet, tüm problem bu. Ensesine tokat atabilecekleri bir tanrı, kendilerine hükmedecek, kendilerine yol gösterecek bir tanrı değil, çünkü yolda yürümek istemiyorlar. Çünkü kaytarmak istiyorlar. Çünkü hesap vermek istemiyorlar.


57-) Ve tAllâhi le ekiydenne asnameküm ba’de en tüvellu müdbiriyn;

 “TAllâhi, arkanızı dönüp gittikten sonra, sizin putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım.” (A.Hulusi)

 057 – Ve tallahi siz dönüp gittikten sonra putlarınıza lâhüdd bir tedbir yapacağım. (Elmalı)


Ve tAllâhi le ekiydenne asnameküm ba’de en tüvellu müdbiriyn derken İbrahim kendi içinden şu kararı aldı. Allah’a yemin olsun ki siz dönüp gittikten sonra putlarınız için tasarladığım şeyi mutlaka gerçekleştireceğim dedi.

 

 58-) Fece’alehüm cüzâzen illâ kebiyren lehüm leallehüm ileyhi yerci’un;

 (Nihayet İbrahim) belki ona gidip sorarlar diye, en büyükleri dışında putları paramparça etti. (A.Hulusi)

 058 – Derken onları parça parça etti, ancak bir büyüklerini bıraktı ki belki ona müracaat ederler. (Elmalı)


Fece’alehüm cüzâzen nihayet onların tümünü paramparça etti. illâ kebiyren lehüm leallehüm ileyhi yerci’un dönüp de kendilerine başvurabilsinler diye en büyük puta dokunmadı.


59-) Kalu men feale hazâ Bi alihetina innehu le minez zâlimiyn;

 Dediler ki: “Bunu tanrılarımıza kim yaptı ise, muhakkak ki o zâlimlerdendir.” (A.Hulusi)

 059 – Bunu bizim ilâhlarımıza kim yapmış? Her halde o zalimlerden biri dediler. (Elmalı)


Kalu men feale hazâ Bi alihetina innehu le minez zâlimiyn olan bitene onlar vakıf olunca birbirlerine dediler ki kim yaptı bunu ilahlarımıza, her kimse onun haddini bilmez biri olduğu apaçık. Zâlimiyn’i öyle çevirdim. Çünkü etimolojik manası öyle. Bir şeyi yerinden eden demektir. Zalim; yerini bilmeyen, yani haddini bilmeyen. Tabii ki kendilerini üstün görüyorlar. Fakat gariptir, ilah diye taptıkları kendilerine muhtaç. Onun için kendilerini böylesine suçüstü yakalayan ve rezil eden insana karşı cevap bulamayınca kaba kuvvete başvuruyorlar ve işte onun resmini izliyoruz burada.


60-) Kalu semi’na feten yezküruhüm yukalu lehu İbrahiym;

 Dediler ki: “Bunlar hakkında konuşan (geçersiz olduklarından söz eden) İbrahim diye bir genç işitmiştik.” (A.Hulusi)

 060 – Bir delikanlı işittik bunları anıyor adına İbrahim deniyormuş dediler. (Elmalı)


Kalu semi’na feten yezküruhüm yukalu lehu İbrahiym onlardan bazıları adına İbrahim denilen bir gencin, onları diline doladığı kulağımıza kadar geldi dediler.

 İbrahim, Sami di ailesine mensup bir kelime, bir isim. Ebun Rahimun kökünden geldiği söylenir. Ki Sami dil ailesinde, -Arapça, Sami dil ailesinden ana dillerinden, ana versiyonlarından biri.- onun için ebbe’. Rahiym de Sami dil ailesindeki hemen bütün dillerde de benzer söyleyişle bulunan kelimeler. Yani şefkatli ata, şefkatli baba manasına gelir.


61-) Kalu fe’tu Bihi alâ a’yüninNasi leallehüm yeşhedun;

 Dediler ki: “Onu tutuklayıp halkın gözleri önüne getirin ki, herkes olaya şahit olsun.” (A.Hulusi)

 061 – Haydin dediler: getirin onu nâsın gözleri önüne belki şahadet ederler. (Elmalı)

 Kalu fe’tu Bihi alâ a’yüninNasi leallehüm yeşhedun diğerleri dediler ki; Onu insanların önüne çıkarın. Belki görgü tanıklığı yapacak birileri çıkar.


62-) Kalu eente fealte hazâ Bi alihetina ya İbrahiym;

 Dediler ki: “Tanrılarımıza (heykellere – putlara) bunu sen mi yaptın, ey İbrahim?” (A.Hulusi)

 062 – Dediler: sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ya İbrahim. (Elmalı)

 

 Kalu eente fealte hazâ Bi alihetina ya İbrahiym onu tabii getirdiler. (Aralar atlanıyor, çünkü Kur’an ın üslubu biliyorsunuz vecizdir. beyanı icaz üzeredir. İcaz şu manaya gelir; en az lafızla en çok manayı taşımak. Mümkün olan en az lafızla, sözcükle, mümkün olan en çok manayı taşıma ki Kur’an da bunun zirvesini buluyoruz. Onun için o aradaki olayların bizi doğrudan ilgilendirmeyen o ara formlarını biz zihnimizde dolduracağız.-

 Onu tuttular, yakaladılar, getirdiler en sonunda. Tanrılarımıza bunu sen mi yaptın ey İbrahim diye sorguladılar.


63-) Kale bel fealehu, kebiyruhüm hazâ fes’eluhüm in kânu yentıkun;

 (İbrahim) dedi ki: “Hayır! Onların şu büyükleri yapmıştır onu! Onlara (putlara) sorun, eğer konuşabiliyorlarsa!” (A.Hulusi)

 063 – Belki dedi şu büyükleri yapmıştır, sorun bakalım onlara eğer söylerlerse. (Elmalı)


Kale İbrahim şöyle dedi; bel fealehu, kebiyruhüm hazâ fes’eluhüm in kânu yentıkun Hayır dedi. Bunu yapsa yapsa şu en iri olanı yapmıştır.

