RSS

İslamoğlu Tef. Ders. RÛM SURESİ (01-29) (127)

14 Ara

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin! Amin..!

Değerli Kur’an dostları bugünkü dersimizle Kur’an ın yepyeni bir sitesine daha seyahate çıkacağız. Vahyin bize tenezzül buyrulan gök sofrasından gıdalanacağız. Bu gıda mideyi dolduran ve doyuran ve hepi topu 1- 1.5 günlük ömrü olan bir gıda değil. Bu gıda ruhu dolduran ve doyuran ve ruh kadar ölümsüz olan, sadece bu dünyada kalmayıp öteyi de kuşatan, insanın ruhunu büyüten, ona enerji veren, basiretini, ferasetini iz’anını, irfanını, imanını, ihsanını artıran bir gıda.

Onun içinde her sure yeni bir keşiftir. Göklerin sofrası üzerinde yaptığımız derin bir keşif. Bu keşif insanın önüne ufuklar açar bu keşif sayesinde insan eşyayı daha iyi kavrar. Bu keşif sayesinde insan varlığın kabuğunu geçer özüne bakar ve ulaşır. Vahyin aslında muhatabı üzerinde ki en büyük etkisi de buradadır. Bu girizgahtan sonra suremizin mukaddimesine geçebiliriz.

Rûm suresi Kur’an ın tedvininde 30. sırada bulunan sure. Sure adını, ilk ayetinde ki Bizans anlamına gelen Rûm dan alır. Ya da Bizanslılar. Gelecekte vuku bulacak Bizans – Pers savaşının akıbeti hakkında gayba ilişkin mucizevi bir haber yer alır adını veren ayette. Kur’an ın mucizelerinden biridir bu. Kur’an baştan sona mucize olsa da içerisinde gerek insanın hiçbir kaynaktan öğrenemeyeceği geçmişi ilişkin verdiği bilgiler. Gerek insanın Ruhunun istikbaline dair, yani, ahirete dair verdiği bilgiler, gerekse dünya hayatında ileride gerçekleşecek olaylar hakkında verdiği bilgiler ve dördüncü olarak da dışa açılmamış, sadece içerde kalmış, kendisinden başka o sırrı kimsenin bilmediği, insanın ta yüreğinde gizlediği bazı bilgileri faşetmesi, işte Kur’an ın maddi anlamda ki dört alanda gösterdiği mucizedir bunlar.

Bu sureden önceki surede hatırlayacaksınız Ankebût suresinde Kur’an ın muhatapları ona gökten bir mucize indirilmeli değimliydi dediler. Kur’an olarak şöyle cevap verdi; Onlara “mucize olarak bu kitabı indirmemiz, bu vahyi indirmemiz yetmedi mi?”

Sanki bu surenin mucizevi bir haber taşıyan ilk ayeti oraya bir gönderme gibi. Yani bu vahyin içerisinde gözle görülür, elle tutulur mucizevi haberler yer alıyor. Bunu dahi göremeyen bir göz hangi mucizeyi görür dercesine.

Tirmizi’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayetten anlıyoruz ki daha Hz. peygamber döneminde bu sure bu isimle anılıyor. Sahabe de bu ismi kullanıyor. Onun için sureye verilen Rûm adı daha sonra yerleşmiş bir ad değil, daha Hz. peygamber döneminde iken kullanılan bir isim.

Surenin zamanına gelince; Sure Mekki, hatta ünlü iki müfessir, ikisi de Endülüs’ün göz bebeklerinden, biri doğu aleminde şöhret bulmuş, ikincisi batı İslam aleminde şöhret bulmuş iki Endülüs müfessirir olan Kurtubi ve İbn. Atıyye’ye göre bu konuda ittifak var. Yani surenin bütünüyle Mekki olduğu konusunda ittifak var.

Çağdaşımız Bazergân 1 ve 26. ayetler arasını nübüvvetin 6. yılına, peygamberlik döneminin 6. yılına yerleştirir. Namaz vakitleri ile ilgili olan 17 -18. ayetleri dikkate aldığımızda, namaz vakitleri ile ilgili Kur’an da ki diğer ayetlerle bakışımlı olarak okuduğumuzda Bazergân’ın bu görüşü isabetli geliyor.

Sure İbn. Abbas kaynaklı rivayette, onu esas alırsak eğer nüzul sıralamasında 84. sırada yer alıyor. İnşikak ve Ankebût sureleri arasına yerleştirilmiş İbn. Abbas kaynaklı bu rivayet.

Surenin konusu; Medeniyetlerin kıyametine atıfla başlar sure. Özelde Bizans ve Pers medeniyetinin kıyametlerine atıfla başlar ve sure kozmik kıyamete atıfla son bulur. Yani yer yüzünde ki medeniyet kıyametiyle başlayan sure, kâinat, ya da kozmik, küresel kıyametle son bulur.

Hayatın dış yüzünün iç yüzüne, dünyadan ahirete, görünenden görünmeyene, kabuktan öze çevirir muhatabın bakışını 7. ayette. Surenin ana teması varlığın tabi olduğu temel bir yasadır. Oluş ve bozuluş. Kevn ve fesat, varlık, yaratılmışların tümü buna tabidir. Hâlık ve mahlûk diye bunun için ayırırırz. Hâlık yasa koyar, mahlûk bu yasaya tabidir. Mahlûkatın tamamının tabi olduğu temel yasalardan biri kevn ve fesat yasası, oluş ve bozuluş. Doğum ve ölüm. Geliş ve gidiş bu yasaya tabidir. Ve sure her ayetinde adeta gerek açıktan gerek dolaylı olarak bu yasaya atıf yapar. Özellikle 19 ve 25. ayetleri bu atfın en doğrudan yapıldığı ayetler. Medeniyetler de ölür ve dirilir sonucuna getirir sure. 40 ve 50. ayetleri arasında bunu işler.

Ancak, mahlûkat içerisinde, yaratılmışlar dünyası içerisinde ayrıcalıklı yeri olan bir varlık vardır. İnsan. İnsan bu ayrıcalığı ne sayesinde elde ettiği sorusunu sormamız için bize sure yol gösterir ve fıtrat üzerinde odaklar bakışlarımızı. Çünkü insan yaratılmışlar içerisinde ki ayrıcalığını fıtrat sayesinde elde etmiştir. Allah’ın insandan istediği, peygamberlerin ve onlar vasıtasıyla gönderilen vahiylerin amacı bu fıtratın Allah’ın insan benliğine nakşettiği bu fıtratın bozulmadan, ters döndürülmeden, tahrip edilmeden, tahrif edilmeden Allah’a teslim edilmesidir. Yani emanetin ihanet görmeden teslimi.

İşte 30. ayet bu gerçeği dile getirir. Feekım vecheke liddiyni haniyfa* fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha* lâ tebdiyle li halkıllâh. (30) varlığını, vecheke, yüzünü değil, o külden cüzdür. Varlığını tüm yamuk ve batıl inançlardan arındırarak sadece Allah’ın has dini olan hanif dine döndür, çevir. Yani saf inanca yönel. Arkasından; fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha o din ki Allah’ın insan benliğine nakşettiği fıtrattır. Devamı daha ilginç ve tamamlayıcı. lâ tebdiyle li halkıllâh. Yani varlığını Allah’ın insan benliğine nakşettiği, kazıdığı o temel değerlere döndür ki, Allah’ın yaratışında bir bozulmaya, bir tahrife, bir tahribe meydan verilmesin.

Bu insan hakkında ki adeta bütün bir bilginin usaresi, özü, öz suyu olan ve insanı tanımada muhteşem bir anahtar işlevi gören bu ayet ancak bir vahyin ürünü olabilir. Ve bu ayeti göz önüne almadan ne din anlaşılabilir, ne nübüvvet anlaşılabilir, ne hayat anlaşılabilir, ne insan anlaşılabilir. Onun için bu sure adeta bu anahtar ayetle kendi ana temasını da ele vermiş olur. Bu kısa özetin ardından şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.

BismillahirRahmanirRahıym

1-) Elif, Lâââm, Miiiym;

Elif, Lâm, Mim. (A.Hulusi)

01 – Elif, Lam, Mim. (Elmalı)

 

Elif, Lâââm, Miiiym bunlar heca harfleri, Türkçesiyle söylersek hece harfleri. Bunlar üzerinde daha önce yeri geldikçe Huruf-u mukadda üzerinde çok ayrıntılı olarak durmuştuk. Hemen hatırlatayım ki Kur’an da Huruf-u Mukadda’nın başında geldiği bu ayrık harflerin, kesik kesik harflerin başında geldiği surelerin hemen tamamı vahye atıfla başladığı halde, bunun 3 istisnası vardır. Bu istisnalardan biri bir önceki sure olan Ankebût idi, orada değindik. Biri de bu sure. Yani vahye atıfla başlamaz. Fakat aslında doğrudan vahye atıfla başlamaz demek daha doğru olur, dolaylı atıfla başlar.

Haddi zatında arkasından gelen ve bir gaybi haberi mucizevi olarak bize veren bu ayetler, vahyin kaynağına bir atıf değil midir. Hatta bunu bakış açınıza göre değişir, doğrudan bir atıf bile sayabiliriz. Ama bu harfler hakkında 30. aşkın görüş serdedilmiş, tefsir yapılmış ve bunlardan biri de Hz. Ebu Bekir’e ait olan; Her kitabın bir sırrı vardır, bu vahyin sırrı da bu harflerdir görüşüdür ki, bu görüş  bize bu harfler hakkında yapacağımız tüm yorumların nihai yorum olmaktan uzak olduğunu, bu harflerin işlev ve anlamının nihai tespitini ancak bu kelamın sahibinin yapacağını düşünmeye götürüyor.

 

2-) ĞulibetirRum;

Rum (Bizanslılar), mağlup oldu! (A.Hulusi)

02 – Rum mağlup oldu. (Elmalı)

 

ĞulibetirRum Bizanslılar yenilgiye uğradılar.

Mekkidir dedik değil mi sureye ittifakla. Hakikaten bu ayetlerin Mekki olmadığına dair hiç kimseden bir görüş sadır olmamıştır. Peki, Bizanslılardan bahsediyor bu ayetler ve üstelik geçmiş zaman kipi kullanıyor; ĞulibetirRum Yani Bizans’lılar yenilgiye uğradılar. Demek ki o anda bir olay olmuş ve bu geçmiş zaman kipiyle bir haberi veriyor. Bir olguyu, bir olayı, o anda olmuş bir olayı.

Bu olayın ne olduğunu öğrenmek için tarihe müracaat etmemiz lazım. Bizans tarihini yazan tüm kaynakların ortak noktası olarak bu tarihe müracaat ettiğimizde şöyle bir dünya görüyoruz. Peygamberliğin başında 2 süper güç var dünyada.  1- Bizans. 2 – Pers imparatorlukları. Bu iki imparatorluk birbirinin hasmı, adeta çift kutuplu bir dünya ve bu iki kutup arasında 100 yılı aşkın bir zamandan beri yenişilemeyen bir savaş. Harbüs sical derler Arapça da. Yani birbirine galip gelemediği iki tarafın bir savaş sürüyor.

Bizans; Herakliyus yönetiminde, Pers imparatorluğu 1. Hüsrev Perviz yönetiminde. Bu iki güç birbirinin nüfuz alanlarına göz dikmiş Bizans’ın hakimiyet alanı pers imparatorluğunun sınırları olan bu günkü Mezopotamya, Irak’ı ikiye bölen, Fırat ve Dicle arasında ki bir noktadan Azerbeycan’a doğru bir çizgi çekin. İşte pers İmparatorluğunun sınırı orada bitiyor, Bizans Irak’ın büyük kısmı, Suriye’nin tamamı, Filistin’in tamamı, Mısır’ın tamamı, hatta Tunus’a kadar uzanan bölge ve daha aşağı iniyoruz Habeşistan’a kadar Afrika’nın çok büyük bir kısmı. Yine aşağı iniyoruz; Yemen. Unutmayınız Ebrehe Bizans kralını temsilen Kâbe’ye saldırmıştı.

İşte böylesine büyük bir imparatorluk Bizans o dönemde. Ve Persler Bizans’ın iç kargaşalığından da istifade ile çok güçlü bir orduyla saldırıya geçerler. 100 yıllık bu çekişme işte bu noktada Pers’ler lehine tamamen Bizans’ın büyük ve ağır bir yenilgisiyle son bulur. 613 te Suriye düşer, Şam ele geçer. 614 de Filistin ele geçer Kudüs düşer. 615 ve 616 da Mısır teslim olur. Böyle ve Anadolu’nun tamamı Pers’lerin eline geçer.

Unutmayınız Pers’ler İstanbul’a kadar gelir ve İstanbul’u kuşatırlar ve Üsküdar yakınlarında Karargâh kurar Pers ordusu. Böyledir yani Bizans’ın kalbine kadar gelir. Hatta o kadar ki, Bizans imparatoru kaçıp Kartaca’ya, Tunus’a sığınmak gibi planlar yapar. Yani Bizans’ın başkenti de düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Böylesine çok ağır bir yenilgidir. Yani adeta Bizans iflas etmiş ve çözülme aşamasına gelmiş, hatta belki yok olup var olma aşamasındadır. Yani varlığı tartışılır haline gelmiştir.

Tabii bu haber Mekke’ye gelir. Mekke’ye gelen bu haber üzerine Mekke’de iki tür tavır takınılır. Müşrikler bu habere çok sevinirler, çünkü öteden beri Hire ile yani pers İmparatorluğunun merkezi Hire ile çok yakın ilişkilere sahiptirler. Sadece bu değil onların Bizans düşmanlığının temelinde Hıristiyanlığın ehli kitap ve bir peygambere dayalı bir din olması da gelmektedir. Yani vahye dayalı bir inanç sistemine karşı, putperest olan Pers imparatorluğunu tutarlar. İşin inanç boyutu da vardır.

Aslında işin inanç boyutu Bizans ile Pers savaşlarında da ön plandadır. Çünkü Pers imparatoru Bizans’ı yendiğinde bir anlaşma yapar. Yani Bizans bir muahede ister, barış ister, ama ne pahasına 1000 yük altın, 1000 yük gümüş, 1000 yük ipek, 1000 erkek, 1000 kadın, 1000 at, böyle 1000 lerle giden bir muahededir bu ve hepsini verir Bizans. Yani Pers sarayı ne istemişse Bizans hiç birine hayır diyemez. Fakat Pers İmparatoru ateşperest Zerdüşt dinine inanan Hüsrev şöyle bir şey daha dile getirir.

– Bu yetmez, İmparatorunuz gelecek, bizim taptığımız ateşin önünde yere kapanacak ve kendi haçını kıracak.

Yani olayın bir inanç boyutu vardır. Hatta daha sonra Bizans bu yenilginin öcünü alıp da Azerbaycan’da ki zerdüştün doğduğu kente girip orayı yerle bir edince ve en büyük ateş gedeyi, yani ateş perestşerin, ateşe tapanların taptığı en büyük mabedi yıkınca şöyle diyecektir.

– Beni kendi dinine davet ediyordu şimdi ibadet edecek bir ateşte bulamayacak.

Onun için karşılıklı bir inanç boyutu var. Tabii Pers İmparatoru Kudüs’e girdiğinde Kudüs’ü yerle bir etmişti. Kudüs’te ki büyük mabedi yerle bir etmiş ve kutsal Haçı alıp götürmüştü. Yani Hıristiyanlık dünyası için bir numaralı kutsal eşya sayılan haçı alıp götürmüştü. Onun için iki taraf arasında böylesine inanca müteallik bir çekişme de var ve bu çekişme Mekke’de yansıyor. Mekke’de müşrikler kendi taraflarını yine Purperest olan, ateş perest olan pers sarayından yana yapıyor. Müminler de henüz o güne kadar kendilerine bir davet ulaştırmadıkları için inkar etmediklerine şahit olmadıkları ve bir peygamberin vahyine iman ettiğini bildikleri Hıristiyanlardan yana tavır koyuyorlar.

Bu tavrın arkasında daha temelli bir başka sebep var. O da o anda Habeşistan Muhacirlerinin bir Hıristiyan olan Habeş ülkesi kralı tarafından bağrına basılması ve bu muhacirlere orada el üstünde yer verilmesi ve Habeşistan dan gelen birkaç Hıristiyan din adamı ekibinin göz yaşları içerisinde Mekke de Kur’an ı dinleyip onun mesajını kabul edip geri dönmüş olması.

İşte bütün bu hadiseler üst üste konulduğunda müminlerin neden Bizans’ın yanında Pers sarayına karşı tavır aldıkları anlaşılıyor. Yani olayın arka boyutunda daha farklı nedenler var.

Ve bunun üzerine bu üzüntü, bu kesin yenilgi ve tabii bu yenilgiden bir de Müslümanların büyük bir endişesi var. O ne? Habeşistan’da ki o yedek gücün dağılma, dağıtılma yok edilme endişesi. Müşrikler bunun için Fırsat kolluyorlar. Necaşi’ye çok yalvardılar Amr İbn-ül As başkanlığında bunu yaptıramadılar. Bunları çıkar ülkenden diyorlardı. Tüm hediyelerine rağmen, rüşvetlerine rağmen Müminleri kovduramadılar Habeşistan’dan. Fakat eğer Bizans’ın nüfuzu tamamen Afrika da yok olursa onun yerini Pers imparatorluğu alacak ve müşrikler çok büyük dostlukları olan Pers’lilere Habeşistan’da ki Müslümanların kökünü kazıtmayı düşüneceklerdi.

Tabii bu Onlar için stratejik bir değer biçen Resulallah’ı da üzüyordu. Düşündürüyor ve kederlendiriyordu. Çünkü unutmayınız ki Hayber’in fethine kadar Habeşistan’da ki bu muhacir grubunu Resulallah Medine’ye getirtmedi, gelmelerine izin vermedi. Ta ki Medine İslam devleti artık kendisine yönelecek hiçbir ciddi güç kalmayıncaya kadar o gücü, Habeş Muhacirlerini orada bir alternatif olarak tuttu.

İşte bütün bunlar dikkate alındığında sevinenlerin niye sevindiği, üzülenlerin niye üzüldüğü ortaya çıkacaktır ve bu üzüntüyü teskin eden mucizevi bir haber geldi. Nedir o da, devamında göreceğiz onu.

 

3-) Fiy ednel Ardı ve hüm min ba’di ğalebihim seyağlibun;

Yakın bir bölgede… Onlar (Rum) bu yenilgiden sonra, galip geleceklerdir. (A.Hulusi)

03 – Arzın yakınında, mamafih onlar bu mağlûbiyetlerinin arkasından bir kaç sene içinde muhakkak galebe edecekler. (Elmalı)

 

Fiy ednel Ard üstelik en yakın yerde Bizans’lılar yenilgiye uğradılar. En yakın yer. Birkaç anlama gelebilir. Yani bölgeye, bu ayetlerin indiği bölgeye en yakın yer. Ama en yakın yerin en makul anlamı Bizans’ın kalbine en yakın yer de bile yenilgiye uğradılar. Bizans’ın kalbine Yani Gibbon der ki Bizantolog, Bizans uzmanı, Bizans’ın bu yenilgisi inanılmaz bir yenilgi idi. Kimse Bizans’ın bu kadar kısa süre içinde böylesine paramparça olup dağılacağına inanamıyordu Ve bundan sonra bir şeye daha inanamazdı kimse artık Bizans belini ebediyen doğrultamaz görüşünde herkes müttefikti. Onun için Gibbon bu ayetleri anlamakta baya zorlanmış, tabii ayetlerin Allah’a ait bir haber olduğuna da inanmıyor ve şaşkınlığını şöyle dile getiriyor.

– Hayret diyor, Hayal bile dahi kimsenin edemeyeceği bir şeyi Muhammed nasıl bildi. (Sallahu aleyhi ve selem) Yani Fiy ednel Ard en yakın yerde. Bizans kalbinde dahi yenildi.

ve hüm min ba’di ğalebihim seyağlibun ama onlar bu yenilginin ardından yeniden galip gelecekler.

İşte mucize burada. Mucizevi haber bu. 3. ayetin son cümlesi. Ama onlar bu yenilmelerinin ardından yenecekler, galip gelecekler. Kimler? Bizans lılar. Yenilen onlardı çünkü. Seyağlibun.

 

4-) Fiy bıd’ı siniyn* Lillâhil’ Emru min kablü ve min ba’d* ve yevmeizin yefrahul mu’minun;

Birkaç sene içinde… Başından sonuna hüküm Allâh’ındır! O zaman iman edenler sevinir (Allâh’ın bildirdiği gerçekleştiği için). (A.Hulusi)

04 – Önünde de sonunda da emir Allahın, ve o gün mü’minler Allahın nusretiyle ferahlanacaklar. (Elmalı)

 

Fiy bıd’ı siniyn bir de süre veriyor. Birkaç yıl içerisinde Mutlaka tekrar galip gelecekler. Birkaç yıl diye çevirdim bıd’ı; aslında Arap dilinde 3 ile 9 arasında ki süreye tekabül eder. 3 ten çok, 10 dan az bir süre içerisinde tekrar yenecekler.

Evet, çok ilginç. Bu ayet indiğinde üzülen mü’minler sevinmişlerdi. Bu ayetlerin nübüvvetin 6 ya da 7. yılına tarihlendiğini unutmayın. Yani Mekke döneminin 6 ya da 7. yılı. Zaten tam da o yıllara denk geliyor bu Bizans’ın mağlubiyeti. Unutmayın 613 – 615 arası. Ki bu hemen hemen peygamberliğin 5. yılına tekabül ediyor. Peygamberlik 610 yılında geldiğini kabul edersek, 609 veya 610 yılında. Peygamberliğin 5. yılında pers galibiyeti, hatta 6. yılında, çünkü 616 da Mısır düştü ve kesin Pers galibiyeti tescillenmiş oldu. 616 yılı da peygamberliğin 6. yılıdır. Yani bu ayetlerin tarihlendiği yılın kendisi aynısı.

Bu yılda bu müjde gelince Mü’minler seviniyorlar. İlahi vahye o kadar güvenleri var ki İman etmişler ki Hz. Ebu Bekir daha hiç istişare etmeden Ubey Bin Halef’le bu konuda çekişiyor. Diyor ki “Yenecekler. Siz boşuna sevinmeyin, geri alacaklar.” Übey Bin Halef’te; “O kadar eminsen gel diyor bahse girelim..” Hz. Ebu Bekir “olur” diyor, “girelim, nesine?” “10 devesine”. “Peki kaç yıl? 3 yıl.

Heyecanla girilmiş bu bahis Resulallah’a aktarıldığında Resulallah diyor ki “Ya Ebu Bekir bıd’ı, 3 ile 10 arasıdır. 9 a kadardır sen süreyi uzat, deveyi de artır.”

Geri dönüyor, “Var mısın diyor, madem o kadar eminsin 100 devesine.” O adam çok emin çünkü hakikaten tüm rasyonel veriler Bizans’ın böyle kısa sürede bir daha belini doğrultamayacağı yönünde. Hiç kimse inanmaz buna. Bunu ancak bir vahiy söyler. Gibbon’un dediği gibi gerçekten de bu inanılası değil. Yani rasyonel bir izahı yok.

“ Olur diyor. Hay hay..! 100 deve ve de 9 yıl, maksimum 9 yıla 100 deve. Tamam. 9 yıl içerisinde eğer geri galip gelmezse Bizans, senden 100 deveyi alırım, yoksa galip gelirse veririm.”

Ve böyle anlaşıyorlar. Aslında akıbet ne oldu hemen bu olay kaynamasın Ubey Bin Halef öldü daha sonra. Yani bu anlaşma süresi dolmadan öldü ve Hz. Ebu Bekir ayetin verdiği haberin doğruluğunu gösterdi ve gördü. Kazandı yani bahsi. Ubey Bin Halef’in mirasçılarından 100 deveyi aldı. Resulallah onların tasadduk edilmesini istedi, alma demedi. Al ama onları sadaka ver dedi. Aldı ve onları dağıttı. Yani olay böyle kapanmıştı.

Ama ilginç olan mü’minlerin vahye bakışı. Vahyin söylediğini, vahye tabii ki iman edecek, iman etmese mü’min olur mu. Fakat hık, mık etmemeleri, te’vil etmemeleri, vahiy dedi mi tamam, sadakallahül aziym. Allah doğru söyledi, Büyük Allah doğru söyledi. Onun için, işte böyle bir manzara ve vahiy bir mucize gerçekleştiriyor, mucizevi bir haber veriyor. Yıllar öncesinden hiçbir ihtimalin olmadığı bir haberi veriyor.

Bu haber gerçekleşti dostlar, birkaç yıl 3 – 9 yıl arasıydı zaten. Hz. Ebu Bekir’in bu bahse girdiği bu hadise de, zaman Hz. Ebu Bekir’i haklı çıkardı ve Bizans 623 te karşı saldırıya geçti. 624 te ateşperest olan Pers İmparatorluğunun en kutsal kenti, çünkü dinlerinin kurucusu Zerdüşt’ün doğduğu kenti yerle bir etti. Azerbaycan’a girdi. Ateş tapınağını yıktı. 627 de Ninova da Persler meydan savaşında çok ağır bir yenilgiye uğradılar. 628 de Pers başkentine ulaştı Bizans ordusu. Yani iş tamamen tersine döndü ve Hüsrev iç ihtilal ile devrildi 18 oğlu öldürüldü kendiside hapiste öldü.

Peki bu ayetin geldiği zaman neye denk geliyordu? Tam da Bizans’ın Azerbaycan zaferi, Perslerin Azerbaycan yenilgisine denk geliyordu. Ve devam edelim.

Lillâhil’ Emru min kablü ve min ba’d tabii ki mutlak karar eninde sonunda Allah’a aittir. Yani Allah, yasasının mahkumu değil, hakimidir. Öyle anlamayın. Yani karar Allah’a aittir. Fakat böyle olacak bu, bunu böyle bilin. ve yevmeizin yefrahul mu’minun (Devam ediyor)

 

5-) Bi nasrillâh* yensuru men yeşa’* ve “HU”vel ‘Aziyzür Rahıym;

Allâh yardımıyla… Dilediğine zafer verir! “HÛ”; Aziyz’dir, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

05 – O, kimi dilerse muzaffer kılar ve azîz odur, rahîm o. (Elmalı)

 

ve yevmeizin yefrahul mu’minun Bi nasrillâh Allah’ın yardımı sayesinde işte o gün mü’minler de sevinecekler. İşte 2. mucize. 1. Mucize yukarıda ve hüm min ba’di ğalebihim seyağlibun (3) Burada ise 2. mucize. Mü’minler de o gün sevinecekler. Yani bu 2. mucize neye tekabül ediyordu?

Çok ilginç dostlar, tarih önümüze hakikatleri sıralamış. Zaman bir gerçektir. Azerbaycan zaferini kazandığında Pers’ler 624 yılının Ocak ayı idi. İlginçtir, Bedir zaferinin yapıldığı ay da güneş takvimi ile Ocak’a, kameri takvimle ramazan ayına denk gelmişti. Yani hicretin 2. yılının kameri takvimde ki ramazan, o yılın güneş takviminde ocak ayına tekabül ediyordu. Bir tane günü bilmiyoruz. Yani sanırım onu da bilsek, eğer bilmemiz mümkün olsaydı aynı günlere tekabül ettiğini görecektik. Bu tesadüf olamaz.

İşte 2. mucize de buydu. Bedir zaferi müminleri sevindirirken, Azerbaycan zaferi Bizans’ı sevindiriyordu. Yani o gün mü’minler de sevinecekler müjdesini o günden kaç yıl evvel, yaklaşık 8 – 9 yıl evvel Kur’an muhataplarına veriyordu. Sadece inanan muhataplarına değil, inanmayan muhataplarına da. Ve ilginç olanda şudur eğer bu olay gerçekleşmemiş olsaydı Kur’an ın kaynağının sahte olduğuna dair propaganda ile ortalığı velveleye vereceklerdi. Çünkü bu ayetleri sadece müminler dinlemiyor, bilmiyor; müşrikler de dahil tüm iman etmeyenler, inkar edenler de biliyor. Herkesin bilgisi dahilinde bu ayetler. Aksi oluyor, bu ayetler gerçekleştiğinde kitlesel ihtidalar oluyor, yani Kur’an ın vahyin mucizeliği ortaya çıktığı için sırf bu ayetlerin verdiği mucizenin gerçekleşmesi üzerine iman eden birçok insandan söz ediyor tefsirlerimiz. Evet, Tarihte böyle bir olay yaşanıyor.

 yensuru men yeşa’ o dilediğine yardım eder. ve “HU”vel ‘Aziyzür Rahıym zira o yüceler yücesidir, sonsuz merhamet sahibidir.

 

6-) Va’dAllâh* lâ yuhlifullahu va’deHU ve lâkinne ekseranNasi lâ ya’lemun;

Allâh’ın vaadi (bu)! Allâh, vaadinden dönmez! Ne var ki insanların ekseriyeti bilmezler. (A.Hulusi)

06 – Allahın vaadi bu, Allah, vaadine hulf (Ahdinde durmazlık) etmez ve lâkin nasın ekserisi bilmezler. (Elmalı)

 

Va’dAllâh bu Allah’ın mutlak vaadidir. Mutlak diye çevirmem boşuna değil. Çünkü yalın kat mutlak mef’ul olarak gelmiş. Yani tümleç olarak gelmiş. Onun için yüklemini atlamış. Yüklemini adeta işim acele dercesine eylemini fiilini atlamış, mutlak meful olarak gelmiş. Onun için bu Allah’ın mutlak vaadidir diye anlamak gerekiyor.

lâ yuhlifullahu va’deH Allah vaadinden dönmez.

