RSS

İslamoğlu Tef. Ders. KASAS SURESİ (01-28)(121)

02 Kas

231

Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, çöz düğümü dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!

Değerli Kur’an dostları bugün muhteşem Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesiyle daha yüz yüzeyiz. Kur’an ın her yeni sitesine girerken yeni bir heyecanı yaşıyor olmamız çok doğal. Çünkü rabbimiz konuşuyor, çünkü Allah insana tenezzül buyuruyor, çünkü Allah insanı dikkate alıyor, kale alıyor, çünkü insan rabbine, her şeyini borçlu olduğu rabbine vahiy ile yöneliyor. İşte bu nedenle duyduğumuz bu yeni heyecan ile kasas suresine giriyoruz.

Kasas suresi elimizdeki tedvinde 28. sure. İsmini 25. ayetinde ki Hz. Musa’nın kendi menkıbesini muhatabına anlattığı o cümleden alır. Kıssanın çoğuludur kasas, kıssalar demektir. Hz. Osman ve İbn. Abbas Neml ile İsra suresi arasında indirildiğini söylerler. Gerçekten de konusuna baktığımızda kasas suresi Mekke döneminin, eğer bu dönemi 3 dilime ayıracak olursak 3. dilimine yakın bir zamanda indiğini görürüz. Önceki sure olan Neml suresinde hatırlayacaksınız Süleyman Belkıs menkıbesi anlatılmıştı, ve biz de tefsir etmeye çalışmıştık. Süleyman Belkıs menkıbesi bir hisse veriyordu. Kur’an ın tüm kıssalarının bir hisse için, anlatıldığı gibi o da bir hisse veriyordu.

Neydi o? O zaman vurgulamıştık güç ve iktidar ahlakı. Ey Süleyman dünyaya sultan olsan da bir karıncayı incitmemelisin mesajıydı. O kendisine hüküm, hikmet, nübüvvet ve kudret verilmiş biri olsan da bir kuştan dahi öğrenecek şeylerin var ey Süleyman mesajıydı. O, senin her şeyi bildiğini zannetmen yanlış olur. Sana hiç umursamadığın bir varlık dahi bir şey öğretebilir, ondan da bir şey öğrenebilirsin mesajıydı. Yani yine özetle güç ve iktidar ahlakını bir önceki surede gördük. Burada, bu surede ise servet ahlakından söz eden Karun kıssası, Kur’an da ki en ayrıntılı anlatımına kasas suresinde kavuşmakta.

Dikkat buyurunuz güç ahlakı, iktidar ahlakı, servet ahlakı, cinsel ahlak, siyasal ahlak, sosyal ahlak, yani bunu hayatın her alanına uzatabilirsiniz, Kur’an anlattığı her kıssa ile muhatabına bir alanın ahlakını öğretir. Yani Kur’an hikaye anlatmaz. Anlattığı bu kıssaların altında bir dip akıntısı olarak sürekli ders verir. Muhatabının hayatını, şahsiyetini, aklını ve tasavvurunu inşa eder. Onu eline alıp bir hamur gibi yoğurur ve şekil verir. Tabii eğer muhatabı Kur’an a kendisini teslim etmişse.

En geniş yer kasas suresinde Musa kıssasına verilir. 3 – 46. ayetler arasında. Bu kıssaya damgasını vuran nitelikler Hz. Musa’nın iç çekişmeleri ve çatışmaları, korkuları, şaşkınlıkları, hatası ve buna benzer kişisel, insani, beşeri tüm durumlar Hz. Musa şahsında bu kıssada ele alınır. Yani bir insan peygamber portresi. Dahası bir peygamberin insan boyutu öne çıkarılır. Ve zaten bu kıssanın hemen arkasından gelen bölümde;

   İnneke lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa’(56) sen sevdiğini doğru yola ulaştıramazsın, fakat Allah dilediğini dilerse, dileyeni doğru yola ulaştırır…!(??) Ayetinin gelmesi boşuna değil. İnsan boyutuyla Hz. Musa’yı işleyen ayetlerin arkasından Resulallah’ın da insan peygamberliğine dikkat çeken bir ayet 56. ayet.

Yine bu ayetin içinde yer aldığı uzun bölüm, ki 47 – 75. ayetler arasıdır, peygamberliğin insani doğasını işler. Devamındaki ayetlerse inkarcı toplumların akıbetiyle ilgilidir.

Yine bir ayet dikkat çeker bu ayetler arasıda. ve ma künna mühlikil kura illâ ve ehlüha zâlimun (59) Biz hiçbir ülkeyi helak etmemişizdir. Ancak oranın ahalisi, halkı birbirine zulmetmedikçe. Yani Allah’ın helakinin temel sebebi, inanca ilişkin bir sebep olmaktan daha çok, davranış ve ahlaka ilişkin bir sebeptir. Yani kendisine yönelik isyana değil, insanın insana yönelik zulmüne bir ceza olarak helak olmuşlardır. Onun için bu ayet gerçekten de dünyevi helak ve belaların; Toplumlarının bireylerinin birbirlerine olan zulümleri sebebiyle olduğunu gösterir.Zaten uhrevi ceza insanın hukukullaha, Allah’ın hakkına tecavüze yeltenmesine bir ceza olacaktır.

Sure son söz olarak tevhid akidesinin en temel düsturunu dile getirerek son bulur. lâ ilâhe illâ HU* küllü şey’in halikün illâ vecheHU, leHUl hükmü ve ileyHi türce’un. (88) O’ndan başka tapınmaya layık hiçbir varlık ilahi tanrı yoktur. Her şey helak olacaktır ancak o’nun zatı baki kalacaktır. Son hüküm O’na aittir ve herkesin, her şeyin dönüp dolaşıp geleceği yer O yüce Halîkın kapısıdır. İşte kasas suresi böylesine tevhidin direği olan bir ayetle son bulur. Şimdi sureye geçebiliriz.

 

BismillahirRahmanirRahıym

 

1-) Taa Siiiyn Miiiym;

Ta, Siin, Miiim. (A.Hulusi)

01 – Ta, Sin, Mim. (Elmalı)

 

bunlar Hurufu Mukadda, daha önce defaatle değindiğimiz için süratle geçiyoruz.

 

2-) Tilke ayatul Kitabil mubiyn;

İşte bunlar O Kitab-ı Mubiyn’in (apaçık ortada olan Evrenin {KİTAP} sistem ve düzeninin) işaretleridir. (A.Hulusi)

02 – Bunlar sana âyetleri o mübîn kitabın. (Elmalı)

 

Tilke ayatul Kitabil mubiyn bunlar kitabın açık ve açıklayıcı ayetleridir.

Daha önce de hatırlayacak olursanız bu sureden önce yani 27 -26 – 25, tabii daha önceki 15. -11. surelerde de böyle buna benzer girişler vardır. Tilke ayatul Kitabil mubiyn bu kitabın açık ve açıklayıcı ayetleri. Mubiyn hem açık, hem açıklayıcı. Yani vahyin müfessir ve müfesser, Tefsirin hem öznesi hem nesnesi oluşuna tekabül eder. Hem tefsir eder vahiy. Neyi? Hakikati tefsir eder. Hem de tefsir edilir. Aynı zamanda onun anlamaya çalışan insan tarafından açıklanır. Yani vahyin çift boyutlu doğasına bir atıf. Ama bu tip tüm uyarıların Mubiyn vasfının Kur’an a vahye atıfla geldiği bu tip tüm ayetlerin temelde bir mesajı vardır, o da şudur; Dosta ve düşmana bu vahyin anlaşılmazlık iddialarının tümünü reddetmektir.

Peki, düşmandan anlaşılmazlık iddiası gelebilir. Ne karma karışık vahit diyebilir bazı oryantalistler gibi. Fakat dosttan nasıl gelir? Bugün asıl dosttan geliyor böyle ithamlar. Yani Kur’an ı biz anlayamayız. İşte bu tip her iddiayı kökten reddeder bu ayetler. Mübiyndir çünkü. Açık ve anlaşılır. Onun için vahyi biz anlayamayız söylemini Kur’an defaatle bu ayetlerle söyleyenin yüzüne çarpar.

Tabii herkes vahyi kendi aklı seviyesi, bilgisi, bilgi düzeyi, kapasitesi, hatta imanı derecesinde anlar. Herkes elbette aynı düzeyde anlayamayacaktır. Bırakınız vahyi vahiy dışı bir çok olayı bile insanlar baktığı yere göre, bakışına göre, duruşuna göre farklı farklı anlamaktadırlar. Vahye bakarken de öyledir. Nerden bakıyorsanız öyle anlayacaksınız. Doğru bir anlama doğru bir bakışla mümkündür. Doğru bir bakış doğru bir imanla mümkündür. Doğru bir iman doğru bir duruşla mümkündür. Doğru bir duruş, doğru bir tasavvurla mümkündür.

 

3-) Netlu aleyke min nebei Musa ve fir’avne Bil Hakkı li kavmin yu’minun;

İman eden bir kavim için, Musa ve Firavun’un haberinden bir kısmını sana Hak olarak tilavet edeceğiz. (A.Hulusi)

03 – Sana Musâ ve Firavun kıssasından hakkıyla biraz okuyacağız iman edecek kavim için. (Elmalı)

 

Netlu aleyke min nebei Musa ve fir’avne Bil Hakkı li kavmin yu’minun imanlı bir toplum oluşturmak için sana Musa ve Firavun arasında geçen olaylardan bir kısmını Bil Hakk; mutlak hakikate atıf olan boyutlarıyla aktaracağız.

Bil Hakk ibaresi bu gibi tüm ayetlerde bu kıssaların görünüşte bir kıssa olduğunu, fakat hakikatte bir hikaye değil, onun arkasındaki bir amacı gerçekleştirmek için anlatıldığını, bu amacın da bu kıssaların altında, satır aralarında o kıssaların kahramanlarının üzerinden muhataba örnek, ya da ibret sergilemek olduğunu imadır. Amacı da li kavmin yu’minun iman eden bir toplum için. Harfiyen çevirisi bu. Fakat iman eden bir toplum için ibaresi bu ayetin indiği zaman dilimi, bu ayetin içerisinde yer aldığı bağlam ve dış bağlam dikkate alındığında yine vahyin maksadı onun hepsinin altına konduğunda imanlı bir toplum oluşturmak için şeklinde anlamamız daha doğru olur. Yani bu kıssaları Mü’min bir toplumun oluşmasında yol gösterici olarak aktarıyoruz.

 

4-) İnne fir’avne alâ fiyl Ardı ve ce’ale ehleha şiye’an yestad’ıfü taifeten minhüm yüzebbihu ebnaehüm ve yestahyiy nisaehüm* innehu kâne minel müfsidiyn;

Muhakkak ki Firavun o bölgede üstünlük kurmuş ve oranın halkını çeşitli sınıflara bölmüştü. Onlardan bir sınıfı aciz bırakıp aşağılamak için, onların oğullarını boğazlıyor ve kadınlarını diri bırakıyordu… Muhakkak ki o, bozgunculardandı. (A.Hulusi)

04 – Çünkü Firavun o yerde baş kaldırmış ve ahalisini fırka fırka edip arkasına takmıştı, onlardan bir taifeyi ezmek istiyor, oğullarını boğazlatıyor ve kadınlarını hayata atıyordu, o cidden müfsitlerden idi. (Elmalı)

 

İnne fir’avne alâ fiyl Ardı ve ce’ale ehleha şiye’an şu bir gerçek ki Firavun malûm ülkede, fiyl ard, el ard. Oradali “lam”ı tarifi malum diye çevirmek mümkün, malum ülkede yani biliyoruz biz o ülkeyi Mısır’da, eski Mısır imparatorluğunda malum ülkede baskıcı bir idare kurmuş alâ fiyl ard. Baskıcı ve despot bir idare. Alâ; zorbalık demektir, despotluk demektir. Dikta anlamına gelir.

Tabii ğalebe karşılığıyla böyle, yoksa menfi değil müsbet anlamda kullanıldığı yerlerde olmuş bu kelimenin ama burada menfi anlamıyla kullanılıyor. Ve ülke halkını kastlara ayırmıştı. ve ce’ale ehleha şiye’an kastlara, sınıflara ayırmıştı. Yani üst sınıf, orta sınıf, alt sınıf. Yani çobanlar, çoban köpekleri, sürüler. Yani efendiler, köleler ve diğerleri. Böyle sınıflara ayırmıştı.

Aslında burada Firavni sistemin 2 niteliği dikkate alınıyor.

1. si zorba niteliği zorbalık, baskıcıdır. Firavun düzenlerinin tamamında baskı görürsünüz diyor bu ayetler. Bir düzenin firavun düzeni olup olmadığını anlamak için şu iki şey var mı yok mu ona bakmak lazım. Birincisi varlığını baskıya borçludur.

2 – İkincisi varlığını sınıf düzenine, insanlar arasındaki o sun’i, yapay ayrıma borçludur. Yani bir kısım azınlık kendi saadetin çoğunluğun felaketi üstüne bina eder. Bir kısım sadece yan gelir yatar, başkalarının emeğini sömürür. İşte böyle bir sisteme firavun sistemi denilebilir bu ayetten yola çıkarak. 2 niteliğini ele veriyor çünkü.

yestad’ıfü taifeten minhüm yüzebbihu ebnaehüm ve yestahyiy nisaehüm onlardan bir kısmını zayıf ve güçsüz düşürmek istiyor bu yüzden erkek çocukları öldürüyor, kızlarını kadınlarını sağ bırakıyordu. Nisaehüm aslında kadınları anlamına gelir. Ben’at da diyebilirdi ama böyle diyor. Bu kıssanın Kitabı Mukaddesteki anlatımına dayanarak müfessirlerimiz doğan erkek çocuklarını öldürdüğü, kız çocuklarını da yaşattığı, bıraktığı anlamına almışlar.

Bu şöyle de anlaşılabilir; erkek çocukları öldürüyor, onların annelerini sağ bırakıyordu yani kadınları. Annelerine acı çektirmek için. Eğer soy kırım yapmak istiyorsa aslında çocuğun kendisi yerine çocuğun tabir caizse imal eden merkezi imha etmesi daha doğru olurdu belki. Amacına daha uygun olurdu. Ama bunu yapmıyordu. Niçin Yani anneyi de cezalandırabilirdi, niçin yapmıyordu? Acı çektirmek için şeklinde de  anlaşılabilir.

Buradan anlıyoruz ki firavunun zulmü anaların rahmine uzanmıştı. Bir zulmün uzanabileceği daha öte neresi vardır? Anaların rahmine kadar uzanmışsa orada ne kalmıştır? Böyle bir yerde insanlar tükenmişlik duygusu değil de başka ne duyarlar. Ama bakınız Kur’an; böylesine ayyuka çıkmış bir zulmün örneğini vererek Mü’minlere böyle bir durumdan dahi nasıl muhteşem bir sonuç elde edilebileceğini insanlara misal olarak veriyor. Tabii bu ayetler tüm mazlumlar adına okunmalıdır. Çünkü bu ayetlerde mazlum rolünün üzerinde kaldığı İsrail oğulları tüm çağlarda mazlum olan insanların o dönemde ki örneğidir. Onun için bu ayetler her çağın kendi mazlumu için okunmalıdır.

Hatta ilginçtir o gün Firavunun zulmü altında ilahi yardıma mazhar olan İsrail oğulları, bugün Firavunun tahtına oturmuş durumdalar. Belki bu da apayrı bir ibret verici sahnedir. Zaten 5. ayet bu ayetlerin mazlumlar adına okunması gerektiğini de eleveriyor.

[Ek bilgi 2; …Firavun’un bir rüya gördüğünü, korkup kederlendiğini naklediyor. Rüyasında Kudüs tarafından gelen bir ateş gördü. Bu ateş, Mısır’a kadar uzanıp, Firavun’un evlerini yaktı. Fakat sadece Kıpti’lere zarar verdi, İsrail oğulları ise kurtuldular. Uyanınca hemen kahin ve müneccimlerden rüyayı tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki; “İsrail oğulları içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Mısırlıların helakine ve senin krallığının yok olmasına sebep olacak. Doğacağı zaman da iyice yaklaştı.”

Bu haber üzerine telaşlanan Firavun, İsrail oğullarından doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti….Kaynak;

(Sa’lebî, Kısas-ı Enbiya; İmam Suddî’den rivayet) http://www.tarihbilinci.com/sayfa/peygamberler/musa.htm)]

innehu kâne minel müfsidiyn çünkü o gerçekten de bozguncunun tekiydi.

 

5-) Ve nüriydü en nemünne alelleziynestud’ıfu fiyl Ardı ve nec’alehüm eimmeten ve nec’alehümül varisiyn;

Biz de diledik ki, o bölgedeki âciz bırakılıp aşağılananlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve kendilerini vârisler kılalım. (A.Hulusi)

05 – Biz de istiyorduk ki o yerde ezilmekte olanlara lütfedelim, onları öncül imamlar yapalım, hem onları vârisler kılalım. (Elmalı)

 

Ve nüriydü en nemünne alelleziynestud’ıfu fiyl Ard Sonuç? Sonuç açık firavununuzun zulmü anaların rahmine kadar uzansa dahi Allah’ın bir dileği var, Allah’ın bir yasası var. Nedir o? Ve biz de istiyorduk ki ülkede zayıf ve güçsüz bırakılanlara destek çıkalım. ve nec’alehüm eimmeten ve onları imamlar, öncüler, önderler kılalım ve nec’alehümül varisiyn ve kendilerini ülkeye mirasçı yapalım. Yani dün kendilerine yer yüzünü ve hayatı çok görenlere yarın tersine çevirip biz hayatı çok görelim. Alttakileri üste, üstekileri alta indirelim.

Tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesi veren tüm toplumlar için bir müjdedir kasas suresinin 5. ayeti. Bu vahyin ilk muhatapları belki de bu ayetler onlara en acı zamanlarında ulaşmıştır. Hatırlayınız, yani bu surenin iniş zamanının yaklaşık Mekke’de ki Şib-i Ebi Talip boykotuna denk bir zamandır. Öyle bir boykottu ki o insanlar çocuklarının ağzına verecek değil bir lokma ekmek, su bulamıyorlardı. Mü’minlerin etrafı kuşatılmış, içeri tabir caizse bir sinek bile bırakılmıyordu. Ancak geceleri düşmanların gözünü kaydırarak oradakilerin akrabaları meçhul bir yerden bir yüklü deveyi mahalleye doğru sürecekler de o gelenle ölmeyecek kadar idare edecekler. Böylesine korkunç bir ambargo.

