RSS

İslamoğlu Tef. Ders. ENFAL SURESİ (49-75)(60)

02 Eyl

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

Sevgili Kuran dostları geçtiğimiz ders Enfal suresinin 48. ayetine dek işlemiştik. İşlediğimiz ayetleri hatırlayacak olursak şeytanın insan yüreğine üflemeleri, vaatleri ve bu vaatlere kananların akıbeti ve en sonunda da şeytanın hiçbir vaadini tutmayacağı gerçeğini öğrenmiştik.

Aslında enfal suresi Yevmül Furkan, Hakkın batıldan ayrıldığı gün olan bedir gününü, o süreci, öncesi ve sonrasıyla gözlerimizin önüne seriyor, bu bedrin yüreklerde devam eden iç savaşı, yani iç bedirlerimizi, yüreğimizde ki bedirleri kazanabilmemizin de yöntemini ve yolunu gösteriyordu.

İşte o ayetlerin ardından şimdi, dost ve düşman, mümin ve kafir zümreleri dışında 3. bir zümrenin bedir mihengine vurulduğunda nasıl kendini belli ettiği ve nifakını ortaya koyduğunu şu ayetle öğreniyoruz.

49-) İz yekulül münafikune velleziyne fiy kulubihim meredun ğarre haülai diynühüm* ve men yetevekkel alAllâhi feinnAllâhe Aziyzün Hakiym;

Hani münafıklar ile içlerindeki şüphe dolayısıyla sağlıklı düşünemeyenler: “Bunları dinleri aldatmış” diyor(du)… Kim Allâh’a tevekkül ederse (işe duygularını karıştırmayıp tabiri câiz ise kendini otomatik pilota bırakırsa, yani Allâh Esmâ’sının gereğini kendisinde açığa çıkaracağına iman ederse), muhakkak Allâh Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

49 – Sizden katiyen beriyim, ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum, ben Allahtan korkarım, öyle ya Allahın ıkabı çok şiddetlidir. (Elmalı)

İz yekulül münafikune velleziyne fiy kulubihim meredun o zaman o yüreklerin sınandığı, imanların sınandığı, yevmül Furkan, Hakkın batıldan ayrıldığı, seçildiği, ak ve karanın ayrıldığı, beyaz ve siyahın ayrıldığı o gün birilerinin, dışarıdan beyaz görünen griler olduğu ortaya çıkıyor ve diyorlardı ki o griler, iki yüzlüler, münafıklar ve hasta yürekliler;

ğarre haülai diynühüm bu adamları dinleri, yanlışa sürüklüyor. Dinleri bu adamlara yanlış yaptırıyor diyorlardı o grinin çocukları. Tabii bununla neyi kastediyorlardı, güçlü ve kalabalık Mekke ordusuna karşı bir avuç müminin sancak açması, baş kaldırması ve üzerine yürümesi, akılla, salt düz mantıkla açıklanabilir bir gerçek değildi. Bir münafık imanıyla da açıklamak gibi bir yola gitmeyeceğine göre geriye kalıyordu böyle bir savaşı mantıksız bulmak. Orantısız bulmak ve onun içinde dinleri bu adamları yanlışa sürüklüyor idiler. Yani imanları, dinlerinden kasıt inanç sistemleri. Ait oldukları hayat görüşleri, hayat düsturları bu adamları, böylesine güçlü bir ordu karşısında savaşa sürükledi dediler.

Aslında bu münafığın nereden baktığını gösteren tipik bir bakış açısı. Sayıların sultasına inanmış, bir imanın bin imkan olduğunu ne bilsin. Onun için sayılara iman etmiş. Bir gri akım; siyaha, gündüzün; gecenin tüm karanlıklarına üstün olduğunu göremez, göremedi. Onun için burada; şeytanın baktığı yerden ya da bak dediği yerden, gör dediği yerden bakan bir bakış açısıyla karşı karşıyayız. Sayılara iman eden, güç dengelerinden yola çıkan, ama imanı hesaba katmayan, bilinci hesaba katmayan, iradeyi hesaba katmayan, direnişi, yani sabrı hesaba katmayan yamuk bir bakış açısı var. İşte bu hastalıklı bir yürekten çıkan bir bakış açısı diyor ayet.

Açık; Fiy kulûbihim maradun, (Bakara/10) yüreği hastalıklı olanlar, hastalıklı kalbi olanlar. Bu bakışı hastalıklı olan demektir. Hastalıklı bakan demektir. Ki yamuk bakan hiçbir şeyi doğru göremeyecektir.

ve men yetevekkel alAllâhi feinnAllâhe Aziyzün Hakiym; Oysa onların, bunu diyenlerin bilmediği bir gerçek var. Allah’a güvenen herkesin bilmesi gereken tek gerçek şudur ki; Allah yüceler yücesi bir iradeye sahiptir ve her yaptığı işi hikmetle yapar. Yani Allah’ı hesaba katmadan bir başarı tasavvuru, şeytani bir tasavvurdur. Yüce Allah’ı; Elde var bir. Demeden yapılacak tüm hesaplar sıfırdır. Onun için, elde var bir. Ben sıfırım. Ama elde bir olunca benim gibi sıfıra o bir değer yükler. Onun için yerimi bileyim, birin önüne geçmeyeyim. Birin arkasına geçeyim tamam. O zaman değer alırım, güç alırım.

Lâ havle velâ kuvvet illâ billah”

Güç ve kuvvet yalnızca Allah’a aittir. Ben de sıfırım ama değerimi ondan alırım eğer yerimi bilirsem. İşte bu bakış açısını veriyor, vermeye çalışıyor Kuran.

50-) Ve lev tera iz yeteveffelleziyne keferul Melaiketü yadribune vucuhehüm ve edbarehüm* ve zûku azâbel harıyk;

Melâikeyi, hakikat bilgisini inkâr edenlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak ve “Tadın yakıp kavuran azabı” (diye) öldürürken bir görseydin! (A.Hulusi)

50 – O sıra münafıklar ve kalplerinde bir maraz bulunanlar şöyle diyorlardı: «şunları dinleri aldattı» halbuki her kim Allaha tevekkül ederse şüphe yok ki Allah bir azîz, hakîmdir. (Elmalı)

Ve lev tera iz yeteveffelleziyne keferu ve O, küfre saplanıp kalanlara ölümü tattırdığımda görmeli idin bir. Durumlarını görmeliydin. O, küfre saplananlara ölümü tattırdığında, buradaki; elleziyne keferu’ yu kafirler diye çevirmiyorum. Bağlamın izin verdiği her yerde elleziyne keferu formunun, özellikle mazi sigası, geçmiş sigası olmasından kaynaklanan bir devamlılık, bir eskilik, bir direngenlik taşıdığını, anlamı taşıdığını dikkate alarak kafirler, düz bir kafirler değil, küfre saplanıp kalanlar. Küfürde direnmeye devam edenler biçiminde çeviriyorum bağlam izin verdiği yerlerde. Onun için işte burada da küfre saplanıp kalanlara O ölümü tattırdığında görmeliydin bir hallerini.

El Melaiketü yadribune vucuhehüm ve edbarehüm Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak diyecekler ki; ve zûku azâbel harıyk; tadın bakalım yakıcı azabı.

Hemen Kuran böyle yamuk bir bakış açısının akıbet ve ahiretine sözü getirdi, bir pencere açtı. Şeytanın gör dediği yerden bakan yalnızca başarıyı kaybetmekle kalmaz, istikbali de kaybeder demeye getirdi işi.

Bu ibarenin dilsel açıdan farklı bir, alternatif bir anlamı da var. O anlam; “Melekler küfre saplanıp kalanların canlarını alırken onların yüzlerine ve sırtlarına vuracaklar ve” diye verilebilir alternatif anlam. Ama benim verdiğim anlam; yeteveffa sözcüğünde ki gizli zamirin Allah’a gittiğini öne alan anlamdır. Ki dilsel olarak yeteveffa zamirinde bir tekil gizli özne var, tekil. Oysa meleklere gitseydi eğer çoğul olması lazımdı. Ki Karilerden biri olan İbn. Amir de teteveffa biçiminde okumuş, o zaman alternatif anlam olabilirdi. Onun için bendeniz “O” dedim, yani zamirin Allah olduğunu işaretle. O küfre saplanıp kalanların canlarını alırken, melekler vuruyorlardı. Biçiminde çevirdim.

51-) Zâlike Bima kaddemet eydiyküm ve ennAllâhe leyse Bi zallamin lil abiyd;

“Bu, yaptıklarınızın getirisidir! Allâh, kullarına zulmedici değildir!” (A.Hulusi)

51 – Bir de görseydin Melekler canlarını alırken o küfür edenlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura, tadın bakalım! diyerek: yangın azâbını bu işte sizin kendi ellerinizin takdim ettiği yüzünden ve Allahın kullarına zulüm kar olmadığındandır. (Elmalı)

Zâlike Bima kaddemet eydiyküm bu, öz ellerinizle işlediklerinizin karşılığıdır. Yani bir başkasının size verdiği bir ceza değil. Aslında siz cezayı kendi kendinize veriyorsunuz. Onun için Allah sadece ödüllendiriyor. Cezalandıran, kendi kendinizi, cezalandıran sizsiniz. Onun için Rahman ve rahiym isminin tecellisi işte böyle gerçekleşiyor.

Allah herkese rahmet etmiştir. Kafirlere de. Sadece güllere değil, dikenlere de. Sadece kuzulara değil kurtlara da rahmet etmiştir. Ama insan eğer ceza ve bir belaya uğruyorsa, bu kendi eli ile kazandığının karşılığıdır. Yani onu kendisi, kendisine karşı yapmıştır.

ve ennAllâhe leyse Bi zallamin lil abiyd; İşte bu, geldi, değilse Allah kullarına haksızlık yapma ihtimali asla yoktur.

Niye böyle çevirdim, İhtimali nereden çıkardım; Ben demedim, bu bir tasarruf ta değil, metin diyor. Eğer nehy’in olumsuzun haberi “da” harfi cerri ile gelirse bu; Ya o işin imkansızlığına, ya da o ihtimalin yokluğuna delalet eder. Arap dilinde bu bir kuraldır. Onun için ayette; ve ennAllâhe leyse Bi zallamin lil abiyd; Allah’ın kullarına zulmetme ihtimali yoktur. Diyor.

52-) Kede’bi ali fir’avne velleziyne min kablihim* keferu Bi âyâtillâhi fe ehazehümullâhu Bi zünubihim* innAllâhe Kaviyyün şediyd’ül ‘ıkab;

(Bunların durumu) Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi… (Onlar) Allâh’ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ’sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkâr ettiler, Allâh da onları kendi suçlarıyla yakaladı… Muhakkak ki Allâh Kaviyy’dir, “Şediyd’ül Ikab”dır (suçun sonucunu şiddetle yaşatandır). (A.Hulusi)

52 – Tıpkı Âli Firavun ve onlardan evvelkilerin gidişi gibi Allahın âyetlerini tanımadılar da Allah kendilerini günahlarıyla tuttu alıverdi, çünkü Allah çok kuvvetli ve ıkabı pek şiddetlidir. (Elmalı)

Kede’bi ali fir’avne velleziyne min kablihim

ve Kuran olayı geçmişte yaşanmış tarihi bir hadiseye benzetiyor ve tarihsel bir pencere açıp muhataplarına seyredin diyor. Akıbetinizin geçmişteki kimlerin akıbeti ile örtüştüğünü görmek için izleyin.

Onların gidişatı da tıpkı firavun toplumu ve ondan öncekilerin gidişatı gibi.

Kuran sık sık yapıyor bunu Firavunla müşrikleri, İsrail oğulları ile Müslümanları kıyaslıyor. Kuran ın mesajına direnen insanlara dönüp diyor ki; Firavunun akıbetine bakın, Allah’ın vahyine karşı direnenlerin sonu ne olmuş görün. Müslümanlara da dönüp diyor ki; İsrail oğullarının başından geçen Yahudileşme sürecini aklınızdan çıkarmayın, zalim Allah’ın kılıcıdır. Onunla intikam alır. Ama döner ondan da intikam alır. Evvali mu seyfullah yente kulu bihi sümme yente kımu bih. Onun için Yahudileşmeyin mesajını veriyor. Mesaja direnenlere firavunu, mesaja inanıp ta mesajı bulandıran, inancını tam uygulamayan, mesaja karşı ihanet edenlere de Yahudileşen İsrail oğullarını. Kuran sürekli örnek gösteriyor, ibret gösteriyor.

keferu Bi âyâtillâhi fe ehazehümullâhu Bi zünubihim

Ne yapmıştılar onlar, Allah’ın mesajlarını ısrarla yalanlamışlardı. Ardından Allah’ta onları günahları nedeniyle kıskıvrak yakalayıverdi.

innAllâhe Kaviyyün şediyd’ül ‘ıkab; Elbette Allah işinde kuvvetli, azabında şiddetlidir.

53-) Zâlike Bi ennAllâhe lem yekü müğayyiren nı’meten en’ameha alâ kavmin hatta yüğayyiru ma Bi enfüsihim ve ennAllâhe Semiy’un ‘Aliym;

İşte bu böyledir… Bir topluluk nefislerindekini değiştirmedikçe, Allâh onlara (hakikatlerinden) olan nimetini değiştirmez! Allâh Semi’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

53 – Bu, şundan: bir kere Allah bir kavme in’am ettiği bir nimeti onlar nefislerindeki sebebi değiştirinceye kadar değiştirmiş değildir, bir de Allah işitir, bilir. (Elmalı)

Zâlike Bi ennAllâhe lem yekü müğayyiren nı’meten en’ameha alâ kavmin hatta yüğayyiru ma Bi enfüsihim

Toplumsal değişmenin yasasını getirdi Kuran. Sosyal değişmenin, toplumsal dönüşümün, tüm insanlık tarihi boyunca değişmeyen yasası bu ayet. Bu Şu yasa gereğidir ki; Allah bir topluma bahşettiği nimeti, o toplum öz benliğine yabancılaşmadıkça asla değiştirmez.

Aynen Rad suresini, 13. surenin 11. ayetinde olduğu gibi. Aslında ayette geçen hatta yüğayyiru ma Bi enfüsihim anahtar ibare budur.

hatta yüğayyiru ma Bi enfüsihim, kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe anlamına gelir literal olarak, mot a mot. Nötr bir anlamı var. Yani kendilerinde olanı değiştirmedikçe. Müspete ya da menfiye, olumluya ya da olumsuza değiştirmeyi içerir. Fakat bu ayette nimetin delaletiyle olumlu anlama kullanıldığını görüyoruz. Yani nimet kelimesinden yola çıkarak bu ayette olumlu bir değişime işaret var. Yani olumludan, olumsuza doğru bir değişim. Ayette nimet sözcüğünün delaleti ile bunu anlıyoruz.

O halde benim çevirimde ki kendisine yabancılaşmada ortaya çıkıyor. Ben, kendine yabancılaşmadıkça diye çevirmiştim, ki aslında öz benliğinin değiştirilmesi, kendine yabancılaşmaktır. Eline bahşedilen, verilen nimetin, kendisinden öz benliğini değiştirdiği için alınması ne demektir, yabancılaşmadır. Kendine yabancılaşan, Allah’a yabancılaşır. Allah’a yabancılaşan, eşyaya yabancılaşır. Her şeye yabancılaşır.

Burada sosyal ve bireysel değişmenin yasası dile getiriliyor. Sebep sonuç ilişkisi içerisinde açıklanıyor tüm toplumsal dönüşümler ve deniliyor ki; Toplumu oluşturan temel taş, insan unsuru değişirse toplumda değişir. Onun için insan unsurunun değişmesi de ancak yüreğinin değişimine bağlı. Yani, tüm değişimler yürekte başlıyor diyor ayet.

Dünyayı değiştiremezsiniz, bu kesin. Ama mutlaka değiştirmeniz gerekiyor. Değişim şart. Hayatın yasası. Bu da kesin. Peki ne yapmalı. Dünyayı değiştiremeyiz bu kesin. Ama değişim de olmalı bu da kesin. Peki iki yasa birbiri ile çelişiyor mu? Hayır. Doğru bakarsanız doğru görürsünüz. Değiştirebileceğiniz mutlaka bir kişi olmalı. Size en yakın kişi olmalı. Kim o? Sizsiniz. Kendinizi değiştirebilirsiniz. Ne duruyorsunuz, haydi başlayın diyor Kuran.

ve ennAllâhe Semiy’un ‘Aliym; ve Allah her şeyi işitendir, bilendir.

Neden böyle bir ayet böyle iki isimle geldi. Eğer siz kendinizi değiştirmek gibi bir irade sergilerseniz Allah bunu işitir. Onu bilir ve size kendinizi değiştirecek güç verir. Yardımcı olur. Önünüzü açar. Aklınızı açar, kalbinizi açar, ruhunuzu açar.

54-) Kede’bi ali fir’avne velleziyne min kablihim* kezzebu Bi âyâti Rabbihim* fe ehleknahüm Bi zünubihim ve ağrakna ale fir’avn* ve küllün kânu zalimiyn;

Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin vaziyeti gibi (durumları)! (Onlar) Rablerinin işaretlerindeki varlığını (Rabbanî özelliklerini) yalanladılar, (biz de) onları suçları sonucu helâk ettik ve Âl-i Firavun’u da suda boğduk! Hepsi zâlimlerdi. (A.Hulusi)

54 – Tıpkı ali Firavun ve onlardan evvelkilerin gidişi gibi ki rablerinin âyetlerini tekzip ettiler biz de kendilerini günahlarıyla helâk ettik ve ali Firavunu gark eyledik, hepsi de zalimdiler. (Elmalı)

Kede’bi ali fir’avne velleziyne min kablihim o halde onları akıbeti de firavun toplumu ve ondan öncekilerin akıbetine benzeyecek. Yine biraz önceki 52. ayetteki formu aynen kullandı.

kezzebu Bi âyâti Rabbihim Onlar, rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı. fe ehleknahüm Bi zünubihim bizde onları günahları yüzünden helak ettik. ve ağrakna ale fir’avn boğulmaya mahkum ettik firavun soyunu.

Bir başka ayet hatırlıyorum, çok daha şiddetli bir ifade.

Felemma asefunentekamna minhüm feağraknâhüm ecme’ıyn; (Zuhruf/55)

Ne zaman bizi kızdırdılar diyor Allah. Müthiş bir ifade. Ne zaman bizi kızdırdılar, gücendirdiler, üzdüler, onlardan intikam aldık. Tam karşılığı bu. Yaptıklarının acısını tattırdık demektir lügat anlamı. İntikamın lügat anlamı, sözlük anlamı bu. Yaptıklarının acısını tattırdık. Boğduk hepsini mahvettik.

fe ehleknahüm Bi zünubihim biz de onları günahları yüzünden helak ettik. ve ağrakna ale fir’avn boğulmaya mahkum ettik firavun soyunu, ve küllün kânu zalimiyn; Niçin yaptık bütün bunları biliyor musunuz, Onlar kimdiler bu belaya mahkum ettiklerimiz hangi özellikleri yüzünden böyle bir akıbete duçar oldular biliyor musunuz, Hepsi de zulümde direniyorlardı. Zalimiyn, Zalim isimdir. İsim dil açısından taşıdığı anlamı kendisinde sabit kılan, yerleşik kılan bir sözcüktür. Onun için zaliym olabilmek için zumlu bir kere yapmak değil, zulmü içselleştirmek, zulmü sabit ve değişken bir özellik olarak almak lazım. Onun için zulüm onların tabiatı haline gelmişti diyor.

55-) İnne şerred devabbi indAllâhilleziyne keferu fehüm lâ yu’minun;

Allâh indînde hareket eden canlıların en şerrlisi, hakikat bilgisini inkâr edenlerdir! Onlar iman etmezler! (A.Hulusi)

55 – Bütün o debelenenlerin Allah indinde en şerlisi şol kimselerdir ki küfretmişlerdir de imana gelmezler. (Elmalı)

İnne şerred devabbi indAllâhilleziyne keferu fehüm lâ yu’minun; Allah katında canlıların en şerlisi her nasılsa “geçmişte küfre saplanmış olup ta daha sonra iman etmemekte ısrarla direnenlerdir.” Allah katında canlıların en şerlisi.

Dikkatinizi çekiyor mu bilmem, en şerli canlı, bilinçsizce, tercihinden dolayı değil, her nasılsa bilinçsiz bir biçimde inkarcı olmuş. Babadan anneden öyle görmüş, toplumdan öyle görmüş. Ondan dolayı değil en şerlisi olması. Ama daha sonra kendisini bilince çağıran bir vahiy bir hakikat iletildiğinde Yani gerçek kendisine ulaştırıldığında bu kez ona karşı bilinçli bir direniş sergilemiş, işte bu ikinci tavrı yüzünden canlıların en şerlisi olarak nitelendiriliyor Kuran tarafından.

56-) Elleziyne ahedte minhüm sümme yenkudune ahdehüm fiy külli merretin ve hüm lâ yettekun;

Onlar (Medine-i Münevvere civarındaki Yahudi kabileler), kendileri ile antlaşma yaptığın kimselerdir… Sonra da her defasında sözlerini bozarlar… Onlar korunmazlar (Allâh’tan sakınmazlar). (A.Hulusi)

56 – Onlar ki kendilerinden muahede almışındır da sonra her defasında ahitlerini nakzederler ve hiç çekinmezler, (Elmalı)

Elleziyne ahedte minhüm sümme yenkudune ahdehüm fiy külli merretin ve hüm lâ yettekun;

Yeni bir pasaja girdi Kuran ve buyuruyor ki; Kendileri ile anlaşma yaptıktan sonra her seferinde sorumsuzca anlaşmalarını bozanlara gelince.

Burada aslında bir çok ilke çıkarabiliriz bu ayetten ve bunun gibi Kuran da bir çok anlaşmayla, gayri Müslimlerle ilgili anlaşmayla ilişkili hususlarda bir çok hüküm çıkarabiliriz.

Birincisi, Müslüman olmayanlarla anlaşmanın cevazına dair, hatta cevazı değil, özendirildiğine dair bir özellik sergiliyor ayetler. Özendiriliyor anlaşma, çünkü diyalog özendiriliyor.

Buradaki anlaşma ne olabilir diye düşündüğümüzde, özellikle bu ayetlerin indiği günler için, Bedir süreci için bu ayetin dile getirdiği; Bozulmuş, birilerinin bozduğu bir anlaşmadan söz ediyor ayet. Bedirde bozulan analaşma kiminle yapılıştı ki diye düşündüğümüzde hemen aklımıza bir şey geliyor. Medine sözleşmesi. Ki büyük bir ihtimalle burada bahsedilen anlaşma Medine de ki Yahudilerle hicretin 1. yılında yapıldığı söylenen, Medine sözleşmesi diye bilinen ünlü analaşmadır ve bu anlaşmaya göre Müslümanlarla Medine de ki Yahudiler, müttefik olmuşlar, bir tevhit federasyonu oluşturmuşlardı. Müslümanlara saldırılırsa eğer onlara olan saldırıyı Yahudiler de karşılayacak, eğer onlara saldırılırsa Müslümanlar onlara destek çıkacaktı. Ehli kitapla yapılan bu tevhit esaslı federatif anlaşma Bedir’in arkasından bozuldu. En azından bazı Yahudi gruplar ve kabileler bozdu, ki bunların başında Ka’b bin Eşref geliyordu.

Bedir savaşında müşrikler kaybettiğinde müfrit bir Yahudi lideri ve hahamı olan Ka’b bin Eşref, “artık benim için yerin altı, yerin üstünden hayırlıdır” demişti. Müslümanların zaferine böylesine içerlemişti. Kendisini müşriklerle böylesine yakın görmüştü.

Bu bir bakış açısı. Peygamberin bakış açısı ki zaten onun bakış açısını çizen, Allah’ın vahyi idi. Onun içinde Medine sözleşmesinde yer alan bir çok madde aslında Kuran da da yer almıştı bir şekilde. Ki maide suresinin 42. ve 50. ayetleri arasındaki ifade edilen hususlar Medine sözleşmesinde yer alıyordu. Ama Ebu Davud’da ki bir hadisten öğreniyoruz ki, anlaşmayı ilk bozan Medine Yahudileri oldu.

İşte bu ayette ifade edilen Allah-u alem tabii ki, büyük bir ihtimalle bozulduğu söylenen anlaşma, Resulallah’ın ya Medineli ehli kitapla yaptığı Medine sözleşmesi, ya da o sözleşme dışında yine ehli kitapla yaptığı bir başka sözleşme olsa gerektir.

57-) Feimma teskafennehüm fiyl harbi feşerrid Bihim men halfehüm leallehüm yezzekkerun;

Eğer onları harpte yakalarsan, onlarla, onların arkalarında bulunanları dağıt ki ibret alsınlar. (A.Hulusi)

57 – Onun için onları ne zaman harp de yakarlarsan kendileriyle arkalarındakileri ürküt gerek ki ibret alırlar. (Elmalı)

Feimma teskafennehüm fiyl harb onlarla savaşta karşılaşırsan, feşerrid Bihim men halfehüm leallehüm yezzekkerun; geriden gelenlere ibret olsun için onları öyle bir darmadağın et ki, berikiler ders alsınlar.

58-) Ve imma tehafenne min kavmin hıyaneten fenbiz ileyhim alâ seva’* innAllâhe lâ yuhıbbül hainiyn;

Şayet bir topluluğun ihanetinden endişen varsa, anlaşmayı geçersiz saydığını önceden onlara bildir! Muhakkak ki Allâh ihanet edenleri sevmez. (A.Hulusi)

58 – Her hangi bir kavimden de bir hıyanet endişe edersen evvel emirde (nebzet) ahitlerini reddettiğini düpe düz kendilerini bildir, çünkü Allah hainleri sevmez. (Elmalı)

Ve imma tehafenne min kavmin hıyaneten fenbiz ileyhim alâ seva’in ve eğer aranızda anlaşma bulunan bir toplumun ihanetinden haklı nedenlerle kaygıya kapıldınsa durumu dengelemek için onlarla yaptığın anlaşmayı geçersiz ilan edebilirsin.

Bakınız, anlaşmaya ihanet etmeyi ahlaki bir zaaf olarak gören Kuran, öncelikle karşı tarafın ihanetinin makul bir biçimde ikna edici sebeplere dayalı olarak iyice hissedilmesi gerektiğini işaret ediyor. Onun için düşmanla dahi olsa ahlaki çerçevenin sınırında bir ilişki istemiyor Kuran. Savaşta dahi olsa bir ahlaki norm getiriyor. Savaşmak, birileri ile düşmanlık yapmak, birileri ile savaş halinde olmak, ahlaksız davranışın gerekçesi, mazereti olamaz diyor.

Bu çok önemli ve bu ayetlerin, sayfalar boyunca, sonuna kadar bu surenin bu ayetlerin dibinde akan dip akıntısı bu. Savaş ahlakı. Barışta herkes ahlakı gözetir. İş ki savaşta gözetebilmektir. Dostuna karşı herkes ahlaki davranır. İşki düşmanına karşı ahlaki davrana bilmektir. Kuran işte o çok az insanın, çok az toplumun, dünyada çok az uygarlığın becerebildiği bu standarda dikkat çekiyor ve çizgi koyuyor.

 innAllâhe lâ yuhıbbül hainiyn; Unutma ki Allah hainleri sevmez. Yani öncelikle ihanet etmeyin. Siz ihanet etmeyin, kesinlikle size ihanet edilse dahi etmeyin. Ama anlaşmayı karşı taraf bozmuş ya da bozmaya yatkınsa bu durumda anlaşmayı iptal edin geçersiz sayın. Geçersiz olduğunu da zımnen ilan edin gibi bir talimatta görüyoruz burada. Artık benimle aranızda anlaşma yok şeklinde. Uluslar arası ilişkilerde ahlaki kuralları bundan 1400 yıl önce Kuran işte böylesine sistematik bir biçimde oturtuyordu.

59-) Ve lâ yahsebennelleziyne keferu sebeku* innehüm lâ yu’cizun;

O hakikat bilgisini inkâr edenler, sakın kaçarak kendilerini kurtaracaklarını sanmasınlar… Kesinlikle onlar (Allâh’ı) dilediğini yapmaktan âciz bırakamazlar! (A.Hulusi)

59 – Ve o küfür edenler asla zannetmesinler ki ileri gitmişlerdir çünkü onlar âciz bırakamazlar. (Elmalı)

Ve lâ yahsebennelleziyne keferu sebeku Nitekim küfre saplanan kimseler yakalarını kurtardıklarını sanmasınlar, innehüm lâ yu’cizun; unutmasınlar ki onlar Allah’ı atlatamazlar.

60-) Ve e’ıddu lehüm mesteta’tüm min kuvvetin ve min ribatıl hayli turhibune Bihi adüvvAllâhi ve adüvveküm ve ahariyne min dunihim* lâ ta’lemunehüm*Allâhu ya’lemuhüm* ve ma tünfiku min şey’in fiy sebiylillâhi yuveffe ileyküm ve entüm lâ tuzlemun;

Onlar için gücünüz yettiğince kuvvet toplayın ve (cihad için) bağlanarak beslenmiş atlar hazırlayın ki onunla Allâh düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka, Allâh’ın bilip sizin bilmediğiniz diğerlerini korkutasınız… Allâh uğruna ne bağışlarsanız, mükâfatı size tam ödenir ve hakkınız asla yenmez! (A.Hulusi)

60 – Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği her kuvvetten ve cihat için beslenen atlardan hazırlık yapın, onunla hem Allah düşmanını korkutursunuz hem sizin düşmanınızı hem de onlardan başka diğerlerini ki onları verseniz ecri size tamamen ödenir, hiç de ziyan etmezsiniz. (Elmalı)

Ve e’ıddu lehüm mesteta’tüm min kuvvetin ve min ribatıl hayl sizde onlara karşı gücünüz oranında kuvvet ve atlı birlik hazırlayıp, turhibune Bihi adüvvAllâhi ve adüvveküm ve ahariyne min dunihim* lâ ta’lemunehüm*Allâhu ya’lemuhüm bu yolla hem Allah düşmanlarını, hem kendi düşmanlarınızı, hem de bunlar dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği daha başkalarını yıldırıp caydırabilirsiniz. Yani hazırlıklı olun. Caydırıcılık için hazırlıklı olun. Barışı korumak için savaşa hazır olun. Güçlü olun. Gücünüzü her fırsatta kullanmak için güçlü olmayın, gücünüzü kullanmaya ihtiyaç duyulmamak için güçlü olun. Güçlü olun ve affedin, zayıf olursanız affetmiş olmazsınız, aslında korkmuş olursunuz. Zayıfın affı korkaklık, güçlünün affı merhamet, şeref ve izzettir. Onun için güçlü olun.

ve ma tünfiku min şey’in fiy sebiylillâhi yuveffe ileyküm ve Allah yolunda her ne harcarsanız size tümüyle geri ödenecektir, ve entüm lâ tuzlemun; ve siz asla zulme uğramayacaksınız.

Hemen yukarıda bir ibare geçti, o ibarenin üstünde bir iki cümle ile durmak isterim.

adüvvAllâhi ve adüvveküm bu çok önemli, Allah’ın düşmanları ve sizin düşmanlarınız. Burada bir hakikat dile getiriliyor. Allah’ın düşmanı olan herkes öncelikle tüm müminlerin düşmanıdır. Bir düşman tanımı, bir düşman çerçevesi çiziyor. Sizin düşmanınız, basit menfaatlerinize dokunan değil, Allah’ın düşmanı olanlardır. Çünkü Allah’a karşı savaş açanlar, insanın mutluluğunu yok etmeye çalışanlardır. O sebeple Allah’ın düşmanlarını doğal düşman kabul edeceksiniz. Ayetin zımnen ifade ettiği gerçek bu.

61-) Ve in cenehu lisselmi fecnah leha ve tevekkel alellah* inneHU HUves Semiy’ul ‘Aliym;

Eğer barışa yanaşırlar ise, sen de ona (barışa) yanaş! Allâh’a tevekkül et (Allâh’ı vekîl tut = El Vekiyl isminin kuvvesine yönel)! Çünkü O, Semi’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

61 – Ve eğer selme yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allaha mütevekkil ol, çünkü işiten bilen ancak odur. (Elmalı)

Ve in cenehu lisselmi fecnah leha ve tevekkel alellah Şu var ki, eğer onlar barışa yönelirlerse sen de bu yönelişe uy. Ama yalnızca Allah’a güven.

inneHU HUves Semiy’ul ‘Aliym; Unutma ki O duyulmayanı işiten, kimsenin bilmediğini bilendir. Yani daima saldırganlığı cezalandırmak ve meşru savunma amaçlıdır savaş. Burada da ifade edilen hakikat budur. Barış esastır, eğer barışa yanaşırlarsa sende yanaş diyor, sen de barışa uy, esastır.

Neden, Çünkü ebedi risaletin, vahyin amacı insanı ifna etmek değil, insanı ihya etmek, diriltmektir.

İnsanı yok etmek değil, insanı var etmektir.

İnsanı öldürmek değil, insanı diriltmektir.

İnsan ne zaman kendi hayatını zibil etmiş, sebil etmiş, daha doğrusu kendi hayatının masumiyetini kaybetmiş olur, imanla insan arasına bir engel olarak aşılmaz bir engel olarak gelindiğinde. Çünkü insanın varlığı o durumda artık tüm diğer insanlar için bir zarara, bir sete, bir mutluluk setine dönüşmüştür. Engeline dönüşmüştür. Onun için hiç kimsenin tüm insanlığın mutluluğuna engel olmak gibi bir hakkı olamaz.

İman, insan mutluluğunun öbür adıdır. İnsanın mutluluğunun öbür adıyla insanın buluşmasına kimse engel olmamalıdır ve cihad; imanla insan arasındaki engelleri kaldırmaktır.

62-) Ve in yüriydu en yahde’uke feinne hasbekâllah* “HU”velleziy eyyedeke Bi nasriHİ ve Bil mu’miniyn;

Eğer sana hile yapmak isterlerse, muhakkak Allâh sana yeter! O ki, yardımı ve diğer iman edenler ile seni desteklemiştir. (A.Hulusi)

62 – Ve eğer sana hud’a yapmak isterlerse sana yetişecek Allah dır, odur ki seni nusretiyle ve müminlerle teyit buyurdu. (Elmalı)

Ve in yüriydu en yahde’uke feinne hasbekâllah tut ki onlar seni barış tuzağıyla, -bir önceki ayete atıfla meallendirelim,- barış tuzağıyla aldatmayı planlamış olsunlar, o zamanda Allah elbet sana yeter. Yani barışa eğer gönüllü olurlarsa sende barışa yanaş. Onların barış yapma arzusu bir tuzak bile olsa diyor. Allah sana yeter, yine barışa yanaş demek istiyor ayet.

“HU”velleziy eyyedeke Bi nasriHİ ve Bil mu’miniyn; O dur seni yardımıyla ve imanlı insanlarla güçlendiren.

63-) Ve ellefe beyne kulubihim* lev enfakte ma fiyl Ardı cemiy’an ma ellefte beyne kulubihim ve lakinnAllâhe ellefe beynehüm* inneHU Aziyzün Hakiym;

(İman edenlerin) kalplerini, verdiği paylaşım sevgisi ile tek kalp gibi yapmıştır! Şayet sen yeryüzünde ne varsa toptan bağışlamış olsan, onların kalplerinin arasını birleştiremezsin… Fakat Allâh onların arasını ülfetle birleştirdi… Muhakkak ki O, Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

63 – Ve kalplerinin arasını telif eyledi, yoksa yer yüzünde ne varsa hepsini sarf etse idin yine onların kalplerini telif edemezdin ve lâkin Allah onların beyinlerini telif buyurdu çünkü o biz azîz, hakîmdir. (Elmalı)

Ve ellefe beyne kulubihim ki onların yüreklerini o kaynaştırdı. Nasıl yardım eder sorusunun cevabıdır burada. Allah sevdiklerine nasıl yardım eder, onları nasıl destekler. Nasıl onları güçlendirir diye sorarsanız eğer. Gökten silah yağdırmaz belki, ama ne yapar? Nükleer bir güç merkezi olan kalplerinizi birbirine berkiştirir. Birbirine kaynaştırır, birbiri ile yanaştırır. Bir yürek olur 1000 yürek, bir yürek olur milyon yürek. Bir kafayla düşünmek yerine artık bir milyon, bir milyar kafayla düşünürsünüz. Bir yürekle sevmek yerine bir milyar yürekle seversiniz.

İnnemel mu’minune ıhvetün (Hucurat/10)

Müminler birbirlerinin ancak kardeşi olabilirler. Düsturu gereğince kardeş olursunuz. Annenizin doğurmadığı milyonlarda kardeşiniz olur, evrensel insan olursunuz. Siyah beyaz, sarı kırmızı kardeşleriniz. İşte Allah böyle yardım eder.

lev enfakte ma fiyl Ardı cemiy’an ma ellefte beyne kulubihim eğer sen yeryüzünün bütün servetini harcamış olsaydın onların yüreklerinin arasını kaynaştıramazdın. Servetle, malla, parayla elde edilebilecek bir değer değil bu. Sevmek servetle olmaz. Ne kötekle olur, ne servetle olur. Ancak yüreklerin sahibi olan Allah sevdirirse sever.

Onun için baksanıza sistemler, sultalar tarih boyunca hep birilerini sevdirmeye çalışmışlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar insanlar eğer sevmiyorlarsa, sevmemişler. Onun için yeryüzünde hiçbir yasa hiçbir güç, hiçbir kanun bir insanın bir başkasını sevmesine yetmez. Bunu sağlamaz. Yer yüzünün hiçbir serveti, hiçbir hazinesi, hiçbir makamı sevmediğiniz bir insanı size sevdirmek için yetmez. On un için Allah’ın sevdirdiği gerçek bir sevgidir. Sevgi diye adlandırılan ve hakikatte tutku olan, sevgi ile alakası bulunmayan, yani sahte sevgi, kalp sevgi olan o sevgilere de benzemez. Çünkü bir sevgiyi Allah koymuşsa Allah kadar ebedileşir.

Allah’a neden güvenmeli sorusunun 61 ve 62. ayetlerdeki O Allah’a güvenin emrinin neden gerekli olduğunu şimdi daha iyi anladınız mı? Allah’a neden güvenmeli, niçin Allah’a güvenmeli; İşte bunun için. Allah’tan başka yüreğe, gönle ferman dinleten bir sultan yoktur da onun için.

[Atlanan cümle; ve lakinnAllâhe ellefe beynehüm Ne zaman ki, Allah Teâlâ onlara bütün o eski düşmanlıkları unutturdu, o kin ve öfkeyi gönüllerinden sildi ve yerine bir kardeşlik sevgisi ve karşılıklı dostluk duygusu koydu işte o zaman tam anlamıyla dost ve kardeş oldular. (elmalı)]

inneHU Aziyzün Hakiym; İşte bunun için. Çünkü O, iradesinde pek yüce işinde hikmet sahibidir. Yüce olan Allah, yüce sevgiler bahşeder. Sevgisi ise hikmetlidir.

64-) Ya eyyühen Nebiyyü hasbükâllahu ve menittebe’ake minel mu’miniyn;

Ey Nebi! Allâh, sana ve iman edenlerden sana tâbi olanlara yeter. (A.Hulusi)

64 – Ey o Peygamber! Yetişir sana Allah arkanda gelen müminlerle. (Elmalı)

Ya eyyühen Nebiy sen ey peygamber, hasbükâllahu ve menittebe’ake minel mu’miniyn; Allah sana da yeter, sana tabi olan gerçek müminlere de yeter.

Tefsire gerek var mı? Tefsir yerine bir daha okuyayım;

Ya eyyühen Nebiyyü hasbükâllahu ve menittebe’ake minel mu’miniyn; Ey peygamber Allah sana da yeter, sana tabi olan gerçek müminlere de yeter.

65-) Ya eyyühen Nebiyü harridıl mu’miniyne alelkıtal* in yekün minküm ışrune sabirune yağlibu mieteyn* ve in yekün minküm mietün yağlibu elfen minelleziyne keferu Bi ennehüm kavmün lâ yefkahun;

Ey Nebi! İman edenleri harbe teşvik et! Eğer sizden sabreden yirmi (kişi) olursa, iki yüze galip gelirler… Şayet sizden yüz (kişi) olursa, hakikat bilgisini inkâr edenlerden bine (kişiye) galip gelirler… Onlar anlayışsız bir topluluktur! (A.Hulusi)

65 – Ey o Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle, eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa iki yüze galebe ederler ve eğer sizden yüz kişi olursa o küfredenlerden birine galebe ederler, çünkü onlar hakkı ve akıbeti iyi idrâk etmez fıkıhsız bir kavimdirler. (Elmalı)

Ya eyyühen Nebiyü harridıl mu’miniyne alelkıtal Sen ey peygamber, savaşta ölüm korkusunu yenmeleri için inananları yüreklendir, coştur.

Bu ibare; harridıl mu’miniyn ibaresi klasik tüm müfessirlere göre teşvik et anlamına gelir. Benim; yüreklendir, diye çevirdiğim, coştur diye çevirdiğim ibare tüm klasik müfessirler tarafından teşvik et anlamı ile anlamlandırır.

Aslında Harrad terimi maddi manevi tükeniş anlamına gelir, çözülme anlamına gelir. Psikolojik çöküş, zihni direncin kayboluşu çözülüşü anlamına gelir.

Dikkat ettiniz mi, ters bir anlam veriyoruz burada. Oysa ki bir zihni çöküş, bir manevi çözülüş anlamına gelen Harrad dan tüketilmiş harrıd kelimesi, onları yüreklendir anlamına gelebiliyor. Ki Arap dilinde bunun örneği var. Marradahu ki marrad hastalık denektir, Marradahu ibaresi onu bütün hastalıklardan temizledi, arındırdı anlamına geldiği gibi lügatta, ki Ragıp El Isfahani bunu müfredatında böyle gösteriyor. Harradahu ibaresi de onu yüreklendirdi, onun tüm korku ve kaygılarını giderdi.

Aslında bu; korkacak bir şey kalmadı demektir. Öyle bir yüce değere dikkat çekti ki, veyahut ta acısını öyle artırdı ki, artık hastalığı işitmez oldu, duymaz oldu. Artık ölüme öyle inandırdı ki, ahireti öyle benimsetti ki, artık ölümün korkusunu duymaz oldu gibi bir iç anlam süreci var bunun. Onun için ben yüreklendir diye çevirdim ki doğru çevirisi budur. Böyle çevirdiğimizde bu ayeti doğru anlayacağız çünkü. Devam edelim;

in yekün minküm ışrune sabirune yağlibu mieteyn eğer sizden dirençli 20 kişi olursa, bunlar 200 kişiyi alt eder, 200 kişiyi yener.

ve in yekün minküm mietün yağlibu elfen minelleziyne keferu yok eğer sizden 100 kişi olursa, inkarda direnenlerden 1000 kişiyi yener, alt eder.

Ne diyor burada ayet, Yani sizden diyor 20 kişi olursa, 200 kişiye galip gelir. Ama bakıyoruz ki Peygamberin komuta ettiği savaşlarda bile bu oran tutmamış. İşte Uhut, demek ki ayetin söylediği şey, klasik tefsirlerde gördüğümüz, adeta bir kural gibi bir orantı kurmak falan değil. Bu bir yüreklendirme aslında. Onun için ayetin girişini doğru anlamalıydık burasını doğru anlamak için.

Müfessirler gelecekten haber olarak, müjde olarak almışlar bu ayeti, tefsir etmişler. Oysa biraz önce de söyledim Resulallah’ın hayatındaki savaşlarda dahi bu oran böylesine geçekleşmiş olmadı. Uhut’ta görüldüğü gibi. Ki ayetin başına döndüğümüzde onu doğru anlarsak burayı da doğru anlıyoruz. Bu bir yüreklendirmedir. Böyle yüreklendir onları. Bilinçli, iradeli ve dirençli azınlığın, bilinçsiz, iradesiz, yığınlara, uydum kalabalığa diyen çoğunluğa galibiyetinin kesin olduğunu söyle demektir.

Bu yığınlar, kelle sayısına vurulduğunda belki sayıca fazla gelir ama eğer bilinçli ise, eğer iradeli ise, eğer şahsiyetli ise, eğer dirençli ise, onlardan çok çok az topluluklar

..kem min fietin kaliyletin ğalebet fieten kesiyraten Bi iznillah (Bakara/249)

Bakaradaki bu ayette olduğu gibi, nice az topluluk, bilinçli ve iradeli az topluluk vardır ki, kalabalıkları, bilinçsiz yığınları alt etmiştir, yenmiştir. Budur, hakikat budur.

Bi ennehüm kavmün lâ yefkahun; Çünkü onlar, neden? İşte bu, şu küçücük cümle aslında anahtarı da taşıyan cümledir. Çünkü onlar derin kavrayıştan mahrum bir yığındırlar.

Evet, sebebi göz önüne serdi Kuran. Neden 20 kişi 200 kişiye galip gelmeli? Bu bir kinayedir. Yani bir avuç insan dağlar dolusu insana galip gelir, çünkü onlar düzenli hareket eder. Planlı hareket eder, bilinçli hareket eder, iradeli hareket eder.

İnançları ne olursa olsun, değerleri ne olursa olsun düzenli hareket eden, planlı hareket eden, önünü sonunu hesaplayarak hareket eden, bilinçli, hareket eden, akıllı hareket eden küçük topluluklar, yine inançları ne olursa olsun düzensiz, plansız, programsız, nizamsız, intizamsız, bilinçsiz hareket eden kitleleri yener, onları alt eder. Bu tarih boyunca ve bugünde gördüğümüz gerçektir.

66-) El ANe haffefAllâhu anküm ve alime enne fiyküm da’fa* fein yekün minküm mietün sabiretün yağlibu mieteyn* ve in yekün minküm elfün yağlibu elfeyni Biiznillâh* vAllâhu me’as sabiriyn;

Şu an Allâh sizden yükünüzü hafifletti, çünkü biliyor ki sizde zayıflık var… (O hâlde) sizden dayanan yüz olursa, iki yüze galip gelirler… Sizden bin olursa, Allâh’ın izniyle (Bi-iznillâh), iki bine galip gelirler… Allâh sabredenlerle beraberdir. (A.Hulusi)

66 – Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve bildi ki sizde bir za’f var, şimdi sizden sabredecek yüz kişi olursa iki yüze galebe ederler, sizden bin olursa Allahın izniyle iki bine galebe ederler, ve Allah sabredenlerledir. (Elmalı)

El ANe haffefAllâhu anküm mevcut şartlarda Allah yükünüzü hafifletmiştir. ve alime enne fiyküm da’fen zira sizin güçsüz olduğunuzu iyi biliyor.

Sanırım burada dile getirilen bire bir gerçek o anda Medine’de bir avuç insanın yaşadığı o zor şartlar, o mahrumiyet şartları birinci olarak dile getiriliyor.

fein yekün minküm mietün sabiretün yağlibu mieteyn o halde sizden dirençli 100 kişi çıkacak olursa bunlar 200 kişiyi alt eder. ve in yekün minküm elfün yağlibu elfeyni Biiznillâh ama eğer sizden bir kişi çıkarsa Allah’ın izni sayesinde 2000 kişiyi alt eder. vAllâhu me’as sabiriyn; zira Allah hakikat üzerinde direnenlerle, sabit kadem olanlarla, deri adım atmayanlarla, benim ifademle; esas duruşunu bozmayanlarla beraberdir.

Açık aslında, hatta klasik tefsir bu ayetin, bir üstteki ayeti nesh ettiğini, hükmünü geçersiz kıldığını söylemiştir ki, gerçekten Razi’nin de itiraz ettiği gibi böyle bir mantık, böyle bir teori, kabul edilemez bir teoridir. Çünkü burada söylenen hakikat bir üsttekini geçersiz kılan bir şey değil. Eğer zayıfsa, donanımsızsa, yetersizse tabii ki 1 e 2 güç dengesi sağlanacaktır. Ama eğer donanımlıysa, yeterliyse, iyi donanımlıysa 1 e 20 güç dengesi belki de makul görünecektir o durumda.

Aslında burada söylenenle yukarıda söylenen birbirinden iki ayrı halde, iki ayrı nispettir. Onun için neshe hiç gerek yoktur tabii ki. Ama burada 1 e 2 verirken nispet olarak Kuran, belki de aradaki bu fark niye olmalı sorusuna cevap olarak; İman kendi başına senin kadar bir değerdir demek istiyor. Onun için bir kendini sayacaksın bir de imanı dercesine adeta. Evet, iman bir katma değerdir. Senin değerini eğer iyi kullanırsan esbaba tevessül edersen, sebeplerine sarılırsan, sebep sonuç ilişkileri içerisinde Allah’ın yasalarını doğru okursan bazen iman 1 e 2 den tuta, 1 e sonsuza kadar insana bir güç verebilir diyor. İman sınırsız bir imkandır diyor aslında.

67-) Ma kâne li Nebiyyin en yekûne lehu esra hatta yüshıne fiyl Ard* türiydune aradaddünya* vAllâhu yüriydül ahirete, vAllâhu Aziyzün Hakiym;

Bir Nebiye, arzda ağır basıncaya kadar, (savaşsız) esirler sahibi olması sahih olmaz… Siz (düşmanınızı öldürmek yerine esir almayı istemekle) dünyanın malını diliyorsunuz; Allâh ise sonsuz geleceği diliyor… Allâh Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

67 – Hiç bir Peygamber için Arzda ağır basmadıkça esirleri olmak doğru değildir, siz, Dünya uruzunu istiyorsunuz Allah ise Âhireti kazanmanızı diliyor ve Allah azîzdir hakîmdir. (Elmalı)

Ma kâne li Nebiyyin en yekûne lehu esra hatta yüshıne fiyl Ard kıran kırana gerçekleşmiş sıcak bir savaş sonucu olmadıkça bir peygambere esir almak yakışmaz.

İşte yine klasik tefsirlerin tamamına muhalefet ettiğimiz bir ayet. Kıran kırana gerçekleşmiş sıcak bir savaş sonucu olmadıkça bir peygambere esir almak yakışmaz diye çevirdik. Ki çevirimizin hem dil açısından, hem de karineler açısından, hal karineleri yani bağlam, iç ve dış bağlam açısından bir çok delilimiz var. Özellikle geleneksel tefsir bunu, çok çok adam öldürmedikçe diye çevirir. hatta yüshıne fiyl Ard ibaresini. Yani iyice, sonuna kadar öldürünceye kadar. Ya da yer yüzünde temekkül edinceye, iyice sağlam basıncaya kadar biçiminde tefsir eder.

Oysa ki Klasik tefsirin aksine sıcak savaş dışında esir almayı yasaklayan bir ayettir bu. Yani kıran kırana gerçekleşen bir savaş dışında esir almak yasaktır diyen bir ayettir. Neden?

1 – hatta yüshıne fiyl Ard ibaresi ki, klasik tefsir bunu çok kan dökmek olarak tefsir etmiş. İyice hakim olmadan diye tefsir etmiş ki Taberi, Kurtubi bunların başında gelir.

Razi bu yaklaşımı tartışmış. Ama çok fazla da tarafını belli etmemiş. Oysa ki; ıshan, bir şeyin zirvesi, nokta anlamına geliyor. hatta yüshıne fiyl Ard kıran kırana gerçekleşen bir savaş diye çevirdim ben Ishan’ı, ki bu çeviri tam da dile uygun bir çeviri.

2 – Hale uygun bir çeviri aynı zamanda. Çünkü Bedir bir savaştı, esir alınmıştı. Oysaki burada bir peygambere esir almak yaraşmaz, yakışmaz, şık kaçmaz deniliyor. Bedir bir savaştı ve esir de alınmıştır. Esirler paylaşılmıştır, dağıtılmıştır. Demek ki hal de bunu destekliyor.

3 – Daha başka bir şey; 7., 28., ve 42. ayetlerin ekseninde düşünürsek eğer, burada bu ayetin gönderme yaptığı şey bedir savaşı değil, ganimetlerdir. Yani ganimetlere saldırıp ta savunmasız olan, ganimete saldırıp ta onun başındaki insanları da malları elde etmek, bir peygambere yakışmaz demektedir ayet. Bence bu yaklaşım, ayetin iç ve dış bağlamından çıkarabileceğimiz en doğru yaklaşımdır. Çünkü hemen arkadan gelen cümle bunu destekliyor.

türiydune aradaddünya sizler bu dünyanın geçici değerlerini istiyorsunuz diyor.

vAllâhu yüriydül ahirah Ama Allah sizin için daha yüce bir değer olan ahireti istiyor. vAllâhu Aziyzün Hakiym; zira Allah iradesinde pek yüce, işinde hikmetli olandır.

68-) Lev lâ Kitabün minAllâhi sebeka lemesseküm fiyma ehaztüm azâbün azıym;

Eğer Allâh’ın bu konuda bir hükmü olmasaydı, aldığınız fidyeden elbette size acı azap dokunacaktı. (A.Hulusi)

68 – Eğer Allah dan bir yazı geçmiş olmasa idi aldığınız fidyeden dolayı size mutlak büyük bir azâb dokunurdu. (Elmalı)

Lev lâ Kitabün minAllâhi sebeka lemesseküm fiyma ehaztüm azâbün azıym; Eğer Allah tarafından önceden bir yasal izin olmamış olsaydı, aldıklarınız yüzünden başınıza büyük bir felaketin gelmesi kaçınılmaz olurdu.

Burada özellikle kervana saldırıp esir ve mal almak yasakta, neden Bedir’de aldık esir ve mal diye sorulacak olursa, bu önceden verilmiş yasal bir izin sayesinde. Ki bu izin ne olabilir diye ben çok düşündüm. Bu öteden beri uygulanmakta olan gelenek olabileceği gibi, bu surenin 7. ayetinde, iki topluluktan birini size vaat etti ibaresi de olabilir diye düşündüm. Yani Allah ikiden birini vaat etmişti.

Ama aynı bu surenin 5 ve 6. ayetlerinde de olduğu gibi, onlar kervanı istiyorlardı. Yani zararsız olanı. Hiç bedel ödemeden gelecek olanı. Allah ise onların aksine dini yerleştirmek istiyordu. Yani ordu ile karşılaşmalarını istiyordu. Adeta bu surenin baştan sona bir dip akıntısı gibi akan o leyt motifi, o ana ekseni hep bu çerçeve de geçiyor. Yani siz savaşı, dünya iktidarı elde etmek için değil, ancak ve ancak insan yüreğini İmana kazandırmak için yapabilirsiniz. Savaşı meşru kılan tek şey budur demek istercesine bu sure baştan sona böyle bir akıntı ile akıyor.

69-) Fe külu mimma ğanimtüm hâlâlen tayyiba* vettekullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym;

Elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yeyin… Allâh’tan korunun. Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

69 – Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin ve Allaha korunun, çünkü Allah gafurdur rahîmdir. (Elmalı)

Fe külu mimma ğanimtüm hâlâlen tayyiba* vettekullah şu halde ganimet olarak ele geçirdiklerinizin helal ve temiz olanlarını kullanın ve Allah’a karşı sorumlu davranın.

innAllâhe Ğafûrun Rahıym; unutmayın ki Allah çok bağışlayandır, rahmet kaynağıdır.

Dikkatinizi çekiyor mu Kuran dostları, vettekullah Allah’ a karşı sorumlu davranın. Savaş ahlakı. Biraz önce dikkat çektim, savaş yapıyor olmak ahlaksız davranışı mazur göstermez diyor. Onun için düşmanına karşı dahi olsa, senin misyonun olan ahlaki  ilkeleri korumak durumundasın. Savaşa bile ahlakı taşımak zorundasın dercesine.

70-) Ya eyyühen Nebiyyü kul limen fiy eydiyküm minel esra, in ya’lemillahu fiy kulubiküm hayren yü’tiküm hayren mimma uhıze minküm ve yağfir leküm* vAllâhu Ğafûrun Rahıym;

Ey Nebi! Esirlerden elinizde bulunanlara de ki: “Eğer Allâh kalplerinizde bir hayır (iman) bilirse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar! Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.” (A.Hulusi)

70 – Ey Peygamber, elinizdeki esirlere de ki: eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır bilirse size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve günahlarınızı mağfiret buyurur, Allah gafur, rahîmdir. (Elmalı)

Ya eyyühen Nebiyy sen ey peygamber, kul limen fiy eydiyküm minel esra elinizde bulunan esirlere de ki;

in ya’lemillahu fiy kulubiküm hayren eğer Allah yüreklerinizde iyiye ve güzele yatkınlık bulursa, – ben bunu “iman” olarak niteliyorum- eğer Allah yüreğinizde imana bir yatkınlık bulursa, yü’tiküm hayren mimma uhıze minküm size, sizden alınandan daha güzelini bahşeder, bahşedecek.

ve yağfir leküm* vAllâhu Ğafûrun Rahıym; Çok bağışlayan ve merhamet kaynağı olan Allah sizi de bağışlayacaktır.

Hatırlıyor musunuz değerli dostlar, bu surenin 19. ayetinde fetih kavramını işlemiştik.

İn testeftihu fekad caekümül feth.. (19) Diyordu ayet.

Fetih istiyordunuz ey insanlar, işte fetih ayağınıza geldi. Biz de o ayeti, iki tarafı da görüyor diye tefsir etmiştik. Öyle bir yere yerleştirilmiş ki ayet, hem müşriklere hitap ediyor, hem müminlere hitap ediyordu.

Müşriklere diyordu ki; Ey müşrikler fetih istiyordunuz değil mi, zafer istiyordunuz, kazanmak istiyordunuz. İşte ayağınıza kadar geldi kazanç, ebedi fetih geldi, yüreğinizin kapısına dayandı iman. Açın içine girsin dercesine. İşte bu ayeti ben o ayetle tefsir ediyorum. İki tarafa da hitap eden 19. ayet, işte bu ayetle açıklanıyor. Bedir savaşının müşrikler için, kaybeden taraf içinde bir fetih olduğu anlatılmak isteniyor. İşte fetih ayağınıza geldi. En büyük fetih, yüreğin imana kavuşmasıdır. Yürek fethidir diyordu. Daha ne istiyorsunuz. Açın da girsin, kapısına kadar geldi.

Onun için, bakın burada da ona çok yakın bir şey söyleniyor, ne deniyor; Eğer Allah yüreklerinizde hayra, iyiye ve güzele yatkınlık bulursa size, sizden alınanın daha güzelini bahşedecek diyor. Evet, ve çok bağışlayan ve merhamet eden Allah sizi de bağışlayacak, bundan büyük fetih mi olur, zafer mi olur, başarı mı olur diyor. Allah bağışlarsa ondan büyük zafer mi olur diyor.

71-) Ve in yüriydu hıyaneteke fekad hanullahe min kablü feemkene minhüm* vAllâhu Aliymun Hakiym;

Eğer sana hıyanet dilerlerse, gerçekten onlar daha önce Allâh’a hainlik yapmışlardı da, onlara karşı (sana) başarı vermişti! Allâh Aliym’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

71 – Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse unutmasınlar ki bundan evvel Allaha hıyanet ettiler de kahredilmelerine imkân verdi, Allah alîm, hakîmdir. (Elmalı)

Ve in yüriydu hıyaneteke fekad hanullahe min kabl Ne ki, eğer sana ihanete kalkışırlarsa unutma ki senden daha önce onlar Allah’a ihanet etmişlerdi. feemkene minhüm nitekim onlardan ihanet yine mümkündür.

Bu ibareyi klasik müfessirlerden farklı olarak, dil açısından yaklaşarak mealendir meye çalıştım. Yani yine de ihanet edebilirler, bu imkan ortada, bu mümkündür. Fakat sen hiç bunu garipseme, sürpriz olmasın.ç Allah’a ihanet eden sana ihanet etse ne olur. Fakat ihanet edecekler diye Beraat-ı zimmet asıldır ilkesini çiğneme. Yani ilerde ihanet edebilirler hesabıyla önceden kapını kapama, bırak ihanet ettikleri zaman düşünelim. Ki bu sürpriz olmaz, Allah’a ihanet eden sana ihanet etse ne yazar.

Bu çok önemli bir ahlaki ilke. Rabbimizin onlara açtığı krediye bakınız, insana olan sevgisine, insana olan rahmetine bakınız aynı zamanda.

Burada; feemkene minhüm ibaresi demiştim. Varsayımsal bir ilave yoluna gitmeden verilebilecek tek anlamı benim verdiğim anlam. Yani takdir yapmadan. Takdiri olarak şöyle bir ilave eklersek, şu anlama gelir demeden mevcut kelimelerle bir çeviri yapacak olursak; Onlardan ihanet yine mümkündür anlamı verebiliriz. Ama dilci Ezheri’ye göre emkene’in tümleci, müminin sözcüğüdür. Ki takdiri olarak, varsayımsal bir tümleçtir bu. Mefuldür. Buna göre Allah müminleri, onları mahvedecek imkana sahip kıldı diye çevirmemiz lazım.

Ayet, tabii ki benim çevirim, varsayımsal bir kelime eklemeden çeviri olduğu için evladır. Ayet kuşku halinde dahi, onların beyan ve davranışlarına itibar edilmesini istiyor. Tersinin sürpriz olmayacağını, nebinin, Beraat-i zimmet asıldır ilkesine uyması gerektiğini söylüyor. Buradan yola çıkarak ilerde kargaşa çıkarır, devletin başına iş açarlar diye geçmişte kucak bebelerinin, kundak bebelerinin dahi nasıl katledildiğini görünce rabbimizin bu ilkesini bir kez daha hatırlıyoruz.

vAllâhu Aliymun Hakiym; fakat unutmasınlar ki Allah her niyeti bilendir, hikmeti ile muamele edendir.

72-) İnneleziyne amenû ve haceru ve cahedu Bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâhi velleziyne avev ve nesaru ülaike ba’duhüm evliyaü ba’d* velleziyne amenû ve lem yühaciru ma leküm min velayetihim min şey’in hatta yühaciru* ve inistensaruküm fiyd diyni fealeykümün nasru illâ alâ kavmin beyneküm ve beynehüm miysak* vAllâhu Bi ma ta’melune Basıyr;

Onlar ki iman ettiler ve (bu uğurda) hicret ettiler; Allâh yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücahede ettiler ve hicret edenleri barındırdılar ve yardım ettiler; işte bunlar birbirlerinin velîleridir… İman edip hicret etmeyenlere gelince; hicret edinceye kadar onlara sahip çıkma konusunda bir sorumluluğunuz yoktur! Eğer Din’de sizden yardım isterler ise, yardım etmek sizin üzerinize borçtur. Ancak sizinle onlar arasında bir anlaşma olan kavmin aleyhine olmamak üzere… Allâh yapmakta olduklarınızı (B sırrınca) Basıyr’dir. (A.Hulusi)

72 – O kimseler ki iman ettiler ve muhacir oldular ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda mücahede eylediler ve o kimseler ki barındırdılar, ve yardıma koştular işte bunlar birbirlerinin velileridirler, iman edip de hicret etmeyenler ise hicretlerine kadar sizin için onlara velâyet namına bir şey yoktur, bununla beraber eğer dinde yardımınızı isterlerse yardım etmek de üzerinize borçtur, ancak sizinle aralarında mîsak bulunan bir kavim aleyhine değil, Allah amellerinizi gözetiyor. (Elmalı)

İnneleziyne amenû kuşkusuz imanda sebat eden, ve haceru zulüm diyarından göç eden, ki hicret, imkanların bittiği yerden imkanların üretildiği yere göçmektir. En kısa tanımını böyle yapabilirim. İmkanların bittiği yerden, imkanların üretildiği yere göç etmektir hicret. Hicret tek boyutlu bir şey değil. Sadece bedenin mekan değiştirmesi değil hicret. Hicret manevi olabilir, küfürden imana hicret. Hicret siyasi olabilir, muhalefetten iktidara hicret. Hicret sosyal olabilir, bireyden ümmete, topluma hicret gibi.

ve cahedu Bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâh Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla çaba gösteren, velleziyne avev ve nesaru ve onlara kucak açıp yardım edenlere gelince, ki kucak açıp yardım edenler birincil olarak kastı, Medine de ki ensar. Muhacirine kucak açan ensar, ve tabii ki  tarihsel bir alana sıkıştırılamayacak kadar muhteşem bir evrensel anlama sahiptir bütün bu ayetler.

 ülaike ba’duhüm evliyaü ba’d işte bunlar birbirlerinin gerçek dostudurlar. Kan bağından başka bir bağ tanımayan bir topluma, yepyeni bir bağ türü getirdi Kuran. Bir tek kan bağı biliyorlar. Daha ulvi, daha yüce bir bağ yok. Onun için bizden olsun çamurdan olsun diyorlar. Kan bağı böyle dedirtir insana. Bizden mi, tamam haksızda olsa destekleyin. Eğer tek bağ olarak kan bağını görüyorsanız, bizden olsun çamurdan olsun dersiniz. Onlardansa eğer, melek olsa işe yaramaz dersiniz. Bu mantık.

Ama onun yerine din bağını getiriyor. En ulvi bağ olarak. Din bağı fazilet ve erdem ölçüsüne göre ölçer insanı. Haklı mı; Kim olursa olsun haklıdan yana, kim olursa olsun zalime karşı ilkesi işte din bağı ile mümkün olan, yaşanması, tatbik edilmesi mümkün olan bir ilkedir.

velleziyne amenû ve lem yühaciru ma leküm min velayetihim min şey’in hatta yühaciru Ne ki iman etmiş fakat, zulüm diyarından göç etmemiş kimselerin, göç edinceye kadar korunup gözetilmeleri konusunda size hiçbir sorumluluk düşmez.

Burada zulümle, zorla inancına ihanet için kastı yoksa kalır anlamı da çıkar. Yani bir insan küfür diyarında yaşayabilir. Eğer inancına yönelik bir zulüm baskı yoksa. Küfür diyarı olması, orada zulüm diyarı olmasını gerektirmez. Onun için İbn. Teymiyye’nin dediği gibi, Devlet Mülk der ünlü imam, zulümle yıkılır. Küfürle değil der. Yani burada kalabilir. Küfür diyarında bir mümin değişik gerekçelerle bulunabilir, kalabilir, yerleşebilir. Ama orada kalmayı tercih eden bir müminin, siyasal hedeflerine ulaşmış Müslüman bir topluluktan velayet isteme hakkı olmaz. Kendisini koruyup kollama hakkı doğmaz. Çünkü orada bulunduğu sürece onların kendisini korumak gibi bir taahhüdü gerçekleşmeyebilir. Fakat;

ve inistensaruküm fiyd diyni fealeykümün nasr bir istisnası var; Şu var ki; eğer dini baskıya karşı sizden yardım isterlerse bu durumda size düşen yardım etmektir. Yani mümkün olan yardım yapılır bu da sadece inancına yönelik bir baskı durumunda yardım etmek bir boyun borcu olur. Fakat bunun da bir istisnası var,

illâ alâ kavmin beyneküm ve beynehüm miysakun kendileriyle aranızda anlaşma bulunan bir topluluğa karşı olmamak kaydıyla.Yani yardımınız anlaşmanıza ihanet anlamı taşımayacak. Tıpkı Hudeybiye de Re4sulallah’ın her şeye rağmen sıkı sıkıya koruduğu anlaşma maddesinde olduğu gibi.

Buda gösteriyor ki, inanç özgürlüğüne yönelik her baskıya karşı çıkmak, İslam toplumunun var oluş gerekçesidir. Bu bunun açık bir ifadesidir.

vAllâhu Bi ma ta’melune Basıyr; Çünkü Allah yaptıklarınızın tümünü görmektedir.

 73-) Velleziyne keferu ba’duhüm evliyau ba’d* illâ tef’aluhü tekün fitnetün fiyl Ardı ve fesadün kebiyr;

Hakikat bilgisini inkâr edenler, birbirlerinin sahipleridir (birbirlerine arka çıkarlar)! Eğer siz de bunu yapmazsanız (birbirinize sahip çıkıp destek vermezseniz) yeryüzünde fitne ve büyük bozulma yaşarsınız. (A.Hulusi)

73 – Kâfir bulunanlar da yekdiğerinin velileridir, böyle yapmazsanız yer yüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur. (Elmalı)

Velleziyne keferu ba’duhüm evliyau ba’d Nitekim küfre saplananlarda birbirleri ile dayanışma içindedirler. illâ tef’aluhü tekün fitnetün fiyl Ardı ve fesadün kebiyr; Ancak siz de böyle yapmadıkça yeryüzünde zorbalık ve büyük bir kargaşa hakim olacaktır. Yani sizinde göreviniz budur.

Müslüman toplumun siyasal hedeflerini bu ayet harika bir biçimde gösteriyor. Yani bu amaçları gerçekleştirmek için yeryüzünde Müslüman toplum var olur. Müslüman toplumun yeryüzündeki var oluşu neye mebnidir dersek eğer,

1 – Yeryüzündeki zorbalığa engel olmak,

2 – Anarşiye, kargaşaya engel olmak.

Yer yüzünde Müslümanların en büyük görevleri bu olmalıdır. Eğer bunlara; zorbalığa, kargaşaya engel olursanız zaten tohumla toprağın, su ile toprağın buluştuğu gibi imanla insan birbiri ile buluşacaktır.

74-) Velleziyne amenû ve haceru ve cahedu fiy sebiylillâhi velleziyne avev ve nesaru ülaike hümül mu’minune Hakka* lehüm mağfiretün ve rizkun keriym;

Onlar ki iman ettiler, hicret ettiler, Allâh yolunda mücahede ettiler ve onlar ki (hicret edenleri) barındırdılar ve yardım ettiler; işte onlar imanı tam hakkını vererek yaşayan iman edenlerdir! Onlar için bağışlanma ve rızk-u kerîm (bol rızık) vardır. (A.Hulusi)

74 – O kimseler ki iman edip hicret ettiler ve Allah yolunda cihada gittiler, ve o kimseler ki iyvâ ettiler, yardıma koştular, işte bunlar hakkâ müminlerdir, bunlara bir mağfiret var ve kerîm bir rızk var. (Elmalı)

Velleziyne amenû ve haceru ve cahedu fiy sebiylillâhi velleziyne avev ve nesaru Hani o imanda sebat eden, zulüm diyarından göç eden, Allah yolunda var gücü ile çaba gösteren ve onlara kucak açıp yardım edenler var ya, ülaike hümül mu’minune Hakka İşte onlar gerçek müminlerdir. İşte onlar imanının hakkını verenlerdir.

lehüm mağfiretün ve rizkun keriym; Onları engin bir bağış ve görkemli bir rızık beklemektedir.

75-) Velleziyne amenû min ba’dü ve haceru ve cahedu me’aküm feülaike minküm* ve ulül erhami ba’duhüm evla Bi ba’din fiy Kitabillâh* innAllâhe Bi külli şey’in ‘Aliym;

Onlar ki daha sonra iman ettiler, hicret ettiler ve sizinle beraber mücahede ettiler; işte onlar da sizdendir! Ulül Erham (kan bağı olanlar), Allâh Kitabı’nda, birbirlerine daha evlâdır… Muhakkak ki Allâh Bi-küllî şey’in Aliym’dir (her şeyi, Esmâ’sıyla hakikati olarak bilendir)! (A.Hulusi)

75 – O kimseler ki sonradan iman ettiler ve hicret edip sizinle beraber mücahede yaptılar bunlar da sizdendir, bir de erham sahipleri Allahın kitâbında birbirine daha yakındır, şüphe yok ki Allah her şeyi bilir. (Elmalı)

Velleziyne amenû min ba’dü ve haceru ve cahedu me’aküm Hayır, tekrar değil, bu ayrı. Aynı kelimelerle geliyor ama tekrar sanmayın, bakın, min ba’dü geliyor. Ve daha sonra inanıp zulüm diyarından göç edecek ve sizinle birlikte Allah yolunda tüm çabasını harcayacak kimselere gelince.

Yukarıdaki ibarelerle aynı imiş gibi geliyor ama elleziyne amenû gibi tüm zaman kipleri, geçmiş zaman kipini gösteriyorsa da min ba’dü daha sonra ibaresi, geçmiş zaman kipini gösteren bu kelimelerin tamamını gelecek zamana yönlendiriyor. O zaman bu ayette ifade edilenler daha sonra iman edecek, daha sonra cihada katılacak, daha sonra hicret edecekler için yol gösteriyor.

feülaike minküm işte onlarda sizledendir.

ve ulül erhami ba’duhüm evla Bi ba’din fiy Kitabillâh Bir de akrabalık bağına sahip olanlar bu şartlara da uyunca, ki tefsiri olarak naklediyorum, Allah’ın yasasına göre birbirlerine daha bir yakın hale gelirler. Açık, kan bağının üzerine bir de din bağı binerse bu aliyyul ala olur. Tadından yenmeyen bir dostluğa, bir kardeşliğe, bir velayet ilişkisine kapı aralar, bir hukuk oluşur. Hem de çifte hukuk oluşur demek istiyor ayet.

innAllâhe Bi külli şey’in ‘Aliym; Hiç kuşku yok ki her şeyi bilen yegane varlık Allah’tır.

Kuran ülkesinin, muhteşem Kuran ülkesinin bir sitesinin daha sonuna geldik. Çok şey söyledi hiç şüphesiz. Eğer dinleyen bir kulağı olan varsa çok şey söyledi. Anlayan bir zihni olan varsa çok şey anlattı. Duyan, hisseden bir yüreği olan varsa çok şey duyurdu bu sure.

Bunların içerisinden başlıklar halinde bir kaçını hatırlayacak olursak;

1 – Allah’tan bağımsız bir hayat tarzı tasavvuru olamaz dedi. Allah’tan bağımsız bir başarı da planlanamaz dedi. Onun için ey iman ettiğini iddia edenler, başarıyı Allah’tan bağımsız planlamayın dedi.

2 – İkincisi; İman en büyük imkandır dedi. İmanı bir imkan olarak kullanın, istihdam edin. Yüreğinizde bir mahkum olarak değil. Beden ülkesinin başkenti olan kalpte bir hakim, bir lider, bir hükümdar olarak görün dedi. İmanı imkana dönüştürmemizi istedi.

3 – Üçüncüsü; Gerçek zafer, Bedri, Yevmül furkan’ı yürekte de yaşayabilmektir dedi.

Vetteku fitneten lâ tusıybennelleziyne zalemu minküm hassaten (Enfal/25) ayeti bu surede geldi. Yani herkes topraktaki bedir zaferini kazanabilir ama, yüreğindeki zaferi kazanmakta o kadar kolay olmayacaktır. Bu iyinin de kötünün de sınandığı bir alandır dedi. Onun için topraktaki, bedir’i kazanan niceleri var ki, yürekteki, savaşı kaybetmiştir demeye getirdi.

4 – Dördüncüsü, herkes, ama herkes içinin ayartmalarından korksun ve tetikte olsun. Kimse şeytanın ve öz benliğinin kendine fısıldayacağı o yanıltıcı duygulardan kendisini masum görmesin dedi.

5 – Beşincisi, iman savaşı, dost içinde düşman içinde fetihtir dedi. Yani bir savaş ki iman uğruna yapılıyorsa o savaşın kaybedeni yoktur dedi. Herkes için fetihtir, herkes kazanır dedi. 

Bu dediklerine eyvallah diyoruz, Amenna ve saddakna ya rabb..! diyoruz, bu dediklerini hayatına aktaranlardan kılmasını niyazlıyoruz.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Eylül 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın