RSS

İslamoğlu Tef. Ders. ENFAL SURESİ (26-48)(59)

01 Eyl

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde işlediğimiz enfal suresinin 25. ayeti, bugün işleyeceğimiz ayetlerin tamamına ışık tutuyordu. Bir giriş kapısı gibiydi. Onun için 25. ayeti tekrar hatırlatmak isterim. Ne diyordu bu ayet?

Vetteku fitneten lâ tusıybennelleziyne zalemu minküm hassa öylesine bir yürek sınavına karşı tetikte ve tedbirli oluk ki, O içinizden yalnızca bilinci alt üst olmuş zalimlere, kendisine kıyanlara erişmekle kalmaz, onları da aşar. Zalim olmayanlara, bilinci alt üst olmamış, bilinci yerinde kalmış olanlara da bulaşır, ulaşır bu fitne.

Ayette fitne olarak geçiyor. Nedir? Benim yürek sınavı dediğim bu şey, yürek sınavı. Yani insanın en zorlu sınavı. İnsanın hem kendisine, hem Allah’a karşı duruş sınavı, fitne. Aslından bu sınavın ne olduğunu iyi anlamak için, ki bugün işleyeceğimiz, bugün tefsirini yapacağımız ayetlerde de bu sözcük sık sık kullanılacak anahtar bir sözcük bu. Fitnenin ne olduğunu, Arap dilinde ne olarak kullanıldığını bilmek gerekiyor. 

Fitne; Altın’ın hamını hasından, madenini posasından ayırmak için yapılan işleme deniliyor. Aynı zamanda mihenk taşının bir diğer ismidir fitne. Bizim zihinlerimizde bu sözcüğün kazandığı anlamdan çok daha farklı ve çok daha derin bir çağrışım alanı var. Demek ki Kur’an bir çok yerde, ki her yerde aynı anlama kullanmaz fitneyi, fitne derken insanın gerçek madenini ortaya çıkaran. İnsanın hamını hasından, altınını posasından ayıran bir işlen olarak görüyor.

Onun içinde bu işlem sadece kendi kendisine kıyan zalimlere ulaşmakla kalmaz diyor, herkes sınanır. Herkes bir yürek sınavından geçer. Bu yürek sınavı sadece zalimleri değil, alimleri de kapsar. Sadece Ebu Cehilleri değil, Muhammed’leri de kapsar. Sadece firavunları değil, Musa’ları da kaplar. Onun için bu yürek sınavı herkesin, şaki ya da veli, asi ya da mu’ti herkesin ama herkesin başına gelecek bir denemedir, bir sınamadır, onun için herkes buna kendisini buna hazırlıklı tutsun diyor ve bu işte geçen dersimizde işlediğimiz bu son ayeti çağrışımları çerçevesinde ben bugün, yeni dersimize başlamak istedim.

26-) Vezküru iz entüm kaliylün müstad’afune fiyl Ardı tehafune en yetehattafekümün Nasü feavaküm ve eyyedeküm Bi nasriHİ ve razekaküm minat tayyibati lealleküm teşkürun;

Hatırlayın o günleri ki, azınlık ve güçsüz olmanız nedeniyle insanların zarar vermesinden korkuyordunuz… Sizi barındırdı, yardımı ile sizi destekledi ve şükredesiniz (değerlendirerek müteşekkir olasınız) diye sizi temiz nimetlerle rızıklandırdı. (A.Hulusi)

26 – Ve düşünün ki siz bir vakit yer yüzünde hırpalanıp duran bir azlıktınız, nâsın sizi çarpıvereceğinden korkardınız, öyle iken o sizi barındırdı, o sizi nusratiyle teyit buyurdu o size temizlerinden rızklar verdi ki, şükredesiniz. (Elmalı)

Vezküru iz entüm kaliylün müstad’afune fiyl Ard ve hatırlayın ki bir zamanlar siz yeryüzünde ezilen azınlıktınız. Zayıf bıraktırılmıştınız. müstad’afun mustazaflardan idiniz. Sizi ezenlerin üzerinizde, tepenizde iktidar kuranların altında inin inim inliyordunuz.

tehafune en yetehattafekümün Nas insanların sizi kapıp götürmesinden endişe ediyordunuz. feavaküm ve eyyedeküm Bi nasriHİ ve razekaküm minat tayyibati lealleküm teşkürun; Böyleyken O Allah size sığınak oldu. Sizi yardımı ile güçlendirdi ve size güzel rızıklar bahşetti. Belki şükredersiniz diye.

Burada bu ayet, bir öncekinden daha farklı bir sınava dikkat çekiyor. Tabii ki ayette anlatılan zaman diliminin, Müslümanların Mekke de çektikleri sıkıntılara tekabül ettiğini anlamışsınızdır. Zor zamanlar, onu hatırlatıyor ayet. Hani hatırlayın diyor bir zaman böyle idiniz. Bir zaman şimdi, şu Bedir kuyusunun yanında yerde cesetlerini izlediğiniz insanların işkenceleri altında inliyordunuz. Allah alt üst etti.

ve tilkel eyyamu nüdavilüha beynen Nas (Ali İmran/140)

Bu dönemler hep kalıcı mı sanırsınız, hep zalim zulmedecek, mazlum da zulüm görecek mi sanırsınız. Hayır, devran döner hesap döner ve dün üstte olanlar bugün altta olurlar. İşte o günleri hatırlatıyor ayeti kerime 26. ayet. Ama 25. ayetin ifade ettiği hakikatle de bir ilişkisi var. 26. ayetin anlattığı sınav yokluk sınavı. Güç yok, iktidar yok, madde yok, imkan yok, para yok, yiyecek yok, en temel ihtiyaçlar yok. Yokluk sınavından başarıyla çıkmıştılar. Onu hatırlatıyor. Ve tabii ki varlık sınavıyla sınandılar.

İşte bu ayet varlık sınavı ile sınandıkları bir zamanda yokluk sınavını geçtikleri gibi varlık sınavını da geçmelerini istiyor. Ve şuna, şu çok önemli ilkeye dikkat çekiyor. Yokluk sınavından geçmek yetmez. Varlık sınavından da geçmedinizse dört mevsimin üzerinizden geçmediği bir yarım çiçek olursunuz. Yani 4 mevsim açık kalamayacak kadar bir yarım gül. Onun için 4 mevsim üzerinizden geçsin ki sizin, yazın sıcağına, kışın soğuğuna aldırmadan, mevsimlere göre değişmeden ayakta kaldığınız anlaşılsın. O sebeple varlık sınavı zor sınavdır demek istiyor 25. ayet.  Vetteku fitneten lâ tusıybennelleziyne zalemu minküm hassa diyerek.

Öyle bir günün iç sarsıcı imtihanından sınavından korkun ki o sınav içinizde yalnızca bilinci alt üst olmuş zalimlere ulaşmakla kalmaz, herkesi kapsar. Diyen sınav işte bu sınav denilen o sınav, varlık sınavı. Onun için yokluğa sabretmek her kişi kârı, varlığa sabretmek er kişi kârı demişler, er kişi. Çünkü herkes yenilmeye dayanır ama yenmeye dayanamaz. Mağlubiyeti herkes çeker, katlanır. Ama galibiyete karşı sabretmek herkesin harcı değildir.

Onun için müminlerden galibiyete karşı sabretmeleri, biraz paradoksal gelecek ama, galibiyete karşı sabretmek nedir, servete karşı sabretmek gibidir işte. Varlığa sabretmek, yokluğa sabretmekten çok daha zor. Varlığın ayartmalarına karşı direnmek, yokluğun ve getireceği ayartmalara direnmekten çok daha zor.

Onun için burada, bu ayette; Yokluğa direnmiştiniz, imanınızı imkana dönüştürmüştünüz ve o vartayı atlatmıştınız. Şimdi varlıkla sınanıyorsunuz. Ganimetleri gördünüz. Koca Mekke’nin ciğerpareleri önünüze serildi. Düne kadar sizi bir hiç yerine koyanlar, şimdi bir hiç oldular. Asıl şimdi sabredin. Onurunuzu, imanınızı, ahlakınızı, direncinizi şimdi de koruyun. Neye karşı? Elde ettiğiniz dünyalıklara karşı. Gevşemeyin, malı görünce, dünyayı görünce, ahlaki ilkeleri unutmayın diyor.

27-) Ya eyyühelleziyne amenû lâ tehunullahe ver Rasûle ve tehunu emanatiküm ve entüm ta’lemun;

Ey iman edenler… Allâh’a ve Er Rasûl’e (Rasûlullâh’a) ihanet etmeyin… Bildiğiniz hâlde emanetlerinize (nübüvvet ve risâlet ile size ulaşan ilim ve marifetlere) hıyanet etmeyin! (A.Hulusi)

27 – Ey o bütün iman edenler! Allaha ve Resulüne hıyanet etmeyin ki bile bile emanetlerinize hıyanet etmeyesiniz. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, lâ tehunullahe ver Rasûl Allah’a ve elçiye ihanet etmeyin. ve tehunu emanatiküm ve entüm ta’lemun; korumanız gereken değerlere de; bile, isteye ihanet etmeyin.

Emanatiküm korumanız gereken değerler diye çevirdim. Nedir bunlar? Korumanız gereken değerler nedir. Hatırlayın, Ahzap suresinin 72. ayetini hatırlayın;

İnna ‘aradnel emanete ales Semavati vel Ard Biz bu emaneti göklere ve yere sunduk diye başlayan ayeti. Oradaki emanet işe. O emanette bu emanetlerin içinde, belki birinci sırayı, bir numarayı alan bir emanet. O halde bu emanetler; Akıl, İrade, vicdan, vahiy, fıtrat. Oradan başlayıp; Hayat, zaman, evlat, mal, dünya ve daha bir çok şey. Koruması bizim elimize verilmiş olan her şey.

Ama öncelikle irade emaneti. İrade emanetine ihanet eden, diğer tüm emanetlere ihanet etmeye hazırdır demektir. Çünkü irade insana verilmiş 1. numaralı emanet. İradesine ihanet etmiş bir insanın, vahye ihanet etmemesi düşünülemez. İradeye ihanet etmiş bir insanın akla ihanet etmemesi düşünülemez. Onun için burada özellikle Emanat ifadesi, emanetler; İnsanın korumasına verilmiş değerler. Korumamız gereken değerler. Ki bunların toplumsal olanları, özellikle fiziki olanları 5 başlık altında toplanmış.

1 – Can emaneti,

2 – Mal emaneti,

3 – Nesil emaneti,

4 – Akıl emaneti,

5 – Din emaneti.

Ben, emniyet diye bilinen bu 5 unsura emanet diyorum. Bunlar bize Allah’ın korumamızı istediği, korumakla bizi mükellef kılıp bize teslim ettiği 5 temel emanettir. Bu emanetlere ihanet en büyük hainliktir.

Bu ayetin son cümlesinin Alternatif bir çevirisi şöyle olabilir;

Ya eyyühelleziyne amenû lâ tehunullahe ver Rasûl siz ey iman edenler Allah’a ve elçiye ihanet etmeyin. ve tehunu emanatiküm ve entüm ta’lemun; sonra korumanız gereken değerlere emanet etmiş olursunuz.

Burada ki Vav’a farklı bir anlam yükleyerek biz, daha doğrusu biraz önceki çevirimini bir “la” varsayımına dayandırarak İbn. Abbas’ın okuyuşunda olduğu gibi bir “la” varsayımına dayandırarak; la tehunu emanatiküm yeni bir takdir yaparak çevirdim.

1. si o idi. Ama bu alternatif dediğim çeviri bence, benim tercih ettiğim bir çeviridir. Bunda takdire gerek yok, literal olarak mevcut sözcükleri kullandığımızda; Eğer Allah ve resulüne ihanet ederseniz, asıl size verilmiş olan emanetlere  ihanet etmiş olursunuz. Bu biraz önce tefsiri olarak söylediğim gerçek. Allah’a ve resulüne ihanet, iradeye ihanettir, fıtrata ihanettir, akla ihanettir. Bu, bu demektir. Yani bir insan aklı ile çatışmadan Allah ile çatışmaz. Bir insan iradesine karşı savaşmadan peygambere karşı savaşamaz. Bir insan fıtratı ile savaşmadan Allah’a savaş açamaz. Onun için bunlar birbirinin aynısıdır. Bir insan kendisine karşı yabancılaşmadan Allah’a karşı, Allah’a karşı yabancılaşmadan kendisine karşı yabancılaşamaz demektir bu.

28-) Va’lemu ennema emvalüküm ve evladüküm fitnetün ve ennAllâhe ‘ındeHU ecrun azıym;

İyi bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız ancak bir fitnedir (sınav objesidir)! Allâh’a gelince, aziym mükâfat O’nun indîndedir. (A.Hulusi)

28 – Ve iyi bilin ki mallarınız, evlatlarınız bir fitneden ibarettir, Allah yanında ise azîm ecirler vardır. (Elmalı)

Va’lemu ennema emvalüküm ve evladüküm fitneh zira aklınızdan çıkarmayın ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir. Yani sınav aracıdır.

Fitne, çocuklar, mallar nasıl fitne olur diye tabii ki soracağız, soracaksınız. Kur’an öyle diyor. Aklınızdan hiç çıkarmamanız gereken bir gerçek bu. Mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan aracıdır. Burada ki fitnenin tam karşılığı budur. Sınav aracıdır.

ve ennAllâhe ‘ındeHU ecrun azıym; ve iyi bilin ki Allah’tır katında en büyük ecir bulunan.

Pasajın son ayeti bu ayet. Bu pasajdaki ayetleri tarihsel olanla sınırlandıran tüm rivayet ve yorumları geçersiz kılan bir ayet. Çünkü bu ayet, bu pasajda anlatılan ebedi ve evrensel değerleri hiçbir zaman ve zeminle, hiçbir tarihsel şartla sınırlandırılamayacağını gösteriyor. Çünkü bu ayette ifade edilen gerçek bir insanlık durumuna atıftır. Mal ve çocuğun sınav aracı olması yeryüzünün hangi zamanıyla sınırlıdır ki. Her dönemde böyledir. Her çevrede böyledir, her zaman böyledir, her uygarlıkta böyledir. İnsanoğlu yeryüzündeki varlığını sürdürdüğü sürece sahip olduğu her bir şey bir sınav aracı olmaya devan edecektir. Öncelikle ayet bunu söylüyor.

Mal ve evlat fitnemidir, diye sormak durumundayız demiştim. Bunu sahabenin nasıl anladığını öğrendiğimizde daha bir anlayacağız.

Bir gün Hz. Ömer mescide girdiğinde halife iken mescide birinin; “Allah’ım fitneden sana sığınırım.” Diye dua ettiğine şahit olur. Öyle bir çıkışır ki halife Ömer; “Sen ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu be adam.” Der. “sen ne diyorsun, Allah sana hiç mal vermesin mi, açlıktan mı öleceksin. Allah sana evlat vermesin mi..! De ki; Fitnenin şerrinden sana sığınırım.” Şerrinden. Biz Hz. Ömer’in ayeti çok iyi anladığını görüyoruz. Dolayısıyla sınav aracı olan tüm emanetlerin bizi ayartıcı bir unsura dönüşmesinden Allah’a sığınmak lazım. İnsanı Allah’a ve kendisine karşı yabancılaştıran bir unsura dönüşmek..

Bu şöyle bir alegori ile anlatılabilir; Dünya bir deniz, siz ise bir gemisiniz. Yüreğiniz bir gemi. Bu okyanusa açılmış bir gemi. Gemiler deniz olmadan işe yaramazlar. Denizler, gemileri menziline ulaştırırlar. Ama bir şartla, su, geminin dışında durmak şartıyla. Eğer su geminin dışında değil de geminin içine girmeye başlarsa işte o zaman su, sizi menzilinize ulaştıracak, maksadınıza ulaştıracak bir araç iken, sizi denizin dibine gömen bir ölüm meleği haline gelir. O zaman amacı, araç yerinde kullanmak, işte sınavı doğru vermektir. Bunu el kârda, gönül Yarda olmak diye de özetleyebilirsiniz. Onun için kendini bilenler, elimizde çok et, kalbimizde yok et diye dua etmişler.

Bu İslam terbiyesinin insana verdiği derin bakış açısı.

Hz. Peygamber sevgili torunlarını severken bu derin bakış açısını şöyle ifade ederdi. Hem öper sever hem de; “Siz var ya siz, siz adamı Allah yolundan alıkoyarsınız.” Diye öperdi.

Bu çok önemli. Yani muhatap olduğunuz değerin bir tehlikeli bölgesi olduğunu hatırdan çıkarmamak. Size verilen her bir nimetin bir yan tesiri olduğunu akıldan çıkarmamak ve ondan korunmaya çalışmak. Bir antibiyotik alırken yanında bir de vitamin almak nasıl şart ise, tıpkı onun gibi, bu gibi sınav araçları bir nimet olarak verildiğinde bu her nimetin aslında kapıdan içeri girerken kapının dışında sınavını da nikmetini (şiddetli ceza) de, zahmetini de, külfetini de bırakıp geldiğini unutmamak. Mal ve evlat ve sahip olduğunuz her şey eğer ahlaki değerleri size çiğnetiyorsa, o sizin için bir nimet olmaktan çıkmış, bir belaya dönüşmüştür.

[Ek bilgi; Bir kere Allah ve Resulü’ne hıyanet etmeye başladınız mı artık kendi aranızda da mala, cana, ırza ve namusa hıyanet etmeye başlarsınız. Hakka, hukuka, vatana ve milli görevlere de hainlik etmeye başlarsınız.

O halde siz bilirsiniz. Bile bile hıyanet edenlerden olursunuz. Bundan dolayı da birbirinize olan güveniniz yok olur. Kimsenin kimseye güvenmediği bir toplum olursunuz. Siz kendinizden emin olamazsanız diğerleri sizden hiç emin olamazlar. O vakit emniyet ve güven büsbütün ortadan kalkar. Başınıza işte o sözü edilen büyük fitneler kopar. Bunun için Allah’a, Resulü’ne hıyanet edip de kendi kendinize hıyanet edenlerden olmayın. Gerçi mümin, mümin olmak bakımından hıyanet etmez, hainlik ve yalan müminde huy haline gelmez. “İki özellik vardır ki, müminde huy haline gelmez, bunlar hıyanet ve yalandır.” hadisi şerifinde bu iki hasletin müminde huy ve tabiat haline gelemeyeceği haber veriliyor. Ancak mümin gaflet edebilir, maişet derdiyle, mal ve evlat endişesiyle bazen böyle bir zaafa düşebilir. Böyle bir durumda biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız sırf bir fitnedir, sizin için fitneden başka bir şey değildir. Sizi meftun eder, günaha ve belaya sokabilir. Onlar böyle durumlarda birer dert ve imtihandır. (Elmalı Tefsirinden)]

29-) Ya eyyühelleziyne amenû in tettekullahe yec’al leküm furkanen ve yükeffir anküm seyyiatiküm ve yağfir leküm* vAllâhu ZülFadlilAzîym;

Ey iman edenler… Eğer Allâh’tan korunursanız (fıtrî ahdinize ve Rasûlullâh ile ulaşanlara hıyanet etmezseniz), sizin için Furkan (Hak ile bâtılı ayırt etme kuvvesi) oluşturur, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar… Allâh, Zül Fadlil Aziym’dir. (A.Hulusi)

29 – Ey iman edenler! Allaha korunursanız o, size bir Furkan verir ve tarafınızdan seyyiatınızı örter, sizin için mağfiret de eder, Allah azîm Fadıl sahibidir. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, in tettekullahe yec’al leküm furkane eğer Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile hareket ederseniz, size Hakkı batıldan ayıracak bir temyiz gücü verir Allah. Gözünüz keskin olur, Yani bu sınavı nasıl aşarım diye soruyorsunuz değil mi. İyi de ben elimdeki nimetlerin bana vereceği zararları nasıl engelleyebilirim. Bunu nasıl ayırt edebilirim. Çünkü nimet. Ama içinde tıpkı çok sevimli olan bir takım eşyanın içinde sevimsiz olan taraflarında olması gibi bir sevimsizlik gizliyor. Ya da bir zarar gizleyip geliyor. Ben bunu ondan nasıl ayırabilirim, bunun nimet tarafından yararlanıp, bela olan tarafını nasıl ayıklayabilirim. Diye sorarsanız, işte cevabı diyor Kur’an.