İşte bu ayetlerin indiği zaman diliminin muhtemelen bu ambargoya denk gelmiş olabileceği hatırlandığında, aynı zamanda bu ayetlerin ilk muhataplarına nasıl büyük bir müjdeyi verdiğini de öğrenmiş oluyoruz. Ve hatta Resulallah’ın nübüvveti boyunca 2 yerde, biri Hendek’te onu biliyoruz, biri de işte burada. Bu bağlamda kendisine iman eden insanlara dönüp; Onlar açlıktan bağırlarına taş basarken. Yani karınlarına taş bağlama sözcüğü ifadesi bizde nedense anlatılırken mecazdan hakikate dönüştürülerek sanki karınlarına taş bağlamış gibi anlatılır. Bağra taş basmak gibidir. Bağrına taş basanlar, bağırlarına taş basmazlar, taşı kucaklamazlar. Bu o kadar açlardı, o kadar perişan olmuşlardı anlamı taşır. Yani böylesine bir zaman diliminde Resulallah onlara yer yüzünün o günkü 2 imparatorluğunu müjdeliyordu.

Gerçekten bu müjde karşısında sadece iman işlerdi başka bir şey değil. Eğer iman olmasaydı her halde muhataplar bunu gülünç bir iddia olarak alacaklardı. Ama öyle olmadı. Çok geçmeden ortaya çıkacaktı. İman ettiler ve iman ettiklerine memnun oldular. Sonunda şahit oldular.

[Ek bilgi: {Ebü Talhâ (Rad.) anlatıyor: “Resülullah (A.S.)’a açlıktan şikayet ettik ve karınlarımızı açıp gösterdik. Herkeste bir taş vardı. Resülullah (A.S.) da karnını açtı, O’nda iki taş vardı.”} Tirmizi, Zühd 39, (2372).]

 

6-) Ve nümekkine lehüm fiyl Ardı ve nüriye fir’avne ve hamane ve cünudehüma minhüm ma kânu yahzerun;

Onları o bölgede güvenli kılalım; Firavun’u, Haman’ı (başrahibi) ve o ikisinin ordularını korktuklarına uğratalım! (A.Hulusi)

06 – Ve Arzda onlara kuvvet ve müknet(Güç, kudret, kuvvet.) verelim de Firavuna ve ordularına onlardan korktukları şeyi gösterelim. (Elmalı)

 

Ve nümekkine lehüm fiyl Ard dahası onları yer yüzünde güvenli bir biçimde yerleştirelim. Yani inancımız uğruna köle edildiğiniz bir ülkeden sürgünü göze alırsanız, efendisi olacağınız bir ülke size ödül olarak sunulur. Söylenen bu. ve nüriye fir’avne ve hamane ve cünudehüma minhüm ma kânu yahzerun firavunu Haman’ı ve bunların ordusunu berikilerin eliyle korktukları şeye uğratalım. Yani korktuklarını başlarına getirelim.

Haman; Bazı tefsirlerde farklı değerlendirmeler müsteşrikler tarafından istismar edilmiş. Ama aslı Ha’amen olsa gerektir ki Amon dininin rahipler sınıfına, dolayısıyla bu rahiplerinde başında ki en yetkili rahibe verilen bir sıfattır. Amon dini bildiğiniz gibi eski Mısır’ın dinidir, kültüdür ve eski Mısır’da Amon dininin baş rahibi doğal olarak Firavunun da yardımcısı, yani ülkenin 2. adamı sayılıyordu. Onun için bu ayette firavunun hemen arkasından Haman sayılarak aslında ülkedeki dini erk’e de bir gönderme yapılıyor.

Korktukları şey neydi başlarına getirilecek olan? Çok önceleri, ne kadar? yaklaşık 500-600 yıl önce Hiksos hanedanı diye bir hanedan kuzey doğudan gelip Mısır’ı fethetmişlerdi. Fetheden fatihlerdi. Bu fatihler döneminde Hz. Yusuf ülkenin dizginlerini eline aldı. Bu fatihler Hz. Yusuf’un önünü açtı. Adeta bir uzak akrabalığı da bu sayede kullanmış oldular. Onun için İbraniler le Hiksos hanedanı arasında böyle bir işbirliği gerçekleşti. Mısır için altın bir dönemdi. Yusuf suresinden öğrendiğimiz ve tarihten de bildiğimiz gibi.

Fakat Mısır’lılar bunun bir daha tekerrür etmesinden korkuyorlardı. Özellikle firavun hanedanı. Neden çünkü iyi yönetim örneği kendi kötü yönetimlerini ve zulümlerini ortaya çıkaracaktı. Onun için böylesine adil ve iyi bir yönetimin bir daha ortaya çıkmamasını, dolayısıyla iktidarları için tehlike oluşmamasını istiyorlardı. İşte korktukları şey buydu. 2. bir Hiksos vakası, 2. bir Yusuf olayı. Bir Yusuf daha çıkarsa Mısır halkına bunların zulmünü çekmelerine kim ikna edebilirdi. Onun için korktukları şey buydu.

 

7-) Ve evhaynâ ila ümmi Musa en ardı’îh* feizâ hıfti aleyhi feelkıyhi fiylyemmi ve lâ tehafiy ve lâ tahzeniy* inna radduhu ileyki ve ca’ıluhu minel murseliyn;

Musa’nın anasına şöyle vahyettik: “Onu emzir… Onun hakkında korktuğunda da Onu nehre (Nil’e) bırak… Korkma, mahzun olma! Muhakkak ki biz Onu sana geri döndüreceğiz ve Onu Rasûllerden kılacağız.” (A.Hulusi)

07 – O esnada Musâ’nın anasına şu vahyi verdik: onu emzir, derken aleyhinde bir korku hissettin mi o vakit onu deryaya bırakıver, hem korkma ve mahzun olma, biz muhakkak onu sana iade edeceğiz ve kendisini mürselînden yapacağız. (Elmalı)

 

Ve evhaynâ ila ümmi Musa en ardı’îh işte bunu gerçekleştirmek için oradaki “vav”a böyle uzun bir cümle işlevsel olarak atfedebiliriz. İşte bunu gerçekleştirmek için Musa’nın annesine şöyle vahy etmiştik. “onu bir müddet emzir.” feizâ hıfti aleyhi feelkıyhi fiylyemmi ve lâ tehafiy ve lâ tahzeniy fakat onun başına bir iş gelmesinden korktuğunda onu suya bırak, sakın endişe edeyim ve üzüleyim deme.

Olayların akışını zihnimizde biz tamamlıyoruz. Firavun ülkede ezilen konumda olan mü’min ve muvahhit İbranileri eziyor, yok etmek istiyor. Onları bir soy kırıma tabi tutuyor. Öyle bir soykırım ki doğan tüm erkek çocuklarını öldürtüyor. İşte bu soykırım sırasında bir mucize gerçekleşiyor. Kelimenin tam manasıyla bir mucize. Bu mucize nasıl gerçekleşiyor. Yani aslında burada verilen örnek; hiçbir Firavunun gücü Allah’ın taktirinin önünde duramaz. Budur, mesajda budur.

İşte bu mucizenin nasıl gerçekleştiğini ve firavunların zulmünün Allah’ın takdirini değiştiremeyeceğini, bu takdir firavunu dahi kendi senaryosunda bir figüran olarak kullanacağını gösteriyor. Biz de onun ibretlik kıssasını okuyoruz. Anneye vahiyle veya ilhamla, -ki farklı farklı değerlendirmeler var- böyle bir emir veriliyor. Yani korkma deniliyor aynı zamanda.

Her firavunun bir Musa’sı var mıdır? Evet, eğer firavun varsa her Firavunun bir Musa’sı vardır. Bazen Musa’lar Firavunun sarayında ve kucağında büyür. Bu ilahi bir iranidir. Tarih buna şahittir, tanıktır.

inna radduhu ileyki ve ca’ıluhu minel murseliyn çünkü biz kesinlikle onu sana geri döndüreceğiz ve onu elçilerden biri yapacağız. Bu ayette ifade edilen husus Tevrat’ta ve diğer İsrailî kaynaklarda hiç yer almamaktadır. İlginçtir. Zaten bu gibi Kur’an kıssalarında anlatılan ahlaki boyutu kıssanın Tevrat’la karşılaştırdığınızda hiç yer almaz. Yani orada sıradan bir milli lider nasıl çıktı. Bir kavmin milli kahramanı nasıl çıktı üslubuyla ele alınır. Fakat burada bir peygamberin bir zulmü nasıl önlediğinin örneklik ve ibretlik öyküsü anlatılır.

 

8 – Feltekatahu alü fir’avne li yekûne lehüm adüvven ve hazena* inne fir’avne ve hamane ve cünudehüma kânu hatıiyn;

Firavun’un ailesi Onu kaybolmuş çocuk olarak bulup aldı. Kendileri için düşman ve hüzün vesilesi olacağı için… Muhakkak ki Firavun, Haman ve o ikisinin orduları yanlış işler yapıyordu! (A.Hulusi)

08 – Bunun üzerine âli Firavun onu lekıyt(Kaybolmuş) olarak aldı, çünkü ileride kendilerine bir düşman, bir gam olacaktı Doğrusu Firavun de Hamân de, askerleri de hep cânîler diler. (Elmalı)

 

Feltekatahu alü fir’avne li yekûne lehüm adüvven ve hazenen derken Firavunun ailesi onu buldular, sonunda kendileri için düşman ve bir hüzün kaynağı olacak bu bebeği sahiplendiler. Evet, ilahi kader ağlarını örüyor. Gerçekten de önüne kimse geçemiyor. Hz. Peygamber bir keresinde öyle diyordu ya; “Allah dilerse dinine bir kafir eliyle yardım eder.” Nasıl eder sorusunu merak ediyor musunuz? İşte burada olduğu gibi.

inne fir’avne ve hamane ve cünudehüma kânu hatıiyn belli ki Firavun, Haman ve onların askerleri yanılgı içindeydiler. Ve mekeru ve mekerAllah.. hatırlayınız ayeti. Onlar hileli bir düzen kurdular, Allah’ta onların düzenine karşı o düzeni alt edecek bir düzen kurdu. vAllahu hayrul makiriyn. (A.İmran/54) Allah’ın alt eden düzeni düzenlerin en hayırlısıdır.

 

9-) Ve kaletimraetü fir’avne kurretü aynin liy ve lek* lâ taktüluh* asâ en yenfe’ana ev nettehızehu veleden ve hüm lâ yeş’urun;

Firavun’un karısı dedi ki: “Benim için de senin için de göz aydınlığıdır (bu çocuk). Onu öldürmeyin! Umulur ki bize faydalı olur yahut Onu evlat ediniriz”… Onlar (işin) farkında değillerdi. (A.Hulusi)

09 – Firavunun hatunu ise «bir göz bebeği: bana ve sana, bunu öldürmeyin, belki bize yarar, yahut evlat ediniriz» dedi ve onlar farkında değillerdi. (Elmalı)

 

Ve kaletimraetü fir’avne kurretü aynin liy ve lek Firavunun karısı; işte benim içinde senin içinde bir göz aydınlığı dedi. Çok sevimli bir bebekti Hz. Musa’nın bebekliği. Bu sevimliliği Kur’an da dile getirilirken görüyoruz. Tâhâ suresinin 39. ayetinde. ve elkaytü aleyke mehabbeten minnİY (Tâhâ/39) buyruluyor. Senin üzerine katımızdan bir muhabbet koyduk. Senin üzerine katımdan, yani sırf lütuf olarak bir muhabbet, seni sevdirdim diyor. Sevimli kıldım. Onun için O sevimliliğin bile altında ilahi senaryonun bir boyutunun yattığını görüyoruz.

Bu Ve kaletimraetü fir’avne burada konuşan Firavunun karısı kim. Bir sonraki ayete göre bu firavunun kendi eşi zaten bu kadın Tahrim/11. ayetinde örnek gösterilen kişi ile özdeşleştirilir. Hemen büyük müfessirlerimizin tamamı bu kadını o kadınla özdeşleştirir. O kadın kimdi? Adını bilmediğimiz fakat küfre isyanın adı olan Asiye adını, sanını, namını alan o tarihin bağrında Allah’ın vahyi tarafından unutulmaktan kurtarılan ve örnek gösterilen o yüce anne. İşte o kadın olduğu yolunda müfessirlerimiz hemen hemen müttefiktirler.

lâ taktüluh* asâ en yenfe’ana ev nettehızehu velede onu öldürmeyin bakarsın bize bir yararı dokunur ya da evlatlık edinebiliriz dedi. ve hüm lâ yeş’urun ama berikiler olacakların halâ farkında değildiler. Yani “ilahi senaryo” işliyor ama onlar hiçbir şeyin farkında değiller. Tabir caizse bu senaryo içinde birer figüran olarak oyunlarını ifa ediyorlar.

 

10-) Ve asbeha fuadü ümmi Musa fariğa* in kâdet letübdiy Bihi lev lâ en rabatnâ alâ kalbiha litekûne minel mu’miniyn;

Musa’nın anasının gönlü çocuğundan başka şey düşünmez oldu… İman edenlerden olması için eğer güven duygusu vermeseydik, az kalsın onu açıklayacaktı. (A.Hulusi)

10 – Musâ’nın anasının gönlü ise bomboş sabahı etti, az daha onu açıverecekti: kalbine râbıta vermese idik eğer imanlılardan olsun diye. (Elmalı)

 

Ve asbeha fuadü ümmi Musa fariğan bu arada Musa’nın annesi gönlü onun hasret ateşiyle dolu olarak sabahı etti. in kâdet letübdiy Bihi lev lâ en rabatnâ alâ kalbiha litekûne minel mu’miniyn öyle ki vaadimize inanıp güvenenlerden biri olması için kalbini sımsıkı pekiştirmiş olmasaydık eğer, onun kimliğini az kalsın açığa vuracaktı. Yani evladı olduğunu, kendisine ait olduğunu az kalsın söyleyecekti. Fakat vaadimize güvenini tam yaptık. Gönlünü bağladık. Gönlü bağlamak; raptetmek Sebbit kalbi alâ dıynik diyordu ya efendimiz duasında; “Ya mukallibel kulûp sebbit kâlbi alâ dinike.” Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım kalbimi dinin, kalbimi sevgin üzerinde sabit kıl, raptet.

İşte sürekli dönen, bir kararda durmayan, bir oraya bir buraya akan kalbin hakikat üzerinde sabit kılınması. Burada da bunu görüyoruz.

 

11-) Ve kalet liuhtihi kussıyh* febesuret Bihi an cünübin ve hüm lâ yeş’urun;

(Musa’nın anası, Musa’nın) kız kardeşine dedi ki: “Onu izle”…  (O da) onlar farkında olmaksızın, Onu uzaktan gözledi. (A.Hulusi)

11 – Onun hemşiresine izini takip et de demişti, o da uzaktan gözetti, onlar farkında değillerdi. (Elmalı)

 

Ve kalet liuhtihi kussıyh işte bu halde iken o Musa’nın ablasına onu izle dedi. Yani kendi kızına diyebilirdi, yani libnetiha, kendi kızına. Fakat onun kardeşine Musa’nın kardeşine. Yani kızı olduğu için emretmedi bebeğin ablası olduğu için emretti. Bir şefkat var, bir şefkat ve sevgi kokuyor bu ifade tarzı. febesuret Bihi an cünüb bunun üzerine kız onu uzaktan izlemeye koyuldu. ve hüm lâ yeş’urun hala onlar hiçbir şeyin farkında değildiler. Yani alttan alta sahneyi kenara çekip hakikati hatırlatıyor ayetler biterken adeta. Yani olaylar akıyor bir taraftan, bir taraftan da olayın maksadına sürekli atıfta bulunuyor.

Çocuk suya verildi, bu su Nil’di bildiğimiz kadarıyla. Gürül gürül akan Nil’in içerisinde bir sepetin içinde salına salına gözden kaybolan çocuğun annesinin duygularını düşünün. O anda yaşanan acıyı düşünün ve Allah’ın yardımını düşünün ve manzarayı eğer göz önüne getirirseniz ne büyük ne muhteşem bir ilahi kayra, ilahi yardımla karşı karşıya olduğunu da anlarız.

 

 12-) Ve harramnâ aleyhil meradı’a min kablü fekalet hel edüllüküm alâ ehli beytin yekfülunehu leküm ve hüm lehu nasıhun;

Önce, Ona sütanneleri haram kıldık (Musa hiçbir kadından süt emmedi); (kız kardeşi) dedi ki: “Sizin namınıza Onun bakımını üstlenip yetiştirecek bir aile göstereyim mi?” diye akıl verdi. (A.Hulusi)

12 – Önceden ona emzikçileri haram etmiştik bu vesîle ile vardı da sizin hesabınıza bunun bakımını deruhte edecek hem ona hayırhahâne bakacak bir ehli beyt buluvereyim mi size? Dedi. (Elmalı)

 

Ve harramnâ aleyhil meradı’a min kabl ve biz daha ilk günden onun Mısır’lı süt anneleri emmekten geri durmasını sağladık. fekalet hel edüllüküm alâ ehli beytin yekfülunehu leküm bu durumu öğrenen kız kardeşi onun bakımını sizin adınıza üstlenecek bir aile göstermemi ister misiniz dedi ve ekledi; ve hüm lehu nasıhun hem onlar onu iyi eğitirler. Onlar ona güzel bir eğitim de verirler. Böyle bir aile bulmamı ister misiniz.

 

13-) Feradednahü ila ümmihi key tekarre aynüha ve lâ tahzene ve lita’leme enne va’dAllâhi Hakkun ve lakinne ekserehüm lâ ya’lemun;

Nihayet Onu anasına geri döndürdük ki, gözü aydın olsun, mahzun olmasın ve bilsin ki, Allâh’ın vaadi Hak’tır… Fakat onların çoğu bilmezler. (A.Hulusi)

13 – Bu suretle onu anasına iâde eyledik ki gözü aydın olsun da hüzünlenmesin ve bilsin ki Allahın vaadi muhakkak haktır ve lâkin çokları bilmezler. (Elmalı)

 

Feradednahü ila ümmihi key tekarre aynüha ve lâ tahzen ve sonunda onu annesine döndürdük ki gözü aydın olsun ve üzülmesin diye. Yani kaybını yitiğini buldurduk o yüce anaya. ve lita’leme enne va’dAllâhi Hakkun ve lakinne ekserehüm lâ ya’lemun insanların çoğu bunu bilmese de Allah’ın vaadinin kesin gerçek olduğunu bilsin diye.

İlahi senaryo, tüm senaryoları rafa kaldırır dostlar. Hz. peygamberin yetiştirilmesine de dolaylı bir atıf gibi geliyor bana bu kıssa. Onun kişiliği Hz. Musa’nın çocukluk hikayesi bağlamında inşa ediliyor. Yani nerden nereye diyorsan eğer kendin için, Musa’ya bak. Nereden nereye olduğunu gör. Allah söz verdi mi yapar. Kıssanın bu bölümünün son ayetinde en çarpıcı ibare bu. enne va’dAllâhi Hakkun Allah’ın vaadi gerçek. Söz verdi mi yapar. Özetle hepimiz için Allah sonsuz imkandır. Kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlar.

 

14-) Ve lemma beleğa eşüddehu vesteva ateynahu hükmen ve ılma* ve kezâlike neczil muhsiniyn;

(Musa) olgunluğa erişip (33 yaş) daha sonra da (olgunluğun getirisi olan, olayları hakkıyla değerlendirme) yaşına eriştiğinde (40 yaş) Ona hüküm ve ilim verdik… Muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız. (A.Hulusi)

14 – Vaktâ ki kıvamına irip dengini buldu ona bir hâkimiyetle bir ilim verdik ve işte Muhsinlere böyle mükâfat ederiz. (Elmalı)

 

Ve lemma beleğa eşüddehu vesteva ateynahu hükmen ve ılma derken Musa erişkinlik dönemini tamamlayıp aklı iyice olgunlaşınca, aklının iyice olgunlaştığı bir yaşa erişince ona üstün bir muhakeme ve seçip ayırma yeteneği kazandıran bir bilgi bahşettik. Bu yaşın yeni ahitte 40 olduğu söylenir. Yani Hz. Musa’ya bu vahyin 40 yaşında geldiği ifade buyrulur.

Burada ilim, yani ona ateynahu hükmen ve ılma Hükm; Muhakeme yeteneği. İlm; bilgi, veri data, malumat değil. İlim; alametten gelir. İşaret yani. Atıf. İlmin tarifini Mekais sahibi İbn. Faris şöyle yapar;

Elİlmu yedullu alâ eserin bi’ş-şey’i yetemeyyezu bihi ‘an ğayrihi.” İlim; bir şeyi ondan olmayandan ayırmak için verilen bir eser, bir iz bir belirtidir, bir alamettir. Yani o izi takip ederek hakikati batıldan ayırırsınız. Hakkı o izi takip ederek batıldan ayırırsınız. Doğruyu o izi takip ederek yanlıştan ayırırsınız. Güzeli o izi takip ederek çirkinden ayırırsınız. İşte onun için böyle çevirmeyi daha uygun buldum.

İlim eşyanın illet, hikmet ve gayesini kavramaktır. İlim sadece malumat sahibi olmak değil, eşyanın illet, hikmet ve gayesini kavramaktır. Bu işlemi yapan yetenek muhakemedir. İşte hüküm ve ilm; ikisi birden onun için zikrediliyor. Bu hüküm ve ilim verildiği ifadesi aynı zamanda Yusuf/22. ayetinde Hz. Yusuf içinde kullanılır.

ve kezâlike neczil muhsiniyn biz dürüst ve erdemli davrananları işte böyle ödüllendiririz.

 

15-) Ve dehalel mediynete alâ hıyni ğafletin min ehliha fevecede fiyha racüleyni yaktetilan* hazâ min şî’atihi ve hazâ min adüvvih* festeğasehülleziy min şî’atihi alelleziy min adüvvih* fevekezehu Musa fekada aleyh* kale hazâ min ameliş şeytan* innehu adüvvün mudıllün mubiyn;

(Musa) herkesin kendi dünyasına çekilmiş olduğu bir saatte şehre girdi… Orada birbirini öldürmeye çalışan iki kişi gördü… Biri Onun halkından, öbürü de Onun düşmanındandı… Onun halkından olan, düşmanına karşı Musa’dan yardım istedi… Musa da ona bir yumruk vurup öldürdü… (Sonra) dedi ki: “Bu, şeytanın (bedenselliğin – bedensel bağların) işindendir. Muhakkak ki o (şeytan – kendini beden kabullenmek), apaçık saptırıcı bir düşmandır.” (A.Hulusi)

15 – Bir de şehre girdi ahalisinin bir gaflet demi idi, derken orada iki adam buldu dövüşüyorlardı biri şiy’asından biri de düşmanından, binaenaleyh şiy’asından olan ondan düşmanından olana karşı istimdat etti Musâ da ona bir yumruk indirdi işini bitiriverdi, bu dedi: Şeytanın işinden, o cidden şaşırtıcı belli bir düşman. (Elmalı)

 

Ve dehalel mediynete alâ hıyni ğafletin min ehliha kıssa devam ediyor. Şimdi büyümüş bir Musa ile karşı karşıyayız. Sarayda büyümüş üstelik. Düşünün mutlak bir ölümden Allah’ın yardımı sayesinde kurtulup sarayda prens olmuş bir Musa ile karşı karşıyayız. Ve Musa halkının her şeyden habersiz olduğu bir demde kente girdi. fevecede fiyha racüleyni yaktetilan ve orada iki adamı birbiri ile kavga ederken buldu. hazâ min şî’atihi ve hazâ min adüvvihi bunlardan biri kendi halkına, diğeri düşman tarafına mensuptu.

festeğasehülleziy min şî’atihi alelleziy min adüvvihi derken kendi halkından olan düşmana mensup olana karşı ondan yardım istedi. fevekezehu Musa fekada aleyh bunun üzerine Musa hemen atlayıp bir yumruk çekti ve adamın işini bitirdi. Bir yumrukta. Yani öyle anlıyoruz ki oradaki “fe” fa’yı takibiye yardım çağrısı işitilir işitilmez yerinden fırlayıp bir yumrukta adamın işini bitirdiğini yan anlamlardan öğreniyoruz.

kale hazâ min ameliş şeytan fakat kendine gelince, biz yine yan anlamlardan onu çıkarıyoruz; bu şeytanın işi olmalı dedi. innehu adüvvün mudıllün mubiyn çünkü o kişiyi yoldan çıkaran apaçık bir düşmandır.

Burada dikkat buyurunuz asıl kınanan ve vurgu yapılan, kaza eseri olduğu açık olan bu ölüm değil. Ondan çok daha öte bir şeye vurgu yapılıyor burada. Bu şeytanın işi denilerek Hz. Musa’nın bizden gerekçesiyle haklıya karşı haksızı savunması. Evet, Yani burada asıl vurgu yapılan şey bizden gerekçesiyle haksızı savunmak. 17. ayet İbrani’nin haksız olduğunu gösteriyor zaten. 17. ayet gelecek.

İsrail oğullarının kutsal ırkçılığını ret içeriyor bu kıssa aynı zamanda. Yani onlar ırkçılığı din yapmışlardı. Din ile ırkçılığı bir araya getirmişler, bir gözede buluşturmuşlardı. Onun için tanrıyı bile millileştirmişlerdi, Yahuva’yı. Yani kutsal ne değer varsa onları millileştirmişlerdi. Onun için bu ayetlerde aslında daha sonradan ırkçılığı kutsallık kisvesi altında pazarlayacak olan Yahudileşmiş İsrail oğullarına bir öğütte var.

Genelde her tür ırk asabiyeti ret içeriyor tabii ki imaen. Çünkü ne diyordu efendimiz; “Men dea ila asabiyetin Fe leyse min nar.” Kim ırk asabiyetine, kavmi bir asabiyete çağırırsa, o kesinlikle bizimle ilişkisini kesmiştir, bizden değildir. Diyordu.

 

16-) Kale Rabbi inniy zalemtü nefsiy fağfir liy feğafere leh* inneHU “HU”vel Ğafûrur Rahıym;

“Rabbim! Doğrusu ben nefsime (hakikatime) zulmettim (kendimi beden dünyasına ait kabullenmekle), beni mağfiret et!” dedi (Musa)… (Rabbi de) Onu mağfiret etti. Kesinlikle “HÛ” Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

16 – Ya rab dedi: doğrusu ben nefsime yazık ettim, artık mağrifetinle benim suçumu ört: o da mağrifet buyurdu, hakikat o, öyle gafur öyle rahîmdir. (Elmalı)

 

Kale Rabbi inniy zalemtü nefsiy fağfir liy Rabbim dedi bu olayın ardından. Ben kendime kötülük ettim, ben kendime zulmettim ne olur beni affet, feğafere leh Evet, bunun üzerine Allah onu affetti. Gönülden bir tevbe, gönülden bir af isteği, gönülden bir istiğfar ve arkasından gelen af. Aslında neye vurgu yapıldığı bir kez daha ortaya çıkıyor.

Tabii burada ilahi hikmetin tecellisine bakınız. Peygamber adayı olarak seçildiği daha önce vurgulanmıştı. Hatta doğumunda. Daha önce o ayeti işledik. Ben onu Resullerden biri kılacağım diyordu rabbimiz annesine. Yani aday adayı. Fakat öyle ağır acılardan geçiyor ki adeta, önce mutlak ölümden döndürülüp sarayda büyütülüyor. Zikzaklar Hz. Musa’nın hayatında. Bir iniş bir çıkış. Ondan sonra sarayda büyümüş, belki tahtın varisi olan bir preslikten çobanlığa. Aç susuz yolculuğa. Yani öyle hayatı iniş ve çıkış. Adeta gergef gergef dokunuyor. Adeta Hz. Musa’nın ruhu iki tarafa gerilmiş tın tın öttürülüyor. Yani eğitiliyor. İlahi terbiye onu böyle yüceltiyor.

inneHU “HU”vel Ğafûrur Rahıym çünkü O, evet O’dur sonsuz merhametiyle sınırsız bağışlayıcı olan. İnsan peygamber, bu ayetlerde aynı zamanda Resulallah’ın peygamber tasavvuru da inşa ediliyor. Tabii hepimizin.

 

17-) Kale Rabbi Bima en’amte aleyye felen ekûne zahiyren lilmücrimiyn;

(Musa) dedi ki: “Rabbim, varlığımdaki nimetlerine yemin ederim ki, (aidiyet duygusuna kapılarak) suçlulara asla arka çıkmayacağım.” (A.Hulusi)

17 – Ya rab! Dedi: bana olan bu in’amın hakkı için artık mücrimlere aslâ zahîr olmam. (Elmalı)

 

Kale Rabbi Bima en’amte aleyye felen ekûne zahiyren lilmücrimiyn Rabbim dedi yine Hz. Musa; Bahşettiğin nimet hakkı için suçlu ve haksız kimselere bundan böyle asla arka çıkmayacağım. Evet, demek ki haksızmış İbrani olan. Zalim, bizden gerekçesiyle arka çıkmam bundan böyle.

Belki de 56. ayetle bir irtibatı olsa gerek İnneke lâ tehdiy men ahbebte (56) yani sen sevdiğini doğru yola iletemezsin. Ayetiyle bir atıf olsa gerek arasında bu olayın. Yani ben sevsem bile eğer sen sevmiyorsan, sen hidayet etmiyorsan ben onu desteklemem, yani bu manada. Onun arkasında durmam.

 

18-) Fe asbeha fiyl mediyneti haifen yeterakkabu feizellezistensarehu Bil emsi yestasrihuh* kale lehu Musa inneke leğaviyyün mubiyn;

(Musa) şehirde (etrafı) gözetleyerek korku içinde sabahladı… Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen (yine) Ona feryat ediyor… Musa ona dedi ki: “Muhakkak ki sen apaçık bir azgınsın!” (A.Hulusi)

18 – Derken şehirde korku içinde sabahı etti gözetiyordu, baktı ki dün kendisinden yardım isteyen ona yine feryat ediyor, Musâ ona besbelli sen yaramazsın dedi. (Elmalı)

 

Fe asbeha fiyl mediyneti haifen yeterakkabu ertesi sabah o kentte endişe ile etrafı kolaçan ederek dolaşıyordu. feizellezistensarehu Bil emsi yestasrihuhu fakat o da nesi dün ondan yardım isteyen adam kendisini yine yardıma çağırmasın mı? kale lehu Musa inneke leğaviyyün mubiyn Musa ona dedi ki; Besbelli ki sen iyice sapıtmışsın, yoldan çıkmışsın dedi.

 

19-) Felemma en erade en yebtışe Billeziy huve adüvvün lehüma, kale ya Musa etüriydü en taktüleniy kema katelte nefsen Bil’ ems* in türiydü illâ en tekûne cebbaren fiyl Ardı ve ma türiydü en tekune minel muslihıyn;

(Musa) ikisinin de düşmanı olanı (kendi halkından olana tekrar yardım amaçlı olarak) yakalamak isteyince, (o kişi) dedi ki: “Ey Musa… Dün birini katlettiğin gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sadece bir zorba olmak istiyorsun buralarda; işleri düzeltmek gibi bir arzun yok!” (A.Hulusi)

19 – Deyip de o ikisinin bir düşmanı olan herifi yakalayıvermek isteyince: ya Musâ dedi: dün bir adamı öldürdüğün gibi benî de öldürmek mi istiyorsun, ara düzelticilerden olmak istemeyip de yer yüzünde bir zorba mı olmak istiyorsun. (Elmalı)

 

Felemma en erade en yebtışe Billeziy huve adüvvün lehüma fakat bir yandan da her ikisinin ortak düşmanı olan kimseyi yakalamaya girişmişti. Yani hem öyle diyor, hem de hala o bulaşık, demek ki o “bizden” duygusu hala alttan alta var. Hala temizlenmemiş o duygu. Hem haklıyı haksızı biliyor. Ama buna rağmen içgüdü ile, refleksif bir davranışla yine de o kendi milliyetinden olan adamın düşmanını yakalamaya seyirtti, koştu.

kale ya Musa etüriydü en taktüleniy kema katelte nefsen Bil’ ems O kişi ey Musa dedi. Daha dün öldürdüğün adam gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? in türiydü illâ en tekûne cebbaren fiyl Ardı ve ma türiydü en tekune minel muslihıyn anlaşılan senin tek arzun haksızlıkları gideren ve düzelten biri olmak değil, ülkenin başına zorba kesilmen. Yani bir yerde yönetenleri kastederek, sen de eğitildiğin saraydakilerin yoluna mı uyuyorsun dercesine böyle bir uyarıda bulundu.

Bu ikinci sınav aslında işin bilgisine sahip olmasına rağmen işin hala içine yatmamış olmalı. Yani hala işin ahlaki boyutunda problem var. O halde ne gerekli? Çok sıkı bir eğitime göndermek gerekli.  Madem pırıl pırıl edecek Allah onu, çünkü nübüvveti onun üstüne inşa edecek. Peygamberler peygamber olmadan önce, yani tertemiz kılınırlar da onun üzerine inşa edilirler, eğitilirler, saflaşırlar, temizlenirler.

Evet o halde ciddi bir eğitim ve terbiyeden geçmek üzere Medeyn’li öğretmenin eline seni göndereyim. Zımnen rabbimizin dediği bu aslında ve arkasından gelen ayetlerde de bunu görüyoruz zaten.

 

20-) Ve cae racülün min aksal mediyneti yes’a* kale ya Musa innel melee ye’temirune Bike li yaktüluke fahruc inniy leke minen nasıhıyn;

Şehrin uzak ucundan bir adam koşarak geldi… Dedi ki: “Ey Musa! Şehrin ileri gelenleri, senin öldürülmen konusunu tartışıyorlar… Kaç buradan… Şüphesiz sana öğüt verenlerdenim.” (A.Hulusi)

20 – Şehrin öte başından bir adam da koşarak geldi: Musâ dedi: haberin olsun heyet, seni öldürmek için hakkında emri müzakere ediyorlar, hemen çık! Ben cidden senin hayırhahlarındanım. (Elmalı)

 

Ve cae racülün min aksal mediyneti yes’a işte bu sırada kentin öteki ucundan bir adam koşarak geldi. kale ya Musa innel melee ye’temirune Bike li yaktüluk ey Musa dedi soylular seni öldürmek için hakkında görüşme yapıyorlar.

Burada suikast hazırlığı için belki de. Belki açıkça bir öldürme hükümle bir öldürme bilmiyoruz ama, Hz. peygamber için müşriklerin yavaş yavaş düşündükleri suikasti de ima eder bir  tarz görüyoruz, üslup görüyoruz. Çünkü bu zaman dilimi içerisinde müşrikler artık Resulallah’tan kurtulmak için ona suikast düzenlemek gibi bir düşünceyi tartışıyorlardı.

fahruc inniy leke minen nasıhıyn derhal burayı terk et ve şunu da unutma ki ben senin iyiliğini isteyen biriyim dedi.

 

21-) Feharece minha haifen yeterakkab* kale Rabbi necciniy minel kavmiz zâlimiyn;

Bunun üzerine (Musa) korkarak, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı… (Musa) dedi ki: “Rabbim, zâlim toplumdan beni kurtar!” (A.Hulusi)

21 – Derhal oradan korku ile çıktı gözetiyordu, dedi: ya rabbi! kurtar beni bu zalim kavimden. (Elmalı)

 

Feharece minha haifen yeterakkab* kale Rabbi necciniy minel kavmiz zâlimiyn bunun üzerine korku dolu gözlerle etrafı gözetleyerek orayı terk ederken bir yandan da rabbine şöyle yalvarıyordu. necciniy minel kavmiz zâlimiyn ey rabbim beni bu zalim toplumun elinden kurtar.

 

22-) Ve lemma teveccehe tilkae Medyene kale asâ Rabbiy en yehdiyeniy sevaessebiyl;

Medyen (Şuayb a.s.ın memleketi) tarafına yöneldiğinde (Musa) dedi ki: “Umulur ki Rabbim, düzlüğe çıkartır!” (A.Hulusi)

22 – Vaktâ ki Medyen cihetine yöneldi, ola ki rabbim beni düz yola çıkara dedi. (Elmalı)

 

Ve lemma teveccehe tilkae Medyene kale asâ Rabbiy en yehdiyeniy sevaessebiyl ve Medyen’e doğru yola koyulurken umarım rabbim beni doğru bir yola yönlendirir dedi.

Meyden halkı Arapların amoid kolundan olan bir halk. Hem ırk, hem dil olarak İbranilerle aynı kökenden. Bugünkü Amman vadisinde yaşıyorlar, Mısır’a mücavir, bağımsız bir bölge aynı zamanda. Yani Hz. Musa Resmi Mısır sınırları dışına çıkarak onların elinden kurtulmak istiyor ve bu iş için en müsait, en uygun toprak Meyden toprağı. Onun içinde orayı tercih ediyor.

 

23-) Ve lemma verade mae Medyene vecede aleyhi ümmeten minenNasi yeskun* ve vecede min dunihimümraeteyni tezûdan* kale ma hatbüküma* kaleta lâ neskıy hatta yusdirer ri’aü ve ebuna şeyhun kebiyr;

(Musa) Medyen su kuyularına ulaşınca, hayvanlarını sulayan bir grup gördü. Az ötede de iki kız, hayvanlarını sulamak için sıra bekliyordu. (Musa) sordu: “Nedir derdiniz ne bekliyorsunuz?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp dönene kadar biz sulayamayız… Babamız da çok ihtiyardır bu işe gelemez!” (A.Hulusi)

23 – Ve vaktâ ki Medyen suyuna vardı, üzerinde bir küme insan buldu suluyorlar, ötelerinde de iki dişi ehli buldu sakınıp duruyorlar, derdiniz nedir? Dedi «biz: çobanlar çekip gitmeyince sulamayız ve bizim babamız büyük bir pirdir» dediler. (Elmalı)

 

Ve lemma verade mae Medyene vecede aleyhi ümmeten minenNasi yeskun Musa Meyden sularına ulaşınca orada hayvan sulayan bir grup insanla karşılaştı. ve vecede min dunihimümraeteyni tezûdan ve onların az ötesinde iki kadın hayvanlarını tutmaya. Tezudan; yani sahip olmaya engellemeye, dağılmaktan korumaya çalışıyorlardı.

kale ma hatbüküma onlara dedi ki size nasıl yardımcı olabilirim. Yani aslında lafzen arzunuz nedir, ne arıyorsunuz burada, ne istiyorsunuz anlamına gelse de işlev olarak size nasıl yardımcı olabilirim dedi.

kaleta lâ neskıy hatta yusdirer ri’a onlar bu çobanlar işini bitirip ayrılıncaya dek biz hayvanlarımızı sulayamıyoruz dediler. Şikayet eder gibi bir tavırla. ve ebuna şeyhun Kebiyr ve bir de açıklama yaptılar. Yani arada tabii ki veciz ifade, Kur’an ın veciz beleğatı gereği, neden biz geldik, bir erkeğimiz yok muydu diye soracak olursan, öyle düşünürsen; Babamız var ama o da çok yaşlı biri dediler.

 

24-) Feseka lehüma sümme tevella ilezzılli fekale Rabbi inniy lima enzelte ileyye min hayrin fakıyr;

Bunun üzerine (Musa), onlar namına suladı… Sonra gölgeye geri dönüp niyaz etti: “Rabbim, şüphesiz ki, bana nasip ettiğin hayırdan (kaçıp kurtulduktan) sonra, çok yoksul kaldım!” (A.Hulusi)

24 – Bunun üzerine ikisine sulayıverdi, sonra gölgeye çekildi de «ya rabbi! dedi: ben cidden bana indirdiğin hayırdan dolayı bir fakirim».(Elmalı)

 

Feseka lehüma bunun üzerine Musa onların hayvanlarını onların yerine suladı. sümme tevella ilezzılli fekale Rabbi inniy lima enzelte ileyye min hayrin fakıyr ardından gölgeye çekilip şöyle yalvardı. Rabbim bana bahşedeceğin her hayra öylesine muhtacım ki..!

Evet, bu dua Resulallah’ın Taif dönüşü Mekke’ye girmeden önceki duasına benziyor. “Allah’ım gücümün tükendiğini sana arz ediyorum. Kuvvetimin azaldığını, bitmek üzere olduğunu sana arz ediyorum. İnsanlardan bıkıp usandığımı sana arz ediyorum. Beni kimlerin eline bıraktın Allah’ım.” Diyordu. Ve ondan sonra da; “Eğer bana gazaplı değilsen, bana kırgın değilsen vallahi çektiğim hiçbir şeye aldırmam.” diyordu ya duasında Resulallah. (İbn Hişam, Sira II, 29-30).

İşte bana o duayı hatırlattı. Bitmişlik, ya rabbi ben bittim. Hz. Musa’nın o hali. Vereceğin her türlü hayra o kadar muhtacım ki..! Aslında burada mazi fiil kullanılmış. Yani sanki verilmiş olan bir hayır. Var gibi ifade buyrulmuş. Bu tabii bu kızlarla karşılaşmayı bir hayır gibi algıladığını da aslında gösteriyor. Yani gökte ararken yerde galiba bir şey bulduk gibi bir imada içerse gerektir.

25-) Fecaethü ihdahüma temşiy alestihya’* kalet inne ebiy yed’uke liyecziyeke ecre ma sekayte lena* felemma caehu ve kassa aleyhil kasasa, kale lâ tehaf, necevte minel kavmizzâlimiyn;

O iki kızdan biri utangaç bir hâlde Ona (Musa’ya) geldi… Dedi ki: “Babam, hayvanlarımızı sulamanın karşılığını ödemek amacıyla seni davet ediyor”… (Musa) Şuayb’a gelip Ona hikâyesini anlattığında, (Şuayb) dedi ki: “Korkma! O zâlim toplumdan kurtuldun!” (A.Hulusi)

25 – Derken o ikinin birisi bir edep-ü haya üzere yürüyerek ona geldi, «babam seni davet ediyor bize su çekiverdiğin ecrini sana ödemek için» dedi bunun üzerine varıp ona kıssayı anlatınca, korkma, dedi, kurtuldun o kavimden, o zalimlerden. (Elmalı)

 

Fecaethü ihdahüma temşiy alestihya’* kalet Evet, bu yorum doğru çünkü arkadaki ayet bu yorumu doğruluyor. Derken o kızlardan biri utana sıkıla çıkageldi ve dedi ki; inne ebiy yed’uke liyecziyeke ecre ma sekayte lena babam hayvanlarımızı sulamana karşılık ücret ödemek üzere seni çağırıyor. felemma caehu ve kassa aleyhil kasas Musa onun yanına varıp ta ona olan biten her şeyi bir bir anlatınca kale lâ tehaf, necevte minel kavmizzâlimiyn O korkma dedi zalim kavmin elinden artık kurtulmuş oldun.

Bu ayet sureye ismini ilham eden ayet. ve kassa aleyhil kasas işte el kasas suresi buradan mülhem olarak bu isim verilmiş.

Öğretmenin görevi başlıyor. Öğrenci geldi, öğrenci gönderildi. Öğretmen şimdi kendi görevini yapmak üzere rolünün bilincinde, belki de bilincinde değil, belki de ilahi senaryo da kendisine düşen bu rolü farkında olmadan oynayacak ama şu bir gerçek ki bu öğretmen bu işi tam yapabilecek biri. Her kimse. Bu öğretmenin Hz. Şuayb olduğu yorumları yapılmışsa da bu ibarelerin hiç birinde isim geçmez. Dikkatimizi bu çekmekte zaten. Onun için Taberi de de, Razi de de bu Kur’an ın tavrına uygun davranılır ve bu yorumu sadece bir yorum olarak zikredilir ama bu yorum üzerinde katıldıklarına dair bir imada da bulunmazlar müfessirlerimiz.

[Ek bilgi: “Medyen, halkı Hz. ibrahim’in soyundan olup Mısır’a sekiz günlük bir mesafededir. Allahü Teâîâ da duasını kabul edip Cebrail’i gönderir ve Şuayb (a.s.)’ın memleketi olan Medyen’in yolunu ona gösterir.

O, bu istikamette ilerler ve şehre üç mil mesafede bulunan Medyen suyunun yanma gelir. Orada davarlarını sulayan bir insan topluluğu görür. Bunların yanı başında koyunlarım hapsetmiş, kimseyle ilgilenmeyen iki de kadın görür, onlara yaklaşır ve işlerinin ne olduğunu sorar. Onlar da koyunlarım sulamak için sıra beklediklerini, çobanlar kuyunun başından ayrılana kadar, oraya yaklaşamadıklarım, onlar ayrıldıktan sonra geri kalan su ile koyunlarım sulayacaklarını ve babalarının çok yaşlı olduğunu söylerler.

Bu iki kız, Şuayb (a.s.)’m kızlarıdır. Gerçekten de babaları çok yaşlanmıştı. Musa (a.s.) koyunlarını sulamak için onlardan müsaade alır ve kuyunun başına gelir. Kuyunun ağzında bulunan kürk kişinin kaldıramadığı taşı tek başına kaldırır, koyunları sular. Sonra bir ağacın altına çekilir ve Rabbine şöyle yalvarır: «Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım.»

O kızlar Musa (a.s.)’nm yalvarışını duyarlar, her günkünden daha erken eve dönerler. Babaları erken eve dönüş sebebini sorar, onlar da bir gencin gelip koyunlarım suladığım ve yaptığı duayı söylerler. Bunun üzerine Şuayb (a.s.) kızlarından birisini Musa (a.s.)’yi çağırmak üzere gönderir. (Ebü’l-Leys Semerkandi- Tefsirü’l-Kur’an)]

[Ek bilgi; Müslümanlar arasında yaygınlaşmış rivayetlere göre, bu hanımların babaları Hz. Şuayb (a.s) olarak geçer. Fakat Kur’an her ne kadar Hz. Şuayb’a ünlü bir karakter olarak yer veriyorsa da buna dair bir imâda bulunmaz.

Eğer Hz. Şuayb gerçekten o hanımların babası olsaydı, Kur’an da açıkça zikredilirdi, şüphesiz onun isminden bahseden birtakım rivayetler vardır, fakat Allame İbn Cerir olsun, İbn Kesir olsun bu rivayetlerden hiçbirini sahih addetmez. İbn Abbas, Hasan Basri, Ubeyde ve Said b. Cübeyr gibi büyük müfessirlerin İsrail kaynaklarına dayanmalarının, Talmud v.s gibi kaynaklarda adı geçen bu şahsı aynı adla (Şuayb) zikretmelerinin nedeni budur.

Apaçıktır ki eğer Hz. Şuayb’ın adı fiilen Resulallah’tan (s.a) rivayet edilmiş olsa bu alimler başka isim (yani kaynak) zikretmezlerdi. (Ebu’l Al’â Mevdudi- Tefhimu’l Kur’an)..! Allahu Alem..!]

 

26-) Kalet ihdahüma ya ebetiste’cirh* inne hayre meniste’certel kaviyyül emiyn;

İkisinden (kızlardan) biri dedi ki: “Ey babacığım, Onu işe al… Şüphesiz, bir ücretle çalıştırdıkların arasında en hayırlısıdır; güçlü, sözünde durandır.” (A.Hulusi)

26 – O ikinin biri, babacığım! Dedi: onu ecîr tut, çünkü tuttuğun ecîrlerin en hayırlısı o kavî, emîn adam. (Elmalı)

 

Kalet ihdahüma ya ebetiste’cirhu kızlardan biri babasına şöyle yalvardı. Babacığım onu ücret karşılığı yanında tut. inne hayre meniste’certel kaviyyül emiyn çünkü ücret karşılığı tutabileceğin güçlü ve güvenilir kimselerin en iyisi bu olacaktır.

Anlaşılan o kızlardan biri ile duygusal bir yakınlığın ilk işaretleri de veriliyor. Yani böyle bir alttan alta bir duygusal yakınlıkta gözleniyor ayetlerde anlaşıldığı kadarıyla. Zaten müteakip ayette bunu gösteriyor.

 

27-) Kale inniy üriydü en ünkihake ıhdebneteyye hateyni alâ en te’cüreniy semaniye hıcec* fein etmemte aşren femin ındik* ve ma üriydü en eşukka aleyk* setecidüniy inşaAllâhu minas salihıyn;

(Şuayb Musa’ya) dedi ki: “Ben, sekiz sene bana çalışman karşılığında şu iki kızımdan birini sana nikâhlamayı diliyorum… Eğer on seneye tamamlarsan, senin derûnunun getirisidir! Sana zorluk vermek istemem… İnşâAllâh beni sâlihlerden bulacaksın.” (A.Hulusi)

27 – Dedi: haberin olsun ben şu iki kızımın birini sana nikâh etmek istiyorum, sen bana sekiz sene ecîrlik etmek üzere ki eğer onu doldurursan, o da kendinden, mamafih seni zorlamak istemiyorum inşallah beni salihînden bulacaksın. (Elmalı)

 

Kale inniy üriydü en ünkihake ıhdebneteyye hateyni alâ en te’cüreniy semaniye hıcec Kızların babası Musa’ya; Bana bak dedi. İşte şu iki kızımdan birisini sana, bana 8 yıl çalışman karşılığında seninle evlendirmek istiyorum. fein etmemte aşren femin ındik fakat bu süreyi 10 yıla tamamlarsan o da senin bileceğin bir iş. Yani sen bilirsin artık gerisini. ve ma üriydü en eşukka aleyk zira ben seni zahmete koşmak istemem dedi. setecidüniy inşaAllâhu minas salihıyn İnşallah sen beni hep dürüst ve erdemli davranan biri olarak bulacaksın. Dedi.

Kıssanın başından beri yaşanılanları şöyle bir dikkate aldığımızda, Hz. Musa örneğinde bir insanın nereden çıkıp nereye, oradan çıkıp daha başka nereye gelebileceğinin gerçekten ilginç bir örneği ile karşı karşıyayız. Aslında bu kıssayla Hz. Musa’nın burada anlatılan kıssasıyla Hz. Yusuf’un kıssasını karşılaştırmak insan çok öğretici gelecektir.

Hz. Yusuf’un kıssasını hatırlayalım, Öksüz büyüyen bir çocuk daha sonra kuyuya atılan sabî iken, küçük iken kuyuya atılan, kuyudan çıkartılıp köle diye satılan, köle diye satıldığı evin sahibesi tarafından iftira atılan, sadece iftira atılmakla kalmayıp iftira sonucunda zindana atılan ve oradan bütün bu ağır sınavların arkasından yer yüzünün en güçlü devletinin en yetkili kişisi olarak eski Mısır devletinin en etkin bakanlığı olan hazine bakanlığına getirilen bir süreç.

Öyle bir süreç ki bu Hz Yusuf’un örneği bir kişi ne yapabilir ki sorusunun tipik bir cevabıdır. Evet, her durum her çağ ve her zeminde böyle bir soruyu sorduracak durum yaşanabilir;

Bir kişi ne yapabilir ki? Topu topu bir kişi..!

Bir kişi o kadar çok şey yapar ki liyakatle, imanla, iffetle, bilgi ile, hikmetle ve gayretle. Bunların tamamı bir kişide birleşirse öyle çok şey yapar ki, tek başına koca bir toplumun damarlarına girer. İşte bir kişi ne yapar ki sorusunun tipik bir cevabı olarak Kur’an da ki Yusuf suresi okunmalıdır. Bir kişi çok şey yapar. Ne yapamaz ki..! cevabı o zaman alınacaktır.

Orada böyle ibretlik bir olay anlatılıyor. Burada ise çok ilginç tam tersi bir süreç var. Saraydan itibaren tersi bir süreç. Hz. Yusuf zindandan saraya yürümüştü, Musa saraydan çobanlığa yürüdü. Yani yükseliş ve alçalış. Bir vererek sınanma, bir alarak sınanma. Bir varlıkla sınav, bir yoklukla sınav. İşte böyle.

Aslında bu Kur’an kıssalarında bize anlatılan hadise tarihin belli döneminde yaşanıp bitmiş bir hadise değil. Bir tür hepimizin hayatında farklı boyutlarıyla az ya da çok karşılığını bulacak olan her zaman ve zeminde geçerli olan ilahi bir yasa anlatılıyor. Bu yasa düşmez kalkmaz bir Allah Anadolu da ki deyiminde ifadesini bulan; Ne oldum deme, ne olacağım de. sözünde tam anlamını buluyor işte. O nedenle Allah’lı mısın korkma. Allah’ın var, neye muhtaçsın, Allah’ın yok neyin var?

Bu noktada Allah sonsuz bir imkandır. Nerede olursan ol sonsuz bir imkandır. Bak Musa’ya, bak Yusuf’a, bak onların izini sürenlere gör bunu, gör ve sen de çağının nesisin ona göre karar ver. Onun için bu kıssalar bir hikaye gibi kesinlikle okunmamalı. Bu kıssalar aslında hepimize şunu söyler; Anlatılan bir parça insanoğlunun hikayesidir. Bu hikaye Musa şahsında tecessüm eder, Yusuf şahsında tecessüm eder, ya da İbrahim suretinde tecessüm eder, ya da Muhammed suretinde tecessüm eder. (Hepsine sâlâtı selâm olsun) Ama unutma ki bu kıssalar insanoğlunun iyi damarının, insan oğlunun temiz arkının aktığı yatağı gösteren kıssalardır.

 

28-) Kale zâlike beyniy ve beynek* eyyemel eceleyni kadaytü fela udvane aleyy* vAllâhu alâ ma nekulü Vekiyl;

(Musa) dedi ki: “O (süre şartı) seninle benim aramda! İki süreçten hangisini tamamlarsam tamamlayayım, bana kızmak yok… Allâh, sözümüze Vekiyl’dir.” (A.Hulusi)

28 – Dedi: o, benimle senin aramızda, iki müddetin her hangisini ödersem demek aleyhime husumet yok ve Allah mukavelemiz üzerine vekîl. (Elmalı)

 

Kale zâlike beyniy ve beynek Musa; Bu seninle benim aramda kalsın dedi. eyyemel eceleyni kadaytü fela udvane aleyy iki süreden hangisini doldurursam doldurayım artık bana karşı bir husumet olmasın. vAllâhu alâ ma nekulü Vekiyl ve Allah bu söylediklerimize tanık olsun. Dedi ve böylece kıssa bir noktaya kadar geldi.

Bundan sonrası devam edecek ancak biraz önce de ifade etmeye çalıştığım gibi Musa Bin İmran’ın şahsında ilahi bir yasaya bir atıf yapılıyor. Hayat bir okuldur ey insan oğlu, ey bu vahyin muhatabı. İnsan bu okulun öğrencisidir. Allah da bu eğitimin rabbidir. Eğer sen bu okulda bu okulun en büyük mürebbisi olan Allah’ın terbiyesini almaya hevesliysen vahyin sözünü tut, vahyin gösterdiği yolu izle ki senden önce bu okulun talebesi olmuşların peşinden gitmiş olasın.

Rabbimden bu okulu alnı açık yüzü ak olarak hayat okulunu, Allah’ın rububiyetinin altında, vahyin kılavuzluğunda tamamlamayı nasip etmesini niyaz ediyorum.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Kasım 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın