RSS

İslamoğlu Tef. Ders. ENFAL SURESİ (1-25)(58)

26 Ağu

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28) Göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi. Düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni.

Bu Kur’ani duaya ta yüreğimizden amin..! diyerek muhteşem Kur’an ülkesinin yepyeni bir sitesine, yine muhteşem bir sitesine giriyoruz. Bu sitenin ismi Enfal, Enfal suresi.

Sure adını ilk ayetinden alıyor. Kök anlamıyla ganimetler, hatta çağrışımlarını da dikkate alırsak, bahşiş, lütuf, ihsan, nimet, savaş gelirleri anlamına geliyor.

Tedvinde, yani resmi sıralamada bu sure 8. sırada yer alıyor. Ama nüzul sıralaması tabii ki daha farklı. Bedir sürecinde iniyor bu sure. Onun içinde sahabeden ve tabiinden bu sureye bedir suresi diyenlerde var. Çünkü sure baştan sona savaş hukukuyla, bedir süresi çerçevesinde savaş hukukuyla ilgili bir takım hükümler ve ahlaki kurallar içeriyor.

Surenin iniş yılı özellikle bedir süreci deyince hicretin 1. ve 2. yılı, belki daha geç dönemi de kapsıyor diyebileceğimiz surenin sonları 3. yılını da bu sürece dahil edebiliriz. Ama şu kesin ki sure ana konuları itibarıyla hicretin 2. yılında vuku bulan bedir savaşı etrafında dönüyor.

Hatırlayacaksınız bu sureden önceki sure, yani A’raf suresi peygamberlerle onların inkarcı kavimleri arasındaki o bitimsiz, o insanlık tarihi boyunca süren Hakk – Batıl savaşını işliyordu. Ve hassaten Musa peygamber ve firavun arasındaki mücadeleye daha fazla yer veriliyordu, bundan önceki A’raf suresinde.

Neden resmi sıralamada A’raf suresinden hemen sonra konmuş gibi bir soru gelecek olursa, belki, muhtemelen sebebi, A’raf suresindeki bu geçmiş peygamberlerle onlara karşı çıkan kavimlerin arasında ki mücadele, bu surede Resulallah’la ona karşı çıkan, onun getirdiği vahyi inkar etmekte direnen Mekke putperest toplumu arasındaki mücadeleden söz ettiği için hemen A’raf suresinden sonraya yerleştirilmiştir diyebiliriz.

Bu surenin tamamıyla bir bütün halinde bir konudan, özellikle bedir sürecinden söz ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Onun içinde sure içerisinde bazı rivayetlerin söz ettiği gibi birkaç ayetin farklı zaman dilimlerinde nazil olmuş olması, dayanaksız bir iddiadan öte gitmiyor.

Surenin etrafında döndüğü Bedir süreci nedir. Bu süreci anlamadan bu sure, En’fal suresi doğru anlaşılamaz. Onun içinde En’fal suresini tefsir etmeden önce mutlaka bu surenin içine doğduğu, tabir caizse bu surenin ana rahmini teşkil eden, bu surenin yeryüzündeki davetçisi, çağırıcısı, belki surenin ayakları dediğimiz, ki vahiy; başı gökte ayakları yerde bir mesajdır derim her zaman. Bu işte, surenin ayakları nerde duruyor.

Başı gökte de ayakları nerede duruyor sorusunun cevabı olmak üzere kısaca hem nübüvvet tarihindeki muhteşem bir dönüm noktası olan, hem de insanlık tarihinde ender görülen bir devrin sayılması gereken ve Arap yarımada tarihini 1400 yıl etkileyecek ve geri dönülmez bir sürece sokacak olan bedir savaşını burada özetlemem gerekiyor.

Bedir savaşı süreci Hicretin 1. yılının sonlarına doğru Mekkeli liderlerden Ebu Süfyan komutasında, liderliğinde bir büyük kervanın Şam’dan Mekke’ye doğru yola çıktığı haberinin Şaban ayında Medine’ye ulaşması ile başlar. Bu kervan Mekkelilerin dışarıya gönderdiği en büyük kervanlardan biriydi. Malum; Li iylâfi Kureyşin; (Kureyş/1) suresinde de ifade buyrulduğu gibi Kureyş, yılda iki kez, daha doğrusu iki yere, iki büy6ük kervan çıkarıyordu. Biri güneye kışın, diğeri kuzeye yazın. Güneye çıkan kervan yemene ve Habeşistan’a gidiyor, yine Yemen üzerinden Umman’a ve sahil şeridine gidiyor, kuzeye çıkan kervan da Şam’a, Suriye’ye, Filistin’e gidiyordu.

İşte bu kuzeye çıkan yılın en büyük kervanı idi ve 1000 deve yükünden oluşuyor, büyük bir hazine taşıyordu. 40 kişi koruyordu bu 1000 deve yükünden oluşmuş hazineyi. Kervan haberi Medine’ye geldiğinde Resulallah’ın yaptığı ilk iş bir savaş konseyi toplamak olmuştu. Hicretten sonra müminler artık yeni bir toplum oluşturup, bu topluma yeni bir siyaset biçmek konusunda titiz davranıyorlar ve Medine toplumunu bir kurum oluşturmak üzere örgütlüyorlardı. Resulallah özellikle Medine de vahyi hayata aktaracak, vahyi yeryüzünde temsil edecek bir toplum oluşturmak için çaba sarf ediyordu ki, peygamberlik görevlerinden biri de bu idi.

Onun için seriyyeler çıkartıyordu. Bedir’e kadar dört seriyye çıkmıştı. Seriyye; Müfreze, etrafı kolaçan eden, güvenlik sağlayan öncü birlikler de diyebiliriz biz buna. Bu bir yerde Medine toplumunun, Medine’de ki Müslümanların; Artık biz siyaset olarak ta bölgede bir gücüz. Biz korumasız zavallı bir topluluk falan değiliz. Bizi görmeniz gerekiyor anlamına geliyordu, böyle bir mesajı vardı bunun.

Ebu Süfyan kervanının haberi geldiğinde Resulallah savaş konseyini topladı ve Medine’de tabii ki böylesine zengin bir kervanın üzerine gitme konusunda her hangi bir itiraz yaşanmadı. Ama tabii ki böyle bir operasyon Mekkelileri de ayağa kaldırabilecekti. Ki bu çok büyük ihtimaldi. Mekkeliler böylesine büyük bir serveti Medine’ye bırakamazlardı. Kimse bunu beklemiyordu zaten. Bu olmayacak bir şeydi. Onun içinde bu da savaş konseyinde gündeme geldi.

Mekkeliler ya harp açarlarsa, ya Medine’ye saldırılarsa bir avuç Müslüman ne yapardı. Çünkü o güne kadar çıkarılmış müfrezelerde hiç Medineli Ensar bulunmuyordu. Bulunmuyordu çünkü Medine ye karşı bir Mekke ordusu yürüsün istemiyordu Resulallah. O nedenle de sorunu Mekke ile Mekke’den çıkan muhacirler, yani Mekke asıllılar arasında ki bir problem olarak, lokal bir problem olarak tutmak istiyordu. Ama artık bu çerçeve de tutulamayacak kadar iman davası oturmuştu ve iman davası artık yarımadayı da aşacak bir rüzgar yakalamak istiyordu. Onun içinde ciddi bir dönüm noktası olacak kararlar arifesindeydi Müslümanlar.

Resulallah tabii ki misyonunu iyi biliyordu. O getirdiği mesajın sadece Mekke ile, Medine ile, Necit le bölge ile, hatta yarımada ile sınırlı olmayan, bütün bir dünyaya hitap eden diriltici bir mesaj, İnsanlığı muhatap alan bir ilahi hitap olduğunu biliyordu. Bu bilinçle hareket ediyor, ama onun etrafındaki insanların ufku henüz bunu kavrayacak çapta değildi. Onlar gelen mesajın yeryüzünde nasıl Muhteşem bir inkılaba mayalık yapacağını henüz daha kavrayamıyorlardı.

Onlar biraz da bireysel bir fedakarlık olarak görüyorlardı yaptıklarını ve tercihlerinin de bireysel kurtuluşları için yapılacak bir ahlaki tercih olduğunu sanıyorlardı. Onun bundan öte gelen mesajın yeryüzüne meydan okuyan bir siyasal duruş olduğunu henüz kavrayacak noktada değillerdi. Fakat peygamber bunu çok iyi kavrıyordu. Tabii peygamberin etrafındaki bir avuç seçkin insan da bunu kavrıyordu.

İşte Mekke’nin Medine ye harp açma, savaş açma ihtimali gündeme gelince bir takım insanlar böyle bir ihtimalin çok büyük bir tehlike olduğunu, onun için böyle bir operasyona girişilmemesi gerektiğini düşündüler. Çünkü zayıfız diyorlardı. Sayımız sınırlı, Mekke’nin karşısında duramayız diyorlardı.

Doğru sayıları sınırlıydı, silahları sınırlıydı, güçleri sınırlıydı. Ama bir tek şeyi hesap etmiyorlardı; İmanın en büyük imkan olduğunu ve Resulallah onu hesap ediyordu. Etrafında ki o güzide terbiyesinden geçmiş olan bir avuç seçkin insanda hesap ediyordu. Özellikle Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in direnmesi sonucunda savaş ihtimalini de göze alarak Medine’den çıkma kararı alındı.

Fakat ilginç olan bir şey var, o güne kadar Resulallah Mutad olan tavrı dışında bir şey yaptı, kervanın üzerine yürüyeceğini daha haftalar öncesinden piyasaya yaydı. Oysa ki ne hicret günü hicret haberini duyurmuştu, ne hicretin istikametini duyurmuştu ve daha sonraki savaşları duyurmuştu. Mesela Mekke üzerine yürüneceğinden hiç kimsenin haberi yoktu.

Resulallah’ın ömrü boyunca böyle gizli bir strateji takip etmesini hatırlayınca biz burada çok farklı bir taktik güttüğünü görüyoruz. Yani Resulallah’ın asıl amacının kervan üzerine yürümek falan olmadığını anlıyoruz. Aslında Mekkelileri yuvasından çıkarmak istiyordu. Yani bir Hakk batıl mücadelesinin gongunu vuruyordu. Bunun farkındaydı. Ama kervanı bahane etmek istiyordu. Ki Resulallah’ın bu duygusunu biz bu surenin 5 ve 6. ayetlerinden açıkça anlıyoruz, açıkça. Onun için burada şu gündeme geliyor; elimizdeki hiçbir siyer kaynağı Resulallah’ın başlangıçta böyle bir niyetinin olabileceği hakkında en ufak bir ihtimale bir yer vermiyor.

O halde biz bir ilkeyi daha çıkarmamız gerekiyor, Mevcut siyer kaynakları Kur’an esas alınarak yeniden dizayn edilmeli. Yeniden eleştirilmeli.

Kur’an bedir savaşını bize, bizzat içinden naklediyor. O gün inmiş metinler bunlar. Elimizde ki hiçbir siyer kaynağı bu kadar hadise gününe ve yerine yakın olamaz. Yani işi, karşılaştırmalı ve metin kritiği açısından ele alsak dahi öyle. Kaldı ki Kur’an ın kaynağı açısından ele aldığımızda zaten bir problem yok. Onun için Resulallah daha çıkarken böyle bir ihtimali biliyor ve eğer böyle bir ihtimal belirirse Resulallah’ın gayesi imanın önünü açmak olduğu için İslam’la insan arasında ki engeli kaldıracak bir savaş olacaktı. Ganimet değil.

Çıktı İslam ordusu ve Mekkelilerin çıktığı haber alındı. Bence Mekkeliler Medine ordusundan daha önce yola çıkmıştı çünkü Bedir yaklaşık Medine’ye 100 mil uzaklıkta bir mesafe. Medine – Mekke arası yaklaşık 300 mil olduğu düşünülürse bu durumda Mekkelilerin daha önce çıkmış olması daha akla yatkın gözüküyor.

O halde eğer bu kanaatimiz doğru ise Medine’den Resulallah çıkmadan Mekke ordusunun çıktığı haberini almış olması gerekiyor. En azından çıktıktan hemen sonra almış olmalı.

Bedir yakınlarında iki ordu karşılaştı. Mekke ordusu 1.000 kişiden oluşuyordu, 700 deve, 100 at ve tamamı zırhlı 1000 e yakın insan.

Peki bunun karşısında Medine ordusu nasıldı? Topu topu 300 yoksul insan. Bir tarafta 700 savaş hayvanı varken beri tarafta sadece 70 deve. Bir tarafta 100 at varken beri tarafta sade 1 ya da 2 at var idi. Yani rakamların iflas ettiği bir savaşla karşı karşıyayız. Hiçbir savaş kuramının kurtaramadığı, hiçbir matematik yöntemle içinden çıkamayacağımız bir orantısızlık, bir dengesizlik.

İşte böyle bir şart içerisinde Mekke ordusu geldi ve Bedir’de en müsait yeri tuttu. Hatta suları tutmuştu Taberi’nin verdiği bilgiye göre. Onun için de Müslümanlar baya telaşlandılar. Çünkü susuz kalma endişeleri vardı. İşte o andan itibaren Allah’ın yardımlarını, ardı ardına yardımlarını hem maddi hem manevi yardımlarını gördüler. Yardımla kulandılar, imanla kuşandılar. İmanı imkana dönüştürdüler ve bir avuç inanmış insan, tıpkı Bakara suresinde ki Talut ve Calut kıssasında haber verildiği gibi;

..kem min fietin kaliyletin ğalebet fieten kesiyraten Biiznillâh.. (Bakara/249)

Nice az topluluk vardır ki inanmış, sürüleri, yığınları, kalabalıkları ezip geçmiştir, yenmiştir onları.

İşte bu müjde geçmişte yaşanmış olan bu müjde yeryüzünde bir kez daha, hem de muhteşem bir örneği ile yaşanılıyor ve Bedir toprakları Yeryüzünün görüp görebileceği en büyük iman hamlesine şahitlik yapıyordu ve savaş sonu da Mekke müşrik ordusu yerle bir oluyor ve iman yepyeni bir ufka koşuyordu.

O gün orada yeryüzünün bahtı değişiyordu.

O gün orada yarımadanın tarihinde görüp göreceği en büyük iman inkılabı gerçekleşiyordu.

O gün orada bir avuç insan tarihe bir destan yazıyordu.

İşte o gün orada iman güneşinin önünde ki yarasalar çekiliyordu. İmanla insan arasına girilmiş olan en katı engel kalkıyordu. Artık iman insanla, tohum toprakla buluşacak ve iman meyveye duracaktı. Bedir bunun adıydı.

İşte bu süreçte nazil oldu Enfal suresi. Enfal suresi, Bedir sürecinde nazil olması hasebiyle konu olarak şu başlıklar altında inceleyebiliriz bu sureyi.

1 – Yevmül Furkan diyor. Enfal Bedir için, Hakkın batıldan ayrıldığı gün. Tam da yeryüzünün görüp görebileceği en büyük muhteşem inkılaplardan biri olan Bedir savaşına verilebilecek isim. Hakkın batıldan ayrıldığı gün, seçildiği gün Yevmül Furkan.

Dolayısıyla surede konusunu hep bu çerçeve de işleyecekti ki 1. çıkaracağımız ilke bu sureden, savaş ahlakı. Savaşta bir ahlaka dayanır, kuralıdır. Yani savaş yapmak, birileri ile düşman olmak, ahlaksız olmayı gerektirmiyor. Savaşsanız dahi bunun bir ahlaka, bir ilkeye dayanması gerekiyor. İman insanı düşmanına dahi bir ahlak götürmek zorunda.

2 – Sebebe değil, müsebbibe bakın mesajıydı bu surenin verdiği mesaj. Kazandığınız tüm başarı size ait değil. Onun için siz başarınızı Allah’a borçlu olduğunuzu unutmayın. Yani; La havle vela kuvvete illa billâh Güç ve kuvvet yalnızca Allah’a aittir. İlkesini hayata dönüştürüyordu bu sure.

Aslında surenin söylemek istediği şuydu; Yücelmek istiyorsan güç kaynağını kendinde vehmetme. Çünkü yükselmek isteyen hiçbir şey, içindeki bir şeye değil, dışındaki bir şeye yaslanmak ve oraya basarak yükselmek durumundadır. Ey İnsan sen mutlaka bir destek noktasına sahip olmak durumundasın. Dışında bir destek noktası. Dışında bir kaynak. Çünkü sen kendi kaynağın olamazsın. Yaratılmış olan hiçbir şey kendi gücünü kendisine borçlu değildir. Mutlaka gücünü dışındaki daha büyük bir güçten alır. İnsan, sen de gücünü Allah’tan alıyorsun. O’nun şaheserisin.

Yer yüzünü bile oynatmak isteseniz bir manivela gerekir. Manivela yerin dışında bir destek noktasına sahip olması gerekir. O destek noktası olursa ancak yer yüzünü bile oynatabilirsin. İşte o destek noktasıdır insanın gücünü aldığı o yer. O’nu unutma mesajı.

3 – Bir başka mesajı surenin Hakk batıl savaşıdır tüm mücadele, mal ve dünya, ikbal ve iktidar mücadelesi değil. Onun için adını doğru koyup, koyduğumuz bu ada yakışan bir mücadele sergilemezseniz, çok ucuz gitmiş olursunuz.

4 – Bir başka sureden çıkaracağımız ders; hayat tasavvurunuz, hayatınızın dayandığı tasavvur; şeytanın gör dediği yerden bakarsınız farklı görürsünüz, Allah’ın gör dediği yerden bakarsanız farklı görürsünüz.

İşte bu girişten ve özetten sonra şimdi sureye girelim.

BismillahirRahmanirRahıym

 

1-) Yes’eluneke anil enfal* kulil enfalü Lillâhi verRasûl* fettekullâhe ve aslihu zate beyniküm* ve etıy’ullahe ve RasûleHU in küntüm mu’miniyn;

Sana savaş ganimetlerinin taksimini (konusunu) soruyorlar… De ki: “Savaş ganimetleri, Allâh ve Rasûlünündür… Allâh’tan (hakikatinizin yaşanmaması hâlinde, bunun getireceği sonuçlarından) korunun ve aranızdaki din kardeşliği ilişkisini (birbirinizin hakikatini görerek) düzeltin. Eğer (hakiki) iman edenler iseniz, Allâh’a ve Rasûlüne itaat edin (çünkü Hakikatiniz ve o hakikatin dillendiricisi, sizin hakikatinizi yaşamanızı ister).” (A.Hulusi)

01 – Sana ganimetlerin taksiminden soruyorlar, de ki ganimetlerin taksimi Allaha ve Resulüne ait, onun için siz gerçekten müminlerseniz Allah dan korkun da biri birinizle aranızı düzeltin, Allaha ve Resulüne itaat edin. (Elmalı)

Yes’eluneke anil enfal sana enfal hakkında soruyorlar, ya da soracaklar.

Enfal dedim çevirmedim. Bunu genelde mealler, ganimetler diye çeviriyorlar. Hayır, Ganimet zaten Arapça. Ganaim. Ve o da gelecek. Arapça Enfali nasıl ganimetler diye çevirebiliriz. O zaman bir fark yok mu İhtilaf-ul Esma Tadullu ala ihtilaf-ul mana kuralı vardır Arap dilinde. İsimlerin farklılığı, anlamın farklılığına delalet eder.

Ganimetle enfal arasındaki fark nedir o halde? Kaldı ki aynı surede Ganaim, ganimetler sözcüğü kullanılıyor. 41. ayetten itibaren. Neden 41. ayetten itibaren kullanılan ganaim burada kullanılmıyor. Bu soru çok önemli. Allah’ın Enfal sözcüğü ile, Kur’an ın enfal sözcüğü ile bize vermek istediği, ilk muhataplarına ve tüm muhataplarına vermek istediği ahlaki bir ders var da ondan. Çünkü Enfal, Kişinin alacak olduğundan fazlasını alması, yani hak ettiğinden fazla aldığı şey. Ya da verirken, vermekle yükümlü oldu şeyden fazlasını vermesidir.

Onun için nafile namaz diyoruz. Farz olmayan tüm ibadetlere nafile adını veriyoruz. Neden Yapmakla yükümlü olduğumuzdan fazlası da onun için. Ancak verecek olan bir kimsenin vereceği fazlalıkla, alacak olan bir kimsenin aldığı fazlalık arasında bir fark var. Veren için fazla vermek bahşiştir, lütuftur, ikramdır. İşte enfal budur. Allah’ın bahşişi lütfu, yani ganimet kelimesi ile gelmeyip te enfal sözcüğünün kullanılması, Ahlaki kaynağına dikkat çekiliyor. Yani ganimet, salt elimize düşmüş bir savaş geliri değildir. Unutmayın Bedir’in size getirdikleri, Allah’ın size bir bahşişidir, bir lütfudur, bir nimetidir.

Onun için bir şeyi siz alırken bunu beleş aldım diye düşünürseniz, hiç teşekkür etmezsiniz. Ama bunu bana hediye etti falanca, bunu bana ikram etti diye düşünürseniz, ikram edenin size iyilik yaptığını peşinen bilmiş ve ona karşı bir teşekkür borcunuz olduğunu bilmiş olursunuz.

İşte ganaimle Enfal arasındaki fark budur. Onun içinde burada Allah’ın bir lütfu, bir ihsanı olduğu peşinen söylenmiş oluyor Enfal sözcüğü kullanılmakla.

 kulil enfalü Lillâhi verRasûl De ki;Bütün savaş gelirleri, ganimetler, bütün Allah’ın savaşta bahşettiği nimetler, Allah’a ve elçisine aittir. Nedir bu? Allah’a ve elçisine. Savaş gelirlerini Allah ne yapacak. Bu soru çok doğal bir soru. Elçisine nasıl ait? Biz biliyoruz ki Resulallah’ın tüm uygulamalarında ganimeti almış ve eşit miktarda paylaştırmıştır. O halde Allah’a ve elçisine ait olması ne demek.

1 – Bu konuda ki hükmü vermek Allah’a aittir, uygulamakta peygambere aittir.

2 – 2. ve daha da önemlisi Allah’a ve resulüne ait demek, kamu malı demektir. Çünkü Allah adına kamuyu temsilen resulün tasarrufunda demektir. Çünkü bu gibi tüm kamusal tasarruflarda hep Allah’a atıf yapılır Kur’an da. Hep Allah’a atıf yapılır ve Kur’an ın ilk ibaresi; “Bismillah”, son ibaresi; “en naas” tır. Allah ve insanlar, insanlık. Onun içinde kamu hakkını Allah garantiye alır. Adeta kamunun velisi benim. Kamunun hakkını gasp eden benim hakkımı gasp etmiş olur mesajı vardır aynı zamanda.

O nedenle savaş hukukunun oluşturulması ve elde edilen ganimetler hakkındaki hüküm Allah’a ve Resulallah’a, özellikle uygulama Resulallah’a aittir deniliyor.

fettekullâhe ve aslihu zate beyniküm Şu halde Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve aranızdaki ilişkiyi düzgün tutun.

ve etıy’ullahe ve RasûleHU in küntüm mu’miniyn; Bir de Allah’a ve elçisine kulak verin. Tabii ki gerçekten inanıyorsanız eğer.

Burada çok ilginç bir şey söylüyor. Ayet bu cümle ile bitti. Düzgün tutun diyor eğer öyle ise. Allah ve Resulüne aitse Allah’a karşı sorumluluğunuzu takının ve aranızdaki ilişkiyi düzeltin. Bir şeyler var, olan bir şeyler var. Ayetin ekseni burası, bel kemiği burası, onun için ayetin ayakları burada. Yukarıdan aşağı bunun için indiriyor.

Nedir bu olan şeyler, ey müminler can sınavını verdiniz, mal sınavında sınıfta kalmayın diyor. Hedefi saptırmayın diyor. Ey müminler, Bedir savaşını kazanmaktan daha zordur, yürekteki savaşı kazanmak. Düşmanınızı yendiniz ama içinizde ki ayartıcı duygulara yenilmeyin diyor. Çünkü ganimetler, savaş gelirleri büyük bir servet. Birden bire bu insanların önüne çıkınca bazılarının yüreği titremeye başlıyor, kaymaya başlıyor. Can sınavını verenler mal sınavında sınıfta kalacak gibi duruyorlar. En azından bir kısmı.

İşte burada öyle şeylere yol açıyor ki artık, bir süre önce birbirlerinin omzuna yaslanarak yer yüzüne karşı iman savaşı veren insanlardan bazıları, dünyalıklar gözlerinin önüne gelmeye başlayınca, birbirlerinin omuzlarından ayrılıp birbirleri ile kavga etmeye kadar varabiliyorlar. İşte burada şiddetli bir hitapla, uyarıyla müminler uyarılıyor.

2-) İnnemel mu’minunelleziyne izâ zükirAllâhu vecilet kulubühüm ve izâ tüliyet aleyhim ayatuHU zadethüm iymanen ve alâ Rabbihim yetevekkelun;

Kesinlikle iman edenler o kimselerdir ki, “Allâh”ı anıp düşündüklerinde onların şuurlarında ürperti olur (o azamet yanında kendi acziyetlerini düşünmekten); onlara O’nun işaretleri okunduğunda, onların imanlarını arttırır (düşünebildikleri oranda)… Onlar Rablerine tevekkül ederler (hakikatlerindeki El Vekiyl isminin, gereğini yerine getireceğine iman ederler). (A.Hulusi)

02 – Gerçekten müminler ancak o müminlerdir ki Allah, anıldığı zaman yürekleri ürperir, karşılarında âyetleri okunduğu zaman imanlarını artırır, ve rablerine tevekkül ederler. (Elmalı)

İnnemel mu’minunelleziyne izâ zükirAllâhu vecilet kulubühüm Gerçek müminler şu kimselerdir ki Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürperiverir. ve izâ tüliyet aleyhim ayatuHU zadethüm iymane kendilerine onun ayetleri okunduğu zaman imanları güçlenir, imanları artar. ve alâ Rabbihim yetevekkelun; ve hep sadece rablerine güvenirler. Hep ona yaslanırlar. Tutamak, sığınak olarak onu bilirler.

Bu ayet, insanın içini çamaşır gibi sıkan bu ayet. Müminler ancak şu kimselerdir diyen ve o kimseleri tanımlayan izâ zükirAllâhu vecilet kulubühüm Allah’ın adı yanlarında anıldığı zaman, Allah hatırlatıldığı zaman, yürekleri titrer denilen kimseler. Ki bana hemen Ömer’i hatırlatıyor.

Allahtan kork ya Ömer diyor sıradan biri. Halife, batı Avrupa büyüklüğünde bir toprağın halifesi, o adam bunu söylerken Ömer, rengi atıyor, başlıyor hıçkırmaya, yığılır gibi çöküyor oraya; Ömer de kim ki Allah’tan korkmasın diyor. Ömer de kim ki Allah’tan korkmasın..! Allah hatırlatıldığında. Allah şöyle buyuruyor denildiğinde orada çivi gibi duranlar, bir adım daha atmayanlar, Allah’tan kork denildiğinde orada donup kalanlar. Eli ayağı tutulanlar. Ben Allah’tan korkarım diyenler.

Ki unutmayın, şeytan bile bunu dedi. Kur’anın şahitliği ile sabit; ..innî ehâfullâh.. (Enfal/48), Kur’an naklediyor bize bu cümleyi şeytanın ağzından “ben Allah’tan korkarım.”

O halde Allah hatırlatıldığında hala tınmayanlar, şeytanın bile yanına yaklaşırken besmele çektiği şeytandan beter adamlardır demek lazım.

İşte buradaki bu ayet yüreklerdeki bedir nasıl kazanılır sorusunun cevabı olan ayettir. Yürekteki Bedir’i, Bedir savaşını kazananlar nasıl olurlar sorusunun cevabıdır bu ayet.

[Ekleme; Ali İbn Ebu Talha’nın İbn Abbâs’dan rivayetine göre o, «Müminler ancak onlardır ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir.» âyeti hakkında şöyle demiştir : Allah’ın farzlarının yerine getirilmesi- sırasında Allah’ı zikretmekten münafıkların kalplerine hiç bir şey girmez. Onlar, Allah’ın hiç bir âyetine îmân etmezler, tevekkül etmezler, yanlarında kimse olmadığı zaman, yalnız iken namaz kılmazlar, mallarının zekâtını vermezler. Allah Telâ, onların müminler olmadıklarını haber verip sonra gerçek müminleri şöyle niteler: «Müminler, ancak onlardır ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, (Allah’ın farzlarını yerine getirirler.) Allah’ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman îmânları (tastikleri) artar ve Rablarına tevekkül ederler.» (İbn Kesir tefsirinden)]

3-) Elleziyne yukıymunes Salate ve mimma razaknahüm yünfikun;

Onlar ki, salâtı ikame ederler (Allâh’a yönelişleri sonucu, tüm varlığın O’nun hükmüne uyduğu; âlemlerde Allâh Esmâ’sından başka {dûnunda} hiçbir şey olmadığı yaşanarak, “Bakıy Allâh’tır” hakikati açığa çıkar) ve onları rızıklandırdıklarımızdan (maddi veya salâtı yaşamanın sonucu oluşan manevî rızkı) infak ederler. (A.Hulusi)

03 – O kimseler ki namazı dürüst kılarlar ve kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden infak eylerler, (Elmalı)

Elleziyne yukıymunes Salate ve mimma razaknahüm yünfikun; Cevap vermeye devam ediyor. Yürekteki Bedir’i kazananlar nasıl olur sorusuna cevaba devam ediyor Kur’an; Onlar salatı ikame ederler.

Namazı kılarlar diye çevirmedim, daha üst bir amacı var; Salâtı ikame ederler, çünkü namaz esas duruşun sembolüdür. Namazı tabii ki kılarlar. Ama namazı daha büyük bir amacı gerçekleştirmek için kılarlar. Nedir o; Allah’a karşı esas duruşlarını bulmak için. Allah’a desteklerini ayaklandırırlar. Var güçleri ile hakikate verirler desteklerini, hakikati ayağa kaldırırlar. Ve kendilerine verdiğimiz rızklardan cömertçe sarf ederler. Yani hem iç dünyalarında dik dururlar, esas duruşlarını bozmazlar hem de dış dünyalarında sahip oldukları mal, melal, dünyalık, servet, nimet onlar üzerinde rablerinin, insanlığın hakkı varsa onu verirler ve paylaşmayı öğrenirler.

4-) Ülaike hümül mu’minune Hakka* lehüm deracatün ‘ınde Rabbihim ve mağfiretün ve rizkun keriym;

İşte onlardır hakkıyla (tahkike dayalı) iman edenler… Onlar için Rableri indînde (hakikatleri olan Esmâ mertebesinin getirisi olan) dereceler, mağfiret (Esmâ kuvvesi olan ilmin benliği örtmesiyle oluşan bağışlanma) ve kerîm rızık (cömert – şerefli rızık, maddi veya manevî rızık) vardır. (A.Hulusi)

04 – İşte hakka müminler onlar, onlara rablerinin yanında dereceler var, bir mağfiret ve bir rızkı kerîm var. (Elmalı)

Ülaike hümül mu’minune Hakka İşte onlardır hakkıyla iman edenler. İşte onlardır hakikaten iman edenler. İman etmenin gerçeğini yakalayanlar.

Bu çok önemli, iman etmek var, bir de hakkıyla iman etmek. hümül mu’minune Hakka İman eden çok insan var ama hakkıyla imanın hakkını veren bunlar içerisinden yüzde kaçtır. İşte onu söylüyor. Hakkıyla iman.

lehüm deracatün ‘ınde Rabbihim ve mağfiretün ve rizkun keriym; Rableri katında saygınlığı olan rütbeler, esaslı bir onur, şeref vardır. Dahası? Dahası da var. Nedir o, sınırsız bir bağış ve görkemli bir rızık onları bekler. rizkun keriym Razi çok ilgin, rizkun keriym’i, imanın insana verdiği bitimsiz iç huzur olarak tefsir etmiş.

Gerçekten çok değerli bir yaklaşım. İman insana öyle bir rızık verir ki, insanın sahip olabileceği, yiyip tüketeceği rızıklara benzemez o. Çünkü tüm maddi rızıklar tükenebilir. Harcadıkça tükenir onlar. Ama imanın insana verdiği iç huzur, o dağ gibi bir onur, o sen bir dağsın dedirten o onur, harcadıkça çoğalır. Öyle bir muhabbet doğar ki imandan, insanlığı kuşatır ve sahibini evrensel insan yapar. Sen evrende değil, evren sende olur. Büyürsün, büyürsün, büyürsün, içinde siyah ve beyaz, doğulu ve batılı, Asyalı ve Afrikalı milyonlar taşımaya başlarsın. Kardeşlerin olur. Bir ucunda cennete ulaşırsın, bir ucunla Adem’e dayanırsın, bir ucunla kıyamete kadar gelecek tüm iman insanlarına ulaşırsın, evrensel olursun. İşte imanın insana verdiği en büyük rızık.

Harcadıkça çoğalan, verdikçe büyüyen ve bitimsiz bir sermayeye dönüşen imkan budur. Bu ayet imanın en büyük imkan olduğuna dikkat çeker ve bire bir indiği ortama ilişkin ayaklarına baktığımızda ayetin şunu görürüz; Ey o küçük ganimetlere, Bedir’in getirdiği küçük mallara göz dikenler, siz büyüğünü kaçırıyorsunuz. Oysa ki o bir promosyon. “Büyüğüne göz dikin, Bedir’in getirdiği küçük bir promosyon.” Zaten sizin. Neden promosyona bakıp ta asıl büyük serveti kaçırıyorsunuz, bu çok önemli. Zaten onu elde edemezseniz o da geçmez ele. Bu böyledir.

5-) Kema ahraceke Rabbüke min beytike Bil Hakk* ve inne feriykan minel mu’miniyne le karihun;

Nitekim Rabbin seni, Hakk’ı yaşatarak (duygusallıktan değil) evinden çıkardığında, gerçekten iman edenlerden bir bölümü bundan hoşlanmıyorlardı. (A.Hulusi)

05 – Nasıl ki: rabbin seni Hakk uğruna evinden çıkardı ve müminlerden bir kısmı ise istemiyorlardı. (Elmalı)

Kema ahraceke Rabbüke min beytike Bil Hakkı ve inne feriykan minel mu’miniyne le karihun; Tıpkı rabbin seni hakikat yoluna savaşmak için evinden çıkardığında, inananlardan buna karşı çıkanlar nasıl hoşlanmadılarsa, devam ediyor cümle;

6-) Yücadiluneke fiyl Hakkı ba’de ma tebeyyene keennema yüsakune ilel mevti ve hüm yenzurun;

Hak apaçık ortaya çıkmışken, buna rağmen onlar bunu kabullenmiyorlardı… Sanki onlar göre göre ölüme gidiyorlardı. (A.Hulusi)

06 – Tebeyyün etmişken hakta seninle münakaşa ediyorlardı, sanki göre göre ölüme sevk olunuyorlardı. (Elmalı)

Yücadiluneke fiyl Hakkı ba’de ma tebeyyene keennema yüsakune ilel mevti ve hüm yenzurun; gerçek ortaya çıktıktan sonra da sanki sen onları göz göre göre ölüme sürüklüyormuşsun gibi seninle tartışmaktan geri durmadılar. Evet, tarihi bir hakikate değiniyor.

Surenin girişinde Bedir savaşı öncesinde yapılan istişareler sırasında neler geçtiğini anlatırken işte bu ayetlere atıf yapmıştım. Aslında bu ayetler, elimizdeki tüm siyer kitaplarının Bedr’e ilişkin notlarının yeniden gözden geçirilmesini bize söylüyor. Bu ayetler sır veriyor. O günün tarihine ışık tutuyor. Neler yaşanmış o gün.

Demek ki daha Resulallah evinden çıkarken, Medine’den çıkarken zihninde Allah’ın gör dediği yerden bakarak gördüğü bir hedef var. Ama belirgin değil. Zaten değil, çünkü ganimet değil zaten sorun. Ebu Süfyan’ın kervanı geliyor. Kervana doğru bir operasyon yapılacağı haberini peygamber zaten haftalar önceden yaymış. Resulallah’ın savaş sitiline aykırı bu. Bir ömür boyu hep operasyonları gizlemiştir Resulallah. Ama orada çok farklı davranıyor. Demek ki maksadı farklı. Allah’ın gör dediği yerden bakıyor ve Mekkeliler ordu topluyorlar. Fakat ganimet sahil yolunu takip edip kurtuluyor. Zaten ganimetin peşinde değil Resulallah.

Ganimet kurtulunca Mekkeliler de döner mi acaba, bu bir ihtimal. Savaşmayabilirler. Gelmeyebilirler, ganimeti kurtarmak için yola çıkmış olabilirler ki zaten Ebu Cehil de ganimeti kurtarmak için yola çıkanlar arasında yolda, gelinceye kadar bir kavga var. Ebu Cehil de Küfründe samimi. O küfrünü savunuyor ve diyor ki; Bir duası var onun. Hak kiminse Allah ona yardım etsin. Ama hak biziz diyor. Öyle ilginç bir bakış açısı var. Tüm kaynakların bize verdiği malumat bu. En sonunda da ölmezden önce zaten; “Kim yendi.” Diyor. Hakk kimin diye soruyor sorarken bu soruyu.

Evet, Hakk ortaya çıkıyor. ..cael Hakku ve zehekal batıl.. (İsra/81) Hakk geldi ve batıl yok oldu, oluyor.

Onun için böyle bir ihtimal var, bu sebeple 5. ayet çok kesin konuşmuyor. Fakat 6. ayet çok kesin bir biçimde;

ba’de ma tebeyyene diyor. İyice ortaya çıktıktan sonra bu gerçek ne, ortaya çıkan gerçek, artık Mekkeliler savaş için ordu çıkardılar ve bu orduya karşı ya Müslümanlar savaşacaklar, ya savaşmayacaklar. İşte bu gerçek.

Aklı ganimette olanlar, kervanın vurulmasını istiyorlardı. Ama kervana girelim diyorlardı. Resulallah’ı ona yönlendirmek istiyorlardı. Kolay ve karlı olanı en ucuza kapatmak istiyorlardı. Ama hayatın yasasını, Allah’ın yasasını bilenler, değerli şeylere bedel ödenerek ulaşacağını biliyordu. Onun için de bedel ödeme yanlısıydı. Küçük olan şey uğruna savaşmaktansa ya da mal uğruna çıkmaktansa iman uğruna çıkmayı daha önemli buluyordu ki doğal olan da buydu.

Onun için bu ayetlerde ifade edilen o tarihi gerçek, iki bakış açısını veriyor.

1 – Dünyevi bakış açısı,

2 – Ulvi bakış açısı.

Yüce değerler uğruna mücadele etmek, mal uğruna mücadele etmek. İki ayrı bakış açısı. Bu bakış açılarını ayetler devam ettikçe göreceğiz.

7-) Ve iz ye’ıdükümullâhu ıhdet taifeteyni enneha leküm ve teveddune enne ğayre zâtiş şevketi tekûnü leküm ve yüriydullahu en yuhıkkal hakka Bi kelimatiHİ ve yakta’a dabirel kafiriyn;

Hani Allâh size iki gruptan (Kureyş ordusu veya kervandan) birinin sizin olacağını vadediyordu… Silah sahibi olmayanın (kervanın) sizin olmasını arzu ediyordunuz (kısa vâdeli kazanca, getirisi kolay olana bakıyordunuz, hâlbuki uzun vâdede size zarar verecekti bu isteğiniz)… Allâh da uyarılarıyla Hakk’ı gerçekleştirmek ve hakikat bilgisini inkâr edenlerin ardını kesmeyi diliyordu. (A.Hulusi)

07 – Ve o vakit Allah, size iki taifenin birini vaat ediyordu ki sizin olsun, siz, ise arzu ediyordunuz ki şekvetsiz olan sizin olsun, halbuki Allah, kelimatiyle hakkı ihkak etmek ve kâfîrlerin arkasını kesmek diliyordu. (Elmalı)

Ve iz ye’ıdükümullâhu ıhdet taifeteyni enneha leküm Hani Allah iki topluluktan birinin sizin elinize geçeceğine ilişkin vaatte bulunmuştu.  teveddune enne ğayre zâtiş şevketi tekûnü leküm siz ise korumasız olanın elinize düşmesini istiyordunuz.

İki bakış açısı dedim ya, Bir Allah’ın gör dediği yer. Ne istiyordu Allah, iki topluluktan birinin, sizin elinize geçeceğine ilişkin vaatte bulunmuştu zaten. Böyle bir vaat peşinen bir ödül demekti.

Peki neden iki topluluktan biride kesin olarak biri değil. İşte imtihan burada. İki topluluktan biri ama siz hangisini tercih edeceksiniz. İşte irade burada gündeme geliyor. Tercihinizi hangisinden yana kullanacaksınız. Ganimet mi yoksa imanla insanın arasındaki engeli kaldırmak mı. Bu çok önemli.

Ama burada hemen diyor ki; ve teveddune enne ğayre zâtiş şevketi tekûnü leküm siz ise korumasız olanın elinize düşmesini istiyordunuz. Yani tercihiniz o oldu. Fakat; ve yüriydullahu en yuhıkkal hakka Bi kelimatiHİ ve yakta’a dabirel kafiriyn; Allah sizin gibi istemiyordu. O’nun isteği farklıydı.

Ya O ne istiyordu? Allah’ın muradı vadine uygun olarak hakkı gerçekleştirmek ve küfürde direnenlerin kökünü kurutmaktı, kazımaktı. Onun için Allah önünüze iki seçenek sundu. Çünkü Allah kadar insan iradesine hürmetkar hiçbir zat yoktur. En çok insan iradesine hürmet eden Allah’tır. Yarattığı iradeye kendisi hürmet etmektedir. Onun içindir ki insanın önüne seçenek sundu. Ya kervan, ya savaş. Savaşa girerseniz onu kazanacaksınız kervana gidecekseniz onu alacaksınız. Fakat benim muradım kervan değil.

İşte kader anlayışının sırrı burada. Kader anlayışını bu ayetlere bakıp tashih etmek lazım. Bu yamuk kader inancını. Benim muradım şu, benim gör dediğim yer şu. Oradan bakarsanız muradımı anlarsınız. Ben yeryüzünde küfrün arkasını kesmek, imanla insanı buluşturmak istiyorum.

Tabii ki bu iki bakış açısı aslında iki farklı hayat tasavvuru. Bir taraf kar ve zarara farklı anlam yüklüyor, öbür taraf farklı. Allah’ın Kâra yüklediği anlamla, ganimetçilerin kâra yüklediği anlam farklı. Ganimete bakanlar kârı onda görüyorlar. Oysa Allah’ın gör dediği yerden bakanlar en büyük ganimetin cennet olduğunu görüyorlar. Dahası insanın kendisi ile barışık bir hayat olduğunu görüyorlar. Ebedi mutluluk olarak görüyorlar. Hiçbir ganimetin ebedi mutluluk getirmeyeceğini görüyorlar.

Hatta ganimetler daima savaş getirmiştir. Çarpışma ve çatışma getirmiştir ve 1. ayette de bu söyleniyor. Omuz omuza savaşanlar ortaya ganimetler yığılınca karşı karşıya durabiliyorlar. Onun için hangisi daha değerli.

Burada iki lügat var. Ya da aynı sözcüklere ayrı ayrı anlamlar veren iki zihniyet var, bakış açısı var. Güç nedir, ganimete göz koyanlar için güç, para, iktidar, silah. Ama Allah’ın gör dediği yerden bakanlar için güç; İman. Buyur, iki ayrı hayat tasavvuru. Aslında bu ayetler bize böyle bir ayırım yapmamızı da alttan alta bunun şuurunu veriyor. Ve bu ayette ifade edilen hakikat 8 yıl geçmeden tüm yarımada imana teslim oluyor. İşte bir mucize olarak önümüze çıkıyor.

Kökünü kesmek. 1421 yıldan beri daha yarımada da bir daha putperestlik görülmeyecektir. Bu nasıl bir kesiştir. Bu nasıl bir kök kesmedir düşünün. Evet, bu bir mucizedir aynı zamanda, Kur’an ın mucizesi.

😎 Li yuhıkkal hakka ve yubtılel batıle ve lev kerihel mücrimun;

Hakk’ı gerçekleştirmek ve boş, asılsız olanı geçersiz kılmak için… İsterse Allâh’a karşı suç işleyenler bundan hoşlanmasın! (A.Hulusi)

08 – Ki hakkı hak tanıtsın ve bâtılı ibtal etsin, varsın mücrimler istemesin. (Elmalı)

Li yuhıkkal hakka ve yubtılel batıl Ki Hakkın Hakk olduğu, batılın da sahte ve yalan olduğu ortaya çıksın.

ve lev kerihel mücrimun; Tabii ki suça gömülüp gidenler istemese de.

Aslında ben burada ki Neden; ve lev kerihel Kâfirun değil de mücrimun geldi sorusuna; Buradaki mücrimler sadece imanın karşısında savaşanlar değil, aynı zamanda gözü ganimette olanlar da bunun içindedir gibime geliyor. Onlar da suça iştirak edenler çerçevesinde algılanıyor diye düşünüyorum.

9-) İz testeğiysune Rabbeküm festecabe leküm enniy mümiddüküm Bi elfin minel Melaiketi murdifiyn;

Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz da: “Muhakkak ki ben, birbiri ardınca bin melâike ile size yardım ediyorum” diye size icabet etmişti. (A.Hulusi)

09 – O vakit siz, rabbinizden istimdat ediyordunuz da size ben işte ardı ârdına bin Melâike ile imdat ediyorum diye icabet buyurmuştu. (Elmalı)

İz testeğiysune Rabbeküm Hani rabbinizden yardım dileniyordunuz, festecabe leküm enniy mümiddüküm Bi elfin minel Melaiketi murdifiyn; Bunun üzerine size şöyle icabet etmişti. Yardım çağrınıza şöyle cevap vermişti. Size birbirini izleyen 1.000 melekle yardım edeceğim. Öyle, Yardım çağrısında haklılar. Bir yanda 1.000, öbür yanda 300. Bir yanda 700 deve, bir yanda 70 deve. Bir yanda 100 at, bir yanda 2. Rakamların iflas ettiği bir yerdeyiz. Güç dengesi yok. Güçler dengesinden söz edilemez.

Ve peygamber hayatının en büyük en zor günde Bedir de bir tümseğin tepesine çıkıyor, bir avuç inanmış adama bakıyor, bir de Mekke nin azgınlarına. Maddi olarak değerlendirdiğinizde mümkün değil. Hiçbir matematiksel sonuç kurtarmıyor.

Ellerini açıyor sevgili nebi, yaşlı gözlerle orada tam o anda yaptığı bir dua var.

İlahi..! diyor, İlahi, in tuhlik hazihil gısaveh la tu’bed fil ard abeda. Ev len Tu’bede fil ard. Eğer şu iman erlerini helak edersen, onlara zafer ihsan etmezsen, eğer onlar bu savaşı kaybederlerse bu topraklarda bir daha senin adına ibadet edilmeyecek. Derdi bu, endişesi bu, kaygısı bu. Bunun için yalvarıyor. Devlet kuramayacağız diye değil, Medine’yi kurtaramayacağız diye değil, yaşayamayacağız diye değil, öleceğiz falan diye değil. Tüm derdi Allah’a kulluk. İnsanın imanla buluşması. Gerçek bir fetih. İnsanın ebedi mutluluğu olan İslam’la buluşması. Kaygısı bu, aşkı bu peygamberin ve duası bu.

Bunun üzerine size birbirini izleyen 1000 melekle yardım edeceğim demişti Allah. Yani bittim diyene, yettim kulum demişti. Kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlamıştı. İşte bu.

10-) Ve ma cealehullahu illâ büşra ve li tatmeinne Bihi kulubüküm* ve men nasru illâ min ‘indillâh* innAllâhe Aziyzün Hakiym;

Allâh bunu ancak bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz mutmain olsun diye yaptı… Yardım, zafer ancak Allâh indîndendir… Muhakkak ki Allâh Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

10 – Ve bunu Allah size sırf bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz ıtmi’nan bulsun diye yapmıştı, yoksa nusrat Allahın kendindendir, hakikat Allah azîzdir hakîmdir. (Elmalı)

Ve ma cealehullahu illâ büşra ve li tatmeinne Bihi kulubüküm

Nasıl anlayacağız bu 1.000 melekle yardımı. Üzerinde tefsir mi yapalım, uzun uzun düşünelim mi, bir kısmımız işte akılcı yaklaşıp te’vil edelim, bir kısmımız yok 1.000 melek indi, savaştı, öldü, öldürdü, vurdu, kırdı mı diyelim, bunlara şükür hiç meydan vermemiş rabbimiz. Bu 1.000 melekle yardımın nasıl anlaşılması gerektiğini tefsire ihtiyaç duymayacak şekilde açıkça buyurmuş. Okuyoruz.

Ve ma cealehullahu illâ büşra ve li tatmeinne Bihi kulubüküm Çünkü Allah bunu yalnızca bir müjde olsun için, bu vesile ile içiniz ferahlayıp moraliniz yükselsin için yaptı. İşte yardım bu.

ve men nasru illâ min ‘indillâh Neden? Aman yanlış yerlere çekmeyin, yanlış anlamayın. Yardım başkasından değil, yalnızca Allah katındandır. Budur. İşte bu. Nasıl yardım ettiği. Melekler, ya da melekeler. Birer kuvve-i nefs aracı değil mi bunlar. Kuvve-i nefs, insana güç veren. Melekler ya da melekeler adına ne derseniz. Ama Allah yardım edecekse eğer, insanın içindeki potansiyeli, kinetize ediverir. Bunun en basit anlaşılması için örneği şudur. İnsan olağan üstü bir korku anında insan eli 100 kg. kaldıracaksa, 100 gr.mı kaldıramaz. Kalemi tutamaz. İğne topluyu tutamaz. Ama o el gücünü kastan alıyorsa standart olarak kaldırma gücü her zaman olması lazım. Neden bir düğmeyi bile tutamaz hale geliyor korkunca. Gücünü kaybediyor.

Demek ki elin gücü, güç kaynağı kas değildir. Kas sadece araçtır. Gücü aktaran bir aktarma organıdır. Daha arka planda bir güç kaynağı vardır. O kaynaktan eğer talimat gelmezse, komut gelmezse 50 Kg. mı kaldırabilen el, 5 gr.mı kaldıramıyor. Tutamıyor. Bir kalemi tutamıyor. Bir çoklarının başına gelmiş dahi olabilir bu. Ama tam tersi eğer olağanüstü bir direnç gösterir, insan inanır ve zor durumda kaldığında tüm gücünü o bölgeye verirse, normalde 20 30 Kg. kaldırabilen bir el, 200 Kg. kaldırabiliyor. Çanakkale de Seyit çavuşun 300 Kg. lık mermiyi tek başına omuzlayıp kızağa sürdüğü gibi. Bir efsane değil, bir gerçek. Nasıl olabilir sorusu işte böyle cevaplanır. Demek ki gücün kaynağı kas değil.

İşte orada rabbimiz böyle yardım ediyor ve yardım ettiğini buyuruyor açıkça.

 innAllâhe Aziyzün Hakiym; Elbette Allah her şeye hakim, yani her şeye hakim, her işinde hakiym dir diye çevireyim. Her şeye hakim, aziyz O’dur. Her şeyden yüce, her şeye otorite eden. Hakiymdir, her şeyi hikmetle yapandır.

11-) İz yüğaşşiykümünnüase emeneten minhü ve yünezzilü aleyküm mines Semai maen liyutahhireküm Bihi ve yüzhibe anküm riczeşşeytani ve li yarbita alâ kulubiküm ve yüsebbite Bihil akdam;

Hani O, kendinden bir sükûn ve güven hâli oluşturuyordu; sizi onunla (nefsanî duygulardan) arındırmak, sizden şeytanın pisliğini (korku, evham) gidermek, şuurunuzdaki Hak müşahedesini kuvvetlendirmek ve ayakları (-nızı) (bu ilimle) sâbit tutmak için de üzerinize semâdan bir su inzâl ediyordu (SU, ilmî marifet; kesinlikle Allâh muradı neyse onun yerine geleceğine, yakîn hâline işaret eder). (Bu âyet benzetme yollu anlatımın örneğidir. Zira olay sırasında gökten yağan su – yağmur, ayakları yere bağlamaz veya şeytanın dürtüsünü temizlemez realitesi. Kurân’daki pek çok âyetin hangi bakışla değerlendirilmesi gerektiğine de bir örnektir.) (A.Hulusi)

11 – O vakit size, tarafından bir emniyet olmak üzere bir uyku sardırıyordu ve üzerinize Semâdan bir su indiriyordu ki bununla sizi tathir eylesin ve Şeytanın murdarlığını sizden gidersin ve kalplerinize rabıta versin ve bununla ayaklarınızı sağlam durdursun. (Elmalı)

İz yüğaşşiykümünnüase emeneten minhü ve yünezzilü aleyküm mines Semai maen Hani o zaman O’nun inayetinden bir güvence olarak sizi bir iç sükûnetinin çepeçevre kuşatmasını sağlamış ve üzerinize gökten yağmur indirmişti. İşte Allah’ın yardımı yine açıklanıyor, devam ediyor. Tefsire hiç gerek olmaksızın Allah nasıl yardım etmişti. O’nun inayetinden bir güvence. Emeneten diyor, güvence. Buradaki Nüase kelimesi kendine güven duygusu anlamına gelir lügatta. İmanın verdiği iç güvenle kuvvet. İşte İman en büyük imkandır derken bunu kastediyorum. Tam da bu.

İman nasıl imkan olur, İman, insanda böyle bir güce dönüşür. Eğer doğru istihdam edilir, iman bir imkan olarak kullanılırsa.

Üzerinize gökten yağmur indirmişti, liyutahhireküm Bihi ve yüzhibe anküm riczeşşeytan ki onunla sizi temizlesin, şeytanın kirinden sizi arındırsın.

ve li yarbita alâ kulubiküm ve yüsebbite Bihil akdam; Yüreklerinizi güçlendirip ayaklarınızı bu sayede sabit kılsın. Diye. Bu maddi ve manevi yardım sağanağı, hem maddi arınmayı, hem de manevi arınmayı getirmişti. İç yıkaması olmuştu. Bir iç yıkama, yağlaması. İçlerine gönderdiği o güvence kalplerinde öyle bir esinti estirmişti ki, bahar açmıştı içlerinde adeta ve bu içlerine doğan bu iman rahmeti, dışarıda yağmura da dönüşmüştü. Bu yağmur 3 şey yapmıştı;

1 – Gönüllerini ferahlatmıştı.

2 – Susuzluktan korkuyorlardı, Muhtemelen Taberi’nin rivayetine göre önceden gelip kuyuları tutan müşriklere karşı susuz kalmaktan korkuyorlardı kaplarını doldurdular.

3 – Bir başka şey ise, kendileri yüksekte duruyorlardı, Müşrikler, Mekkeliler ise daha aşağıda duruyorlardı. Yüksekte durdukları için durdukları yer, zemin çok yumuşaktı, o zemini sertleştirdi yağmur. Ama aşağıda duran müşriklerin zeminini de çamur etti. Dolayısıyla hem maddi, hem manevi Allah böyle yardım ediyordu. Yani Allah mahlukatını kullanarak, yarattığı eşyayı kullanarak, onlara verdiği yasaları çerçevesinde o yasaları harekete geçirerek yardım ediyordu.

12-) İz yuhıy Rabbüke ilel Melaiketi enniy me’aküm fesebbitülleziyne amenû* seulkıy fiy kulubilleziyne keferurru’be fadribu fevkal a’nakı vadribu minhüm külle benan;

Hani Rabbin melâikeye şöyle vahyetmişti: “Muhakkak ben sizinle beraberim (Allâh melekle yan yana olmayacağına göre; anlatılmak istenen {tasavvufta mâiyet sırrı diye bahsedilen}: meleklerin, kendilerindeki kuvvet ve kudretin Allâh’ın kuvvet ve kudreti bilincini taşıdıkları realitesine işaret olunmaktadır)… İman edenleri sâbitleyin… Hakikat bilgisini inkâr edenlerin kalplerinde korku oluşturacağım… (Onların) boyunlarının üstüne vurun (vehim üzere sâbitleyin) ve onların her parmağına darbedin.” (A.Hulusi)

12 – O vakit ki rabbin Melâikeye şu vahyi veriyordu: «ben sizinle beraberim, haydin imanı olanları tespit edin, kâfirlerin yüreklerine dehşet bırakacağım, hemen vurun boyunlarının üstüne, vurun onların parmaklarına. (Elmalı)

İz yuhıy Rabbüke ilel Melaike hani o zaman rabbin meleklere vahyetti, enniy me’aküm fesebbitülleziyne amenû elbet ben de sizinle beraberim, o halde inananlara direnç ve moral verin diye vahyetti.

fesebbitülleziyne amenû açık, melekler indiler, kılıçlarını çektiler kafirlerin boynuna vurdular diye Kur’an da hiçbir ayetle karşılaşamazsınız. Burada işte, rabbimizin yaptığı yardım, onlara direnç ve moral vermeleri. İman gücünü potansiyel halden kinetik hale getirmeleri.

seulkıy fiy kulubilleziyne keferurru’b ben küfürde direnenlerin yüreklerine korku salacağım. İşte bir yardım daha. Size cesaret biçiminde iman, iman sizde cesarete dönüşürken, karşıda küfür korkuya dönüşüyor.

fadribu fevkal a’nakı vadribu minhüm külle benan;

Çok ilginç, haydi vurun boyunlarının üstüne, haydi kopartın onların silah tutan parmaklarını. Açık, tefsire ihtiyaç yok.

13-) Zâlike Bi ennehüm şakkullahe ve RasûleHU, ve men yuşakıkıllahe ve RasûleHU fe innAllâhe şediyd’ül ‘ıkab;

Bunun sebebi, onların Allâh’a ve Rasûlüne karşı çıkarak kendilerini Allâh ve Rasûlünden ayırıp koparmalarıdır… Kim Allâh’a ve Rasûlüne karşı çıkarsa, muhakkak ki Allâh “Şediyd’ül Ikab”dır (yapılanın sonucunu şiddetle yaşatandır). (A.Hulusi)

13 – Böyle, çünkü onlar Allaha ve Resulüne karşı geldiler ve kim Allaha ve Resulüne karşı gelirse bilsin ki Allahın ıkabı şiddetlidir. (Elmalı)

Zâlike Bi ennehüm şakkullahe ve RasûleH bu onların Allah ve elçisine karşı konuşmaları yüzünden idi. ve men yuşakıkıllahe ve RasûleHU fe innAllâhe şediyd’ül ‘ıkab; ve kim, her kim, Allah’a ve Resulüne karşı konuşlanırsa iyi bilsin ki Allah’ın cezalandırması çok şiddetlidir.

Mücadelenin özüne bir atıf var bu ayette. Özüne, kime karşı konuşlandınız, kimin yanında konuşlandınız. Hakka karşı batılın yanında mı, batıla karşı hakkın yanında mı. Aslında tüm problem bu.

Tüm mücadelenin temeli bu ve asra bir atıftır bu ayet. İnsan niçin yaşar, niçin mücadele eder, niçin ölür sorularının temeli bu. Burada Allah insana bir yaşam merkezi, bir yaşam odağı çiziyor, tespit ediyor. Yani istikamet açısı bu.  Bu bir çapul, bu bir ganimet, bu bir siyasal iktidar, bu bir toprak kavgası değildir demek istiyor bu ayet. Olmamalıdır. Bunlar için Allah’tan yardım ummak yerine, Allah’ın insan için mutluluk demeye gelen İslam’ı uğruna bu mücadeleyi verin diyor. Onlar promosyon olarak gelir dercesine.

İnsanla İslam arasında ki engeli kaldırın. Çünkü İslam mutluluğun öbür adı. Felaket; insan İslamsız, İslam’da insansız kaldığında başlar demek istiyor. O halde insanı İslam’a, İslam’ı insana taşıyın, arasındaki engelleri kaldırın. Bu işte bir aşk taarruzudur demeye getiriyor.

14-) Zâliküm fezûkuhu ve enne lilkafiriyne azâben nar;

İşte size (fiilinizin sonucu); tadın onu! Hakikat bilgisini inkâr edenler için bir de Nâr (bir tür ateş ki, hem içsellikte hem dışsallıkla yakan) azabı vardır. (A.Hulusi)

14 – İşte bunu gördünüz ya, şimdi onu tadın, kâfirlere bir de Cehennem azâbı var. (Elmalı)

Zâliküm fezûkuhu bu sizin için ey inkarcılar, haydi tadın onu. ve enne lilkafiriyne azâben nar;  Bir de inkarda sonuna kadar direnenler için ahirette ateş azabı var.

15-) Ya eyyühelleziyne amenû izâ lekıytümülleziyne keferu zahfen fela tüvelluhümül edbar;

Ey iman edenler… Toplu olarak hakikat bilgisini inkâr edenler ile karşılaştığınızda, sakın onlardan kaçmayın! (A.Hulusi)

15 – Ey o bütün iman edenler! Ordu halinde kâfirlere çattığınız vakit artık onlara arkalarınızı dönmeyin. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenû Siz ey iman edenler, izâ lekıytümülleziyne keferu zahfen fela tüvelluhümül edbar; Savaşta, inkarda direnenlerin kalabalık ordusu ile karşılaştığınızda sakın ardınızı dönüp kaçmayın. İman mücadelesinde firara yeltenmeyin. Allah ordusuna yazıldıktan sonra firar etmeyin. Komutanı peygamber olan bir ordunun firarisi olmak gibi bir cinayet işlemeyin.

16-) Ve men yüvellihim yevmeizin dübürehu illâ müteharrifen likıtalin ev mütehayyizen ila fietin fekad bae Bi ğadabin minAllâhi ve me’vahu cehennem* ve bi’sel masıyr;

Savaşmak için çekilmek yahut bir başka birliğe katılmak (için çekilmek) haricinde, kim onlardan kaçarsa, mutlaka Allâh’ın öfkesi ile döner… Onun mekânı yanma ortamıdır! Ne kötü varış yeridir o! (A.Hulusi)

16 – Her kim böyle bir günde onlara -dönüp çarpışmak için pırlanmak veya diğer bir takımda mevki’ almak halleri müstesna olarak- arkasını dönerse muhakkak Allah dan bir gadaba değmiş olur, ve varacağı yer Cehennemdir, o ise ne kötü âkıbettir. (Elmalı)

Ve men yüvellihim yevmeizin dübürehu illâ müteharrifen likıtalin ev mütehayyizen ila fieh Nitekim o gün taktik gereği olmaksızın, ya da diğer bir birliğe katılma amacı taşımaksızın kim ardına dönüp kaçarsa, fekad bae Bi ğadabin minAllâhi ve me’vahu cehennem kesinlikle o Allah’ın gazabına muhatap olacak ve meskeni de cehennem olacaktır. ve bi’sel masıyr; ve bi’sel masıyr; O ne berbat bir ikametgahtır

17-) Felem taktüluhüm ve lakinnAllâhe katelehüm ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnAllâhe rema* ve liyübliyel mu’miniyne minhü belaen hasena* innAllâhe Semiy’un Aliym;

Siz öldürmediniz onları, öldüren Allâh’tı! (Oku) attığında sen atmadın, atan Allâh’tı! İman edenlere, kendinden (rahmetinden) güzel bir tecrübe yaşatmak için! Muhakkak ki Allâh Semi’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

17 – Sonra onları siz öldürmediniz ve lâkin onları Allah öldürdü, attığın vakit da sen atmadın ve lâkin Allah attı, hem de müminlere güzel bir imtihan geçirtmek için, hakikat Allah semi’dir, alîmdir. (Elmalı)

Felem taktüluhüm ve lakinnAllâhe katelehüm hem onları siz öldürmediniz, fakat onları asıl öldüren Allah’tır.

Ne demek, bu ne demek değerli dostlar. Bu ayeti nasıl anlayacağız? Herhalde (haşa) Allah kılıcı çekti Bedir de savaştı şeklinde kesinlikle anlamayacağız. Bu kesin. Bu ayetleri somut bir olaya dayandıran rivayetler de var. Mesela ayetin devamını okursam daha kolay anlaşılır;

ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnAllâhe rema attığın zaman da sen değildin atan ve fakat atan Allah’tı.

Resulallah’ın eline bir avuç toprak alıp saçtığı şeklindeki bir çok rivayet görürüz. Fakat rivayet tekniği açısından İbn. Kesir’in de sarahatle ifade ettiği gibi problemli bunlar. Aslında bu ayetler çok daha geniş çok daha genel, çok daha uzun bir ufuk açıyor önümüze ve bu ayetlerin söylediği şeyler, sebep-i nüzul rivayetlerinin tartışılabilir nakilleriyle sınırlanamayacak kadar büyük. Nedir o;

La havle vela kuvvete illa Billah güç ve kuvvet yalnızca Allah’a aittir. Sözünü doğruluyor, tasdik ediyor. Açıl diyor bunlar. Ey insan Allah’tan bağımsız kendine bir alan seçmeye kalkma. Allah’tan bağımsız bir başarı yorumlama. Allah’tan bağımsız ayakta duracağını sanma. Allahsız bir hayat tasavvur etmeye kalkma diyor. Budur aslında burada söylenen.

Sen değildin atan, Allah attı. Siz öldürmediniz onları, Allah öldürdü ifadesini, cümlelerini daha güzel nasıl anlayabiliriz. Budur, kendine yontma, kendine değil Allah’a pay çıkar. Unutma Allahsız bir hayat düşünülemez. Allahsız bir başarı tasarlayamazsın, Allahsız bir mutluluk planlayamazsın. Onun için sebebe değil, müsebbibe bak.

Kasına teşekkür etme, kasa enerjiyi gönderene teşekkür et. Su tası değildir senin dudağına suyu veren, unutma o tas sadece kaynağından su aldı getirdi sana. Aracı amaçlaştırdığın gün, amacı araçlaştırırsın. Kaynağı gör, teşekkürünü doğru yere yönelt. Yoksa yolcu değil, yolu han kabul eden bir hancıya dönersin. Öyle yaparsan eğer ömür boyu menzile varamazsın. Yola yatar, gelene geçene çelme atar, yol üzerine nutuk atarsın ve yol alamazsın.

ve liyübliyel mu’miniyne minhü belaen hasena zira o inananlara sonucunu kendi katından takdir ettiği güzel bir sınava tabi tuttu.

Evet, belaen hasena sonucunu kendi katından güzel takdir ettiği bir sınav.

innAllâhe Semiy’un Aliym; Şüphesiz ki Allah her şeyi işitir her şeyi bilir.

18-) Zâliküm ve ennAllâhe muhinü keydil kafiriyn;

İşte böyle (yaşayıp gördünüz)! Muhakkak Allâh, hakikat bilgisini yaşamayı inkâr edenlerin tuzağını zayıf düşürendir! (A.Hulusi)

18 – Bunu gördünüz, bir de kâfirlerin tedbirini Allahın zayıf düşürmesi var. (Elmalı)

Zâliküm, hatırlayın 14. ayeti aynen o da böyle idi. Böyle başlamıştı. Burada ise hitap değişik, muhatap değişik. Bu da sizin için ey inananlar. 14. Ayette kafirlere idi, burada müminlere.

ve ennAllâhe muhinü keydil kafiriyn; İşte Allah inkarda direnenlerin tuzağını böyle boşa çıkarır.

19-) İn testeftihu fekad caekümül feth* ve in tentehu fehuve hayrun leküm* ve in te’ûdu ne’ud* velen tuğniye anküm fietüküm şey’en velev kesüret, ve ennAllâhe me’al mu’miniyn;

Eğer siz fetih (zafer) istiyorsanız, işte size (Bedir’de) fetih geldi… Eğer (Rasûlullâh’a direnmekten) vazgeçerseniz, o sizin için daha hayırlıdır… Şayet (şirke) dönerseniz, biz de döneriz! (O durumda) topluluğunuz çok da olsa size hiçbir faydası olmaz… Kesinlikle Allâh iman edenlerledir (kendinde açığa çıkan havl ve kuvvetin Allâh’ın olduğunu yaşayanlarladır)! (A.Hulusi)

19 – Fetih istiyorsanız (ey kâfirler) işte size fetih, ve eğer vazgeçerseniz hakkınızda daha hayırlı olur, yok döner yine başlarsanız biz de başlarız, o vakit askeriniz çok da olsa size zerre kadar fayda vermez, çünkü Allah müminlerle beraberdir. (Elmalı)

İn testeftihu fekad caekümül feth siz ey fetih isteyenler, işte fetih ayağınıza gelmiştir.

Çok ilginç bir ayet, Tefsir tarihinde bir problemdir bu ayet. Bu ayetin muhatabı kimdir, bu ayet kime hitap ediyor sorusu tefsir tarihinin en ciddi sorularından biridir.

İki kesim olabilir.

1 – Müminler,

2 – Müşrikler.

Müfessirlerin yarısı Müminler demiştir bu ayetin muhatabı, yarısı da kafirler ve bir türlü bu ayet üzerinde bir çoğunluk görüşü sağlanamamıştır. Peki, benim görüşüm; Ben, hayır, bu ayet öyle dizayn edilmiş ki her tarafı görüyor. Kasten böyle dizayn edilmiş bu ayet. İlahi kelam bu ayeti herkese hitap etmek üzere buyurmuş. Onun için dönüyoruz.

İn testeftihu fekad caekümül feth siz ey müminler fetih istiyordunuz değil mi? İşte fetih. Zafer istiyordunuz. Bir avuç olmanıza rağmen zafere kavuştunuz. Dönüyor kafirlere, müşriklere, siz ey müşrikler fetih istiyordunuz, kazanmak istiyordunuz değil mi, asıl kazanmak işte budur. Gururunuz büyük fethe engeldi, gönlünüzün imanı fethetmenize engeldi. Gönlünüzün önündeki o büyük perde yırtıldı. İmanla buluşacaksınız, işte fetih ayağınıza geldi. Siz yanlış koydunuz fethin adını, zaferin adını. Bu bir gönül fethi için size sunulmuş bir ödüldür aslında. Ayağınıza geldi, içeri alın. İman yüreğinizin kapısına dayandı, açıverin girsin. Bu böyle. Devam ediyoruz.

ve in tentehu fehuve hayrun leküm Bunu nasıl anlayacağız? Ey müminler, müminlere yönelik olarak. Yukarıyı görüyor, müminleri görüyor. Dünyaya dönerseniz desteğimi çekerim. Dünyaya dönerseniz desteğimi çekerim..! Yani işi tadında bırakın, ey müminler işi tadında bırakın. Ganimete değil. Siz niçin geldiğinizi unutmayın. Yanlış yapmayın, tadında bırakın. Yani malı görünce amacı unutuvermeyin.

Ey kafirler, saldırganlığa son verirseniz ben de sizi cezalandırmam. Size olan cezamı siler, ödüle döndürürüm. Devamı;

ve in te’ûdu ne’ud yok eğer dönerseniz biz de döneriz. Ey Müminler, siz dünyaya dönerseniz ganimete, biz de sizden döneriz. Yardımımızı çekeriz. Kafirlere, müşriklere dönüyor; İmana dönerseniz biz de rahmetimizle size yöneliriz. O kadar.

velen tuğniye anküm fietüküm şey’en velev kesüret ve topluluğunuz (ondan önce.. yukarıdan devam)size hiçbir yarar sağlamaz. Ne kadar kalabalık olursanız olun. Ey müminler sizin için de geçerli, ey müşrikler sizi için de geçerli.

ve ennAllâhe me’al mu’miniyn; herkes iyi bilsin ki Allah gerçek müminlerle beraberdir.

20-) Ya eyyühelleziyne amenû etıy’ullahe ve RasûleHU ve lâ tevellev ‘anHU ve entüm tesme’un;

Ey iman edenler… Allâh’a ve O’nun Rasûlüne itaat edin! İşitip durduğunuz hâlde O’ndan yüz çevirmeyin! (A.Hulusi)

20 – Ey o bütün iman edenler! Allaha ve Resulüne itaat edin ve işitip durduğunuz halde ondan yan bükmeyin. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, etıy’ullahe ve RasûleH Allah’a ve O’nun elçisine bağlılığınızı gösterin. ve lâ tevellev ‘anHU ve entüm tesme’un; O’nun mesajını işittiğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin.

Bakınız hitabı inananlar ve inkar edenler dışında 3. bir zümreye yöneltti Kur’an. Burada şu ayetten itibaren 3. bir zümre gündeme geliyor. O da kim, İnananların içinde gelip, ganimete yürek çevirenler onlar. Yani Allah’ı işitmek istemeyenler. Hakikati işitmek istememek için yüreklerinin kulaklarını tıkayanlar, bu hitap ve bundan sonraki ayetler onlar için.

21-) Ve lâ tekûnu kelleziyne kalu semı’na ve hüm lâ yesme’un;

Kendileri işitip de (algılamadıkları hâlde), “işittik” diyenler gibi olmayın! (A.Hulusi)

21 – Ve işitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın. (Elmalı)

Ve lâ tekûnu kelleziyne kalu semı’na ve hüm lâ yesme’un; ve kulak asmadıkları halde işittik diyenler gibi olmayın.

Kulak asmadıkları halde işittik diyenler..! Yani sizi duyuyor ama talimatınızı yerine getirmiyor. Tam bunun gibi. Allah’ın mesajı kendilerine varmış fakat bu mesajın gereğini yerine getirmeyenler için.

22-) İnne şerred devabbi ‘indAllâhis summül bükmülleziyne lâ ya’kılun;

Muhakkak ki Allâh indînde canlıların en şerrlisi, aklını kullanmayan (taklitle yaşayan) sağırlar ve dilsizlerdir. (A.Hulusi)

22 – Çünkü yer yüzünde debelenenlerin ındallah en kötüsü o sağırlar o dilsizlerdir ki hakkı akıllarına koymazlar. (Elmalı)

        İnne şerred devabbi ‘indAllâhis summül bükmülleziyne lâ ya’kılun; İşte bu tipleri ele veren en müthiş ifade. İyi bilin ki Allah katında canlıların en zararlısı aklını kullanmayan gerçek sağır ve dilsizlerdir.

Anlama ve anlatma problemini akletmeye bağlayan bir ayet bu. Akletmeyen, aklını kullanmayan ne anlama problemini çözebilir, ne anlatma problemini demek istiyor. Aklını kullanmaya bağlı hepside. Eğer anlamak istiyorsanız, öncelikle aklı seliminizi kullanın. O zaman anlatma probleminiz de çözülür demek istiyor.

23-) Velev alimAllâhu fiyhim hayren leesme’ahüm* velev esme’ahüm letevellev ve hüm mu’ridun;

Eğer Allâh onlarda bir hayır (değerlendirecek istidat) olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi… Şayet onlara (mevcut yaratılış programları altında) işittirmiş olsaydı (bile) onlar yüz çevirirlerdi! (A.Hulusi)

23 – Allah onlarda bir hayır görseydi elbette kulaklarına sokardı ve bu hallerinde kulaklarına soksa idi yine aldırmazlar döner giderlerdi. (Elmalı)

Velev alimAllâhu fiyhim hayren leesme’ahüm hem Allah onlarda iyi hal ve gidiş görseydi, onların işitmelerini sağlardı.

velev esme’ahüm letevellev ve hüm mu’ridun; Ne ki eğer onların işitmelerini sağlasaydı bile onlar inatçı inkarları ile yine yüz çevirirlerdi. İnsan psikolojisi hakkında müthiş ifadeler. Yine yüz çevirirlerdi işitmelerini sağlasaydı. Özgür iradeleri ile yanlışı seçerlerdi diyor. Yine yanlışı seçerlerdi. Onların sapması kadar, yani onların sapması aslında kader falan değil, tercihlerinin bir sonucu. Kulaklarını tıkamayı tercih ettiler, duymadıkları için konuşamayanlar gibi. Aslında konuşamayan bir çokları var ki, konuşma kabiliyeti olmadığı için değil, duymadığı için konuşamaz. Tıpkı onlar gibi.

24-) Ya eyyühelleziyne amenüsteciybu Lillâhi ve lirRasûli izâ de’aküm lima yuhyıyküm* va’lemu ennAllâhe yehulü beynel mer’i ve kalbihi ve ennehu ileyHİ tuhşerun;

Ey iman edenler… Sizi, sizi dirilten şeye (hakikat ilmine) çağırdığında, Allâh ve Rasûlünün davetine uyun! İyi bilin ki (davet edildiğinize uymazsanız) Allâh (beynindeki var olan sistemiyle) kişinin bilinci ile kalbi arasına girip engel olur… Siz O’na haşr olunacaksınız. (A.Hulusi)

24 – Ey o bütün iman edenler! Sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Resulüyle Allaha icabet edin ve bilin ki Allah hakikaten kişi ile kalbinin arasını gerer, ve siz hakikaten hep ona haşr olunacaksınız. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenüsteciybu Lillâhi ve lirRasûli izâ de’aküm lima yuhyıyküm siz ey iman edenler, size hayat bahşeden bir dirilişe çağırıldığında, Allah’ın ve onun elçisine icabet edin. va’lemu ennAllâhe yehulü beynel mer’i ve kalbih zira iyi bilin ki Allah kişi ile yüreğinin eğilimleri arasına sürekli müdahale eder. Allah kişinin duygularına müdahale ederek kuluna hidayetini ulaştırır. ve ennehu ileyHİ tuhşerun; en sonunda onun huzurunda toplanacaksınız.

25-) Vetteku fitneten lâ tusıybennelleziyne zalemu minküm hassaten, va’lemu ennAllâhe şediyd’ül ‘ıkab;

Sizden yalnızca zulmedenlere isâbet etmekle kalmayan (o toplumda bulunan iyileri de içine alan) bir belâdan korunun… İyi bilin ki Allâh “Şediyd’ül Ikab”dır (yapılanın sonucunu şiddetle yaşatandır). (A.Hulusi)

25 – Ve öyle bir fitneden sakının ki hiç te içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, ve bilin ki Allahın ıkabı şiddetlidir. (Elmalı)

Vetteku fitneten lâ tusıybennelleziyne zalemu minküm hassa ve öylesine bir yürek sınavına karşı tetikte ve tedbirli olun ki, O içinizden yalnızca bilinci alt üst olmuş kimselere musallat olmakla kalmayacaktır. va’lemu ennAllâhe şediyd’ül ‘ıkab; ve iyi bilin ki Allah’ın azabı pek şiddetlidir. Yani içinizdeki hamı, hastan ayıran, altının posasını hasından ayıran yürek imtihanına sürekli, iyileriniz de kötülerinizde tabi tutulacaksınız. Dikkat edin, içinizdeki o sınavı başarıyla verin.

 “Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
4 Yorum

Yazan: 26 Ağustos 2011 in KUR'AN

 

4 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. ENFAL SURESİ (1-25)(58)

  1. orhan

    19 Şubat 2012 at 19:21

    Surenin ilk ayetinin yorumunu yaparken bu kadar kıvırmak, enfal kelimesinin anlamını bu kadar evirip çevirmek gerçeği pek değiştirmiyor : Zengin bir kervana baskın yapıp adamların mallarını alıp öldürüyosun..Nerde rahmet peygamberi ?
    Taberi tefsirine bir bakalım :Bu âyet-i kerime´nin nüzul sebebi hakkında şu üç görüş zikredilmektedir:

    a- Bedir savaşına katılanların, ganimet malının kime ait olacağı hakkında ihtilaf etmeleri üzerine nazil olmuştur. Bu hususta Ubade b. Sabid diyor ki:

    “Biz, Resulullah (s.a.v.) ile Bedir savaşına gittik. Savsa ben de katıldım. Çatışma başladı. Allah, düşmanı mağlup etti. Müslümanların bir kısmı kaçan düşmanları kovalayıp onlan yakalıyor ve öldürüyorlar, bazıları da savaş alman­da ganimet topluyorlar, bir kısmı da Resulullahı düşmandan korumak için onun etrafına toplanmışlardı. Gece olunca herkes bir, araya toplandı. Ganimet topla­yanlar, “Bunları biz topladık, kimsenin bunlarda hakkı yoktur.” dediler. Düşma­nı kovalayanlar da “Siz, ganimete bizden daha lâyık değilsiniz.” Zira düşmanın o mallan alıp götürmelerine biz mânı olduk, onları bizmağlupettik.” dediler, Resulullah (s.a.v.)´in çevresinde bulunup onu koruyanlar ise: “Siz, ganimete biz­den daha layık değilsiniz. Çünkü biz, Resulullaha, düşmandan bir zarar gelece­ğinden korkarak onun etrafında toplandık ve bundan dolayı ganimet toplayama­dık.” dediler. İşte bunun üzerine bu âyet nhazil oldu ve Resulullah, ganimet mallarını müslümanlar arasında eşit bir şekilde taksim etti.[1]Bu görü, Abdullah b. Abbas ve İkrimeden de nakledilmiştir.

    b- Bedir savaşına katılanların tamamının değil bazı sahabîlerin, ganimet­ten özel pay istemeleri üzerine nhazil olmuştur. Bu hususta da Sa´d b. Ebi Vak-kas diyor ki:

    “Bedir savaşında kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de Saîd b. Âs´ı Öldür­düm. Onun “Zül Kuteyfe” adındaki kılıcını alıp Resulullaha geldim[2]Dedim ki:

    “Ey Allah´ın Resulü bugün Allah, müşrikleri mağlup ederek beni mesrur etti. Bu kılıcı bana ver.” Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bu kılıç ne senindir ne de benim. (Onu, toplanan ganimet mallarının içine koy.” Kılıcı koydum geri döndüm) ve kendi kendime şöyle dedim “Belki de Resulullah bu küıcı, savaşta benim gibi imtihan geçilmemiş olan birine verecektir.” Böyle düşünürken birisi arkadan beni çağırdı. Dedi ki “Acaba Allah hakkımda bir hüküm mü indirdi ” Resulullah´ın yanma vardım bana buyurdu ki: “Sen, benden bu kılıcı istedin. O, benim değildi. Şimdi ise bana bağışlandı. Al o kılıç senin olsun.” İşte bu âyet sı­rada nazil olmuştu[3]

     
    • ekabirweb

      20 Şubat 2012 at 02:00

      Merhaba. Yorumlarınızda ne amaçladığınızı tam anlayamadım. Yazılı olan tefsirler Sn. Mustafa İslamoğlu’na aittir. Ben ancak bir talebe olabilirim. Benim anladığım kadarıyla da olaylara geniş açıdan bakmıyorsunuz. Kur’an inme sürecinde bir toplum düzeni inşa ediyor. Bu süreçte hayatın gerçekleri olan savaşlar da dahil.

      O günün toplumunu dikkate aldığınızda yaşananlar garip değil. Hatta savaş ahlakı oluşturması açısından mühim olaylar anlatılıyor. Allah Resulü de o günün cahil insanlarını eğitip yönlendirirken Kur’an’ın vahyine göre hareket ediyor. Merhamet gösterilecek yerde merhamet, sert davranılması gereken yerde sert olmayı Kur’an emretmiyor mu.

      Bu açıdan vurguladığınız hadislerde bir olumsuzluk görmedim. Benin cevabımı yeterli bulmuyorsanız sorunuzu Sn. Mustafa İslamoğlu’nun sitesine, yani kendisine sorabilirsiniz. Esen kalın, Allah’a emanet olun.

       
      • Ümmet Karakoç

        28 Ocak 2013 at 21:13

        slm kardeşim Allah razı olsun iyi ve makul cevap vermişsin. çünkü kardeşimiz neye itiraz ettiğini bilmiyor.sadece Mustafa hocaya muhalefet olsun diye yazmış. Oysa biz İslam alimlerimizi yıpratmak yerine taltif etsek daha iyi olur. Mustafa İslamoğlu ve benzeri hocalarımız kolay yetişmiyor…

         
      • ekabirweb

        28 Ocak 2013 at 22:07

        Merhaba.Arkadaşı iyi anlıyorum. Bir zamanlar benim de düştüğüm hataya düşüyor. Vahyi veya hadisleri bu günün toplum kriterleri ile değerlendirip kendine göre bir fikir oluşturuyor. Açıklamamdan arkadaş ikna olmamışsa çekinmeden alimlerimize danışmasını önerdim. Allah cümlemizi güzel ve doğru bilgilere ve fikirlere ulaştırsın inşallah. Esen kalın, Allah’a emanet olun.

         

Yorum bırakın