Eğer Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile davranırsanız, Allah işte bu ikisini ayıracak bir güç verir size. Furkan gücü. Farkı fark etme gücü.

O zaman hamını hasından, altınını posasından ayırabilirsiniz. O zaman altın suyuna batırılmış tenekeleri fark edebilirsiniz. O zaman bir mihenk taşı gibi davranırsınız. Tüm size verilmiş sınav araçlarını o mihenk taşı ile tespit edersiniz. Kaç ayarlık.

Size yaklaşan her insanın ayarını ölçersiniz. Dolayısıyla böyle bir Furkan gücü yani ayırma gücü, fark etme gücü, ki peygamberin dilinde bu şöyle ifade edilir;

İtteku feraset el mü’min.” Müminin keskin iç bakışından, iç görüsünden sakının. Çünkü; “fe innehu yenziru bi Nurullahi azze ve ceh.” O Allah’ın kendisine verdiği ışıkla bakar.

Allah’ın kendisine verdiği gönül ışığıyla. Bir çokları bundan mahrum olduğu için bakarsınız köftenin içindeki zehri fark edemeyen o zavallı mahluklar gibi, köftenin içine kendisini itlaf için verilmiş zehri fark edemez. Bir çokları peyniri görür de, peynirin altındaki tuzağı göremez. Bir fare ile (Affedersiniz) bir insanı ayıran temel özellik budur. Peynirin peynir olduğunu fare de bilir, insan da bilir. Ama insanın bilip farenin bilemeyeceği işte bir fark var, bir şey var. O ne?

İnsan; O peynir oraya niye gelmiş, o peynir niçin orada, oraya kim koymuş, neden koymuş diye düşünebilen varlıktır. Bunu öbürü düşünemez. Düşünemediği içindir ki o faredir. İnsan değildir. İnsan da bunu düşünebildiği kadar insandır. Ne kadar, ne, niçin, neden, nasıl sorularını sorabiliyorsa o kadar insandır. Onun için bu sorular varlık sorularıdır. Ben kimim, ben niçin varım, ben ne amaçla varım, ben nereden geliyorum, ben nereye gidiyorum soruları işte bu soruların temelinde yatar ve varlık sorusudur. Varlık sorununu, varlık sorusuyla çözebilir insan.

ve yükeffir anküm seyyiatiküm ve yağfir leküm ve kötülüklerinizin üzerini örter ve sizi bağışlar. Yani yalnızca size yanlışı doğrudan, hakkı batıldan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayırma yeteneği bahşetmekle kalmaz, aynı zamanda kötülüklerinizin üzerini örtüp sizi bağışlar.

vAllâhu ZülFadlilAzîym; Çünkü Allah’tır sınırsız lütuf ve kerem sahibi olan.

30-) Ve iz yemküru Bikelleziyne keferu liyüsbituke ev yaktüluke ev yuhricuke, ve yemkürune ve yemkürullah* vAllâhu hayrul makiriyn;

Hani o hakikat bilgisini inkâr edenler, senin işlevini durdurmak yahut seni öldürmek ya da seni (yurdundan) çıkarmak için sana mekr (hile) düzenliyorlardı. Onlar mekr kurarlar, Allâh, mekrlerine mekrin sonuçlarını yaşatarak cevap verir (yaptıklarını kendi aleyhlerine çevirir)! Allâh mekr oluşturanların en hayırlısıdır! (A.Hulusi)

30 – Hani bir vakit dı o kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri veya sürüp çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı, onlar tuzak kurarlarken Allah da karşılığını kuruyordu, öyle ya Allah tuzakların hayırlısını kurar. (Elmalı)

Ve iz yemküru Bikelleziyne keferu liyüsbituke ev yaktüluke ev yuhricuk hani bir zaman da inkarda direnenler senin önünü kesmek, veya öldürmek ya da sürgün etmek için sana tuzaklar kuruyorlardı. ve yemkürune ve yemkürullah nitekim onlar hep tuzak kurmuşlar, Allah’ta onların tuzağını boşa çıkarmıştır. vAllâhu hayrul makiriyn; zira Allah tuzakları boşa çıkaranların en hayırlısıdır. Ya da buradaki hayrul makiriyn deki Hayr, Allah karşı tuzak kuranların en hayırlısıdır. 

Burada onların kurduğu tuzak insanın hep şerrine, kötülüğüne, Allah’ın kurduğu tuzaklarsa insanın hep hayrına daima lehine olur anlamı da çıkar.

Ayetin ayakları Mekke de duruyor, ama ayetin parmağı tüm zamanları gösteriyor, tüm insanları gösteriyor, tüm çağları gösteriyor. Tüm zamanlar ve çağlar boyunca imanını başında bir taç gibi taşıyan, imanını bitimsiz bir imkana dönüştüren iki ayaklı iman olmuş müminlere karşı ayartıcı iç güdüleriyle hareket edip şeytanın, çağındaki sözcülüğünü üstlenmiş, tüm odaklar tarafından tuzak kurulacağını haber veriyor. Müminleri böyle bir şeye hazırlıklı olmaya davet ediyor. İşte ayetin parmağıyla işaret ettiği zamanlar ve zeminler üstü hakikat bu.

İmanını bitimsiz imkana dönüştüren insanlara, size karşı kurulmuş maddi, manevi tuzaklara hazır olun, onlara düşmeyin deniliyor. Unutmayın bir tuzağın tuzak olması için mutlaka hile ile kurulması, mutlaka görülmez olması, mutlaka sizi atlatması gerekir. Onun için insana kurulmuş en büyük tuzağı, yine insanın iç güdüleri, ayartıcı öz benliği kurar. O nedenle yukarıdaki ayetler, özellikle 25., 26. ayetler insana kurulacak tuzakların, insanı nasıl büyük bir sınava çektiği ifade ediliyor ve yine 28. ayette bu tuzakların içerisinde çok tanıdığınız şeyler de olabileceğini, çocuk gibi, mal gibi sizin sahip olduğunuz değerlerin bile sizin önünüze kurulmuş bir tuzağa dönüşebileceği ima ediliyor.

31-) Ve izâ tütla alehim ayatüna kalu kad semi’na lev neşaü lekulna misle hazâ in hazâ illâ esatıyrul evveliyn;

Onlara işaretlerimiz okunduğunda: “Gerçekten işittik… Eğer dilesek elbette bunun benzerini biz de söylerdik… Evvelkilerin masallarından başka bir şey değil bu!” dediler. (A.Hulusi)

31 – Ve onlara âyetlerimiz okunacağı zaman artık işittik, dilesek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, eskilerin efsânelerinden başka bir şey değil diyorlardı. (Elmalı)

Ve izâ tütla alehim ayatüna kalu ne zaman ayetlerimiz kendilerine iletilse derler ki; kad semi’na lev neşaü lekulna misle hazâ in hazâ biz bu tür sözleri önceden de işitmiştik.

Neyi kastediyorlar önceden de işitmiştik demekle, aslında dinledikleri hikayeleri, şiirleri, edebi metinleri kastediyorlar.

İstesek; lekulna misle hazâ istesek buna benzer sözleri biz de düzüp koşardık. Öyle diyorlar, öyle bir iddiaları var. Ama çok ilginç değil mi, bu meydan okumayı, bu küstahça meydan okuyuşu vahye karşı hep iddia ettiler de bir kez bile ispat edemediler. Bu da çok ilginç.

 in hazâ illâ esatıyrul evveliyn; Hem bu eskilerin masallarından başka bir şey değil diyorlar.

Mekkeli putperestlerin vahye karşı gösterdikleri tepkilerden biri bu. Böylesine küstahça bir karşı çıkış. Dediğim gibi, hep bir iddia olarak kalmış, hiç ispat edilememiş bir karşı çıkış bu. Lekulna ifadesi, düzüp koşmak. Kale kökünden gelen, fiilinden türetilen tüm sözcükler, sadece söz söylemeye tekabül etmez. Girdiği bağlama göre; düşündü, tasarladı, söyledi, iddia etti, sordu, cevap verdi, ileri sürdü gibi bir çok anlama gelir bağlamına göre. Onun için burada özellikle edebi metinler kastedilerek, biz de düzüp koşardık, biz de böyle sözler yazabilirdik veya dinledik anlamına.

Tabii eskilerin masalları iddiası çok çirkin bir iftira Kur’an a karşı. Onlar; masalların çocukları, masallarla büyümüşler, unutmayınız, özellikle bu ayetlerin ayaklarının durduğu Mekke kültürü; Gas, gıssas ismi verilen gaas..! çok farklı isimler veriliyor; Kıssacılar, hikayeciler, masalcılar var. Yani o gün masal, kıssalar, o günün TV si olarak kullanılıyor. Özellikle odalarda akşamları insanlar, bir takım alemler yaparken, işte bu insanlar, hikayeciler onları eğlendiriyorlar.

Bu hikayelerin, bu masalların hiçbir gerçekliği yok. Hepsi efsane ve mitoloji. Zaten kimse de gerçekliğini soruşturmuyor. Sadece eğlenmek için dinliyorlar. Anlatanlar da eğlendirmek için anlatıyor.

İşte bu mantık. Kur’an a bakarken de bu mantıkla bakıyorlar, onun için de anlamıyorlar, anlayamıyorlar, alamıyorlar, eskilerin masalları diyorlar. Oysa ki ebedi hayatın ilkeleri idi fark edemiyorlar. Çünkü duruşları yamuk, yamuk balkıyorlar, nasıl doğru görsünler.

32-) Ve iz kalullahümme in kâne hazâ hüvel hakka min ‘ındike feemtır aleyna hıcareten mines Semai evi’tina Bi azâbin eliym;

Hani, “Ey Allâhım… Eğer bu senin indînden Hakk’ın kendisi ise, (o takdirde) gökten üstümüze taşlar yağdır! Yahut bize acı bir azap ver” demişlerdi. (A.Hulusi)

32 – Bir vakit da ey Allah, eğer bu, senin tarafından gelmiş hak kitap ise durma üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha elîm bir azâb ver demişlerdi. (Elmalı)

Ve iz kalu ..! Bir zamanda tuttular şöyle dediler, Allahümme in kâne hazâ hüvel hakk ey Allah’ım bu eğer senin katından gelen bir hakikat ise, min ‘ındik, senin katından gelen bir hakikat ise, feemtır aleyna hıcareten mines Semai evi’tina Bi azâbin eliym; o zaman üzerimize taş yağdır, ya da bize can yakıcı bir azap gönder. Böyle dediler.

Aslında Enes Bin Malik’e göre bunu söyleyen Mekke’de, Ebu Cehil. Buhari naklediyor. Bu bir meydan okuma. Bu Kur’an a, vahye karşı küstahça bir meydan okuma. Eğer Allah’tan geliyorsa, işte biz karşı çıkıyoruz, neden cezalandırılmıyoruz diye bir meydan okuma.

Neden Mekke’de olmuş, gerçekleşmiş bir hadise, tam da bu surenin içinde yıllar sonra dile getiriliyor? Bedr’in arkasından indirildiğini hatırlarsanız bu ayetlerin, işte Allah böyle gazap eder, böyle bela verir ve aynı isme, Enes Bin Malik’e göre bunu söyleyen Ebu Cehil. Bedirde yerlere yıkılan, cansız düşen Ebu Cehil. Yani Allah nasıl helak eder, nasıl gazap eder, nasıl taş yağdırır işte böyle denilmek isteniyor. Yani insanlar vasıtasıyla belasını gönderir. Koyduğu yasalar çerçevesinde gazap eder edecekse. Onun için işte gökten taş yağmasını mı bekliyorsunuz, gökten taş yağmasını beklemek, Ebu Cehilce bir beklentidir.

Ben Allah’a karşı çıktım, ya da bildiğim tüm sureleri diyor bir gün bir ateist, tuvalette okudum yine de çarpılmadım. Tam Ebu cehilce bir mantık bu. Tam Ebu Cehilce. Hani halkın hafızasında; Allahın parmağı yok ki adamın gözünü çıkarsın. Derler. Aslında bu şu anlama gelir, Allah eğer gözü çıkarılacak bir iş yapmışsa bir adama ve onu, o gazabı, o belayı, o cezayı hak etmişse, parmağı olan birini gönderir. Onun için burada söylenen de bu Ebu Cehilce bir yaklaşımı açık ediyor ayet.

33-) Ve ma kânAllâhu liyüazzibehüm ve ente fiyhim* ve ma kânAllâhu müazzibehüm ve hüm yestağfirun;

Hâlbuki sen onların içindeyken Allâh onlara azap vermezdi (sen âlemlere rahmet olarak irsâl edilmiştin)… Ayrıca, istiğfar edenler de varken, Allâh onlara azap edici değildir. (A.Hulusi)

33 – Halbuki sen içlerinde iken Allah onlara azâb edecek değil idi, istiğfar ettikleri halde de Allah onlara azâb edecek değil. (Elmalı)

Ve ma kânAllâhu liyüazzibehüm ve ente fiyhim Asıl cevap işte bu ayette geliyor; Oysa ki Allah, sen onların arasındayken onları cezalandırmayı istemedi.

ve ma kânAllâhu müazzibehüm ve hüm yestağfirun; Bu çok çok daha önemli; Üstelik Allah onları af dileme sürecini yaşarken cezalandırmakta istemedi. İstemez.

Evet, yani af dileme imkanını tüketmeden Allah onları cezalandırmak istemezdi. Neden, çünkü rahman ve rahim. Af dileme imkanını tüketmeden, artık af dilemeleri mümkün olmayacak bir noktaya gelmeden Allah cezalandırmaz. Çünkü dediğim gibi şefkati ve rahmeti sınırsız olan bir rab.

34-) Ve ma lehüm ella yüazzibehümullâhu ve hüm yasuddune anil Mescidil Harami ve ma kânu evliyâeh* in evliyauhu illel müttekune ve lâkinne ekserehüm lâ ya’lemun;

Onlar Mescid-i Haram’dan (iman edenleri ziyaretten) engelledikleri hâlde, Allâh onlara ne diye azap vermesin? (Üstteki âyetle bu çelişmez; orada toplumsal azaptan burada bireysel azaptan söz edilmekte…) (Hem) onlar, Onun (Mescid’in) velîleri değillerdir… Onun velîleri ancak korunanlardır… Ne var ki, onların çoğunluğu (Mescid-i Haram’ın ne olduğunu) bilmezler. (A.Hulusi)

34 – Şimdi ise Allahın kendilerini azâb etmemesi için neleri var? Müminleri Mescidi haramdan menediyorlar, halbuki hizmetine ehil de değiller, onun hizmetine ehil olanlar ancak muttakilerdir ve lâkin çokları bilmezler. (Elmalı)

Ve ma lehüm ella yüazzibehümullâhu ve hüm yasuddune anil Mescidil Haram ama şimdi onlar, Mescidi Haramdan inananları alıkoyup dururken Allah’ın onları cezalandırmaması için ne gibi bir gerekçeleri olabilir ki.

Artık gerekçeleri de bitti diyor Kur’an. Bu güne kadar bu mümkündü. Af dileme ihtimali var diye cezaları ertelendi. Ama artık böyle bir gerekçeleri de kalmadı. Allah’a karşı ileri sürecekleri bir gerekçe yok.

ve ma kânu evliyâehu kaldı ki onlar oranın, yani Mescidi Haramın hadimi dahi olamazlar. Koruyucusu, bakıcısı dahi olamazlar. in evliyauhu illel müttekun çünkü oraya hadim olanlar ancak sorumluluk bilincini kuşananlardır. ve lâkinne ekserehüm lâ ya’lemun; ve fakat onların çoğu bunu bile fark etmezler.

Burada Velayetten söz ediliyor bu ayette.Mescidi haramın velayetini üstlenmek; onun bakımını, onun hizmetini, onun koruyuculuğunu üstlenmek..! Boşuna değil sözün buraya getirilmesi. Çünkü Mekke müşrikleri, putperestleri Hz. İbrahim’e nispet ediyorlardı kendilerini ve bundan bir pay çıkarıyorlardı. Onu, kurulacaklarına dair bir belge olarak sunuyorlardı. Hz. İbrahim’in çocuklarıyız diyorlardı. Üstelik biz kutsal evin bakıcılarıyız. Bizim böylesine bir imtiyazımız var diyorlardı. Yahudiler gibi üstün olmakla, diğer kabilelere üstün olmakla övünüyorlardı.

Hani Yahudilerde, Kur’an ın bize haber verdiğine göre diyorlardı ki biz Allah’ın oğulları ve O’nun sevgilileriyiz. (Haşa) yani bu noktada peygamber çocuğu olmayı bir avantaj olarak görmek. Ne yaparsak yapalım, babam hocaydı diyen mantık. Babam peygamberdi diyen mantık, Yahudice bir mantık. Onun için bunu reddedercesine, biliyorsunuz bakara suresinin 124. ayetinde İbrahim peygamberin duasına Allah’ın duası şöyleydi;

.. lâ yenâlu ahdiyzzalimiyn; (Bakara/124)

Zalimler sözümün dışında kalacaklar.

İbrahim peygamber neslinden de imamlar, önderler çıkar di,ye dua edince Allah böyle demişti. Neslinden de gelse kendi kendisine kıyanlar, bilinci alt üst olmuş olanlar Ki ben Kur’an da ki zalimleri böyle çeviriyorum. Bilinci alt üst olmuş olanlar. Çünkü Zulüm bir şeyi yerinden edip, onun yerine başka bir şeyi getirmektir kök anlamı. Onun için bilinci alt üst olmuş olanlar peygamber neslinden de gelseler öncü olamayacaklar.

35-) Ve ma kâne Salatühüm ‘ındel Beyti illâ mükâen ve tasdiyeten, fezûkul azâbe Bi ma küntüm tekfürun;

Onların El Beyt’in (Beytullah’ın) indîndeki (katındaki) salâtları (yönelişleri), ıslık çalmak ve el çırpmak olandan (atalarının dışa dönük tapınma biçiminden) başka bir şey değildir… O hâlde gerçeği inkâr etmenizden (küfrünüzden) ötürü tadın azabı! (A.Hulusi)

35 – Beytin huzurunda namazları ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka bir şey değil, o halde küfür-ü küfranınızdan dolayı tadın azâbı. (Elmalı)

Ve ma kâne Salatühüm ‘ındel Beyti illâ mükâen ve tasdiyeten Onların beyt, beytullah çevresinde ki ibadeti, ıslık çalmak ve el çırpmaktan öteye geçmiyordu.

İlginç, Kur’an da sadece bir tek yerde ifade edilen bir hakikat bu, bu ayette sadece. Bu ayette ki Mükâe sözcüğü ıslık çalmak anlamına geliyor. Ama sözlüklere baktığımızda, enstrümantal olmayan her türlü ses çıkarmaya Mükâe ismi de verildiğini görüyoruz.

Yine; tastiyeten sözcüğünün etimolojisi konusunda alimler tartışmışlar. Tastiyaten aslında el çırpmak, alkışlamak anlamına geliyor ama eğer bu kelimenin aslı sadadeğil de sa de de ise, 2 dal li ise o zaman alıkoymak engellemek anlamına geliyor. Ki bu ikinci anlamlarıyla bu ibareyi şöyle alternatif bir mana da verebiliriz. Şamata çıkarmak ve engellemekten öte gitmiyordu onların salâtı, namazı anlamını da verebiliriz. Ki; Mükâe ve tastiyeten sözcüklerini ilk nesil tartışmış. Bize gelen rivayetler bu tartışmaların en büyük belgesi. O halde ben bu Kur’an ın bu ibaresini bir mecaz olarak anlamayı daha doğru buluyorum.

Islık çalmak ve el çırpmaktan öte gitmiyordu ifadesi aslında onların Allah ile ilişkileri böylesine cıvıktı. Böylesine laubali idi. Allah ile ilişkisini böyle laubalileştirmiş insanların Kâbe ye muhafız olmaları, Kâbe yi korumaları ne mümkün ve onunla ne kazanabilirler ki. Allah ile olan ilişkileri laubali, Allah ile olan ilişkileri ciddi değil bu insanların. Kâbe yi korusalar ne olur. Kaldı ki Kâbe onları koruyor, onlar Kâbe yi korumuyor. Kâbe onlara bakıyor, onlar Kâbe ye bakmıyor. Çünkü Kâbe nin yüzü suyu hürmetine ticaretleri, refahları, hayatları en yüksek gelir seviyesinde. Onun için Kâbe onlara değil, onlar Kâbe ye teşekkür borçlu.

fezûkul azâbe Bi ma küntüm tekfürun; Haydi öyle ise ısrarlı inkarınızdan dolayı tadın azabı.

36-) İnnelleziyne keferu yünfikune emvalehüm li yasuddu an sebiylillâh* fe seyünfikuneha sümme tekûnu aleyhim hasreten sümme yuğlebun* velleziyne keferu ila cehenneme yuhşerun;

O hakikat bilgisini inkâr edenler, Allâh yolundan engellemek için mallarını bağışlarlar! Kalanları da harcayacaklar! Sonra bu harcamaları onlar için bir yürek acısı oluşturacak! Sonra yenilirler! (Nihayet) hakikat bilgisini inkâr edenler hep bir arada, cehenneme toplanır. (A.Hulusi)

36 – Şüphe yok ki Allah yolundan menetmek için mallarını sarf edenler, onu yine sarf edecekler, sonra bu kendilerine yürek acısı olacak, nihayet mağlup olacaklar. Ve küfürlerinde ısrar edenler toplanıp Cehenneme sevk edilecekler. (Elmalı)

İnnelleziyne keferu yünfikune emvalehüm li yasuddu an sebiylillâh İnsanları Allah yolundan çevirmek için varlıklarını ortaya koyan şu kafirler var ya, tüm servetini ortaya koyan, bunu sırf Allah yolundan çevirmek için yapan şu varlığın, zengin inkarcılar var ya, fe seyünfikuneha işte onların daha çok harcama yapmaları gerekecek. Onlar İmanın ne demeye geldiğini bilmiyorlar. Onlar mümini de kendileri gibi satın alınabilir sanıyorlar. Onlar servetlerinin iman satın alabileceğini düşünüyorlar. Ya da onlar Allah’ın verdiği nimetlerle, Allah’a karşı konulabileceğini düşünüyorlar. Onun için de daha çok harcamaları gerek onların. Yetmez yani. Servetlerini Allah!’a karşı savaşta ortaya koymaları yetmez, daha fazlasını harcasınlar diyor Kur’an.

sümme tekûnu aleyhim hasreten sümme yuğlebun sonra bu onların içinde bir hasret yarası olarak kalacak ve en sonunda tükenecekler.

Tefsire ne gerek var dostlar, ayet kendi kendisini muhteşem tefsir ediyor. Tükenecekler, Allah’a karşı savaş için ortaya koydukları servetler hiçbir işe yaramayacak, sadece içlerinde yumruk gibi oturmuş bir yaraya, bir ura dönüşecek. Allah’ı, imanı bitiremeyecekler, ama kendileri bitecekler.

velleziyne keferu ila cehenneme yuhşerun; Nihayet inkarda ısrar eden bu kimseler topluca cehenneme sürülecekler.

“37-) Li yemiyzAllâhul habiyse minet tayyibi ve yec’alel habiyse ba’dahu alâ ba’din feyerkümehu cemiy’an feyec’alehu fiy cehennem* ülaike hümül hasirun;

Pisi temizden ayırsın ve pis olanları birbiri üstüne yığıp onlarla cehennemi doldursun diye… İşte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (A.Hulusi)

37 – Ki Allah murdarı temizden ayırsın ve murdar kısmı birbirinin üzerine bindirip hepsini teraküm ettirsin de topunu Cehenneme koysun, işte bunlar, o hüsran içinde kalanlar. (Elmalı)

Li yemiyzAllâhul habiyse minet tayyibi Niçin böyle olacak, niçin böyle sorusuna işte bu ayet cevap veriyor. Ki Allah Bayağılaşanları, öz güzelliğini koruyanlardan seçip ayırsın. Pisi temizden, çürüğü sağlamdan ayırsın diye Allah cehennemi yarattı. Bu bir ayıklama ameliyesi, bu seçme ameliyesi, bu bir testiyi kıranla suyu getireni birbirinden ayırma ameliyesi.

ve yec’alel habiyse ba’dahu alâ ba’din feyerkümehu cemiy’an feyec’alehu fiy cehennem Ardından, bayağılaşan herkesi bir biri üzerine istif ederek tümünü cehenneme doldursun. ülaike hümül hasirun; Onlardır büsbütün kaybedenler.

38-) Kul lilleziyne keferu in yentehu yuğfer lehüm ma kad selef* ve in ye’ûdu fe kad medat sünnetül ‘evveliyn;

Hakikat bilgisini inkâr edenlere de ki: “Eğer (yanlış inançlarından) vazgeçerlerse, geçmişte yaptıkları suçlar onlar için bağışlanır! Eğer (eski inançlarına tekrar) dönerlerse, öncekilerin başına gelmiş olanları hatırlat!” (A.Hulusi)

38 – De o küfür edenlere ki, eğer vazgeçerlerse geçmişteki günahları bağışlanır, yok yine isyana dönerlerse kendilerinden evvelki ümmetlere tatbik edilen kanuni ilâhî geçmişti artık onu beklesinler. (Elmalı)

Kul lilleziyne keferu in yentehu yuğfer lehüm ma kad selef İnkarda ısrar edenlere; eğer inada bir son verirlerse geçmişte yaptıklarının bağışlanacağını, tümüyle affedileceğini söyle.

ve in ye’ûdu fe kad medat sünnetül ‘evveliyn; yok eğer küfre dönecek olurlarsa benzerlerinin başına gelenleri unutmasınlar. Yani Allah’ın bu konuda bir yasası var, bu yasa onlar içinde geçerli, Allah’a karşı savaşanların önce başına neler gelmişse, gelecekte Allah’a karşı savaş açanların başına hep aynı şey gelecek. Bu sünnettir. Yani bir yasadır. Allah’ın bu yasası değişmez.

39-) Ve katiluhüm hatta lâ tekûne fitnetün ve yekûned diynü küllühu Lillâh* feinintehev feinnAllâhe Bi ma ya’melune Basıyr;

İman edenlere zulüm ve baskı ortadan kalkana; Din (hakikat bilgisi ve Allâh sistem ve düzeni) apaçık ortaya çıkıp anlaşılıncaya kadar (bunu yapmanızı engellemeleri hâlinde {zira Lâ ikraha fiyd din = Din konusu zorlama kabul etmez}) onlarla savaşın! Eğer (baskı ve engellemeden) vazgeçerlerse, muhakkak ki Allâh onların yapmakta olduklarını Basıyr’dir. (A.Hulusi)

39 – Siz de ortalıkta bir fitne kalmayıp din, tamamıyla Allahın dini oluncaya kadar onlara cihat edin, eğer vazgeçerlerse her halde Allah amellerini görür. (Elmalı)

Ve katiluhüm hatta lâ tekûne fitnetün ve yekûned diynü küllühu Lillâh Artık onlarla zulüm ve baskı sona erinceye kadar ve hayatın tamamıyla Allah’a adanması önündeki tüm engeller kaldırılıncaya kadar savaşın.

Biraz serbest bir çeviri oldu bu biliyorum, ama buna mecburdum, ayetin meramını ifade etmek için. Burada dikkatinizi çekerim, Fitne sözcüğü yine kullanıldı. Bu fitne, burada kullanılan fitne sözcüğünün anlamı; Her halükarda bu surenin en metafizik kavramıdır. Aynı zamanda bir metafor dur. Yani bir çok anlama birden gelen bir kavram. Buradaki fitnenin 28. ayetteki anlamı ile kullanılmadığı kesin. Yoksa tüm mal ve çocuklarla savaşın, yok edin, yok oluncaya kadar savaşın gibi çok garip bir anlam çıkardı. Onun için bunu söylemeye bile gerek yok.

Peki buradaki fitne nedir o halde inanç ve iman üzerindeki baskı ve zulüm. Buradaki fitnenin anlamı, inanç üzerinde ki tüm baskı ve zulümler. İşte o kalkıncaya kadar mücadelenizi sürdürün diyor. İnanç özgürlüğünü sağlayıncaya kadar. Tam ve kesin olarak imanınızı yaşayacak bir özgürlüğü elde edinceye kadar mücadeleyi sürdürün diyor ayet.

Hemen arkadan gelen cümle bu anlamı doğruluyor çünkü. O cümleyi de görelim;

feinintehev feinnAllâhe Bi ma ya’melune Basıyr; Ne ki, direnmeye bir son verirlerse unutmayın ki Allah onların yaptığı her bir şeyi görmektedir. Demek ki özellikle ayetteki;

ve yekûned diynü küllühu Lillâh literal anlamı ile lafzi anlamı ile; Din yalnız tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar diye çevirseydim meramı tam anlatamayacaktım. Onun için insanın hayatını Allah’a bütünüyle adamasının önündeki engeller kaldırılıncaya kadar diye çevirdim bunu. İşte buradaki bu çevirim, ayetin son cümlesine dayanıyor. Çünkü; eğer onlar baskıya son verirlerse, inanç üzerindeki zulme son verirlerse tamam orada biter diyor.

Demek ki dinin yalnızca bütünüyle Allah’a has kılınmasından maksat; İnsanın hayatını Allah’a adamasının önündeki engellerin tamamıyla kaldırılmasıdır.

40-) Ve in tevellev fa’lemu ennAllâhe Mevlaküm* nı’mel Mevla ve nı’men Nasıyr;

Eğer yüz çevirirler ise, iyi bilin ki Allâh sizin Mevlâ’nızdır… Ne güzel Mevlâ’dır (sahiptir O) ve ne güzel Nasîr’dir (zafere ulaştırıcıdır O)! (A.Hulusi)

40 – Yok vazgeçmezlerse artık bilin ki Allah sizin Mevlâ’nız, ne güzel Mevlâ, ne güzel nasîr! (Elmalı)

Ve in tevellev fa’lemu ennAllâhe Mevlaküm Bütün bunlardan sonra yüz çevirecek olurlarsa şunu iyi bilin ki Allah sizin sahibinizdir. nı’mel Mevla ve nı’men Nasıyr; O ne muhteşem bir sahip, O ne mükemmel bir yardımcıdır.

41-) Va’lemu ennema ğanimtüm min şey’in feenne Lillâhi hümüsehu ve lirRasûli ve lizil kurba vel yetama vel mesakiyni vebnissebiyli, in küntüm amentüm Billâhi ve ma enzelna alâ abdina yevmel furkani yevmel tekalcem’an* vAllâhu alâ külli şey’in Kadiyr;

Eğer Allâh’a ve Furkan günü (Hak ve bâtıl uğruna ayrışıp savaşanların günü), (yani) iki topluluğun karşılaştığı (Bedir) günü kulumuza inzâl ettiğimize (meleklerin yardımına) iman etmişseniz, bilin ki ganimet olarak elde ettiklerinizin beşte biri Allâh’a (Allâh yolunda harcanmaya), Er Rasûl’e (Rasûlullâh’a), akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve Allâh için yolda kalmışlara aittir… Allâh her şeye Kaadir’dir. (A.Hulusi)

41 – Bir de malûmunuz olsun ki ganimet aldığınız her hangi bir şey, mutlaka onun beşte biri Allâh içindir ki Peygambere ve ona karabeti olanlarla yetimler ve miskinler ve yolda kalmışlaradır, eğer siz Allaha iman etmiş ve o Furkan günü, o iki cemiyetin çarpıştığı gün kulumuza indirdiklerimize iman eylemiş iseniz bunu böyle bilin; daha Allah her şeye kadir. (Elmalı)

Va’lemu ennema ğanimtüm min şey’in feenne Lillâhi hümüsehu ve lirRasûl İşte şimdi bu sureye ismini veren soru, yani ilk ayetin sorusunun cevabı burada geldi. 41. ayete kadar ilk ayette dile getirilen soruya cevap verilmedi, sadece icmalen, kısaca, genel olarak bir değinildi ve bu ayete kadar 40 ayet müminlerin eşyaya, servete, insana, dünyaya, kendilerine ve Allah’a karşı duruşlarının ahlaki zeminleri irdelendi. Ahlaki bir standart getirildi. Bu ayete kadar işin teknik boyutu ile hiç ilgilenilmedi. Duruşla ilgilenildi, esas duruşla, insanın Allah’a karşı esas duruşuyla ve ilk defa sorunun teknik boyutu bu ayette cevabını buluyor;

Şunu iyi bilin ki ganimet olarak aldığınız her şeyin beşte biri Allah’a ve elçiye, ve lizil kurba devam ediyor çünkü bitirmedim cümleyi; ve lizil kurba vel yetama vel mesakiyni vebnissebiyli dolayısıyla, oradaki vav’ı ve lizil kurba daki, vav’ı, dolayısıyla diye çevirmek zorundayım çünkü bu bağlamda en münasip çeviri o, dolayısıyla yakınlara, yetimlere, muhtaçlara ve yolda kalmışlara aittir.

Neden dolayısıyla diye çevirdim baştaki vav’ı; Çünkü Resulallah’ın uygulamasına baktığımızda bu ayeti daha iyi anlıyoruz. Allah’a ait olan beşte bir, “Allah ne yapacak” soruyorum. Allah’ın velisi olduğu yetimler, dullar, yoksullar, kimsesizler, yolda kalmışlar ki burada; vebnissebiyl ifadesi var. Özellikle El Menar sahibi bu vebnissebiyl i genelden müfessirlerin tamamından farklı yorumlamış, yol oğlu manasına gelir. Venüssebiyl, kelime olarak. Yola terkedilmiş çocuklar anlamına almış. Ki hepsi birden içine girse gerektir, hem yolcu hem de yola terkedilmiş kimsesiz çocuklar. Yani bugünkü ifadesi ile köprü altı çocukları, sokak çocukları.

İşte bütün bunlar Allah’ın velisi olduğu kimsesizlerdir. Velisi olmayanın velisi Allah’tır çünkü. İşte Allah’a ait olan o beşte bir de bunların hakkı vardır ve Resulallah’ın zaten, Allah’a ve resulüne aittir, ikisine aittir diyor o beşte bir.

Yine Resulallah’ın kendi maişetini, kendi geçimini sağlamak için herhangi bir işi olmadığı, ayrıca bir geliri olmadığı ve bir peygamberin sadaka alması, zekat alması da yasak olduğu için, Ki ne kendisi almıştır, ne de yakınlarına bir lokma zekat ya da sadaka yedirmiştir Resulallah.

İşte sadece hayatını ömrünü verdiği iman hareketi uğrunda elde edilen bu beşte birin içinden sadece 25 te bir düşüyordu Resulallah’a ve yakınlarına. Çünkü bu sayılan tüm zümrelere o parça parça ayrılıyordu.

Resul, kamuyu temsil ediyor. Kamunun hukukunu Allah adına koruyor. Onun içinde burada 1/5 i Allah’a ve resulüne diyordu. Ki aslında peki 1/5 öyle ayrılıyorsa geriye kalan 4/5 ü ne oluyor diye akla gelebilir, o da mücahitler arasında pay ediliyordu.

in küntüm amentüm Billâhi ve ma enzelna alâ abdina yevmel furkani yevmel tekalcem’an “eğer siz Allah a ve Hakkın batıldan ayrıldığı o gün, yani iki ordunun karşı karşıya geldiği gün kulumuza indirdiklerimize inanıyorsanız bu paylaşıma uyarsınız.” Böyle bir şeyle bitirmek zorundayız cümleyi, bu paylaşıma uyarsınız.

Burada o gün indirdiğimize inanıyorsanız dan kasıt nedir? Özellikle bu surenin 11, 10, 9, 12 ayetinde Allah’ın vaadi anlatılan, Allah’ın iki şeyden biri sizin olacak vaadi hatırlatılıyor, Allah’ın vaadine inanıyorsanız bu paylaşıma bu taksime de uyun deniliyor.

Yevmel Furkan deniliyor burada, özellikle bedir savaşı için. Çok önemli. Bir çağ kapanıp bir çağın açıldığı bir gün o gün. O gün indirilen vahiy biraz önce söylediğim gibi artık müminlerin muhalefet olmaktan çıkıp, iktidar olacaklarını müjdeleyen bir vahiy. Onun içinde tarihi değişiyor Kıtanın, tarihi değişiyor yeryüzünün ve o günden bu güne kadar bölgede bir daha hiçbir put başını kaldıramıyor. Ebedi olarak putlar gömülüyor.

Ama tabii bu sefer insanlar kendilerini putlaştırıyorlar, insanlar putlaşıyorlar, putlaştırılıyorlar ve o gün gömülen putperestlik farklı formlarla, farklı biçimlerde, farklı tonlarda ve dozajlarda, düzeylerde bir biçimde kendini yine açığa vuruyor. O halde o gün inen bu ayetler her zaman için, bugün için ve gelecek içinde ebedi değerleri dillendiriyor, seslendiriyor.

vAllâhu alâ külli şey’in Kadiyr; Zira Allah her şeyi yapmaya muktedirdir.

42-) İz entüm Bil udvetid dünya ve hüm Bil udvetil kusva verrekbü esfele minküm* velev teva’adtüm lahteleftüm fiyl miy’adi ve lâkin li yakdıyAllâhu emren kâne mef’ulen, liyehlike men heleke an beyyinetin ve yahya men hayye an beyyinetin, ve innAllâhe leSemiy’un ‘Aliym;

Hani siz en yakın kenarda idiniz, onlar ise en uzak kenarda… Kervan da sizden aşağıda idi… Eğer onlarla sözleşmiş olsaydınız aynı zamanda bunlar bir araya gelemezdi!.. Fakat Allâh, hükmü verilmiş olayı oluşturdu (tesadüf yoktur)! Tâ ki, helâk olan da, hayatta kalan da, Hakk’ın açık hükmü üzere, gereğini yaşamış olsun! Muhakkak ki Allâh elbette Semi’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

42 – O vakit ki siz vâdînin beri yamacında idiniz, onlarsa öte yamacında, süvarileri de tam sizden aşağıda idiniz, öyle ki onlarla vaat leşmiş olsa idiniz mutlak mîâd da ihtilâf ederdiniz ve lâkin Allah mukadder bir emri yerine getirmek için o yapılmış idi ki hem helâk olan beyyineden helâk olsun, hem de yaşayan beyyineden yaşasın ve çünkü Allah her halde semî’dir alîmdir. (Elmalı)

İz entüm Bil udvetid dünya ve hüm Bil udvetil kusva Buradaki dünyanın bildiğimiz dünya ile alakası yok. Dünya kelimesinin anlamını aslında bize veren bir kelime bu. Ki dünya da aynı anlama sahip. O zaman siz vadinin bu ucunda, onlar da öteki ucunda idi.

Dünya yakın demektir, yakın olan demektir. Aynı zamanda cazip olan, Yakın olan cazip. Aynı zamanda aşağı olan demektir, alçak olan demektir, adi olan demektir. Yani siz vadinin aşağı ucunda onlar da yukarı ucundaydı. Siz Medine tarafındaydınız Bedir vadisinin, onlar da Mekke tarafındaydı.

verrekbü esfele minküm kervansa sizden hayli aşağıda idi.

Burada üç gücün de savaştaki konumları söyleniyor, dile getiriliyor.

velev teva’adtüm lahteleftüm fiyl miy’ad eğer sözleşmiş olsaydınız dahi, sözleştiğiniz zamanı böylesine tutturamazdınız. Yani müşriklerle eğer randevulaşsaydınız, randevu verseydiniz birbirinize, randevu yerini, randevu zamanını böylesine tutturamazdınız. Yani Allah’ın iradesi nasıl gerçekleşti ona dikkat edin diyor. Yani Allah sizi karşı karşıya getirmeyi murad etmişti, ama bir çok şeyi de buna vesile kıldı.

ve lâkin li yakdıyAllâhu emren kâne mef’ule Fakat Allah olması mukadder bir işi gerçekleştirmek için böyle yaptı. Ki;

liyehlike men heleke an beyyinetin ve yahya men hayye an beyyinetin Bu çok daha önemli. Helak olan, Hakkın apaçık müdahalesiyle helak olsun. Hayatta kalanda yine hakkın apaçık müdahalesiyle hayatta kalsın.

Buradaki helak ve dirilmeyi, hayatı mecazi olarak anlayan müfessirler de olmuş Zemahşeri gibi. Yani inanan bir belge üzere inansın, bir belgeyle inansın. Böylesine açığa çıkmışken, ortaya çıkmışken, ilahi tecelli böylesine açık bir biçimde ortada iken, Hakkın iradesi böyle tecelli etmişken, artık dileyen bu tecelli üzerine bakar inanır, dileyen de inkar eder.

Burada dikkatimizi çekecek nokta şu böyle bir mecazi yorumda; Diriliş imana, helak inkara tekabül ediyor. İnkar eden aynı zamanda helake uğramış olur. İman eden aynı zamanda dirilmiş olur anlamını verir bu yaklaşım, bu yorum. Ama benimde görüşüm o ki; bu ayetteki ifade mecaz değil hakikattir. Özellikle bedir savaşında helak olan, ölenler işte Allah’ın tecelli ettirdiği bu hakikati görerek öldüler. Aslında Hakk kimden yana diyen Ebu Cehil bir yerde, Kim Allah indinde haklı, kim haksız demiş oluyordu. Çünkü daha Bedir’e gelmeden evvel; Kim Hakk sa Allah ona yardım etsin demişti. Bize nakledilen rivayetler böyle. Onun için de galibiyet kimden yana diye sorduğunda Abdullah İbn. Mesut’un ona verdiği cevap, tarihi cevap şu;

– El Hakkı ya’lu vela Yu’la aleyh.

Hak daima üstündür, ona galip gelecek olan kimse yoktur. Demişti.

ve innAllâhe leSemiy’un ‘Aliym; Zira Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.

43-) İz yüriykehümullâhu fiy menamike kaliyla* velev erakehüm kesiyren le feşiltüm ve letenaza’tüm fiyl emri ve lakinnAllâhe sellem* inneHU Aliymün Bi zatis sudur;

Allâh uykunda onları sana az gösteriyor(du)… Eğer sana onları çok gösterseydi, elbette korkuya kapılırdınız ve iş hakkında anlaşmazlığa düşerdiniz… Ne var ki Allâh (sizi) selâmete çıkardı… Muhakkak ki O, sadırların (“DÜNYAN”ın) zâtı (varlığınızın El ESMÂ’sıyla hakikati) olarak Aliym’dir. (A.Hulusi)

43 – O vakit ki Allah sana onları rüyanda az gösteriyordu, eğer sana onları çok gösterse idi korkacaktınız ve kumandada nizâa düşecektiniz ve lâkin Allah selâmete bağladı, çünkü o bütün sinelerin künhünü bilir. (Elmalı)

İz yüriykehümullâhu fiy menamike kaliylen. O zaman Allah onları sana sayıca az gösterdi.

velev erakehüm kesiyren le feşiltüm ve letenaza’tüm fiyl emr eğer onları sana kalabalık göstermiş olsaydı kesinlikle yılgınlığa kapılacak ve yapılması gereken iş konusunda anlaşmazlığa düşecektiniz.

Aslında çok ilgi çekici bir ayet sevgili Kur’an dostları. Bedir öncesinde gösterilen rüyadan söz ediliyor efendimize. Yani sadece Resulallah ile Rabbi arasında kalmış bir rüyadan söz ediliyor. Biz ayet vesilesiyle bu rüyanın görüldüğünü anlıyoruz. Bu rüya, sıradan bir rüya değil tabii ki. Bu rüya aslında Resulallah’ın yüreğine bir sekinet nüzulü indirilmesi. Bu rüya aslında Allah’ın yardımının insana nasıl olacağını da gösteriyor. Allah’ın yardımının niteliğini gösteren müthiş bir örnek ki hemen arkadaki ayetin devamını okuyalım ki daha kolay anlayalım;

ve lakinnAllâhe selleme Fakat Allah sizi bundan korudu. Nasıl neden korudu? Yapılması gereken iş hususunda anlaşmazlığa düşeceksiniz diyor. Çünkü yılgınlığa kapılacaktınız. Bakınız, sonuç yılgınlığa kapılmak. Ondan bir evvelki o sonucu getiren şey nedir? İş hususunda anlaşmazlığa düşmek. Onun getiren şey nedir? Rüyanın görülmediği bir hal ki, insanın tasavvuru.

Rüya neyi değiştirdi? Rüya şunu değiştirdi; kalbin duruşunu. Rüya bunu değiştirdi. Eylemi değil. Kalbin duruşu değişince eylem de değişti. Kalp bir şeye karşı korkarak durursa, başarısızlık oradadır. Sonuç, eylemsizliktir. Sonuç; Başarılı olmayacağına inandığınız bir şeyde, gücünüzü sarf etmezsiniz. Başarılı olacağına inanırsanız o şeyin üzerine gidersiniz. İşte bu noktada;

 inneHU Aliymün Bi zatis sudur; İfadesi geliyor ki bu çok önemli, çünkü o yüreklerin öz yapısını Bi zatis sudur yüreklerin özünü bilir.

Nedir bu Bi zatis sudur, yüreklerin, aklın; eyleme değil, o eyleme temel olan nedenini, sürecini gösteriyor. Bu çok önemli. Akılın ve yüreğin düşünce ve duygusunu değil zatis sudur o düşünce ve duyguya temel olan süreci gösteriyor. Örnek burada. Allah nebiye rüya göstererek kalbinin istikamet açısını belirledi. Nebinin davranışı otomatik olarak değişti. Tersi durumunda değişmeyecekti. Allah o rüyayı göstermeseydi bu sefer sayılar gündeme gelecekti, veriler gündeme gelecekti. 1000 sayısına 300. Hiçbir matematik işin içinden çıkamaz. Hiçbir çarpma, toplama bölme işlemiyle böyle 2 ayrı, güç dengesinin olmadığı 2 ayrı orduyu birbiriyle savaştıramazsınız. O halde Allah’ın burada en büyük desteği, insanların yüreğine manevi bir güç vermesi olmuştu. Bu güç insanın potansiyel halde bulunan enerjisini harekete geçirmiş, kinetize etmiş ve bildiğiniz gibi o tarihi dönüm noktası gerçekleşmişti.

İşte burada Allah’ın inneHU Aliymün Bi zatis sudur; gönüllerin özünü bilir O. Çok iyi bilir ifadesinden murat; Allah yüreğin hangi duruşta hangi eyleme götüreceğini bilir demektir. Yani yürek nasıl durursa o insan hangi eylemi yapar. Bunu çok iyi bilir demek. Bilmekten öte, Allah’tan başka kimsenin müdahale edemeyeceği bir sistemdir kalbin sistemi. Gönül ferman dinlemez ancak Allah dinletir. Onun için burada işte ferman dinlemeyen gönle, ferman etmiştir rabbimiz.

44-) Ve iz yüriykümuhüm izil tekaytüm fiy a’yuniküm kaliylen ve yukallilüküm fiy a’yunihim li yakdıyAllâhu emren kâne mef’ula* ve ilAllâhi turce’ul umur;

Hani siz karşı karşıya geldiğinizde onları gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu… Allâh, hükmü verilmiş olayı oluşturdu! (Nihayet) tüm işler Allâh’a döndürülür. (A.Hulusi)

44 – Ve o vakit ki karşılaştığınız sıra onları sizin gözlerinizde azaltıyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu, çünkü Allah o fiile çıkarılmış olan emri yerine getirecekti, öyle ya bütün işler Allaha irca’ olunur. (Elmalı)

Ve iz yüriykümuhüm izil tekaytüm fiy a’yuniküm kaliyle hani o gün karşı karşıya geldiğiniz zaman onları gözünüzde büyütmemenizi sağlamıştı. İşte sonuç bu. Gözünüzde büyütmemenizi sağlamıştı. Onların kaç kişi olduklarını yakalanan casuslardan öğrenmiş olduklarına göre bu ibareyi ben yaklaşık olarak böyle çevirdim. Yoksa ibarenin tam literal anlamı şudur.

Ve iz yüriykümuhüm izil tekaytüm fiy a’yuniküm kaliylen Hani o gün karşı karşıya geldiğiniz zaman onları size az göstermiştim. Oysaki biz bize kadar gelen sahih rivayetlerden, Resulallah’ın savaştan önce onların kaç kişi olduğunu, bir gün 10 deve, bir gün 9 deve kesip yiyorlar bilgisiyle öğrenmişti. Onların 900 ile 1000 kişi arasında olduğunu Resulallah kesin bir biçimde o günlerin ölçüsü ile öğrenmişlerdi. Onun için de bu onların az gösterilmesinden maksat, gözünüzde büyütmemenizi sağlamıştı. Yani artık onların sayıca çokluğu sizin için hiçbir anlam ifade etmiyordu, sizi korkutacak unsur olmaktan çıkmıştı. Çünkü sayılara bakmaz olmuştunuz. Demektir.

ve yukallilüküm fiy a’yunihim siz ise onların gözünde zaten az görünüyordunuz. li yakdıyAllâhu emren kâne mef’ula Ki Allah olması gereken bir işi gerçekleştirsin. Onun için böyle oldu. ve ilAllâhi turce’ul umur; sonunda her iş döner dolaşır, Allah’ın dediğine varır.

45-) Ya eyyühelleziyne amenû izâ lekıytüm fieten fesbütu vezkürullahe kesiyren lealleküm tüflihun;

Ey iman edenler!.. Bir topluluk ile karşılaştığınız vakit (imanınızla) sâbit durun… Allâh’ı çok çok zikredin (anın ve düşünün) ki zorluğu yarıp geçip, kurtuluşa eresiniz! (A.Hulusi)

45 – Ey o bütün iman edenler bir düşman kümesiyle karşılaştığınız vakit sebat edin ve Allah’ı çok zikreyleyin ki felâha irebilesiniz. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenû öyleyse siz ey iman edenler, izâ lekıytüm fieten fesbütu vezkürullahe kesiyren lealleküm tüflihun; bir toplulukla savaş için karşı karşıya geldiğinizde yılmayın ve Allah’ı sürekli anın ki kurtuluşa eresiniz.

Savaş için karşı karşıya geldiğinizde Allah’ı sürekli anın. Tabii ki burada Allah’ı anmak, yürekte Allah’ı sürekli tutmak, Allah ile sürekli ilişki içinde olmak, gücünü insanın imandan alması anlamına gelir. Ama Müslümanların tarih boyunca savaşta Hücuma geçerken Allah Allah nidalarıyla hücuma geçmesi bu ayetin zahirine ittibaen yerleşmiş tarihi bir gelenektir bizde.

46-) Ve etıy’ullahe ve RasûleHU ve lâ tenaze’û fetefşelu ve tezhebe riyhuküm vasbiru* innAllâhe me’as sabiriyn;

Allâh’a ve Rasûlüne itaat edin, birbirinizle zıtlaşmayın; (yoksa) korkuya kapılırsınız ve rüzgârınız (kuvvetiniz) gider… Sabredin… Muhakkak ki Allâh “Es Sabûr” isminin özelliğiyle sabredenlerledir. (A.Hulusi)

“46 – Hem Allaha ve Resulüne itaatten ayrılmayın ve birbirinizle niza’laşmayın sonra içinize korku düşer ve Devletiniz elden gider, ve sabırlı olun çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (Elmalı)

Ve etıy’ullahe ve RasûleH ve Allah ve elçisine de tabi olun.

ve lâ tenaze’û fetefşelu ve tezhebe riyhuküm Birbirinizle sürtüşmeyin sonra direncinizi yitirirsiniz, rüzgarınızda kesilir.

ve tezhebe riyhuküm rüzgarınız kesilir diye çevirdim. Tam literal çeviri bu. Mota mot çeviri. Riyh aynı zamanda koku anlamına da gelir. Hem rüzgar hem koku. Mecazi bir ifadedir belli burada. Rüzgarı kesilmek Türkçede de deyim olarak, mecaz olarak kullanılır. Rüzgarı arkasına aldı derler. Rüzgarı önüne aldı derler. Rüzgarı kesilirse kalakalır gidemez artık. Ama Riyh’in asıl koku anlamı da bana çok şey söylüyor, çok çağrışım alanı var bu çağrışım adeta bir birinizle tartışmayın, tartışırsanız birbirinizin gönül burnuna iman kokusu geliyor, artık bu kokuyu alamaz olur. Muhabbet kokusu kesilir: Artık birbirinizin, kalbinizin burnuna muhabbet kokusu gelmez olur demektir bu.

Onun için; ve lâ tenaze’û tartışmayın, yani birbirinizle sürtüşmeyin, çatışmaya girmeyin Birbirinizle nizalaşmayın. Fetefşelu direncinizi yitirirsiniz. Arap dilinde bu gün Feşile, başarısızlık anlamına da kullanılır. Başarısız kalırsınız. Başarınız olmaz. Ama hepsinden öte bir şeyi yitirirsiniz, ve tezhebe riyhuküm birbirinizin yürek burnuna muhabbet kokmaz olursunuz. Artık sevmez olursunuz. Sevmedikten sonra zaten başarısızlıkta, parçalanmakta bölünmekte ondan sonra kendiliğinden gelir.

vasbiru* innAllâhe me’as sabiriyn; ve direnin, unutmayın ki Allah direnenlerle birliktedir.

Vasbiru’yu direnin diye çevirdim. Sabredin, evet, tam da o dur karşılığı burada.

Sabır direniştir.

Sabır zorluğa karşı direniştir.

Sabır gücünüze giden şeylere karşı göğüs germektir.

Sabır, ayaklarınızı bastığınız hakikati terk etmemektir.

Sabır, yüreğinizin üzerinde ki baskıya rağmen yüreğinizi hakikat üzerinde sabit tutmaktır.

Sabır onun için direniştir.

47-) Ve lâ tekûnu kelleziyne harecu min diyarihim betaran ve riaen Nasi ve yesuddune an sebiylillâh* vAllâhu Bi ma ya’melune Muhıyt;

Yurtlarından, şımarıp çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allâh yolundan engelleyenler gibi olmayın! Allâh onların yaptıklarını Muhiyt’tir! (A.Hulusi)

47 – Onlar gibi olmayın ki diyarlarından çalım satarak ve nâsa gösteriş yaparak çıktılar ve Allah yolundan menediyorlardı, Halbuki Allah bütün amellerini çember içine almıştı. (Elmalı)

Ve lâ tekûnu kelleziyne harecu min diyarihim betaran ve riaen Nas ve yurtlarından gösteriş içinde kasılarak, kasıntı bir biçimde huruc eden kimseler gibi olmayın.

Tabii ki Mekkelileri, Mekkeli putperestlere işaret ediyor. Hani onlar kasıntı kasıntı çıkmışlardı şehirlerinden, Mekke den, yeneceklerdi. Onlar bir avuçtular onların gözünde. Neydiler ki sayılara iman etmişti Mekkeli putperestler. İmanın gücünü bilmiyorlardı. Onlar kelle sayısına bakıyorlardı, yüreğe değil. Allah ise; Bi zatis sudur; yüreklerin özünü biliyordu.

Onlar şeytanın gör dediği yerden baktılar, Müminler ise Allah’ın gör dediği yerden bakıyorlardı. Onun için rüya ile Allah, nereden bakmaları gerektiğini gösteriyordu peygambere ve müminlere. Aslında rüya görmek demek, rüya görülmek demek, rüya göstermek de demek. Onun için Allah nereden bakmaları gerektiğini onlara rüya ile talim ettiriyordu adeta.

Burada, 10 ve 11. ayetlerdeki müjde, itminan, yürek ferahlığı. Orada Mutmain kelimesi geçiyor. Yürek ferahlığı ve  nüas geçiyor 11. ayette. İç sükuneti emeneten geçiyor hemen ondan sonra, öz güven.

Bütün bunlar insanın manevi güçleri olarak, gücünü dirilten birer unsur olarak geçerken bakınız burada ne geçiyor; Burada; betaran ve riaen Nas geçiyor. Onların tam zıddına konulmuş. Tam karşısına. Gurur, kibir, kasıntı davranmak. Onların karşısında duruyor. İnsanın gücünü içten içe yiyip bitiren manevi virüsler olarak geçiyor bunlarda.

Karşıda öz güven, iç tatmini, manevi bir sükunet, iç sükuneti, gönül ferahlığı. Bir yanda imanın verdiği,

Öbür yanda nefsin, insan gururunun verdiği bir kasıntılık, bir gösteriş, bir riya var. İşte bunları karşı karşıya koymuş Kur’an.

ve yesuddune an sebiylillâh Çünkü onlar Allah’ın yolundan inananları alıkoyuyorlar. vAllâhu Bi ma ya’melune Muhıyt; Allah ise onların bütün yaptıklarını etkisiz hale getiriyor.

Muhiyt burada, olumsuz fiil olan ya’melune ile birlikte geldiğinde karşıdakinin yaptığını etkisiz hale getirmek anlamına geliyor.

48-) Ve iz zeyyene lehümüş şeytanü a’malehüm ve kale lâ ğalibe lekümül yevme minen Nasi ve inniy carun leküm* felemma teraetil fietani nekesa alâ akıbeyhi ve kale inniy beriyün minküm inniy era ma lâ teravne inniy ehafullah* vAllâhu şediyd’ül ‘ıkab;

Hani şeytan onlara davranışlarını süsledi ve (şöyle) dedi: “Bugün sizi kimse yenemez! Ben de muhakkak sizin yanınızdayım”… İki grup birbirini görünce iki topuğunun üzerine gerisin geri çarketti ve: “Muhakkak ben sizden ayrıyım! Gerçekten ben sizin göremediğiniz şeyleri görüyorum… Muhakkak ben Allâh’tan korkarım… Allâh “Şediyd’ül Ikab”dır (suçların sonuçlarını en şiddetli şekilde yaşatan)!” dedi. (A.Hulusi)

48 – Ve o vakit ki Şeytan kendilerine amellerini tezyin eylemiş de demişti bu gün insanlardan size galip gelecek yok, ben de size zahirim, fakat iki taraf karşı karşıya görününce ardına dönüverdi de ben, dedi. (Elmalı)

Ve iz zeyyene lehümüş şeytanü a’malehüm ve kale ve o zaman şeytan yapıp ettiklerini kendilerine güzel göstererek diyordu ki;  lâ ğalibe lekümül yevme minen Nasi ve inniy carun leküm Bugün hiçbir insan size galip gelemez, çünkü ben sizin yanınızdayım diyordu şeytan.

felemma teraetil fietani nekesa alâ akıbeyhi ve kal Fakat iki taraf birbirinin görüş alanına girince Ökçeleri üzerine geri döndü ve dedi ki; inniy beriyün minküm benim sizle hiçbir ilişkim olamaz. Dedi. inniy era ma lâ teravne çünkü ben sizin görmediğinizi görüyorum.

Kılavuzu şeytan olanın başına böyle işte bu gelir. Demek istiyor Kur’an. inniy era ma lâ teravne ben sizin görmediğinizi görüyorum. inniy ehafullah Üstelik ben kesinlikle Allah’tan korkarım.

Şeytan ben Allah’tan korkarım diyor. Allah’tan korkmayan insanların yanına şeytan bile besmele çekerek yaklaşır demek ki. Ben öyle düşünüyorum.

vAllâhu şediyd’ül ‘ıkab; Çünkü Allah’ın cezalandırması pek sert olur.

47. ayetle ilişkilidir bu ayet. Gurur, kibir, caka, tafra, kasıntılık hep şeytani güdülerin aldatıcı bir eseridir. Yani söylenmek isten şu gerçektir. Eğer Allah’ın gör dediği yerden bakmaz da, şeytanın gör dediği yerden bakarsanız sonuçta aldanırsınız.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Eylül 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın