RSS

İslamoğlu Tef. Ders. İSRA SURESİ (022-052)(90)

30 Mar

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

 “BismillahirRahmanirRahıym”


Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde İsra suresinin 21. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursanız o ders; İnsanın ebedi istikbali konusunda bir takım ilahi uyarılar taşıyan ayetler vardı. Bu ayetlerle son bulan geçen dersimizin devamı olarak bugün 22. ayet doğrudan sözü tevhide getirerek diyor ki;

 

22-) Lâ tec’al meAllâhi ilâhen ahare fetak’ude mezmumen mahzûla;

 Allâh yanı sıra (kafanda) başka bir tanrı oluşturma! Yoksa (şirk anlayışının sonucu) aşağılanmış ve kendi başına terk edilmiş olarak oturup kalırsın! (A.Hulusi)

022 – Allahın maiyetinde diğer bir ilâh yapma ki mezmun, mahzul kalmayasın. (Elmalı)


Lâ tec’al meAllâhi ilâhen ahare fetak’ude mezmumen mahzûla Ey insan Allah ile birlikte başka bir ilah edinme. Sonra kınanmış olarak bir köşeye atılıp orada bir başına kalakalırsın, otura kalırsın. Yani Allah’tan mahrum kalırsın. Her şeyini O’na borçlu olduğun halde. O’nsuz olduğunu zannetmek, Allah’tan mahrum kalmak aslında hayattan mahrum kalmaktır. Onun için özün özü tevhittir. Varlığın sırrı tevhittir. Hayatın anahtarı tevhittir, insanın anlamı tevhittir.

 Bu ayet ile başlayan bir dizi ayet Hz. Musa’ya verilen ilahi talimatları da içerir. Kur’an da sadece burada değil, bura dışında En’am suresinde de bu talimatlardan bir kısmı vardır, yer alır. Fakat burada Hz. Musa’ya verilen bu talimatlar, belki biz buna Furkan da diyebiliriz. Çünkü Hz. Musa’ya Kur’an da defaatle kitap ve Furkan verildiği ifade buyrulmaktadır. Kitap ve Furkan.

 Dolayısıyla buna iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayıran hükümler manasına. Hatta Kur’an da kullanılan bir takım hikmet terimleri de yine bu talimatlara denk düşebilir. Onun için bu talimatların ilki, Hz. Musa’ya verilen emirlerde olduğu gibi Resulallah’a verilen emirde de tevhittir. Allah’ı birlemedir.

 Aslında bu tüm vahiylerin kaynağının aynı olduğunu, aynı kaynaktan beslendiğini ifade eden bir husustur. Tüm peygamberler aynı temel ilkeler üzerinde mesajlarını iletirler. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed A.S. hepsi de insanlığı bu temel değerlere çağırmışlar ve bu değerler etrafında Allah’a kulluk ve yer yüzünde yaratılış amacına uygun bir hayatı inşaya davet etmişlerdir.

 İşte burada da birinci emir olarak tevhit geliyor ve muhatap olan insanın Allah tasavvuru inşa ediliyor. Çünkü sadece Allah’a inanmış olmak yetmiyor. Nasıl bir Allah’a inandığınız sorusu çok önem kazanıyor. Eğer inandığınız Allah; Allah’ın kendisini tanıttığı gibi bir Allah değilse. Allah inancınız Allah tarafından tespit ve belirlenmemişse o zaman Allah’a inanıyormuş gibi dursanız da aslında inanmamış sayılıyorsunuz. Çünkü müşrikler de Allah’a inanıyorlardı. Kendilerine sorduğunuzda Kur’an ın bize haber verdiğine göre;

 Sizi kim yarattı dediğinizde Allah diyorlar. Gökten yağmuru kim indiriyor, yerden rızkı kim bitiriyor dediğinizde Allah’tır diyorlardı. ..leyekulünnAllâh (Lokman/25) sor onlara bak, Allah’tır diyecekler. Fakat problemleri uzak bir Allah’a inanmaktı. Hayatlarına karışmayan, bulaşmayan, hayata müdahil olmayan, hayatı bizzat dizayn etmeyen bir Allah inancı. Yani yaratıp bırakan ve geri çekilen bir Allah inancı. Bu mesafeyi onlar başka şeylere ilahlık isnat ederek, yakıştırarak kapatmaya çalıştılar. Uzak Allah inancı, Allah’la aralarında ki varsaydıkları evham ürünü olan mesafeyi kapatmak için bir takım aracılar arama ihtiyacı hissettirdi, onlarda aracılar buldular. Onun için; Ya putlar ne Allah’a inanıyorsanız dediğiniz zaman alacağınız cevap şu oluyordu. Yine bunu  da Kur’an da öğreniyoruz.

  …liyükarribûna ilAllâhi zülfâ (Zümer/3) Bunlar bizi Allah’a yaklaştıran aracılar, vasıtalar, vesileler diyorlardı. Dolayısıyla insanlık tarihi boyunca tüm peygamberlerin getirdiği ebedi çağrının ilk maddesi tevhit inancı olmuştur.

 Tevhit inancı içeriği itibarıyla, sonucu itibarıyla, menfaati itibarıyla Allah’ın yararına bir inanç değildir. Çünkü şirk ve küfürden Allah zarar görmez. Eğer zarar görmüş olsaydı tevhit inancından da Allah’ın yararı var, çıkarı var derdik. Fakat tüm akidevi ve imana ilişkin sapmalardan en büyük zararı gören insanoğludur. Onun içindir ki Tevhidin yararı da insanoğlunadır. Allah insanın yararına olarak tevhidi emretmiştir. Çünkü tevhide ilişkin bir sapma, eşya arasında ki o muhteşem irtibatı, bağlantıyı, bağıntıyı, bağı görememekle sonuçlanır. Varlıklar arasında ki o muhteşem bağı göremeyen varlık hiyerarşisini olduğu ve yaratıldığı gibi kavrayamaz.

 Bunu kavrayamayan varlığı, Allah’ın koyduğu yere koymaz. Onu yerinden eder, zulmeder. Sadece varlığa eşyaya zulmetmekle kalmaz, sadece tabiata zulmetmekle kalmaz, aslında en büyük zulmü kendisine eder. Çünkü kendisini Allah’ın koyduğu yere koymaz. Dolayısıyla rolünü oynamaz. İlahi senaryo içinden kendisine güzel bir rol seçmez. Allah’ın arzu ettiği, istediği rolü değil, arzu etmediği, istemediği rolü seçer. İradesine zulmeder ve dolayısıyla kendisine zulmeder. Allah’tan aldığı imkanları Allah’a karşı kullanmaya kalkar ve akıbeti fena olur.

 Onun için işte bütün bu tehlikelerden uzak tutmak için, bütün bu tehlikelerin ana sebebi, temeli olan Tevhitteki sapmayı önlemek. Akidede ki inançta ki sapmayı önlemek için tüm vahiyler muhataplarını önce tevhide çağırırlar ve tüm peygamberler de ümmetlerini önce tevhide çağırırlar. Çünkü tevhit istikamet açısıdır. Tasavvur ve akılda ki istikamet açısı düzeltilmeden eylemde ki yanlışlıklar, yamukluklar, hatalar düzeltilemez. Eğer temelde konuşlanması hatalı ise, son katın düzeltilmesi mümkün değildir. Onun temelinde yamukluk ve yanlışlık varsa, yanlış bir yere temel atılmış ve o temel üzerine yükseltilmişse bina, düzeltilmesi de yine temelden olacaktır.


23-) Ve kada Rabbüke elle ta’budu illâ iyyahu ve Bil valideyni ıhsana* imma yeblüğanne ‘ındekel kibere ehadühüma ev kilahüma fela tekullehüma üffin ve lâ tenherhüma ve kul lehüma kavlen keriyma;

 Rabbin, sadece O’na kulluk etmenizi hükmetti; ana-babanıza iyilik yapıp cömert olmanızı da! Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse (bakmaktan usanıp) sakın onlara “üf” (bile) deme; onları azarlama ve onları yücelten şekilde hitap et! (A.Hulusi)

 023 – Rabbin şunları katî ferman buyurdu: ondan başkasına ibadet etmeyin, ebeveyne güzellik edin, ya birisi yahut ikisi de yanında ihtiyarlık haline gelirse sakın onlara üff deme ve onları azarlama ikisine de ikramlı söz söyle. (Elmalı)

 

 Ve kada Rabbüke elle ta’budu illâ iyyah zira senin rabbin başkalarına değil, yalnızca kendisine kulluk etmenizi emreder.

 Bu da bir üstteki 22. ayetin devamı sayılması gereken bir ibare. Tevhidin içeriğini tamamlayan bir ifade. Yalnızca kendisine kulluk etmek tevhidin bir parçasıdır. Bir Allah’a inanıyor olmak yetmez, bir Allah’a, sadece O’na yönelmek, kulluğunuzun istikametini sadece O’na ayarlamak şarttır. O’nun dışında kine kulluk edenler tek bir Allah’a inandıklarını söyleyemezler. Yani Kula kulluk edenler, eşyaya kulluk edenler, Allah dışında ki herhangi bir varlığa, herhangi bir mükemmel niteliği yakıştıranlar. Ki mükemmel tek varlık vardır, O da Allah. Onun için herhangi bir mükemmellik Allah dışındaki herhangi bir varlığa, isterse o aziyz olsun, isterse peygamber olsun yakıştırılmaz. Çünkü her tür mükemmelliğin yakıştırılacağı yegane varlık Allah’tır.

 Onun için; …feleHUl Esmâül Hüsna (İsra/110) en güzel nitelikler, en güzel özellikler, en güzel vasıflar, yani her tür mükemmellik O’na aittir. İkinci ilke; ve Bil valideyni ıhsana bir de ana babaya iyilik etmeyi emreder.

 İnsan varlığının makro ve mutlak anlamda sahibi Allah’tır. Çünkü insan makro manada mutlak anlamda varlığını Allah’a borçludur. Fakat mikro anlamda, mukayyet manada insan, varlığını ana babaya borçludur. Onun için de tevhit ilkesinden sonra çok ilginçtir anne babaya ihsan ile, yani güzellikle muamele, iyi davranış sergileme talimatı geliyor.

 Burada tevhit ile anne baba arasında, ona ihsan ile davranma arasında, güzel davranış arasında nasıl bir ilişki kurulabilir diye bir soru gelecek olursa, biliyorsunuz tevhit akidenin birliğidir. Vahdet ise sosyal birliktir. Yani sosyal tevhittir. Sosyal tevhit olan vahdetin çekirdeği ailedir. Ailenin çekirdeği de anne ve babadır. Çünkü aile ağacının kökü budur. Bu kök olmadan ne gövde, ne dallar ne meyve olamayacaktır.

 Onun için Kur’an sadece akidede ki bozulma, çürüme ve kokuşmayı düzeltmez, aynı zamanda toplumda ki kokuşmanın da önüne geçer. İnsanın tüm eylemlerinde ki bozulmanın temel sebebi nasıl akidevi sapma ise, tevhit inancında ki sapma ise; Sosyal felaketlerin hemen tamamının temelinde ki sebepte ailenin çözülmesi ve bozulmasıdır. Onun için ailenin kökenini temsil eden ebeveyni, anne babayı Kur’an öne çıkarıyor ve onlara ihsan ile, yani güzel davranışı öngörüyor.

 Fakat buradan Anne babaya itaatle ihsanı karıştırmamak lazım geldiğini açıkça anlamak lazım. Burada herhangi bir itaat emri değil, ihsan emri vardır. İhsan iyi davranış sergilemek, gönül alıcı davranış sergilemek. Fakat itaat farklı.

 Kur’an bir çok ayetinde eğer mâsiyete çağırıyorlarsa, eğer günaha, isyana, ya da Allah’ın çağırdığı yönün aksi istikamete çağırıyorlar onu telkin ediyorlarsa itaat etmemeyi. Yani şunu açıkça söyler;

 evelev kâne abâühüm lâ ya’kılune şey’en ve lâ yehtedûn (Bakara/170) Ya babaları, -burada ataları anlamına da gelir, zaten ata içine 1. babadan itibaren tüm geçmiş girer.- Ya bir şey bilmiyor idiyseler, ya akl etmiyor idiyseler, ya hidayette değilseler de mi onları takip edecekler. Onun için aile ile hakikat örtüştürülmez. Yani hakikatin ölçüsü anne baba da dahil olmak üzere herhangi bir yakın değildir.

 Bunun böyle olmadığını Kur’an; Oğul örneğinde Hz. Nuh’un oğlunu. Baba örneğinde Hz. İbrahim’in babasını. Eş örneğinde, kadın örneğinde Hz. Lut ve Hz. Nuh’un eşlerini. Koca örneğinde aziyz anne Asiye annemizin kocası Firavun örneğini. Amca örneğinde Hz. Peygamberin amcasını, hem de ismen Kur’an a geçirerek verir. Bütün bunlar hakikatle kan bağı arasında doğrusal bir ilişkinin olmadığını gösteren tipik örneklerdir.

 Mesela Kur’an;  Kul in kâne abaüküm ve ebnaüküm ve ıhvanüküm ve ezvacüküm ve aşiyretüküm.. (Tevbe/24) De ki; Eğer babalarınız, oğullarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kabileniz, ırkınız, ulusunuz ve emvalü nıktereftümuha kazandığınız, yığdığınız gözünüz gibi kolladığınız mallarınız ve ticaratün tahşevne kesadeha düşmesinden korktuğunuz ticaretiniz ve mesakinü terdavneha içinde kurula kurula rahatlıkla oturduğunuz evleriniz, köşkleriniz, saraylarınız  ehabbe ileyküm minAllâhi ve RasûliHİ ve cihadin fiy sebiyliHİ Allah’tan resulünden ve Allah yolunda tüm çabanızı harcamaktan daha hayırlı ise feterabbesu hatta ye’tiyAllâhu Bi emriH Allah’ın bela emri gelinceye kadar bekleyin.

 Bu babanın da dahil edildiği bir dizge. Onun için itaatle ihsan ile muameleyi karıştırmamak lazım. İnsan güzel muamele yapmakla emrolundu, fakat mutlak itaat yalnızca Allah’a dır. İnsan elbette yakınlarını sevecektir, fakat Allah’tan daha fazla değil. İşte bu ayette olduğu gibi. La taate fil masiyye (hadis) Masiyyette itaat yoktur. Yani Allah’a isyan hususunda kula itaat yoktur ilkesi, dinin temel ilkesidir.

 Bu manada Kur’an ın anne babaya ihsan ile muamele ilkesi yanlış anlaşıldığında bu günün bir çok mümin genci gerçekten sıkıntıya düşecektir. Eskiden anne babalar evladı için duaya gelirlerdi. Evladım yoldan çıktı, günaha girdi, asi oldu dua edin de Allah akıl fikir versin, istikamet, iman ihsan versin diye. Şimdi tersine döndü. Çocuklar geliyorlar, kızlar geliyorlar, oğlanlar geliyorlar diyorlar ki annem babam Allah’a asi oldu, yoldan çıktı, dua edin de Allah akıl fikir versin, dua edin de Allah yoluna girsinler, dua edin de onlara Allah bir inşirah, gönül açıklığı versin ve imanı sevdirsin.

 Dedim ya iş tersine döndü onun için gerçekten de ihsan ile muamele esastır. Eğer imanınızı ilk paylaşması gerektiğini düşündüğünüz kimseleri sıraya dizseniz, bunların en önünde anne babanız gelir. Kim istemez. Yine güzelliğinizi ve sevabınızı paylaşmanız gereken kimseleri sıraya dizseniz ilk sırada anne baba gelir. Onun için İman, ihsan, güzel amel, Allah’a itaatinizden bile yararlanmasını istiyorsanız yine güzel davranın. Ki güzel davranışla onların gönlünü Allah’a, Allah’ın dinine yardıma, hizmete, dine katkıya ısındırabilirsiniz.

 imma yeblüğanne ‘ındekel kibere ehadühüma ev kilahüma eğer onlardan biri ya da ikisi senin yanındayken yaşlanırsa fela tekullehüma üffin ve lâ tenherhüma sakın onlara uff..! bile deme ve onları azarlama.  ve kul lehüma kavlen keriyma aksine onlara gönül okşayıcı sözler söyle, gönüllerini al. Yani güzel söz bile anne babaya verilmiş en büyük ikramdır. Onu esirgeme. Zaten senden çok şey istemezler, güzel bir söz onların gönlünde güller açtıracaktır.

 Onun içinde güzel sözü esirgeme, üff..!bile deme. Üff..! bile demek yasaklanmışsa, hoş görülmemişse tabii ki ondan öte anne babaya el kaldırmayınız, onlara sopa çekmeyiniz falan diye bir emir beklemenin gereği olmaz. Çünkü Fahval hitap, hitabın gelişinden, sözün gelişinden eğer hafifi yasaklanmışsa ağırının da doğal olarak yasaklandığını anlarsınız.

 [Ek bilgi; Peygamberimiz (s.a.v.)’den şöyle rivayet edilmiştir: Ana babaya asi olmakta «öf» demekten daha aşağı bir şey varsa, onu bile söylemek haramdır. Ana babaya asi olanlar, ne kadar iyi amelde bulunurlarsa bulunsunlar cennete giremezler. Ana babaya karşı iyilik yapıp ihsanda bulunanlar da ne kadar kötü amel yaparlarsa yapsınlar, ana babalarına yaptıkları iyilikten ötürü cehenneme girmezler.(Hadis)]


24-) Vahfıd lehüma cenahazzülli minerrahmeti ve kul Rabbirhamhüma kema Rabbeyaniy sağıyra;

 Rahmet’ten ötürü onlara mütevazı ol… De ki: “Rabbim… Merhamet et onlara, küçükken beni terbiye ettikleri gibi.” (A.Hulusi)

 024 – İkisine de merhametten döşenerek kanat indir ve de ki: rabbim! İkisine de merhamet buyur, beni küçükken terbiye ettikleri gibi. (Elmalı)

 

 Vahfıd lehüma cenahazzülli minerrahme ve o ikisine alçak gönüllü davranarak merhametle kol kanat ger. ve kul Rabbirhamhüma kema Rabbeyaniy sağıyra ve de ki; Rabbim, o ikisinin benim küçüklüğümde sevgi ile görüp gözettikleri gibi sen de şimdi onları merhametinle kolla, gözet, de, dua et.

 Tabii burada ki dua yaşayan ebeveynlere dua olduğu açıktır. Zaten onlardan biri ya da ikisi yanında yaşlanırsa diye başlıyor. Onun için de bu ayetin Mümtahine/4 te ki Hz. İbrahim’in reddedilen duasıyla bir alakası kurulamaz. Hz. İbrahim babasına dua etmiş ve babasına ettiği dua kabul edilmemiş, reddedilmişti. Kur’an Mümtahine/4 te bunu dile getirmişti.

 [Ek bilgi; İbrahim’de ve Onunla beraber olan kimselerde sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine dediler ki: “Muhakkak ki biz sizden de, Allâh dûnunda kulluk yaptıklarınızdan da uzağız! Sizi inkâr – reddettik. Sizinle aramızda ebediyen düşmanlık ve buğz başlamıştır; siz Esmâ’sıyla hakikatiniz olan Allâh’ın Vâhidiyetine iman edinceye kadar!”… Ancak İbrahim’in babasına: “Mutlaka senin için mağfiret dileyeceğim; ama senin için (dua edip istemekten başka) Allâh’tan bir şeye mâlik değilim” sözü hariç! “Rabbimiz, sana tevekkül ettik, sana yöneldik ve dönüş sanadır!” (dediler).(Mümtahine/4)(A.Hulusi)]

 Fakat yasak olan dua etmek değil, onu görüyoruz. Duası reddedilmişti. Kaldı ki bu ayet diri anne babalar için duayı öngörüyor. Hz. İbrahim’in Babası ise küfür üzere mühürlenmişti. O onun biliyordu, çünkü davet etmiş ve davetini reddetmişti. Onun için bu ayetin Mümtahine/4 le hükmünün iptal edildiğini, yani nesh edildiğini söylemekte çok fazla tutarlı olmasa gerek.


25-) Rabbüküm a’lemu Bima fiy nüfusiküm* in tekûnu salihıyne feinnehu kâne lil evvabiyne Ğafûra;

 Rabbiniz (hakikatiniz olarak, bilincinizi {nefsinizi} meydana getiren El Esmâ bileşiminiz) nefslerinizdekini (bilincinizdekini) daha iyi bilir! Eğer siz sâlihler (hakikate imanın gereğini yaşayanlar) olursanız; muhakkak ki O, yetersizliklerinden dolayı tövbe edenlere Ğafûr’dur. (A.Hulusi)

 025 – Rabbiniz nefislerinizdekini daha iyi bilir, eğer siz ehli salâh iseniz; Şüphesiz ki o çok tövbekâr olanlara bir gafûr bulunuyor, (Elmalı)


Rabbüküm a’lemu Bima fiy nüfusiküm* in tekûnu salihıyn ey insanlar rabbiniz içinizde olan biteni çok daha iyi bilir. Yeter ki siz iyiliği özümseyenlerden olun. Salihlerden, yani iyilik yapmayı artık hayatının bir tarzı haline getirenler den olun. Salih olmak bu demektir. İyiliği hayat tarzı haline getiren.

 Bu hemen anne babaya iyi davranma talimatının arkasından böyle bir cümlenin gelmesi, bize hemen şunu hatırlatılıyor ki; Kasıtsız kusur ve sana karşı kırılıp gücenmelerini Allah görür zaten. Yani onların gücenikliğinin haklı ya da haksız sebebe dayanıp dayanmadığını Allah bildiği için sen özünde iyi olmaya bak. Özünde iyi olursan, iyiliği içselleştirir, iyiliği hayat tarzı haline getirirsen onların; senin kastetmediğin halde yanlış anlamalarından dolayı kırılıp gücenmeleri, ya da bir takım başka nedenlere dayalı olarak sana karşı tavır koymalarının gerçek nedenini Allah çok iyi bilir.

 Hatta bu ayetin bu yorumunu ayetin son cümlesi çok daha güzel onaylıyor; feinnehu kâne lil evvabiyne Ğafûra hiç aklından çıkarma ki O, hatada ısrar etmeyip kendisine yönelenler için fazlasıyla bağışlayıcıdır. Evet, neden? İşte burada deminki yaptığım yorumda olduğu gibi; Eğer özünüzde iyiyi kastetmişseniz, iyiyi istemişseniz, iyiliği içselleştirmişseniz; sizin tavır ve davranışlarınızdan olmayacak sonuçlar çıkaran ve bunu da bahane kılarak size tavır koyan anne babanın bu tavrına Allah aldırmaz. Çünkü Allah tavır ve davranışların özüne, sebebine, taa! Yüreğin içinde, tasavvur da akılda yatan ilk sebebine bakar.

 Onun için evvabiyn sözcüğünü Said bin Cübeyr; evladın tavrının, ebeveyni tarafından nasıl algılandığı değil, özünde hayır ve iyilik taşıyıp taşımadığı ile açıklamıştır. Yani özünde iyilik ve hayır taşıyorsa o evvabiynden dir. Allah’a yönelenlerden dir. Hatta bazen öyle olur ki Allah’ın razı olduğu bir amelden anne babanızı razı edemeyebilirsiniz. İkisi arasında sıkışıp kaldığınız durumlar bile olabilir. Bu durumda onlara güzel söz söylemek, ama ameli, eylemi; Allah’ın razı olduğu biçimde koymak, onların gönlünü almak, fakat Allah’ın razı olacağı, gönüllerin özünü bilen Allah’ın razı olacağı istikamette bir tavır koymak.


26-) Ve ati zelkurba hakkahu velmiskiyne vebnes sebiyli ve lâ tübezzir tebziyra;

 Yakınlara hakkını ver; yoksula ve yolda kalmışa da… (Fakat) ölçüsüz de dağıtma! (A.Hulusi)

 026 – Karabet sahibine de hakkını ver, miskîne de, yolda kalmış da, bununla beraber saçıp savurma. (Elmalı)


Ve ati zelkurba hakkahu velmiskiyne vebnes sebiyli ve lâ tübezzir tebziyra Yine insanoğluna yönelik uyarılar bunlar. Sadece Hz. Peygambere yönelik saydığımızda Kur’an ın muhatap alanını bir kişiyle sınırlamış oluruz ki bu hiçte doğru değil. Kaldı ki bu tavırlar, bu hitap yukarıda da olduğu gibi Resulallah’ın yanında besleyip büyüteceği bir anne babasının olmadığını biliyoruz. İnsan oğlunun tümüne hitaptır. Onun için biz de; Ey insan.! hitabıyla anlıyoruz bunu.

 Yakınlık sahibine hakkını ver. Düşküne ve yolda kalmışa da hakkını ver. Fakat sakın ola ki elinde, avucundakini amaçsız bir biçimde saçıp savurma.

 Akrabanın düşkün ve yoksulu zaten burada ki miskiyn ve vebnes sebiyl yolda kalmış içine girer. Yani akraba da olsa düşkünse, yoksuldan daha öte bir şey miskiyn. Bir çok ayırım getirilmiş bu iki kavrama ama en makul ayrım fakirle miskin arasındaki şudur. Fakîyr, bizde fakir dediğimiz şey; yoksulluğu açık olan ve herkesin bildiği. Miskiyn ise dışarıdan yoksulluğu bilinemeyen,varsıl gibi görünüp ama hakikatte içeriden yoksul olan. Onun için akraba da olsalar bunlar zaten kapsama dahildir.

 Burada ki Hakk o zaman Ve ati zelkurba hakka yakınlık sahibi olanların hakkını verin emrinden kasıt daha başka bir şey olsa gerek ki, akrabalık ilişkisinden dolayı oluşan hukukun istismar edilmemesi emrediliyor. Mesela miras hadiselerinde. Mesela ortaklık hadiselerinde, mesela akraba ile alış veriş. Amcadır, yeğendir amca çocuklarıdır, bu gibi yakın akrabalıklarda, güçlü akraba, güçsüz akrabanın hakkını kimi zaman gaspeder. Akrabalık bağlantısından dolayı da güçsüz olan sesini çıkaramaz. Yani diğeri akrabalık bağlantısını istismar ederek hak gaspına yönelir. İşte burada söylenen odur asıl.

 Burada ki tebziyr; yasaklanan, yani saçıp savurma deniliyor ya, elinde avucundakini amaçsız biçimde. Aslında bziyr; çekirdek demek. Hatta kuru üzüme de denilir. Her şeyin çekirdeğine de verilebilir. En küçük olan demek. Fakat burada miktarla ilgili değil demiş büyük müfessir Mücahit. Burada ki tebziyr aslında nitelikle ilişkilidir, nicelikle değil. Yani verilen şey az da olsa, çokta olsa amacı nedir. Amaçsızca harcamaktır tebziyr demiş. Amaçsızca, saçıp savurmak, amaçsızca yele vermek. Hedefiyle ilgili yani.

 Ne olurmuş amaçsızca saçıp savrulursa. Amaçsızca saçıp savurmak neden yasak olsun derseniz bu israf olur. İsraf haramdır. “Benim değil mi?” diyecekse biri, tam da kapitalist mantığıdır. Hayır senin değil, sana emanet. Emanete ihanet olur. Mutlak değildir hiçbir mülkiyet, mukayyettir. Onun içinde benim değil mi diyerek, servet sana ait olsa bile istediğini yapamazsın. Çünkü o sana emanettir. Fakat bunu bir kapitaliste nasıl izah edersin, nasıl açıklarsın. Servet benim değil mi istediğimi yaparım diyen bir mantık, bir akıl israfı anlayabilir mi.

 İşte rabbimiz akılları terbiye ediyor vahiyle. İşte Kur’an aklı ve tasavvuru inşa ediyor, yani adam yontuyor, adamı adam ediyor. Yoksa izah edemezsiniz, açıklayamazsınız. Ne olurmuş? Bakın yine Kur’an dan öğreniyoruz.


27-) İnnel mübezziriyne kânu ıhvaneşşeyatıyn* ve kâneş şeytanu liRabbihi kefura;

 Değer bilmedikleri için boş yere saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir! Şeytan ise Rabbinin nimetine nankörlük edenlerden oldu! (A.Hulusi)

 027 – Çünkü saçıp savuranlar Şeytanın ihvanıdırlar, Şeytan ise rabbine çok nankör bulunuyor. (Elmalı)


İnnel mübezziriyne kânu ıhvaneşşeyatıyn çünkü amaçsızca saçılıp savrulanlar ve savuranlar çok geçmeden şeytanın kardeşleri olup çıkarlar.

 Burada ki olup çıkarlar, kardeşleridirler diye de çevirmek mümkün kısa yoldan. Fakat olup çıkarlar diye çevirmemin sebebi, gerekçesi; Kânu, nakıs fiiline, yardımcı fiiline Keynunet değil de sayruret anlamı vermem yüzünden. Yani kökende öyle değil daha sonradan bir fiil, bir eylem dolayısıyla o sonuç elde edilmiş. Olup çıkarlar. Önceden şeytanın dostları değildiler ama saçıp savurmaya amaçsızca harcamaya başladıklarında şeytanın dostu olurlar.

 Neden ve nasıl? Çok basit.Çünkü günah sektörü rantiye tarafından beslenir. Rantçılar besler günah sektörünü. Saçıp savuranlar besler. Saçıp savuranlar kolay yoldan kazananlardır, hatta haksız kazananlardır. Bedel ödemeden kazananlardır ve her yerde günah sektörünü bunlar besler ve finanse ederler. Günah sektörünün finansörleri kolay yoldan para kazananlardır, emeksizce kazananlardır. Rantçılardır, haksız kazanç sahipleridir ve tabii faizciler, tefecilerdir. Faizin yasaklanmasının temel sebebi de budur zaten.

 Onun için israfta yasaktır çünkü günah sektörünü besler. Fuhuş, kumar, içki, uyuşturucu ve her türlü buna benzer toplumsal ve bireysel kokuşmuşluğun finansörlerine bakın, kolay yoldan kazananları göreceksiniz.

 Zaten bu sektörler kolay yoldan kazananların sırtından yine kolayca kazananları bedava kazananları doğurur ve günah sektörü, küfür sektörüne dönüşür. Artık o toplumu kangren eden bir yara gibi sarıp sarmalamaya başlar ve sonunda toplum kötürüm olur. Toplumu teslim alır. Günah sektörünün besledikleri beslemeler, ayak iken baş olur ve o toplumda artık dürüst, helal kazanan, namuslu, alnının teri ile kazanan insanlar değil, günah sektörünün beslediği insanlar el üstünde tutulmaya başlar ve o toplumun ciğerpareleri olan çocuklar kendilerine helal kazananları değil, günah sektöründen kazananları örnek olarak alırlar. İşte o toplumun geleceği de böylece yok olur, helak olur.

 ve kâneş şeytanu liRabbihi kefura zira şeytan rabbine karşı pek nankör idi. Yani, şeytanın dostu olmaya kalkıyorsunuz, Allah’ın değil. Şeytanla iş birliğine kalkıyorsunuz. İşte buna da Allah’ın; sizi sınamak için verdiği servet neden oluyor. Tıpkı Karun örneğinde olduğu gibi. Servet, size emanet ve imtihan için verilmiş bir imkanı Allah’a karşı kullanmaya kalkmak. Aslında size karşı, kendinize karşı kullanmaya kalkmak.


28-) Ve imma tu’ridanne anhümübtiğae rahmetin min Rabbike tercuha fekul lehüm kavlen meysura;

 Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti beklemekten ötürü onlardan (ashab-ı suffa) yüz çevirir isen, o takdirde onlara yumuşak, gönül alıcı bir söz söyle. (A.Hulusi)

 028 – Ve eğer rabbinden ümit ettiğin bir rahmeti aramak için o müstahaklardan sarfı nazar etmek mecburiyetinde isen o vakit da onlara yumuşak bir söz söyle. (Elmalı)


Ve imma tu’ridanne anhümübtiğae rahmetin min Rabbike tercuha ve eğer sen kendin umut katın olan rabbin katından gelecek bir rahmet ve lûtfu arama çabasında olduğun için muhtaçları geri çevirme durumundaysan, yani senden isteyenin ihtiyacını karşılayamayacak, şu anda yok ama gelirse veririm diyecek durumdaysan, böyle sen de biraz muhtaç durumdaysan fekul lehüm kavlen meysura en azından onlara gönül alıcı bir söz söyle.

 Değerli dostlar, koca ilahi vahyin işi gücü yokta yoksulların gönlünü mü görüyor demezsiniz değil mi, insanın gönlünü görüyor. Vahyin merkezi insandır. Vahyin amacı insanın mutluluğudur. Bakınız, Allah’a güzel söz söyleyin demiyor, insana, üstelik hor görülen, yoksul, toplumun en düşkün tabakasına. Bir çift güzel sözü esirgemeyin diyor. İnsan onurunu ve haysiyetini korumayı esas alıyor. Bize asıl dikkat edeceğimiz noktanın o olduğunu söylüyor.

 İnsanlara iyilik yapmak için varsıl olmak şart değil diyor bu ayet. Yani servetinizin olması şart değil iyilik yapmak için. Servetiniz olmasa da iyilik yapabilirsiniz. Onların onurunu koruyarak, insanca davranarak bu şart. Varsıl olmak şart değil, insanca davranmak şart.

 Bu ayetin muhatabı herkestir. Zaten Hz. Peygamber daha önceden rabbinden rızk garantisi almıştı. Taha suresinin 131-132. ayetleri bunun delilidir. Onun için bu ayetin muhatabı önceki ayetler gibi hepimiz, bizleriz yani.

 Sen diyor ey bana muhatap olan kişi lâ nes’elüke rizkan* nahnu nerzük..; (Taha/132) diyordu mezkur ayetler. Senden biz rızk istemiyoruz. Yani rızk kazanmak için çaba göstermeni istemiyoruz, seni biz doyuracağız.


29-) Ve lâ tec’al yedeke mağluleten ila unukike ve lâ tebsutha küllelbastı fetak’ude melumen mahsura;

 Elini boynuna bağlanıp asılmış kılma (Arapça deyim = cimrilikten kaçın)! Onu büsbütün açma da (müsrif de olma)… Yoksa pişmanlık içinde oturup kalırsın. (A.Hulusi)

 029 – Hem elini bağlayıp boynuna asma, hem de onu büsbütün açıp saçma ki pişman olur, açık kalırsın. (Elmalı)


Ve lâ tec’al yedeke mağluleten ila unukik yine sen ey insan ne ellerini boynuna bağlayıp cimrilik yap ve lâ tebsutha küllelbast ne de onları büsbütün açarak saçıp savur. fetak’ude melumen mahsura o takdirde sen kınanmış olarak gözden çıkarılıp pişmanlık içinde bir köşede kalakalırsın.

 Dengeli davranış, bakınız; ne elini açıp saçıp savur, ne de sık suyunu iç dengeli davran servet konusunda. Servet emanettir. Ne emanete ihanet et, israf et günaha ver, ne de kendini yoksul bırakacak kadar dengesiz bir harcama sistemi. Ya da sadaka bile olsa. Zekat alacak duruma gelecek şekilde zekat vermek hiç kimseye önerilmemiştir. Aksine bir ömür boyu zekat verebilecek şekilde zekat vermek. Çünkü zekat vermek, zekat verecek gelire sahip olmaktır. Bir insan zekat vermekten düşürecek bir şekilde tasadduk etmemeli. Çünkü süt veren ineğin kesilmesi anlamına gelir. O sürekli zekat makinesi, sürekli veren el olmalı. Onun için de dengeye davet eden muhteşem bir ilke. Aslında bu sadece servet konusunda değil, harcama rejimi konusunda değil, her alanda dengeyi öngören bir vahiy, Kur’an var.


30-) İnne Rabbeke yebsütur rizka limen yeşau ve yakdir* inneHU kâne Bi ‘ıbadiHİ Habiyran Basıyra;

 Muhakkak ki Rabbin dilediğine, yaşam gıdasını (rızkı) genişletir veya daraltır! Muhakkak ki O kullarını Habiyr’dir, Basıyr’dir. (A.Hulusi)

 030 – Çünkü rabbin hem dilediğine rızkı bast eder, hem de sıkar, çünkü o kullarına habîr, basîr bulunuyor. (Elmalı)


İnne Rabbeke yebsütur rizka limen yeşau ve yakdir kuşkusuz senin rabbin hak edenin rızkını kolaylaştırmayı, hak etmeyenin rızkını da sınırlandırmayı diler.

 Aslında mota mot harfiyen bu ibarenin manası şöyle gibi gözükür. Senin rabbin istediğine rızkı sınırsız açar, istediğini sınırlar. Fakat burada ki yeşa’ fiili iki faili birden görür.rızkının genişlemesini isteyenin rızkını genişletir. Elleri ile rızkını daraltanın rızkını daraltır. Yani kişinin eylem, irade ve çabası, Allah’ın kendisi hakkında ki dilemesinin temelidir. Onun için de benim çevirim yeşa’ fiilini iki failin gördüğü anlamındadır. Vermeyi dilemeseydi, dilemeyi vermezdi sözü ne kadar doğru.

 Onun için Kur’an da bir çok yerde, mesela yudıllu men yeşau ve yehdiy men yeşa’ (Nahl/93) istediğini saptırır diye çevirmem, sapmayı isteyeni saptırır. Doğru yola gelmeyi dileyeni de doğru yola yöneltir diye çeviririm. Çünkü oradaki yeşa’ fiilleri de iki fail, iki öznelidir.

 Kapitalizm; açlık evrenseldir, kaynaklar sınırlıdır mantığının ürünüdür. İslam’ın ekonomi mantığı ise rızk evrenseldir, Allah rezzaktır, Allah sınırsızdır. vAllâhu Vasi’un ‘Aliym (Bakara/261)Buna dayanır. Ve tarih boyunca, insanlık tarihinin bize verdiği tecrübe, bir yerde nüfus artışından dolayı insanlar aç kalmamışlardır. Aç kalışları başka nedenlerden. Ya sömürüye maruz kalmışlar, ya günah toplumu olmuşlar, ya tembel olmuşlar, ya israf toplumu olmuşlar, ya Allah’a asi olmuşlar, ya ellerine verilen imkanı çar çur etmişler, har vurup harman savurmuşlar, ya da zalimle onların ellerindekini haksızca almışlar, yani dengesiz gelir dağılımına maruz kalmışlar ve sömürüye muhatap olmuşlardır.

 Onun için İslam ekonomisinin temel mantığı rızk evrenseldir, Allah rezzaktır, Allah sınırsızdır. Dolayısıyla rızk sınırsızdır. Uzmanların hesaplamalarına göre dahi bugün yer yüzündeki topraklar üzerinde beslediği nüfusun kimi zaman 10 katını, kimi zaman 20 katını, kimi zaman 60 katını besleyebilecek bir potansiyele sahip olduğunu işin uzmanları söylüyor zaten. Allah ona o potansiyeli yerleştirmiş. Onun için de bitkiler ıslaha açık yaratılmış, kültüre açık yaratılmış Bir bitkinin kültürünü elde ettiğiniz zaman. Ya da aşıya açık yaratılmış. İnsanı doğduktan sonra aşılayamazsınız. Fakat bir ağacı kendi familyası içerisinde bir başka, yemişsiz bir ağacı yemişli bir ağaca aşılayabilirsiniz. Meyve vermez bir ağaç olarak çıkmışken aşınızdan sonra meyve verir bir hale dönüşür. Hatta her aşı o ağacın verimliliğini kat kat artıran bir hale gelir.

 Bu da gösteriyor ki aslında kaynaklar sınırlı değildir. Fakat insan nankördür ve günümüzde yeryüzünde ki gelir dağılımı ve 800 milyon insanın açlıkla burun buruna yaşaması ve yılda 3 milyon çocuğun yetersiz beslenmeden ölüyor olmasının sebebi rızk yetersizliği değil. Allah yer yüzüne rızkı yetesiye takdir eder. Fakat yer yüzünün sakinleri birilerinin rızkına da konar. Haksızca saldırır. Yoksulun hakkını vermez, vermediği için de açlık baş gösterir. Bunun sorumlusu, yer yüzüne Allah’ın yetesiye takdir ettiği rızkı adil bir biçimde paylaşmayanlardır. İnfak etmeyenlerdir. Allah’ın ısrarla emrettiği infak, sadaka, zekat emrini yerine getirmeyenlerdir. Serveti Kur’an ın dediği gibi devlete dönüştürüp tekeline alanlardır. Ve servetin üzerine oturup rantıyla har vurup harman savuranlar, günah sektörünü besleyenlerdir. Allah; (haşa) hiç de değil.

 Rızk konusunda zaten insanın çabasının öncelikli olduğu Talak suresinin 3. ayetinde güzel ifade edilmiş.

 [Ek bilgi: Ona ummadığı bir taraftan yaşam gıdası verir! Kim Allâh’a tevekkül ederse, O, ona yeter! Muhakkak ki Allâh, emrini yerine ulaştırandır! Gerçekten Allâh, her şey için bir kader meydana getirmiştir!(Talâk/3)(A.Hulusi)]

 inneHU kâne Bi ‘ıbadiHİ Habiyran Basıyra çünkü O kullarının durumundan haberdardır, her şeyi görmektedir.


31-) Ve lâ taktülu evladeküm haşyete imlak* nahnu nerzükuhüm ve iyyaküm* inne katlehüm kâne hit’an kebiyra;

 Evlatlarınızı yoksulluk korkusu ile öldürmeyin… Biziz onların da sizin de yaşam gıdasını veren, biz! Onları katletmek muhakkak çok büyük suçtur! (A.Hulusi)

 031 – bir de Züğürtlük korkusuyla evlatlarınızı öldürmeyip, onlara da rızkı biz veririz size de, elbette onları öldürmek büyük cinayet bulunuyor. (Elmalı)


Ve lâ taktülu evladeküm haşyete imlakın şu halde çocuklarınızı yokluk endişesiyle öldürmeye kalkmayın.

 Dikkat buyurunuz, yoklukla değil, açlıktan değil. Yokluk korkusu ile Haşyete imlak. Aç olan doyar, açlık korkusu çekeni kimse doyuramaz. Açlık bir bela, açlık korkusu bin beladır ve açlık korkusunu en çok çekenler açlar değil, toklardır. İşin trajedik tarafı, belki bir boyutuyla dramatik tarafı budur ve dahası traji komik tarafı budur. Onun için açı doyurursunuz fakat açlık korkusu çekeni doyuramazsınız.

 Açlık korkusunu cinayetle eşdeğer kılan bir uygulama işte. Cahiliye de çocukları öldürme sebebi, diri diri toprağa gömme uygulaması az da olsa görülürdü. Bu uygulamanın nedenlerinden biri de açlık korkusuydu, açlık değil, korkusu. Onun için açlığın korkusu öyle bir bela ki, kişiyi evlat katili yapabiliyor.

 nahnu nerzükuhüm ve iyyaküm onları da sizi de besleyecek olan biziz. İşte bu. Aslında rızkın kime ait olduğunu unutanlar bu korkuyu çekerler. Aslında yasak olan bu korkunun kendisi değil, bu korkunun da temelinde yatan Allahsız düşünce. Allah varsa ne gam diyemiyor. Seyrani nin dediği gibi.

 Anandan doğunca çulun,

Var mıydı paran pulun.

Mevla’m yarattığı kulun,

Verir rızkın koymaz naçar. Diyordu ya ozan Seyrani.

 Onun için anasından çıplak doğduğunu, fakat Allah’ın beslediğini unutuyor, görmüyor. Görmüyor çünkü; inneHU kâne Bi ‘ıbadiHİ Habiyran Basıyra (30). İşte burada sırrı. Çünkü O kullarının durumundan haberdardır, her şeyi görmektedir. Allah’ın seni de gördüğüne inanmazsan açlık korkusu çekersin.

 Ve lâ taktülu evladeküm haşyete imlak* nahnu nerzükuhüm ve iyyaküm* inne katlehüm kâne hit’an kebiyra; Şüphesiz onları öldürmek büyük bir suç, büyük bir cürümdür. Bieyyi zenbin kutilet (Tekviyr/9) diyordu ya Kur’an. Hangi suçundan dolayı öldürüldü o yavrucak.

 Aslında bugün açlık korkusundan dolayı yapılan kürtajlar da bir cinayet değil de nedir. Modern insan, cahiliye de uygulanan bir vahşeti modern yöntemlerle uygulayınca modern mi olmuş oluyor. Modern cinayet; suç ve günah olmaktan çıkıyor mu? Modern insanı vahşi olmaktan kurtarır mı cinayetin modern araçlarla işlenmesi. Değil tabii ki.

  32-) Ve lâ takrabüzzina innehu kâne fahışeten, ve sae sebiyla;

 Zinaya (evlilik dışı ilişkiye) yaklaşmayın! Şüphesiz o bedenselliğin azgınlığıdır! Sonu kötü yoldur! (A.Hulusi)

 032 – Zinaya da yaklaşmayın, çünkü o pek çirkin, yolca da pek fena bulunuyor. (Elmalı)


Ve lâ takrabüzzina innehu kâne fahışeten, ve sae sebiyla Sakın zinaya yaklaşmayın, çünkü o arsızca bir hayasızlık ve çirkin bir yoldur.

 Zina evli olsun bekar olsun, gayrimeşru her tür cinsel ilişkidir. Burada yaklaşma diyor. Çok ilginç. Ma yueddi ilel haram fe hüvel haram. Fıkıh usullerinin temel kurallarından biridir bu. Bir şey ki harama götürüyorsa, sonu harama mutlak anlamda açılıyorsa harama götüren o araçta haram olur. Onun için zina etmeyin diye değil, zinaya yaklaşmayın formunda geliyor ayet. Onun için kadın erkek ilişkilerinde İslam; Eğer sonu zinaya açılıyorsa illetine bağlı olarak bir takım sınırlar koymuş. Fakat bu illet kalktığında o sınırları da kaldırmış.

 Genç bir sahabi mesela, geliyor soruyor; “Oruçlu iken eşimi öpsem ne lazım gelir.” “Sen öpme.” Diyor. Yaşlı biri geliyor soruyor; “Bir beis yok diyor.” Yani illetine mebni yasak neden konulur, neden kaldırılıra bir örnek veriyorum. Birbiri ile çelişen bu iki haberin ikisini de araştırmacılar araştırınca sonuçta buraya ulaşıyorlar. Bakıyorlar ki izin verdiği yaşlı, izin vermediği genç. Bir beis yok dediği yaşlı, sen yapma dediği genç. Çünkü genç olanın psikolojisi farklı, durumu farklı. Onun içinde ona farklı bir hüküm veriyor Resulallah. Yani illet kalkınca yasakta kalkıyor. Ona bir örnek olarak verdim.

 [Ek bilgi; Zinadaki Kötülükler

 Zina, pek çok çeşit kötülük ve fesadı kapsamaktadır:

1 – Neseblerin karışması ve kaybolması. Böylece insan, o zâniye kadının doğurduğu o çocuğun, kendinden mi yoksa başkasından mı olduğunu bilemez Böylece de, onun terbiyesi ite de ilgilenmez ve onu uhdesine almaz. Bu da, (böyle doğan) çocukların zayi olmasını gerektirir. Bu zayi oluş da, neslin tükenmesini ve âlemin harâb olmasını gerektirir.

2 – Falan adamın falan kadına sahip olması meşru bir esasa dayanmazsa, geriye kalan tek çare kavga olur. Bu da, karışıklık, hercümerc ve vuruşup dövüşme kapılarının açılması neticesine götürür. Biz, tek bir kadının zinaya yönelmesi sebebiyle nice yaygın kavgaların ve ölümlerin meydana geldiğini çokça duyduk.

3 – Kadın, zinaya bilfiil teşebbüs edip bunu alışkanlık haline getirdiğinde, fıtrat temiz ve ruhu müstakim olan hiç kimse, o Kadından hoşlanmaz. Bu durumda da ülfet ve sevgi diye bir şey bulunmaz ve böylece de, helâl cinsî münasebetten meydana gelen ruhî tatmin ile izdivaç tam olmaz. İşte bundan dolayı, kadının zina yaptığı alenen bilinirse, insanların çoğunun fıtratı, ona yaklaşmaktan nefret eder.

4 – Zina kapısı açılıp yaygınlaştığında, bu durumda, hiçbir erkeğin herhangi bir kadınla özel bir durumu kalmaz. Kadın ister istesin isterse istemesin, her erkeğin her kadına çullanması, üzerine atılması mümkün olur. Bu durumda da, insan türü ile diğer hayvanlar arasında bu konuda bir fark kalmaz.

5 – Kadından maksat, sırf şehveti teskin etmek değildir. Tam aksine o kadının ev işlerini düzene koyma, yeme içme ve giyim gibi şeyleri hazırlama hususunda erkeğin bir ortağı ve evin mürebbiyesi, kapının koruyucusu, çocukların ve kölelerin işlerini yerine getiren bir kimse de olmasıdır. Bu işler İse, ancak o kadının, tek bir erkeğe ait olması, diğer erkeklerden ise arzu ve rağbetinin kesilmesi ile tam olur. Bu ise, zinayı haram kılmak ve bu kapıyı tamamen tıkamakla mümkün olur.

6 – Vat’ (cinsî münasebet), şiddetli bir zilleti gerektirir. Bunun delili şudur: İnsanlar nezdinde sövmenin en şiddetlisi, cinsî münasebet (sin-kâf) lâkırdısı etmektir. Şayet vat\ zilleti, aşağılanmayı gerektir meşeydi, bu durum böyle olmazdı. Hem, bütün insanlar bu işe, ancak kapalı yerlerde ve kimselerin muttali olamayacağı zamanlarda yönelirler. Yine bütün insanlar, onlar onlan vat1 ettikleri için, kızlarının, kız kardeşlerinin ve annelerinin kocalarının ismini anmayı dahi istemezler. Şayet “vat’ ” zillet olmasaydı, bu böyle olmazdı.

Bunun böyle olduğu sabit olunca biz diyoruz ki: Vat’, aslında bir zillet olduğu için, onu azaltmaya çaba sarf etmek, insanlara yakışan bir hareket olmuş olur. Binâenaleyh, tek bir kadının tek bir erkeğe hasredilmesi, bunu azaltma hususunda bir çaba olmuş olur. Hem, nikâhta meydana gelen menfaatler sebebiyle, bundaki zillet, aşağılanma durumu da onarılmış olur.

Ama zinaya gelince bu, o çirkin işin kapısını açmak olduğu gibi, bu zillet de, herhangi bir menfaatle onarılmamış olur. Binâenaleyh, zinanın, men ve nehy aslı üzere kalması gerekir. Selim akılların, zinanın kötülüğüne hükmettiği.anlatmış olduğumuz bu delillerle sabit olmuş olur.

Bunun böyle olduğu sabit olunca biz diyoruz ki: Cenâb-ı Hak, zinayı şu üç vasıfla,

a)  Hayasızlık olmak;

b)  Bir başka ayetinde “makt” (buğz-İ ilahî sebebi) (Nisa. 22) olmak;

c)  Ve, kötü bir yol olmakla tavsif etmiştir.

Onun bir hayâsızlık (fahişe) olmasına gelince, bu, onun âlemin harâp olmasına yol açan ve dövüşmeye ve ırz namusa tasallutta bulunmaya götüren nesep bozukluklarını kapsadığına bir işaret olmuş olur ki, bu aynı zamanda âlemin harâp olmasına da sebep olur.

Zinanın bir “makt”(Vuruş) olmasına gelince, biz, zina yapan kadına öfke duyulduğunu ve ondan hoşlanılmadığını söylemiştik. Bu, ona meyletmemeyi, onunla evlenmemeyi ve hiç kimsenin, herhangi bir meselesi hususunda ona itimat etmemesini gerektirir.

Onun kötü bir yol olmasına gelince, bu da bizim, erkeklerin kadınlarla evlenip yuva kuram amaları hususunda, böylesi insanla hayvanlar arasında herhangi bir farkın kalmadığı görüşüne varıp dayanır. Hem, bu işin zilleti, ayıbı, ân ve utancı, herhangi bir menfaatle onanlamaksızın, kadın üzerine kalakalır.

Biz, zinanın çirkinliği hususunda, altı izah yaptık. Allah Teâlâ ise, bu hususta, bahsettiğimiz bu üç lafzı zikretmiştir. Böylece biz, bu üç lafızdan her birini, bu altı izahtan iki şeye hamletmiş olduk. Allah ne murad ettiğini en iyi bilendir. (Fahruddin Razi)(Ben flörtü de zinaya yaklaşma olarak gördüğüm için linkteki yazıyı ek bilgi olarak öneriyorum.) http://ekabirweb.blogspot.com/2012/02/sosyal-kanser-flort.html  ]

[Ek bilgi – 2;  Çocuğunuz baba yerine ilk erkeğe benzeyebilir.

Rusya’da polemik yaratan kuantum genetiği uzmanı Pyotor Garyaev’in iddiasına göre çocuklar, annenin ilk sevgilisi olmak üzere önceden ilişki yaşadığı erkeklere benzeyebilir.

Kadının ilk ilişkisi bir siyahlaysa, bir beyazdan olan çocuğunun siyah olabileceğini iddia eden genetikçiye göre bunun açıklaması DNA zincirinin yaydığı manyetik dalgalar.

RUSYA’da büyük polemikler yaratan ilk cinsel birleşmenin insan DNA’sında ömür boyu genetik iz bıraktığını iddia eden kuantum genetiği doktoru Pyotor Garyaev, Hürriyet’e konuştu. Garyaev’e göre bir kadın, ilk ilişkisinden bir çocuk dünya getirmese de yıllar sonra dünyaya getirdiği çocukta ilk ilişki yaşadığı erkeğin genetik izleri de bulunuyor.

‘TELEGONYA’ ETKİSİ

Dr. Garyaev’in bakirelik ve ilk geceyle ilgili ortaya attığı hipotez aylar önce Rus televizyon kanallarından birinde yayınlanan programda gündeme düşmüştü. Moskova’da yaptığımız görüşmede Garyaev, “Telegonya” diye adlandırılan genetik etkiyi şöyle anlattı:

“1985 yılında Moskova Genetik Enstitüsü’nde bir DNA numunesi üzerinde deney yapıyorduk. Sovyetler zamanında çok pahalı cihazın potasına numuneyi koymuş, lazer tarayıcıyla kodları kayda alıyorduk. Okuma işlemi tamamlandığında potadan numuneyi çıkardığımızda lazer tarayıcısının hâlâ sanki orada DNA örneği bulunmaya devam ediyormuş gibi sinyaller verdiğini gördük. Durumu nasıl düzeltiriz düşüncesiyle cihazın potasını sıvı azotla temizledik. Cihazı tekrar çalıştırdığımızda, her şey yoluna girmişti. Ancak birkaç saat geçtikten sonra okuyucu lazer tekrar aynı DNA varlığını göstermeye başladı. Durum bu şekil 40 gün devam etti. Yani 40 gün boyunca potada olmayan DNA hayaletini (fantom) görüntüsünü izlemeye devam etmiş olduk.”

DNA’DA BİYOMANYETİK ETKİ

Bir rastlantı soncu tespit edilen bu olayın o güne kadar bildiklerini alt üst ettiğini söyleyen Garyaev, “İşte bu olaydan sonra çalışmalarımın yönünü değiştirdim. DNA zincirinin sadece klasik anlamda madde değil, aynı zamanda biyomanyetik dalga saçma özelliği bulunduğunu anlamış oldum. Bu da zaten birçok yönüyle esrarengiz kalan kuantum fiziğinin araştırma konuları arasına giriyor” diye konuştu.     

Yumartalar ilk ilişkinin belleğini taşıyor.

İKİ beyazdan siyah çocuğun doğması gibi şaşırtıcı sonuçların DNA zincirinin sadece fiziki madde yapısı değil, yaydığı biyolojik dalgalarda gizli genetik koddan kaynaklandığını bir daha anımsatan Dr. Garyaev, “Kadın bedeninde bildiğiniz gibi tüm hayatı boyunca kullanılacak yumurtalar doğuştan vardır. Sayıları 500-600 olan bu yumurta hücreler ilk cinsel ilişkide fiziki olarak çocuk dünyaya getirmese bile o ilk kişinin DNA siluetini (Hologram) şeklini belleğine yerleştirmiş oluyor” açıklamasını yaptı.

İki attan zebra, iki beyazdan siyah doğdu Garyaev DNA’da gözlenen (fantom yaratma) özelliğine 198 yıl önce Lord Morton’un at-zebra çiftleştirmesine rastlıyor. Dr. Garyaev’in (DNA fantomu) teorisini kanıtlayan gelişme Morton’un aynı dişi atı bu sefer normal soylu bir atla çiftleştirmesinden sonra yaşanıyor. İki atın çiftleşmesinden zebra desenli sıpa doğuyor.

             10 yıl önceki ilişkinin izi Benzer bulgunun sadece havyanlar için değil, insanlar için de geçerli olduğunu belirten Garyaev bir örnek verdi:

“Rusya’da ilginç olay yaşandı. Slav ırkından karı-koca dünyaya siyah çocuk getirdi. Genetik testlere göre çocuk çiftindi. Derinlemesine bir araştırmaya girildiğinde kadının 10 yıl önce üniversitede Afrikalı bir erkekle kısa süreli ilişki yaşadığı ortaya çıktı”. (Hürriyet Planet)]


33-) Ve lâ taktülün nefselletiy harramAllâhu illâ Bil Hakk* ve men kutile mazlumen fekad ce’alna liveliyyihi sultanen fela yüsrif fiylkatl* innehu kâne mensura;

 Allâh’ın haram kıldığı nefsi, Hak olarak hariç (kısas gereği dışında), öldürmeyin! Kim haksız yere öldürülür ise, biz onun velîsine bir yetki vermişizdir. O da öldürmekte ileri gitmesin (kısas sınırını aşmasın)! Çünkü o yardım olunmuştur. (A.Hulusi)

 033 – Allahın tahrim eylediği nefsi katil de etmeyin, meğer ki hak sebeple ola, ve her kim mazlumken katledilirse onun velisi için biz bir tasallut hakkı vermişizdir, o da katil de israf etmesin, çünkü o mensur bulunuyor. (Elmalı)


Ve lâ taktülün nefselletiy harramAllâhu illâ Bil Hakk yine haklı bir gerekçeye dayanmaksızın Allah’ın dokunulmaz kıldığı hiçbir cana kıymayın. İnsan hayatı muhteremdir. Bırakınız insan hayatını hayvanlar üzerine neden besmele çeker, Allah’ın adını anarız biliyor musunuz? Hayat muhteremdir de onun için. Hayvan hayatı bile olsa.

 Ruhu Kur’an vahyi, canla değil, insanla özdeşleştirir. Onun için bizde anlaşıldığı gibi ruh hayatla ilgili bir şey değildir. Ruh insanla ilgili bir şeydir. O nedenle hayvanların ruhu değil, canı vardır. Ruh insana aittir, onun için ebedidir. O nedenle ruh canla eşleştirilemez insanla özdeşleştirilebilir. Bu noktada hayat muhteremdir. Hayvan hayatına dahi ihtiram göstermemizi ister. İslam ve Allah adına kesersek meşrulaştırır. Yoksa telef edersek meşrulaştırmaz. Kaldı ki insan..!

 Meşru savunma inkar edilmiyor. Savaş inkar edilmiyor. Meşru müdafaa kendisini koruma inkar edilmiyor burada. Fakat bunun dışında haksızca bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir diyor maide suresinin 32. ayetinde Kur’an.

 (Ek bilgi; Kim bir kişiyi bir kişiye karşılık (kısas) veya yeryüzünde fesada karşılık olmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir… Kim de onu diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibidir.”)

 Onun için burada bir nefsi, bir canı Allah’ın yasakladığı, muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmeyin. Tabii ki bir başkasını kasten öldüren öldürülür. O da kısas cezasıdır zaten ayetin devamı ona işaret ediyor ve diyor ki;

 ve men kutile mazlumen fekad ce’alna liveliyyihi sultane zira haksız yere canına kıyılan kim olursa olsun işte onun velisine eşdeğer bir ceza konusunda yetki tanımışızdır. Kısas; Bakara suresinin 178. ayetinde geçiyordu ya. Yani kısas aslında eşdeğer bir cezadır. Yaptığına eş değer bir ceza. Onun için bir başkasını öldürenin kısasen öldürülmesi, aslında insan ölümünün önüne geçmek, insan hayatına verilen önemi gösterir. Vahiy suçluyu değil, suçu değil, mağduru savunur ve suçu yok eder. Onun için kimi zaman cinayetler cezasız kaldığı için bir değil, bir çok insan canı ile ödemekte bunun sonucunu. Onun için kısasta hayat vardır buyurur Kur’an.

 fela yüsrif fiylkatl Fakat O, katil cezasında belirlenen sınırı aşmasın. Bunun ne demek istediğini anlamak için cahiliye de ki bir takım uygulamalara bakmak lazım. Bazen güçlü bir kabilenin bir üyesini, güçsüz bir kabilenin bir üyesi öldürür; O güçlü kabilenin reisi gelir güçsüz kabilenin, katilin kabilesinin tüm erkeklerini kılıçtan geçirir, kadınlarını esir alır ve “Yine de intikam aldım saymıyorum kendimi.” derdi. Böyle bir gelenek, böyle bir uygulamayı nasıl Kur’an ın yok ettiğini ve reddettiğini görüyoruz burada.

 innehu kâne mensura şu da bir gerçek ki zaten o yardıma mazhar olmuştur. Burada innehu’da ki “hu” zamiri ya ölüye gider, maktule yani mazluma. O zaten Allah’ın yardımına mazhar olur mazlum olduğu için. Ama veliye gitmesi dil açısından daha uygundur. Ya da veliye gider veliye zaten böyle bir yetki verilmiştir. Böyle bir kısas, eşit bir ceza verme hakkı verildikten sonra bir de bunu aşıp ta zulmetmeye kalkmasın diyor.


34-) Ve lâ takrabu malel yetiymi illâ Billetiy hiye ahsenü hatta yeblüğa eşüddeh* ve evfu Bil ahd* innel ahde kâne mes’ula;

 Büluğ çağına ulaşıncaya kadar, en güzel şekilde olanı (yönetme amacı) hariç, yetimin malına yaklaşmayın. Söz verdiğinizde tutun! Muhakkak ki söz veren sözünden sorumludur! (A.Hulusi)

 034 – Yetîm malına da yaklaşmayın ancak rüştüne irinciye kadar en güzel olan suretle başka, ahdi de yerine getirin, çünkü ahitten mesuliyet muhakkak bulunuyor. (Elmalı)


Ve lâ takrabu malel yetiymi illâ Billetiy hiye ahsenü hatta yeblüğa eşüddeh Yetimin malına da kendisi ergenlik çağına erinceye kadar yapacağınız en uygun ve olumlu tasarruflar dışında yaklaşmayın. Yani burada Nisa suresinin 6. ayetinde ifade buyrulan bir ilke, burada da dile getiriliyor. Ama oradan yola çıkarak ben;”Ergenlik çağına erişinceye kadar.” ki Nisa/6 da bu bizzat nas olarak var. Yetimin malına uygun bir takım tasarruflar dışında yaklaşmayın. Eğer onun lehine bir tasarrufsa tabii ki yapabilirsiniz. Yani yetimin velisi Allah’tır dercesine onun malını dahi, geleceğini dahi koruyor vahiy.

 ve evfu Bil ahd* innel ahde kâne mes’ula yine verdiğiniz her meşru söze sadık kalın. Şüphesiz söz veren herkes bundan dolayı hesaba çekilecektir.


35-) Ve evfülkeyle izâ kiltüm vezinu Bil kıstasil müstekıym* zâlike hayrun ve ahsenü te’viyla;

 Ölçtüğünüzde ölçüyü tam yapın ve dosdoğru terazi ile tartın (tartıyla aldatmaya gitmeyin)… Bu hem daha hayırlı ve hem de işin aslına ulaşma bakımından daha güzeldir. (A.Hulusi)

 035 – Ölçtüğünüz vakit da tam ölçün ve doğru terazi ile tartın, bu hem hayırlı hem de akıbetçe daha güzeldir. (Elmalı)


Ve evfülkeyle izâ kiltüm vezinu Bil kıstasil müstekıym ve ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun. Tartıp değerlendirdiğiniz de ise dosdoğru kıstas ile tartın, değerlendirin.

 Burada ki ölçü sadece terazi ve metre değildir. Aksine orada ki Bil Kıstas, bir mizan üzerine gelmemiş vezinu fiili geldiği halde. Bil Kıstas; Aklın ölçüsü, tasavvurun ölçüsü. Çünkü terazi de ve kilo da, metre de eksiltenler, önce akılda yanlış ölçerler. O Yamuk ölçme işi önce içte başlar. Akleden kalpleri yamuk ölçmeden elleri yamuk ölçmez. Onun için Kur’an da doğrudan merkeze hitap ediyor ve oradaki yamukluğu, eksikliği düzeltiyor. Onun için doğru bir ölçü ile ölçün. Yoksa bu sadece ekonomik ölçü aletlerine değil, aynı zamanda ontolojik ölçü aletleri olan aklımız, muhakememiz, fikrimiz, bilincimize yönelik bir inşa hareketidir.

 zâlike hayrun ve ahsenü te’viyla böylesi çok daha yararlı ve sonuç açısından çok daha güzeldir. Te’vil sözcüğü sonuç anlamına geliyor. Etimolojik olarak ta böyle. Sadece anlamlı sözü değil, anlamlı eylemi de kapsıyor görüyorsunuz ki. Yani Kur’an anlamlı eylemi, anlamlı bir söz gibi kabul ediyor. Yani şunu demek istiyor: Amel, imanın fiili yorumudur. Güzel davranış imanın fiili yorumudur. Nasıl ki gülün açışı, gülün güzelliği yorumu ise. Bülbülün ötüşü, güzelliği yorumu ise, amel de imanın yorumudur. Evet. Onun için insanın ameli, yüreğinin nasıl olduğunu yorumlar.


36-) Ve lâ takfü ma leyse leke Bihi ‘ılm* innesSem’a vel Besara vel Fuade küllü ülaike kâne anhu mes’ula;

 Hakkında ilmin olmayan şeyin ardına düşme (zanla karar verme)! Muhakkak ki sem’ (algılama), basar (değerlendirme) ve fuad (Esmâ mânâ özelliklerini beyne yansıtıcılar – {kalp nöronları ana rahminde 120. günde kendilerini beyne kopyalar ve beyinden devam eder}), işte onların hepsi ondan mesûldür! (A.Hulusi)

 036 – Bir de hiç bilmediğin bir şey’in ardınca gitme, çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan mesul bulunuyor. (Elmalı)


Ve lâ takfü ma leyse leke Bihi ‘ılm ve bilmediğin bir şeyin peşinden gitme. Ölçme ve değerlendirme yanlışının temel nedenlerinden biri, yanlış ve eksik bilgidir diyor aslında bu ibare, cehalettir. Onun için bilgi eksiği ile yola çıkma, ölçü ve değerlendirme yanlışı yaparsın. Bilmediğinin ardına düşme, bilmediğinin ardından gitme, ya da bilmediğin bir şeyi yapmaya kalkma. Bu anlamların tamamına gelir.

 innesSem’a vel Besara vel Fuade küllü ülaike kâne anhu mes’ula Çünkü kulak, göz ve gönül bütün bunlar hesap günü ondan dolayı sorguya çekilecektir. Yani gözlem, bilgi ve akleden kalp, -Buradaki gönül o. Fuad, gönül. akleden kalbe denk gelir.- Yanlış eylemi doğuran, yamuk tasavvur ve akıl da sorumludur diyor. Eğer yanlış eyleme kadar yol açmışsa, aslında o yanlış eyleme sebep olan taa..!’özde ki yanlış, gözlemde ki yanlıştır. Bilgide ki yanlıştır, kalpte ki yanlıştır, duyguda ki yanlıştır. Onun için o yanlıştan tamamı da sorumludur. Ya da sorguya çekilecek, şahitlik yapacaktır manasına almak daha doğru olur.


 37-) Ve lâ temşi fiyl Ardı meraha* inneke len tahrikal Arda ve len teblüğal cibale tûla;

 Arzda benlikle kendini bir şey sanarak yürüme! Kesinlikle sen ne arzı delebilirsin; ne de boyca dağlara erişebilirsin! (A.Hulusi)

 037 – Hem Yer yüzünde azametle yürüme, çünkü sen ne Arzı yırtabilirsin, ne de boyca dağlara yetişebilirsin. (Elmalı)


Ve lâ temşi fiyl Ardı meraha ve yeryüzünde çalım satarak dolaşma. inneke len tahrikal Arda ve len teblüğal cibale tûla unutma ki sen ne yeri yarabilirsin, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin. Yani çalım satıp hava atma diyor. Tevazulu ol, mütevadı ol. Peygamber; Kim alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir. Kim de tekebbür ederse, kibir ederse, büyüklenirse, küstahça böbürlenirse Allah onu alçaltır. Baksanıza yağmura, sular en çukur yerlerde akar. Allah onun tevazuunu göklere çıkararak ödüllendirir. Bulut olur, dağları bile aşar. Onun için tevazuun sonucunun güzelliğini görmek isteyen suya, su örneğine baksın.


38-) Küllü zâlike kâne seyyiuhu ‘ınde Rabbike mekruha;

 Kötü olan bu davranışlar, Rabbinin indînde hakikatine yakışmayan, sonucu çirkin davranışlardır! (A.Hulusi)

 038 – Bütün bunların menhiy olanı rabbin indinde mekruh bulunuyor. (Elmalı)


Küllü zâlike kâne seyyiuhu ‘ınde Rabbike mekruha bütün bunların bütün bu sayılan 12 maddelik talimatların asıl kötülüğü nedir biliyor musunuz, şudur. Rabbinin katında hoş karşılanmamış olmalarıdır. Bu da muhteşem bir final değil mi? Yani bütün bunlar yasak diye yapmayabilirsiniz, emir diye yapabilirsiniz. Fakat bunun da üstünde bir amaç var. O da Rabbim memnun olur. Rabbim sevmez bunu diye kaçınır, rabbim sever bunu diye yaparsan daha yüce bir amaç uğruna yapmış olursun ki asıl işte bütün bu nehiylerin, kötülüklerin yasaklanmasının sebebi budur.


39-) Zâlike mimma evha ileyke Rabbüke minel hikmeti, ve lâ tec’al meAllâhi ilâhen ahare fetülka fiy cehenneme melumen medhura;

 İşte bunlar, Rabbinin sana hikmetten vahyettikleridir. Allâh ile beraber bir tanrı da oluşturma! Sonra pişmanlıkla (sendeki kuvveleri haber verildiği halde değerlendiremediğin için) kendi kendine söver hâlde ve (hakikatindekilerden) uzaklaştırılmış olarak Cehennem’e girersin! (A.Hulusi)

 039 – İşte bunlar rabbinin sana vahy ettiği hikmetlerdendir, sakın Allah ile beraber diğer bir ilâh uydurma ki sonra levm-ü tard olunarak Cehenneme atılırsın. (Elmalı)


Zâlike mimma evha ileyke Rabbüke minel hikme bütüb bunlar rabbinden sana vahyedilen, doğruyu eğriden ayıran hükümlerin bir bölümüdür. İşte burada El Hikme sözcüğü, adeta Tevrat’ta da, veyahut ta şöyle diyelim Hz. Musa’ya verilen 10 emirde olduğu gibi, Hz. Peygambere de verilen bu sayılan emirler hikmet, yani hüküm, kesinleşmiş hüküm. Kötüyü iyiden, doğruyu eğriden, yanlışı, çirkini güzelden ayıran kesin hükümler anlamına gelse gerektir.

 ve lâ tec’al meAllâhi ilâhen ahar ey insan şu halde artık Allah ile birlikte başka bir ilah edinme. fetülka fiy cehenneme melumen medhura yoksa kınanmış ve gözden çıkarılmış biri olarak cehennemi boylarsın.

 İyi ve kötüyü belirleme, evrensel ahlaki ilkeler koymak ancak Allah’a mahsustur değil mi dostlar. İşte bu, ancak Allah’ın dır doğru ile eğriyi mutlak manada ayırma gücü. Allah’a aittir. İnsan zaaflarından bağımsız, tüm evreni, tüm insanlığın uyacağı doğruları Allah’tan başka kim koyabilir. İnsanın koyduğu hükümler çevresinden etkilenir, zaafından etkilenir, kendi bilgisinden etkilenir. Dolayısıyla insanlığın tamamını kapsayan evrensel doğruları koymak Allah’a mahsustur. İşte burada onun için tevhide geri döndü ve finali de onunla yaptı bütün bu 12 emir.


40-) Efeasfaküm Rabbüküm Bil beniyne vettehaze minel Melaiketi inasâ* inneküm letekulune kavlen azıyma;

 Rabbiniz sizi seçti oğullar için de, (kendisi) meleklerden dişiler mi edindi? Muhakkak ki siz çok aziym laf ediyorsunuz! (A.Hulusi)

 040 – Ya şimdi rabbiniz sizi oğullarla mümtaz kıldı da kendisi Melâikeden dişiler edindi öylemi? Hakikaten siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz. (Elmalı)


Efeasfaküm Rabbüküm Bil beniyne vettehaze minel Melaiketi inasâ ne yani şimdi rabbiniz sizin için oğullar seçip ayırırken kendisine meleklerden kızlar edindi öyle mi?

 Yeni bir pasaja girdik burada. Burada cahiliye insanının çok temel bir sapması dile getiriliyor. Aslında modern cahiliye insanının da sapması bu. Ne diyordu Kur’an Necm/21 de;

 Elekümüzzekeru ve lehül ünsâ (Necm/21) erkek size, kız ona ait. Burada aziym bir çelişki var. İnsan Allah ilişkisinde insan Allah’a küfrederken, Allah’a isyan ederken çelişkiye düşer. Bu bir çelişkidir. Nedir? Erkekler iyidir, kız kötüdür diyorsunuz, kötü olanı da Allah’a veriyorsunuz. Yani aslında bu hükmünüz yamuk bir hüküm. Hani daha önce söylemişti ya burada;

 Ve evfülkeyle izâ kiltüm vezinu Bil kıstasil müstekıym (35) Yani tartıp değerlendirirken doğru tartıp değerlendirin. Ölçün demişti 35. ayette. Yanlış yamuk ölçüyorlar. Tasavvur ve akıl yamuk çalışıyor, istikamet açısı yamuk. Önce yamuk ölçüyorlar, kadını düşük görüyorlar. Oysa ki insan olarak baksalar Allah’ın yarattığı bir bütünün iki yarısı kadardır kadın ve erkek. İnsan erkek olmaktan dolayı üstün, kadın olmaktan dolayı da aşağı değildir. Bir bütünün iki yarısıdır.

 Önce böyle yamuk bir temel inşa ediyorlar, onun üzerine de şu binayı inşa ediyorlar, şirk binasını ve kızları Allah’a veriyorlar oğlanları kendilerine. Allah sizin için değerli ise, tapılmaya layık bir varlıksa sizin için değerli gördüğünüzü O’na versenize. Bu bir çelişki. Yani küfrün ve şirkin çelişkisine dikkat çekiyor ve bir örnek gösteriyor, sadece bir örnek bu.

 inneküm letekulune kavlen azıyma şu bir gerçek ki siz pek dehşet bir söz söylüyorsunuz.


41-) Ve lekad sarrefna fiy hazel Kur’âni liyezzekkeru* ve ma yeziydühüm illâ nüfura;

 Andolsun, şu Kurân’da (hakikati) temsillerle, türlü anlatım yollarıyla açıkladık ki düşünüp hatırlasınlar; fakat bu, onların ancak uzaklaşmalarını arttırıyor. (A.Hulusi)

 041 – Biz bu ihtarı bu Kur’an da türlü şekillerle ifade ettik ki düşünüp akıllarını başlarına alsınlar, halbuki o onların ancak ürkekliğini artırıyor. (Elmalı)


Ve lekad sarrefna fiy hazel Kur’âni liyezzekkeru doğrusu biz bu Kur’an da hakikati tüm boyutlarıyla ortaya koyduk ki düşünüp öğüt alabilesiniz. ve ma yeziydühüm illâ nüfura fakat gel gör ki bu onların sadece nefretini artırdı.


42-) Kul lev kâne meahu alihetün kema yekulune izen lebteğav ila ZilArşi sebiyla;

 De ki: “Eğer onların dedikleri üzere O’nunla beraber tanrılar olsaydı, o vakit elbette Arş sahibine bir yol ararlardı.” (A.Hulusi)

 042 – De ki: Allah ile beraber dedikleri gibi ilâhlar olsa idi o takdirde onlar o Arşın sahibine elbet bir yol ararlardı. (Elmalı)


Kul lev kâne meahu alihetün kema yekulune izen lebteğav ila ZilArşi sebiyla De ki, eğer iddia ettikleri gibi O’nunla birlikte başka tanrılar olmuş olsaydı, onlarda otorite sahibine yakın olmak, ya da O’na galip gelmek için bir yol bulmaya çalışırlar, çabalarlardı elbet.

 Burada lebteğav ila ZilArş otorite sahibi, arş sahibi, ki arş; otoriteden kinayedir. Arş sahibine bir yol bulmaya çalışmak ne manaya gelir? Taberi; yakın olmak için çırpınırlardı ondan başka da ilah olsaydı sizin iddia ettiğiniz gibi. Diye anlamış ama ilk tam tefsir sahibi Mukatil b. Süleyman; Galip gelmek için, onu alt etmek için bir yol bulmaya çalışırlardı diyor, böyle anlamış.


43-) SubhaneHU ve te’âla amma yekulune ulüvven kebiyra;

 “O, Subhan ve yücedir; yüceliği onların laflarından ölçüsüz büyüktür (yüceliğini akıl kavramaz)!” (A.Hulusi)

 043 – O sübhan, onların dediklerinden çok münezzeh ve çok yüksek, hem pek büyük bir yükseklikle yüksektir. (Elmalı)


SubhaneHU ve te’âla amma yekulune ulüvven kebiyra her noksandan beri, her şeyden yüce ve aşkın olan O; onların söylediklerinin de çok çok ötesinde sonsuzca yücelik, sonsuzca büyüklük sahibidir. ulüvven kebiyra.


44-) Tüsebbihu leHUs Semavatüs seb’u vel Ardu ve men fiyhinn* ve in min şey’in illâ yüsebbihu Bi hamdiHİ ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm* inneHU kâne Haliymen Ğafûra;

 Yedi semâ (yedi bilinç mertebesindeki tüm yaratılmışlar), arz (bedenler) ve onların içindekiler O’nu tespih eder (Esmâ’sının özelliklerini açığa çıkaran işlevleriyle her an hâlden hâle dönüp dururlar)! Hiçbir şey yok ki, O’nun Hamdı olarak, tespih etmesin! Fakat siz onların işlevini anlamıyorsunuz! Muhakkak ki O, Haliym’dir, Ğafûr’dur. (A.Hulusi)

 044 – Onu yedi Semâ ile Arz ve bütün bunlardaki zevil’ukul tesbih eder ve hattâ hiç bir şey yoktur ki onu hamdıyla tesbih etmesin ve lâkin siz onların tesbihlerini iyi anlamazsınız, o, cidden halîm gafur bulunuyor. (Elmalı)


Tüsebbihu leHUs Semavatüs seb’u vel Ardu ve men fiyhinne yedi gök ve yer ve onlar arasında yaşayan her bilinçli varlık onun sonsuz yüceliğini dillendirmektedir.

 Burada ki yedi gök; kinayedir. Çok katlılığa. 7 rakamı Araplarda genellikle kinayeten kullanılır, çok katlılığa, dereceliliğe ifade eder. Bunu da burada böyle anlamak daha doğru bir anlayıştır.

 ve in min şey’in illâ yüsebbihu Bi hamdiHİ ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm daha da öte lisanı hal ile “hâl lisanı ile” O’nun ululuğunu övgü ile dile getirmeyen bir tek nesne dahi bulunmamaktadır ve fakat siz onların ululayan dilini anlamakta acze düşmektesiniz, anlamakta zorlanmaktasınız. Yani anlamamakta ısrarcısınız diye çevirmek daha doğru olur. Varlık; âlem. Âlem;alem, alem;işarettir. Çünkü bilgiye konu olan şey, ilme konu olan şey âlemdir. Bilgi ise izdir.

 Varlık bir kitaptır, O yazar, O’nu yazar. O kitabın yazarı Allah’tır, ve bu kitap Allah’ı gösterir.

 Mahlûkat bir şahittir, Allah’a şahadet eder. Eser müessirine, fiil failine işaret eder. Onun için her şey kendi dilince ilahi bir şarkıyı söylemektedir. Ey insan bir tek sen çatlak ses çıkarıyorsun demek ister gibidir Kur’an burada.

[Ek bilgi; “Bir rivayette; müezzinin sesinin ulaştığı her yerde ki kuru-yaş, (canlı-cansız) eşyanın, onun lehinde tanıklık edeceği bildirilmiştir.

Ayet ve hadisler bu tarz bilgilerle doludur Biz ise böyle rivayetlere inanmakla birlikte bu inanca keşfi de ekledik. Bu meyanda gözümüzle görerek ve kulaklarımızla duyarak tşların Allah’ı dille zikrettiğini duyduk. Taşlar Allah’ın yüceliğini bilen kimselerin konuşması olarak her insanın algılayamayacağı şekilde bize hitap etmiştir.

O halde Allah’ın yaratıklarından her cins belirli bir ümmettir. Allah onları kendilerine özgü bir ibadete göre yaratmış nefislerinde bu ibadeti onlara bildirmiştir. (İbn. Arabi F.Mekkiye/1-426)]

[ek bilgi-2; ilginç bir haber; http://cennetnamzeti.blogcu.com/her-sey-allah-i-zikreder/4544412 ]

 inneHU kâne Haliymen Ğafûra Çıkarsan ne olur ki, sen çatlak ses çıkarsan ne olur ki, buna rağmen O size hep hoş görü göstermekte, sürekli bağışlayıcı davranmaktadır. Sen koroyu bozuyorsun ama O bağışlamaktan vazgeçmiyor.


45-) Ve izâ kare’tel Kur’âne ce’alna beyneke ve beynelleziyne lâ yu’minune Bil ahireti hıcaben mestura;

 Sen Kurân’ı okuduğunda, seninle, gelecekteki sonsuz yaşamlarına iman etmeyenler arasına gizli perde oluşturduk. (A.Hulusi)

 045 – Bir de sen Kur’an ı kıraat ettiğin vakit biz seninle Âhirete inanmayanların arasına görünmez bir hıcab çekeriz. (Elmalı)


Ve izâ kare’tel Kur’âne ce’alna beyneke ve beynelleziyne lâ yu’minune Bil ahireti hıcaben mestura hem ne zaman onlara Kur’an okusan, seninle ahirete inanmamakta ısrar eden o kimseler arasına görünmez bir perde çekeriz. Kâinat ayetini okuyamayan bir göz; Kur’an ayetini işitemez. Kâinatın dilini anlamayan bir yürek, kitabın dilini de anlayamaz. Görünmeyen perde, bağ kuran İslam aklından yoksun olmaktır. Tevhitten yoksun olmaktır. İşte burada ki anahtar da budur aslında. Tevhitten yoksun olan bir akıl; eşya ile Allah, insan ile tabiat, tabiatla Allah arasındaki bağı kuramaz, bir perde olmuş olur, vahyi de anlayamaz.


46-) Ve ce’alna alâ kulubihim ekinneten en yefkahuhu ve fiy azânihim vakra* ve izâ zekerte Rabbeke fiyl Kur’âni vahdeHU vellev alâ edbarihim nüfura;

 Şuurlarını (kalplerini), Onu anlamalarına engel olan (bâtıla kilitlenme) örtüsüyle örter; kulaklarına da ağırlık koyarız (algılayamazlar)! Kurân’da, Rabbini TEK’liği ile andığında, nefretle geriye dönüp giderler. (A.Hulusi)

 046 – Ve kalplerinin üzerine onu iyi anlamalarına mani’ kabuklar geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabbini Kur’an da vahit olarak andığın vakit de ürkerek arkalarına döner giderler. (Elmalı)


Ve ce’alna alâ kulubihim ekinneten en yefkahuhu ve fiy azânihim vakra akleden kalplerinin üzerine onu anlamalarını engelleyen bir kapak, kulaklarına ise bir tıkaç yerleştiririz. Göz tek başına ışıksız yetmez. Işık ister görmek için. Akıl tek başına yetmez, vahit ister. Evet, kulak tek başına yetmez, ses veren bir dudak ister ki duysun. Onun için yürek tek başına yetmez, ona sahip olan bir kudret parmağı ister.

 ve izâ zekerte Rabbeke fiyl Kur’âni vahdeHU vellev alâ edbarihim nüfura bu yüzden sen ne zaman Kur’an okuma anında rabbini birleyerek ansan, rabbini tek olarak ansan, nefretle gerisin geri dönüp senden uzaklaşırlar.


47-) Nahnu a’lemu Bima yestemiune Bihi iz yestemiune ileyke ve iz hüm necva iz yekuluz zalimune in tettebiune illâ racülen meshura;

 Sana kulak verdiklerinde nasıl dinlediklerini; aralarında fısıldaşırlarken de, o zâlimlerin: “Sihirlenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz” dediklerini biz iyi biliriz. (A.Hulusi)

 047 – Biz pek âlâ biliyoruz seni dinlerken ne suretle dinliyorlar? Birbirleriyle fısılda şırlarken de ve o zalimler derlerken de: başka değil, sırf bir sihirli adama tâbi’ oluyorsunuz. (Elmalı)


Nahnu a’lemu Bima yestemiune Bihi iz yestemiune ileyk Ey Muhammed sana kulak verdiklerinde, aslında onların neye kulak verdiklerini, kulak kabarttıklarını ve iz hüm necva iz yekuluz zalimune in tettebiune illâ racülen meshura ve kendi aralarında ki gizli kapaklı görüşmeleri sırasında o zalimlerin; eğer ona uyarsanız, yalnızca büyülenmiş bir adama uymuş olursunuz dediklerini biz çok iyi biliyoruz. Sihirlenmiş diyorlar dikkat buyurun fakat sihirbaz, büyücü diyemiyorlar. Çünkü gösterecekleri bir tek olağan üstü örnek yok. Büyücü diyecekler ama bir örnek gösteremiyorlar, onun için de büyülenmiş diyorlar.


48-) Unzur keyfe darebu lekel’emsâle fedallu fela yestetıy’une sebiyla;

 Bak senin için nasıl benzetmeler yaptılar da bu sebeple saptılar! Artık (Hakikate götüren) bir yol bulamazlar! (A.Hulusi)

 048 – Bak seni nelere kıyas ettiler de nasıl dalâlete düştüler, onun için bir yol bulmağa tab-ü tüvanları yok. (Elmalı)


Unzur keyfe darebu lekel’emsâl şunların seni neye benzettiklerine bir bak hele fedallu fela yestetıy’une sebiyla işte iyice sapıtmış bunlar. Artık doğru yolu görecek, ona girecek mecalleri bile yok.


49-) Ve kalu eizâ künna ızamen ve rufaten einna lemeb’usûne halkan cediyda;

 Dediler ki: “Kemik yığını ve toz toprak olduktan sonra, biz mi gerçekten yepyeni bir yaradılış ile bâ’s olunacaklarız?” (A.Hulusi)

 049 – Bir de dediler ki: biz bir sürü kemik olduğumuz ve ufalanıp tozduğumuz vakit mı cidden biz mi yeni bir hilkatle ba’s olunacağız? (Elmalı)


Ve kalu eizâ künna ızamen ve rufaten einna lemeb’usûne halkan cediyda Birde tutmuş diyorlar ki; Ne yani şimdi biz kemik yığınına dönüşüp ondan da toza toprağa karıştıktan sonra tekrar yepyeni bir yaratılışla diriltileceğiz öyle mi? Yani bütün yukarıda ki problemlerin en temelinde yatan problem, ahirete iman etmemek.


50-) Kul kûnu hıcareten ev hadiyda;

 De ki: “Taşlar (dabbe beden) ve demir (ruh beden) olun (isterseniz)!” (A.Hulusi)

 050 – De ki: muhakkak, ister taş olun ister demir. (Elmalı)


Kul kûnu hıcareten ev hadiyda de ki ister taşa dönüşün, ister demire;


51-) Ev halkan mimma yekbüru fiy suduriküm* feseyekulune men yu’ıydüna* kulilleziy fetareküm evvele merretin, feseyünğıdune ileyke ruusehüm ve yekulune meta hu* kul ‘asa en yekûne kariyba;

 “Yahut içinizden kendinizi olağanüstü (dünyanızda çok büyük bir yaratık; bilinç) olarak hayal edin (yine de ölüm sonrası bâ’s olacaksınız)!”… Diyecekler ki: “Bizi kim (hayata) iade edecek?”… De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan!”… (Alayla) sana kafalarını sallarlar ve derler ki: “Ne zaman olacak?”… De ki: “Çok yakın olabilir!” (A.Hulusi)

 051 – İsterse gönlünüzde büyüyen her hangi bir halk, o halde bizi kim iade edebilir? Diyecekler, sizi, de: ilk defa yaratmış olan kudret sahibi, o vakit sana başlarını sallayacaklar da «ne vakit o?» Diyecekler, de ki «yakın olması me’mul».(Elmalı)


Ev halkan mimma yekbüru fiy suduriküm ya da mahlukat içerisinde aklınıza gelebilecek hayata en uzak başka bir varlığa, feseyekulune men yu’ıydüna* kulilleziy fetareküm evvele merrah bundan sonra da kalkıp; bizi kim yeniden diriltecek diye soracak olurlarsa de ki; Sizi ilk defa yaratan kimsedir. Böyle cevapla. feseyünğıdune ileyke ruusehüm ve yekulune meta huve bunun üzerine kafalarını kinayeli kinayeli sallayarak; peki bu ne zaman gerçekleşecekmiş diye soracak olurlarsa kul ‘asa en yekûne kariyba de ki; kim bilir belki de çok yakında gerçekleşecek.


52-) Yevme yed’uküm fetesteciybune Bi hamdiHİ ve tezunnune in lebistüm illâ kaliyla;

 Sizi çağıracağı zaman (ölümü tattığınızda), O’nun Hamdı olarak (değerlendirmesine göre) olayı yaşayacak ve zannedeceksiniz ki (kabirlerinizde – beden yaşamında – dünyada) ancak pek az kaldınız! (A.Hulusi)

 052 – O sizi çağıracağı gün derhal ona kemali tazîm ile icabet edeceksiniz ve zannedeceksiniz ki pek az bir müddet kaldınız. (Elmalı)


Yevme yed’uküm fetesteciybune Bi hamdiH ister istemez derhal siz de O’nu överek bu çağrıya uyacaksınız o gün. ve tezunnune in lebistüm illâ kaliyla üstelik dünya hayatında çok kısa bir süre oyalandığınıza aklınız işte o zaman yatacak.

 Rabbim ahirette uyanmadan dünyada uyanan ve vahyin soluğunu ruhunda hissedenlerden kılsın.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 İddiamızın, davamızın, ömrümüzün tüm hasılatı ve son sözümüz Rabbimize “Hamd” dir.

 
Yorum yapın

Yazan: 30 Mart 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın