RSS

İslamoğlu Tef. Ders. EN’AM SURESİ (083-107)(47)

07 Tem

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Sevgili Kur’an dostları bugün dersimize En’am suresinin 83. ayeti ile devam edeceğiz. Fakat bugünkü ayetleri tefsire başlamadan önce geçtiğimiz dersi bir hatırlatmak isterim.

Hz. İbrahim bir Tevhid sınavına sokulmuştu. Bu ilahi senaryoyu oynarken önce yıldızlara, rabbim bu demiş, ama onların batışını gördükten ve gösterdikten sonra aya yönelmiş, daha sonra güneşe yönelmiş ama hepsinin de battığını, fani olduğunu istidlal yolu ile, akıl yürütme yolu ile anladıktan, kavradıktan sonra bütün bu basamaklarla Allah’a, Allah’ın varlığına ve birliğine, kainatı kuşatan yaratıcılığına kavuşmuş, O’nu algılamış ve tevhide ulaşmıştı.

İşte Hz. İbrahim’in birer birer görünen varlık basamaklarına basarak, varlığın var edicisi, mahlukatın biricik halikı olan Allah’a ulaşması, esere bakarak müessire ulaşmasını hikaye eden söz konusu ayetlerin arkasından, Rububiyet delillerini veren bir pasaj geliyor. Allah’ın Rabliğinin, Allah’ın insana olan ilgi, şefkat ve rahmetinin belgelerini delillerini sergileyen ayetlerle devam ediyoruz.

83-) Ve tilke huccetüna ateynaha İbrahiyme alâ kavmih* nerfe’u derecâtin men neşa’ü, inne Rabbeke Hakiymun Aliym;

İşte bu, İbrahim’e halkına karşı verdiğimiz kesin kanıtımızdır. Kimi dilersek yüce mertebeler veririz! Muhakkak ki Rabbin Hakiym’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

083 –   Bu işte bizim o hüccetimiz ki kavmine karşı İbrahim’e vermiştik, biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz, şüphesiz ki rabbin hakîm, alîmdir. (Elmalı)

Ve tilke huccetüna ateynaha İbrahiyme alâ kavmih işte bu. Yani biraz önce kısaca özetlediğim Hz. İbrahim’in tevhide doğru yol alışı, toplumuna karşı kullanması için İbrahim’e verdiğimiz ispat yöntemimizdi. Yani Hz. İbrahim’in yıldızlardan, aydan ve güneşten yola çıkarak Allah’ın aşkın varlığına ulaşması, Allah’ın ispat yöntemi olarak ifade ediliyor ayette. Huccetüna bizim ispat yöntemimiz, bizim delil gösterme yöntemimiz deniliyor.

Tevhid araçları bildiğiniz gibi akıldır, idraktir, muhakemedir. Bütün bunlar insana Allah’ın varlığını, birliğini hissettiren, O’na ulaştıran birer araçtırlar. Eğer akıl selim bir biçimde kullanılırsa, idrak ve irade selim bir biçimde kullanılırsa, insan doğru bir muhakeme ile aklını kullanırsa varacağı nokta Allah’ın varlığı ve birliğidir. Tevhid’dir yani. Eşyanın özünü görürse, baktığı eşyadan, baktığı eserden yola çıkarak müessiri bulacaktır. Bu Allah’ın ispat yöntemidir. Kendi zatını, kendi varlığını ispat yöntemi böylesine doğaldır. Doğal bir ispat yöntemidir. Yani nazari değildir, pratiktir, teorik değildir. İşte Kur’an da ki Allah’ın kendi zatını ispat yöntemi olan bu doğal yöntem en ikna edici, en güzel yöntem olarak ta sunulmaktadır insanlığa. Ve Allah bu yöntemi, kendi zatına nispet etmekte Huccetüna bizim ispat yöntemimiz, bizim Hakkı ve hayrı bulmada, hakikate ulaşmada kullanmanızı istediğimiz yöntem budur. Denilmektedir.

nerfe’u derecâtin men neşa’ü biz dilediğimiz kimseyi derece derece hakikate yüceltiriz.

Bu da biraz önce söylediğimiz şeyleri pekiştiren bir ibare. Yıldız, ay, güneş, hakikate ulaştıran basamaklardır. Hz. İbrahim işte bu basamakların üzerine basarak Allah’ın varlığına ve birliğine ulaşmıştır. Allah’ın aşkın varlığını kavramak için mahlukatı, doğayı bir yol haritası, bir rehber, bir kılavuz, bir araç olarak kullanmak gerek. Tabiatta gördüğümüz her bir şey aslında sizi Allah’a ulaştıran bir yol haritasıdır. Eğer doğru okursanız onların özünde sizi Allah’a götüren bir ses duyacaksınız. Sizi Allah’a ulaştıran bir ışık, bir Nur göreceksiniz. Onun için Hz. İbrahim’de bu vasıtaları kullanarak sezgi yolu ile tedricen tevhide tekamül etmiştir.

inne Rabbeke Hakiymun Aliym; Hiç şüphesiz senin rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilendir. Yani Hz. İbrahim için yazılan bu ilahi senaryo, bir hikmete mebnidir. İnsana, hakikate nasıl ulaşacağı, doğaya nasıl bakacağı, eşyayı nasıl okuyacağı, nasıl tefsir edeceği bu şekilde öğretilmektedir. İşte bu da Allah’ın hikmetidir ve Aliymdir O. Her şeyi bilendir. Elbette bir insanın; eşyayı hakikate ulaşmak için basamak olarak mı kullandığını, bu benim rabbimdir derken aya, bunu Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırmak için mi söylediğini, yoksa hakikate ulaşmak için onu bir basamak olarak mı kullandığını çok iyi birlir.

İşte onun içindir ki Hz. İbrahim’in bu tevhid sürecinde bir basamak olarak kullandığı ay, yıldız ve Güneş delillerini ve onlara karşı söylediği sözlerden bir şirk kokusu çıkarmaya kalkışmak, Allah’ın gör dediği yerden bakmamak demektir.

84-) Ve vehebna lehu İshaka ve Ya’kub* küllen hedeyna* ve Nuhan hedeyna min kablü ve min zürriyyetihi Davude ve Süleymane ve Eyyube ve Yusufe ve Musa ve Harun* ve kezâlike neczil muhsiniyn;

Biz Ona (İbrahim’e) İshak’ı ve Yakup’u bağışladık… Hepsine hidâyet ettik (hakikati bildirdik). Daha önce Nuh’a ve Onun zürriyetinden Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da hidâyet etmiştik… Muhsinleri böyle mükâfatlandırırız. (A.Hulusi)

084 – Bundan maada ona İshak ile Ya’kub’u da ihsan ettik ve her birini hidayete irdirdik, daha evvel Nuh’u irdirmiştik, zürriyetinden Davud’u da, Süleyman’ı da, Eyyub’u da, Yusuf’ü de, Musâ’yı da, Harun’u da, işte Muhsinlere böyle mükâfat ederiz. (Elmalı)

Ve vehebna lehu İshaka ve Ya’kub Ona İshak’ı ve Yakup’u bağışladık. Adeta burada ki ve kendisinden öncekinin sanki bir sebebi imiş gibi oraya konmuş. İbrahim Allah’ın varlığına, birliğine ve rabliğine böylesine aklını, iradesini, muhakemesini doğru kullanarak ulaştı, Yani kendisine verdiğimiz akıl nimetinin şükrünü eda etti, biz de ona ekstra nimetler verdik. Hem de bir insanın sahip olabileceği en büyük nimet. Salih bir soy. İşte onu verdik ve burada o dile getiriliyor. İshak, bilindiği gibi Hz. İbrahim’in oğlu, Yakup ise torunu. Hz. İshak’tan olma.

küllen hedeyna* ve Nuhan hedeyna min kabl ve her birini, daha önce Nuh’a ilettiğimiz gibi doğru yola ilettik. Burada Hz. Nuh peygamberliğin sürekliliği açısından dile getiriliyor. Yani deniliyor ki; Daha önce Nuh’u doğru yola ilettiğimiz gibi, onları da ilettik. Bu noktada Hz. Nuh’un anılıyor olması insanlık tarihindeki peygamberler silsilesinin aslında birbirini devamı, birbirinin tasdikçisi olduğunu ifade içindir.

ve min zürriyyetihi Davude ve Süleymane ve Eyyube ve Yusufe ve Musa ve Harun Onun neslinden, yani Hz. İbrahim’in neslinden, gerçi burada Hz. Nuh burada son olarak anılıyorsa da aslında bütün bu sayılan peygamberler; Davud olsun, Süleyman olsun, Eyüp, Yusuf, Musa ve Harun olsun, Hz. İbrahim’in neslinden gelen peygamberlerdir. Onun neslinden Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u seçtik.

İsrail oğulları peygamberleridir bu sayılanlar. Bir sıralamaya da tabi tutulmamışlardır ve bu peygamberlerin Hz. İbrahim’in neslinden seçilişi, Bakara/124. ayeti hatırlatıyor bize.

Hani Bakara suresinin 124. ayetinde;

Ve izibtelâ İbrahiyme Rabbühû Bikelimâtin Rabbi İbrahim’i çok iz bırakan, çok etkili bir imtihana tabi tutmuştuk. feetemmehünne, ve İbrahim rabbinin soktuğu bu çok etkili ve ağır imtihanları başarı ile geçti, tamamladı. kale inniy caılüke linNâsi imâma İbrahim imtihanını geçince Allah ona bir ödül olarak dedi ki; Ben seni insanlığa önder kılacağım. İbrahim buna karşılık bir şey daha talep etti. kale ve min zürriyyetiy benim neslimden de önderler kılacak mısın, kılar mısın ya da. Allah cevap verdi. kale lâ yenâlu ahdiyzzalimiyn; senin neslinden dahi gelse, atası İbrahim gibi bir peygamber de olsa Allah’a ihanet eden, öz benliğine ihanet eden, vicdanını zulümle, şirkle, küfürle karartanlar bu sözümün, bu vaadimin dışındadır. Buyurmuştu.