Ve en leyse lil İnsani illâ ma se’a. (Necm/39) Hatırlayınız bu ayeti; insan için çalıştığının karşılığı mutlaka vardır. Fakat asıl Allah’ın vaadi bu surede tefsir edilmiş. Bir başka ayetle. Bu surenin 47. ayetini okuduğumuzda Allah’ın vaadini görüyoruz;

ve kâne hakkan aleyna nasrul mu’miniyn (47) Buyurun, bu da bir mucize. Bu da aslında biraz önce okuduğumuz ayetin devamı olan bir mucize. Ve unutmayınız bu haber geldiğinde müminler, doğdukları Mekke de duramayıp gidecek yer arıyorlar ve ne diyor 47. ayet; müminlere yardım etmek boynumuzun borcudur. ve kâne hakkan aleyna üzerimize bir haktır. İşe bakın nasrul mu’miniyn ve bu ayetler indiğinde unutmayınız Mü’minler henüz can emniyetine sahip değiller. Resulallah’a suikast yapılacak kadar ortalıkta büyük bir tehlike var. Mekke de yaşamakta zorlanıyorlar, ama bu ayet; müminlere yardım etmek boynumuza borç oldu diyor. Üstümüze vazifedir diyor.

Oysa ki rabbimize borç falan yok. Yani Allah’ın boynuna borç olur mu? Ama aleyna diyor, hakkan aleyna bizim üzerimize yazıldı. Böyle anlayacağız başka çaresi yok, başka yolu yok, başka şekli yok. Rabbimiz bize böylesine garanti veriyor. Ama bu garantiyi alan müminler yan gelip yattılar mı dersiniz. Madem Allah bizim için bu vaadi verdi, hem de boynuna yüklendi, (mecazen konuşuyorum) o zaman bu nasıl olsa gerçekleşecek mi dediler, yoksa var güçleriyle çaba mı gösterdiler. Evet, tarih ortada.

ve lâkinne ekseranNasi lâ ya’lemun ne var ki insanların çoğu bunu bilmezler. Yani neyi bilmezler? Bu vaadin nasıl gerçekleşeceğini, bu vaadin gerçekleşmesinin hangi şartlara mebni olduğunu bilmezler. Onun içinde yanlış anlarlar. Madem Allah’ın vaadi var, yan gel yat şeklinde anlarlarsa, işte bilmezler. Bilmeyen onlar. Bilen ki? Allah’ın vaadi, Allah’ın yasaları çerçevesinde gerçekleşir. Ve en leyse lil İnsani illâ ma se’a. (Necm/39) da bu yasaların başında gelir. İnsan için yalnızca çalıştığının karşılığı vardır.

 

7-) Ya’lemune zahiren minel hayatid dünya*ve hüm anil ahıreti hüm ğafilun;

Onlar kozalarında yaşamaları yüzünden sonsuz gelecek yaşamdan habersizdirler; dünya hayatını madde yanı itibarıyla bilip kabul ederler! (A.Hulusi)

07 – Bir zâhir bilirler Dünya hayattan, Âhiretten ise hep gafildirler. (Elmalı)

 

Ya’lemune zahiren minel hayatid dünya onlar sadece hayatın en yakın ve aşağı olan, yani yüzeyini, öyle diyelim zahiran minel hayatid dünya. En yakın ve aşağı diye çevirmem ed dünya kelimesinin karşılığı olduğu için. Edna’dan gelir. Edna’nın aslında dişilidir. İsmi tafdilin dişilidir. Yani en aşağı ya da en yakın. 2 manaya birden gelir. Hayatın en aşağı, en yakın görünen yüzünü tanırlar onlar. Görünen yüzü, zahiran. Çünkü hayatın bir de iç yüzü vardır ki gözle görünmez. Gönül gözü ile görülür, kalp gözü ile görülür.

Demek ki bakınız bu ayet hayatın çift yüzü olduğunu söylüyor ve çift yüzünü görmek için baş gözünün yetmeyeceğini, gönül gözünün gerektiğini söylüyor. Hayatın dış yüzünü görenlerin öbür yüzünü inkar etmeleri de bu yüzden. Onların inkarı körlükleri yüzünden Summun bukmun umyun fehüm la yerci’ûn. (Bakara/18) budur işte. Evet, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler dönemezler. Neye kördürler, gözleri mi görmüyor? Hayır o değil, yüreklerinin gözleri görmüyor.

ve hüm anil ahıreti hüm ğafilun ama onlar görülmeyen öteki hayattan gafildirler. Evet, öteki hayat, ya da öte dünya hayatı, ya da el hayatüd dünya’nın bu anlamda ki zıddı; el hayatül ‘ulya yüce hayat. Aşağı hayat, yüksek hayat. Yakın hayat uzak hayat. Yani basit hayat, mükemmel hayat, ahiret. İşte böyle zıtlar içerisinde anlayabiliriz ancak bu ayeti. Onun için el hayatül ‘ukba, baki hayat.

Nebinin duasını hatırlayın bu ayet bağlamında. “İlahi, Allah’ım elinel eşyai, kemahi. Bana varlığın hakikatini öğret. Varlığın iç yüzünü öğret. Belki öğreneceğimiz şeylerin en başında hayatın iç yüzü gelir.

Hayat mertebe mertebedir, tek mertebe değildir ve bu dünya hayatı, hayatın en basit mertebelerinden biridir. İşte el hayatüd dünya en yakın mertebesi, en aşağı mertebesi. Hayatın en aşağı mertebesini, hayatın en yüksek mertebesiyle takas etmek hangi aklın kârıdır. İşte onun için diyor ki ve hüm anil ahıreti hüm ğafilun onlar öteki hayattan gafildirler. Hayatın yüce mertebesinden gafildirler, niye? Hayatın kabuğuna mıhlamışlardır gözlerini, içini görememektedirler.

 

😎 Evelem yetefekkeru fiy enfüsihim* ma halekAllâhus Semavati vel Arda ve ma beynehüma illâ Bil Hakkı ve ecelin müsemma* ve inne kesiyren minenNasi Bi Lıkai Rabbihim lekâfirun;

Nefslerindekini (hakikatlerini) hiç tefekkür etmediler mi? Allâh, semâları, arzı ve ikisi arasında olan şeyleri sadece Hak olarak; belli bir ömür süreciyle yarattı! Şüphesiz ki insanlardan çoğu Rablerine ereceklerini inkâr edenlerdir. (A.Hulusi)

08 – Nefislerînde bir düşünmediler de mi? Allah o Gökleri ve Yeri ve ikisinin arasındakileri başka değil, ancak hak sebep ve müsemmâ bir ecel ile halk buyurmuştur, bununla beraber doğrusu insanlardan bir çoğu rablerinin likasına kâfirdirler. (Elmalı)

 

Evelem yetefekkeru fiy enfüsihim şimdi onlar kendi iç dünyalarında hiç muhasebe yapmazlar mı. Nefis muhasebesi yapmazlar mı. Ünlenmiş ifadesi ile söyleyelim, hiç onlar iç muhasebe yapmazlar mı? çünkü hayatın iç yüzü iç gözle görülür değil mi. İç muhasebe yapanlar iç gözlerini çalıştıranlardır. Kalp gözlerini. Onun için eğer iç gözleri olsa iç muhasebe yaparlar, iç muhasebe, nefis muhasebesi yapsalardı o zaman hayatın iç yüzünü de görürlerdi. Buradan buna varıyoruz.

Evelem yetefekkeru fiy enfüsihim şimdi onlar kendi iç dünyalarında hiç muhasebe yapmazlar, hiç derin derin düşünmezler mi, tefekkür etmezler mi. ma halekAllâhus Semavati vel Arda ve ma beynehüma illâ Bil Hakkı ve ecelin müsemma Allah gökleri yeri ve bu ikisi arasında kileri asla bir amaç ve anlamdan, dahası sınırlı bir ömürden yoksun olarak yaratmamıştır. 2 şey;

1 – amaç ve anlamsız yaratmamıştır. Eğer hayatın iç yüzü görülseydi ne olurdu değerli Kur’an dostları bu kainatın Hakk ile, yani bir amaç ve anlamdan yoksun yaratılmadığı anlaşılırdı. Eğer hayatın iç yüzü görülseydi. Eğer gönül gözü ile baksaydı insan, eğer görünen vizyonuna değil de hayatın misyonuna baksaydı..! Evet, amaç ve anlamdan yoksun olmadığını anlardı.

Hani Kur’an ne diyor du? ve yetefekkerune fiy halkıs Semavati vel Ard.. (A.İmran/191)göklerin ve yerin yaratılışı üzerine derin derin düşünürler ve derler ki Rabbenâ mâ halakte hazâ batılâ rabbimiz sen bunu amaçsız ve anlamsız yaratmadın. Ne demek amaçsızlık ve anlamsızlık dostlar? Kısaca mı, tek kelime ile mi söyleyeyim ağır olacak; “Allahsızlık” Allah anlam demektir. Onun için Allah’a iman anlama imandır, hayatın anlamına, varlığın anlamına, ömrün anlamına, ölümün anlamına, sevincin ve hüznün anlamına, acının ve kederin anlamına, var oluşun anlamına, insan olmanın anlamına, yaşamanın anlamına imandır. Allah demek onun için anlam demektir. Allah demekten kaçınanlar, anlamdan kaçınıyorlar. Hayatlarını anlamlaştıranlardır. Onun için Allahsız bir hayat, anlamsız bir hayattır.

2. Alem sonsuz değildir. Ayette yoksun olmadığı 2. şey bu göklerin ve yerlerin süreli bir ömürde, yani ömrü mahtut, alem sonsuz değil, Allah sonsuzdur. Eğer yerlerin göklerin bir amacı varsa buradan yola çıkarak ulaşacağımız sonuç şu, önerme şu; insanın amacı hiç olmaz mı? Yerler ve göklerin kendisi uğruna yaratıldığı insan amaçsız ve anlamsız olur mu? Düşünün aletinizin amacı olacak ama o aletim kendisi için yaratıldığı şeyin amacı olmayacak. Olur mu? Onun için bu soruyu bize sordurmak istiyor bu ayetler.

ve ecelin müsemma dahası, sınırlı bir ömürden yoksun olarak yaratmamıştır. Yani sınırlı bir ömre sahiptir. Sonsuz değildir alem. Mahlukat sonsuz değildir. ve inne kesiyren minenNasi Bi Lıkai Rabbihim lekâfirun ne var ki insanların çoğu rablerine kavuşacaklarını inatla inkar etmektedir. İnatla reddetmektedirler. Ahireti inkar bir yerde insanın anlam ve amacını inkardır. Yani burada sadece ahireti inkar etmiyor inkarcılar. Aslında ahireti inkar ederken kendi anlam ve amaçlarını da inkar ediyorlar.

 

9-) Evelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim* kânu eşedde minhüm kuvveten ve esârul Arda ve ameruha eksere mimma ameruha ve caethüm Rusulühüm Bil beyyinat* fema kânAllâhu liyazlimehüm ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun;

Yeryüzünde gezip dolaşıp bakmazlar mı ki, onlardan öncekilerin sonu nasıl oldu? Onlar (öncekiler), kuvvet itibarıyla bunlardan (şimdikilerden) daha şiddetli idiler… Arzı sürüp alt-üst etmişler ve onu (yeryüzünü), bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi… Onların Rasûlleri onlara açık deliller olarak gelmişti. (Demek ki) Allâh onlara zulmetmiyordu; ne var ki onlar kendi nefslerine zulmediyorlardı. (A.Hulusi)

09 – Ya Yer yüzünde gezip bir bakmadılar da mı? Nasıl olmuş akıbeti kendilerinden evvelkilerin? Kuvvetçe kendilerinden daha şiddetli idiler, Arzı aktarmışlar ve onu kendilerinin imarından ziyade imar etmişlerdi, Peygamberleri de onlara beyyinat ile gelmişlerdi, demek Allah onlara zulmetmiyordu velâkin kendileri nefislerine zulmediyorlardı. (Elmalı)

 

Evelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim onlar yer yüzünde dolaşmazlar mı, dolaşmıyorlar mı? Artık kendilerinden öncekilerin nasıl bir akıbete uğradıklarını görebilselerdi ya. Eğer yer yüzünde dolaşıyor da bunu görmüyorlarsa, yine onlar bakar körler. Yani bakıyorlar ama görmüyorlar. Eğer gören bir gönle sahip olsalardı gezdikleri dünyanın dış cephesine değil, iç yüzünü de görürler ve oradan akıl yürüterek; Demek ki hiçbir uygarlık sonsuz değil derlerdi. Yani arkadan gelen ayetin devamı zaten o gerçeği veriyor.

kânu eşedde minhüm kuvveten ve esârul Ard onlar ki kendilerinden daha güçlü kuvvetliydiler ve yer yüzünde bunlardan daha derin izler bırakmıştılar. Yani bunlar nesine güveniyor. Onlardan daha derin izler  bırakanlar, daha güçlü kuvvetli olanların bile sonu geldi. ve ameruha eksere mimma ameruha dahası onlar orayı berikilerden daha mamur ve müreffeh bir hale getirmişlerdi. Yani onların kurduğu medeniyet bunlarınkinden çok daha ileri düzeydeydi. O bile yok oldu. ve caethüm Rusulühüm Bil beyyinat üstelik onlara da elçileri hakikatin apaçık delilleri ile gelmişlerdi.

fema kânAllâhu liyazlimehüm neticede onlara zulmeden Allah değildi ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler. Yani Allah onlara zulmetmedi, onlar kendilerine zulmettiler. Emanete ihanet ettiler çünkü. Kendileri bir emanetti, kendilerini mülkiyet zannettiler. Yeryüzüne şahit olmak için gelmişlerdi, sahip olmak için geldiklerini zannettiler. Onun için de malik olmaya kalktılar, şahit olmaya değil ve emanete ihanet ettiler.

 

10-) Sümme kâne akıbetelleziyne esaüs sûâ en kezzebu Bi âyâtillâhi ve kânu Biha yestehziun;

Sonra kötülük (kendilerine zulüm) edenlerin sonu en kötü oldu! Çünkü Allâh’ın işaretlerini yalanlamışlardı; onlarla alay ederlerdi. (A.Hulusi)

10 – Sonra o fenalık yapanların akıbeti en fenası oldu, çünkü Allahın âyetlerini tekzip ettiler ve onlarla eğleniyorlardı. (Elmalı)

 

Sümme kâne akıbetelleziyne esaüs sûâ en kezzebu Bi âyâtillâhi ve kânu Biha yestehziun nihayet böylelerinin akıbeti, Allah’ın ayetlerini yalanlamaları ve onları alaya almaları nedeniyle kötünün de kötüsü esaüs sûâ ; Burada ki sûâ; Esve’ kelimesinin dişili. İsmi tafdilin dişili. Dünya gibi, ‘ukba gibi, edna nın dişili dünyadır. Onun için kötünün kötüsü, en kötü akıbete uğradılar. En kötü akıbet nedir? Dünyada uğradığınız bela değil, ahirette uğrayacağınız cehennem belası. Yani dahası Allah’ın rahmetinden mahrum kalma belası.

 

11-) Allâhu yebdeül halka sümme yu’ıydühu sümme ileyHİ turce’un;

Allâh halkı yaratır, sonra onu iade eder; sonra da O’na döndürülürsünüz. (A.Hulusi)

11 – Allah halkı ilkin yapar, sonra da çevirir onu yeniden yapar, sonra hep döndürülüp ona götürüleceksiniz. (Elmalı)

 

Allâhu yebdeül halka sümme yu’ıydüh Allah varlığı yoktan var ettiği gibi sonra onu tekrar yenileyecektir. Evet, sümme yu’ıdüh; sonra onu tekrar yenileyecektir. Varlığı, yaratışı. Burada ki el Hakk hem yaratılış anlamına mastar, hem de varlıklar, insanlık anlamına isimdir. İki şekilde de çevrilebilir onun için. sümme ileyHİ turce’un en sonunda hepiniz ona zorunlu olarak döndürüleceksiniz.

[Ek bilgi; İlginç bir bakış açısı;

Allah û Tealâ, bütün kâinatı 3 asıl (zahirî âlem, gayb âlemi, emr âlemi), 3 de bunların karşıtı olmak üzere, 6 yevmde yaratmıştır. Sonra yarattığı bu âlemlerin geçmişten geleceğe doğru uzanan bir zaman parçasıyla büyümelerini temin etmiştir. Allah’ın gezegenlere verdiği itiş enerjisi sebebiyle kâinat (âlemlerin hepsi) devamlı büyümektedir. Sonra itiş enerjisi bitecek, zaman duracak ve gravitasyon sebebiyle kâinat küçülmeye, zaman da geriye doğru gitmeye başlayacaktır. Her şey tersine çalışacaktır.

İlk yaratma, ondan sonra insanların kıyâmet gününe ulaşmasına kadar kâinatın büyümesi, kıyâmet gününden sonra kâinatın küçülmesi, büyümenin geri çevrilmesi, yani başlangıca dönüş söz konusudur. (İskender A.Mihr) http://www.kurantefsiri.com/kuran_tefsiri/rum/rum_suresi_tefsiri.aspx?ayet=11 ]

 

12-) Ve yevme tekumüs saatü yüblisül mücrimun;

O zamanın gerçekleştiği süreçte, suçlular (şirk ehli) ümitlerini kesip susarlar. (A.Hulusi)

12 ]  O saat çattığı gün mücrimler her ümidi keserler. (Elmalı)

 

Ve yevme tekumüs saatü yüblisül mücrimun ve son saatin gelip çattığı gün suçlular tüm umutlarını yitirirler. Burada ki Yublisul; dikkatinizi çekmiştir belki de iblisle aynı kökten gelir. Etimolojik olarak en köküne sahiptir. Yani iblisleşirler diyor. Son saat gelip çattığında umutsuz bir vakıa haline gelirler. Çünkü İblis umutsuz vakıa demektir. Umudunu kesen. Demek ki umut kesmek, iblisleşmekle eşdeğerdir. Allah’tan umut kesenler sonuçta iblisleşmiş olurlar. Onun için iblis Allah’tan umut kestiği için iblisleşti. Adem Allah’tan umut kesmediği için adam oldu. Onun için tevbe etti. Çünkü umut kesmeyenler tevbe ederler, suçlarını itiraf eder ve geri dönerler. Umut kesenlerin tevbesi olmaz. O nedenle umut insanı tevbeye götürür, tevbe ise rahmete götürür.

 

13-) Ve lem yekün lehüm min şürekâihim şüfe’aü ve kânu Bi şürekâihim kâfiriyn;

Şirk koştuklarının şefaati olmadı; zira şirk koştuklarının geçersizliğini gördüler! (A.Hulusi)

13 – Kendilerine şeriklerinden şefaat edenler de bulunmaz, şeriklerine hep kâfir olmuşlardır. (Elmalı)

 

Ve lem yekün lehüm min şürekâihim şüfe’aü zira Allah’a ortak koştuklarının hiç birinden bir şefaat göremeyecekler. Evet, Yani Allah’a ortak koşuyorlar, bize bunlar yardımcı olur, bize bunlar destek çıkar ama o destek çıkacağını düşündükleri hiçbiri destek veremeyecekler onlara.

ve kânu Bi şürekâihim kâfiriyn oysa ki onlar ortak koştukları varlıklar yüzünden kafir olmuşlardı. Ya da şöyle de anlaşılabilir bu metin onlar ortak koştukları varlıkları inkar edip tanımazdan gelecekler. Yani biz sizi tanımıyoruz ki. Siz bize değer yüklediniz, bize bir şeyler atfettiniz, yani bunlar bizi kayıracak ötede. Ötede sahip çıkacak dediniz ama biz size böyle bir şey demedik. Yani kolunuzdan tutup ta biz sizi kurtaracağız demedik diye tanımazdan gelecekler, inkar edecekler.

 

14-) Ve yevme tekumüs saatü yevmeizin yeteferrekun;

O saatin (ölüm) yaşandığı süreçte, (iman ve şirk ehli) ayrılırlar. (A.Hulusi)

14 – Hem o saat çattığı gün o gün ayırt olurlar. (Elmalı)

 

Ve yevme tekumüs saatü yevmeizin yeteferrekun ve son saatin gelip çattığı gün safların ayrılacağı gün olacaktır. Herkesin safı belli olacak o gün.

 

15-) Feemmelleziyne amenû ve amilus salihati fehüm fiy ravdatin yuhberun;

İman edip imanın gereğini uygulayanlara gelince, onlar bir huzur ortamında sevindirilirler. (A.Hulusi)

15 – İmdi iman edip salih ameller yapmış olanlar, o vakit onlar bir ravzada neşe’lenirler. (Elmalı)

 

Feemmelleziyne amenû ve amilus salihati fehüm fiy ravdatin yuhberun artık iman eden ve salih amel işleyen kimseler tarifsiz bir mutluluk bahçesinde ruha safa veren bir müzikle mest olacaklar.

Evet, yuhberun’u bir müzikle mest olmak şeklinde çeviren ben değilim. Çünkü aslında daha tabiin döneminde bu böyle anlaşılmış. Mesela Veki (Bin. El Cerrah), cennet şarkıları dinleyecekler şeklinde anlamış. Aslında El Hubur, şiddetli sevinç demektir, Zemahşeri de bu ibareyi, -Zuhruf 70 te de geçer aynı ibare.- Cennette, cennet müziği ile mest olacaklar anlamına almış ve buna da Resulallah’ın bir Bedevinin;

– Cennette şarkı, müzikte olacak mı ya Resullalah? çok severmiş demek ki bedevi şarkıyı müziği,

– Evet olacak, hem de şöyle olacak diye ayrıntılı izahat verdiği hadisinde Zemahşeri bu ayetin tefsiri sadedinde oraya yerleştirmiş.

 

16-) Ve emmelleziyne keferu ve kezzebu Bi âyâtiNA ve Lıkail ahireti feülaike fiyl azâbi muhdarun;

Hakikat bilgisini inkâr edenler ve varlıklarındaki işaretlerimizi ve sonsuz gelecek yaşama kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar da (o malûm) azabın içinde zorunlu kalırlar! (A.Hulusi)

16 – Âyetlerimize ve Âhiret likasına yalan deyip de küfredenlere gelince işte bunlar o vakit azâb içinde ihzar olunurlar. (Elmalı)

 

Ve emmelleziyne keferu ve kezzebu Bi âyâtiNA ve Lıkail ahireh ama inkar eden, Ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayan kimselere gelince feülaike fiyl azâbi muhdarun işte böylelerini de mükellef bir azabı boylayacak. Yani belki de bekliyor olacak dememiz daha doğru olur.

 

17-) FesubhanAllâhi hıyne tümsune ve hıyne tusbihun;

Subhan’dır Allâh, akşamınızda da sabahınızda da! (A.Hulusi)

17 – O halde tesbih Allaha, o zaman ki akşam edersiniz ve o zaman ki sabah edersiniz. (Elmalı)

 

FesubhanAllâhi hıyne tümsune ve hıyne tusbihun şu halde akşama ulaştığınızda, ya da sabah kalktığınızda yüceler yücesi Allah’ı anın.

 

18-) Ve leHUl Hamdu fiys Semavati vel Ardı ve aşiyyen ve hıyne tuzhirun;

Ki, semâlarda ve arzda Hamd O’na aittir… Güneşin tam tepede olduğu ya da kaybolmaya yüz tuttuğu süreçte! (A.Hulusi)

18 – Hem hamd ona Göklerde ve Yerde ve ikindi leyin ve o zaman ki öğle edersiniz. (Elmalı)

 

Ve leHUl Hamdu fiys Semavati vel Ardı ve aşiyyen ve hıyne tuzhiru göklerde ve yerde her türlü sena ve övgüye layık tek varlık o olduğuna göre öğleyin ve akşam öncesinde, akşama girerken de onu anın.

Bu 17 ve 18. ayetler namaz vakitleri ile ilgili. 17. ayette ki Tümsun; İbn. Abbas’a göre hem akşam hem yatsıyı yani akşam ifadesi hem akşam hem yatsıyı kapsar. Yine İbn. Abbas 18. ayette ki aşiyyen’i ikindi olarak yorumlar. Fakat şu bir gerçek ki namaz vakitleri konusunda Kur’an ın talimatını öğrenmek için bu konuda ki tüm ayetleri alt alta dizip istikrai, tüme varım yöntemiyle bir okuma yapmak şarttır. Yani Hud/114. ayeti, İsra/78. ayeti, Taha/130. ayeti bu ayetle birlikte ele alınıp özellikle de orta namazına vurgu yapan Bakara/238. ayeti birlikte ele alınmalı.

Ama zaten bu okumayı yapan sevgili peygamberimiz 5 vakit namazı ümmetine bir vecibe olarak miras bırakmıştır. O nedenle burada bu okumayı en güzel, en sağlıklı peygamberden daha iyi kim yapabilir. Eğer peygamberin ayetleri sağlıklı okuduğuna inanmayacaksanız vahyin ne anlamı kalır ki, vahye inanmamızın ne anlamı kalır. Bu manada vahiy zaten onu bir beyan yetkisi ile donatmıyor mu? li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim.. (Nahl/44)  kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye. Açıklama, beyan yetkisi vahyin ona verdiği bir görev değil mi?

 

19-) Yuhricül hayye minel meyyiti ve yuhricül meyyite minel hayyi ve yuhyil Arda ba’de mevtiha* ve kezâlike tuhrecun;

Diriyi ölüden çıkarır, ölüyü diriden çıkarır ve ölümünden sonra arzı diriltir… Siz de böylece çıkarılacaksınız. (A.Hulusi)

19 – O ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir, sizler de işte öyle çıkarılacaksınız. (Elmalı)

 

Yuhricül hayye minel meyyiti ve yuhricül meyyite minel hayy o ölüden diriyi meydana getirir, diriden de ölüyü meydana getirir. ve yuhyil Arda ba’de mevtiha ve ölü toprağa can verir. Neden böyle bir ayet? Açık, ölüden diri, diriden ölü çıkması demek hiç kimsenin hakikate referansının usül ve füru olmaması, yani babası hakikatte olanın evladının hakikatte olması garanti değil. Babası batılda olanın evladının batılda olması da şart değil zorunlu değil. İbrahim ölüden çıkmış bir diridir. Kenan; diriden çıkmış bir ölüdür.

İşte böyle. Onun için herkes bir umuttur aslında Hiç kimse için umut kesilmez bu manada. Onun soyu şöyle, onun ailesi böyle, onun geçmişi şöyle demenin hiçbir alemi yoktur onun için. İnsanın kendi ölüsünden onun dirisini çıkarır Allah. Kendi ölü geçmişinden dipdiri bir gelecekle yeniden doğar insan.

Tersi de olabilir. Diri bir geçmişe sahip olduğu halde ömrünün bir noktasında bakarsınız Allah’a yabancılaşır ve diriden çıkmış ölüye dönüşür. Onun için Beyne’l- havfi ve’r reca daima korku ve umut arasında olmak, işte buna davettir bu.

ve kezâlike tuhrecun işte siz de böyle çıkarılacaksınız.

 

20-) Ve min âyâtihi en halekaküm min türabin sümme izâ entüm beşerun tenteşirun;

O’nun mucizelerindendir – işaretlerindendir sizi topraktan yaratması… Sonra siz, beşer (kendini beden olarak kabullenen) olarak yayıldınız (oysa halife olarak yaratılmıştınız)! (A.Hulusi)

20 – Ve onun âyetlerindendir ki sizi bir topraktan yarattı, sonra da siz şimdi bir beşersiniz intişar edip duruyorsunuz. (Elmalı)

 

Ve min âyâtihi en halekaküm min türabin sizi toprak türünden yaratması O’nun mucizevi işaretlerinden biridir.

Toprak türü diye çevirmem boşuna değil, çünkü belirsiz formun yan anlamlarından biri de tür anlamıdır. İlahi müdahale ile yaratması diye anlayacağız. Topraktan insanın yaratılışı, yaratılış sürecinde ki bu mucize aslında Allah’ın müdahalesi, yani toprak biliyorsunuz varlık içerisinde tanıdığımız en değersiz (olan zannettiğimiz varlıktır). Onun için bir avuç toprak deriz şeylere. Çünkü dağ taş her taraf toprak dolu. Fakat burada söylenen en değersiz gördüğünüz şeyden varlığın en değerli unsurunu yaratan Allah. İşte nasıl bir süreçte, nasıl bir müdahale yaptı. Basit bir varlıktan karmaşık ve muhteşem bir eser, şah eser vücuda getirdi. Bu mucize değil mi? Aslında soru bu. Aslında bizim aklımıza çakan şimşekte bu.

sümme izâ entüm beşerun tenteşirun sonra siz bir süreç içinde beşer olarak gelişip kişilik kazandınız. İnkişar; sadece yer yüzünde toplumsal olarak insan türünün yayılması anlamını çağrıştırmıyor, aynı türe ait bireylerin kendi kendilerini gerçekleştirerek şahsiyet kazanıp orijinalleşmesini de çağrıştırıyor. Yani aynı tür içinde bir birey olduğuz ama şahsiyetinizi gerçekleştirerek orijinalliğinizi kazandınız.

 

21-) Ve min âyâtihi en haleka leküm min enfüsiküm ezvacen liteskünu ileyha ve ce’ale beyneküm meveddeten ve rahmeten, inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yetefekkerun;

O’nun işaretlerindendir, kendi benliklerinizden (Esmâ terkibi olarak meydana gelen bilinçlerinizden) eşler (beden) yaratması, onlara yerleşip sükûn bulasınız ve aranızda sevgi ve rahmet oluştursun sizin için diye… Muhakkak ki bu olayda, tefekkür eden bir topluluk için elbette nice işaretler vardır. (A.Hulusi)

21 – Yine onun âyetlerindendir ki: sizin için nefislerinizden zevceler yaratmış kendilerine ısınırsınız diye ve aranızda bir sevgi ve bir esirgeme yapmış, şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için âyetler var. (Elmalı)

 

Ve min âyâtihi en haleka leküm min enfüsiküm ezvacen liteskünu ileyha ve ce’ale beyneküm meveddeten ve rahmeh yine sizin için kendileri ile huzur bulasınız diye kendi türünüzden eşler yaratması. Kendileriyle huzur bulasınız diye. Bakınız bu çok önemli. Liteskünu ileyha kendileriyle huzur bulasınız diye. Kendi türünüzden eşler yaratması, aranıza sevgi ve merhameti yerleştirmesi de O’nun mucizevi işaretlerinden biridir. Karşıt cinslerin yaratılış amacının en harika beyanıdır bu ayet. Yani neden insanoğlu erkek ve dişi olarak yaratılmış sorusunun bulabileceği en güzel cevap bu ayette saklıdır.

Bedende başlayıp bedeni aşan ve ruhu kucaklayan bir sevgiye dikkat çekiliyor. Bu sevgi bedenin en mahrem yerlerinde korunan öz suyu, küçük bir kainatın çekirdeği olduğunun bilincine vardırır insanı. Yani ben ta özümün özünde küçük kainat olan insanın tohumunu taşıyor. Yani ben hem şah eserim, bir ağaç gibi. Hem ağacım hem de içimde tohumumu taşıyorum. Bu müthiş..! Bu sayede cinsellik süfli bir şehvet olmaktan çıkar ulvi bir cezbe halini alır. Sükûn işte budur.

Sükûn; sadece insanoğlunun dünyevi nesil endişesi varlığım sürecek mi endişesi değil, aynı zamanda ben ne kadar değerliymişim meğerse endişesinin bulduğu cevaptır işte. Ben ne kadar değerliyim acaba. Allah katında benim acaba değerim nedir sorusunun cevabıdır. Bu cevabı bulunca, çok değerlisin ey insan cevabını bulunca sükûna erer. Eğer bu değeri vermemiş olsaydı seni böylesine tamamlayıcı unsurunla yaratmazdı.

Allah bu cazibeyi vermeseydi insan soyu tükenirdi. Bu cinsel cazibeyi. Rahmet, sadece sevgi değil maveddet değil, bir de rahmet var arkasında. Nedir Rahmet cinsellik bitse de ilişkiyi sürdüren çimentodur rahmet. Bu belli bir dönemde biter. Karşıt cinsler arasında o muhabbeti sürdüren şey sadece cinsellik değildir, işte arkadan gelen rahmet bunu ifade eder. O çimento devam eder. Hatta evli çiftlerin ömrü ilerledikçe birbirlerine olan sevgileri de artar. İşte o rahmetin sevgiye, sevginin rahmete dönüşmesidir. Bunlar birbirini besleyen iki şeydir. Adeta oksijen ve Hidrojenin bir araya gelerek suyu oluşturduğu, hayatın kaynağı suyu oluşturduğu gibi sevgi ve rahmet bir araya gelerek hayatı oluşturur. Ve sevginin bedenden ruha dönüşünü temsil eder rahmet.

inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yetefekkerun şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir topluluk için alınacak bir ders mutlaka vardır.

 

22-) Ve min âyâtihi halkus Semavati vel Ardı vahtilafü elsinetiküm ve elvaniküm* inne fiy zâlike leâyâtin lil alemiyn;

O’nun işaretlerindendir, semâlar (bilinç mertebeleri) ile arzın (beyinin – bedenin) yaratılması ve lisanlarınız ile renklerinizin farklı olması… Muhakkak ki bu olayda âlemler (insanlık) için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)

22 – Yine onun âyetlerindendir: Göklerin ve Yerin yaradılışı ile dillerinizin ve benizlerinizin muhtelif oluşu, şüphesiz ki bunda âlimler için âyetler var. (Elmalı)

 

Ve min âyâtihi halkus Semavati vel Ardı vahtilafü elsinetiküm ve elvaniküm yine gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı farklı olması onun mucizevi işaretlerinden, belgelerinden biridir.

Diller ve renkler birer ayetmiş, duydunuz mu? Diller ayetmiş duydunuz mu. Ey bu ayeti görmezden gelip de resmi görüşe takılıp kalanlar her ana dil bir ayetmiş duydunuz mu? Ve ana dillere, birinin konuştuğu dile düşmanlık ayete düşmanlıkmış duydunuz mu? İşte vahyin hukuk standardı, işte onu inkar edenlerin günümüzdeki gülünç durumu, siz kıyaslayın. Topuğuna dahi ulaşamazlar. 1.400 küsur yıl önce inmiş olan vahyin getirdiği insan hukukuna dair bu yüksek standarda da onların havsalası ulaşmıyor, kıyaslayın.

inne fiy zâlike leâyâtin lil alemiyn şüphesiz bütün bunlarda bilenlerin çıkarına olan bir ders mutlaka vardır. Yani, bilenlerin çıkarı. Bilgi olacak ki o bilgiden bir öz su elde edebilesiniz.

 

23-) Ve min âyâtiHİ menamüküm Bil leyli ven nehari vebtiğaüküm min fadliHİ, inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yesme’un;

O’nun işaretlerindendir, gecede uyumanız ve gündüz O’nun fazlından talep etmeniz… Muhakkak ki bu olayda algılayan topluluk için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)

23 – Yine âyetlerindendir: gecede gündüzde uyumanız ve fazlından nasip aramanız, şüphesiz ki bunda işitecek bir kavim için âyetler var. (Elmalı)

 

Ve min âyâtiHİ menamüküm Bil leyli ven nehari vebtiğaüküm min fadliH yine geceleyin ve gündüzün uyuyabilmeniz ve O’nun lûtfundan payınıza düşeni arayabilmeniz de O’nun mucizevi işaretlerinden belgelerinden biridir. Bunun neyin işareti olduğunu anlamak için, uyumak için servetini veren insanlara bakmak lazım. Eğer uykunuza kesat girerse bir bakın uyumanın ne büyük bir nimetmiş ve Allah insana bu nimeti nasıl büyük bir lütuf eseri olarak vermiş.

inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yesme’un şüphesiz bunda da varlığın sesine kulak veren herkesin alacağı bir ders mutlaka vardır. Varlığın sesi, li kavmin yesme’un gönül kulağı olanlar, evrensel koroya katılmak için bu sesi duyarlar.

 

24-) Ve min âyâtiHİ yüriykümül berka havfen ve tame’an ve yünezzilu minesSemai maen feyuhyiy Bihil Arda ba’de mevtiha* inne fiy zâlike leâyâtin likavmin ya’kılun;

O’nun işaretlerindendir ki, korku ve umutlanmanız için size şimşeği (hakikat fikrini şimşek çakması gibi bir an hissettirir) gösterir… Semâdan (beyninizin hakikati olan Esmâ boyutundan – datadan) bir su (ilim) inzâl eder de onun (ilim) ile ölümünden sonra (hakikati yaşamazken) arzı (kendini beden kabullenmiş bilinci) diriltir… Muhakkak ki bunda aklını kullanabilen bir topluluk için elbette işaretler – dersler vardır. (A.Hulusi)

24 – Yine onun âyetlerindendir: size hem korku ve hem tama’ için şimşek gösteriyor ve Semâdan bir su indiriyor da onunla Arza ölümünden sonra hayat veriyor, şüphesiz ki bunda akıl edecek bir kavim için âyetler var. (Elmalı)

 

Ve min âyâtiHİ yüriykümül berka havfen ve tame’an sizlere korku ile umudu bir arada yaşatmak için çakan şimşeği göstermesi de bir ayettir. ve yünezzilu minesSemai maen feyuhyiy Bihil Arda ba’de mevtiha gökten bir su indirip ölü toprağa hayat vermesi de O’nun mucizevi işaretlerinden, ayetlerinden biridir.

Evet, vahiy de öyle değil mi dostlar. Aslında nerede su ve toprak görmüşseniz Kur’an da orada vahyi hatırlayın. Çok önemli nokta bu. çöle dönmüş yürekleri vahiy yağmuru diriltmedi mi? Eşkıyadan evliya çıkarmadı mı bu vahiy? Yani kurumuş toprağı nasıl hayata kavuşturuyorsa su, vahiy de kurumuş yürekleri hayata kavuşturur.

inne fiy zâlike leâyâtin likavmin ya’kılun şüphesiz bunda da Akleden bir topluluk için alınacak bir ders mutlaka vardır. Akleden yani bağ kuran bir akla sahip olman insan için.

 

25-) Ve min âyâtiHİ en tekumes Semaü vel Ardu Bi emriHİ, sümme izâ de’aküm da’veten minel Ardı izâ entüm tahrucun;

O’nun işaretlerindendir, semâ (bilinç) ve arzın (bedenin) O’nun hükmü olarak yaşamına devam etmesi… Sonra arzdan (bedenden) bir davet ile (Azrailî kuvve) sizi çağırdığı vakit, hemen siz çıkarsınız! (A.Hulusi)

25 – Yine onun âyetlerindendir: Göğün ve Yerin onun emriyle durması, sonra sizi bir çağırış çağırdığı vakit Arzdan derhal siz çıkarsınız. (Elmalı)

 

Ve min âyâtiHİ en tekumes Semaü vel Ardu Bi emriH göğün ve yerin O’nun yasası sayesinde ayakta durması da O’nun mucizevi ayetlerinden biridir.

Kâinat bir kitap dostlar, okumayı bilene. Eğer okuyabiliyorsanız kâinatı açık bir kitap olarak anlayabilirsiniz. Onun için burada da söylenen o. Ve min âyâtiHi diye başlıyor bu ayetler yukarıdan beri defeatle. Bakınız O’nun ayetlerinden, O’nun mucizelerinden biri. İnsan nedense sırtını bir mucizeye dayayıp, ufukta bir mucize bekler. Oysa ki sırtını dayadığı ağaç bir mucizedir. Hatta o ağaca dayanmış sırt ondan daha büyük bir mucizedir. Eğer aynaya baksaydı mucizenin ufuktan gelecek olanda değil, kendinde olacağını görecekti. Aynaya baksaydı beklenenin ufuktan gelen beyaz atlı değil kendisi olduğunu görecekti.

sümme izâ de’aküm da’veten minel Ardı izâ entüm tahrucun en sonunda O, size yerden kalkmanız için bir kez seslenecek, bunun üzerine siz de hemen ortaya çıkıvereceksiniz.

Davet, Allah’ın “Ol” emrinin tecellisi gibi anlaşılabilir burada. Allah davet edecek ve siz de ortaya çıkacaksınız. Nasıl olacak? Olunca görülecek.

 

26-) Ve leHU men fiys Semavati vel Ard* küllün leHU kanitun;

Semâlarda (bilinçli) ve arzda (bedenli) kim varsa, O’nun içindir… Hepsi O’na itaat hâlindedir. (A.Hulusi)

26 – Hem Göklerde ve Yerde kim varsa onun, hepsi ona divan durmaktadır. (Elmalı)

 

Ve leHU men fiys Semavati vel Ard göklerde ve yerde bulunan her varlık O’na aittir, yalnızca O’na. küllün leHU kanitun  hepside O’na itirazsız boyun eğmişlerdir. Burada belki bize söylenen de şu; Peki ya sen ey insanoğlu? Göklerde ve yerde olan her bir varlık o’na itirazsız boyun eğerken sen ne yapıyorsun? Sen de boyun eğdin mi ey insan.

 

27-) Ve “HU”velleziy yebdeül halka sümme yu’ıydühu ve huve ehvenü aleyHİ, ve leHUl meselül a’lâ fiys Semavati vel’ Ard* ve “HU”vel ‘Aziyzül Hakiym;

“HÛ” ki halkı ibda (izhar) eden, sonra onu iade eden! Ki o(nu yapmak), O’na kolaydır! Semâlarda ve arzda en âlâ misaller O’nundur! “HÛ”; Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

27 – Hem odur o halkı ilkin yaratan, sonra onu çevirip yeniden yapacak olan ki bu ona daha kolaydır, Göklerde ve Yerde destân en yüksek şan onun ve azîz o hakîm o. (Elmalı)

 

Ve “HU”velleziy yebdeül halka sümme yu’ıydüh ve sadece O’dur her şeyi toktan var eden, ve sonra onu tekrar yenileyecek olan ve huve ehvenü aleyH bu O’nun için çok kolaydır. Nasıl olacak diye sormayın. Sizin için zor olabilir, hatta havsalanız almayabilir. Ama unutmayın Allah’ı hakkıyla takdir edemediğiniz içindir bu. Ve ma kaderullahe hakka kadrihi.. (Zümer/67) Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Allah’ın yaratışını takdir edenler, yani en azından bunu imanlarıyla anlamaya çalışanlar, Allah için zor olan hiçbir şeyin olmadığını bilirler.

ve leHUl meselül a’lâ fiys Semavati vel’ Ard zira göklerde ve yerde ki en güzel örnekler O’na aittir. Evet, gökte ve yerde en güzel örnekler O’na aittir diyor ayet. Terlerde ve göklerde en muhteşem eserler Allah’ın yarattıkları değil mi, baksanıza. Yani aslında insanoğlu kıyaslayabilir mi kendi yaptıklarıyla Allah’ın şah eserleri arasında. Bir kıyas yapabilir mi? Ve insan O’nun yarattıklarının şaheseri değil mi. İnsanın kendisi O’nun eseri değil mi? Düşünün, O’nun eseri olan insan bir kıytırık eser yapacak, onunla Allah’la ayaklaşacak. Bu nasıl bir ihanet, bu nasıl algılanır düşünebiliyor musunuz. İnsan kendisine bu onuru vereni bırakıp kula ya da eşyaya kul olması ne demektir. Buna Allah’ın razı olmasını nasıl bekler insanoğlu. Ya bu neye benzer? Haydi arkadan söylensin;

ve “HU”vel ‘Aziyzül Hakiym mutlak üstünlük ve mutlak hikmet sahibi de yalnızca O’dur.

 

28-) Darabe leküm meselen min enfüsiküm* hel leküm min ma meleket eymanüküm min şürekâe fiy ma razaknâküm feentüm fiyhi sevaün tehafunehüm kehıyfetiküm enfüseküm* kezâlike nüfassılul âyâti likavmin ya’kılun;

Size nefslerinizden bir misal verdi: Siz yaşam gıdalarınızda (mallarınızda), kölelerinizin ortaklığını kabul eder misiniz? Ki siz mallarda onlarla eşit olmayı kabullenip, kendi nefslerinizden korktuğunuz gibi onlardan korkuyor musunuz? Aklını kullanan bir toplum için dersleri böylece ayrıntılıyoruz. (A.Hulusi)

28 – Size kendinizden bir temsil yaptı: hiç size kısmet ettiğimiz şeyde elleriniz altındaki milklerinizden (Mal cinsinden olan) ortaklarınız bulunur da onlarla siz müsavi olur kendilerinizi saydığınız gibi onları sayar mısınız? İşte akıl edecek bir kavim için âyetleri böyle ayırt ediyoruz. (Elmalı)

 

Darabe leküm meselen min enfüsiküm O size kendinizden bir örnek verir. Neye benzer diye bitirmiştik açıklamayı, şimdi bakın neye benziyor. hel leküm min ma meleket eymanüküm min şürekâe fiy ma razaknâküm feentüm fiyhi seva otoriteniz altında bulunan kimseleri size verdiğimiz servet üzerinde söz sahibi ortaklar olarak görüp onlarla otoritenizi eşit olarak paylaşır mısınız? Tutun ki otoriteniz altında size bağlı, sizin emrinizde çalışan biri. Onlarla malınızın mülkünüzün üzerindeki otoriteyi paylaşır mısınız.ç Kaldı ki mal mülkte sizi değil aslında, emanet.

tehafunehüm kehıyfetiküm enfüseküm size denk statüde olanlardan çekindiğiniz gibi onlardan da çekinir misiniz. Mesela ortağınızdan çekindiğiniz gibi. İşçinizden de çekinir misiniz? Yani işçinizi de ortağınız gibi telakki eder misiniz? Siz size emanet edilen üzerinde ki tasarruf hakkını başkasıyla  paylaşmaya bile yanaşmazken Allah’a nasıl ortak koşarsınız. Nasıl kula kul olursunuz.ç İşte söylenen bu.

 kezâlike nüfassılul âyâti likavmin ya’kılun işte biz Akleden bir topluma ayetlerimizi bu şekilde açıklarız.

 

29-) Belit tebealleziyne zalemu ehvaehüm Bi ğayri ‘ılm* femen yehdiy men edallAllâh* ve ma lehüm min nasıriyn;

Hayır, zulmedenler bilgisizce kendi boş istek ve hayallerine tâbi oldular… Allâh’ın saptırdığına hidâyet edecek kimdir? Onlar için yardımcı da yoktur! (A.Hulusi)

29 – Fakat zulmedenler hiç bir ilimsiz hevalarına uydular, artık Allahın şaşırdığını kim yola getirebilir? onlara yardımcılardan eser de yoktur. (Elmalı)

 

Belit tebealleziyne zalemu ehvaehüm Bi ğayri ‘ılm hayır, yo..! Olar bilgisiz ve bilinçsizce kendi, arzu ve tutkularının peşine takılmışlar, zulmeden kimseler. Onlar kendi hevalarının peşine takılmışlar. femen yehdiy men edallAllâh artık Allah’ın bu şekilde saptırdıklarını kim doğru yola yöneltebilir ki; Allah kimi saptırırmış? Hemen bir üstteki cümlede de söylemiyor mu ayette; arzu ve tutkusunun peşine bilgisizce takılıp hevasına kul olanlar. İç güdüsüne kul olanları. Yani zaten sapmış olanları saptırır demek bu.

ve ma lehüm min nasıriyn üstelik onlar herhangi bir yardıma mazhar da olamayacaklar.

Rabbim heva, tutku, arzu ve isteklerimize bizi kul etmesin. Rabbim sadece kendine kul olanlardan, hem de layıkıyla kul olanlardan kılsın.

 

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
3 Yorum

Yazan: 14 Aralık 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

3 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. RÛM SURESİ (01-29) (127)

  1. Deniz

    18 Aralık 2012 at 20:42

    tefsire giris dersinde 35.dakikada videoda gecen vahiyle ilgili anlatim,sizin yaziniza uymuyor.yani hira daginda vahiyi siz 3.sinifa vermissinizki Islamoglu bunu 1.sinifa vermistir.Lütfen düzeltin,ve mümkünse yazilarinizi bastan sona tekrar gözden gecirin,cünkü bu tip hatalar,kabul edilecek cinsden degildir.Ozaman kadar yazili kaygnaginizi “kaynak” almanin dogru olmadigini kanaatindeyim.Saygilarimla.

     
  2. Deniz

    18 Aralık 2012 at 22:49

    Emeginize saygisizlik etmek degildir niyetim.Siraden bir imla hatasi olsa,sesimi cikarmam,ancak vahiyle ilgili okadar cok uydurma sözler varki,bakiniz Kudsi hadis,bu durumda,kayberimize vahyin nasil geldigi,bununda bircogunun cebrail A.S.,yani bir elci ile geldigi ayrimini anlamak ve bilmek son derece önemli,bu yüzdende bu hata kabul edilemeyecek bir hatadir.Bu yüzdende düzeltmenizi rica ediyorum.Faydali bir is cikartmissiniz,benzer hatalarinda olabileceginide düsünerek,metinleri tekrar gözden gecirmenizi tavsiye ederim.yanlis anlasilimda istemeden sorumlu olabilirsiniz bu durumda.

     
    • ekabirweb

      19 Aralık 2012 at 10:58

      Merhaba. Uyarınız için teşekkür ederim. Bu çalışmalarıma başlarken videoda ki süreyi kısaltmak amacıyla gereksiz tekrarları, düşük cümleleri falan düzelterek devam etmeyi düşünüyordum. Sonra başa çıkamadım aynen, birebir almaya başladım. Hata da bundan kaynaklanmış. Hira da inen vahiy çeşidinin 3.cü sınıf değil 1.ci sınıfa giren türü olduğunu uyarınız sayesinde tespit ettim. Allah razı olsun. Hemen değiştirdim. Hatta 1.ci videoyu tekrar diğerleri gibi birebir hale getireceğim inşallah. Tekrar teşekkür ederim. Esen kalın, Allah’a emanet olun.

       

Yorum bırakın