 Harika bir mizansen. Hz. İbrahim’in öğüt vermek için seçtiği harika bir yöntem. Bundan daha güzel anlatılamazdı bu gerçek zaten. Evet görüyorsunuz. Aslında Hz. İbrahim’in baş vurduğu bu yöntem şiddet olsun diye başvurulmuş bir yöntem değil. Sırf şiddet olsun diye. Aksine fiili olarak ispat yöntemidir. Şu en iri yarı olanı yapmıştır dedi. En iyisi mi arka planda verilen bilgilere göre putları kırdığı baltayı en iri yarının boynuna asmış. İyisi mi siz dedi Hz. İbrahim, kendilerine sorun. Tabii ki eğer cevap verebiliyorlarsa. Cevap versinler.

 Tabii bu gerçeği onlarda biliyordu dostlar. Yani biz eski Sümerlerin ataları olan ur krallığının mensuplarının, putların taş olduğunu bilmediğini mi düşüneceğiz. Hatta hatta yer yüzünde ilk kanunların, ki doğru değil bu ama batı kaynaklı tarih bize böyle vermeye çalışır, Hammurabi metinleri olduğunu söylerler. Ki bu metinler işte o topraklara aittir. Yani bu adamlar paganist, putperest, putlara tapıyorlar. Taptıkları putlar cansız, cevap veremez. Ya mezarda ki ölüler, ya da heykeller. Onlara saygı gösteriyorlar, onlardan bir şey istiyorlar, onların huzuruna gelip onlara şikayetlerini sunuyorlar vs. vs. Garip garip şeyler. Yani akıllı insana yakışmayacak saçmalıklar.

 Peki bunlar karşılarındakilerin kendilerini duymayacak, ölüler ya da taşlar olduğunu heykeller olduğunu bilmiyorlar mıydı. Bunun cevabı nedir dostlar? Bu soru önemli bir soru. Cevabı şudur; tapmak; ontolojik bir ihtiyaçtır. Sahici bir tanrıya ulaşamazsa, sahtesini hemen icat eder. İnsanların elinden gerçek tanrılarını, insanlarla gerçek tanrının arasını kopardığınızda, onları ondan ayırdığınızda, onu öğretmediğinizde, ona ulaşan yolu göstermediğinizde kendilerine hemen en adi isimde bir sahte tanrı bulacaklardır. Neden derseniz, çünkü bu ontolojik ihtiyaçtır. İnsanoğlu tapmadan duramaz.

 Diyeceksiniz ki ya hiçbir şeye tapmayanlar? Yer yüzünde hiçbir şeye tapmayan biri mi var? Var mı öyle biri? Ateist dediklerinizi getirin, onların en ateisti kendine tapıyordur. Kendi heva ve hevesine, kendi içgüdülerine. Hiçbir şeye tapmayan biri mi var. Onun için Allah’a tapmayanlar kendilerine sahte ilah bulmakta hiçte gecikmeyeceklerdir. Çünkü tapmak insanoğlunun var oluşsal bir ihtiyacıdır.


64-) Ferace’û ila enfüsihim fekalu inneküm entümüzzâlimun;

 Şöyle bir düşündükten sonra: “Muhakkak ki siz, evet siz zâlimlersiniz” dediler (birbirlerine). (A.Hulusi)

 064 – Bunun üzerine vicdanlarına müracaat ettiler de dediler: doğrusu siz haksızsınız. (Elmalı)


Ferace’û ila enfüsihim fekalu inneküm entümüzzâlimun bunun üzerine kendi iç dünyalarına döndüler ve kendi kendilerine; Siz var ya siz dediler, içlerinden. İşte haddini bilmesiz ta kendisisiniz. Evet, bunu diyorlar. Ama biraz sonra vazgeçiyorlar. Çünkü iman doğru olanın ne olduğunu bilmek değildir sadece onu ikrar etmektir aynı zamanda. İşte onların beceremediği, yapmadığı, yapamadığı da bu. Onu dile getiremiyorlar.


65-) Sümme nükisu alâ ruusihim* lekad alimte ma haülai yentıkun;

 Sonra gene kafaları alt üst olup eski fikirlerinde ısrarla: “Sen gerçekten bilirsin ki, bunlar konuşmazlar!” (dediler). (A.Hulusi)

 065 – Sonra yine tepeleri üstü ters döndüler, sen cidden bilirsin ki bunlar söylemez dediler. (Elmalı)


Sümme nükisu alâ ruusihim fakat daha sonra baş aşağı çevrilmiş ters dönmüş bir bilinç haline geri dönerek, bu çok önemli nükisu alâ ruusihim. Bu aslında zulmün Kur’an da ki tariflerinden biridir. Bakın bire önceki 64. ayet zâlimuun biçiminde bitiyordu. Onun tanımıdır bu. nükisu alâ ruusihim baş aşağı dönmüş bire bilinç, amuda kalkmış bir bilinç.

 Bu bilinç nasıl algılar? Ters algılar. Yani hakikati ters yüz eder. İşte tüm tefsir derslerinde dile getirdiğim. Geçiciyi kalıcı, kalıcıyı geçici, yüceyi alçak alçağı yüce, değerliyi değersiz, değersizi değerli biçiminde algılayan bilinç, zalim bilinçtir. Zulümde budur aslında

 lekad alimte ma haülai yentıkun. Tabii baş aşağı çevrilmiş bilince geri döndüler. Biraz önce anlık bir doğruya  gittiler ve geldiler. Daha doğrusu  vicdanlarının sesi biraz geldi, ama üstünü yine kapatıverdiler. Ve dediler ki;

 Doğrusu onların konuşamayacağını kendin de çok iyi biliyorsun.


66-) Kale efeta’budune min dûnillâhi ma lâ yenfeuküm şey’en ve lâ yedurruküm;

 (İbrahim) dedi ki: “Allâh dûnunda size hiçbir yarar ya da zarar da veremeyen şeylere mi tapınıyorsunuz?” (A.Hulusi)

 066 – O halde dedi: Allah’ı bırakıp da size hiç bir fayda veremeyecek, zarar da edemeyecek nesnelere mi tapıyorsunuz? (Elmalı)


Kale efeta’budune min dûnillâhi ma lâ yenfeuküm şey’en ve lâ yedurruküm İbrahim bu kez onlara döndü ve dedi ki; Şimdi siz Allah’ı bırakıp ta size hiçbir yarar saplamayan, ve başınıza gelecek hiçbir zararı da önleyemeyecek olan şeylere mi tapıyorsunuz, kulluk ediyorsunuz.

 

 67-) Üffin leküm ve lima ta’budune min dunillâh* efela ta’kılun;

 “Yazık size! Allâh dûnunda taptıklarınıza! Aklınızı kullanamıyor musunuz?” (A.Hulusi)

 067 – Yuf size ve Allah dan başka taptıklarınıza! hâlâ akıllanmayacak mısınız? (Elmalı)


Üffin leküm ve lima ta’budune min dunillâh* efela ta’kılun size de Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun, daha doğrusu yuh olsun. Uffin leküm. Size de taptığınız bu putlara da yuh olsun. Siz hiç mi akıllanmayacaksınız, efela ta’kılun hiç mi aklınızı başınıza toplamayacaksınız dedi. Vayyin çağrısı, sağduyunun çağrısıdır demiştim ya dostlar. İşte aklın çağrısı, vahyin çağrısı, aklın çağrısıdır. Selim akılla sahih nakil aynı kapıya götürürler insanı. Ayrı ayrı değil. Çünkü aklın sahibi de Allah’tır, vahyin sahibi de. Bozulmamış akıl insana verilmiş bir vahiydir. Bozulmamış nakil ise indirilmiş bir vahiydir. Biri alt yapıdır, diğeri üst yapı. Üst yapı ile alt yapı birbiri ile buluşursa o zaman mutluluk gerçekleşir. İşte o zaman insan kendisine karşı yabancılaşmaz.


68-) Kalu harrikuhu vensuru aliheteküm in küntüm fa’ıliyn;

 Dediler ki: “Onu (İbrahim’i) yakarak tanrılarınıza destek verin… Eğer elinizden bir şey gelirse (bunu yapın).” (A.Hulusi)

 068 – Siz bunu, dediler: yakın da ilâhlarınızın öcünü alın, bir iş yapacaksınız. (Elmalı)


Kalu harrikuhu ne diyeceklerdi, cevapları mı vardı. Tarih boyunca tüm zalimlerin yaptığını onlar da yaptı ve dediler ki onu yakın diye çağrıştılar. vensuru aliheteküm in küntüm fa’ıliyn ille de bir şey yapacaksanız böyle yapın ki tanrılarınıza destek çıkmış olasınız.

 Şunlara bakınız, şu komediye bakınız. Bu nasıl tanrı ki sizin desteğinize ihtiyaç duyar, bu nasıl tanrı ki siz onu koruyorsunuz o sizi koruyacak yerde. Yani kendi açmazlarının aslında kendileri de farkındalar.


69-) Kulna ya naru kûniy berden ve selâmen alâ İbrahiym;

 Dedik: “Ey Ateş… İbrahim’e serin ve selâm (selâmet) ol!” (A.Hulusi)

 069 – Ey nâr, serin ve selâmet ol İbrahim’e dedik. (Elmalı)


Kulna ya naru kûniy berden ve selâmen alâ İbrahiym tabii ki her zaman olduğu gibi şuurlu müminlerin daha doğrusu şuurlu Müslümanların başı sıkışınca şuursuz kardeşleri olan yerler, gökler, eşya, varlık onların yardımına yetişir. Çünkü aslında varlık Allah’a teslim olmuştur. Burada da şuursuz Müslümanlardan biri olan, bu varlıklardan biri olan ateş, başı sıkışan kardeşleri İbrahim’in yardımına koşar ve Allah’ın emri orada da yetişir. Biz; Ey ateş dedik, sakın İbrahim’e dokunma, ona karşı serin ol.

 Bazı modern müfessirler bunu mecaz olarak yorumlarlar. Zulüm ateşi diye te’vil ederler. Fakat ne dil, ne bağlam, ne de maksat bu yorumu desteklemez. Haddi zatında saffat suresinin 97. ayetiyle birlikte düşündüğümüzde bu yorumun kırılganlığı daha bir ortaya çıkar. Mucize aciz bırakan demektir. Mucize insan içindir. Allah için mucize olmaz. Onun için mucizenin sahibi Allah’tır. Mucizenin aciz bıraktığı ise insandır. Allah acz değildir ve Allah yasalarının mahkumu değil, hakimidir. Elbette Allah’ın yasaları vardır eşya için koyduğu, fakat bu yasalar statik değil dinamiktir. Bunlar iç içe geçmiş yasalardır ki, bir üst yasa bir alt yasayı kendisine göre yeniden inşa eder. Onun için eşyanın yasaları tek kat değil, kat kattır. Allah eşyaya her an müdahildir.

 külle yevmin HUve fiy şe’n. (Rahman/29) her an iş başında oluşu aslında eşyaya her an müdahil oluşunun da bir göstergesidir. O nedenle bu gibi mucizevi hadiseleri zorlama yorumlarla te’vil etmeye kalkmak pek doğru olmasa gerek.

 [Ek bilgi; Hz. İbrahim’in ateşe atılma olayı;

Babil’lilerin bayramı idi. Onların âdetlerine göre; bayram gelir gelmez küçük-büyük kadın-erkek zengin-fakir kim varsa bayram yerine koşarlardı. Şehirde kimse kalmazdı. O gün putlara hizmet edenler de bayram yerine gitmeye hazırlandılar. İbrahim’e:

– Sen de gel birlikte gidelim dediler. İbrahim:

– Bugün ben yıldızlara baktım rahatsızım gelemem dedi.

Nitekim Kur’an şöyle ifade eder:

“(İbrahim) yıldızlara bir bakışla baktı ve dedi ki: ‘Ben hastayım.’ (Kavminden olanlar) ondan yüz çevirip gittiler.” (SAFFAT/88-90)

O zamanın halkı yıldızlara bakarak hareket ederlerdi. İbrahim hasta olmadığı halde onları ikna etmek için onlar gibi hastalığı ile yıldızlar arasında ilişki kurmuştu.

– Sen gitmiyorsan dışarı çık kapıyı sıkıca kapayalım Dediler. İbrahim’de dışarı çıktı. Hizmetçiler de kapıyı sağlamca kapadılar bayram yerine gittiler. İbrahim kavmi gidince dedi ki:

– “Andolsun Allah’a sizler dönüp gittikten sonra putlarınıza tuzak kuracağım.” (ENBİYA/57)

Ve kendi kendine şöyle söylendi:

– Siz sağlamca kapasanız da Vallahi ben siz gidince kapıyı açarım. Putlarınızı kırar paramparça ederim.

Puthane hizmetçilerinden birisi İbrahim’den bu sözü işitmişti:

– Bu çocuk delidir! Ne söylediğini bilmiyor..!

Önem vermeden gitti. O da bekçiler gözden kaybolunca put haneye gitti. Kapısını açtı. İçeri girdi. Elinde balta vardı. Putlara baktı önlerine türlü türlü yiyeceklerin konulmuş olduğunu gördü. Kâfirlerin âdeti şu idi ki bayram için ne yiyecek pişirirlerse büyük puta ondan bir pay ayırırlardı. Her putun önüne de o yemeklerden biraz koyarlardı. Sonra o yiyecekleri alarak:

-İlâhlarımızın bakışı ile bereketlenmiştir derlerdi.

Onları saklar kendileri yerlerdi. İbrahim baltası elinde putlara şöyle seslendi:

– Niçin bu yiyecekleri yemiyorsunuz? Niçin cevap vermiyorsunuz? Söylesenize! Ama doğru! Yiyemezsiniz! O halde bu halka nasıl ilâhlık edersiniz? Dedi.

Baltayı sağ eline aldı. Putlara saldırdı. Balta ile kiminin başını kırdı. Kiminin ayağını kesti. Kimini belinden ikiye ayırdı. Kiminin başını ikiye böldü. Kimisini de yüzüstü bıraktı. Büyük puta ise ilişmedi. Onu altın bir tahtın üstüne oturtmuşlardı. Türlü mücevherlerle de o putu süslemişlerdi. Baltayı onun boynuna astı. Sonra dışarı çıktı. Kapıyı bekçilerin kapadığı gibi kapadı. Dışarıda oturdu bekledi.

Put hane hizmetçileri geldiği zaman o hali görünce şaşırıp kaldılar. Feryada başladılar. Hemen o saatte gidip ‘Nemrut’a haber verdiler:

– Putlar kırılmış! Dediler.

Nemrut hemen yerinden fırladı. Put haneye geldi. O hali görünce şaşırıp kaldı. Ve:

Dediler ki: ‘Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zalimlerdendir.‘” (ENBİYA/59)

Nemrut hizmetçilere kızdı:

– Bunu yapan kim ise onu bulup getirin! Dedi.

İbrahim’in: “Siz gidin. Ben de putlarınızı kırarım!” dediğini işiten bekçi Nemrut’a:

– İbrahim adlı bir gençten putlarınızı ben kıracağım! Diye söylendiğini işittik dedi.

Nemrut:

– İbrahim’i bana getirin! Eğer bu söz doğru ise işitenler tanıklık etsinler! Ben onun cezasını veririm! Dedi. Nitekim Kuran şöyle der:

“Dediler ki: ‘Onu insanların gözleri önüne getirin. Umulur ki onlar şahitlik ederler.” (ENBİYA/61)

Nemrut ne kadar kâfir ise de iki kişi tanıklık etmeyince hüküm vermezdi. Hem de şöyle düşündü:

– Bu genç Vezir’in oğludur. Suçlu değilse cezalandırmayalım.

İbrahim’i getirdiler.

“Dediler ki: ‘Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?'” (ENBİYA/62)

İbrahim:

“Bilakis onların büyüğü bunu yaptı. Şayet konuşabilirlerse onlara sorun.” (ENBİYA/63)

Dedi. Sonra şöyle ilave etti:

– Onlar söyleyemeyecek olursa o büyük puta sorun! Bu işi niçin yaptığını söylesin!

“Sonra başlarını çevirdiler. ‘Sen gerçekten bilirsin ki bunlar konuşamazlar!'”  (ENBİYA/65)

Dediler. İbrahim bu sözleri işitince şöyle dedi:

– Bu putlar mademki konuşamaz bunu biliyorsunuz o halde kimseye fayda ve zarar veremeyecek şeyleri niçin İlah ediniyorsunuz?

O zaman putları kıranın İbrahim olduğu anlaşıldı. Nemrut:

– Bunu cezalandırın işkence edin! Dedi.

Bundan sonra da İbrahim peygamberliğini açığa vurdu. Halkı Hakka çağırdı. Babil’liler İbrahim’e:

– Atamızın anamızın dinini bırakmamızı mı istiyorsun? Dediler. O da:

– Ana ve atalarınız da sizin gibi sapkınlık içindedirler. Çünkü öyle bir şeye tapıyorlar ki onlara ne faydası ne de zararı vardır! Nitekim Allah(c.c) şöyle buyurur:

“Biz bu delillerimizi kavmine karşı İbrahim’e verdik. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Muhakkak senin Rabbin Hakim’dir Alim’dir.” (ENAM/83)

Ve yine Allah(c.c) şöyle buyurmuştur:

“Onun kavmi onunla mücadele etti. (İbrahim) dedi ki: ‘Allah beni doğru yola iletti. Siz O’nun hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Ben O’na şirk koştuğunuz şeylerden korkmuyorum ancak Rabbimin dilemesi müstesna. Benim Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır düşünmüyor musunuz?'”  (ENAM/80)

Nemrut İbrahim’e:

– Senin İlahın ne yapıyor ki bende onu yapayım? Dedi. Nitekim Allah(c.c) şöyle buyurur:

“Allah’ın kendisine mülk verdiği o kimseyi görmedin mi? Ki o İbrahim’le Rabbi konusunda mücadele ediyordu. İbrahim dediği zaman benim Rabbim O ki diriltir ve öldürür. (Nemrut) dedi ki: ‘Ben de diriltir ve öldürürüm.'” (BAKARA/258)

Nemrut zindandan iki kişi getirtti. Birisini öldürttü:

– İşte dedi. Diriyi öldürdüm!

 Sonra ötekisinin ellerini çözdürdü:

– İşte ölüyü de dirilttim! Çünkü elleri bağlı olan öldürülecek kimseydi. Şimdi onu bağışladım salıverdim. Böylece ona hayat verdim! Dedi. Bunun üzerine İbrahim Nemrut’a tekrar şöyle hitap etti:

“.İbrahim dedi ki: ‘Muhakkak benim Rabbim Güneşi doğudan getiriyor sen de onu batıdan getir.’ (Bunun üzerine) o Hakkı örten şaşırdı. Muhakkak Allah zalim kavmi hidayete erdirmez. ” (BAKARA/258)

Nemrut buna cevap veremedi sustu. O cebbar Nemrut’un dili sanki tutuldu. İbrahim bundan sonra yine halkı İslam’a çağırdı. Fakat hiç kimse olumlu cevap vermedi. Çünkü Nemrut’tan korkuyorlardı. Nemrut:

– İbrahim’i bir eve kapatınız! Dedi.

Bir kapalı yere İbrahim’i kapattılar bekçiler koydular. Elini ayağını sağlamca bağladılar. Halktan insaflı merhametli kimseler onun yanına görmeye gelirlerdi. O da onları İslam’a davet ederdi.

İbrahim o hapishanede bu şekilde bir süre kaldı. Bir süre sonra babası Azer öldü. Nemrut’ta İbrahim’e işkence etmeye ve öldürmeye niyetlendi. Bu nedenle de ateşe atmaya karar verdiler ve şöyle dediler:

“Şayet yapacaksanız onu(İbrahim’i) yakın! Ve ilahlarınıza yardım edin!”  (ENBİYA/68)

Sonra Nemrut’un emrince yüksek bir yer yapıldı. Ateş yakılacak yeri çevirdiler. Nitekim Allah şöyle buyurur:

“‘(İbrahim) için bir bina yapın da onu ateşe atın!’ dediler.” (SAFFAT/97)

Ateşin çevre duvarı yapılıp- tamamlanınca Nemrut emretti. Ateş için odunlar taşındı. Oraya odun götürmek için odun yüklenen develer odunların İbrahim’i yakmak için taşındığını bildiklerinden sırtlarındaki yükü yere düşürürlerdi götürmek istemezlerdi. Bundan ötürü İbrahim onlara hayır duada bulunurdu. Ancak katır hırsla ve gönülden odun taşımıştı. İbrahim katırlara lanet etti. Bu odunlar bir yıl boyu taşındı. İbrahim’in ateşe atılacağının bütün ülkede bilinmesi ve halkın orada hazır bulunması için iş uzatıldı. Beli bükülmüş ihtiyarlar hastalar sürüne sürüne giderler dağdan sırtlarında birer ikişer odun getirirlerdi.

Bizde bir hayırda bulunalım. İlahlarımıza yardım edelim. Onların düşmanını ateşte yakalım derlerdi. Bu yolda bir yıl tamamlanınca odunlar bir dağ gibi yığıldı. Sonra bu odunlar ateşe verildi. Öyle bir yanış yandı ki alevleri gökyüzünü sardı. Daha sonra İbrahim’i zincirlerle bağlı olduğu halde o ateşe atmaya getirdiler. Nemrut halkı onu görünce sevindiler. İbrahim’i sevenler ise gizli gizli ağlaşır Allah’a yalvarırlardı.

İbrahim’in ateşe atılmasına gelince sıcaklığından ötürü kimse yanaşamadı. Ne kadar çalıştılarsa onu ateşe atamadılar. Aciz kaldılar. Şeytan İbrahim’in ateşe atılamadığını görünce hemen kendisini önemli bir kimse şekline soktu. Önemli bir insan havasında Nemrut’un karşısına geçti.

Nemrut ona:

– Sen kimsin ne kişisin? Diye sordu. Şeytan:

– İşittim ki şu büyücü kimseyi ateşe atmak istemiş atamamışsınız. Sana onu ateşe atmanın yolunu göstermeye geldim dedi. Nemrut:

– Yöntemin nedir söyle bakalım! Dedi. Şeytan:

– O’nu mancınıklarla atın! Diyerek Nemrut’a mancınığın yapılmasını öğretti.

Mancınık yapılınca Nemrut emretti İbrahim’i zincirlerle bağlı olarak getirdiler. Mancınığa koyup atmak istediler. Lâkin mancınıkla da atamadılar.

Tekrar aciz kalınca yine Şeytan işe karıştı ve şöyle dedi:

– Bir erkekle bir kız kardeş burada çiftleşmeli ki bunu ateşe atabilesiniz!

Nemrut onun dediği gibi biri kız biri erkek iki kardeş buldurttu. Açıkta çiftleştirdi. İbrahim sonra mancınığın içine konuldu ve ateşe atıldı. İbrahim mancınıktan fırlatılınca havada ateşe doğru ilerlemeye başladı.

Allah(c.c) Cebrail’e emretti:

– Yetiş! İbrahim havadayken tut! Ona: “Ben Cebrail’im de! Benim yapabileceğim bir dileğin var mı? Diye sor” dedi.

Cebrail hemen o anda İbrahim’e yetişti:

– Ey İbrahim! dedi. Ben Cebrail’im! Allah’nün emriyle sana geldim. Benden ne dilersen dile! Dedi. İbrahim:

– Benim dileğim Allah’a dır sana değildir. Ben O’nun kuluyum! Ateşte O’nundur! Nasıl dilerse öyle yapsın! Dedi.

İbrahim Allah’tan başka kimseden yardım dilemeyerek: “Ben sadece Allah’tan yardım isterim.” dediği için Allah ona “Halilim” (dostum)dedi ve adı “Halilullah”(Allah’ın dostu) oldu.

Allah(c.c.) o zaman ateşe şöyle emretti:

“Biz söyledik: ‘Ey ateş İbrahim’in üzerine soğuk ve selâmet ol!'” (ENBİYA/69)

Ve İbrahim ateşin ortasına düşünce ateş dört yana çekildi. Ateşin ortasında bir yer açıldı. Güzel bir pınar çıktı. Çevresi yeşillendi. O da geldi pınarın yanına oturdu. Ayağındaki zincir bağları çözüldü.

Nemrut yüksek bir saray yaptırmıştı. O sarayın üstüne ağaçtan yüksek bir sedir yapılmasını emretti. O yüksek yere çıkarak ateşi görmek istedi. Hem de şöyle dedi:

– İbrahim’in ateş içindeki halini göreyim! Acaba yanıp kavruldu mu?

Nemrut ateşin içine baktı. Ateş ortasında pınarı ve yeşilliği gördü. İbrahim’de sağ olarak pınarın yanında oturuyordu. Nemrut bu hal karşısında şaşırdı kaldı.

– Ey İbrahim! Diye bağırdı. İbrahim’de:

–  Ey Allanın düşmanı! Ne diyorsun? Diye cevap verdi.
Nemrut:

– Bu ateşi senin için kim böyle yaptı? Diye sordu. O da:

– Ateşi Yaratan! Dedi. Nemrut:

– O Yaratanın hakkı için ateşin içinden dışarı çık. Seni göreyim! Dedi.

İbrahim kalktı. Ateşin içinde yürüdü. Nereye
ayakbastıysa o yerdeki ateş sönüyor orası çimenlik oluyordu. Bu suretle İbrahim dışarı çıktı durdu. Nemrut:

– Ey İbrahim! Sana ne söyleyeyim! Senin yüce bir Rabbin varmış. Şimdi dileğim senin Rabbine konukluk etmektir! Dedi. İbrahim:

– Benim Rabbimin konukluğa ihtiyacı yoktur. Dedi.Nemrut:

– Ben onu konuklasam gerek! Dedi. Bin at bin deve koyun sığır ve kuşları; yani sultanları konuklamaya yarar şeyleri getirdiler. Hepsini İbrahim’in Rabbine karşı kurban ettiler. Ancak Allah hiç birisini kabul etmedi.

Nemrut kurbanın kabul edilmediğini anlayınca İbrahim karşısında mahcup oldu. Bu utançla İbrahim’in yüzüne bakamadı. Üç gün sarayına kapandı. Nemrut halkın kendisinden yüz çevirmesinden korktuğu için sabırsızlandı. Saraydan dışarı çıktı hemen adamlarını dört bir yana mektuplar yazarak yolladı:

– Çabucak ordular gönderin! Tamamen silahlansınlar. Gök Tanrısı ile savaş etsem gerek! Dedi.

Yüz bine yakın talimli asker Nemrut’un önünde toplandı. Sonra Melek Nemrut’un yanına varıp:

– Ey zavallı senin gibi bir biçareye asker ne gerek! Yüce Allah yarattığı en küçük bir kuluna emrederse seni de askerini de yok eder!” Dedi. Yüzünü göğe yöneltti:

– Yarabbi Sen bu tağutun neler söylediğini bilirsin. Bunun helakini sana havale ediyorum! Dedi.

Yüce Allah yaratıklarının en zayıfı olan sivrisinek ordusuna emretti. Akın akın geldiler. Nemrut ordusundaki askerin yüzlerine gözlerine üşüştüler. Sivrisineğin çokluğundan askerler birbirlerini görmezlerdi. Her adamı ve atını ısırdığında acısı dayanılmaz olurdu. Bu acıyla hayvanlar şaha kalkar canının acısından askerleri yerlere fırlatırdı. Böylece bu zalim ordu perişan oldu.

Nemrut yapayalnız kaldı. Kaçıp sarayına girdi. Kapıları sağlamca kapattı. O beladan kurtuldum sandı. Fakat Yüce Allah sineklerin en zayıfına emretti. Öyle ki bir gözü kör bir ayağı topaldı. Baca deliğinden içeri girmiş Nemrut’un dizi üstüne konmuştu. O onu tutup öldürmek istedi. Sinek uçtu yüzüne kondu. O da onu yüzünden kovmak istedi. Sinek yine uçtu onun burnunun içine girdi. Oradan beyninin içine kadar yürüdü. Azar azar beynini kemirmeğe başladı.

Nemrut iki eliyle yüzüne gözüne vuruyor acısını bir parça dindirmek istiyordu. Sinek ona o kadar işkence ediyordu ki, ne zaman başını sallasa, sineğin kemirişi diniyordu. O da, o zaman rahat ediyordu. Eğer başına bir şeylerle vurmazlarsa sineğin beynini yemesi yine devam ediyordu. O zaman Nemrut’un feryadı göklere çıkıyordu.

Sonunda başına vuracak bir görevli gerekti. Tokmaklar hazırlandı. Nemrut’un yakınlarından nöbetle onun başına vuracak kişiler görevlendirildi. Nemrut hafif vurandan darılır kuvvetli vurandan memnun olurdu. İşte kendisini “tanrılaştıran” ve kendi çağının en büyük krallığının başındaki zalimin akıbeti!

Kaynak: Tarih-i Taberi Çev. M. Faruk Gürtunca C.1 Sağlam Yy İstanbul.]


70-) Ve eradu Bihi keyden fecealnahümül ahseriyn;

 Ona bir tuzak kurmak istediler; onların yaptığını geçersiz kıldık! (A.Hulusi)

 070 – Ona bir dolap kurmak istediler, biz de daha ziyade kendilerini hüsrâna düşürdük. (Elmalı)

 

 Ve eradu Bihi keyde işte onlar İbrahim’e karşı bir düzen kurmak istediler. fecealnahümül ahseriyn fakat biz onların düzenini boşa çıkardık.


71-) Ve necceynahu ve Lutan ilel Ardılletiy barekna fiyha lil alemiyn;

 Biz Onu (İbrahim’i) da Lût’u da, insanlar için bereketlendirdiğimiz o bölgeye eriştirip, kurtardık. (A.Hulusi)

 071 – Ve onu Lût ile beraber kurtarıp içinde âlemîne bereketler verdiğimiz Arza çıkardık. (Elmalı)

 

 Ve necceynahu ve Lutan ilel Ardılletiy barekna fiyha lil alemiyn dahası onu ve yeğeni Lut’u oradan kurtararak bütün milletler için mübarek kıldığımız yurda ilettik. Ki bu yurt Hz. İbrahim’in Harran üzerinden gittiği Filistin’di. Burada dile getirilen de Hz. İbrahim’in büyük hicreti Filistin’e olan hicretiydi.

 Hz. Lut, kardeşi Hâran’ın oğlu olarak geçmiş tarihi kayıtlara. Ki Hz. İbrahim’in yeğeni olur. Kutsal topraklar insanlığın ortak değerleridir diyor bu ayet görüyorsunuz değil mi. Yani aslında burada lil alemiyn, tüm insanlığı. Buradaki alemiyn’in en doğru karşılığı budur, ortak değerleri. Onun için bu o insanlığın ortak değerlerine herhangi bir kavmin, kavmiyetçilik adına sahip çıkması bu ayetin de medlulüne aykırı olur.


72-) Ve vehebna lehu İshak* ve Ya’kube nafileten, ve küllen ce’alna salihıyn;

 Biz Ona İshak’ı bağışladık, fazladan da Yakup’u verdik… Hepsini sâlihler kıldık. (A.Hulusi)

 072 – Ve ona İshak’ı ihsan ettik, fazla olarak Yakup’u da ve her birini salihînden kıldık. (Elmalı)

 

 Ve vehebna lehu İshak* ve Ya’kube nafileten

 Hemen bu ayete geçmeden bir şey daha ekleyeyim; Yahudilerin Tevrat’ta ki bazı metinleri vaat edilmiş topraklar anlayışını sadece kendilerine vaat edilmiş olarak algılamaları da bu ayetin reddettiği şeylerden biridir. Çünkü kutsala hürmet gösteren tüm insanların ortak mirasıdır o.

 Ve vehebna lehu İshak* ve Ya’kube nafileten ve ona bir armağan olarak, Nafile; armağan demek, fazladan yapılan şey demek, hediye demektir. Armağan olarak İshak’ı ve onun oğlu Yakub’u bahşettik. ve küllen ce’alna salihıyn ve onların hepsini kişilik ve erdem sahibi kıldık.


73-) Ve ce’alnahüm eimmeten yehdune Bi emriNA ve evhayna ileyhim fi’lel hayrati ve ikamas Salâti ve iytaez Zekâti, ve kânu lena abidiyn;

 Onları hükmümüzce hakikate erdiren önderler kıldık… Onlara hayırlı işler yapmayı, salâtı ikame etmeyi ve zekât vermeyi vahyettik… Kulluklarının farkında lığında idiler. (A.Hulusi)

 073 – Ve hepsini emrimizle yol gösteren imamlar ettik ve kendilerine hayırlar işlemeği, namaz kılmayı zekât vermeyi, vahy eyledik ve hep bize âbid idiler. (Elmalı)

 

 Ve ce’alnahüm eimmeten yehdune Bi emriNA ve onları talimatlarımız çerçevesinde herkese doğru yolu gösteren önderler yaptık. ve evhayna ileyhim fi’lel hayrati ve ikamas Salâti ve iytaez Zekât nitekim onlara hayırlı işler yapmalarını, salâtı ikame etmelerini, Allah’a karşı esas duruşlarını korumalarını, arındırmak ve arıtmak için gerekli bedeli ödemelerini ve kânu lena abidiyn ödemelerini vahy ettik. Nihayet onların tümüde bize kulluk eden kimselerdi.


74-) Ve Lutan ateynahu hukmen ve ılmen ve necceynahu minel karyetilletiy kânet ta’melül habais* innehüm kânu kavme sev’in fasikıyn;

 Lût’a (gelince), Ona bir hüküm ve bir ilim verdik… Onu çirkin şeyleri işleyen o kentten kurtardık… Muhakkak ki onlar bozuk inançlı, kötü bir kavim idi. (A.Hulusi)

 074 – Lût, ona da hüküm, bir ilim verdik ve onu habasetler işleyen o karyeden kurtardık, hakikat onlar kötü, fasık bir kavım idiler. (Elmalı)

 Ve Lutan ateynahu hukmen ve ılme Lut’a da sağlam bir muhakeme ve onunla sıradan bilgileri ilme dönüştürecek bir yetenek bahşettik.

 Evet, Hükm. Tüm alternatifleri içeren şıkları, tek bir şıkka indirgemek demek. En doğru şıkkı. Hikmet ise bu işlemi mümkün kılan yeteneğin adıdır. İlim; Mekayis sahibi tarafından şöyle tarif edilmiş ; Bir şeyi ona ait olmayandan seçip ayırmaya yarayan bir iz bir alamet, bir eser demiş. Bütün bu tarifleri bir araya getirdiğimizde sıradan bilgilerin ilim olması için çevrim istasyonunun, yani muhakemenin şart olduğunu görüyoruz. Çevrim istasyonundan geçirilmesi lazımdır. İşte buna hikmet adını veriyor vahiy. İlahi inşa projesi olan vahiy; insan zihninde bu çevrim istasyonunu inşa eden bir ilahi projedir. Dolayısıyla biz bu çeviriyi onun için böyle yaptık.

 ve necceynahu minel karyetilletiy kânet ta’melül habais ve onu çirkin eylemleriyle tanınan malum kentten kurtardık. innehüm kânu kavme sev’in fasikıyn çünkü onlar yoldan çıkmış yoz bir kavimdi.


75-) Ve edhalnahu fiy rahmetiNA* innehu mines salihıyn;

 Onu rahmetimize kattık… Muhakkak ki O sâlihlerden idi. (A.Hulusi)

 075 – Onu ise rahmetimize idhal eyledik, çünkü o cidden salihînden idi. (Elmalı)


Ve edhalnahu fiy rahmetiNA ama Nuh’a bir şey olmadı, onu rahmetimizle kuşatmıştık. innehu mines salihıyn zira o erdemli kimselerdendi.


76-) Ve Nuhan iz nada min kablü festecebna lehu fenecceynahu ve ehlehu minel kerbil azıym;

 Nuh… Hani daha önce bize yönelmişti de, Ona icabet etmiş; (böylece) Onu ve ehlini o aziym sıkıntıdan kurtarmıştık. (A.Hulusi)

 076 – Nuh’u da, zira mukaddemâ nidâ etmişti, biz de duâsını kabul ettik de kendisini ve ehlini büyük bir sıkıntıdan kurtardık. (Elmalı)


Ve Nuhan iz nada min kablü festecebna leh onlardan çok daha önce Nuh’ta bize yalvarmış bunun üzerine bizde onun duasını kabul etmiştik.

 Ve kale Nuhun Rabbi lâ tezer ‘alel Ardı minelkafiriyne deyyara; (Nuh/26)

 İnneKE in tezerhüm yudıllu ‘ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara; (Nuh/27) diyorduya bu ayetlerde. Yani Ya rabbi dedi onlardan yeryüzünden bir tek insan bırakma. Ne kadar canına tak demişse, o bir ömür boyu uğraş ve çaba sonucunda hala küfürde inat etmelerine karşın Hz. Nuh işte bunu söyledi. Eğer onlardan yer yüzünde bir kişi bırakacak olursan onlar insanları yine sapmaya devam ettirecek demişti. O duaya bir atıf yapıyor bu.

  fenecceynahu ve ehlehu minel kerbil azıym en sonunda onu ve onun yakınlarını büyük bir beladan kurtarmıştık.


77-) Ve nesarnahu minel kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtiNA* innehüm kânu kavme sev’in fe ağraknahüm ecme’ıyn;

 Ona, kendilerindeki işaretlerimizi yalanlayan halka (karşı) yardım etmiştik… Muhakkak ki onlar kötü bir topluluk idi… Biz de onların hepsini birden suda boğduk. (A.Hulusi)

 077 – Ve âyetlerimizi tekzip eden kavimden öcünü aldık, hakikat onlar kötü bir kavim idiler, biz de hepsini birden gark ettik. (Elmalı)


Ve nesarnahu minel kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtiNA yine ona ayetlerimizi yalanlamakta ısrar eden bir topluma karşıda desteklemiştik. innehüm kânu kavme sev’in zira onlarda ahlaken yozlaşmış bir toplumdu. fe ağraknahüm ecme’ıyn bu yüzden biz de tümünü boğulmaya terk ettik.

 Evet, geçmişte yaşanmış olan bu trajedileri Kur’an gelecekte ki insanların ebedi akıbetleri için bir ibret vesikası olarak sunar. Umarım bu vahyin modern muhatabı olan bizler, geçmişte yaşanmış bu ibreti alem olan olaylardan ibret alan ve dolayısıyla rabbine karşı kulluğunu gereği gibi ifa eden insanlardan oluruz. Bu dilek ve temennilerle bu dersime son veriyorum.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
2 Yorum

Yazan: 22 Haziran 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

2 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. ENBİYA SURESİ (037-077)(102)

  1. Dost

    14 Temmuz 2012 at 21:56

    Eyvallah kardeşim, Allah razı olsun…

     
    • ekabirweb

      15 Temmuz 2012 at 10:07

      Merhaba. Allah cümlemizden razı olsun inşallah. Esen kalın, Allah’a emanet olun.

       

Dost için bir cevap yazın Cevabı iptal et