İşte İbrahim’in duası böyle gerçekleşti. Onun içindir ki Peygamber efendimiz; Ben atam İbrahim’in duasıyım der.

ve kezâlike neczil muhsiniyn; İşte biz iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Allah’ın seçimi için, peygamber seçimi için bir ilke ve bir ölçü ifade ediyor bu ibare. Yani Rabbimiz peygamber seçerken dahi bir standart koyuyor. Peygamberliği bir ödül olarak zikrediyor burada. Çünkü; neczil biz ödüllendiririz. Peygamberlik bir ödül ise, demek ki peygamberler bu muhteşem ödülü hak eden insanlar. Neyle hak ediyorlar? muhsiniyn; olmakla. İyi doğru ve güzel olmakla, dürüst olmakla. Yani kendi kendilerini gerçekleştirip, Allah’ın kendilerinin özüne koyduğu aklı, basireti, fıtratı iyi kullanmakla peygamberliği bir ödül olarak hak ediyorlar.

85-) Ve Zekeriyya ve Yahya ve ‘Iysa ve İlyas* küllün mines salihıyn;

Zekeriyya’ya, Yahya’ya, İsa’ya ve İlyas’a da… Hepsi sâlihlerdendi. (A.Hulusi)

085 – Zekeriya’yı da, Yahya’yı da, İsâ’yı da, İlyas’ı da, hep salihînden, (Elmalı)

Ve Zekeriyya ve Yahya ve ‘Iysa ve İlyas* küllün mines salihıyn; ve Zekeriyya’yı ki bu da İsrail oğulları peygamberlerinden bir kutlu nebi. Ki İsrail oğulları bu peygambere kıymışlar onu katletmişlerdi bir koç gibi. Yahya’yı, ki oğlu. Hz. Yahya da yine onlara gönderilmiş bir kutlu nebi idi ve ona da kıydılar. Ve Zekeriyya ve Yahya ve ‘Iysa ve İlyas* küllün mines salihıyn; İsa peygamberde İsrail oğullarına gönderilen ve onlar içinden çıkan bir kutlu nebi idi. Yine İlyas peygamber ki İlya olarak geçer Kitab-ı mukaddeste MÖ. 880-850 yılları arasında yaşamış bir peygamber.

İsrail oğullarının tarihte komşu kavimlerin putlarına tapma hastalığı, yani maymunlaşma dediği Kur’an ın, taklit hastalığı ile komşu kavimlerinin putlarından biri olan Baal putuna tapmaya başlamışlardı. Bu peygamber, Kitabı Mukaddesin İlya ismi ile andığı İlyas peygamber işte İsrail oğullarının bu sapmasına karşı muhteşem bir direniş gösterdi, tabii onu da taşladılar. Ona da eza ve cefa ettiler.

küllün mines salihıyn; bütün bu peygamberlerinde hangi vasıflarından dolayı bu ödüle layık görüldüğü ayetin sonunda ifade edilmiş. Hepsi de dürüst ve erdemli kimselerdi.

86-) Ve İsma’ıyle vElyese’a ve Yunuse ve Luta* ve küllen faddalna alel alemiyn;

İsmail’e, Elyesa’ya, Yunus’a ve Lût’a da… Hepsini insanlara (âlemlere) (beden yaşamında hilâfet sırrını yaşatarak) üstün kıldık. (A.Hulusi)

086 –   İsmail’i de, Elyesa’ı da, Yunus’u da, Lût’u da, her birini âlemînin üstüne geçirdik. (Elmalı)

Ve İsma’ıyle vElyese’a ve Yunuse ve Luta ve İsmail’i ve elyesa’yı, Yunus’u ve Lut’u da seçtik.

İsmail, bilindiği gibi yine Hz. İbrahim’in 2. oğlu ve Resulallah’ın da dedesi. vElyese’a Elyesa peygamber. Kitabı Mukaddeste Elişa biçiminde geçiyor, Arap diline geçerken bir takım değişimlere uğrayarak Elyesa olarak Kur’an da anılıyor bu peygamber.

Ve Yunus. Yunus Peygamber adını da kitabı mukaddeste bir bab bulunmakta.

Ve Lut’a, Lut peygamber.

Lut Peygamber aslına Hz. İbrahim’in neslinden değil. O halde niçin zikredilmiş diye bir itiraz gelebilir. Ama unutmamalı ki Hz. Lut, Hz. İbrahim’in yeğeni olurdu. Kardeşinin oğlu olurdu. Amca baba gibidir. Araplarda böyle bir temel yaklaşım vardır.

Onun için Resulallah’a atfedilen bir hadiste de aynen böyle buyrulur. Hala anne gibidir, amca baba gibidir. Ama ondan da öte Hz. Lut amcası İbrahim’i, babasını adım adım takip eden bir çocuk gibi takip ederdi. Yani Haz. Lut Hz. İbrahim’in bel neslinden bel zürriyetinden olmasa da, yol neslinden, yol zürriyetindendi ve yol neslinden olmak, bel neslinden olmaktan çok daha önemlidir. Ve Kur’an nesilden yani zürriyetten ve ehl, ayalden. Ehli beyt dediğimiz gibi. Hane halkından söz ederken daima inancı önceler.

Mesela Hz. Nuh’un oğlu ve eşi için ..leyse min ehlik, (Hud/46) o senin ehlinden değildir derken, o senin sulbünden değildir anlamına söylemiyordu Kur’an. Onun oğlu idi Kenan. Ama senin yoluna girmedi, senin yolundan değil madem, senin ehlinden de değil anlamına söyleniyordu.

ve küllen faddalna alel alemiyn; ve biz onlardan her birini çağının diğer tüm insanlarına üstün kıldık.

87-) Ve min abaihim ve zürriyyatihim ve ıhvanihim* vectebeynahüm ve hedeynahüm ila sıratın müstekıym;

Onların babalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden bazılarını da! Onları seçtik ve doğru yola hidâyet ettik. (A.Hulusi)

087 – Atalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden bir kısmını da, ve hep bunları seçtik ve hep bunları bir doğru yola hidayetçi kıldık. (Elmalı)

Ve min abaihim ve zürriyyatihim ve ıhvanihim onların atalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden kimilerini de.

vectebeynahüm ve hedeynahüm ila sıratın müstekıym; onları seçtik ve dosdoğru bir yola yönlendirdik.

88-) Zâlike hüdAllahi yehdiy Bihi men yeşaü min ıbadiHİ, velev eşrekû le habita anhüm ma kânu ya’melun;

Bu, Allâh hidâyetidir… Kullarından dilediğine, onunla hidâyet eder… Eğer Onlar dahi şirk koşsalardı, elbette yaptıkları tüm yararlı çalışmalar hiç olur, boşa giderdi. (A.Hulusi)

088 – İşte o yol Allah hüdasıdır, o bunu kullarından dilediğine hidayet eyler, ve eğer bunlar şirketmiş olaydılar bütün mesaîleri heder olmuş gitmişti. (Elmalı)

Zâlike hüdAllahi yehdiy Bihi men yeşaü min ıbadiHİ bu Allah’ın rehberliğidir. Bu, Allah’ın rehberliğidir değerli Kur’an dostları. Bu rehberliği sadece Allah yapabilir. İşte burada vurgulanan bu ezeli, bu ebedi değişmez hakikatlerinde insanın yere kapanıp; Ya rabbi, rehberliğin olmazsa insana sapmaktan başka ne kalır. Demek gerekiyor.

Onun için bu Allah’ın rehberliğidir. O bununla kullarından dilediğini doğru yola ulaştırır. Hudallah, işte vahiydir sevgili Kur’an dostları Allah’ın rehberliği. Vahiydir o, vahiy Allah’ın insan için çizdiği yok haritasıdır. Vahiy gibi bir haritayı eline almadan uçsuz bucaksız hayat okyanusunda yola açılanlar, sefere çıkanlar, bir dalganın altında kalmaya mahkum olurlar, telef olup giderler.

Burada akıl, pusula, doğa; rota hüccet olarak gösteriliyor. Hatırlayın 83., hemen yukarıdaki ayeti ilk dersimizin girişinde tefsir ettiğimiz ayeti. Hüccet, yani insanı hakikate götüren delil. Yolun kenarındaki işaret taşları. Bundan ötesi şarampoldür diyen işaret taşları. Tehlike var, bundan ötesine geçmeyin, sınırınızı bilin diyen işaret taşları. Unutmayın o işaret taşları yolcunun lehinedir. Yolun kenarında ki o işaret taşlarına düşman olan, aslında yola düşman olur. Kendisine düşman olur. Kendisine kötülük yapar. Çünkü o işaret taşları olmasaydı siz yoldan çıkabilir, şarampole uçabilir ve hayatınızla ödeyebilirdiniz. Onun için o işaret taşlarına kızmak, onları görmezden gelmek, onları yok saymak, hatta onlara düşman olmak, kendi kendinize düşman olmaktan başka nedir ki.

Kur’an işte böyle ebedi yolculukta insana bir yol taşıdır, yol haritasıdır, işaret taşıdır. İnsana sınırlarını gösterir. Bu ebedi yolculuğunda şarampole yuvarlanmaması için, uçmaması için, telef olmaması için sınırlarını gösterir. Bu sınırlara riayet eden yolculuğunu tamamlar. Hem de başarılı bir biçimde. Menzili maksuduna erer. Bu işaret taşlarına itibar etmeyen, onları görmezden gelen, vahyi görmezden gelen, elbette ki sapacaktır.

İşte burada yukarıdan itibaren akıl bir pusula, vahiy bir yol haritası, doğa, tabiat Hz. İbrahim’in üzerine basarak hakikate ulaştığı o ay, o yıldız, o güneş, o dağlar, denizler, gökler ve yerler..! Bunların hepsi sizi hakikate ulaştıran birer basamak. Bunları doğru kullandığınızda varacağınız yer Allah’ın rububiyeti, uluhiyeti ve vahdaniyetidir. Burada da ifade edilen işte budur değerli dostlar. Vahit bir hidayettir. Devam ediyoruz;

velev eşrekû le habita anhüm ma kânu ya’melun; eğer onlar şirk koşmuş olsalardı, yapmış oldukları her şey, kesinlikle boşa gitmiş olurdu. Onlar dediği ayetin yukarıda sayılan peygamberler. Yani onların hidayete tabi olmuş olduklarını ifade ederken, aynı zamanda; peygamberdir onlar, onun için şirk koşmadılar demiyor. Şirk koşmuş olsalardı diyor. Yapmış oldukları her şey kesinlikle boşa giderdi diyor. Onlara bir ayrıcalık tanımaksızın tüm insanlık için çizdiği yol haritasının, peygamberler için özellikle geçerli olduğunu söylüyor bu ayet.

89-) Ülaikelleziyne ateynahümül Kitabe vel Hükme ven Nübüvvete, fein yekfür Biha haülâi fekad vekkelna Biha kavmen leysu Biha Bikafiriyn;

İşte Onlar, kendilerine Kitap (Hakikat ve Sünnetullah BİLGİsi), Hüküm ve Nübüvvet verdiğimiz kimselerdir… Eğer onlar (halk) bu verdiklerimizi inkâr ederlerse; bütün bunları inkâr etmeyecek bir halkı onlara vekiyl kılarız. (A.Hulusi)

089 – İşte bunlar kendilerine kitap, hüküm, nübüvvet verdiğimiz kimseler, şimdi şu karşıdakiler buna körlük ediyorlarsa biz ona körlük etmeyen bir ümmeti müekkel kılmışız. (Elmalı)

Ülaikelleziyne ateynahümül Kitabe vel Hükme ven Nübüvve Ne ki biz onlara vahyi, muhakeme yeteneğini ve peygamberliği verdik.

Ne verilmiş? 3 şey verilmiş.

1 – Vahiy verilmiş. Kitap, yani ilahi uyarı gelmiş. Bu bir.

2 – Hüküm verilmiş. Yani muhakeme yeteneği. Akıl insana bahşedilir ama aklı doğru kullanma yeteneği olmazsa insan aklı ile sapıtır. Yani aklı bir sapma aracı olarak kullanabilir. Onun için muhakeme yeteneği, işte hüküm diye geçen buradaki muhakeme yeteneği, aklın doğru kullanılmasıdır. Verilen araçların istenilen yerde kullanılmasıdır. Akıl aracı, irade aracı, muhakeme yeteneği biçiminde doğru kullanılırsa o zaman insan vahyin gösterdiği istikamette yol alır.

3 – Olarak ne verilmiş, Nübüvvet diyor ayette. Ben bunu temsil yeteneği olarak alıyorum. Temsil yeteneği, yani ilahi kelamı temsil yeteneği. İnsanlara ilahi kelamın temsil ettiği bir insan olarak çıkmak.

Vahiy, muhakeme, temsil. İşte peygamberleri peygamber yapan 3 temel unsur.

fein yekfür Biha haülâi fekad vekkelna Biha kavmen leysu Biha Bikafiriyn; şimdi eğer ötekiler bu hakikatleri inkar etmekte direniyorlarsa, -kim ötekiler? Bu ayetlerin Mekkeli olduğunu, Mekke’nin son yılında nazil olduğunu hatırlarsak işte ötekiler, birinci muhatap olarak onlar.- eğer inkar etmekte direnirlerse iyi bilsinler ki biz onlara asla nankörlük etmeyecek olan insanları vekil kılmışızdır. Vekil kılınan insanlar kimler olacaktır? Medine’de ki ensar ve muhacir olacaktır.

Bu ayet aynı zamanda bir muştu, yani hemen hicretin öncesinde gelecekten haber veren bir mucizedir. Müminlere de bir müjdedir. Artık gün dönüyor, artık yokuş aşılıyor, İnne me’al’usri yüsra; (İnşirah/6) ‘usr zorluk, yüsra kolaylığa dönüyor müjdesidir.

Medine’ye işaret ettiğini söylemiştim ve burada ifade edilen hakikat adeta şudur sevgili Kur’an dostları. Doğru, hakikat bir akar su gibi, bir nehir gibidir. Yatağını bularak denize kavuşur. Mutlaka kavuşur dostlar. Hangi nehir denize kavuşmaz ki. Vahiy de bir nehir gibidir. Kendine layık olan toplumu bulur, oluşturur ve mutlaka hayatı kurar, inşa eder. Siz buna layık olmazsanız, o kendisine layık bir toplumu, tıpkı kendisine bir yol açarak ilerleyen, denize doğru ilerleyen bir nehir gibi bulur oluşturur. Hiç kuşkunuz olmasın.

90-) Ülaikelleziyne hedAllahu fe Bi hüdahumuktedih* kul la es’elüküm aleyhi ecra* in huve illâ zikra lil alemiyn;

İşte bunlar, Allâh’ın hidâyet ettiği kimselerdir… Sen de onların gerçekliğine uy! De ki: “Ona (tebliğ etmeye) karşılık sizden bir ecir istemiyorum… O sadece insanlara (âlemlere) hatırlatmadır!” (A.Hulusi)

090 – İşte o Peygamberler Allahın hidayetine eriştirdiği kimseler, sen de onların gittiği yoldan yürü, ben, de: Buna karşı sizden bir ecr istemem, o mahzâ âlemîni irşat için ilâhî bir yadigârdır. (Elmalı)

Ülaikelleziyne hedAllah İşte şu Allah’ın doğru yolu gösterdiği insanlar, fe Bi hüdahumuktedih o halde sen de onların rehberliğine uy.

Başta ben eğer bu ifadenin hakikatini ta yüreğimizde hissetmiş olsaydık sevgili dostlar, çamaşır gibi sıkılmamış, içimizin titremesi gerekirdi. Bu ifade peygambere, işte bütün bu insanlar, bu sayılan isimler, yukarıdan beri sayılan 18 peygamber, nedir bu nebileri filozoflardan ayıran, dini de felsefeden ayıran temel noktadır bu işte.

Vahiy, nehir gibidir demiştim. Kesintisiz, sürekli ve birbirini doğrulayan peygamberler. Hiçbir peygamber; Ben size, benden önce hiç duyulmamış bir hakikat getirdim dememiştir değerli dostlar. Onun için hemen buracıkta şunu söylemek istiyorum. Hakikat ne yenidir, ne eskidir. “Eskimez” dir sevgili dostlar eskimez ve burada peygamberlerin hep birbirlerini doğrulayarak gelmiş olmaları, hakikatin moda olmadığını, moda olmadığı için de modasının geçmediğini her zaman, her çağ, her zeminde geçerli olduğunu en güzel ifade ediyor. Ve Resulallah’a; fe Bi hüdahumuktedih sen de onların yoluna uy deniliyor.

Ayrıcalık göster, sen biriciksin, sen teksin, sen müstesnasın falan denilmiyor dikkatinizi çekerim, sende onların yoluna uy. Çünkü bu bir çizgidir. İnsanlık çizgisi iki yatakta akar. Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir diyor ya şair, tıpkı onun gibi. Siz hangi olukta bir damlasınız. Nur akan olukta bir damla mısınız, kir akan olukta bir damla mısınız buna karar verin lütfen.

kul la es’elüküm aleyhi ecran ve de ki; Sizden bunun için karşılık beklemiyorum. Hiçbir ücret, hiçbir karşılık beklemiyorum.

Bu tüm peygamberlerin gönderildikleri toplumlara ilk söyledikleri şeydir. Ücret istememek. Niçin? Çünkü ecir alacaklar. Ücret isterlerse ecirlerini heba etmiş olurlar. Ücret alırlarsa, sözlerinin etkisini sıfırlamış olurlar. İnsanların aklına hitap ediyor peygamberler. Ben ücret istemiyorsam, söyler misiniz benim menfaatim nedir, düşünün, düşünün de ona göre benim hakkımda bir karar verin demiş oluyorlar.

in huve illâ zikra lil alemiyn; Unutmayın ki o, ne? Vahiy. O ilahi mesaj, o Allah’ın insanla konuşması bütün insanlığa bir öğütten ibarettir. Belki daha Türkçe bir ifade ile çevirirsem, bir ilahi yadigârdır. Bu yadigâra ihanet ederseniz, Allah’ın yadigârına ihanet etmiş olursunuz.

Bu rububiyyet delillerini ifade eden pasajın arkasından Allah’ın Rabbliğinin en güzel ifadesi olan, en büyük göstergesi olan Nübüvvet delilleri geliyor. Şimdi bu yeni pasajda nübüvvet delillerini rabbimiz bize sunuyor.

91-) Ve ma kaderullahe hakka kadriHİ iz kalu ma enzelAllahu alâ beşerin min şey’* kul men enzelel Kitabelleziy cae Bihi Musa nuren ve hüden linNasi tec’alunehu karatıyse tübduneha ve tuhfune kesiyra* ve ‘ullimtüm ma lem ta’lemu entüm ve la abaüküm* kulillahu sümme zerhüm fiy havdıhim yel’abun;

Allâh’ı hakkıyla takdir edemediler… “Allâh, hiçbir beşere bir şey inzâl etmemiştir” demekle! De ki: “Musa’nın hakikatinden insanlar için Nur ve Hüda olarak getirdiği Kitabı (BİLGİyi) kim inzâl etti? Siz Onu (BİLGİyi) kâğıtlar haline getirip gösteriyorsunuz, birçoğunu (BİLGİyi de) gizliyorsunuz… Oysa ne sizin ne de babalarınızın bilmediği şeyler öğretildi size!”… “Allâh” de, sonra bırak onları daldıklarında oynayıp dursunlar! (A.Hulusi)

091 – Allah’ı gereği gibi tanıyamadılar, çünkü bir Allah beşere bir şey indirmedi dediler, de ki kim indirdi o, Musâ’nın insanlara bir nûr, bir hidayet olarak getirdiği kitabı? ki siz onu parça parça kâğıtlar yapıyorsunuz, bunları ortaya atıyorsunuz da bir çoğunu gizliyorsunuz, bununla beraber şimdi size ne sizin ne atalarınızın bilemediğiniz hakikatler öğretilmekte, Allâh, de: Sonra bırak onları daldıkları batakta oynaya dursunlar. (Elmalı)

Ve ma kaderullahe hakka kadriHİ iz kalu ma enzelAllahu alâ beşerin min şey’ Onlar, Allah bir insana hiçbir şey indirmemiştir derken, Allah’ı hakkıyla takdir edememişlerdir.

Allah’ı hakkıyla takdir etmek, ne müthiş bir ifade değil mi..! Allah’ı hakkıyla takdir etmek gerçekten çok zor bir şey olsa gerek. Rabbimizin hakkını takdir edebilmek için, Allah’ı görür gibi bir ömür, görür gibi bir iman, görür gibi bir feraset ve basiret sahibi olmak. Görür gibi bir imana sahip olan insan, işte o zaman Allah’ı hakkıyla takdir edecektir.

Allah’ın yarattıklarına, özelde insana olan ilgi, sevgi ve şefkatini takdir edememek ifade ediliyor bu ayette. Yani vahyi reddetmek, vahye sırt dönmek, Allah’ın insana olan ilgisine şefkatine, insana olan sevgisine sırt dönmek bunu takdir edememektir değerli dostlar. İkincisi Allah’ın insan hayatına müdahil, aktif bir rabb oluşunu takdir edememek ifade ediliyor. Aktif bir Rabb oluşunu takdir edemeyenler, pasif bir Allah’a inanırlar.

İşte müşriklerin inandığı Allah inancı buydu. Pasif, insan hayatına müdahil olmayan, insan hayatına karışmayan, dolayısıyla ilgisini insandan kesmiş, bir başka ifade ile umudunu insandan kesmiş bir Allah anlayışı, işte bu reddediliyor ve devam ediyor;

kul men enzelel Kitabelleziy cae Bihi Musa nuren ve hüden linNasi tec’alunehu karatıyse tübduneha ve tuhfune kesiyra De ki; Kim indirdi Musa’nın insanlara bir ışık ve rehber olarak getirdiği ve sizin papirüs parçalarına dönüştürdüğünüz, çok gizlediğiniz halde sadece gösteriye açtığınız kitabı. Söyleyin bakalım kim indirdi?

Bu ayetler Mekki olmasına rağmen, muhatap Yahudiler gibi gözüküyor. Fakat şunu unutmamak lazım, müşriklerin akıl hocalığını Yahudiler yapıyorlardı. Yahudilere müşrikler gidiyorlar, onlardan aldıkları şeyleri Resulallah’a getirip soru biçiminde soruyorlar ve Resulallah’tan aldıkları cevabı da onlara gidip ne diyelim diye akıl alıyorlardı. Onun için Kur’an bazen aracıları aradan çıkararak doğrudan akıl hocalarına hitap ediyor Mekki ayetlerde. Onun için bu ayetleri de, Mekke’de nazil olan bu sure içinde bir istisna kabul etmek, medeni saymak yerine böyle bir yaklaşım daha tutarlı ve daha doğru olacaktır. Yahudilerin maskesini düşürüyor bu ayetler, çelişkilerini ortaya koyuyor.

Tec’alunehu karatıys deniliyor ayette, yani onu kağıt haline, papirüs haline dönüştürdünüz. Burada ki ceale fiilinin sandı, kıldı, dönüştürdü, becerdi anlamlarına dikkatinizi çekmek isterim. Yani Allah bir vahiy gönderiyor yol haritası olarak, onlar yol haritasını sofraya serilecek bir gazeteye dönüştürüyorlar. Düşünebiliyor musunuz. Yani ilahi vahyi üzerinde yemek yemek için yere serilecek bir gazete parçasına, bir kağıt parçasına, bir papirüs parçasına dönüştürmek ne kadar abes, o mesaja ne kadar büyük hakaret olur değil mi.

İşte burada bir kinaye olarak ta vahyin, yanlış alanlarda kullanımı. Bir yol haritası, bir kılavuz, bir hayat rehberi olarak değil de, başka amaçlarda kullanılması kınanıyor ve bu ümmete de Yahudileşmeyin deniliyor.

ve ‘ullimtüm ma lem ta’lemu entüm ve la abaüküm oysa ki ne sizin, ne de atalarınızın bilmediği bir çok şey, size onun sayesinde öğretilmişti. O gönderilen vahiyler sayesinde öğretilmişti.

Onlar Yahudice bir tavır göstermişlerdi gönderilen vahiylere. Tevrat’a mış..! gibi davrandılar. Yani uyuyor muş gibi davrandılar. Ama Tevrat’ı bir bilmeceye dönüştürdüler. Onu bir şifre kitabına dönüştürüp rakam değerli harf sistemi ile yani ebcet sistemi ile, cifir sistemi ile Tevrat’ı bozdurup bozdurup kullanmaya kalktılar. Ayetleri hayatlarına aktaracakları yerde, ayetleri bir bilmece gibi çözerek halkı soymaya kalktılar ilim adamları.

İşte Kur’an onların bu ilahi vahye yaptıkları tarihi ihaneti dile getirerek aynı zamanda bu ümmetin de Kur’an a böyle yapmaması için bir uyarı gönderiyor.

kulillahu sümme zerhüm fiy havdıhim yel’abun; Allah’tır, diye cevap ver. Kim diye sormuştu ya ayet, kim indirdi ye, Allah’tır diye cevap ver, sonra da bırak. Daldıkları boş laflarla oyalanadursunlar.

92-) Ve hazâ Kitabun enzelnahu mübarekün musaddikulleziy beyne yedeyhi ve li tünzira Ümmel Kura ve men havleha* velleziyne yu’minune Bil ahireti yu’minune Bihi ve hüm alâ salatihim yuhafizun;

Bu ise, Ümmül Kura’yı (Mekke) ve onun çevresinde yaşayanları uyarman için inzâl ettiğimiz, mübarek ve kendinden öncekini tasdik edici bir Bilgidir (Kitaptır)… Geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerine iman edenler, O bilgiye de iman ederler… Onlar salâtlarına (namazlarına) devam ederler. (A.Hulusi)

092 – İşte bu da bizim indirdiğimiz bir kitap, feyz-u bereketi Dünyayı tutacak, evvelki kitaplar bu tasdik etmedikçe muteber olmayacak, bir de ümmül kurayı ve hem bütün çevresindekileri inzar edesin diye ki Âhireti temin edecekler buna iman ederler ve onlar namazlarının üzerine muhafız olurlar. (Elmalı)

Ve hazâ Kitabun enzelnahu mübarekün musaddikulleziy beyne yedeyhi ve li tünzira Ümmel Kura ve men havleha  Bu da, sözü bu vahye getirdi Kur’an. Geçmiş vahiylerden hemen bu vahye getirdi. Biraz önce bir ilişki kurmuştum İsrail oğulları ile bu ümmet arasında. Yani aslında Kur’an kuruyor bu ilişkiyi. Sözü Kur’an a getirmek için, sözü Tevrat’tan ve Yahudileşen İsrail oğullarından açtı. Bu da kentlerin anasında ve onun çevresinde bulunanları uyarman için indirdiğimiz bereket kaynağı, kendisine kadar gelen hakikatleri doğrulayan ilahi bir kelamdır. Bu dediği, Kur’an vahyi.

Değerli dostlar, Ümmül Kura geçiyor ayette. Mekke Ümmül Kura dır bu ayetin ilk muhatapları için. Dini, tarihi ve ticari bir merkezdir çünkü. Yerleşim merkezlerinin anası demektir. Ana kent demektir. Tam anlamıyla ana kent. Uygarlık merkezleri, megapoller, metropoller de ümmül kura’dır diye düşünüyorum. Onun için bu ayetin bizim için ifade ettiği hakikat şudur. Çağımızda dünyanın kendisinden yönetildiği, dünyaya siyaset eden, dünyayı çekip çeviren, çağınızın uygarlığının merkezlerine yüklenin. İlahi mesajı oralara taşıyın. Oralar bir insanın yüreği gibidir.

Yer yüzünün kendisinden yönetildiği siyaset, ticaret merkezleri, bir insanın yüreğine benzer. Yüreğini teslim aldığınızda, elini ayağını, dilini dudağını, gözünü kulağını teslim almış olursunuz. Onun için ben bu ayetin bize verdiği mesaj, kendi çağımızda ki yer yüzünün vaziyet edildiği, yönetildiği megapolleri, metropolleri anlıyorum. Washington’u anlıyorum. Moskova’yı anlıyorum. Berlin’i anlıyorum, Brüksel’i anlıyorum ve bu merkezlere müminler ilahi mesajı götürmelidir. Bu ayetin bir emri gibi algılanmalıdır. Çünkü buralar ümmül kura’dır diye düşünüyorum.

Ve bu ifadenin de kutsallığı beyan eden bir ifade olmadığını görüyorum. Burada Mekke’nin kutsallığı ile ilgili hiçbir şey yok. Sadece Mekke’nin kentsel misyonu ile ilgili bir ibaredir bu. Kentsel misyon, yani ana kent olması. Oysa ki mesela Alu İmran 96. ayet böyle değil. Orada ümmül Kura diye de geçmiyor. Ama Mekke’nin kutsiyetine atıf var. Onun gibi değil bu ayet. Burada Mekke’nin kentsel misyonu, şehir misyonu ile alakalı, sıradan ama merkezi bir yere yüklenmek, vahyi oraya taşımak, vahyi merkeze taşıdığınızda karşılığının kendiliğinden geleceğini ifade etmek açısından anlamlı buluyorum.

 velleziyne yu’minune Bil ahireti yu’minune Bihi ahirete inanan kimseler buna da inanırlar. Yani bu vahye de inanırlar.

Burada bir gönderme geçmişti, kendilerine vahiy gönderilen ve ahirete iman eden insanlara bir gönderme yapılıyor. Eğer öldükten sonra hesap vereceğinize inanıyorsanız, bu kitaba da inanın ki hesabınızı verebilesiniz.

ve hüm alâ salatihim yuhafizun; Allah’a karşı esas duruşunu muhafaza edenler de işte onlardır.

Ben burada ki salatihim sözünü esas duruş biçiminde çevirdim. Lafzen namaz anlamına gelir. Namaz, esas duruşu en güzel sembolize eden ibadettir değerli Kur’an dostları. Fakat namazı da içine alan daha kapsamlı bir duruştan söz ediyor gibi geldi bana bu ibare. Onun için namaz diye çevirmek yerine, Allah’a karşı esas duruş olarak çevirdim. Namazı da kapsayan muhteşem bir insan duruşudur burada ki salat.

93-) Ve men azlemü mimmeniftera alAllahi keziben ev kale uhıye ileyye ve lem yuha ileyhi şey’ün ve men kale seünzilü misle ma enzelAllah* velev tera iziz zalimune fiy ğameratil mevti vel melaiketü basitu eydiyhim* ahricu enfüseküm* elyevme tüczevne azâbelhuni Bi ma küntüm tekulune alAllahi ğayrel Hakkı ve küntüm an ayatihi testekbirun;

Allâh üzerine yalan uyduran yahut kendisine bir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu” diyen ve bir de “Allâh’ın inzâl ettiğinin misli ben de inzâl edeceğim” diyenden daha zâlim kimdir? Zâlimleri, ölümün şiddetini yaşarken bir görsen! Melekler (kuvveler) de ellerini bast etmiş (yaymış) “Bilinç olarak (dünyanızla) ayrılın bedenden şimdi (ölümü, bedensiz kalmayı tattınız, yaşam devam ediyor)! Allâh üzerine Hak olmayanı söylemeniz ve O’nun delillerine karşı benlik taslıyor olmanızdan dolayı, bugün aşağılanma azabı ile cezalandırılıyorsunuz.” (A.Hulusi)

093 – Uydurduğu yalanı Allaha isnat eden veya kendine bir şey vahiy edilmemişken bana vahiy olunuyor diyen kimseden, bir de Allâhın indirdiği âyetler gibi ben de indireceğim demekte olan kimseden daha zâlim kim olabilir? Görsen o zâlimler ölüm dalgaları içinde boğulurken Melâike ellerini uzatmış çıkarın, diye: canlarınızı bu gün zillet azâbıyla cezâlanacaksınız, çünkü Allaha karşı hakk olmayanı söylüyordunuz ve çünkü Allâhın âyetlerinde istikbar ediyordunuz. (Elmalı)

Ve men azlemü mimmeniftera alAllahi kezibe Allah hakkında yalan uyduran. 91. ayete hemen atfedeyim ben, Allah hiçbir şey indirmemiştir sözü, Allah adına yalan konuşmaktır işte. Allah’ın indirip indirmediğini Allah’tan öğrenmek lazım. Sizin Allah adına böyle bir şey söylemeye yetkiniz yok, bunu yaparsanız Allah hakkında yalan uydurmuş olursunuz.

 ev kale uhıye ileyye ve lem yuha ileyhi şey’ün ya da kendisine hiçbir şey indirilmediği halde bana indirilmiştir diyen yalancı peygamberlik, müte mehdilik, yani sahte mehdilik ve sahte Mesihlik iddialarını hatırlayalım.

Günümüzde ve geçmişte, gelecekte de devam edecektir. Yalancı peygamberler, sahte mehdiler, sahtekar Mesihler gelmeye devam edecek, bu iddia hiç bitmeyecektir. Onun için bu ibare oraya bir atıftır.

ve men kale seünzilü misle ma enzelAllah ve Allah’ın indirdiği şeyleri ben de indirebilirim iddiasında bulunan kimseden daha tahripkar Ve men azlemü ya geçtik ayetin başına, daha tahripkar, daha zalim, daha büyük kötülük işleyen kim olabilir ki..! Vahyin ilahi kaynaklı oluşunu inkardır bu son suçta. Yani Allah’ın indirdiği şeyleri ben de indirebilirim demek ne demek, vahyin ilahi kaynağını inkar etmek demek.

velev tera iziz zalimune fiy ğameratil mevt gerçekten insanı iliklerine kadar titreten hitapla karşı karşıyayız, azarla. Ölüm sancıları içinde kıvranırken bir görmeliydin bu zalimleri..! Vahyin ilahi kaynağına iman etmeyen inanmayan, Allah’a güvenmeyen, kendisini bir şey zanneden, sahtekarlık yapan, kendisinin de nübüvvete sahip olduğunu söyleyen, ya da Allah hakkında yalan uyduran. Allah’ı Allah’ın tanıttığı gibi değil de kendi kafasından tanıtmaya kalkan, Allah’ı takdir edemeyen bu zalimleri diyor bu müthiş ayet, Melekler ölüm sancıları içinde kıvrandırırken bir görmeliydin bu zalimleri.

vel melaiketü basitu eydiyhim* ahricu enfüseküm melekler ellerini uzatacak ve diyecekler ki bu zalimlere, ruhlarınızı teslim edin bakalım..! Teslim edin ruhlarınızı bakalım diyecekler…!

elyevme tüczevne azâbelhuni Bi ma küntüm tekulune alAllahi ğayrel Hakkı ve küntüm an ayatihi testekbirun; Allah’a doğru olmayan şey atfettiğiniz ve onun mesajlarına karşı küstahça böbürlendiğiniz, kibirlendiğiniz için bugün onur kırıcı bir cezaya çarptırılacaksınız diyecekler melekler. Onları diyor Kur’an, ölüm çırpınışları içerisinde boğulurken bir görmeliydin.

Aman Allah’ım bundan sana sığınıyoruz ya rabbi..! senin vahyine ihanet etmekten, sana iftira etmekten, sana sui zan etmekten nasıl sana sığınmayız ki.!

94-) Ve lekad ci’tümuna furada kema hâlâknaküm evvele merretin ve terektüm ma havvelnaküm verae zuhuriküm* ve ma nera me’aküm şüfe’âekümülleziyne ze’amtüm ennehüm fiyküm şürekâ’* lekad tekatta’a beyneküm ve dalle anküm ma küntüm tez’umun;

Andolsun sizi ilk defa yarattığımız (durumdaki) gibi (orijininizin farkındalığıyla) FERD’ler olarak bize geldiniz! Sizi hayaline daldırdığımız şeyleri, geride bıraktınız… (Allâh) ortakları sanıp şefaatçi edindiklerinizi de sizinle beraber görmüyoruz… And olsun ki aranızdaki bağ kopmuş ve var sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir! (A.Hulusi)

094 – Celâlim hakkı için işte geldiniz: bize teker teker: ilk defa yarattığımız gibi ve o size bahşedip hayâlına daldırdığınız servetleri arkalarınızın gerisine bıraktınız, hani o sizin mevcudiyetinizde şürekâ olduklarını zu’m ettiğiniz şefaatçılarınızı da yanınızda görmüyoruz? Gördünüz ya aranızdaki rabıtalar didik didik koptu ve o zu’m ettiklerinizin hepsi sizden gaib olup gitti. (Elmalı)

Ve lekad ci’tümuna furada kema hâlâknaküm evvele merreh.  (Allah) diyecek ki; işte şimdi bize yapayalnız geldiniz. Hakimi Allah olan bir ahiret mahkemesi düşünün ve herkes, bütün insanlık onun huzuruna sürülmekte. Herkes boynunda amel filmini yüklenmiş bir halde gelmekte. 3 boyutlu değil, 3.000 boyutlu bir gösteri, bir film. İşte şimdi bize yapayalnız geldiniz, tıpkı ilk yarattığımız gibi denilecek.

ve terektüm ma havvelnaküm verae zuhuriküm size verdiğimiz her şeyi arkanızda bıraktınız diyecek Allah.

Ve ma nera me’aküm şüfe’âekümülleziyne ze’amtüm ennehüm fiyküm şürekâ’ Hani sizinle ilgili hususlarda Allah’a ortak olduğunu saydığınız o şefaatçileriniz, yanınızda göremiyoruz onları, neredeler denilecek. Neredeler onlar, o şefaatçiler şimdi yoklar.

ennehüm fiyküm ibaresi biraz zor bir ibare. Sizin adınıza, sizin lehinize Allah’ın yanında ortak saydığınız şeyler. Bunlar kim olursa olsun. Azizler, sıddıklar, peygamberler, nebiler, ya da taşlar topraklar, kabirler mezarlar, yatırlar. Evet, bir muhayyel, bir mutasavver aracı tasavvur ediyorsa hepsi ama hepsi, onlar yok olacaklar.

lekad tekatta’a beyneküm ve dalle anküm ma küntüm tez’umun; Doğrusu aranızdaki bütün bağlar kesilip atılmıştır ve bütün dost sandıklarınız sizi yapayalnız, ama yapayalnız bırakmıştır.

İnsanın değerli Kur’an dostları kendisi ile arasında, kendisi ile Allah arasında, kendisi ile rabbi arasında aracı olacağına inandığı tüm muhayyel, tüm mutasavver aracılar, şefaatçiler için söyleniyor bu hitap. Onlar için geçerli.

Amelinize güvenin deniliyor. En büyük şefaatçiniz sizin hayatınız olacaktır deniliyor.

95-) İnnAllahe falikulhabbi venneva* yuhricül hayye minel meyyiti ve muhricül meyyiti minel hayy* zâlikümullahu, feenna tü’fekûn;

Muhakkak ki Allâh tohumu ve çekirdekleri çatlatıp yarandır (Esmâ tohumundan varlık sûretlerini yaratan)! Ölüden (hakikat ilmi yoksunu) diriyi (Hayy ismi özelliğiyle ölümsüzlüğünü fark edeni) çıkarır… Diriden (hakikat bilgisiyle yaşarken – mülhime kavrayışı içindeyken) de ölüyü (kozasını terk edemeyip nefsi emmâreye – bedenselliğe düşeni) çıkarır! İşte Allâh budur! Nasıl (hâlden hâle) çevriliyorsunuz? (A.Hulusi)

095 – Allâh o dâneleri, çekirdekleri pörtleten, ölüden diri çıkarır, ve diriden ölü çıkaran, işte size söylüyorum Allâh o, şimdi söyleyin nereden çevriliyorsunuz? (Elmalı)

İnnAllahe falikulhabbi venneva Kuşkusuz Allah’tır tohumu ve çekirdeği yaran. Şimdi yeni bir pasaja geçti Kur’an. Bu nübüvvet delillerinden sonra, uluhiyet ve vahdaniyet delillerine geçti. Adeta Kur’an kendi içerisinde müthiş bir sistematiği var. Birbirinin anlamını bütünleyen pasajlar halinde geliyor. Onun için bu pasajların kendi iç bütünlüğü çok anlamlı, çok önemli. Burada da uluhiyet, yani Allah’ın birliğinin ve Allah’ın ilahlığının delilleri ifade ediliyor ve deniliyor ki; Allah’tır tohumu ve çekirdeği yaran.

Burada İnne edatının yapısı gereği naspettiği ismine tümleç rolü yüklemek gerekiyor. Onun içinde ben devrik çevrilmesi gerektiğine inanıyorum. Yani Allah’tır tohumu ve çekirdeği yaran biçiminde.

Allah’ı bir eylemi ile tanımlamak yerine, yani Allah yarandır biçiminde ifade etmek yerine, eylemi Allah ile tanımlamak, yaran Allah tır. Biçiminde tanımlamak daha hoş, daha nükteli ve ifadeyi, meramı daha güzel anlatan bir çeviri olacaktır.

yuhricül hayye minel meyyiti ve muhricül meyyiti minel hayy ölüden diriyi var eden ve diriden ölüyü çıkaran, zâlikümullahu, feenna tü’fekûn; İşte budur Allah.

İbareye bakın değerli dostlar. İşte budur Allah. Yani sizin zihninizde ki Allah tasavvuru nasıl, Kur’an la bir ölçüştürün, karşılaştırın. Çok önemli. Yalnızca Allah’a inanmak yetmiyor. Allah kendisini nasıl tarif ediyorsa işte o tarif edilen Allah’a inanmak gerekiyor. feenna tü’fekûn; nasıl da savruluyorsunuz. ‘fek, nasıl da savruluyorsunuz. Bu ‘fek, yalan söyledi demek Arap dilinde. İftira etti, gerçeği ters yüz etti anlamına gelir. Bu da zihnin alabora olmasıdır değerli dostlar. Zihnin alabora, alt üst olmuş halini ifade eder. Savrulmak diye onun için böyle Türkçeye taşıdım. Nasıl da zihnen, aklen savruluyorsunuz.

96-) Falikul ısbah* ve ce’alelleyle sekenen veşŞemse vel Kamera husbana* zâlike takdiyrul Aziyzil Aliym;

Karanlığı yarıp aydınlığı ortaya çıkarandır! Geceyi sükûnet, Güneş ve Ay’ı ölçüler vesilesi kıldı… Bu, Aziyz ve Aliym olanın takdiridir. (A.Hulusi)

096 – O, tan attırıp sabah çıkaran, geceyi bir aramgâh kılmış, Şems-ü Kameri de birer nişanei hisâb, o işte o azîz, alîmin takdiri. (Elmalı)

Falikul ısbah* ve ce’alelleyle sekenen odur tan yerini ağartan ve geceyi dinlenme vakti kılan. veşŞemse vel Kamera husbanan güneşi ve ayı, zamanı tayin ölçüsü kılan da O’dur.

Siyak ve sibak, yani öncesine ve sonrasına ayetin hemen önüne ve sonuna, bağlamına baktığınızda, eşya insana dönük yararları ile tanımlanıyor buralarda. Yani insana olan menfaati açısından güneş, ay, yer. gök,  tanımlanıyor ve onun için bu manayı tercih ettim ben. Yoksa veşŞemse vel Kamera husbanan, Hubanen’in başına Rahman suresinde ki gibi bir B takdir ederek bir B harfi cerri Bihusbanin okursak eğer o zaman yörüngelerinde hareket ettiren O’dur anlamına gelir.

zâlike takdiyrul Aziyzil Aliym; Bunlar, her şeyi bilen sonsuz kudret sahibinin iradesi ile tayin ve tespit edilmiştir. Yani yerler ve gökler bile, Allah’ın tayin ve tespiti dışında hareket etmezken ey insan, sen, sen akıllı varlık, sen iradeli varlık, Nasıl Allah seni başıboş bırakır. Sen kıyasla, sen düşün diyor. Göğü bile kendi başına bırakmamışken, cansız dediğin varlıkları bile bir yasaya tabi kılmışken senin için, sen Allah’ın şaheseri olan insan için Allah’ın bir yasası olmasın mı. İşte burada söylenen bu.


97-) Ve HUvelleziy ce’ale lekümünNücume litehtedu Biha fiy zulümatil berri velbahr* kad fassalnel ayati likavmin ya’lemun;

 

“HÛ”dur; karanın ve denizin karanlıklarında, hidâyet bulmanız için yıldızları oluşturan! Gerçekten biz, bilen bir toplum için işaretleri tafsil ettik. (A.Hulusi)

097 – Hem odur, o ki karada ve denizde yolu doğrultmanız için size yıldızları sebep kılmıştır, hakikat ilim ehli olanlar için âyetleri tafsil eyledik. (Elmalı)

 

Ve HUvelleziy ce’ale lekümünNücume litehtedu Biha fiy zulümatil berri velbahr ve karanın ve denizin zifiri karanlığında onlara bakıp yolunuzu  bulabilesiniz diye sizin için yıldızları var eden  O’dur.

kad fassalnel ayati likavmin ya’lemun;  Doğrusu biz bu mesajları öğrenme yeteneği olan insanlara açık ve anlaşılır kılmışızdır.

 

98-) Ve HUvelleziy enşeeküm min nefsin vahıdetin femüstakkarun ve müstevde’un, kad fessalnel’ayati likavmin yefkahun;

“HÛ” ki, sizi Nefs-i Vahide’den (TEK BİR NEFS’ten – Tek bir benlikten) inşa etti… Müstekarr (istikrar bulma – hakikatini tanıma ve yaşamada kararlılık için dünyanın oluşması)… Müstevda (beden – emaneten kalma yeri)… Hakikaten biz, anlayışı açık bir halk için işaretleri tafsil ettik. (A.Hulusi)

098 – Hem odur, o ki sizi bir tek nefisten halk etti, demek bir müstekar bir de müstevda’ var, hakikat ince anlayışlı fıkıh ehli olanlar için âyetleri tafsil eyledik. (Elmalı)

Ve HUvelleziy enşeeküm min nefsin vahıdetin yine O’dur sizi bir tek canlıdan ortaya çıkaran. Allah’ın uluhiyet ve vahdaniyet delilleri devam ediyor. Yani Allah’ın sizin için önemini siz kavrayamıyorsunuz. Unutmayın, varlığınızı O’na borçlusunuz. Varlığınızı borçlu olduğunuz Allah’ı, yine O’nun verdiği bir dil ile inkar etmeye kalkarsanız sizin için hangi sıfatı kullanmak lazım.

Ve HUvelleziy enşeeküm min nefsin vahıdetin yine O’dur sizi bir tek canlıdan ortaya çıkaran. femüstakkarun ve müstevde’un ve her biriniz için geçici ve kalıcı bir yer tayin eden.

Bu kadar gelmiş ibare. Geçici ve kalıcı bir yer. Çok anlamlar çağrıştırıyor zihnimizde. Geçici yer, kalıcı yer nedir.

Anne karnı dünya. Anne karnı geçici, dünya kalıcı.? Değil bu uymadı. Bir başka yaklaşım, ya da daha doğrusu ne olabilir? Ölüm öncesi, ölüm sonrası. Ölüm öncesi geçici yer, ölüm sonrası kalıcı yer.

Belki burada daha farklı bir mana da çıkarılabilir buradan; Geçici bedenin, kalıcı ruhun tekamül süreci olarak ta anlaşılabilir. Bu bendenizin yorumu. Buradaki tekamül süreci anlamına Özellikle müstevde’un süreç anlamına, bu surenin 67. ayetine bir atıf yapmakla yetiniyorum sadece.

kad fessalnel’ayati likavmin yefkahun; doğrusu biz bu mesajları kavrama yeteneği olan insanlara açık ve anlaşılır kılıyoruz.

99-) Ve HUvelleziy enzele mines Semâi ma’en, feahrecna Bihi nebate külli şey’in feahrecna minhü hadıren nuhricü minhü habben müterakiba* ve minennahli min tal’iha kınvanün daniyetün ve cennâtin min a’nabin vezzeytune verrummane müştebihen ve ğayre müteşabih* unzuru ila semerihi izâ esmera ve yen’ıh* inne fiy zâliküm le âyâtin li kavmin yu’minun;

“HÛ” ki semâdan suyu inzâl eden!.. Onunla (semâdan inen su ile) HER ŞEYİN nebatını çıkardık! Ondan da bir yeşillik çıkardık… Ondan da birbiri üzerine gelişmiş habbeler (taneler); hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkarıyoruz… (Bunların) müteşabihi (birbirine benzeyenleri) ve müteşabih olmayanı da! Onun ürünlerine, bir ilk meyve verdiğinde ve bir de olgunlaştığında bakın… Muhakkak ki bunlarda iman eden halk için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)

099 – Yine odur, o ki Semâdan bir su indirdi, derken onunla her şeyin nebatını çıkardık, derken ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üzerine binmiş dâneler çıkarıyoruz, hurma ağacından da dalından sarkan salkımlar ve üzümlerden bağlar, zeytini da narı da birbirine benzer benzemez, bakın her birinin meyvesine: Bir meyve verdiği vakit, bir de kemale erişine, şüphesiz şu sizi gösterilende iman ehli olanlar için bir çok âyetler vardır. (Elmalı)

Ve HUvelleziy enzele mines Semâi ma’en O’dur gökten yağmuru indiren. Hayatın sudan yaratılmasa da bir gönderme gibi geldi bana.

feahrecna Bihi nebate külli şey’in Biz bu yolla her türlü bitkiyi tomurcuklandırırız. Bir bitkinin süreci ifade ediliyor. Yine burada söylenen şu dostlar. Ot, siz ot diye bakarsınız. Ot dahi bir yasaya tabi. Doğar, büyür, meyve verir ve ölür. Ya ey insan, etrafındaki ot kadar yok musun. Ota bakıp ta ibret almaz mısın. Senin de baharın, yazın ve güzün var. Sen de bir gün yapraklarını döküp solacaksın.

Aslında göndermeler hep tabiata dikkat edin dostlar. Allah aklımızı doğru kullanmamızı öğütlüyor burada ve ayetler de biterken zaten likavmin yu’minun; diye bitiyor dikkat edin. Düşünen, akıl sahibi akıl eden bir toplum için diyor.

feahrecna Bihi nebate külli şey’in işte biz bu yolla her tür bitkiyi tomurcuklandırdık, feahrecna minhü hadıren ondan da yemyeşil bir çim meydana getirdik. Tomurcuklanma ilk aşama, ondan sonra çimlenme. Yani bitkilerin çimlenme, tahılların çimlenme aşamasına dikkat çekiyor 2. aşama. 3. aşama; nuhricü minhü habben müterakiban buda 3. aşama meyve aşaması. Ondan ise birbiri üzerine binmiş tahıl taneleri çıkarıyoruz. Ürün aşaması.

ve minennahli min tal’iha kınvanün daniyetün Yine hurma ağacının tomurcuğundan sık salkımlı hurmalar, ve cennâtin min a’nabin vezzeytune verrumman üzüm bağları, zeytin ve nar ağaçları müştebihen ve ğayre müteşabih

Çok ilginç, biri diğerine çok benzeyen ve biri diğerinden çok farklı. Var oluş yasalarına uymada benzeyen, doğa yasalarına. Yani doğar, büyür, meyve verir, ölür. Benzer. Fakat form, tat, renk, görünüş ve biçimde benzemeyen. Farklı farklı. Adeta bir orkestranın enstrümanları gibi. Yani hepsi de kesrette vahdeti gösteriyorlar. Yasalara uymada benziyorlar. Hepsinin ortak ilkeleri var. Ama görünüşte bir zenginlik.

Onun için adeta insan zenginliğine bir atıf ve insanların farklı düşüncelerine, farklı duygularına, farklı tasavvurlarına ve onları farklı dile getiriş yöntemlerine, üsluplarına ve belki de vahyi insanlığa taşıyan peygamberlerin farklılıklarına da bir atıf. Adet tüm peygamberlerin birbirine benzeyen, yani usulde, yani temelde, yani akidede birbirinin aynı, ama ayrıntıda birbirinden farklı, renkli, çeşitli olduklarına bir atıf olarak ta alınabilir.

unzuru ila semerihi izâ esmera ve yen’ıh ürün verdiği ve olgunlaştığı zaman meyvesine bakın. inne fiy zâliküm le âyâtin li kavmin yu’minun; Hiç kuşkusuz bütün bunlar da inanacak insanlar için derin mesajlar vardır.

100-) Ve ce’alu Lillahi şürekâelCinne ve halekahüm ve hareku leHU beniyne ve benâtin Biğayri ‘ılm* subhaneHU ve te’âla amma yesıfun;

(Onlar bir de) CİNNi (görünmeyen varlıkları) Allâh’a ortak kıldılar… Onları (Allâh) yaratmıştır! (Onlarda açığa çıkan özellikler de Allâh Esmâ’sından meydana gelmiştir)… Bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar! Subhan’dır O; onların tanımlamalarından berî ve yücedir! (A.Hulusi)

100 – Bir de tuttular Allâha Cinleri (gizli mahlûkları) şerik koştular, halbuki o onları yarattı, bundan başka ona oğullar ve kızlar saçmaladılar, ne dediklerini bildikleri yok, onun zatı sübhanîsi semavât ve yerin mübdii, (Elmalı)

Ve ce’alu Lillahi şürekâelCinn Fakat görünmez varlık türlerine Allah’a denk bir makam yakıştırdılar diyor Kur’an.

Ben elCinn’i cin diye çevirmedim. Cin daha sonra ıstılahlaştı. Aslında Kur’an ın indiği neslin zihninde cin ifadesi, bizim zihnimizde ki gibi kavramlaşmamıştı. Cin daha önce de geçtiği yerlerde değindiğim gibi, Arap dilinde ce ne ne kökünden gelen her kelime, gizlenmiş örtülmüş, saklanmış, gözden ırak olan anlamına gelir. Cenin, Mecnun, Can, Cennet, bunların hepsi saklanmış, örtülmüş, gizlenmiş. Onun için elCinn’de burada, insanın göz ufkunun dışında kalan, insanın kavrayamadığı farklı varlık düzlemleri. Allah’ın yaratmış olduğu, fakat insanın göz ufkuna girmeyen, göz alanına dahil olmayan farklı varlık düzlemlerine işaret eder.

ve halekahüm Ne diyordu burada, onlara, Allah’a denk bir konum yakıştırdılar. Yani Allah’ın vermediği yetkiyi, onlara vermeye kalktılar. Onlar da yaratıktı. Hemen arkasından onun için bu ayet devam ediyor böyle. Ne diyor? ve halekahüm oysa ki onları da O yaratmıştı.

Ne kadar güzel. Açıklama gerçekten doyurucu bu ilahi açıklama. Yani yaratılan şeylere Allah ile nasıl denk görürsünüz. Allah’ın kimi sıfatlarını alıp O’nun yarattıklarına nasıl aktarırsınız. Daha doğrusu yetki gaspı yaparsınız deniliyor.

ve hareku leHU beniyne ve benâtin Biğayri ‘ılm Bir de cehaletleri yüzünden O’na oğullar ve kızlar peydahladılar.

subhaneHU ve te’âla amma yesıfun; O’nun aşkın ve yüce olan zatı, insanların her tür tasavvur ve tahayyüllerinin üzerindedir.

Evet değerli dostlar. Hatırlayalım; Ve ma kaderullahe hakka kadriHİ…   91. ayetin ilk cümlesini. Allah’ı gereği gibi takdir edememek, Allah’ı gereği gibi takdir edememişseniz, ondan sonrası zaten geliyor. Şirkin her türüne bulaşıyorsunuz. Tüm problem, Allah’ı gereği gibi takdir etmede düğümleniyor. Onun için burada ki bütün bu iftiraları da ayet reddediyor ve diyor ki;

 subhaneHU ve te’âla amma yesıfun; O’nun aşkın ve yüce olan zatı, insanların her tür tasavvur ve tahayyüllerinin üzerindedir. Yani o harika ifade ile, her ne ki aklımıza geliyor, bilin ki Allah o değildir. Çünkü insan tasavvuru Allah’ın zatını kavramaya yetmez.

İdraki meali bu küçük akla gerekmez,

Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.

Diyordu ziya paşa değil mi? Doğru söylüyordu.

101-) Bediy’usSemâvati vel Ard* enna yekûnü leHU veledün velem tekün leHU sâhıbeh* ve haleka külle şey’* ve HUve Bikülli şey’in ‘Aliym;

Semâlar ve arzın Bediy’dir (örneksiz yoktan yaratanıdır)! Eş kavramından münezzeh olanın nasıl çocuğu olur! Her şeyi yaratmıştır! “HÛ”; her şeyi Esmâ’sından yaratması ve onların hakikatinde Esmâ’sıyla olması nedeniyle onları bilir! (A.Hulusi)

101 – Ona veled nasıl tasavvur edilir? ki bir eşi bulunmak mümkin değil, o her şeyi yaratmış ve her şeye alîm. (Elmalı)

Bediy’usSemâvati vel Ard gökleri ve yeri örneksiz yaratandır O, Allah. Örneksiz yaratan. Bir başka örneğe bakarak değil. Örneksiz yaratan. enna yekûnü leHU veledün velem tekün leHU sâhıbetun O’nun hiçbir zaman eşi olmadığı halde, nasıl çocuk sahibi olabilir ki. Yani bu kadar basit bir şeyi dahi düşünemiyor musunuz diyor. Bu iddiada bulunanlara. Özellikle Hıristiyanların teslis inancına bir itiraz var burada, bir eleştiri. Yine Yahudilerden bazı kesimlerin Hz. Üzeyir’e biçtiği oğulluk rolünden, ondan da öte kendi kavimlerine biçtikleri Allah’ın oğulları ve ahbaplarıyız, dostlarıyız diyorlardı. Böyle bir iddiaları var. Seçkin kavim olma iddiasını buna yaslıyorlar.

İşte bütün bu sapıkça düşüncelere bir ilahi eleştiri olarak geliyor. Nasıl çocuk olabilir, çocuk sahibi olabilir, O’nun eşi yok ki diyor.

ve haleka külle şey’* ve HUve Bikülli şey’in ‘Aliym; Kaldı ki her şeyi yaratan O’dur ve O her şeyi bilmektedir.

102-) Zâlikümullahu Rabbüküm* lâ ilâhe illâ HU* haliku külli şey’in fa’buduHU, ve HUve alâ külli şey’in Vekiyl;

İşte budur Rabbiniz Allâh! İlâh yok, sadece “HÛ”! Her şeyin Yaratanı’dır (dıştan değil boyutsal derinliklerinden)! O’na kulluğunuzun farkındalığına erin! O, her şeyin Vekiyl’idir. (A.Hulusi)

102 – İşte size bu evsaf ile işaret olunan zâti a’lâdır Allah rabbiniz, başka tanrı yok ancak o, her şey’in halikı o, o halde ona kulluk edin, her şey’e karşı dayanılacak vekil de o. (Elmalı)

Zâlikümullahu Rabbüküm* lâ ilâhe illâ HU La ilahe illallah yani. Kelimeyi tevhid Kur’an da hep bu formla gelir. HU zamiri ile gelir. Zâlikümullahu Rabbüküm İşte rabbiniz Allah budur.

Harika bir ifade üslubu değil mi değerli dostlar. Hatırlayın, rabbimiz Allah’ı tanıtan bugün tefsirini yaptığımız ayetler üç pasajdan oluşuyordu. 83-90 arası ayetler Rububiyyet delillerini sıraladı. 91-94. ayetler arası O’nun rabliğinin en büyük tecellisi olan nübüvvet delillerini, peygamberlik delillerini sıraladı. 95-101. ayetler arası da uluhiyet ve vahdaniyet delillerini sıraladı ve adeta onların hepsini toparlarcasına özet halinde getirdi ve buyurdu ki;

Zâlikümullahu Rabbüküm İşte rabbiniz olan Allah budur. lâ ilâhe illâ HU O’ndan başka İlahta yoktur. haliku külli şey’in her şeyin yaratıcısıdır. fa’buduHU o halde yalnızca O’na kulluk edin. ve HUve alâ külli şey’in Vekiyl; Çünkü O’dur her şeyi koruyup gözeten.

103-) La tüdriküHUl ebsaru ve HUve yüdrikül ebsar* ve HUvelLatıyfül Habiyr;

Ebsar (görme – değerlendirme organları) O’nu idrak edemez; O, ebsarı idrak eder (değerlendirir)! “HÛ”; Latif’tir, Habiyr’dir. (A.Hulusi)

103 – Onu gözler idrâk etmez, gözleri o idrâk eder, öyle lâtif öyle habîr o. (Elmalı)

La tüdriküHUl ebsar hiçbir beşeri görüş ve tasavvur O’nu kuşatamaz. ve HUve yüdrikül ebsar Fakat O, her türlü beşeri görüş ve tasavvuru kuşatır.

Ne muhteşem ifadeler değerli dostlar. Hiçbir beşeri insani görüş ve tasavvur O’nu kuşatamaz, fakat her türlü insani tasavvuru ve görüşü O çepeçevre kuşatır.

Biraz önce; her ne ki aklınıza geliyor, O; o değildir. Demiştim ya. Onu da kapsayan daha muhteşem bir ifadedir bu. Allah’ın aşkın varlığına, Allah’ın mutlak varlığına en güzel getirilmiş bir açıklamadır bu ayet.

O’nun zatı sadece insanın sadece göz ufkunu aşmaz değerli dostlar. Tasavvur ufkunu da aşar. Her tür insani tasvir ve tasavvurun ötesindedir Allah. Çünkü özgül ağırlığa sahip değildir. Yani yaratılmamış olduğu için yaratıklar tarafından kavranıp kapsanamaz. Yaratıklar, O’nu yaratılmışlıkları hali ile nasıl algılasınlar. O’nun sonsuz büyüklüğünü bir tek şekilde algılayabilir insan, sadece bir tek şekilde.

Nedir o şekil? O şekil kendi küçüklüğünü, kendi haddini, kendi sınırlılığını, kendi yetersizliğini algılamaktır. Haddini bilen, Allah’ın sınırsızlığını bilir. Kendini bilen onun içindir ki rabbini bilir. Kendi küçüklüğünüzü bilirseniz, Allah’ın sonsuz büyüklüğünü bilmiş olursunuz.

Büyüksün ilahi büyüksün büyük,

Büyüklük yanında kalır çok küçük. (Ali Haydar Bey)

Diyordu ya hak dostu, büyüklük bile çok küçük kalır O’nun yanında.

ve HUvelLatıyfül Habiyr; Yalnızca O’dur her şeye nüfuz eden, her şeyden haberdar olan.

Latıyf, habir ile geldiği yerde bu ikinciyi, yani her şeyden haberdar olma sıfatını açıklayıcıdır. İzah edici ve tamamlayıcı bir anlam kuşanır. Latıyf. Nüfuz edilemez oluşuna bir göndermedir Allah’ın. Nüfuz edilemez fakat her şeye o nüfuz eder. Nüfuz ettiği içindir ki haberdar olur. En ince sırlarınıza, yüreğinizin 40. odasına, yüreğinizin en kapalı kutusuna, yani kara kutusuna kadar uzanır ve içinizden geçenleri bir bir bilir. Bu Allah’ın Latiyf oluşunun işte tecellisidir özelliğidir.

104-) Kad caeküm basâiru min Rabbiküm* femen ebsara feli nefsih* ve men ‘amiye fealeyha* ve ma ene aleyküm Bi Hafiyz;

Gerçek şu ki, size Rabbinizden değerlendirilesi deliller gelmiştir… Kim basîretiyle gelenleri değerlendirirse kendi lehine, kim de basîretsiz olursa kendi aleyhinedir… Ben, üzerinize muhafız değilim! (A.Hulusi)

104 – Hakikat Rabbinizden size bir çok basiretler geldi artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de körlük ederse kendi aleyhinedir ve o halde ben size karşı muhafız değilim. (Elmalı)

Kad caeküm basâiru min Rabbiküm doğrusu Rabbiniz tarafından size anlama ve kavrama araçları verilmiştir. Rabbiniz tarafından size kavrama ve anlama araçları verilmiştir. Aslında bugün tefsir ettiğimiz tüm ayetlerin bir dip akıntısı gibi altından akan şey bu. Yani insana verilen akıl nimeti, irade nimeti, muhakeme yeteneği nasıl doğru kullanılır. Bu izah ediliyor. Yani bu ayetlerde Allah anlatılmıyor, insan anlatılıyor ve insana Allah’ın bahşettiği en büyük nimet olan akıl yetisi, akıl yeteneği, doğru nasıl kullanılır bu söyleniyor. Onun için insan eğer kapasitesinin sınırlarına tırmanmak istiyorsa, yüreğinin çeperlerine tutunarak Allah’a kulak vermek zorundadır. Allah’ı dinlemeden insan, ne kendisini tanıyabilir, ne de kapasitesini tam kullanabilir. İşte bu ayetler bunun en güzel örneğidir.

femen ebsara feli nefsih* ve men ‘amiye fealeyha artık kim görmek isterse kendi lehine, kim de körlüğü tercih ederse kendi aleyhinedir. Açık, yeterince açık ve yeterince net. Kim görmek isterse kendi lehine, kim de gözlerini kapatırsa sadece dünyayı kendisine zindan etmiş olur. Güneşe hiçbir zararı olmaz. Yarasaların güneşe zarar veremedikleri gibi. Gözünü kapayan hakikati görmek istemeyen insan sadece dünyayı kendisine zindan etmiş, hayatını karartmış olur.

ve ma ene aleyküm Bi Hafiyz; Ben sizi engelleyecek değilim. Yani buradaki Hafiyz’ı ben, engelleyecek biri olarak çevirdim. Korumak, bekçilik yapmak anlamına gelir. İradeyi görmezden gelmemi benden beklemeyin diyor cenabı Hakk. Verdiğim iradeyi, verdiğim aklı görmezden gelmemi yok saymamı, size akılsızmış gibi, iradesizmiş gibi muamele etmemi, sizi dinamik kaderden çıkarıp ta statik ve durgun kadere bağlamamı benden beklemeyin diyor.

Unutmayın değerli dostlar, hepinizin affına sığınarak söylemek zorundayım ki hayvanlar yularla hadlerini bilirler, insanlar akılla hadlerini bilirler. Zaten yular anlamına gelen Ukal ile akıl, aynı kökten gelir. İnsana yular gerekmez. Çünkü aklı vardır. Ama aklı olmasına rağmen haddini aşıyorsa, tecavüz ediyorsa o zaman yularını koparmış bir mahluk gibi onun bunun sınırına, hatta kendi sınırlarına tecavüz edecek, Allah’ın koyduğu sınırlara tecavüz edecek ve haddini unutacak, kendisine karşı yabancılaşacaktır.

105-) Ve kezâlike nusarrifül ayati ve liyekulu dereste ve linübeyyinehu likavmin ya’lemun;

İşte biz, işaretleri çeşitli şekillerde evirip çevirip açıklıyoruz. “Sen gerekeni öğrenmişsin” desinler ve bilen bir toplum için de, onu iyice açıklayalım diye. (A.Hulusi)

105 – yine âyetleri böyle şekilden şekle koyuyoruz ki hem o körlük edenler sana ders almışsın desinler, hem onu ilmi şânından olanlar için tebyîn edelim. (Elmalı)

Ve kezâlike nusarrifül ayati ve liyekulu dereste ve linübeyyinehu likavmin ya’lemun; işte böylece biz mesajlarımızı çok boyutlu olarak dile getiriyoruz ki sen iyi ders almışsın diyebilsinler ve kavrayabilen insanlara onu açıklayabilelim.

Burada sen iyi ders almışsın liyekulu dereste iyi öğrenmişsin. Desinler ibaresini bir çok eski müfessirimiz sanki Resulallah’a müşrikler tarafından yapılan bu ayetleri bu mesajları sen bir başkasından getiriyorsun ithamına gönderme bir atıf olarak tefsir etmişler, ama ben bunun için herhangi bir makul gerekçe görmüyorum. Ayeti bir bütün olarak ele aldığımızda gayet açık diye düşünüyorum. Böyle bir yoruma girmenin de gerekli olmadığını düşünüyor ve zaten ayetin bitiş cümlesi; ve linübeyyinehu likavmin ya’lemun; ve kavrayabilen insanlara onu açıklaya bilelim ibaresi de, sen iyi ders almışsın diyebilsinler. Yani bu menfi anlamda değil, müspet anlamda söylenmiş bir ibare olarak geliyor bana. Onun için o tip rivayetleri burada anmıyorum.

106-) İttebı’ ma uhıye ileyke min Rabbike, lâ ilâhe illâ HU* ve a’rıd anil müşrikiyn;

Sana Rabbinden vahyolunana tâbi ol! İlâh yok, sadece “HÛ”! Şirk inancında olanlardan yüz çevir! (A.Hulusi)

106 – Rabbinden sana ne vahy olunuyorsa ona tâbi’ ol başka ilâh yok ancak o, müşriklere bakma.

İttebı’ ma uhıye ileyke min Rabbik Sen, Rabbinden sana vahy olunana uy.

Evet, bütün bunlardan sonra, 3 pasajdan; rububiyet, nübüvvet ve uluhiyet delilleri sıralandıktan sonra ayet getirdi doğrudan peygambere sözü çevirdi, ilahi kelam ilk muhatabına yöneldi ve diyor ki; Sen rabbinden sana vahy olunana uy.

lâ ilâhe illâ HU varlığın en büyük hakikati dile getiriliyor. Ondan başka ilah yoktur. ve a’rıd anil müşrikiyn; ve başkalarına ilahlık yakıştıranlardan da yüz çevir. Bu uyarı aynı zamanda ilahi vahyi tüm zamanlara taşıyan hepimiz için geçerlidir.

107-) Velev şaAllahu ma eşrekû* ve ma ce’alnake aleyhim hafıyza* ve ma ente aleyhim Bi Vekiyl;

Eğer Allâh dileseydi, şirk inancında olmazlardı! Seni onlar üzerine muhafız koymadık! Sen onlara Vekiyl değilsin. (A.Hulusi)

107 – Allah dilese idi müşrik olmazlardı, biz seni onların üzerine mürakıb göndermedik, sen onlara vekil de değilsin.

Velev şaAllahu ma eşrekû eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazlardı.

Hepimize yine uyarı devam ediyor. Evet Allah bunu dilemedi.

Neyi diledi? Seçmeyi diledi. Akıl verdi, irade verdi. İrade verdiği için iradesi yokmuş gibi davranmadı. İradeyi verdi ve seç dedi. İyiyi kötüden ayırabilecek yetenektesin. Yeteneğini kullan, yüreğinin teri ile kazan kazandığını. Dedi.

ve ma ce’alnake aleyhim hafıyza biz seni onlara bekçi yapmadık. ve ma ente aleyhim Bi Vekiyl; ve sen onların yaptıklarından asla sorumlu değilsin.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Temmuz 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın