RSS

İslamoğlu Tef. Ders. ANKEBUT SURESİ (45-69)(126)

07 Ara

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde Ankebût suresinin 44. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursanız geçen ders sureye adını veren ayetleri işlemiştik ve özellikle vurgu yapmıştık üzerine Çünkü rabbimiz vurgu yapmıştı. Örümceğin evi, örümceğin ağı sadece çürük değil, aynı zamanda kendisine sığınanlara mezar olan bir ağdı. Aslında örümcek kafalı olan biri böyle bir tuzağı göremezdi onun içinde Kur’an ımız bize gözünüzü açın, örümceğin ağına saray diye sığınmayın. Neyin sağlam, neyin çürük. Neyin kalıcı neyin geçici. Neyin zayıf neyin güçlü olduğunu doğru bir bakış açısıyla, doğru bir zaviyeden, doğru bir tasavvurla tanımlayın. Eğer bunu doğru yapmazsanız yarın iş işten geçmiş olur, ama tuttuğunuz her dal elinize gelir diyordu.

Şimdi devamında ki ayetleri işleyeceğiz inşallah. Ankebût suresinin 45. ayetiyle dersimize devam ediyoruz. Devamında ki ayet öyle her zaman bulunur bir ayette değil. Adeta Kur’an ın berceste ayetlerinden biri. İbadetin anahtarlarından biri. Onun için bu ayet üzerinde durabildiğim kadar, zamanımın elverdiği kadar durmak istiyorum.

Bismillah.

45-) Ütlü ma uhıye ileyke minel Kitabi ve ekımısSalâte, innes Salâte tenha anil fahşai vel münker* ve lezikrullahi ekber* vAllâhu ya’lemu ma tasne’un;

Sana vahyolunan BİLGİ’yi (Kitap) oku, bildir; salâtı ikame et… Kesinlikle salât fahşadan (kendini beden kabulünün getirisi olan aşırı davranışlardan) ve münkerden (Sünnetullâh’a ters düşüren şeylerden) uzaklaştırır… Elbette ki Allâh zikri (hatırlanışı) Ekber’dir (Ekberiyeti hissettirir)! Allâh ne hâlde olduğunuzu bilir. (A.Hulusi)

45 – Sana vahyolunan kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl, sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan nehy eder ve her halde Allahın zikri en büyük iştir ve Allah her ne işlerseniz bilir. (Elmalı)

Ütlü ma uhıye ileyke minel Kitab ey bu ilahi hitabın muhatabı olan insan. –Bu metinde yok, fakat metinde bir emir var. Bu emir mutlaka bir memur ister, kim bu? eğer bu emrin muhatabını sadece Resulallah’la sınırlandırırsak ayetin devamında ki tenha anil fahşai vel münker tüm kötülüklerden ve çirkinliklerden alıkoyar ibaresini ben Resulallah’a nasıl hasredeyim, olur mu bu? Kötülük ve çirkinlikler aslında bize layık onun için ben bu ayetin muhatabının sadece Resulallah değil, aslında bizler olduğumuzu, onun içinde ey bu ayetin muhatabı olan insan sana söylüyorum dediğini düşünüyorum ve hitabı böyle algılıyorum.-

Ütlü ma uhıye ileyke minel Kitab sana vahy edilmiş olan bu mesajı izle ve başkalarına da ilet.

Ütlû; hem izle manasına hem de ilet manasını içerir. İzle. Neden? Çünkü bu mesaj kendisini izlemek için gönderildi. Çünkü bu mesaj soyut bir dünya kurmadı sana. Sana somut bir dünya, müşahhas bir dünya kurdu. Çünkü bu mesajın ilk muhatabı ter yüzünde iz bırakan biri. izi olanlar izlenir. Onun içindir ki Allah onu örnek gösterdi. Çünkü örnek alınabilirdi. O Kur’an ın insana dönüşmüş biçimiydi. Eğer onun bıraktığı izi izlerseniz Kur’an size dönüşür. Yani sizin ahlakınızda Kur’an olur. Onun için izle ve ilet.

Ütlû aynı zamanda ilet, başkalarına aktar anlamına gelir. Eğer bir güzelliği fark etmişseniz, güzelliği fark edene. Güzelliğe sahip olmak yaraşır. Diyelim ki sahip oldunuz o zaman o güzelliği başkalarıyla paylaşmanız gerek. Çünkü ebedi güzellikler paylaşıldıkça çoğalırlar. Onun içinde başkalarına ilet. Ve arkasından devam ediyor ayet;

ve ekımısSalât. Ve salâtı ikame et. Namazı kıl diye çok klasik bir biçimde de çevirebilirim. Zaten o müsellem. Bilinen bir hakikat. Fakat ne demek salâtı ikame etmek; Bu cümlenin iki anahtar kelimesini kısaca tahlil etmem gerekiyor devamını da anlayabilmek için.

Ekım, ekame, ıkamet. Aslında Ka ve me kökünden türetilmiş bir sözcük. Bir şeyin kökü, bir şeyi ayakta tutan ana unsur manasına gelir. Kame; ayağa kalktı demektir. ekame; doğrulttu, kaldırdı, dikti, yükseltti anlamına gelir. Etimolojik kökenini göstermek için bir cümle vermeliyim. Ekantul ud. Değneği doğrulttum demektir.

Peygamberimiz namazı tanımlarken Essalâtu imadüd diyn. Namaz dinin direğidir. Femen hedemehe hedemed diyn kim onu yıkarsa dinini yıkmış olur. Ve men ekamehe ekamed diyn. Kim de onu dikerse dinini ayağa kaldırmış olur.

Peygamberin bu hadisi sadece namazın önemine dikkat değil aynı zamanda namazın ikamesinin etimolojik kökenine de bir atıftır. O nedenle direği ayağa dikmek, kaldırmak. Sanki bir binayı ayakta tutan ana sütun gibi algılayalım. Ondan da öte geçip salâtı ikame edin emrini var oluşsal bir manaya taşıyalım. Çünkü salât; salâ kökünden gelir. Salâ insanı ayakta tutan omurgaya denir. Omurga, hatta ekame ile bakışımlı bir manası da var. Çünkü salleytül asa derse bir Arap değneği ateşte ısıtarak düzelttim demiş olur. Şimdi öyle bir etimolojiden yola çıktık ki hakikaten bir çok manalar hücum ediyor şimdi. Beni söyle beni söyle diye.

Namaz dinin omurgasıdır. Yani Allah’a karşı insanın esas duruşu. Aslında namaz o değil, namaz o esas duruşun harekete dönüşmüş bir dışa vurumudur, tezahürüdür. Onun için namaz bunu değil, bu namazı doğurur. Doğurursa huşû olur. Yani içinizdeki Allah’a karşı esas duruş bilinci öylesine sizi sarıp sarmalar ki bu bilinç sizi ister istemez Allah karşısında aşk hareketine, yani önce rükû sonra secdeye kapandırır. Ya rabbi teslim oluyorum demenin bedence sidir bu. Sadece o kadar mı? değil. Allah’ım senden başkasının önünde eğilmem demenin de mü’mincesidir.

Bakınız ateşte değneği doğrulttum. Değnek eğri, yamuk. İnsan Allah’ın müdahalesi olmadan dik duramaz. Allah’ın müdahalesi olmadan kula kulluk yapmazlık edemez. eşyaya kul olur, dünyaya kul olur, değersiz şeylere kul olur, değerini beş paralık eder. Etmesin diye Allah insanın kulluğunu sadece insandan yüksek ve insanın kendisine olan sevgi ve korkusunu istismar etmeyecek bir tek zata kulluğunu ister, o da kendisi. Çünkü insanın sevgisini istismar etmeyen tek varlık Allah’tır. İnsanın korkusunu istismar etmeyen tek varlık Allah’tır, çünkü Allah insanın rakibi değildir.

İnsan hemcinsi; ne kadar seviyor olursa olsun, ne kadar yakını olursa olsun bir noktadan sonra iş karışabilir. Bir noktayı geçtikten sonra hasetlik başlayabilir, kıskançlık başlayabilir. Ne kadar yakınınız olursa olsun. İlişkinizde bütün bu yamuk şeylerin olmayacağı tek ilişki insan – Allah ilişkisidir. Onun için namaz salât kökünden gelir. Esas duruş, klas duruş. İnsanın rabbine karşı klas duruşu. O nedenle efendimiz bunun çok iyi farkında olduğu için, ki bizler çoğu zaman farkında değiliz. Aslında namazın ne muhteşem bir imkanın görünürde ki şekli olduğunu bilmiyoruz. İçini boşalttığımız içinde namaz adeta bizim için keşfedilmemiş bir hazine olma niteliğini koruyor. Keşfedilmemiş bir hazine. Üzerinde oturuyorsunuz, fakat açlıktan ölüyorsunuz. Böylesine bir hazine,

İşte onun için efendimiz diyordu ki; Namaz, “Es salâtu kurratu ayni..!” namaz gözümün nuru. Namaz hiç gözünüzün nuru oldu mu. Gözümün nuru diyecek kadar sevdiniz mi? Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi diyordu ya peygamber. Gözümün nuru namaz..! onun ayrıcalığı var. Göz nuru o. İkincisi güzel koku. Cenneti hatırlattığı için. Üçüncüsü evet, kadın. İlginç değil mi. Çok ilginç. Ne, ne ile yan yana geliyor. Kadına peygamberi bir iltifatın işte söylenişi bu. Yani Resulallah’ın; dünyanın tüm kadınlarının layık olduğu o müstesna yeri de göstermesidir bu. Namazı kadının yanına, kadını namazın yanına. Gözünüz gibi koruyun. Niye? Namaz belli, göz aydınlığı. Allah-insan ilişkisi. Kadın içinde erkek aslında, aynı şey, eşler. İnsan için göz aydınlığı da o değil mi aslında. Namaz insanın Allah’a doğru esas duruşunu temsil eder. İnsanın Allah’a dönük yüzünü inşa eder. Kadın da erkeğin insanlığa dönük yüzünü inşa eder. Onun için yan yana koyuyordu.

Aslında bunun altında çok daha derin bir şey yatıyordu; Namazdan haz almak, namazdan zevk alabilmek. Yani namazı sırtınızda yıksam da kurtulsam diye taşınan bir yük olmaktan çıkarıp, altınızda bir Burak, sizi cennete doğru götüren bir Burak etmek. İşte bu. Onun için Es salâtu Mi’rac’ul mü’min. Namaz müminin miracıdır. Buyruluyordu.

Evet değerli dostlar namaz nefis terbiyesi, ruh teskiyesi. Ateşte cevherin cüruftan ayrılması gibi insanın cevherini cürufundan ayıran bir işlemin son aşamasıdır. O nedenle esas duruştur, klas duruştur. Es salâ; insanı dik tutan omurga unutmayın. İşte namazın etimolojisi bu. Ama bütün bunları aslında ayetin devamında ki şu cümle için söyledim.

innes Salâte tenha anil fahşai vel münker çünkü namaz insanı tüm kötülüklerden ve çirkinliklerden alıkoyar. “Alı koyma potansiyeli” taşır. İşte bu Namazın insana sunduğu imkan ve şimdi bu noktada ibadetlerin ruhu gündeme geldi.

İbadetler insan içindir. Önce bunun çizelim altını. Allah için değil. Yani ibadetin niyeti elbette Allah için, fakat yararı insan içindir. İnsanın ibadetinden Allah yararlanmaz. Birinin yararlanması için onun ihtiyaç duyması lazım, muhtaç olması lazım. Allah’ın insana ihtiyacı yok.

Peki insan niçin Allah’a ibadet eder? Çünkü insanın Allah’a ihtiyacı var. Allahsız yapamaz. Allah’ın sınırsız rahmet denizinden insana açması, dökmesi için yasası var. Bu yasa gereği insanın Allah’a kulluk etmesi lazım. Çünkü bu musluk ancak o zaman açılıyor. Yasa bu. Rahmet çeşmesi ancak kulluk vanasıyla açılıyor. O nedenle bunu istiyor. Bizim için istiyor. Bir tane istiyor. O biri üzerine koyup bin vermek için sadece vermenin yasası gerçekleşsin diye istiyor. İbadet bu.

Namaz duygusal ve düşünsel bir arınma. Onun içindir ki insanı kötülüklerden ve çirkinliklerden alıkoyar. El fahşa’ aslında her tür çirkin davranış demektir. İnsanın değerini düşüren, insanın yüce onurunu beş paralık eden, insan onuruna yaraşmayan her tür çirkinlik demektir. Bu bir parça insanın değeri ile alakalıdır. Fakat el münker; Aklın kötü gördüğü şey demektir. Her şey, yani birincisi insanın ontolojik değerini düşüren şeyler, ikincisi ise insanın epistemik kalitesini, yani bilgi kalitesini, insanın duygu kalitesini, insanın akıl kalitesini, insanın bilinç kalitesini düşüren şeyler demektir. Bu ikisini yan yana koyduğunuzda zaten insanın değeri ikisinin çarpımından oluşuyor adeta. Bir boyutuyla yapısal, öbür boyutuyla eylemsel. O nedenle ikisini de gündeme getiriyor ve bu iki alanda namaz, tabii ki maksadını gerçekleştirmiş bir namaz bu iki alanda insanı onarır diyor. Yani kötülükten ve çirkinlikten nehyeder. Bir set olur.

Ateşle bağlantılı olduğunu söylemiştim ya etimolojisinin; Hem ekame, hem de salâh köklerinin, yani ateşte eğri değneği doğrultmak. İnsanın eğriliğini ateşe verip doğrultmak adeta. Allah insanı; hamdın, piş ki yanasın, yan ki olasın. Cürufun cevherinden ayrılsın diyor adeta. Böyle anlarsak sanırım yanlış olmaz.

Ondan öte namaz sadece ibadet çerçevesi içinde, bizim ibadet tasavvurumuz biraz yamuk. Allah’a gönderilmiş mektuba benzer ibadetler. Hepsi öyle; oruç öyle hac öyle, zekat öyle. Namaz ilk mektup. Unutmayın nübüvvet yılları boyunca mü’minlerin 16 yılı oruçsuz geçti, 19 yılı hacsız geçti, 14- 15 yılı faiz yasağını bilmeden geçti. Fakat 1 yılları namazsız geçmedi. Bu çok önemli.

Namaz Allah’a gönderilmiş mektuptur demiştim. Öyle mektuplar gidiyor ki zarfı var içi yok, mazruf yok, zarfın içi boş. Siz gönderiyorsunuz ve sizin adınıza ayrılmış posta kutusuna konuluyor. Bir gün gelecek mektuplarımız bir bir açılacak, gönderdiğimiz her mektup. Eğer adresi doğru ise. Bazılarının içi boş çıkacak, boş. Siz gönderdiğinizi düşünüyorsunuz ama içi boş, yok bir şey.

Peygamberin dilinde böylesi bir namaza kılanın yorulduğu yanına kalır buyrulur. Tabii ki insanı titreten bir şey. Ama şunu söylemeliyim ki tüm namazlar bir namazı bulmak için kılınırlar. Aslında namaz bitimsiz bir yolculuğun günlük beş durağıdır ve her durakta acaba burada mı bulurum diye durur, iner bakarsınız. Ve bu yolculuk yürümekle biten bir yolculuk değil, varanlar yürüyenler olacaktır. Aramakla bulunan bir arayış değil, bulanlar arayanlar olacaktır. Arkadan bir şey daha geliyor;

ve lezikrullahi ekber ve hele Allah’ın zikri olması onun en büyük boyutudur. Yani namazın nihai maksadına bir atıf.

Allah’ın zikri, zikrullah birkaç manaya gelir.

1 – Allah’ın insanı anması. Hani Bakara da; Fezkurûnî ezkurkum. (Bakara/152) siz beni anın, beni kaygı edin ki ben de sizi kaygı edeyim. Yani siz; “Bu işe Allah ne der.” deyin ki ben de titreyeyim sizin üzerinize. Evet, işte bu insanın Allah’ı Allah’ın insanı zikri. Müthiş bir hadise.

Tabii zikrullah aynı zamanda Allah’ın insanı zikri manasına da gelir. Onu da içerir. Allah’ın insanı anması. Zaten bu birbirinin devamı olduğuna göre bunu iki mana demek değil, birbirini yamalmayan iki mana demek daha doğru olur. Siz Allah’ı kaygı ederseniz, bu Allah’ı kaygı etmek ne demek kaygınız Allah olur.

Rabbim ne der, yaptığınız her işte, yaşamınızda ben bu hayatı kime teslim edeyim diye sorduğunuzda evet bu hayata ihanet etmeyecek tek kapı Allah’ın kapısıdır. Ona teslim etmeliyim derseniz eğer, size verdiğiniz zaten kendisinin size hediye ettiği o hayatı bitimsiz bir cennetle taçlandırıp geri iade eder. Budur işte. Onun için zikrullah insanın kaygısının Allah olması, İnsanın maksimum hedefinin Allah olması. İnsanın sebeplerin sebebinin Allah olması. Bilincinin merkezinde Allah olması, Allah’ın gör dediği yerden bakması. Eşyaya, insana, kendisine, varlığa, tabiata bütün bunları okurken ilahi bir kitap ve hitap olarak okuması. İşte zikrullah bu.

vAllâhu ya’lemu ma tasne’un zira Allah işledikleri her bir şeyi bilir. Allah bilir, onun için insanın aslında namaz kılarken bu namazdan ne umduğunu da bilir. Sadece namaz kılıyormuş görüntüsünü bilmez, onun kaydı namaz kılan insanın yüreğinin derinliklerini de bilir onu da çeker kayıt altına alır. Maun suresini bu ayetin tefsiri olarak okumak lazım.

Eraeytelleziy yükezzibü Bid diyn. (Maun/1) Baksana şu dini yalanlayan adama; Fezâlikelleziy yeduul yetiym. (2)İşte bu yetimi itip kakıyor Ve lâ yehuddu ‘alâ ta’âmil miskiyn. (3)Yoksulu doyurmuyor değil, doyurmaya teşvik etmiyor. Doyuracak bir de başkalarını doyurmaya teşvik edecek. Üç ayet oldu. Feveylün lil musalliyn. (4) Bu 4. ayet. Dini yalanlayandan girdi, yetimden ve yoksuldan geçti 4. ayette yazıklar olsun, özelde namaz kılmak musalliyn namaz kılanlar diye de çevrilebilir. Ama doğru çeviri yazıklar olsun böylesine ibadet edenlere. Çünkü bu ayetlerin sebebi nüzulü olarak gösterilen tüm olaylar Mekke de ki müşrik ileri gelenleriydi.

Yine maun suresinin indiği zaman dilimini esas aldığımızda bir bütün olarak indi parçalı değil tüm olarak indi ve dini yalanlayanlardan söz ediyor. Dini yalanlayanın namazı ne demek ki. İşte ibadet orada. Demek ki namaz deyince aklımıza sadece salât deyince namaz gelmemeli. Kur’an da bile namaz salât kelimesinin 15 e yakın manası var. Zaten salât kelimesi 18 anlamlı bir kelime. Onun için yazıklar olsun böyle ibadet edenlere. Niye? Devamını okursak anlayacağız.

Elleziyne hüm ‘an Salâtihim sâhûn. (5) Onlar ibadetlerinden gafildirler. Ne demek? Onlar ibadetlerinin amaçlarını unutuyorlar. İbadetin gerçekleştirmek istediği şeyi gerçekleştirmiyorlar. Elleziyne hüm yurâûn. (6) çünkü onlar müailik yapıyor, gösteri yapıyorlar. Yani namaz kılıyormuş, ibadet ediyormuş görüntüsü veriyorlar. Ve yemne’ûnel mâ’ûn. (Maun/7) Karşılıksız yardımı da engelliyorlar.

Evet, bu kadar 7 ayetlik bir sure ama aslında namazın tefsiridir. İlk 3 ayet sosyal konuda son 3 ayet ibadet konusunda. Yani insandan Allah’a ve insandan insana ulaşan 2 boyutlu bir olay. Çift kanatlı bir kuş. İnsan bu. İlk ayetler insanın insanla ilişkisini son 3 ayette insanın Allah ile ilişkisi. Bu ikisi arasında bağlantı yoksa diyor, siz kulluk yapmıyorsunuz. İbadet etmiyorsunuz.

 

46-) Ve lâ tücadilu ehlel Kitabi illâ Billetiy hiye ahsen* illelleziyne zalemu minhüm ve kulu amenna Billeziy ünzile ileyna ve ünzile ileyküm ve ilâhuna ve ilâhuküm Vahidün ve nahnu leHU müslimun;

Aralarındaki zulmedenler müstesna! Geçmişte kendilerine BİLGİ verilmiş olanlarla, en güzeli neyse o şekilde mücadele edin ve şöyle deyin: “Bize inzâl olunana da size inzâl olunana da iman ettik… İlâhımız ve ilâhınız aynı TEK’tir! Biz O’na teslim olmuşlarız.” (A.Hulusi)

46 – Ehli kitâba en güzel olan suretten başkasıyla mücadele de etmeyin ancak zulmedenler başka, ve deyin ki: biz, hem bize indirilene iman ettik hem size indirilene ve bizim ilâhımızla sizin ilâhınız bir, şu kadar ki biz yalnız ona Müslim’iz. (Elmalı)

Ve lâ tücadilu ehlel Kitabi illâ Billetiy hiye ahsen* illelleziyne zalemu minhüm önceki vahyin muhataplarıyla tartışırken haksızlık etmedikleri sürece, illelleziyne zalemu minhüm. Haksızlık etmedikleri, zulmetmedikleri sürece en güzel yol ve yöntemden başkasına itibar etmeyin.

İşte Kur’an ın çağrısı dostlar. Ne diyordu?  Ud’u ila sebiyli Rabbike Bil hikmeti velmev’ızatil hasene.. (Nahl/125) Rabbimin yoluna hikmetle en güzel usul üslup neyse o an o zemin, o zaman neyi gerektiriyorsa dengeli bir biçimde zulmetmeden, haksızlık etmeden, bağcıyı dövmek için değil, üzüm yemek için çağır. Velmev’ızatil hasene ve güzel bir öğütle çağır. ve cadilhüm Billetiy hiye Ahsen. (Nahl/125) ve onlarla güzellikle mücadele et. Buyurun, işte vahyin muhatabını terbiyesi. Bir başka ayet, ona da geçelim;

Ve lâ testevil hasenetü ve les seyyie. (Fussilet/34) hiç kötülükle iyilik bir olur mu? idfa’ Billetiy hiye Ahsen tezini güzel savun. Çünkü savunduğun tezin güzel olması yetmez, onu güzel bir üslupla savunman şart. Dünyanın en güzel elmasını en kötü pakete sarıp verirsen müşteri tiksinir. Onun için güzel savun. feizelleziy beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün hamiym. (Fussilet/34)ola ki muhatabınla senin aranda bir düşmanlık olabilir. Eğer tezini güzel savunursan o sana sımsıcak bir dost kesilecektir. Bu da Fussilet/34. ayeti. İşte Kur’an. Burada da buna benzer bir öğüt veriyor.

ve kulu amenna Billeziy ünzile ileyna ve ünzile ileyküm ve deyin ki biz, bize de indirilene inandık, size de indirilene inandık. Ne müthiş bir mücadele yöntemi değil mi, baksanıza dostlar. Bir ehli kitap ile konuşurken aslında onun konuşacağı çok şey olmamalı. Niye? Beni davet edeceği bir şey yoktur ki. Beni İncil’e imana mı davet edecek. Ben zaten İncil’e iman etmeden Kur’an a etmiş olmam ki. Beni İsa’ya imana mı, Musa’ya imana mı davet edecek. Onlar benim peygamberim. Benim problemim yok bu konuda. Problem onun problemi. Onun için niye benin problemim varmış gibi davranayım ki. Problem onun problemi. İnanmayan o. Yoksa ben ona inanmazsam zaten Müslüman olmam.

Peygamberler silsilesinden, zincirinden bir tek halka düşerse tüm zincir düşer. Bunu bilirim, buna iman ederim lâ nuferriku beyne ehadin min RusuliH..(Bakara/285) Onun resuller, elçileri arasında birini ayırmam, ayırt etmem. Ben bununla emr olundum vahiy bana bunu öğretti. Onun için bu gerçeği bu kadar basit söylenebilecek bir gerçeği söyleyi vereyim kurtulurum. O düşünsün, muhatabınız düşünsün. Ortak değerlere atıf yapın diyor yani. Ortak değerleri öne çıkarın ve iletişim kurmak için bu değerlerden başlayın muhatabınızla diyaloga girmek için.

ve ilâhuna ve ilâhuküm Vahid bizimde, sizin de ilahınız bir ve tektir deyin devam edin. ve nahnu leHU müslimun ne ki; fark şurada Biz Allah’a; O’na kayıtsız şartsız teslim olmuşuz. Sizin probleminiz kayıtsız şartsız O’na teslim olamamak. Yani pazarlık yapmak. Bize gönderdiğine evet ama bizden göndermeyip de falancalardan gönderdiğine hayır demek. Onun için ya rabbi sen gönderdinse gönderdiklerinin hepsine iman ediyorum deseydin kayıtsız şartsız iman olacaktı. Onun için Müslüman olmak, Allah’la pazarlık yapmaksızın imandır. Fark bu işte. Teslim olmuş bir duruş.

47-) Ve kezâlike enzelna ileykel Kitab* felleziyne ateynahümül Kitabe yu’minune Bih* ve min haülai men yu’minu Bih* ve ma yechadü Bi âyâtiNA illel kafirun;

Böylece sana Kitabı (Hakikat ve Sünnetullâh bilgisini) inzâl ettik… Kendilerine Kitap verdiklerimiz (hakikatleri olarak) O’na iman ederler… İşte bunlardan, O’na (hakikatlerine) iman eden kimse de vardır… İşaretlerimizi sadece hakikat bilgisini inkâr edenler (kilitlenmişler) bile bile inkâr eder. (A.Hulusi)

47 – İşte sana böyle kitap indirdik, onun için kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ederler, şunlardan da ona iman eden var ve bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr eder. (Elmalı)

Ve kezâlike enzelna ileykel Kitab ey peygamber, işte bu kitabı sana böyle bir mesajla indirdik. felleziyne ateynahümül Kitabe yu’minune Bih bu yüzdendir ki bu kitabı kendilerine verdiklerimiz yu’minune Bih ona iman ederler. Gönülden güvenirler. İmanın ahlaki tarifi güvendir. Onun için; Ben Allah’a iman ettim ama güvenmiyorum tavırları, aslında iman etmemektir. İman ettinizse güveneceksin. İmanın ahlaki karşılığı güvendir. Güvenin akidevi karşılığı imandır. Güvenirler ve dolayısıyla inanırlar.

ve min haülai men yu’minu Bih işte bu önceki vahyin mensupları arasında da inananlar olacaktır. Yani haülâi şunlar arasında da inananlar olacaktır. Bu ibareyi Mekke’li kadınlar için de anlamış bazı müfessirler ve öyle yorumlamışlar. Fakat bundan önceki cümleyi ehli kitaba değil, mü’minlere, bu kitabın muhatabına, bu vahyin muhataplarına hamletmek daha doğru olur. Onun içinde 2. cümleyi ehli kitaba hamletmek daha doğru olur.

ve ma yechadü Bi âyâtiNA illel kafirun zaten nankörler dışında hiç kimse ayetlerimizi yechadü, bile bile inkar etmek, bile bile inkar etmezler. Burada ki el kâfirun’u nankörler diye çevirdim. Çünkü nasıl ki imanın ahlaki tanımı güvense, küfrün ahlaki karşılığı da nankörlüktür.

48-) Ve ma künte tetlu min kablihi min Kitabin ve lâ tehuttuhu Bi yemiynike izen lertabel mubtılun;

Sen O’ndan (inzâl ettiğimiz BİLGİden) önce (Tevrat, İncil gibisinden) bir kitap okumuyor ve onu sağ elinle de yazmıyordun… (Demek ki genel anlamda okur – yazar olabilir… Furkan: 5) (Eğer okuyup yazıyor olsaydın) o takdirde dediklerini çürütmek isteyenler elbette şüphe ederdi. (A.Hulusi)

48 – Sen bundan evvel kitap okur değildin, hâlâ da elinde yazı yazmazsın öyle olsaydı mubtıller şüphelene bilirlerdi. (Elmalı)

Ve ma künte tetlu min kablihi min Kitabin hem sen bu Kur’an dan önce her hangi bir kitabı okumuş değildin. ve lâ tehuttuhu Bi yemiynik dahası onu kendi elinle yazmışta değildin. Evet, yani bundan önce, bu vahiyden önce ne okuman, ne yazman vardı. Ümmi Nebiy, Kur’an da ifade buyrulduğu gibi A’raf/157-158. ayetlerinde en Nebiyyil Ümmiy ümmi nebi. 2 şey ifade eder. Hem okuma yazması olmayan ümmi, hem de anasından doğduğu gibi tertemiz, çağının kültürleri ile kafası bulaşmamış, bulanmamış olan demektir. Ümmiy, anneye nispettir zaten Üm annedir. Yani anadan doğduğu gibi pırıl pırıl demek.

Onun için onun ümmiliği okuma yazmamakla sınırlı olmayıp o anlam, aynı zamanda çağının kültür pisliklerine hiç bulaşmamış olmaktır. Yani onu onun için Allah eğitti. Onun için onu anne babaya bile bırakmadı. Yani doğrudan terbiye. Doğmadan baba, doğduktan hemen sonra anne alınıverdi. Yetimlerin efendisi, yetim kalmıştı. Onu rabbi eğitti. Onu rabbi terbiye etti. Onu rabbi edeplendirdi. Onun için öyle demişti;

‘Eddebenî Rabbî fe ahsene te’dîbî Rabbim beni edeplendirdi. Ne güzel yaptı bu işi. Buyurmuştu. Hakikaten de öyle olmuştu.

Nebinin okuma yazma bilip bilmediğine ilişkin tarihte bir çok spekülasyon olmuş. Zaten peygamberlik öncesinde okuma yazması olmadığı konusunda hiçbir ihtilaf yok. Zaten böyle bir şey olsaydı bu ayete ilk defa itiraz edecek olanlar, orada yaşayanlar, onu bilenler olurdu. Onlardan da hiç çıt çıkmamış, itiraz gelmemiş. Yok böyle bir ihtilaf. Fakat asıl ihtilaf peygamberlik geldikten sonra peygamberimizin bazı davranışlarıyla sanki okuma biliyormuş gibi yorumlara yol açması.

Nedir bunların başında, hatta en belli başlısı Hudeybiye anlaşması günü Resulallah’ın anlaşma maddesine koydurulan Resulallah Muhammed’le işte Mekkeliler arasında ki anlaşma diye yazılan o girizgahta ki Resulallah maddesine Mekkelilerin görüşmecisi olan Süheyl bin Amr itiraz eder. Eğer bunun Resulallah olduğuna iman etseydik zaten bunlar olmazdı aramızda, bu anlaşmaya gerek yoktu, onun için anlaşmadan çıkarın der bunu. Bunu silin. Ama yazılmıştır, Hz. Ali de katiptir. Resulallah, Buhari’de ki bir rivayette üzerine parmağını koyar, burayı silin der. Bir rivayette kendisi siler. Bir rivayette başkasına sildirir. Bir rivayette sildirir, kendisi mührü ile yazar. Yani rivayetler birbirini tutmuyor. Çok garip, çok çelişkili.

Fakat ilginçtir, nedir bu yazı veya okuma ibaresi? Resulallah’ın peygamberlik mühründe zaten var bu. Bunu okumayı bilmek için okuma yazma bilmek gerekmiyor ki. Hepsi hepsi iki kelimelik bir şey. Zaten Resulallah mühür basıyor. Mühre hakkedilmiş, kazınmış. Onun için buradan yola çıkarak spekülasyon yapmak gerçekten de mercimeğin kütüğüne ayak dayamak olur. Hiçbir şey ifade etmez sadece salt spekülasyon olur.

Kaldı ki bu spekülasyona izin veren de maalesef İslami kaynaklar olmuş. Onlar buradan yola çıkarak Resulallah’ın okuma yazması yoktu bunu herkes biliyordu dostta düşmanda. O halde mucizedir bu şeklinde bir sonuca varmak için. Yani güya Resulallah’a bir artı değer yüklemek için. Ama bunu müsteşrikler, oryantalistler istismar ettiler.

Görüyorsunuz, aslında olmayan şeylerden olmayan şeyleri zorla çıkarmaya kalkmak hiç hayır getirmiyor. O nedenle Allah burada açıkça beyan ediyor. Sen daha önce ne okurdun ne yazardın. Bu kesin ve açık, bu yeterli.

izen lertabel mubtılun böyle olsaydı eğer insanları şüpheye düşürürlerdi batıl iddia sahipleri. Yani batıl iddia sahipleri eğer senin okuma yazman olsaydı daha önceden, böyle bir şey sadır olsaydı diyeceklerdi ki kendisi yazdı. Bunu diyemediler. Diyemediler çünkü herkesin bildiği bir gerçek; Bilmiyor. Mekkeliler bunu çok iyi biliyor. Mekke de okuma yazma bilen insan sayısı toplam 17 kişi isimleri bile biliniyor. Onun için bunu kullanamadılar. Diyemediler.

Lertab bu ibaredeki şed den farklı bir şey. Ya doğruysa kuşkusu taşımak demek. Ya doğruysa? Ya ona Allah’tan geldiyse. Demek ki inkarcı muhataplar da dahi bir ya..! var. Alttan alta bir korku var. Şek değil. Şek; yalın kuşku. Ama erayb alttan alta ya öyleyse  kuşkusu. Onun için o kelime ile gelmiş bu.

49-) Bel HUve ayatun beyyinatün fiy sudurilleziyne utül ılme* ve ma yechadü Bi âyâtiNA illez zâlimun;

Bilakis O (Kur’ân), kendilerine ilim verilmiş olanların derûnlarında apaçık işaretlerdir… (Hakikatlerinde mevcut) işaretlerimizi ancak nefsine zulmedenler inkâr eder. (A.Hulusi)

49 – Fakat o (Kur’an) kendilerine ilim verilmiş kimselerin sînelerinde parıldayan parlak âyetlerdir ve bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder. (Elmalı)

Bel HUve ayatun beyyinatün fiy sudurilleziyne utül ‘ılm aksine o kitap kendisine ilim verilenlerin gönüllerinde yer bulan hakikatin apaçık belgelerinden oluşmuştur. Öyle çevirmiş olalım. Çünkü ayetun beyyinat hakikatin apaçık belgeleri manasına gelir. Aslında vahyin doğruluğuna atıf olarak gönderilen vahiy dışı mucizelerdir. Ayat-ı beyyinat. Yani peygamberlere Allah’ın kendilerine vahiy gönderdiğinin işareti olarak verilen mucizeler vahye dipnottur.

Şimdi şu soru aslında sorulmalı araç mı büyüktür, amaç mı? Mucize vahye atıf yapan bir parmaktır. Tıpkı güneşi gösteren parmak gibi. Onun için mucizeye bakıp ta mucizenin gösterdiği vahye bakmayanlara ne demeli. Parmağa bakıp ta güneşe bakmayanlara ne demekse onu demeli. İşte onun için burada, bir sonraki ayette gelecek, yani daha sonraki ayetlerde gelecek mucize beklentilerine Kur’an ın verdiği o gerçekten de ölümsüz cevap, aslında parmağa bakıp ta aya bakmayanların nasıl bir mantıkla yaklaştıklarını deşifre ediyor.

ve ma yechadü Bi âyâtiNA illez zâlimun zaten bilinci alt üst olmuş kimselerden başkası ayetlerimizi bile bile inkara yeltenmezler.

İllez zâlimun; bilinci alt üst olmuş kimseler diye çevirdim. Çünkü zalim..! Kime zulmetti bunlar? Bir başkasına değil kendi kendilerine zulmettiler. İnsan kendisine zulmetmesi ne demek? Kendisini Allah’ın koyduğu yerden alıp bir başka yere koymak demek. Düşünün, eşyaya tanrılık yakıştıran, Allah’a ait bir niteliği, Allah dışında bir varlığa yakıştıran biri, kendisinin tanrısını kendisi atayan biridir. Bu nasıl kulluktur ki tanrısını kendisi atıyor. Öyle şey olur mu? Kendi atadığı tanrıya kul olabilir mi kişi? İşte böylesine trajik ve aynı zamanda komik bir durum Kur’an ın deşifre ettiği şey.

50-) Ve kalu levla ünzile aleyhi ayâtun min Rabbih* kul innemel ayâtü indAllâh* ve innema ene neziyrun mubiyn;

Dediler ki: “O’na Rabbinden mucizeler inzâl edilmeliydi!”… De ki: “Mucizeler sadece Allâh indîndendir… Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (A.Hulusi)

50 – Nitekim ona rabbinden âyetler indirilse ya dediler, de ki: o âyetler, hep Allahın indindedir, ben ancak açık bir nezîrim. (Elmalı)

Ve kalu levla ünzile aleyhi ayâtun min Rabbih  bir de kalkıp ona rabbimden mucizevi bir belgelendirilmeli değil mi dediler. Biraz önce söylemiştim, işte ayet geldi. Rabbinden ona mucize indirilmeli değil miydi. Bakınız parmak güneşi gösterirken güneşe bakmayan adamlar. Yamuk bakışlı adamlar. Yamukluğu baktıklarında arıyorlar bakışlarında değil de, onun için göremediler. Kur’an ın verdiği ölümsüz cevaba bakınız; Bunu mutlaka yüreklerinin ortasına yazmalı bu cevabı.

kul innemel ayâtü indAllâh de ki; tüm mucizeler Allah katındadır. ve innema ene neziyrun mubiyn ben ise yalnızca açık ve net bir uyarıcıyım.

51-) Evelem yekfihim enna enzelna aleykel Kitabe yütla aleyhim* inne fiy zâlike le rahmeten ve zikra li kavmin yu’minun;

Kendilerine bildirilen O BİLGİ’yi sana inzâl etmiş olmamız, onlara yeterli gelmedi mi? Muhakkak ki bunda iman eden topluma elbette bir rahmet ve öğüt vardır. (A.Hulusi)

51 – Yetişmedi mi daha onlara ki sana kitap indirdik, karşılarında okunup duruyor? Şüphesiz ki onda iman edecek bir kavim için muhakkak bir rahmet ve ilâhî bir ihtar var. (Elmalı)

Evelem yekfihim enna enzelna aleykel Kitabe yütla aleyhim peki, kendilerine izlemeleri için iletilen bu kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?

Soru açık ve net. Allah’tan bir mucize indirmesini isteyenler, size bu kitap yetmedi mi diyor. Yani mucizelerin mucizesi bu kitap. Neden? Ekstra mucize talebi bu tür tüm taleplerin aslında reddedildiğinin en açık göstergesi İsra/90-93. ayetleridir. Yani bu tip gelen her talep peşinen reddedilmiş. Neden? Onlara bir mucize gelseydi dahi inanmayacaklardı diyen Kur’an ın bizzat kendisi Enam/109. ayeti. Bunu açıkça söylüyor. Onun içinde ayrıca A’raf/146. ayetiyle kontak kurmak lazım. Ama asıl burada dikkatimizi çeken şu; Kur’an çok açık konuşuyor. Bu Kur’an mucize olarak yetmezse eğer bir adama, hiçbir mucize yetmez diyor. Kur’an Hz. Peygamberin peygamberlik mucizesidir.

Her peygamberin peygamberliğini tasdik eden bir mucize vardır. Bir çok peygamberin peygamberliğini tasdik eden mucizesi vahyin dışında ayat-ı beyyinat açıkça gelmiştir. Fakat peygamberliğin zirvesi olan son Nebinin peygamberlik delili olan mucize vahyin içinde gelmiştir. Neden? Vahyin dışında vahye atıf olarak, dip not olarak gelen mucizeler kendi çağı ile sınırlıdır, onu görenlerle sınırlıdır. Fakat son vahyin mucizesi ebedidir. Kendisinin indiği çağla sınırlı değildir. Çünkü bu vahiy yaşadıkça bu mucize de yaşayacaktır.

Nedir bu mucize? Bunu anlamak için uzaklara gitmeye gerek yok. İnişinden 1.400 küsur yıl sonra indiği günkü kadar ter ü taze, buğusu üstünde tüterek, hala sayısız kadın ve erkeğin yüreğinin halkasını ta ortasından kavrıyor ve kendine çeviriyorsa bir kitap, hala doğuda ve batıda, güneyde ve kuzeyde, beyaz ve siyah, sarı ve kırmızı her ırktan, her renkten, her kademeden, her kültürden ve her çeşitten insanın yüreğini teslim alıyorsa bir vahiy, bundan büyük mucize mi olur? İşte mucize bu. Çok dostum var sen nasıl imanı buldun diye sorduğumda; Kur’an ı elime aldım her şey değişti.

Evet, Esed öyle anlatıyor. Bir gün trende karımla gidiyorduk diyor kompartımandaki insanların yüzlerine baktım. Sanki ilk defa görüyormuş gibi. Hepsi de istisnasız derin bir sancı çekiyormuş gibi içlerinin acısı yüzlerine vurmuştu. Karımla göz göze geldim; Benim gördüğümü sen de gördün mü der gibi baktım, kafasını salladı. Eve geldiğimde Kur’an ı masamın üstünde açık buldum. Tam o sayfada;

Elhakümüt tekâsürü,

Hattâ zürtümülmekabir. (Tekâsür/1-2)

Tekâsür suresi vardı kabirlere gidinceye kadar çoğaltma tutkusu yığma tutkusu, biriktirme tutkusu sizi oyaladı da oyaladı. Benim için sır çözülmüştü diyor. İşte mucize bu.

inne fiy zâlike le rahmeten ve zikra li kavmin yu’minun çünkü bunda inanacak bir toplum için tarifsiz bir rahmet ve ilahi bir uyarı zaten vardır. Kim için ama? İnanacak kimseler için. Hani öyle diyordu ya Kur’an; Ve nünezzilu minel Kur’âni ma huve şifaun ve rahmetun lil mu’miniyn… (İsra/82) mü’minler için yani güvenenler için biz Kur’an dan şifa ve rahmet indirdik. İşte böyle. Rahmet nüzul ile tenezzül buyrulmuş. Allah’ın insana tenezzül etmesi rahmetin en büyüğüdür. İşte vahiy bu tenezzülün meyvesidir.

52-) Kul kefa Billâhi beyniy ve beyneküm şehiyda* ya’lemu ma fiys Semavati vel’Ard* velleziyne amenû Bil bâtıli ve keferu Billâhi ülaike hümül hasirun;

De ki: “Benimle aranızda şahitlik itibarıyla Esmâ’sıyla hakikatim olan Allâh yeterlidir! Semâlarda ve arzda olanı bilir! Bâtıla inanıp (kendilerini toprak olacak beden kabul edip); Esmâ’sıyla nefslerinin hakikati olan Allâh’ı inkâr edenlere gelince, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir!” (A.Hulusi)

52 – De ki benimle sizin aranızda şahit, Allah yeter, o Göklerde ve Yerde ne varsa bilir, bâtıla iman edip de Allaha küfredenler, işte onlardır hep hüsrâna düşenler. (Elmalı)

Kul kefa Billâhi beyniy ve beyneküm şehiyda onlara de ki sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Tabii Allah’ı tanık tutmak, onun tanıklığına güvenmekle olur. İşte imanın bir parçası. Ya rabbi sen gördün ya, bu yeter diyebilmek,. budur tanık tutmak. Ya rabbi sen bildin ya bu yeter, bu kafi, yeter ki sen bil. Senin bilginin dışında da olmayacağına göre ne gam ya rabbi. Birileri bilmesin, birileri görmesin ne gam. İman bu.

ya’lemu ma fiys Semavati vel’Ard O göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Göklerde ve yerde olan her şeyi bilir de göklerin ve yerin kendisi uğruna dizayn edildiği insanı ihmal eder mi? Onu da bilir.

velleziyne amenû Bil bâtıli ve keferu Billâhi ülaike hümül hasirun yine bilir ki batıl inançlara saplanan ve Allah’a nankörlük eden kimseler, evet onlar hüsrana uğrayacak olanların ta kendileridir.

Batıl inanç velleziyne amenû Bil bâtıl ilginç bir terkip, ibare. Batıla iman eden. Demek ki iman tek başına yalınkat bir kazanım değil. Hakka iman bir kazanım. Batıla iman imanın israfıdır. Batıla iman insanın iç enerjisini tüketir. Hakka iman insanın iç enerjisini çoğaltır.

Mesela; Bir şeyi fetişleştirdiniz, uğurum dediniz ona. Bir eşya elinizde bir maket, mumdan bir bebek. Uğurum, onu fetişleştirdiniz. Ona yüklediğiniz bu değer karşısında siz nesneleşirsiniz, o özneleşir. Onun karşısında nesne olursunuz. O sizi yönlendirmeye kalkar. Bu kendi kendini gerçekleştiren kehanettir. Önce kehanette bulunursunuz ondan sonra kendi kendini gerçekleştirir. Yani kendi felaketinizi kendiniz imzalarsınız. İç enerjinizi öyle tüketirsiniz. 13 rakamına uğursuzluk yükledinizse 13 rakamı sizin efendiniz, siz de 13 rakamının kölesi olursunuz, nesnesi olursunuz. İşte bunun gibi.

Basit şeylerden örnekler verdim. Burcunuzu katabilirsiniz işin içine. Başka şeyleri katabilirsiniz İşte böyle. Onun için batıla iman insanın iç enerjisini tüketir. Batılla Hakk bir arada olmaz. Neden; Çünkü siyah ve beyazın karışımını yani griliği kabul etmeyen, zerre kadar griliği kabul etmeyen alan, iman alanıdır. İman alanı alacayı sevmez. % 95 Allah’a inansan da % 5 de putuma inansam olmaz mı derseniz olmaz. Neden; bir kazan bal şerbetinin içine ne olacak ki, kazanın kaçta biri ki bir kaşık pislik, evet, o tamamen pislik olur. Onun için şirk zaten içine batıl karışmış hat demektir, şirkettir. O nedenle imanda grinin tonları üzerine oynanmaz. Nettir, açıktır, yalındır. İman grileştiği zaman sahibi müşrikleşir.

53-) Ve yesta’ciluneke Bil azâb* ve levla ecelün müsemmen lecaehümül azâb* ve le ye’tiyennehüm bağteten ve hüm lâ yeş’urun;

Diğer takdir edilmiş bir ömürleri olmasaydı, onlara azap elbette gelirdi! Onlar farkında değilken, kendilerine aniden, mutlaka gelecektir. (A.Hulusi)

53 – Bir de senden acele azâb istiyorlar, eğer müsemmâ bir ecel olmasa idi o azab onlara muhakkak gelmişti ve elbette o kendilerine gelecek, şuurları olmayarak ansızın gelecek. (Elmalı)

Ve yesta’ciluneke Bil azâb tehdit edildikleri azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. ve levla ecelün müsemmen lecaehümül azâb eğer belirlenmiş yasaya uygun bir süresi olmamış olsaydı azap onların başına hemen gelirdi, derhal gelirdi. Tarihin Allah tarafından konulan yasalarına atıf bu ayet. İsra/16. ayetine bakın;

Ve izâ eredna en nühlike karyeten emerna mütrefiyha.. (İsra/16) Ne diyordu? Biz bir toplumun helak sürecini dilediğimiz zaman onlara doğruları emrederiz. Onların ileri gelenlerine doğruları emrederiz fefeseku fiyhaFakat onlar yanlışları yapmaya başlarlar ve tabii arkasından helak sürecine girilmiş olur. Onun gibi yasaya atıf.

 ve le ye’tiyennehüm bağteten ve hüm lâ yeş’urun yine de o, onlar hiç farkında değilken ansızın mutlaka çıkagelecektir. Yani eğer çöküş sürecine girerlerse bir gün çökeceklerdir.

54-) Yesta’ciluneke Bil azâb* ve inne cehenneme le muhıytatün Bil kafiriyn;

Azaplarını (ölümü) senden acele istiyorlar… Muhakkak ki Cehennem (el an) hakikat bilgisini inkâr edenleri ihâta etmiştir! (A.Hulusi)

54 – Senden acele azab istiyorlar, halbuki Cehennem kâfirleri kuşatıp duruyor. (Elmalı)

Yesta’ciluneke Bil azâb onlar sana meydan okuyarak azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. ve inne cehenneme le muhıytatün Bil kafiriyn ama iyi bilsinler ki cehennem inkara saplananları elbette çepeçevre kuşatacaktır.

55-) Yevme yağşâhümül azâbü min fevkıhim ve min tahti erculihim ve yekulü zûku ma küntüm ta’melun;

O süreçte, azap onların üstlerinden (bilinçlerini) ve ayaklarının altından (bedenlerini) bürür ve: “Yaptıklarınızın getirisini tadın!” der. (A.Hulusi)

55 – O gün ki azâb onları hem üstlerinden hem ayakları altından saracak da tadın bakalım neler yapıyordunuz buyuracak. (Elmalı)

Yevme yağşâhümül azâb o gün azap onları başlarının üzerinden ve min fevkıhim ve min tahti erculihim başlarının üzerinden ve ayaklarının altından sarıp sarmalayacaktır. ve yekulü zûku ma küntüm ta’melun ve Allah onlara öteden beri yapa geldiklerinizin sonuçlarını, yani kendi ellerinizle biriktirdiğiniz sonuçları tadın diyecektir.

56-) Ya ıbadiyelleziyne amenû inne ardiY vasiatün feiyyaye fa’budun;

Ey iman eden kullarım! Muhakkak ki Benim Arz’ım geniştir! (Beyin kapasitesi geniştir! Burada şunu fark etmek gerekir. Gerek beden ve gerekse beyin madde ve toprak asıllı yapısı ve katmanı itibarıyla “arz” kelimesiyle işaretlenirken; beyin faaliyetinin, nöronik hareketlerinin daha da deriniyle data açığa çıkışının anlatımı da “semâ” kelimesiyle tanımlanmıştır. “Semâlar” denilmesinin sebebi ise açığa çıkan data, bilgi – ilim kapsamı mertebeleridir kanaatimizce. Dolayısıyladır ki burada “arzım geniştir” işaretiyle beyin kapasitesinin olabildiğince yüksek düzeyde kullanılarak ilim elde edilmesi önerilmektedir. Zira ana konu toprakta yok olacak kapasiteler, nesneler değil ölümsüz yaşam itibarıyla gerekli kazanımlardır.) Yalnız bana kulluk edin! (A.Hulusi)

56 – Ey benim iman eden kullarım! Haberiniz olsun benim Arzım geniştir, o halde bana ibadet edin o halde bana. (Elmalı)

Ya ıbadiy burada, evet değerli dostlar. İnsan aslında cennet ve cehennemini burada iken inşa ediyor. Yaptığınız her güzellik cennetin duvarına konulmuş bir taş, her kötülükte cehenneminizin duvarına konulmuş bir taş.

Ya ıbadiyelleziyne amenû inne ardiY vasiatün feiyyaye fa’budun ey iman eden kullarım şüphesiz ki benim arzım geniştir. O halde bana, yalnız bana kulluk edin. Burada hicrete teşvik görüyoruz aslında. Zulüm diyarından göç. Hicret imkanların tükendiği yerden imkanların üretileceği yere göç etmektir. Allah mı toprak mı ikileminde, imanınız mı, mekanınız mı ikileminde imanım demektir. Allah demektir. Bununla karşı karşıya geldiğinizde tercihinizi Allah’tan yana yapmalısınız. Her büyük medeniyet unutmayın ki bir göçün sonucudur, hicretin sonucudur ve her peygamber muhakkak muhacir olmuştur.

57-) Küllü nefsin zâikatül mevti sümme ileyna turce’un;

Her nefs, ölümü tadacaktır! Sonra bize döndürüleceksiniz! (A.Hulusi)

57 – Her nefis, ölümü tadacak, sonra döndürülüp bize getirileceksiniz. (Elmalı)

Küllü nefsin zâikatül mevt her can ölümü tadıcıdır.

Zâika; ismi fail, bir nükte aklıma geliyor. Her nefis her an ölümü tatmaktadır diye de anlayabiliriz yapısal olarak, dil açısından bu ibareyi. Yani vücutta ki tüm proteinler biliyorsunuz her 6 ayda sıfırlanır, atılır, dönüştürülür. 6 ay önce gördüğünüz dostunuzun yüzü, 6 ay sonraki dostunuzun yüzü ile aynı değildir, yenilenmiştir. Hatta karaciğer de bu çok daha sık periyotlarla yapılır. Görüyorsunuz, siz farkında değilsiniz ama beden ülkenizin içerisinde her an ölüm, her an hayat deveran etmekte. Allah’ın Muhyi ve Mumiyd isminin tecellisi her saniye sizin beden ülkenizde gerçekleşmekte.

sümme ileyna turce’un en sonunda bize dönüp geleceksiniz.

[Ek bilgi; “ÖLÜM” NEDİR? ÖLÜMÜN İÇYÜZÜ

Ne yazık ki günümüzde “ÖLÜM” olayı, gerçeğine uygun bir biçimde bilinmemekte, genelde ölümün bir “son” olduğu zannedilmektedir! Oysa ölüm, bir son olmayıp; madde âlemden, madde ötesi âleme geçişten başka bir şey değildir!.. Yani bir dönüşümdür!

İnsan, ölüm denen olayla, madde bedeni terk ederek, RUH denilen “holografik dalga” yapılı bedeniyle ya mezarda, ya da mezar dışında yaşamına devam eder! Yani ölüm; madde bedenle yaşamın sona erip, RUH bedenle devam etmesidir.

İslâm Dini’nin esaslarını bildiren Kur’ân-ı Kerîm, ölüm olayına şöyle açıklama getirir:

“Her NEFS ölümü TADACAKTIR!..”

Ölüm denen olay, biyolojik madde bedenin terk edilerek, RUH bedenle dalga âlem yaşamına geçilmesidir. Beynin durmasıyla birlikte, vücuda yayılan biyoelektrik enerji kesildiği için; beden, ruhu kendisine bağlı tutan elektromagnetizmasını yitirir ve böylece, RUH, bedenden bağımsız yaşam biçimine geçer. İşte bu olay ölüm kelimesiyle anlatılır.

Yaşam boyunca kişinin beyninden geçen tüm faaliyetler, ses ve görüntü dalgalarıyla yüklenmiş televizyon dalgaları gibi, RUH’a, yani holografik dalga bedene yüklenmiş olduğu için, kendisinde hiçbir değişiklik hissetmeden, ruh boyutunda yaşama geçiliverir… Ve kişi, RUH olarak, aynen bedende olduğu gibi yaşamına devam eder!..

Ancak bir farkla… O bedende, tamamıyla canlı ve şuurlu olmasına karşın, madde bedenini kullanamaz! Sanki bitkisel hayata girmiş, canlı, şuurlu bir kişi gibi!.. Dışarıda olup biten her şeyi görür, duyar, algılar fakat kendisinden dışarıdakilere hiçbir mesaj ulaştıramaz!

Nitekim büyük İslâm âlimi Erzurumlu İbrahim Hakkı, “Marifetname” isimli eserinde, Hz. Muhammed’in ağzından ölüm olayını şöyle nakleder:

“Meyyit (ölümü tatmış kişi), bedenini kimin yıkadığını, kimin kefenlediğini, namazını kimlerin kıldığını, ardından kimlerin geldiğini, lahde kimlerin indirdiğini ve kimlerin telkin verdiğini bilir.”

“Meyyitin yanında haykırıp, saçınızı başınızı yolmayın, ona eziyet edersiniz” uyarısı da, gene meyyitin sizi görüp hâlinizden üzüntü duymasından ileri gelir.

Ölüm denen madde bedeni kullanamama hâlini tatmış kişinin mezarda “ruh olarak” diri, aklı şuuru yerinde ve dışardan gelen hitapları algılar bir hâlde olduğunu bize en iyi idrak ettirecek olan BUHARÎ isimli hadis kitabında mevcut olan şu hadîs-î Rasûlullâh‘a dikkat edelim:

“Talha radıyallâhu anh şöyle anlatmıştır:

Bedir savaşı günü Nebi (sallâllâhu aleyhi vesellem) Kureyş eşrafından 24 kişinin cesedlerinin bir araya kaldırılmasını emretti de bunlar Bedr kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Bu suretle pis kuyu yeni pislikleri toplamış oldu. Rasûlullâh düşman bir kavme galip gelince onun açık sahasında üç gün konaklamak âdeti idi.

Bedr savaşının üçüncü günü olunca da Rasûlullâh devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Rasûlullâh yürüdü. Ashab da peşinden yürüdüler. Bu arada birbirlerine, herhâlde Rasûlullâh bir hâcet için gidiyor, diye konuştular. Nihayet, Rasûlullâh Efendimiz maktûllerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu ve onlara kendi ve babalarının adlarıyla seslendi:

– Yâ filan ibn-i filan, yâ Eba Cehil İbn-i Hişam, yâ Utbe İbn-i Rebia… Siz ALLÂH’a ve Rasûlüne inanıp itaat etseydiniz şimdi sevinir miydiniz?.. Ey maktûller!.. Biz, Rabbimizin vadetmiş olduğu zaferi gerçekten bulduk. Siz de Rabbinizin vadettiği zaferi gerçek üzere buldunuz mu?

Bu hitap üzere Ömer (r.a.) sordu:

– Yâ Rasûlullâh… Hayatı olmayan cesedlere ne diye konuşursun?

Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle cevap verdi:

– Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitmezsiniz!..”

Görüldüğü gibi, Buharî‘de nakledilen bu olayda, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) büyük bir yanlış anlamayı tashih etmekte.

İnsanlar, mezara ölmüş olarak konur ve sonra da onlar kıyamette dirilirlerşeklindeki gerçek dışı inanışı, bundan daha iyi düzeltecek bir hadis olamaz.

İnsanlar, aynen şu andaki kadar aklı, şuuru yerinde olarak mezarlara konurlar ve dışarıdan kendilerine yapılan hitapları dışardaymışcasına rahatça işitirler.

Üçüncü Halife Osman bin Affan (r.a.), bir mezar başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya kadar ağlardı. Bu sebeple kendisine;

– Sen cenneti ve cehennemi anıyorsun, ağlamıyorsun da; bundan, yani kabir korkusundan dolayı ağlıyorsun, denildi.

Osman cevap verdi:

– Rasûlullâh’tan duydum ki. “Muhakkak mezar, âhiret konaklarının ilkidir!.. Eğer kişi ondan kurtulursa, ondan sonrakilerden de kolay kurtulur. Şayet kişi ondan kurtulamazsa, ondan sonrakiler ondan şiddetli olur!..”

Sonra Osman (r.a.) şöyle devam etti; Rasûlullâh şöyle buyurdu. “Mezar kadar KORKUNÇ hiçbir feci manzara görmedim!..”

İslâm’ın en önde gelen şehîdlerinden olup, Hz. Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) tarafından cesedi toprağa verilen Sa’d bin Muâz‘ın kabri başında ise Rasûlullâh şöyle buyuruyordu:

“Şu seçkin kul ki, arş Onun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki, az kaldı kemikleri çatırdıyacaktı!.. Eğer kabir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılarından kurtuluş olsaydı, bu önce Sa’de nasip olurdu!.. O, ulaştığı mertebe itibarıyla bu sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!..”

Şimdi düşünelim… Kişi, mezarda “diri” yani “şuuru yerinde” olarak mevcut olmasa, böyle bir azap söz konusu olur mu hiç?

Soruluyor Hz. Rasûlullâh‘a.

Rasûlullâh, müminlerin hangisi daha akıllı, şuurludur?

– Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan ve ölüm ötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı… İşte onlar en akıllı-şuurlu olandır.

Gene bir başka ifadesinde şöyle buyuruyor:

“En şuurlu, ileri görüşlü insan odur ki, nefsini ilâhî hükümlere tâbi kılar, ölümden sonra yararını göreceği fiilleri yapar… Âciz de nefsinin arzularına tâbi olur, sonra da bir şeyler umar, ALLÂH’tan!..”

Gene Rasûlullâh‘ın ashabından İbni Mes’ud, kabirde görülen azap hakkında:

– Mutlaka günahkâr olanlar, kabirlerinde azap olunurlar. Hatta hayvanlar onların seslerini işitir… dediğini Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)’den işittim.

Ebu Said el Hudrî anlatıyor; Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) buyurdu:

“İnkârcıya mezarında kendisini kıyamet gününe kadar sokup ısıran 99 ejderha musallat edilir. Eğer bunlardan bir tanesi yeryüzüne üflemiş olsa, hiçbir yeşil ot yeşermez!..”

İbn-i Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor… Rasûlullâh buyurdu:

“Sizden birisi ölünce, cennetlik olsun, cehennemlik olsun akşam sabah kendisine makâmı gösterilir. Burası yerindir. Kıyametteki bâ’sına kadar buradasın.”

Burada bir de şu hususa dikkat çekelim. Âmentü’de okunan şu cümleye bir bakın…

“Vel ba’sü ba’del MEVT”… Dikkat ediniz!.. “Vel ba’sü ba’del KIYAMET” denmiyor!

Yani, “bâ’s” kelimesiyle anlatılan olay, “KIYAMET”ten sonraki değil, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonrakidir!

Dünya’da, bildiğimiz madde bedenle ve bu arada bu madde beynin ürettiği ruh bedenle yaşarız. Nitekim büyük İslâm âlimi ve mutasavvıfı İMAM GAZÂLİ, “Esmâ ül Hüsnâ şerhi” isimli eserinde “El BÂİS” ismini açıklarken bakın ne diyor:

İnsanlardan birçokları bu hususta yanlış vehimlere kapılırlar… Bunu da çeşitli şekillerde izaha çalışırlar, derler ki; ölüm yokluktur. Bâ’s; yok olduktan sonra yeniden dirilmektir, aynen birinci dirilme ve canlandırma gibi…

Bir kere onların ölümün yokluk olduğunu zan etmeleri yanlıştır! İkinci diriltmenin de birinci gibi olduğunu sanmaları dahi yanlıştır. Ölümün yokluk olduğunu sanmak bâtıldır!.. Çünkü kabir; ya ateş çukurlarından bir çukurdur, ya da cennet bahçelerinden bir bahçe…

İşin içyüzüne vâkıf olan Erbab-ı Basîret, insan varlığının ebediyet için halkolduğunu bilir ve anlar… Ona yokluk arız olmaz…

Evet, bazen cesedle ilgisi kesilir de kendisi hakkında öldü derler… Bazen cesede iade edilir de hakkında diriltildi derler…

Dirilmenin ilk yaratılış gibi, ikinci bir yaratılış olduğunu sananlar da bu zanlarında yanılmışlardır!.. Çünkü diriltmek ilk canlandırılışlarına uymayan yepyeni bir yaratma fiilinden ibarettir. Aslında insanoğlunun birçok dirilmesi vardır; onun dirilmesi iki defadan ibaret değildir…

Ölümü tadınca, madde beden çözülür; ve RUH bedenle bâ’s olmuş olarak kabirde kıyamete kadar yaşamımız devam eder. Sonra “Kıyamet” denen, Dünya’nın Güneş ısısında bozunumu devresinde, bugünkü karakteristiği istikametinde yeniden bâ’s olur!.. Ve nihayet son defa, bu bedenler de gittiği ortama göre yeniden bir bâ’s ile oluşurlar.

Kabirde, şu andaki mevcut aklımızla, algılama-değerlendirme mekanizmamızla mı olacağız?..

Bu konuda Abdullah bin Ömer anlatıyor…

Hz. Ömer, Münker ve Nekir adlı iki meleğin kabirde gelip sual sorması hususunu Hz. Rasûlullâh ile konuşurken sordu:

– (Kabirde) aklımız başımızda olacak mı yâ Rasûlullâh?..

– Evet!.. Aynen bugünkü gibi!..

Evet, ölümü tatmış, aklı şuuru yerinde, fakat bedeni kullanım dışı kalmış diri kişi, mezara konulunca ne olur?..

Bunu da Enes radıyallâhu anh’ın ağzından dinleyelim:

Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:

“Kul kabre konulduğunda, kabirden uzaklaşanların ayak seslerini işitir… Onlar uzaklaşırken iki melek gelir ve onu oturtup şöyle sorarlar:

– Muhammed denen adam hakkında ne dersin?..

Eğer müminse…

– Şehâdet ederim Muhammed ALLÂH’ın kulu ve Rasûlüdür… Bunun üzerine;

– Şu cehennemdeki yerine bak!.. ALLÂH onu cennettekine tebdil etti…

O, artık hem cehennemdeki yerini, hem de cennette gideceği yeri görür…

İnkârcı veya gösterişte Müslüman ise şöyle der:

– Bu konuda kesin bir düşüncem yok. İnsanların konuştuklarından başka!..

Ve ona şöyle denilir:

– O’nu tanıyamadın ve bilemedin!..

Sonra ona öyle bir tokmakla vurulur ki, feryadını insanlar ve cinler dışındaki her şey işitir!..”

Nihayet şu hadis ile konuya son verelim…

“Ölümü tatmış kişi, yakınlarının ağlaması sebebiyle azap görür.”

Bu konuda daha pek çok Rasûlullâh uyarısı vardır, ilgili hadis kitaplarında okunabilir. Netice şudur ki: KİŞİ ÖLMEZ, “ÖLÜM”Ü TADAR!.. Yaşam boyutunu değiştirir!

Ölümü tatmak, denilen olay, kişinin madde bedenin kumandasını yitirip, “ruh” adı verilen holografik dalga bedenle yaşamına kaldığı yerden devam etmesidir.

Bu hâl dolayısıyla, kabre konan her kişinin şuuru yerinde, aklı başındadır! Kıyamete kadar da şuurlu olarak yaşamına devam eder. Kıyamette de o günün şartlarına göre, yeni bedene kavuşur.. (A.Hulusi) ]

58-) Velleziyne amenû ve amilus salihati le nübevviennehüm minel cenneti ğurefen tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha* nı’me ecrul amiliyn;

(Hakikatlerine) iman edip imanın gereğini uygulayanlara gelince, kesinlikle onlara cennetten, altlarından nehirler akan yüksek odalar hazırlayacağız… Onlarda sonsuza dek yaşarlar… Çalışanların karşılığı ne güzeldir! (A.Hulusi)

58 – Ve iman edip salih salih ameller yapmış olanlar, elbette onları Cennetin altlarından ırmaklar akan şehnişînlerine yerleştireceğiz, o halde ki orada ebedî kalacaklar, ne güzeldir ecri o iş görenlerin. (Elmalı)

Velleziyne amenû ve amilus salihati le nübevviennehüm minel cenneti ğurefen tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha İman eden güzel ve erdemli davranışlar sergileyen, davranışlarda bulunanları içinde sürekli kalmak üzere cennetin altından ırmaklar çağıldayan, akan yüce köşklerine yerleştireceğiz, ğurefen. nı’me ecrul amiliyn iyi davranışta bulunanların ödülü ne güzeldir, ne hoştur. 

İman ve iyi, güzel, doğru davranış. İkisi yan yana, bu ikisi ayrılmıyor. Kur’an da tam 62 yerde doğrudan birlikte kullanılır. Evet, 55. ayetle de doğrudan alakalı, hicretle bağlantılı. İman uğruna bedel ödeyenler, bedelleri ödülle karşılanacak.

Bu surenin ilk ayetini hatırlayın, hiç sınanmadan, denenmeden iman ettik demekle kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz diye başlamıştı ya, işte burada o sınanma ve denenme. Bunu söylüyor.

59-) Elleziyne saberu ve alâ Rabbihim yetevekkelun;

Onlar ki sabrediyorlar ve Rablerine tevekkül ediyorlar (nefslerinin hakikatindeki El Vekiyl isminin özelliğine iman edip işlevine güveniyorlar)! (A.Hulusi)

59 – Ki sabretmişlerdir ve yalnız rablerine dayanırlar. (Elmalı)

Elleziyne saberu ve alâ Rabbihim yetevekkelun onlar ki sıkıntılara karşı göğüs gerdiler ve hep rablerine güvendiler. Sabır, direniş, hakta direniş yani ve alâ Rabbihim yetevekkelun burada ki tevekkül Allah davasını dert edinenlerin kendi dertlerini Allah’ın satın alacağına güvenmeleridir. Tevekkül budur. Allah davasını dert edinen birinin kendi özel dertlerini Allah’ın satın alacağına güvenmektir. Budur. Tevekkülün en zirvesi de böyle tanımlanmalıdır.

60-) Ve keeyyin min dabbetin lâ tahmilü rizkaha* Allâhu yerzükuha ve iyyaküm* ve HUves Semiy’ul Aliym;

Nice canlı var ki, yaşam gıdasını yüklenip taşımıyor… Onların da sizin de yaşam gıdanızı Allâh veriyor… “HÛ”; Semi’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

60 – Öyle ya nice hayvanlar var rızkını taşıyamaz, Allah onlara da rızk veriyor size de, o öyle semi’ öyle alîm. (Elmalı)

Ve keeyyin min dabbetin lâ tahmilü rizkaha nice canlılar vardır ki rızkının sorumluluğunu yüklenmez, üstlenmez. Allâhu yerzükuha ve iyyaküm onların rızkını da sizinkine de veren Allah’tır. ve HUves Semiy’ul Aliym zira her şeyi işiten ve her şeyi bilen yalnızca O dur. 55. ayetle yine bağlantılı. Siz demek istiyor, öyle diyelim. Eğer siz Aslan olursanız, avınız ayağınıza gelir. Siz Aslan olmaya bakın, avınız ayağınıza gelir.

61-) Ve lein seeltehüm men halekas Semavati vel Arda ve sahhareş Şemse vel Kamere le yekulünnAllâh* feenna yü’fekûn;

Yemin olsun ki eğer onlara: “Semâları ve arzı kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim işlevlendirdi?” diye sorsan, elbette: “Allâh” diyecekler… Nasıl (bu gerçeği göz ardı edip şirke) dönüyorlar peki? (A.Hulusi)

61 – Celâlim hakkı için sorsan onlara: kim o Gökleri ve Yeri yaratıp Şems-ü Kameri teshir etmiş? Elbette şüphesiz Allah derler, o halde nasıl çevriliyorlar? (Elmalı)

Ve lein seeltehüm men halekas Semavati vel Arda ve sahhareş Şemse vel Kamer ve eğer dönüp de onlara sorsan gökleri ve yeri yaratan kimdir ve güneşi, ayı emre amade kılan kimdir diye, le yekulünnAllâh hiç kuşkunuz olmasın ki elbette Allah diyecekler. Evet, İlginç değil mi. Kim onlar? İlk muhatap olan Mekke nin paganları. Elbette Allah diyecekler. Yani müşrikler Allah’a inanıyorlar, problemleri Allah’a inanmamak değil. Problemleri uzak bir Allah’a inanmak. Yani işimize karışmayan, dünyamıza bulaşmayan bir Allah, onun için de aracılar tedarik edelim, o uzakta ki Allah’a bizi yaklaştırsınlar. ..liyükarribûna ilAllâhi zülfâ. (Zümer/3) bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye diyorlardı ya, işte böyle. Yani niçin şirk koşuyorsunuz? Bizi Allah a yaklaştırsınlar diye putlar ediniyoruz. Bu günün insanı da çok farklı değil. Devam edelim:

feenna yü’fekûn o halde böyle nasıl ve neden savruluyorlar. Zihni savrulmaya bir atıf. Zihni savrulma; Hem iman etmiş gibi duracaksınız, hem de Allah’ı hayatınıza karıştırmamak için uzak bir Allah inancı tasavvur edeceksiniz.

62-) Allâhu yebsütur rizka limen yeşau min ıbadiHİ ve yakdiru leh* innAllâhe Bi külli şey’in ‘Aliym;

Allâh, kullarından dilediğine yaşam gıdasını arttırır ve (dilediğine de) kısar! Muhakkak ki Allâh Bi-küllî şey’in (hakikatinde olarak) Aliym’dir. (A.Hulusi)

62 – Allah, kullarından dilediğine rızkı sererde kısar da ona şüphesiz Allah her şey’e alîm. (Elmalı)

Allâhu yebsütur rizka limen yeşau min ıbadiHİ ve yakdiru leh kullarından dilediğinin rızkını genişletip dilediğinin rızkını sınırlandıran yine sadece Allah’tır. Allah kullarını hiç rızıksız bırakmaz. Kur’an hiçbir yerinde rızıksız bırakan yoktur. Çünkü aldığınız nefes bile rızıktır. innAllâhe Bi külli şey’in ‘Aliym çünkü Allah her bir şeyi bilendir.

63-) Ve lein seeltehüm men nezzele mines Semai maen feahya Bihil Arda min ba’di mevtiha leyekulünnAllâh* kulil Hamdü lillâh* bel ekseruhüm lâ ya’kılun;

Yemin olsun ki eğer onlara: “Semâdan suyu tenzîl edip de (şuurunda hakikat ilmi açığa çıkarıp), ölümünden sonra (hakikat şuurundan mahrum ölü gibi yaşarken) onunla arzı (bedeni) kim diriltti?” diye sorsan, elbette: “Allâh” diyecekler… De ki: “El Hamdu lillâh = Hamd, Allâh’a aittir!” Hayır, onların çoğu aklını kullanıp bunları değerlendirmezler! (A.Hulusi)

63 – Celâlim hakkı için yine sorsan onlara: kim o Semâdan peyderpey bir su indirip de Arza ölümünden sonra onunla hayat vermekte? Elbette şüphesiz Allah diyecekler, «elhamdülillah» de, fakat onların ekserisi aklı ermezlerdir. (Elmalı)

Ve lein seeltehüm men nezzele mines Semai maen yine eğer dönüp de onlara sorsan gökten suyu kim indiriyor diye feahya Bihil Arda min ba’di mevtiha ve onunla ölü toprağa can veren kimdir diye sorsan leyekulünnAllâh hiç şüphen olmasın ki elbette Allah diyecekler cevapları bu olacak. kulil Hamdü lillâh de ki hele şükür bari şunu bileydiniz. Ben böyle tercüme ettim, aslında elhamdülillah diye de bitirebilirdi. Ama tam da Türkçede buna tekabül eder. Hele şükür bari bunu olsun bileydiniz. bel ekseruhüm lâ ya’kılun ama ne gezer, onların çoğu akletmezler, kafalarını kullanmazlar.

Sorun tasavvur ve akıl sorunu, işte ayetin sonu buna dikkat çekiyor. Yamuk bakan nasıl doğru görür. Nereden baktığınız önemli, Allah’ın gör dediği yerden bakıyorsanız Allah’ın gösterdiğini görürsünüz. Yoksa..! Müşrikler bakınız Kabe yi tavaf ederken getirdikleri telbiyeyi biliyor musunuz? Lebbeyke le şerike leke illa şeriken hu velek. Ne diyorlar bakınız? Allah’ım emrine amadeyim, senin ortağım yok, yalnız bir ortağın var, hu velek o da sana ait Temlikûhu ve ma-melek sen onun sahibisin o senin sahibin değil. İşe bakın işe. Zihin çarpılırsa işte böyle olur.

Müslim naklediyor bu haberi hac kitabının 22. babında. Onun için müşrik kafası da böyle çalışıyor. Ortağın yok diyeceksin ama bir tane var o da senindir diyeceksin.

64-) Ve ma hazihil hayatüd dünya illâ lehvün ve le’ıb* ve inned darel ahırete lehiyel hayevan* lev kânu ya’lemun;

Şu dünya hayatı (en sefil yaşam – esfeli sâfîliyn) bir eğlence (kendini avutarak keyifle oyalanma) ve bir oyundan (kurallarına göre oynanan senaryo) başka bir şey değildir! Sonsuz gelecek vatana gelince; işte asıl bilinçlilik – yaşam yurdu odur. Kavrayabilselerdi! (A.Hulusi)

64 – Bu Dünya hayat bir eğlence ve oyundan ibaret ve hakikaten son yurt (dârı Âhiret) işte halîs hayat o amma bilselerdi. (Elmalı)

Ve ma hazihil hayatüd dünya illâ lehvün ve le’ıb zaten akletselerdi bileceklerdi ki sondaki ayetle bağlantı kurmak için sözün gelişinden böyle bir yan anlam çıkıyor. Akletselerdi bileceklerdi ki bu dünya hayatı geçici bir oyun ve oynaştan başka bir şey değildir.

Evet, Yaratılışın amacı bu dünya değildir diyor ayet. Yaratılışın maksadı değildir. Sadece yolculukta bir duraktır. Şimdi tam zamanı değil mi o sorunun; Hayatımı ne yapayım? Ve bir soru daha öldükten sonra ne olmayı düşünüyorsunuz? Bu günün insanının köşe bucak kaçındığı sorular bunlar. Öldükten sonra ne olmayı düşünüyorsun ve hayatınızı ne yapmayı düşünüyorsunuz.

Bu dünyanın geçiciliği üzerine kurulur varlık sorusu; Ben kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum, niçin varım, bu kadar kompleks, karmaşık bir varlık hiç için mi yaratıldı. İnsan solucanla nasıl eşitlenir. İnsanın kendisine bu hakareti yapmaya hakkı var mı? İşte bu sorular ancak hayatın bu dünya hayatının geçiciliğini anladıktan sonra sorulur. Bu bilinç onu ahirete imana götürür, hemen oraya götürür.

ve inned darel ahırete lehiyel hayevan bir de öte dünya hayatı vardır ki, işte odur gerçek hayat. Bu bilince getirir işte deminki sorular. lev kânu ya’lemun keşke, keşke bunu olsun bilselerdi. Bunu bile bilemediler.

65-) Feizâ rakibu fiyl fülki deavullahe muhlisıyne lehüd diyn* felemma neccahüm ilel berri izâ hüm yüşrikûn;

Gemiye bindikleri vakit, inançlarını sırf O’na yönlendirerek Allâh’a dua ederler… Onları karaya (çıkarıp) kurtarınca, bir de bakarsın onlar şirk koşuyorlar! (A.Hulusi)

65 – Baksan a gemiye bindiklerinde dini Allaha halîs kılarak ona muhlisâne duâ ederler de derken kendilerini karaya çıkardı mı derhal şirke koyulurlar. (Elmalı)

Feizâ rakibu fiyl fülki deavullahe muhlisıyne lehüd diyn fakat gemiye binip te tehlike hissettikleri zaman inancı batıldan arındırıp dini yalnız O’na has kılarak başlarlar Allah’a yalvarıp yakarmaya. felemma neccahüm ilel berri izâ hüm yüşrikûn fakat o kendilerini sağ salim karaya çıkar çıkarmaz aynı kimseler başlarlar O’na ortak koşmaya.

İnsanoğlunun garip bir tabiatını veriyor. İkrime Bin Ebi Cehil’in başından böyle bir şey geçmiş, Ebu Cehil’in oğlunun. Bu olaydan sonra ibret almış, öyle dört dörtlük bir insan oldu ki en sonunda canını imanına şahit kıldı ve Allah’a yürüdü, Yemame’de. Böyle, işte, Kur’an ın gücü bu bir insanı nasıl dönüştürebiliyor. Eşkıyadan nasıl evliya çıkarıyor. Vahyin mucizesi bu.

Bu ayetin söylediği şey açık, düşen uçakta, batmakta olan gemide ateist kalmaz, olmaz zaten. Hepsi terk ederler o anda. Ne biliyorsa, ne kadar biliyorsa o kadar duaya başlar. Çünkü aslına yönelir. Çünkü küfür asli değildir. İman aslidir. İman insanın ana diline benzer. 4 dili ana dili gibi güzel konuşsanız, ana dilinizin hangi dil olduğunu öğrenmek için basit bir yöntem vardır. Haberiniz olmadan çıplak ayağınıza demir bir ökçe ile şöyle bir gelip de tam etinizi sıyırırsa derinizi vah anam..! ı ana dilinizle söylersiniz. İman insanın ana dilidir aslında. Fıtratıdır, temelidir inkar etse de. Ötekiler onun üzerini örtmektir. Onun için küfür örtmektir. Kafir örtendir.

66-) Li yekfüru Bima ateynahüm ve liyetemette’u* fesevfe ya’lemun;

Kendilerine verdiklerimize (hakikatlerindeki kuvvelere) nankörlük yapsınlar ve (geçici şeylerden) faydalansınlar diye (şirke dönerler)! Yakında anlayacaklar! (A.Hulusi)

66 – Ki kendilerine verdiğimiz ni’mete nankörlük etsinler ve hayattan zevk alsınlar diye, fakat ileride bilirler. (Elmalı)

Li yekfüru Bima ateynahüm ve liyetemette’u sonuçta kendilerine verdiklerimize nankörlük etmiş ve kısa vadeli bir hazzı tüketmiş olurlar. Yukarıda ki ayetle birlikte anlayalım. fesevfe ya’lemun fakat zamanı gelince gerçeği anlayacaklar.

Hemen ilişki kuralım 64. ayet lev kânu ya’lemun diye bitiyordu. Bu ise fesevfe ya’lemun diye bitiyor. Yani yukarıdaki keşke bilselerdi diye bitiyordu bu ise eğer burada bilmezlerse zamanı gelince bilecekler diyor.

67-) Evelem yerav enna cealna Haramen Aminen ve yütehattafünNasu min havlihim* efebil bâtıli yu’minune ve Bi nı’metillâhi yekfürun;

Görmediler mi ki, onların çevresinden insanlar çekilip alınırlarken güvenli bir Harem kıldık… Bâtıla (kendilerinin bedenden ibaret olup, vefat ederek yok olacaklarına) iman edip, Allâh nimetini (nefslerindeki El Esmâ kuvvelerini) inkâr ederek nankörlük yapmıyorlar mı? (A.Hulusi)

67 – Ya görmediler de mi biz bir Harem yapmışız, emniyet içinde, halbuki etraflarında nas çarpılıp kapılıyor, artık bâtıla inanıyorlar da Allahın nimetine küfran mı ediyorlar? (Elmalı)

Evelem yerav enna cealna Haramen Aminen ve yütehattafünNasu min havlihim peki diyor belgeden bir örnek veriyor. Görmezler mi ki kendilerinin etrafında ki insanlar her tür saldırıya açık olmanın tedirginliğini yaşarken biz onlara güvenli bir dokunulmazlık bahşettik. Mekke sayesinde, Kâbe sayesinde. Hz. İbrahim sayesinde. Yani Allah’a şirk koştular imanın ekmeğini yediler. Böyle. Kâbe nin ekmeğini yediler, Kâbe nin rabbine ihanet ettiler. İşte böyle.

efebil bâtıli yu’minune ve Bi nı’metillâhi yekfürun halâ mı batıl inançlara saplanıp kalıp da Allah’ın nimetlerine nankörlük edecekler.

68-) Ve men azlemü minmeniftera alAllâhi keziben ev kezzebe Bil Hakkı lemma caeh* eleyse fiy cehenneme mesven lilkafiriyn;

Allâh üzerine yalan uydurandan yahut kendisine Hak olarak (Rasûl) geldiğinde bunu yalanlayandan daha zâlim kimdir? Hakikat bilgisini inkâr edenlerin yaşam ortamı, cehennemde değil midir? (A.Hulusi)

68 – Allaha karşı bir yalanı iftira eden yahut hak kendine gelince yalan diyen kimseden daha zalim kim olabilir? Cehennemde değil midir ancak kâfirlerin yeri? (Elmalı)

Ve men azlemü minmeniftera alAllâhi keziben ev kezzebe Bil Hakkı lemma caeh kendi uydurduğu yalanları, düzme koşma yalanları, inançlarını, batıllarını ise Allah’a yakıştıran, ya da önüne gelen hakikati yalanlayandan daha zalim biri olabilir mi? Böyle biri düşünülebilir mi? Ve men azlemü minmeniftera bundan daha zalim biri düşünülebilir mi?

İlginçtir ayetin sonunda ki lemma ceah ibaresi ilginç. Önüne gelen hakikati yalanlayan. Ama geldikten sonra yalanlayan. Ya gelmediyse? Evet, ya gelmediyse..! Getirmeyenler. O hakikati bilip de ulaştırmayanlar hesap vermeyecekler mi dersiniz?

eleyse fiy cehenneme mesven lilkafiriyn hiç küfürde direnenler için cehennemde yer bulunmaz mı? İbareye bakın, ifadeye bakın. Hani böyle bazen şaka varide olsa yapıyorlar. Cehennemlik bu kadar çok ki bana yer kalmaz. Cevabını Kur’an versin; Hiç yer bulunmaz mı?

69-) Velleziyne cahedu fiyna lenehdiyennehüm sübüleNA* ve innAllâhe leme’al muhsiniyn;

Biz’e (ermek için nefsine karşı) savaş verenlere gelince, elbette onları yollarımıza ulaştıracağız… Kesinlikle Allâh, yakîn ehliyle (ihsan sahibi {Allâh’a görüyormuşçasına yönelen}) elbette beraberdir! (Mâiyet sırrı.) (A.Hulusi)

69 – Bizim uğurumuzda mücahede edenlere gelince elbette biz onlara yollarımızı gösteririz ve şüphesiz ki Allah her halde Muhsinlerle beraberdir. (Elmalı)

Velleziyne cahedu fiyna lenehdiyennehüm sübüleNA ama davamız uğrunda var gücünü harcayanları kendi yollarımıza yönelteceğiz.

Bu anahtar bir ayettir bir ayettir, anahtar bir ibare var. SübüleNA yollarımıza, bizim yollarımıza. Yani sonu bize ulaşan yollara. Vahiy Hakka ulaşma yöntemlerinde total bir dil kullanmaz, totaliter bir dil kullanmaz. Yollarımız, tek Allah’a ulaşan birden çok yollar olabilir. Onun için yollarımız diyor. Akıl, nakil, sezgi, kâinat kitabı, vahiy kitabı, insan kitabı, okumayı bilen hepsini okuyunca oraya varırsınız zaten.

Yollarımız, usul çeşitli asıl tektir. Tek asla farklı usullerle varılabilir. En totaliter söylemler ideolojilere aittir. Rabbimiz bakınız nasıl bir usul ve üslup öğretiyor bize. Evet,

ve innAllâhe leme’al muhsiniyn ve şüphesiz Allah iyi, güzel ve erdemli davranan herkesin yanındadır. Onları yalnız bırakmayacaktır. Yani onlar yer yüzünde bir tek de kalsalar Allah gibi sonsuz bir imkana sahiptirler. Allah’ın var neye muhtaçsın, Allah’ın yok neyin var.

Sadakallahül aziym. “Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
9 Yorum

Yazan: 07 Aralık 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

9 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. ANKEBUT SURESİ (45-69)(126)

  1. ARZU

    11 Aralık 2012 at 13:47

    BU SİTEYİ HAZIRLAYAN KARDEŞİM ALLAH SENDEN BİN KERE RAZI OLSUN. BEN MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN TEFSİR VİDEOLARINI TEK TEK DİNLEYİP YAZACAKTIM AMA SİZ BUNU YAPMIŞ VE İŞİMİ KOLAYLAŞTIRMIŞ OLDUNUZ . ÖYLE SEVİNÇLİ VE MİNNETTARIM Kİ ANLATAMAM HAZİNE BULDUM GERÇEKTEN ÇOK MUTLUYUM .RABBİM SİZİ ADN CENNETTİNE ALSIN .BÜTÜN SIKINTILARINIZI ALLAHIM GİDERSİN.DEVAMINI DA İNŞALLAH HAZIRLAYABİLİRSİNİZ.RABBİM YAR VE YARDIMCINIZ OLSUN.

     
    • ekabirweb

      11 Aralık 2012 at 16:56

      Merhaba. Dualarınız için Allah razı olsun, Allah cümle inananlara da nasip eder inşallah. Çalışmalar hakkında yazımı okumuşsanız görmüşsünüzdür; Allah ve Kur’an hakkında çok yetersiz, karışık, yanlış, eksik bilgiler içinde bocalıyordum. Sadece okumakta yeterli olmayınca ben de böyle bir çalışmayla eksiklerimi giderebileceğimi düşündüm. Allah kısmet ederse devam edeceğim inşallah. Esen kalın Allah’a emanet olun.

       
  2. T.Taşpınar

    09 Mart 2016 at 16:11

    Kuranı Kerim’in en son keşfedilen mucizelerini görmek için http://www.yenimucizeler.com adresini inceleyiniz.

     
    • ekabirweb

      09 Mart 2016 at 18:00

      Merhaba. Kainat ayetlerini sünnetullah’a göre okunduğunda bu şekilde çok şeye şahit olabiliriz. Ben sayfam da bu konulara girmiyorum. Bu nedenle kopyalanan yazıyı iptal ettim, sitenin linkini koydum. Merak eden okuyucular oradan değişik ilginç yorumlar bulabilirler. Esen kalın, Allah’a emanet olun.

       
  3. Osman Bey

    03 Ocak 2019 at 00:06

    Minnettarım. Allah razı olsun.

     
  4. harun ATEŞ

    27 Ocak 2021 at 21:24

    münker-nekir meleklerinden,münkeri, münkir(haşa,inkarcı) olarak sehven kayda geçtiğini hatırlatırım.Baki,selam,muhabbet ve dualarımızla….

     
  5. ekabirweb

    27 Ocak 2021 at 21:34

    ek bilgi ölüm nedir,ankebut,57.ayetin tefsirnde geçmekte hatırlattığım yanlş yazım hatası.

     
    • ekabirweb

      28 Ocak 2021 at 10:43

      Teşekkür ederiz. Hata düzeltilmiştir. Allah razı olsun. Allah ile kalın.

       

Yorum bırakın