RSS

İslamoğlu Tef. Ders. EN’AM SURESİ (056-082)(46)

30 Haz

231        “Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

        “BismillahirRahmanirRahıym”

 

Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde En’am suresinin 55. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz ayetlerde nübüvvetle gönderilen ilahi mesaja karşı gerek toplumların, gerekse o toplumları oluşturan bireylerin tepkileri ele alınıyor ve bu tepkilerin tıpkı Allah’ın kevni yasaları gibi sosyal yasalara bağlı olarak geliştiğini vurguluyordu. Yani insanların vahye karşı tavır ve davranışları, bireysel olsun, toplumsal olsun, bir yasa veya yasalar çerçevesinde gelişiyordu. Tabii ki bu yasalar eğer insan vahye yüreğini açarsa, vahye zihnini açarsa o insanı vahiy hidayetle donatıyor. Yok insan vahye zihnini kapatır, yüreğini kapatırsa o insan vahye karşı, hakikate karşı kör ve sağır kesiliyor ve dolayısıyla hidayete uzak kalıyordu. Aynen toplumlar da böyle idi.

İşte bu ayetlerin arkasından yine konunun bir devamı sayılabilecek ayetler geliyor.

56-) Kul inniy nühiytü en a’büdelleziyne ted’une min dunillah* kul la ettebi’u ehvaeküm, kad daleltü izen ve ma ene minel mühtediyn;

De ki: “Muhakkak ki ben, sizin Allâh dûnundan taptıklarınıza ibadet etmekten yasaklandım!”… De ki: “Sizin boş hayallerinize asla uymam! Aksi takdirde gerçekten sapmış olurum ve hidâyet bulanlardan olmam.” (A.Hulusi)

056 – De ki ben sizin Allah dan başka taptıklarınıza ibadet etmekten nehy edildim, de, Ki: ben sizin hevâlarınıza tâbi’ olmam, o takdirde şaşırmışım ve ben hidayete irenlerden değilmişim demek olur. (Elmalı)

Kul inniy nühiytü en a’büdelleziyne ted’une min dunillah De ki; Ben Allah’ı bırakıp yalvardığınız şeylere kulluk etmekten men olundum.

Aslında Kur’an da, de ki, Kûl, formları ile gelen, başlayan ayetler tarih boyunca tüm vahye yönelik itirazlara, hakikate yönelik tavır alışlara yönelik bir cevap olduğu gibi, insanlığın son demine kadar vahyin taşıdığı ebedi hakikatlere yönelik tüm itirazlara kalıcı bir cevap teşkil ediyor. Onun için de Kûl ile başlayan bu ayetleri her insan yaşadığı çağın vahye yönelik itirazlarına bir cevap olarak çağlar üstü, zamanlar ve zeminler üstü bir cevap olarak algılamalı.

kad daleltü izen ve ma ene minel mühtediyn; asıl o zaman sapıtmış olurdum ve doğru yolda olanlardan olmazdım. Ne zaman ? kul la ettebi’u ehvaeküm, sizin keyfinize uymam, sizin içgüdülerinize uymam. Yani siz beni keyfinize çağırıyorsunuz, Allah ise beni hidayete çağırıyor. Dahası, aklın yoluna çağırıyor, İmanın yoluna çağırıyor. Ben eğer Allah’a uyarsam, vahye uyarsam, aynı zamanda selim akla uymuş olacağım. Ama size uyarsam keyfinize uymuş olacağım. Zevkinize uymuş olacağım. Tabii ki aynı zamanda heva, heves ve içgüdülere ve bütün bunlarla birlikte şeytana uymuş olacağım. 

kul la ettebi’u ehvaeküm, De ki sizin keyfinize uymam. kad daleltü izen ve ma ene minel mühtediyn; asıl o zaman sapıtmış olurdum ve doğru yolda olanlardan olmazdım.

57-) Kul inniy alâ beyyinetin min Rabbiy ve kezzebtüm BiHİ, ma ındiy ma testa’cilune Bih* inil hukmü illâ Lillah* yekussul Hakka ve HUve hayrul fasıliyn;

 

De ki: “Doğrusu ben Rabbimden apaçık bir delil üzereyim ve siz o hakikati yalanladınız! Acele istediğiniz o (ölüm), benim yanımda değil… Hüküm ancak Allâh’ındır! Hakk’ı O bildirir! O, (doğru ile yanlışı) ayırt edenlerin en hayırlısıdır.” (A.Hulusi)

057 – De ki ben rabbimden bir beyyine üzerindeyim, siz ise onu tekzip ettiniz, acele istediğiniz azâb benim elimde değil, hüküm ancak Allah’ındır, o hakkı anlatır, hem o dava fasledenlerin en hayırlısıdır. (Elmalı)

Kul inniy alâ beyyinetin min Rabbiy De ki; Çünkü ben rabbimden gelen bir delile dayanmaktayım. ve kezzebtüm BiHİ ve siz onu da yalanlamış oluyorsunuz. ma ındiy ma testa’cilune Bih bu yüzden sizin acele gerçekleşmesini istediğiniz şey da benim elimde değil.

Onların acele gerçekleşmesini istedikleri şey ne idi? Haydi diyorlardı. Bizi tehdit ettiğin azabı getir de görelim. Aslında onlar o azabın, tehdit edilen azabın, peygamberin elinde olduğunu sanıyorlardı. Onlar nübüvvet müessesesini de anlamadılar. Onlar hem melek peygamber istiyorlardı, hem de peygamberden olağan üstü şey bekliyorlardı. Yani hayatları çelişki idi.

Küfrün mantığı çelişki üzerine kuruludur. Küfrün mantığı karmaşıktır. Küfrün mantığı kendi kendisine tezatlar oluşturur. Onun için hem bir yanda olağan üstü yetileri olan melek bir peygamber isteyeceksiniz, öte yandan da insan olduğunu itiraf eden bir peygamberden insan üstü şeyler bekleyeceksiniz. Ve ondan da öte haydi bizi helak etsene diyorlardı. Yani kendilerine yönelik ilahi tehdidi alaya alıyorlardı. Küçümsüyorlardı. İşte bu gerçekten küfrün dibe vurduğu bir durumdu.

ma ındiy ma testa’cilune Bih sizin acele gerçekleşmesini istediğiniz şey benim elimde, benim yanımda değil ki. inil hukmü illâ Lillah hüküm yalnızca Allah’a aittir. Yani bu konuda ki hükmü de Allah verecek. yekussul Hakka ve HUve hayrul fasıliyn; O hakikati haber verecektir. Allah kimin doğru kimin yanlış, neyin gerçek, neyin yalan olduğunu haber verecektir. Zira Hakk ile batıl arasında en iyi hüküm veren, bu ikisini birbirinden ayıran o dur.

58-) Kul lev enne ındiy ma testa’cilune Bihi lekudiyel emru beyniy ve beyneküm* vAllahu a’lemü Bizzalimiyn;

De ki: “Eğer o acele istediğiniz benim yanımda olsaydı, aramızdaki mesele çoktan kapanmış olurdu!”… Allâh zâlimleri daha iyi bilir. (A.Hulusi)

058 – De ki: O acele istediğiniz benim elimde olsa idi sizinle aramızda iş çoktan hüküm giymişti mamafih haksızlar Allah daha çok bilir. (Elmalı)

Kul lev enne ındiy ma testa’cilune Bihi lekudiyel emru beyniy ve beyneküm Yine de ki; eğer acele gerçekleşmesini istediğiniz şey benim elimde olaydı, benimle sizin aranızda hüküm infaz edilmiş olurdu. Yani iş bitirilmiş olurdu. Ya da bu ibarenin alternatif bir manası aramızdaki mesele kendiliğinden hallolurdu. Yani eğer benim elimde böyle bir güç olsaydı sizin o zaman seçmek gibi bir ikilemle karşı karşıya kalmazdınız ki. Zaten mecburen inanırdınız. İnanmanız zorunlu olurdu ve o zaman da imtihan sırrı kalkardı. O zaman da iradenizle yapmış olmazdınız. İşte o zaman mecburi olarak, zorunlu olarak iman etmeniz, ahlaki bir davranış olmazdı ve sizde de Allah’a karşı sorumluluk uyandırmazdı. Mecbur olmuş olurdunuz.

Dolayısıyla mecburiyet sonucunda baş eğmenizle ödüllendirilemezdiniz. Eğer mecburiyet ile, baş eğerek ödüllendirilse idi, yerler gökler, eşya, Allah’a kayırsız şartsız itaat eden her bir şey, şuursuz her bir şey ödüllendirilirdi.

vAllahu a’lemü Bizzalimiyn; Ama Allah kimin zalim olduğunu daha iyi bilir.

59-) Ve ındeHU mefatihul ğaybi la ya’lemuha illâ HU* ve ya’lemü ma fiyl berri vel bahr* ve ma teskutu min verakatin illâ ya’lemüha ve la habbetin fiy zulümatil Ardı ve la ratbin ve la yabisin illâ fiy Kitabin mubiyn;

Gaybın (algılayamadıklarınızın) anahtarları (bilgisi) “HÛ”nun indîndedir! (Hiç kimse) bilmez onları, ancak “HÛ”! Karada (açığa çıkmış – algılanabilen) ve denizde (derinde – ilimde) ne var ise O bilir… O’nun bilgisi dışında bir yaprak düşmez (çünkü her bir şey “HÛ”nun Esmâ’sıyla açığa çıkmıştır)… Ne Arz’ın karanlıklarında bir habbe (tane), ne de yaş ve kuru (bir şey) yoktur ki Kitab-ı Mubiyn’de (apaçık evren kitabında) bulunmasın. (A.Hulusi)

059 – Gaybın anahtarları onun yanındadır, onları ancak o bilir, hem kara ve denizde ne varsa bilir, bir yaprak düşmez, ve Arzın zulümatı içine bir habbede gitmez ki o bilmesin, ne bir yaş ne de bir kuru yoktur ki her hal bir kitabı mübînde olmasın. (Elmalı)

Ve ındeHU mefatihul ğayb Zira gaybın anahtarları yalnızca O’nun yanındadır.

Gayb; İnsan idrakini aşan hakikatler. İnsanı algılamaktan aciz olduğu, kavrama kapasitesinin ulaşamadığı hakikatler. Ki insan tüm varlıklarla birlikte sınırlı bir yaratıktır. Varlık içerisinde müstesna bir konumu olmasına rağmen insan da sınırlı bir yaratıktır. Yaratılmış olmak, sınırlanmış, kayıtlanmış olmaktır zaten.

Onun için insanın zihni de sınırlıdır. Ulaşabildiği yer sınırlıdır. Kavraya bildiği yer sınırlıdır. Kapasitesi sınırlıdır. Sınırlı kapasitesi ile gaybi hakikatleri, aşkın gerçekleri anlayamaz, kavrayamaz. Onlara bir atıf olan içkin hakikatler, görebildiği müşahede edebildiği, dokunabildiği hakikatlerden, varlıklardan yola çıkarak dokunamadığı, göremediği, kavrayamadığı varlıklara ulaşmaya çalışır. Yoksa insan her şeyi bildiğini iddia edemez.

İşte bu ayette bu ebedi gerçeği dile getiriyor ve diyor ki; Gaybın anahtarları yalnızca O’nun yanındadır.

la ya’lemuha illâ HU Onu Allah’tan başka kimse bilemez.

ve ya’lemü ma fiyl berri vel bahr O karada ve denizde olan biten her şeyi bilir. ve ma teskutu min verakatin illâ ya’lemüha Hiçbir yaprak düşmez ki o bunu bilmesin.

ve la habbetin fiy zulümatil Ardı ve la ratbin ve la yabisin illâ fiy Kitabin mubiyn; yeryüzünün derinliklerinde bir tek habbe, bir tek dane, bir tek tohum, yaş, kuru hiçbir şey yoktur ki onun apaçık yasasına dahil olmasın.

Aslında bu ayetin geneli sevgili Kur’an dostları, insanda Allah bilinci oluşturmaya çalışıyor. Ayet insan vicdanında bir Allah bilinci oluşturmaya çalışıyor ki bu bilinç sayesinde insan kötülükten uzak durur. Hiç kimsenin görmediği bir yerde her tür tecavüzü, günahı, saldırganlığı işleyebileceği bir yerde dahi insanı kötülük işlemekten alıkoyan işte bu şuurdur.

Eğer gören bir Allah’a, her şeyi gören, her şeyi bilen her şeyden haberdar olan bir Allah’a iman ediyorsa insan, o zaman hiç kimsenin, hiçbir insanın görmediği yerde dahi günah işlemekten, kötülük yapmaktan kaçınacaktır. Hatta kendi iç dünyasında dahi, ruhunda dahi kötü düşüncelerden uzaklaşacaktır. Bu Allah bilincidir. İşte bu takvanın ta kendisidir. Bu takvaya ulaşan bir mümin bir ömrü Allahlı geçirir ve Allahlı geçen bir ömür, hesabı verilebilecek bir ömürdür.

Ben ayetin son ibaresini illâ fiy Kitabin mubiyn; ibaresini farklı bir biçimde çevirdim. Orada ki kitabı yasa olarak, Allah’ın yasası olarak çevirdim. Kitabin mubiyn Allah’ın apaçık yasası.

Neden böyle çevirdim? Çünkü her ne kadar geçmiş müfessirler burada ki, özellikle İbn. Abbas ve ondan naklen Taberi ve Razi ve diğerleri buradaki kitabı, korunmuş levhalar, bizim göremediğimiz, Allah katındaki ana bellek, yani levh-i mahfuz olarak nitelendirmişlerse de Mubiyn yani apaçık sıfatını taşıması bu kitabın bize de açık olduğuna bir atıftır. Dolayısıyla apaçık kitap, bizden gizli olan, bizim ulaşamadığımız Levh-i Mahfuzdan daha başka bir şey olmalı ki o da Allah’ın varlık için koyduğu yasalardır.

İşte bu yasalar, Allah’ın bir kitabıdır. Bu yasaları okuyan, tıpkı bu kitabı, bu ayetleri okumuş gibidir. Bu yasaları okuduğunuzda, bu yasaları doğru okuduğunuzda, doğru anladığınızda, doğru tefsir ettiğinizde eşyanın sırrına vakıf olursunuz. Eşyanın özüne vakıf olursunuz. Onun için zaten bu ayetin üzerinde yer alan ve geçen ders işlediğimiz ayetleri dikkate alacak olursanız, 45. ayet mesela. 46. ayet, insanın psikolojik yasalarından bahsediyordu. Gönlün mühürlenmesinden, kalbin. 45. ayet toplumların tabi olduğu değişim yasalarından söz ediyordu ve Allah; Bir toplum ahlaki olarak çözülürse o toplumun tarih sahnesinden silineceğini haber veriyordu.

İşte onun gibi bir çok ayetin arkasından böyle bir ayetin geliyor olması, toplumsal, bireysel ve kevni, doğal yasalara işaret ve atıf olduğunun bir göstergesidir.

60-) Ve “HU”velleziy yeteveffaküm Bil leyli ve ya’lemü ma cerahtüm Bin nehari sümme yeb’asüküm fiyhi liyukda ecelün müsemma* sümme ileyhi merciuküm sümme yünebbiüküm Bi ma küntüm ta’melun;

O’dur ki, sizi gecenin içinde vefat (beden farkındalıksız yaşam) ettirir (uyku ölümün kardeşidir: Hadis); gündüzde ne yaptığınızı bilir… Sonra takdir edilmiş ömür tamamlanıncaya kadar sizi gündüzleri bâ’s eder… Sonra dönüşünüz O’nadır… Sonra yaptıklarınızı size haber verir (yaşamınızı işin hakikati yönünden değerlendirtir)! (A.Hulusi)

060 – O odur ki sizleri geceleyin kendinizden geçirir alır, bununla beraber gündüz kazandıklarınızı bilir tutar, sonra sizi onun içinde ba’seder ki mukadder olan bir ecel tamamlansın, sonra onadır yine nihayet dönümünüz, sonra size haber verecek neler işliyordunuz. (Elmalı)

Ve “HU”velleziy yeteveffaküm Bil leyli ve ya’lemü ma cerahtüm Bin Nehar Nitekim geceleyin sizi ölü gibi yapar. O “gibi”yi Parantez içinde eklemek zorundayız. Ölü yapar. Metinde aynen bu ama eksiltili, eliptik olduğu için Kur’an metni, biz o eksiltili yerlerin boşluğunu parantez içinde doldurmak zorundayız. O sizi geceleyin ölü gibi yapar ve gündüzün neler işlediğinizi de bilen yalnızca O’dur.

Teveffa, kelime anlamı tamamen silip süpürdü demektir. Tamamen alıp götürdü demektir. Ki ölüm bu kelime ile ifade edilir. Razi’nin bir başka yerde, bu kelimenin geçtiği, muhtemelen Kur’an da ilk nazil olduğu yerde yaptığı bir yoruma göre temsilen söylenmektedir Yani bu ifade bir başka şeyi temsil etmekte, sembolik bir ifadedir.

Bu da neyi temsil ediyor; Kalıcı imansızlık Kur’an da ölümle karşılık bulur. Onun için kalıcı imansızı nasıl Kur’an hakikati görmeyen birine kör diyorsa, gerçeği duymayan birine sağır diyorsa Summun, bukyun, umyun. Umyun, kördür. Summun sağırdır. Bukyun dilsizdir. Hakikati konuşmayan dilsizdir. Hakk ı duymayan sağırdır. Hakk’ı görmeyen kördür diyorsa aynen öyle; Yüreği gerçeği hissetmeyen, artık mühürlenmiş olan, imana açılmayan birini de ölü olarak niteliyor.

Kur’an düşünce sistematiğinde körün, sağırın, dilsizin, ölünün, dirinin, ölümün sağlığın karşılıkları bizim bildiğimiz fiziki karşılıkları dışında, manevi karşılıklardır.

Onun için Allah-u alem, en doğrusunu Allah bilir, burada geçen; “geceleri sizi ölü gibi yapıyor.” İbaresi de, kalıcı olmayan sapmalara bir delil. Hayatımız içerisinde, yaşamımız içerisinde kimi zaman kalıcı olmayan sapmalar geçiriyoruz. İşte bunlar da bir bilinçsizlik olarak nitelendiriliyor.

Hatırlayın uyku, geçici bir bilinçsizlik halidir. İşte burada da Kur’an uykuya dikkat çekerek, siz de ömrünüz içerisinde, tıpkı uyuyan birinin dışında ne olup bittiğini görmediği gibi. İçinde bulunduğu konum hakkında bir bilince sahip olmadığı gibi, yarı ölü halinde olduğu gibi siz de ömrünüz içerisinde o geçici sapmalar arasında, günah işlemeniz sırasında, Allah’a karşı geçici olarak yabancılaşmalarınız sırasında böyle uykudaki bir insan gibi bilinçsiz olursunuz.

O halde ne gerekiyor? Uyanmak değil mi..! Uyanmak. Etrafınızda ki felaketi görmeniz için, algılamanız için uyanmanız gerekiyor. Yoksa çok geç olabilir.

Uyanmak için ne gerekiyor? Sarsmak, sallamak, uyan..! demek. Uyan..! Ev yanıyor, uyan yoksa batacaksın, uyan deprem geliyor. Uyan yoksa hayatın gidecek. İşte böylesine sarsmak. Onun için Allah da bizi gerek fiziki olarak, gerek manevi olarak sarsıyor ki uyanalım.

İşte bu ayetler aslında insanın yüreğini ve zihnini sarsmak içindir. Uyandırmak için sarsmak. Tüm peygamberler uyuyan insanlığı uyandırmak için gönderilmiş birer sarsıcıdırlar.

sümme yeb’asüküm fiyhi liyukda ecelün müsemma sonra o tayin edilen ömrü yaşamak üzere sizi her gün hayata geri döndürür. Evet, o tayin edilen ömrü yaşamak üzere sizi hayata geri döndürür. sümme ileyhi merciuküm en sonunda dönüşünüz O’nadır. sümme yünebbiüküm Bi ma küntüm ta’melun; ve ardından yaptığınız her bir şeyi size bir bir haber verecek, bildirecektir.

Bu ayette bir önceki ayet gibi insanda eylemlerinin sorumluluğunun üstlenilmesi için bir şuur uyandırmaya çalışıyor. Yani insanı sarsıyor. Diyor ki; Amellerinin sorumluluğunu üstlenmelisin. Mutlaka bir gün onlardan hesaba çekileceksin. Onun için uykuda gibi hissedip te, ben uyuyor muşum, haberim yokmuş, ben ne bileyim, sorumluluğu bana ait değildir deme sakın. Çünkü seni, işte peygamberler, işte kitaplar, işte vahiyler aracılığı ile uyandırdık, ki uykudaki birinin yaptığı hataya benzemez.

Örneğin uyuyan biri, Yukarıda uyuyan biri altta uyuyan birinin üzerine düşse ve o bundan mütevellit ölse, elbette ki bir şey lazım gelmez. Ama sizin yaptıklarınız böyle uykuda birinin bilinçsizce işlediği hataya benzemez. Yan uyurgezer değilsiniz artık Allah’ın bu hitabını duyduktan sonra. Allah’ın bu uyarısını aldıktan sonra, Allah’a karşı bir mazeretiniz de yok. Onun için değerli dostlar, her zaman öyle inanmışım ve söylemişimdir; Allah’tan, Kur’an dan, peygamberden, bu mesajdan bihaber olan Sibirya’da ki Eskimolar belki kurtulur da belki..! Fakat bu mesajdan haberdar olan bizler, zor kurtuluruz eğer görevimizi yapmazsak.

61-) Ve “HU”vel Kahiru fevka ıbadihHİ, ve yursilu aleyküm hafezaten, hatta izâ cae ehadekümül mevtü teveffethu Rusulüna ve hüm la yüferritun;

“HÛ”dur, kullarının fevkinde (boyutsal derinliğinden açığa çıkan bir yolla) Kaahir! İrsâl eder üzerinize hafazayı (koruyucu kuvveleri)… Nihayet sizden birinin ölüm vakti geldiğinde, Rasûllerimiz (kuvvelerimiz – işlevlendirdiklerimiz) onu vefat ettirir! Onlar geç kalmazlar! (A.Hulusi)

061 – Kullarının fevkinde kahir o, üzerinize harekâtınızı zabteden hafaza gönderir, hattâ birinize ölüm geldiği vakit onu gönderdiğimiz Melekler kabzederler ve onlar vazifelerinde kusûr etmezler. (Elmalı)

Ve “HU”vel Kahiru fevka ıbadihHİ Çünkü yalnızca O dur kulları üzerinde mutlak otorite sahibi. ve yursilu aleyküm hafezaten, hatta izâ cae ehadekümül mevtü teveffethu Rusulüna ve hüm la yüferritun; İçinizden birine ölüm gelip de elçilerimiz onun canını alıncaya dek size kol kanat geren koruyucular gönderir ve bunlar hiçbir şeyi gözden kaçırmazlar.

Sanırım çok iyi anlaşılıyor. Yani içinizden birine ölüm gelip de elçilerimiz onun canını alıncaya dek, size kol kanat geren koruyucular gönderir diyor Allah. Yani bununla eğer ona isyan eden bir ömür yaşamışsanız bile, bunu yine O’na, bu ömrü yine O’na borçlusunuz. O’na isyan eden dilinizi dahi O’na borçlusunuz. O’na ihanet eden yüreğinizi, gözünüzü, gönlünüzü, dilinizi dudağınızı, gözünüzü kulağınızı O’na borçlusunuz. O halde O’ndan aldıklarınızı O’na karşı kullanamazsınız diyor.

İnsan hayatının kontrol altında olduğunu ifade ediyor bu ayet. İnsan hayatının Allah için önemli oluşunun da delilidir bu. Yani insanı yaratıp bırakmadığını söylüyor.

Evla leke feevla. (34)

Summe evlaleke feevla. (35)

Eyahsebul’insanuen yutreke sude. (36 – Kıyamet)

Yazıklar olsun, sonra yine yazıklar olsun. Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı sanıyor. İşte bu ayetler, bu ayetleri açıklıyor.

62-) Sümme ruddu ilAllahi mevlahümül Hakk* ela leHUl hukmü ve HUve esre’ul hasibiyn; 

 

Sonra Hak Mevlâları olan Allâh’a döndürülürler… Kesinlikle bilin ki, hüküm O’nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir. (A.Hulusi)

062 – Sonra o kabz olunanlar hak mevlâları Allaha redd-ü teslim edilirler, agâh olun, hüküm onun, ve o hesap görenlerin en seri’ı. (Elmalı)

Sümme ruddu ilAllahi mevlahümül Hakk Sonunda onlar Allah’a gerçek sahiplerine teslim edilirler.

Evet, ilAllahi mevlahümül Hakk Allah’a gerçek sahiplerine teslim edilirler. ela leHUl hukmü işte gerçek hüküm yalnızca onundur. ve HUve esre’ul hasibiyn; ve o hesap görenlerin en seri, en süratli hesap görenidir.

63-) Kul men yünecciyküm min zulümatil berri vel bahri ted’unehu tedarru’an ve hufyeten, lein encana min hazihi lenekûnenne mineş şakiriyn;

 

De ki: “Karanın ve denizin karanlıklarından ‘Bizi bundan kurtarırsan, elbette şükredenlerden olacağız’ diye boyun büküp, derûnunuzdan O’na dua ettiğinizde, kim sizi kurtarır?” (A.Hulusi) 

 

063 – De ki kim kurtarır sizi o karanın, denizin zulmetlerinden, gizliden gizliye yalvara yalvara dualar ederek dediğiniz demler: Ahdimiz olsun eğer bizi bundan kurtarırsan şeksiz şüphesiz şakirînden oluruz. (Elmalı)

Kul men yünecciyküm min zulümatil berri vel bahri ted’unehu tedarru’an ve hufyeten, lein encana min hazihi lenekûnenne mineş şakiriyn; De ki; siz yalvar yakar içinizden eğer o bizi bu musibetten kurtarırsa artık kesinlikle şükredenlerden olacağız diye dua ettiğinizde, karanın ve denizin görünmez tehlikelerinden sizi kim kurtarabilir ki.

Bu soru açık ve net bir soru. O’na yakarıyorsunuz, başınıza bir sıkıntı geldiğinde O’na yakarıyorsunuz. Bu doğal bir harekettir. Aslında bu insanın doğasına, fıtratına, gayri şuuri, şuursuz, iradesiz bir biçimde dönüşüdür. Çare bittiğinde, çare tükendiğinde, yapacak hiçbir şey olmadığında ani bir bela ile karşı karşıya kaldığınızda otomatik olarak çalacağınız kapı O’nun kapısıdır. Bu bilinçli bir biçimde yapılmaz. Bu aslında insanın doğasına dönüşüdür.

İnsan delirebilir, fakat acıktığı zaman deliler de yerler. Yiyecek ararlar. Bunun için akıllı olmaları gerekmiyor. İnsan deli olabilir ama insanın kendi varlığı hakkındaki bilgisi doğuştandır. Sonradan kazanılmış bilgi değildir. Allah’ın yüklediği, doğuştan yüklediği bir bilgidir. Onun için hiçbir deli intihar etmez. Akıllılar intihar eder. Onun için deliler taş yemezler, onun için deliler ateşe atlamazlar. Çünkü kendi varlıkları hakkındaki bilgileri, doğuştan bilgilerdir.

İşte o bilginin bir devamıdır. İnsan çaresiz kalınca doğrudan Allah’a yönelir. İnsanın kendi varlığı hakkındaki bilgisi ne kadar doğrusal, ne kadar doğal, ne kadar doğuştansa Allah hakkındaki bilgisi de o kadar doğal, o kadar doğrudan ve o kadar doğuştandır.

Peki, insan neden sapar? Neden küfre düşer, neden başka tanrılar arar, veya neden Allah’a sırt döner..! işte bu nedenleri o insanın Hakk tan uzaklaşmasında, çevresel şartlarda, ona verilen eğitimde, yani ona sonradan kazandırılan şeylerde aramak gerekir.

Burada da insanın doğasındaki bu fıtri yapısı dile getiriliyor ve başına bir felaket geldiğinde hiç tereddütsüz, otomatik olarak doğrudan Allah’a yönelir diyor. Eğer bu belayı benden kaldırırsan bir daha şunu, şunu yapmayacağım, bir daha sana iyi bir kul olacağım. Bir daha sana şükredeceğim. Der. Peki daha sonra;

64-) Kulillahu yünecciyküm minha ve min külli kerbin sümme entüm tüşrikûn;

De ki: “Allâh kurtarır sizi ondan da, bütün gam – kederden de… Sonra da siz hâlâ şirk koşarsınız!” (A.Hulusi)

064 – De ki Allah kurtarır sizi ondan ve her sıkıntıdan, sonra da siz müşriklik edersiniz. (Elmalı)

Kulillahu yünecciyküm minha ve min külli kerbin De ki; Sizi ondan ve diğer tüm sıkıntılardan kurtaracak olan Yalnızca Allah’tır zaten. Yani, Allah’tan başkasına yalvarsaydınız zaten bu yalvarışınız işe yaramazdı ki, boşa giderdi. Onun için Allah’a yalvarmakla doğru adrese yöneldiniz.

sümme entüm tüşrikûn; Fakat, sonunda Allah sizin yakarınızı işitip sizi o sıkıntıdan kurtardığında ne yapıyorsunuz? Hala şirk koşmayı, Allah’tan başkasına ilahlık vasıfları, ilahlık nitelikleri yakıştırmayı sürdürüyorsunuz. İşte bu suçu tekrar ediyorsunuz.

Bir üstteki ayeti bu ayetle birlikte düşündüğümüzde bugün içinde yaşadığımız deprem haleti ruhiyesi, deprem hissiyatına ne kadar tercüman oluyor değil mi? Şu içinden geçtiğimiz günlerde deprem kuşağında yaşayan bizler ve her an yerin sarsılacağı korkusunu ta ruhunda, iliklerinde hisseden bizler bu ayetlerin muhatabı, hem de doğrudan, hem de birebir, hem de bit tecrübe muhatabı değil miyiz. Ve bu ayetler aslında bizi dile getirmiyor mu? Başımız sıkışınca Allah’a koşmak ama birazcık gevşeyince, Allah sıkıntıyı birazcık kaldırınca yine unutmak. Daha doğrusu kendinizi birazcık sarsılınca bulmak, ama sıkıntı geçince yine kendinizi kaybetmek, yitirmek.

Aslında yitirdiğiniz Allah değil, yitirdiğiniz kendiniz, biziz yani. Biz kendimizi kaybediyoruz. Onun için Allah’ın sarsması, uyandırması, kendisine gelecek bir zararı önlemek için değil haşa, kesinlikle insana yani bize gelecek zararı önlemek için.

65-) Kul “HU”vel Kadiru alâ en yeb’ase aleyküm azâben min fevkıküm ev min tahti ercüliküm ev yelbiseküm şiye’an ve yüziyka ba’daküm be’se ba’d* unzur keyfe nusarrifül ayati leallehüm yefkahun;

De ki: “O, fevkinizden (gökten – derûnunuzdan) yahut ayaklarınızın altından (yeraltından – dıştan) size bir azap bâ’sedip göndermeye ya da bölünmüş topluluklar hâlinde sizi birbirinize düşürüp, bazınızın şiddetini bazınıza tattırmaya Kaadir’dir.” Bak nasıl türlü şekillerle anlatıyoruz işaretleri, derinliğine düşünüp anlasınlar diye. (A.Hulusi)

065 – De ki o size üstünüzden veya altınızdan bir azâb salıvermeğe, yahut birbirinize katıp bazınızın bazınızdan hıncını tattırmaya da kadirdir, bak âyetleri nasıl tasrîf ediyoruz, gerek ki fıkhıyla anlasınlar. (Elmalı)

Kul “HU”vel Kadiru alâ en yeb’ase aleyküm azâben min fevkıküm ev min tahti ercüliküm Dikkatinizi çekerim, yukarıdaki ayetlerle birlikte bu ayeti de, deprem kuşağında yaşayan bizlerin doğrudan muhatap olarak algılaması gerekiyor.

De ki; size üstünüzden, ya da ayaklarınızın altından azap gönderme, devam edelim,

ev yelbiseküm şiye’an ve yüziyka ba’daküm be’se ba’dın ya da sizi birbirinize düşürüp paramparça bir toplum haline getirme gücüne sahip olan yalnızca O’dur. Tekrar edeyim mi? Mealen tekrar edeyim; de ki size üstünüzden, ya da ayaklarınızın altından azap gönderme gücüne sahip olan, veya sizi birbirinize düşürüp paramparça toplum haline gücüne sahip olan yalnızca O’dur.

Ne anladınız? Burada iki tür beladan, iki tür musibetten söz ediliyor. İlki tabii felaketler. Üstten ya da alttan gelecek. Fırtınadır, tipidir, boradır, tayfundur ya da sel felaketidir, ya da çığdır, ya da soğuktur, ya da yakıcı bir kuraklıktır üstten gelen felaket. Sayabilirsiniz, daha çok sayabilirsiniz.

Ya da daha kozmik bazda ele alınırsa bir meteor çarpmasıdır, bir zararlı ışın felaketidir vs. Ya da ozonun delinmesidir. Hava hareketlerinin, akımlarının değişimidir.

Alttan gelen ayaklarınızın altından gelen felaket, toprağın kaybolmasıdır, toprağın kaymasıdır, yer değiştirmesidir. Hepsinden öte yerin sallanmasıdır.

İşte bunlar gibi doğal felaketleri söyledikten sonra ikinci bir felaketi söylüyor. Sosyal felaket. Yani, toplum olarak sizi birbirinize düşürüp paramparça bir toplum haline getirmek. Biz bu iki felaketi de çok iyi tanıyoruz. 1. felaketi çok iyi tanıyoruz. Deprem kuşağında yer alan bir ülke olarak. Bir ülkenin insanları olarak.

2. felaketi de çok iyi tanıyoruz. Nasıl tanıyoruz? Resmi baskı, çeteler ve terör üçgeninde zayi olan, çırpınan, didinen masum insanlarımızla tanıyoruz. Bizler iyi tanıyoruz. Onun için bu ayet ahlaki olarak çözülen, Allah’ın mesajlarına sırt dönen, Allah ile arasını açan biz insanları ne kadar doğrudan muhatap alıyor değil mi? Bize çok şey söylemesi lazım. Elbette herkese söylemesi lazım. Ama bize herkesten daha fazla, herkesten daha birebir, herkesten daha canlı şeyler söylüyor gibime geliyor bu ayet.

unzur keyfe nusarrifül ayati leallehüm yefkahun;  Bak iyice anlasınlar diye mesajlarımızın nasıl çok boyutlu dile getiriyoruz. İyice anlasınlar diye. Fakat ne dersiniz, bizatihi, bizatihi yaşadığı halde, sadece kitapta gördüğü halde değil, kitapta gördüğü bu ayeti yaşadığı, bizatihi gözleriyle gördüğü halde, Yine de ibret almayan, yine de uslanmayan ne kadar çok aymaz insan var değil mi?

Demek ki yalnızca uyarı insanoğlunu uyandırmak için, bazılarını uyandırmak için yetmiyor. Bazıları özellikle uyanmamakta ısrar ediyorlar. İşte onlar için artık yapacak bir şey yok. Onları bırak diyor Kur’an. Bırak, ki biraz sonra o da gelecek.

66-) Ve kezzebe Bihi kavmüke ve “HU”vel Hakk* kul lestü aleyküm Bi vekiyl;

Toplumun onu yalanladı; (oysa) “HÛ”; Hak’tır! De ki: “Ben sizin vekiyliniz değilim (iman etmezseniz sonucuna katlanırsınız)!” (A.Hulusi)

066 – Bu böyle Hakk iken kavmin buna yalan dedi, de ki üzerinize vekil değilim. (Elmalı)

Ve kezzebe Bihi kavmüke ve “HU”vel Hakk  O’ hakikatin ta kendisi olduğu halde, senin toplumun bunu yalanlıyor. kul lestü aleyküm Bi vekiyl; De ki; Ben sizi korumakla yükümlü değilim.

Burada ki vekiyl, Türkçeye geçmiş olan vekil anlamını taşımıyor. Koruma yükümlülüğü anlamını taşıyor. İşte biraz önce söylediğimiz sözlerin devamı bu. Aslında O’nun hakikatini, ifade ediyor.

Ben sizi korumakla yükümlü değilim. Eğer siz kendinizi korumuyorsanız, bütün bu uyarılara rağmen eğer siz Allah’a karşı tedbirinizi almıyorsanız, daha doğrusu Allah’ın yanında yer alarak, Allah’a sığınarak, gazabından rızasına. Kahrından, lûtfuna, celalinden, cemaline ve O’ndan yine O’na sığınarak tedbirinizi almıyorsanız, uyanmak istemiyorsanız, dirilmek istemiyorsanız, sizin için yapacak bir şey yok ve size gelecek şeyler için sorumluluk almıyorum de, diyor.

67-) Likülli nebein müstakkarun, ve sevfe ta’lemun;

Her haberin kararlaştırılmış, gerçekleşeceği bir zamanı vardır… Yakında bileceksiniz! (A.Hulusi)

067 – Her haberin mukarrer bir zamanı var, artık ileride bilirsiniz. (Elmalı)

Likülli nebein müstakar ve bir yasaya, bir değişmez kanuna dikkat çekiyor Kur’an. Her haberin bir gerçekleşme süreci vardır.

Evet, Kur’an ın tehditlerinin gerçekleşmesi de belli bir sürece bağlıdır. Yani bir toplum ahlaken kokuşursa, bir toplum Allah’ın mesajına sırt dönerse, bir toplum çürümeye girerse bu toplumun yıkılması belli bir sürece bağlıdır. Onun için Kur’an, ben bunu haber veriyorum ama bu haberin gerçekleşmesi diyor bir süreç içinde olur. Yani bir belanın bela olması için aniden mi olması lazım, yavaş yavaş gelirse bir bela, bela olmaktan çıkıyor mu? İşte onu söylüyor. Onun yavaş yavaş gerçekleşmesi aslında bu işin bir yasasıdır. Süreci vardır.

ve sevfe ta’lemun; ve siz zaman içerisinde bunu öğreneceksiniz.

Evet, bu çok dikkat çekici ibare ile bitiyor ayet. Zaman içerisinde siz bu gerçeği acı biçimde öğreneceksiniz. Kur’an ın; toplumların ve uygarlıkların çöküşüne ilişkin yasaların belli bir süreçte gerçekleşeceğini söylemesidir işte bu.

68-) Ve izâ raeytelleziyne yehudune fiy ayatina fea’rıd anhüm hatta yehudu fiy hadiysin ğayrih* ve imma yünsiyennekeş şeytanu fela tak’ud ba’dez zikra me’al kavmiz zalimiyn;

İşaretlerimiz hakkında uygunsuz konuşmalara dalanları gördüğünde, başka bir konuya geçene kadar, onlardan yüz çevir… Eğer şeytan sana unutturur ise, fark ettiğin zaman artık zâlimler topluluğu ile beraber oturma. (A.Hulusi)

068 – Âyetlerimiz hakkında münasebetsizliğe dalanları gördüğün vakit da kendilerinden yüz çevir, tâ ki başka bir söze dalsınlar, şayet Şeytan bunu sana bir an unutturursa hatırına geldiği gibi hemen kalk, o zalimler gürûhu ile beraber oturma. (Elmalı)

Ve izâ raeytelleziyne yehudune fiy ayatina ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşanları gördüğün zaman. Ne yap? fea’rıd anhüm hatta yehudu fiy hadiysin ğayrih onlar başka konulara geçinceye kadar sen onlardan uzak dur.

Ayetlerimiz hakkında, belgelerimiz hakkında, buna Allah hakkında ileri geri konuşmalar da girer. Kutsallar hakkında, ilahi gerçekler hakkında, abuk sabuk, ileri geri konuşuluyorsa, hakaret ediliyorsa, küçümseniyorsa orada bulunma diyor. Onlar konuyu değiştirinceye dek oradan ayrıl.

ve imma yünsiyennekeş şeytan ve eğer şeytan sana bunu unutturursa, fela tak’ud ba’dez zikra me’al kavmiz zalimiyn; hiç değilse hatırladıktan sonra, zulme gömülmüş böylesi bir toplumla birlikte bulunma.

Aslında sevgili dostlar, Kur’an dostları, bu müthiş uyarılar kişinin imanına saygısını hatırlatıyor. Yani inancınıza önce siz saygı gösterin diyor. Karşınızdakinden, inancınıza katılmayanlardan, inancınızdan olmayanlardan saygı beklemeden önce, siz kendi inancınıza saygı gösterin.

Bunu nasıl ispat edebilirsiniz? İnancınıza saygısızlık yapıldığı yeri, eğer hiçbir şey yapamıyorsanız, onu engelleyemiyorsanız, ona mani olamıyorsanız terk ederek, yani ona katılım yapmayarak, onu protesto ederek gösterebilirsiniz.

Burada ahlaki bir protesto biçimi teklif ediliyor müminlere. Yani protesto, Kur’an a girmiş oluyor böylece. İnanca hakareti şiddete başvurmadan protesto etmek. Görüyorsunuz. Neden? Çünkü kendi inancınıza ancak o zaman saygılı olmuş olursunuz. Kendi inancınızı ancak o zaman ciddiye almış olursunuz. Unutmayın inancını ciddiye almayan, kendisini ciddiye almamış olur. Kendi inancına saygı göstermeyen, kendisine saygı göstermemiş olur.

Onun için kendinize saygınızı yitirmeyin diyor Kur’an ve bunun içinde inancınızın hafife alındığı, inancınızla dalga geçildiği, inancınız hakkında ileri geri konuşulduğu, ki bunun tartışma ile alakası yok. Bunun hakaret taşımayan eleştiri ile de alakası yok. Bu tamamen tahkir, hakaret, tezyif unsurlarını içinde barındıran konuşmalarla ilgilidir. Onun için böyle bir durumda bir müminin yapması gereken şey, inancına karşı ciddiyetini korumak için orayı terk etmek olmalı.

69-) Ve ma alelleziyne yettekune min hısabihim min şey’in ve lâkin zikra leallehüm yettekun;

Korunanlar, onlardan sorumlu değildir… Fakat gerçekleri de hatırlatmalılar… Belki onlar da korunurlar. (A.Hulusi)

069 – Gerçi Allah dan korkanlarla onların hesabından bir şey düşmez velâkin bir ihtar olur, belki sakınırlar. (Elmalı)

Ve ma alelleziyne yettekune min hısabihim min şey’in gerçi sorumluluk bilinci kuşananlar onlardan hiçbir şekilde sorumlu değildirler. Yani eğer orada otursanız dahi, eğer sorumluluk bilincini kuşanmışsanız, eğer ne yapacağınızı biliyorsanız, eğer inancınız konusunda eminseniz, onların sizin yanınızda böyle bir üslupla konuşmaları sizi sorumluluk altına sokmaz. Bunu da açıkça söylüyor Kur’an. Ama niçin buna rağmen onlardan yüz çevirin, orayı geçici de olsa terk edin teklifini getiriyor? Çünkü kendinize saygınızı kaybetmezsiniz diyor. Aynı zamanda karşıdaki insana, o terbiye sınırlarını aşan insana, terbiyenin, inançlara karşı saygı ve terbiyenin nasıl olması gerektiğini de öğretmiş olursunuz.

ve lâkin zikra Fakat bir hatırlatmadır.

İşte biraz önce yaptığım açıklama buydu. Yani orayı terk etmeniz, ona bir hatırlatmadır. Yani çizmeyi aşıyorsun, inançlara saygısızlık ediyorsun, insanları incitiyorsun. Seninki si konuşmak, tartışmak, eleştirmek falan değil, seninki si düpedüz terbiyesizlik demeye getirecek bir hatırlatmadır işte bu.

leallehüm yettekun; umulur ki saygıda kusur etmezler.

Evet, Kim saygıda kusur etmez? Elbette ayrılanlar. Çünkü inançlarına saygıda kusur etmemeleri ancak böyle mümkündür. Düşünün inandığınız değerlere hakaret edilen bir yerde, bu hakareti hiç tepki göstermeksizin, kabullenir gibi sessizce duruyorsanız, siz Allah’a saygıda kusur ediyorsanız demektir. Siz inandığınız hakikatlerden emin değilsiniz, en azından ona bedel ödemekten kaçıyorsunuz demektir.

Sorumluluğun bireyselliği hatırlatılıyor bu ayette. Öncelikle bireyselliği. Görevini yap gerisini merak etme deniliyor yani.

70-) Ve zerilleziynettehazu diynehüm le’ıben ve lehven ve ğarrethümül hayatüd dünya ve zekkir Bihi en tübsele nefsün Bima kesebet* leyse leha min dunillahi veliyyün ve la şefiy’un, ve in ta’dil külle adlin la yü’haz minha* ülaikelleziyne übsilu Bima kesebu* lehüm şerabün min hamiymin ve azâbün eliymün Bima kânu yekfürun;

Dinlerini bir oyun ve eğlence edinmiş, kendilerini dünya hayatının aldatmış olduğu kimseleri, kendi hâllerine bırak. Ancak bununla beraber hatırlat ki; bir nefs, yaptıkları sonucu helâke düşmesin! Onun Allâh dûnundan ne bir Veliyy’i ve ne de bir şefaatçisi olmaz… Her fidyeyi verse de, ondan alınmaz! İşte bunlar yaptıklarının getirisi yüzünden rehin tutulacak olanlardır… Onlar için yakıcı bir içecek ve hakikat bilgisini inkâr etmeleri nedeniyle de acı bir azap vardır. (A.Hulusi)

070 – Bırak o dinlerini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayat kendilerini aldatmış bulunan kimseleri de bu vesile ile şunu ihtar et ki bir nefis kendi kesbiyle besalet kabzasına düşmeye görsün o vakit Allahın huzuru celâlinde ona başka ne bir sahabet eden bulunur ne bir şefaat, her türlü fidyeyi denkleştirse bile kabul edilmez, onlar azâbın kabzai besaletine teslim olunmuş kimselerdir, nankörlük ettiklerinden dolayı onlara sâde hamîmden bir şerab ve elîm bir azâb vardır, (Elmalı)

Ve zerilleziynettehazu diynehüm le’ıben ve lehven ve ğarrethümül hayatüd dünya Çok ilginç, inançlarla, inanılan değerlerle dalga gecen, alay eden, onları küçümseyen, tahkir eden insanların genel yapısını ele alan bu ayet diyor ki; İndi, dünya hayatına dalarak eğlenceyi ve geçici zevklerini din haline getiren kimseleri, kendi başına kendi haline bırak. Zaten başkalarının inancını hafif gören, küçümseyen, onları alaya alan biri aslında, kendisinin inancı olmayan, daha doğrusu eğlenceyi, oyunu, oynaşı inanç haline getiren biridir. Ciddiyetsiz biridir.

Kendi inancında ciddi olan hiç kimse, bir başka inanca hakaret etmez. İnkar eder, ama hakaret etmez. İnkar etmekle tahkir etmek ayrı şeyler. İnkar etmekle onun inancını alaya almak ayrı şeyler.

İnkarcı sadece kendisine etmiş olur. Çünkü kabul edip etmemek ona kalmış bir şeydir. Ama hakaret eden kendisine etmemiş olur, hakaret etmiş olan o inanca mensup olanlara hakaret etmiş olur. Onun için bu ikisi arasında ciddi bir fark var. Ve diyor ki Kur’an, dünya hayatına dalarak eğlenceyi ve geçici zevklerini din haline getiren kimseleri kendi başına bırak. Kendi haline bırak.

Bu ibare Yani; elleziynettehazu diynehüm le’ıben ve lehven ibaresi, iki anlama gelir dil açısından. Cümlenin yapısı, sentaksı açısından iki anlama birden gelir bu ibare.

1 – Dinlerini oyun ve eğlence edinenler,

2 – Oyun ve eğlenceyi, geçici zevklerini Din edinenler.

Ben ikinci anlamın bugünün insanlığına çok daha fazla şey söylediğini düşünüyorum. Oyun ve eğlenceyi Din haline getirenler. Bakınız etrafınıza, böylelerini göreceksiniz. Böylelerini hayatından tanıyacaksınız. Onların sahte bir dininin olduğunu göreceksiniz. Allah’ın ayetlerine kulak vermeyen, dinlerini ciddiye almayan, mensup oldukları inanç sistemi ile araları iyi olmayan etrafınızda ki laubali insanlara bakınız. Aslında onlar kendilerine sahte bir din bulmuşlar. Onu göreceksiniz.

Nedir o? O geçici zevklerini, eğlencelerini dinleri haline getirmeleri. Onu göreceksiniz. Onunla heyecanlanırlar. Bakarsınız akşama dek kaygıları odur. Eğlenceleridir, zevkleridir, hobileridir, fobileridir her neyse. Özel zevkleridir, koleksiyonlarıdır  ama onu bir din haline getirmişlerdir.

Bugün futbolun, bugün müziğin, bugün hatta bir takım sanat dallarının bir din haline getirilip o dallarda ileri giden insanların, görsel, işitsel bir takım sanat dallarında önde olan insanların ilah, ilahe diye isimlendirilmesi boşuna mıdır sanıyorsunuz. Pop ilahesidir diyor. Pop tanrıçası diyor. Bu müziğin dinleşmiş biçimi. Futbol ilahı diyor, bu sporun dinleşmiş biçimi.

Aynen putperest toplumlarda olduğu gibi. Oyunu, eğlenceyi, zevklerini din haline getirme. Akşama dek onunla oyalanıyor. Tek heyecanı var. Tuttuğu takımın galip gelmesi. Başka hiçbir davası yok, hiçbir ciddi bağı yok hayata. Allah ile hiçbir ciddi ilişkisi yok. Tek endişesi, tek zikri demek lazım buna. Evet zikir, tam yerine oturdu. Tek zikri var, o da kendi takımının galip gelmesi. Onu, ondan daha büyük hiçbir şey heyecanlandırmıyor. İşte size eski yunanda, kadim Yunanda olduğu gibi oyun ve eğlencenin din haline dönüşmüş biçimi. Bu tipleri, o sahte dinleri ile baş başa bırak diyor Kur’an.

ve zekkir Bihi en tübsele nefsün Bima kesebet fakat, bunu onlara hatırlat ki her insan işledikleri sebebiyle rehin tutulacak, leyse leha min dunillahi veliyyün ve la şefiy’un  ve ne kendisini Allah’a karşı koruyacak ne de kayıracak kimse bulamayacak. ve in ta’dil külle adlin la yü’haz minha ve kendisi için en yüksek fidyeyi verse bile bu ondan asla kabul edilmeyecektir.

ülaikelleziyne übsilu Bima kesebu İşte bunlardır işlediklerinden dolayı rehin tutulacak olanlar. Yani eylemlerine karşılık kendileri rehin alınacaklar. Onun için Hz. Peygamber;

– Kızım Fatıma, Allah’ın elinden nefsini satın al, babam peygamber diye güvenme. Vallahi senin içinde bir şey yapamam.

Formunda haberler rivayet edilir. Resulallah’ın böyle dediği söylenir. Allah’ın elinden insanın nefsini satın alması, işte bunun tam tersidir. Rehin tutulması. Kendi eylemlerine karşılık insanın rehin tutulması. Daha doğrusu kendi günahının insanı mahkum etmesi. Kendi suçları tarafından insanın mahkum edilmesi budur.

leyse leha min dunillahi veliyyün ve la şefiy’un ne kendisini Allah’a karşı koruyacak, ne de kayıracak kimse bulamayacaktır. ve in ta’dil külle adlin la yü’haz minha ve kendisi için en yüksek fidyeyi verse bile bu ondan asla kabul edilmeyecektir. ülaikelleziyne übsilu Bima kesebu işte bunlardır işlediklerinden dolayı rehin tutulacak olanlar.

lehüm şerabün min hamiymin ve azâbün eliymün Bima kânu yekfürun; Onlar küfürlerinden, ısrarlı inkarlarından dolayı gelecek için yakıcı bir umutsuzluk, geçmiş için şiddetli bir vicdani azap çekeceklerdir.

Benim bu son, ayetin bu son cümlesini gelecek için yakıcı bir umutsuzluk Hamiym..!

Hamiym lügatlarda İbn Manzur’un Lisan-ul Arab’ında, Tac-ul Aruz’da, Firuz Abadi’nin Kanvus’un da ve diğer büyük lügatler de hem en şiddetli yakıcı, hem de en şiddetli üşütücü, yani şiddetli soğuk ya da şiddetli sıcak anlamlarına birden gelebiliyor.

Şu bir gerçek ki Kur’an düşünce sistematiğinde ahirete ilişkin tüm sıfatların, isimlerin, kavramların sembolik olması zorunludur. Çünkü gayb dır. Gabya ilişkin tasvirler, gayba ilişkin nitelemeler, gayba ilişkin ifadeler mutlaka sembolik olmak zorundadır. Çünkü gaybı, bizim düşünce dünyamıza indirebilmek için, bizim düşüncemizin kapasitesine giren, algı sınırlarına giren kelimelerin kullanılması lazımdır ki, biz onu bir nebze de olsa algılayalım.

Onun için cennete ilişkin, cehenneme ilişkin, ahirete ilişkin, hesaba ilişkin bir takım kavramlar hep mecazi kavramlardır ve bunlar tabii ki bizim o olayı kavramamız içindir. Onun için burada da hamiym; çok yakıcı sıcak, sıcaklık, kavurucu sıcaklık anlamına gelen Hamiym’i bendeniz, gelecek için yakıcı bir umutsuzluk ve onun arkasından gelen; ve azâbün eliymün ibaresini de şiddetli bir vicdani azap biçiminde çevirdim. Geçmiş için şiddetli bir vicdani bir azap.

Bu çevirimi şundan dolayı yaptım; Kur’an da Allah dostlarından söz eden bir çok ayet şöyle biter.

ve la havfün aleyhim ve lâ hum yahzenûn; Bakara/62

Onlar için, -Havf Arap dilinde sadece gelecek için kullanılır, hüzün de sadece geçmiş için kullanılır. Onun için biz bu ayeti tırnak olmaksızın şöyle çeviririz.- Onlar için, Allah dostları için gelecek kaygısı yoktur, geçmişten dolayı da üzülmeyeceklerdir. Buradaki de tam tersidir diye düşünüyorum. Allah düşmanlarının ahiretteki durumu da tam tersidir. Nedir? Onlar gelecekten dolayı korkunç bir umutsuzluk, yakıcı bir umutsuzluğa düşecekler, geçmişte yaptıklarından dolayı da vicdan azabına, şiddetli bir vicdan azabına duçar olacaklardır. Tabii ki Allah’u alem. Allah en iyisini bilir.

71-) Kul ened’u min dunillahi ma la yenfeuna vela yedurruna ve nureddü alâ a’kabina ba’de iz hedanAllahu kellezistehvethüş şeyatıynü fiyl Ardı hayran* lehu ashabün yed’unehu ilelhüde’tina* kul inne hüdAllahi hüvel hüda* ve ümirna linüslime liRabbil alemiyn;

De ki: “Allâh dûnundan, bize ne fayda ve ne de zarar vermeyen şeylere mi dua edip yakaralım? Allâh bizi doğru yola hidâyet ettikten sonra, gerisin geri şirke mi döndürülelim? ‘Bize gel’ diye doğru yola çağıran arkadaşları olduğu hâlde, şeytanların ayartıp uçuruma çektiği ahmak gibi mi olalım?”… De ki: “Allâh hidâyeti işte o hidâyettir! Biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.” (A.Hulusi)

071 – De ki hiç biz Allah’ı bırakır da bize ne menfaat ne zarar yapamayacak nesnelere yalvarır mıyız? ve Allah bizi hidayetine kavuşturmuş iken ardımıza döner miyiz? o avanak gibi ki Arzda şaşkın şaşkın dolaşırken kendini şeytanlar ayartıp uçuruma çekmekte, beride ise arkadaşları var bize gel diye onu doğru yola çağırıp duruyorlar, de ki her halde hidâyet Allah hidayeti ve biz şöyle emr edildik: Halis Müslim olalım rabbülâlemîne. (Elmalı)

Kul ened’u min dunillahi ma la yenfeuna vela yedurruna De ki; Biz Allah’ı bırakıp ta, bize ne faydası dokunan ne de zarar veren şeylere mi yalvaralım.

Açık, tefsiri içinde. Biz Allah’ı bırakıp ta, bize yarar da, zarar da veremeyen şeylere mi yalvaralım. ve nureddü alâ a’kabina ba’de iz hedanAllah Allah bizi doğru yola ilettikten sonra topuklarımız üzerinde gerisin gerimi dönelim de onlara. Sor.

kellezistehvethüş şeyatıynü fiyl Ardı hayran* lehu ashabün yed’unehu ilelhüde’tina tıpkı, kendisini bizimle gel diye doğru yola çağıran arkadaşları dururken, Kendisini bizimle gel diye çağıran arkadaşları dururken, şeytanların ayartmalarına kapılıp dünyevi zevklerin peşine, tutkulu bir biçimde düşen kimse gibi biz de Allah’ın doğru yolu dururken, Allah hidayete ulaştırmışken onu bırakıp ta ökçelerimizin üzerine gerisin geri mi dönelim.

Bir misalle pekiştiriyor Kur’an. Arkadaşları var, dostları, hidayeti bulmuş, gel diyor bizimle. Onlar bizimle gel diyor. yed’unehu ilelhüde’tina gel diyor bizimle birlikte hidayete tabi ol. Ama o onları bırakıyor, şeytanın çağrısına uyuyor, şeytanın davetine katılıyor.

Burada tabii bir temsil yapılıyor, bir mesel. Nedir? Ya ilahi mesaja uyacaksınız, peygamberlerin ardı sıra, ya da uymuyorsanız şeytanın ardına takılmışlardan olacaksınız. Yani şunu deme lüksünüz yok; Ben ikisine de uymuyorum demek gibi bir seçeneğiniz yok. Eğer Allah’ın çağrısına uymamışsanız hiç kuşkunuz olmasın ki, bir insan Allah’ın davetine katılmamışsa, mutlaka şeytanın davetindedir. Onun için özel katılım belgesi imzalamasına da gerek yoktur. Allah’ın çağrısını reddetmiş olması yeterlidir. Çünkü Allah’ın çağrısına icabet etmeyen, katılmayan, peygamberin ardı sıra düşmeyen insanlar, mutlaka hevalarının, heveslerinin, bencilce duygularının, içgüdülerinin  ayartıcı öz benliklerinin peşine düşmüşlerdir. Zaten bu da şeytanın peşine düşmek demektir.

kul inne hüdAllahi hüvel hüda De ki; Hiç şüphesiz Allah’ın rehberliği, yegane rehberliktir. ve ümirna linüslime liRabbil alemiyn; ve biz alemlerin rabbine kayıtsız şartsız teslim olmakla emrolunduk.

İslam esas duruştur sevgili dostlar. Burada diyor ya; şüphesiz Allah’ın rehberliği, yegane rehberliktir. İşte bu açıdan İslam esas duruşa davettir. İnsanın Allah karşısında ki esas duruşunu ifade eder. Teslimiyet budur. Teslimiyet; insanın Allah karşısındaki esas duruşudur ve ayet durak olmasına rağmen, başka bir ayetle arasında fasıla olmasına rağmen devam ediyor mana. Hiç kesintisiz;

72-) Ve en ekıymüs Salate vettekuHU,* ve “HU”velleziy ileyHİ tuhşerun;

Ve “Salâtı ikame edin ve O’nun azabından korunun; O ki (sizi toplayacak), O’na haşrolunursunuz! (A.Hulusi)

072 – Hem namazı kılın ve ondan korkun, haşr olunup varacağınız O. (Elmalı)

Ve en ekıymüs Salate vettekuHU ve salatı ikame etmek ve O’na karşı sorumluluk duymakla emr olunduk.

Demek ki değerli dostlar, İslam demiştim İnsanın Allah karşısında ki esas duruşudur. Salat, nedir? Yani daha özel de namaz. Namaz insanın Allah karşısındaki esas duruşunun harekete dönüşmüş sembolik bir ifadesidir. Onun için namaz insanın esas duruşunun harekete dönüşmüş sembolik ifadesidir diyor. Ve namaz esas duruşun yalnızca bir boyutudur. Bu esas duruş bir ömrü kapsar. Ve namazın içinde ki hareketler yer yüzeyine dik duran, yer yüzeyine eğik duran, yer yüzeyine kapanan, tüm mahlukatın bu 3 biçimden dışarıda olamayacağı gerçeği, tüm varlıklar ya yere paralel, ya yerde, ya yere dik, yani 3 boyutta duran tüm varlıkları ey insan sen temsil ediyorsun. Sen varlığın Allah’a olan zikrinin tamamını yapabilirsin. Sem bu evrensel koroda, Allah’ın mahlukat piramidinin zirvesini oluşturuyorsun. O halde sen tıplı namazda sembolik bir ifade ile dile getirdiğin esas duruşu bir hayata dönüştür. Allah’a karşı teslimiyete dönüştür. Bu denilmek isteniyor.

ve “HU”velleziy ileyHİ tuhşerun; Çünkü sonunda huzurunda toplanacağınız varlık O dur.

73-) Ve “HU”velleziy halekas Semavati vel Arda Bil Hakk* ve yevme yekulü kün feyekûn* kavluHUl Hakk* ve lehül mülkü yevme yünfehu fiys sur* Alimül ğaybi veş şehadeti, ve “HU”vel Hakiymul Habiyr;

“HÛ” ki, semâlar ve arzı Hak olarak yaratmıştır… Ne zaman “Ol” dese hemen oluverir… Hak, O’nun sözüdür! Sur’a üflendiği (bedene veya sisteme-olay içten dışadır) süreçte, mülk O’nundur! Gaybı ve şehâdeti bilendir… “HÛ”dur; Hakiym, Habiyr. (A.Hulusi)

073 – Ve o Gökleri, Yeri yaradan hakkiyle o, hem ol! diyeceği gün o da oluverir. Hak onun dediği, Sur üfürüleceği gün de mülk onun, hem gayb’a âlim hem şahadete, hakîm odur, habîr O. (Elmalı)

Ve “HU”velleziy halekas Semavati vel Arda Bil Hakk zira gökleri ve yeri hikmetle yaratan O’dur. Ben o Bil Hakk, Hakk ile yaratan, literal manası bu. Ama hikmetle dedim.

Aslında bunun bir anlamı da şu; yaratılmış olanların da sanal olmadığını, zihni ve imajinatif olmadığını, etrafımızda gördüğümüz mahlukatın kendine has bir gerçeklikle yaratıldığını ifade ediyor bu ayet. Yani bizim hayatımız, gördüğümüz bu varlıklar, bu eşya, bu dünya hayatı bir yalan değil. Kendi gerçekliği var.

Burada Bil Hakk ifadesi odur işte. Öyle sanal, öyle yalan, öyle köpük falan değil. Kendi gerçekliği var. Ama bu gerçeklik elbette mutlak değil. Mukayyet bir gerçeklik. Elbette Allah’a baplı bir gerçeklik. Onun için etrafımızda ki eşya, bu dünya, bu dünya hayatı ve bu dünya içinde yer alan sizin hayatınız bir gerçekliktir. Ama Allah’tan bağımsız bir gerçeklik, mutlak bir gerçeklik değil. Allah’a bağlı bir gerçeklik. Mutlak gerçeğe bağlı mukayyet gerçekliktir. İşte bu Bil Hakk onu da veriyor. Ama ben hikmetle yaratan O’dur diye çevirdim ki buraya da uygun düştüğünü düşünüyorum.

Hikmetle, bir ölçüye, bir dengeye, yani gayesiz, amaçsız yaratılmamıştır tüm varlık. Gökler, yer ve o ikisi arasındakiler tabii ki, amaçsız yaratılmamıştır.

Kur’an ın bir başka ayetinde

..Rabbenâ mâ halakte hazâ batılâ Alu İmran/191

Sen bunları boşuna yaratmadın. Deniliyor ya. Yani denilmesi isteniyor aslında insandan. Göğe bakıp, yere bakıp; “Ya rabbi sen bunları amaçsız, gayesiz yaratmadın.”

Bununla şu söyleniyor insana; Yer ve gök gibi cansız varlıklar dahi, Ki “cansız mı acaba”. Cansız ne demek..!

Varlıklar, şuursuz varlıklar dahi amaçsız yaratılmamışsa, ya Allah’ın şaheseri olan insan nasıl amaçsız olabilir ki. Sen ey insan, kendini gayesiz, kendini amaçsız mı yaratılmış sanıyorsun, hemen yukarıda ki ayete bir gönderme yapalım 70. ayete; Oyun ve eğlenceyi din edinen insan. Sen amaçsız zannetmeden böyle bir yanlışı işleyemezsin. Ancak amaçsız sanınca, kendini, varlığını amaçsız zannedersen böyle bir yanlışa kapılabilirsin denilmek isteniyor. Devam ediyoruz.

ve yevme yekulü kün feyekûn O ne vakit var ol derse hemen var oluverir. kavluHUl Hakk O’nun emri gerçekleşir. ve lehül mülkü yevme yünfehu fiys sur ve sur çalındığında otorite yalnızca O’na ait olacaktır. Yani ahirette, yani hayatın sonunda, yani kalk borusu, artık ruhlara hesap ver borusu çalındığında otorite sadece O’na ait olacak.

Bu demektir ki artık siz iradelerinizi de kullanamaz olacaksınız. Burada kısmi bir otoriteniz var. Mukayyet bir otoriteniz. O mukayyet gerçeklikten gücünü alan sınırlı bir otoriteniz var, bu sınırlı otoriteyi kullanamayacağınız bir gün gelecek, orada artık tüm otorite Allah’a ait olacak.

Alimül ğaybi veş şehadeti O algılanamayan hakikatleri de, algılanabilen hakikatleri de bilir. ve “HU”vel Hakiymul Habiyr; O hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır. her şeyden haberdar olan Allah İşte şu yeni pasajda, önümüzde ki pasajda bambaşka bir konuya getiriyor sözü. Tam da Resulallah’ın içinde yaşadığı, bu surenin, Mekke’nin son yılında indiğini düşünürseniz, hatırlayacak olursanız, Resulallah’ın içinde yaşadığı o duruma bir cevap olmak üzere, Resulallah’a karşı müşriklerin direnişini kırmak için onları nasıl müthiş, nasıl büyük bir çelişkiye düştüklerini göstermek üzere tarihin dağarcığından Hz. İbrahim örneğini seçip, çıkarıp müşriklere bu örneği onların o düştükleri açmazı, o düştükleri iki yüzlülüğü ve tabii ki tezadı göstermek için Hz. İbrahim örneğini sergiliyor Kur’an.

74-) Ve iz kale İbrahiymu liebiyhi Azere etettehızü asnamen aliheten, inniy erake ve kavmeke fiy dalalin mubiyn;

Hani İbrahim, babası Azer’e: “Putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni ve topluluğunu apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. (A.Hulusi)

074 – Vaktiyle İbrâhîm babası Azere ne demişti? Sen putları kendine bir sürü ilâh ediniyorsun öyle mi? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir dalâl içinde görüyorum. (Elmalı)

Ve iz kale İbrahiymu liebiyhi Azere etettehızü asnamen aliheten Hani bir zaman İbrahim Babası Azer’e demişti ki; Sen putları mı ilah ediniyorsun?

İbrahim örneğini niçin seçti Kur’an, Ey Kureyş, ey Muhammed’in mesajına direnenler, ey bu mesajı algılamamakta ısrar eden toplum, siz İbrahim’i ortak ata olarak görüyorsunuz değil mi? Siz İbrahim’in hatırası olan Kabe’ye hürmet ediyorsunuz değil mi? Siz Kabe’nin banisi olduğunuza inanıyorsunuz değil mi İbrahim’in. Toplumun tarihsel ortak değeri olduğunu da biliyorsunuz ve İbrahim’e toz kondurmuyorsunuz.

Öyle idi, müşrikler Hz. İbrahim’e toz kondurmazlardı. Ondan kalan hatırayı bir kutsal değer olarak saklamışlardı yüzyıllar boyu.

O halde diyor Kur’an İbrahim’in kendi toplumu içinde misyonu ne ise, Muhammed’in sizin içinizdeki misyonu da odur. Siz aslında Hz. Muhammed’e karşı gelmekle, onun mesajına sırt dönmekle, İbrahim’e karşı geliyorsunuz. Çünkü Muhammed, İbrahim’in bir devamıdır. Muhammed İbrahim’in hem neseben, hem de itikaden bir devamıdır. Torunudur. Bu anlamda siz Muhammed’in mesajını reddetmekle atanız İbrahim’e ihanet etmiş oluyorsunuz. Bu ne yaman çelişkidir ey Mekkeliler demek istiyor.

inniy erake ve kavmeke fiy dalalin mubiyn; Görüyorum ki sen ve toplumun apaçık bir sapıklık içerisindesiniz diyordu Hz. İbrahim babasına.

75-) Ve kezâlike nuriy İbrahiyme melekutes Semavati vel Ardı ve liyekûne minel mukıniyn;

Böylece İbrahim’e, ikân sahibi olsun diye, semâlar ve arzın melekûtunu (derûnundaki, onları oluşturan kuvveleri) görecek basîreti veriyoruz (gözünün gördüğüyle eşyanın hakikatinden perdelenmesin diye). (A.Hulusi)

075 – Bu sûretle İbrâhîm’e Göklerin ve Yerin melekûtunu gösteriyorduk ki yakîn hâsıl edenlerden olsun. (Elmalı)

Ve kezâlike nuriy İbrahiyme melekutes Semavati vel Ard işte böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığı hakkında bakış açısı kazandırdık.

Nuriy ibaresini, lafzını bakış açısı biçiminde çevirmek çok daha anlam açısından oturuyor.

ve liyekûne minel mukıniyn; Ki, kalben mutmain olan kimselerden olsun diye.

Nasıl olmuş, yani İbrahim’in; yerin ve göğün, göklerin ve yerin hükümranlığı hakkında bakış açısı kazandırılması nasıl olmuş işte o detaylandırılıyor.

76-) Felemma cenne aleyhil leylü rea kevkeba* kale hazâ Rabbiy* felemma efele kale la uhıbbül afiliyn;

 

Gece (bilgisizlik – cehl) onu bürüyüp örtünce bir yıldız (bilincini fark etti) gördü… “İşte bu Rabbim” dedi… Batınca da (hakikatini anlamada yetersiz kalınca): “Batanları sevmem” dedi. (A.Hulusi)

076 –   vakte ki üzerini gece kapladı bir yıldız gördü «bu imiş rabbim» dedi, derken batıverince «ben öyle batanları sevmem» dedi. (Elmalı)

Felemma cenne aleyhil leylü rea kevkeba* kale hazâ Rabbiy ve gecenin kararmaya başladığı zaman bir yıldız gördü. Gece karanlığında bir yıldız gördü ve haykırdı İbrahim. “Bu benim rabbim.” Dedi. felemma efele kale la uhıbbül afiliyn; fakat yıldız batınca dedi ki; “Ben batanlara gönül vermem.”

Burada ki “Bu benim rabbim.”  hazâ Rabbiy ki aşağıda iki kez daha gelecek ay ve güneşle diyalogunda. Ya da daha doğrusu hakikat arayışındaki bu aşamalarda iki kez daha gelen hazâ Rabbiy Bu benim rabbim ifadesi konusunda müfessirler farklı farklı şeyler söylerler. Özellikle kelamcılar isnat doktrini, ki isnet doktrini peygamberlere bazı eylemlerin hiç bir zaman yakışmadığı, onları peygamberlerin hiçbir zaman yapmadığı konusundaki doktrin, peygamberin peygamberliği ne zamandır, bu anlatılan isimlerin bu hadise sırasında peygamber olup olmadıkları konusu ise tabii ki tartışmalıdır. Onun için kelamcılar, kendi doktrinlerine aykırı olan ibareleri, alternatif anlamlarla açıklayabilmek için bu gibi ibareleri; Bu benim rabbimdir, ya da bu benim rabbim ibaresini, soru formuna çeviriyor bazıları. Alternatif bir anlam olarak bu benim rabbim, yani bu mu benim rabbim dercesine.

Tabii bu farklı alternatif anlam arayışını destekleyecek Resulallah’tan herhangi bir rivayette nakledilmemiş. Aksine İbn. Abbas’tan nakledilen rivayet, burada mana nasıl görünüyorsa öyle okumamız gerektiği yönünde. Yani bu benim Rabbimdir.

Bunu, Hz. İbrahim eğer böyle deseydi şirk koşmuş olurdu demek için bir sebep olarak görmek, çok yamuk bir bakış açısı olsa gerek bize göre. Çünkü bu bir hakikat arayışı. Hakikat arayışında son varılan nokta esastır. Bu arayışın duraklarıdır bu. Onun için bu bir süreçtir. Bu süreç içerisinde, İbrahim’in hakikat arayışında bu basamakları geçerek sonunda Allah’a ulaşması esas olandır. Onun için daha alt basamaklarda ki bu örneklere bakarak Hz. İbrahim’in bunu söylemekle şirk ifadesi kullandığını zannetmek gerçekten yanlış bir bakış açısı olur. Onun için bu ibarelere farklı anlamlar yüklemek için ille de bilim sınırlarını zorlamamız gerekmiyor diye düşünüyorum.

 77-) Felemma rael Kamera baziğan kale hazâ Rabbiy* felemma efele kale lein lem yehdiniy Rabbiy le ekûnenne minel kavmid dalliyn;

Ay’ı (duygusallık kaynağı oluşu itibarıyla benliğini) doğarken gördü… “İşte bu Rabbim” dedi… Batınca şöyle dedi: “Yemin olsun ki eğer Rabbim bana hidâyet etmemiş olsaydı, elbette sapmışlar topluluğundan olurdum.” (A.Hulusi)

077 – vaktâki ay doğmak üzere iken gördü «bu imiş rabbim» dedi, derken batınca «kasem ederim ki, dedi, rabbim beni hidayetine mazhar etmese idi muhakkak şu şaşkın kavimden olacakmışım».(Elmalı)

Felemma rael Kamera baziğan kale hazâ Rabbiy sonra ayın doğuşunu görünce, işte rabbim bu dedi. felemma efele kale lein lem yehdiniy Rabbiy le ekûnenne minel kavmid dalliyn; fakat o da batınca dedi ki; Doğrusu rabbim beni doğru yola iletmese, ben de kesinlikle sapıtan kimselerden olurdum.

Biraz önceki açıklamama ilaveten bu son cümle; Doğrusu Rabbim beni hidayete ulaştırmamış olsaydı, ben de sapıtanlardan olurdum ibaresinden yola çıkarak belki Hz. İbrahim’in arkasına takılan gruba, Allah’ın mutlak ilah olduğunu, rabb olduğunu anlatabilmek için tek başına oynadığı bir mizansen di akla gelebilir bu. Yani Hz. İbrahim onları tek Allah’a ulaştırmak, tevhidi onlara uygulamalı olarak anlatma biçimi idi diye düşünebiliriz.

78-) Felemma raeşŞemse baziğaten kale hazâ Rabbiy hazâ ekber* felemma efelet kale ya kavmi inniy beriy’ün mimma tüşrikûn;

Güneş’i (Hakikati yaşatır umuduyla aklını) doğarken gördü… “İşte bu Rabbim, bu daha büyük” dedi… Batınca (aklın Allâh’ı kavramada yetersizliğini fark edince) şöyle dedi: “Ey halkım, doğrusu ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden berîyim.” (A.Hulusi)

078 – vaktâki güneş doğmak üzere iken gördü «bu imiş rabbim, bu hepsinden büyük» dedi, o da batınca ey kavmim, dedi: haberiniz olsun ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden berîim. (Elmalı)

Felemma raeşŞemse baziğaten kale hazâ Rabbiy Nihayet güneşin doğuşunu gördü ve benim rabbim bu, bu en büyüğü dedi. hazâ ekber bu en büyüğü dedi. felemma efelet kale ya kavmi inniy beriy’ün mimma tüşrikûn; fakat o da kaybolunca, ey kavmim diye seslendi ben sizin şirk koştuğunuzdan uzağım, beriyim.

79-) İnniy veccehtü vechiye lilleziy fetaresSemâvati vel Arda Haniyfen ve ma ene minel müşrikiyn;

“Muhakkak ki ben vechimi (bilincimi) hanîf (tanrı objesiz) olarak, semâlar ve arzın Fâtır’ına (her şeyi yaratış amacına göre programlayarak Yaratan’a) yönelttim… Ben müşriklerden değilim!” (A.Hulusi)

079 – Ben her dinden geçip sâde hakka eğilerek yüzümü o Gökleri ve Yeri yaratmış olan fâtıre döndüm ve ben müşriklerden değilim».(Elmalı)

İnniy veccehtü vechiye lilleziy fetaresSemâvati vel Arda Haniyfe Her türlü batıldan yüz çevirerek, -Haniyf ibaresine bu anlamı vermemiz gerekiyor- Her türlü yamukluktan batıl düşünceden yüz çevirerek bütün varlığımla gökleri ve yeri yaratana yöneldim. ve ma ene minel müşrikiyn; ve ben ondan başkasına ilahlık yakıştıranlardan değilim.

Tarihsel olarak hatırlıyoruz Resulallah bu ayeti Sübhanekenin yerine ömrünün belli bir döneminde namazların girişinde okumuştu. Yani bu ayet aynı zamanda bizim andımız olabilecek ayetlerden biridir. Ki unutmayın bu ayetle birlikte Kur’an ın müminlere andımız olarak öğrettiği;

Kul inne Salatiy ve Nüsükiy ve mahyaye ve mematiy Lillahi Rabbil alemiyn; En’am/162 Ayetini de okumuştu Sübhaneke yerinde.

De ki namazım, yani tüm taleplerim, duam, çağrım, tüm varlığımla istediğim şeyler, ve Nüsükiy ibadetlerim, ve mahyaye ve mematiy ölümüm ve dirimim, hayatım, alemlerin rabbi olan Allah’a armağan olsun. Lillahi Rabbil alemiyn; anlamı da bu.

80-) Ve haccehu kavmüh* kale etühaccunniy fiyllahi ve kad hedan* ve la ehafü ma tüşrikûne Bihi illâ en yeşâe Rabbiy şey’a* vesi’a Rabbiy külle şey’in ılma* efela tetezekkerun;

Halkı Ona karşı çıkıp, kanıt getirmeye (tanrısallık verdiklerini savunmaya) kalkıştı… (İbrahim) dedi ki: “Beni doğru yola hidâyet etmiş iken, Allâh hakkında benimle tartışıyor musunuz? O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam! Ancak Rabbimin dilediği şey müstesna (bana ancak Rabbimin izniyle bir zarar erişebilir)… Rabbim her şeyi ilmiyle kapsamıştır… Hâlâ düşünmüyor musunuz?” (A.Hulusi)

080 –   kavmi de kendisine karşı ıhticaca kalkıştı, o! siz, dedi: bana Allah hakkında ıhticaca mı kalkışıyorsunuz? Halbuki o bana hakikati doğrudan doğru gösterdi, sizin ona şirk koştuğunuz şeylerden ise ben hiç bir zaman korkmam, rabbim dilemedikçe onlar bana hiç bir şey yapamaz, rabbin her şey’i ilmen ihâta buyurdu, artık bir düşünmez misiniz?. (Elmalı)

Ve haccehu kavmühu ve toplumu onunla tartışmaya girdi. kale etühaccunniy fiyllahi ve kad hedan dedi ki; Beni doğru yola ileten o olduğu halde siz Allah hakkında benimle hala tartışıyor musunuz, ve la ehafü ma tüşrikûne Bihi ben sizin şirk aracı kıldığınız şeylerden korkmuyorum. illâ en yeşâe Rabbiy şey’a rabbimin dilemediği hiçbir şey gerçekleşmez. İbrahim imanı bu, pazarlıksız iman. vesi’a Rabbiy külle şey’in ılma rabbim ilmi ile her şeyi kuşatır efela tetezekkerun; siz hala bunu düşünmüyor musunuz, düşünemiyor musunuz.

81-) Ve keyfe ehafü ma eşrektüm ve la tehafune enneküm eşrektüm Billahi ma lem yünezzil Bihi aleyküm sültana* feeyyül feriykayni ehakku Bil emni in küntüm ta’lemun;

“Hem, size (tanrısallıklarına dair) hiçbir delil inzâl etmediği şeyleri, Allâh’a ortak koşarken hiç korkmadığınız hâlde; ben sizin ortak koştuğunuz aslı olmayan tanrılarınızdan nasıl korkarım?”… Eğer biliyorsanız (söyleyin), iki anlayışın hangisi güvenilmeyi daha hak etmiştir? (A.Hulusi)

081 – Hem nasıl olur da ben sizin şirk koştuklarınızdan korkarım; baksanız a siz Allahın hiç bir bürhan indirmediği şeyleri ona şerik koşmaktan korkmuyorsunuz? Şu halde korkudan emîn olmağa iki taraftan hangisi ehakk? Eğer bileceksiniz. (Elmalı)

Ve keyfe ehafü ma eşrektüm hem ben Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden neden korkacakmışım ki,  ve la tehafune enneküm eşrektüm Billahi ma lem yünezzil Bihi aleyküm sültana üstelik siz Allah katından geçerli bir delile dayanmadığı halde Allah’a ortak koşmaktan korkmazken. Yani siz, Allah’tan bir deliliniz olmadığı halde Allah’a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da ben Allah’a ortak koşmadığım halde sizin koştuğunuz ortaklardan mı korkacağım.

feeyyül feriykayni ehakku Bil emni in küntüm ta’lemun; Şu halde eğer biliyorsanız iki taraftan hangisi kendisini güvende hissetmeye daha layıktır söylesenize.

İman, “En” dir sevgili dostlar. Özgürlük ve güvenliğin garantisidir. Onun için iman eden ebedi güvenlik garantisini almış olur.

82-) Elleziyne amenû ve lem yelbisu iymanehüm Bi zulmin ülaike lehümül emnü ve hüm mühtedun;

İman edenler ve imanlarını zulüm (gizli şirk) ile karıştırmayanlar… İşte güvende olma hakkı onlarındır… Doğru yolu bulanlar onlardır! (A.Hulusi)

082 – İman edip de imanlarını bir haksızlıkla telbis etmeyen kimseler işte korkudan emîn olmak onların hakkıdır ve hidayete erenler onlardır. (Elmalı)

Elleziyne amenû ve lem yelbisu iymanehüm Bi zulmin imana ulaşan ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar.

Bu ayette ki Bi zulmin ifadesi, Resulallah’ın Kur’an da tefsir ettiği ender yerlerden biridir. Sahabeden bazıları, hangimiz imanımıza zulüm bulaştırmıyoruz diye bu zulmü amel olarak, eylem olarak anlamışlar ve böyle şikayet etmişler. Bunun üzerine Resulallah;

– Hayır o şirktir..! buyurmuş.

Yani şirk Kur’an da imana zulüm bulaştırmak olarak görülüyor. Çünkü hatırlayın şirk, imansızlık, mutlak Allah’ı inkar değildir. Allah ile beraber Allah’tan başkasına Allah’ın sıfatlarından birini yakıştırmaktır. Yani Hakk batıl şirketi kurmaktır.

ülaike lehümül emnü ve hüm mühtedun; işte onlardır güven içinde olanlar, zira doğru yolu bulanlar onlardır.

Hepimiz için Kur’an dostları, hepimiz için ebedi güvenlik ve ebedi özgürlük olacak bir imanı rabbimden niyazlı yorum.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
2 Yorum

Yazan: 30 Haziran 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

2 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. EN’AM SURESİ (056-082)(46)

  1. isa yücel

    04 Mart 2019 at 19:35

    Allah babanıza rahmet size de selamet versin.Amin.

     

Yorum bırakın