RSS

Tefsir Dersleri DUHAN SURESİ (01-59) (156)

05 Tem

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni, amin. Rabbim, Kur’an ı bize aç. Bizi Kur’an a aç. Rabbim insanoğlunun önüne çıkardığın bu muhteşem gök sofrasından istifademizi bereketli kıl. Amin.

Değerli dostlar bugün başlayacağımız ders 156. ders. 7. yılını doldurmuş olan uzun bir maraton. Kur’an ı anlama, anlatma ve yaşama yolunda giriştiğimiz bu çabanın, bizim ve sizin için hayırlı olması dileğiyle, niyazıyla bu dersimize başlıyorum.

Duhan suresi bugün gireceğimiz, kapısını vuracağımız yepyeni bir Kur’an sitesi. Adını 10. ayetinde ki duhan kelimesinden alıyor. Bu kelime duman manasına geliyor. Haa miim ailesinin 5. suresi olan Duhan Mekke de nazil olmuş. Konu bütünlüğüne sahip bir sure. Casiye suresinden önce nazil olmuş. Yani Kur’an da ki, elimizde ki Mushafta ki yeri, aynı zamanda nüzul sırasında ki yeri ile eş.

Mekke’nin son 1/3 lük diliminde nazil olduğunu söyleyebiliriz. Saffat suresinin 62. ayeti, bu surenin 43. ayetinde yer alan Zakkum ağacına müşrik muhatapların itirazına bir cevap teşkil eder. Bunun anlamı şudur; Bu sure kesinlikle Saffat suresinden önce nazil olmuştur. Surenin ana mesajı açık. Her Firavunun bir kızıl denizi vardır. Her firavun kızıl denizini arar, boğulacağı denizi arar.

İlahi inşa projesi olan vahyin insanı nasıl inşa ettiğinin güzel bir örneğidir bu sure. Vahye teslimiyetin muhataptan beklenen tavır olduğunu söyler. Teslim olmayanları bekleyen şey ise kıyamettir. Sosyal, bireysel ya da kozmik fark etmez. Ama mutlaka vahye teslim olmayanlar kendi kıyametlerini kendi elleriyle hazırlarlar.

Kendilerini Allah için vazgeçilmez sananlar, vazgeçilmez addedenler iyi bilsinler ki onların ardından ağlayacak kimse olmayacaktır. İşte 29. ayet bunu söyler;

Fema beket aleyhimüs Semaü vel Ard onların ardından ne gökler ağladı ne yer. Yani ne göklerde melekler ağladı, ne yerde insanlar. Kendilerini vazgeçilmez sanmışlardı. Fakat o kadar kolay vazgeçildiler ki arkalarından ağlayan bir kimse bile olmadı. Buna karşın teslim olanları bekleyen büyük bir ödüldür.

Duhan suresi cennet ve cehennem tasvirlerine en ayrıntılı yer veren surelerdendir. Bu sure Kur’an vahyinin sözlü tabiatının en tipik örneklerinden birini teşkil ediyor aynı zamanda. Çünkü surede bölünmüş vurgulu cümleler, hazifler, devrik cümleler birbiri ardınca yer alıyor, adeta muhatabının hafızasında kalmak için tüm beleğat imkanlarını kullanıyor. Bu sureyi böyle özetledikten sonra surenin tefsirine girebiliriz.

[Ek bilgi; Sûrenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır:

1- Kur’ân- Kerim’in nasıl mübarek bir gecede naz’l olduğunu ve o gecenin ehemmiyetini beyan.

2- Allahü Teâlâ’nın Rubûbiyetini izhar ederek, iman etmeysnlerin nasıl b:r azaba uğrayacaklarını ihtar.

3- Mûsâ (a.s.) ile Firavun ve kavminin kıssalarını beyan.

4- Kâfirlerin bâtıl iddialarını reddederek, onları takbih etmek.

5- Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Peygamber olduğunu isbat eden delilleri ortaya koymak.

6- Mü’minlerin nail olacakları nimetleri tebşir, kâfir ve münafıkların uğrayacakları azabı ise bildirmek.

 (Ebü’l-Leys Semerkandi – Tesir-ül Kur’an)]

 

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahiym Allah adına.

 

1-) Haa, Miiiym;

Ha (hayat), Miiim (ilim – Hakikat-i Muhammedî);(A.Hulusi)

01 – Hâ, mîm. (Elmalı)

 

Haa, Miiiym Mukadda harfleri her vesile ile söylediğimiz gibi 36. çeşit yoruma konu olmuş bir simgesel, sembolik harfler manzumesidir. Kur’an da 28 surede yer alır. Adeta Arap dilinin temel harfleri olan 28 harfe, ki lam elif bitişik, birleşik harf olduğu için müstakil bir harf sayılmamalı, yani Arap dilinde ki her harfe bir sure tekabül edercesine 28 surenin başında gelir. Bu harfler ya birli ya ikili, ya üçlü, ya dörtlü, ya beşlidir. Altılı olanı yoktur. Bunun da karşılığı Arapça da kelimeler 1 ile 5 arası harften oluşurlar.

Bütün bunlardan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz ki bu harfler muhataba; Ey muhatap kelimelerin içine Allah manaları, ulvi manaları, vahyi doldurarak senin dünyana indirdi. Senin zihnine indirdi. Anlayasın, dinleyesin, tutasın, yaşayasın ve mutlu olasın diye. Zaten bu harflerle başlayan surelerin 25. doğrudan, 3.ü dolaylı olarak vahye atıf yaparak başlar. Bu da bu harflerle vahiy arasında bir mana irtibatı olduğudur. Yani bu harflerin sembolize ettiği şeyin vahiy olduğunu ve muhataba; Ey muhatap yüce manaları Allah işte bu sıradan harflerden  oluşmuş kelimelerin kalbine indirerek sana gönderdi. Senin önüne serdiği bu gök sofrasında öyle bir nimet var ki bu nimetin ayakları yerde başı göktedir. Başı manayı ayakları ise dili, harflerden oluşmuş dili temsil eder demektedir.

Nihayet bu harfler hakkında ki bir çok yorumun içerisinden belki de en son yapılması gereken ve sözün bittiği yer Hz. Ebu Bekir’in yorumudur ki; Her kitabın bir sırrı vardır, Kur’an ın sırrı da bu harflerdir der.

 

2-) Vel Kitabil mubiyn;

Kitab-ı Mubiyn (apaçık Sünnetullâh ve hakikati Bilgisi). (A.Hulusi)

02 – Hem kitabı mübîn Hakk için. (Elmalı)

 

Vel Kitabil mubiyn özünde açık ve hakikati açıklayıcı olan bu kitabın kıymetini kadrini bilin.

Baştaki “vav” kasem anlamı da verilebilirde de, yemin anlamı, Haa miiim de yemin anlamı mündemiç olduğu için atıf anlamı veremeyeceğimiz bu vav’a, ya bu kitabı düşün, ya da bu kitabın  kıymetini bil anlamı vermeliydik, ki biz 2. sini tercih ettik.

 

3-) İnna enzelnahu fiy leyletin mübareketin inna künna münziriyn;

Biz Onu mübarek bir gecede (“yok”luk hâlinin yaşandığı anda) inzâl ettik! Uyaranlar biziz! (A.Hulusi)

03 – Elhak biz onu bir mübârek gecede indirdik, çünkü biz nezîr gönderiyorduk. (Elmalı)

 

İnna enzelnahu fiy leyletin mübareketin inna künna münziriyn evet onu mübarek bir gecede biz indirmeye başladık, biz indirdik. Zaten vahiy ile baştan beri uyaran da biziz. İnsanoğlunu uyandıran da biziz.

Bereketli gece; fiy leyletin mübareketin mübarek gece. Bu gece kadir gecesi. Açıktır ki Kadr suresinin tamamı bu gecenin bereketini açıklamak üzere indirilmiş bulunuyor.

Peki ne kadar mübarek? Bereketli. Yani okuyana değer ekleyen, bereket veren, çoğaltan, artıran. Ne kadar artırır? Mesela insana ne ekler? Ne kadar değer ekler? Bu sorulara cevap bulabilir miyiz? Elbette; Hem de Kur’an dan;

İnnâ enzelnaHU fiy LeyletilKadr. (Kadr/1) Biz onu kıymet gecesinde, değer gecesinde indirdik. Kadr gecesinde.

Ve mâ edrake mâ LeyletülKadr.(2) Kadir gecesinin değerini sen nereden bileceksin ki.

LeyletülKadri hayrün min elfi şehr. (3) kadir gecesi bin aydan daha hayırlı bir gecedir. Evet, bin aydan daha hayırlı. Yani 30.000 kat. Bin ay yaklaşık 30.000 gece eder. 30.000 gün. Bunun anlamı ne? Eğer bu gece ile kastedilen sabit bir zaman parçası olsaydı o zaman üzerine konuştuğumuz takvim güneş takvimi olmalıydı, ay takvimi değil. Oysa ki Kur’an ın içinden konuştuğu zaman ay takvimine bağlı bir zaman.

Onun içinde biz ramazanı, Kurban Bayramını, Ramazan bayramını ve tüm dini ibadetleri Hassaten Haccı hep ay takvimine göre yaparız. 355 günlük takvim bu. Güneş takvimine göre hep 10 gün kayan, her yıl 10 gün atan bir takvim. O zaman sabit bir zaman parçasından söz edemeyeceğiz demektir.

Peki nasıl anlayacağız şu halde, Vahyin bereketini, vahyin değerini, değer yüklemesini? Şöyle anlayacağız; İndiği geceye 30.000 kat değer yükleyen vahiy eğer ey muhatap senin kalbine inerse sana da bu kadar değer yükler. Bir gününü bir ömre bedel kılar. Bir günün bir ömür kadar bereketli olur. Bir günlük ibadetine Allah ahirette bir ömür ödül verir. Neden bir ömür? Çünkü 30.000 gün 83 yıl eder. yani 1000 ay= 83 yıl. Bu yaklaşık bir insan ömrüdür, Dolayısıyla bir gününü bir ömre bedel kılar vahiy. Eğer vahiy ile yaşarsan. Eğer sana da inerse vahiy her günün bir ömre bedel olur demektir.

 

4-) Fiyha yüfreku küllü emrin Hakiym;

Bütün işlerin hikmeti onda (o “yok”luk hâli içinde) fark edilir; (A.Hulusi)

04 – Bir gece ki her hikmetli emir onda ayırt edilir. (Elmalı)

 

Fiyha yüfreku küllü emrin Hakiym (devam et)

 

5-) Emren min ındiNA* inna künna mursiliyn;

 İndîmizden hüküm ile! (Rasûlleri) irsâl edenler biziz! (A.Hulusi)

05 – Tarafımızdan emir, çünkü biz Resul gönderiyorduk. (Elmalı)

 

Fiyha yüfreku küllü emrin Hakiym Emren min ındiNA O gece iyi ve kötü her şey arasında ki fark ortaya konmuştur. Güzel ve çirkin. Hakk ve batıl. Doğru ve yanlış. Ulvi ve süfli. Değerli ve değersiz arasında ki tüm fark o gece ortaya konmuştur. Emren min ındiNA tarafımızdan verilmiş bir emirle. Bu ayet, ya da 5. ayetin ilk cümlesi ile beraber bu ayetler, aslında Kadir suresinin 4. ayetini andırıyor.

Tenezzelül Melâiketü ver Rûhu fiyha Biizni Rabbihim min külli emr. (Kadr/4)  Selâm…(5) işte bu; O gece melekler rablerinin emri ile ilahi bir mesaj taşıyarak bölük bölük iner ve insanı her türlü kötülükten emiyn kılar, arındırır, mutluluk verir, selâm, selamet, barışı müjdeler. Sonsuz mutluluğu müjdeler. Kadr suresinin dördüncü ayetiyle bu ayetleri tefsir etmek en doğru yaklaşım olsa gerek.

Fiyha yüfreku küllü emrin Hakiym (4) her iyi ile kötü şeyin arası o gece ayrılmıştır diyor. Neden söylüyor? O gece ne olmuştu? Vahiy inmişti. Vahiy niçin inmişti insana? İnsana iyi ve kötüyü öğretmek için. Yani insanın tasavvurunu ve aklını inşa etmek için. İyiyi kötüden ayıran bir akıl inşa etmek için. Bir tasavvur inşa etmek için inmişti. Yani insanın tasavvuruna bir mizan, bir kıstas, kıstas-ül müstakıym diyor ya Kur’an doğru bir terazi, doğru bir ölçü, doğru bir metre koymak için inmişti.

Aklımız tüm eylemlerimizin belirleyicisidir, tasavvur da aklımızın. Akıl tasavvura göre çalışır. Tasavvur aklın eline kavramları verir, akıl da tasavvurdan aldığı bu kavramlarla hüküm verir. Bu doğrudur, bu yanlıştır, bu iyidir, bu kötüdür, bu güzeldir, bu çirkindir, bu değerlidir, bu değersizdir diye kurduğumuz her cümlede yer alan iyi, kötü, güzel, çirkin, doğru, yanlış, büyük, küçük gibi  tüm kavramların içeriği tasavvurda oluşur. Dolayısıyla doğru kavramının içeriği doğru değilse bu doğrudur hükmümüz yanlış olur. İyi kavramının içeriği doğru değilse bu iyidir hükmümüz yanlış olur. Bu kötüdür hükmümüz de yanlış olur. Hatta iyiye kötü, kötüye iyi anlamını yüklersek iyi ve kötü hakkında her yargımız yanlış yargı olacaktır.

Nedir sorun? Sorun, metre ve kilo sorunudur. Yani 80 cm lik bir metreyle, 1 m. Diye ölçüp ölçüp satmaya, ölçüp ölçüp almaya. Ya da 900 gr. Lık bir kilo ile tartıp tartıp alıp, tartıp tartıp satmaya benzer. Ya aldanırız, ya aldatırız. Bu ikisinden başka yol yok. Aldanmak ya da aldatmak. Yani hiç adil olamayacaksınız, hiç dürüst olamayacaksınız, hiç yerine koyamayacaksınız, hiç isabet edemeyeceksiniz demektir.

İşte vahiy tasavvuru böyle inşa eder. Hayatımızı üzerine bina ettiğimiz bu temel kavramların içini doldurur. Ne değerlidir, ne değersiz. Ne kalıcıdır, ne geçici. Ne iyidir ne kötü. Dünyaya gerçek anlamını vahiy yükler. Ahirete de gerçek anlamını vahiy yükler. Ölümü ve hayatı bize vahiy tanımlar. Eğer vahiy inşa etmemişse bir tasavvuru ölüye diri diyebilir, diriye de ölü. Fakat vahiy inşa etmişse bir çoklarının ölü dediğine vahiy ile bakan bir gözle baktığı için diri olduğunu görür ve diri der.

ve lâkin lâ teş’urûn. (Bakara/154) öyle diyordu ya vahiy onlar diridirler fakat siz farkında değilsiniz. Onun için vahiy insanda bir özge bakış açısı inşa eder, bir özge tasavvur inşa eder. Bu tasavvura göre bakan vahiy ile bakmış olur. Bu tasavvurla işiten vahiy ile işitmiş olur. Bu tasavvurla yürüyen vahy ile yürümüş olur. Bu tasavvurla tutan vahiy ile tutmuş olur. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı o ünlü hadiste geçtiği gibi;

“Kulum bana nafilelerle yaklaşır, öyle bir an gelir ki ben onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.” Vahit ile bakan göz, Allah ile bakan gözdür. Vahiy ile işiten kulak Allah ile işiten kulaktır. Vahy ile kalkan el Allah ile kalkan eldir. Vahiy ile yürüyen ayak Allah ile yürüyen ayaktır.

Evet, Allah’ın insan göz olması, kulak olması, göz kulak olması, dil dudak olması, el ayak olmasının anlamı da budur. Vahiy sizde bir tasavvur, bir akıl inşa ederse bu tasavvur ve akılla siz bir hayat inşa edersiniz. Kendinize bir şahsiyet inşa edersiniz. Bu şahsiyetin inşa ettiği bir hayatta vahye uygun bir hayat olur. İşte böyle bir hayatın akıbeti cennet olur. İnşallah. Müddessir/18 ve 20. ayetlerinde Vahiy bir aklı inşa etmezse ne olurun cevabı vardır. İsterseniz okuyalım;

İnnehu fekkere vekadder. (Müddesir/18) Vahyin inşa etmediği o zavallı tasavvur ve akıl düşündü, ölçtü, biçti. İnnehu fekkere vekadder düşündü, ölçtü, biçti. Keyfe kadder. nasılda ölçtü biçti. Düşündü, ölçtü, biçti. Bir sonraki ayette düşünme tekrar edilmiyor. keyfe kadder, ölçüp biçmek tekrar ediliyor. Çünkü ölçüp biçmeye göre düşünür insan. Metresine göre düşünür. Kilosuna görme düşünür. Devamında; Sümme kutile keyfe kaddere. (Müddesir/20) Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti.

Evet, Nasıl ölçtü biçti? Tıpkı Ümeyye Bin Halef, Ubey Bin Halef, Ebu Cehil gibi. Onlar akılsız insanlar değiller di. Uluslar arası ticaret yapan insanlardı. Fakat yanlış ölçüp biçiyorlardı. Dünyaya kalıcı değeri yüklüyorlardı. Tek dünyalı bakıyorlardı. Allahsız düşünüyorlardı. Hayatın anlamından soyutluyorlardı. Eşyaya bir emanet değil, mülkiyet gibi bakıyorlardı. Allah’tan bağımsız bir alan olduğuna inanıyorlardı. Allah’ın hayata müdahil olmadığını düşünüyorlardı. Onun içinde Allahsız düşünüyorlardı. Ve ölçüp biçerken yanlış ve yamuk ölçüyorlardı.

Düşünmüyor değillerdi yoksa. Akletmiyor değillerdi. Aklediyorlardı fakat akıllarının zemini olan tasavvurları yanlış kile ve metrelerle ölçüp biçiyordu. Dolayısıyla kavramlarının içi yanlış dolduruluyordu. Onun içinde ahiret siz bir dünya, Allahsız bir hayat düşülüyorlardı. Buna göre düşünüyorlar, buna göre düşündükleri içinde bir türlü akıl edemiyorlardı. Neden peygamberlik Abdulmuttalib’in yetimine verilmiş. Bir türlü akıl edemiyorlardı; Eğer biz kötü olsaydık Allah bize bu kadar servet verir miydi diyorlardı. Serveti Allah nazarında iyi olmanın gerekçesi sayıyorlardı. Yani tek dünyalı düşünüyorlar, ölçüleri yamuktu, metreleri yamuktu, kiloları yamuktu, bakışları da yamuk oldu. İşte vahyin inşa etmediği bir tasavvurla düşünen böyle düşünür. Bu ikisi arasında ki farkı anladığımızda bu ayeti de anlamış oluruz.

Amir Bin Füheyre örneğini hatırlayalım. Hicret sırasında Sevr mağarasında iken Resulallah görev alanlardan biri, Hz. Ebu Bekir’in azatlı çobanı, kölesi. Daha sonra Suffe de öğretmen olacaktır. Resulallah onu bazı kabilelerin talebi üzerine beraberinde 40 ya da 70 öğretmen olduğu halde yollayacak ve yolda kendilerine pusu kurulacak ve iki kişi hariç başta Amir Bin Füheyre olmak üzere şehiyd edileceklerdir. Develerin başında kalan, ya da suya gittikleri için öldürülmekten kurtulan iki kişiden biri pusucular tarafından ele geçirilip sorgulanacak, bu sorgunun temelini;

Bana şu isimleri teşhis et ve içinde cesedini bulamadığım kişiyi bul olacaktır. Cesedi bulunmayan kişi Amir Bin Füheyre dir. Onu merak etmiştir hainlerin ele başısı Cebbar, onu sormaktadır. O kim bana onu anlat demektedir.

Amr isimli hayatta kalan sahabi en sonunda dayanamaz ve çetenin ele başısı Cebbar’a der ki; Neden onu bu kadar merak ediyorsun. Ben onu nasıl merak etmeyeyim. Ben hançerimi sırtından sapladım ucunun göğsünden çıktığını gözlerimle gördüm. Onu ben öldürdüm. Fakat O bana ne dedi biliyor musun? Ne dedi? lekad fûztü vallahi. Son sözü bu oldu. Vallahi işte şimdi kazandım. Dedi. Ve Cebbar soruyor, müşrik Cebbar, pusucu Cebbar, Hain Cebbar; O ölsün, ben öldüreyim. Nasıl o kazanıyor. Kazanan niçin o olsun. Kazanan benim. Evet bu sorgulama Cebbar’ı imanın kapısına getirip bırakacaktır ve Müslüman olacaktır. Neden onun kurtulduğunu anladığında imana kavuşacaktır Cebbar.

Belki sorulması gereken soru şu Amir gibi iman edip Cebbar gibi düşünmek nasıl bir şey? İçinde yaşadığımız zamanın mü’minleri, işte vahiy tarafından inşa edilmemiş bir tasavvur ve akılla düşündüklerinde böylesine bir paradoksu yaşıyorlar.

Bir başka örneği Yasir ailesinde görüyoruz. Resulallah akşama kadar zalim efendileri tarafından işkence altında kıvrandırılan Yasir ailesine işkence seansı bittiğinde geliyor ve diyordu ki. İspiru ya yasir, sabredin ey Yasir ailesi Mev’idü kümül cenneh randevunuz cennettedir. Yani sizi cennet bekliyor.

Burada İslam cemaatinin büyük reisi olan Resulallah, kendi cemaati içerisinden işkence gören birilerine, eğer ille de bir şey vaad edecekse her halde bu günkü kafayla şöyle düşünmemiz gerekir. Sizi kurtaracağım, biraz daha direnin. Kurtulacaksınız biraz daha direnin. Ama yok..! Randevunuz cennette diyor ve bize Ammar anlatıyor; Resulallah gelip bu sözü söylediğinde bir günlük işkenceye direnecek kadar bir direnç daha kazanırdım. Dolayısıyla bizim zihnimiz gibi işlemeyen zihinler görüyoruz.

Zihnini vahyin inşa ettiği, tasavvurunu vahyin inşa ettiği insanlar bizin baktığımız yerden bakmadığı için kurtuluşa bizlerin yüklediği sıradan anlamı yüklemiyorlar. Bunun gibi bir çok örneği vermek mümkün. İşte vahyin inşa ettiği tasavvur.

inna künna mursiliyn elbet biz, evet peygamberleri gönderen de bizdik. Kur’an tüm vahiylerin zirvesidir, Resulallah ta tüm peygamberlerin ufku. Yani ayetin sonu önceki peygamberleri de biz gönderdik, tıpkı bunu gönderdiğimiz gibi.

 

6-) Rahmeten min Rabbik* inneHU HUves Semiy’ul ‘Aliym;

(İrsâl olanın) Rabbinden Rahmet olarak! Muhakkak ki O, “HÛ”; Semi’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

06 – Rabbinden bir rahmet olarak, hakikat o, öyle semî’ öyle alîmdir. (Elmalı)

 

Rahmeten min Rabbik tabii ki rabbinin rahmeti sayesinde. Yani peygamberleri göndermekle mükellef değildik. İnsanoğlu bize dönüp de diyemezdi ki Ya rab, madem doğru yolu bulmamı istedin neden peygamber göndermedin diyemezdi, buna hakkı yoktu. Çünkü biz onun içine zaten bir peygamber koymuştuk. İçine koyduğumuz peygamber akıldı. Onun da temelinde daha başka bir şey koymuştuk; Fıtrat. Fıtrat gibi bir temel onun üzerine akıl gibi bir iç peygamber verdiğimiz halde bununla yetinmeyip bir de peygamber göndermemiz, sadece insanoğluna olan rahmetimizin, acımamızın bir gereği idi. Yani acıdığımız için gönderdik. Merhametimizin sınırsız olmasının bir sonucuydu. Rahmeten min Rabbik.

inneHU HUves Semiy’ul ‘Aliym şüphesiz yalnızca O’dur her şeyi işiten, yalnızca O’dur her şeyi bilen.

 

7-) Rabbis Semavati vel Ardı ve ma beynehüma* in küntüm mukıniyn;

Semâların, arzın ve ikisi arasındakilerin Rabbidir… Yakîne erenlerdenseniz! (A.Hulusi)

07 – O Göklerin ve Yerin ve bütün aralarındakilerin rabbidir ehli yakîn olsanız. (Elmalı)

 

Rabbis Semavati vel Ardı ve ma beynehüma* in küntüm mukıniyn O göklerin de rabbi, yerin de rabbidir.

Evet, O rahmet, O mağfiret, O sonsuz merhamet sahibi olan Allah göklerin, yerin sahibidir. Bu ikisi arasındakilerin sahibidir. Rabbidir, eğiticisidir. İn küntüm mukıniyn; eğer yakiyn bir imana sahip olsaydınız bunu görürdünüz. Yani bütününü birden manalandıracak olursak; eğer yakıyn bir imana sahip olsaydınız; O’nun ; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin rabbi olduğunu, tek gerçek rabbi olduğunu da çok iyi bilirdiniz.

Yakıyn bir iman göze yürür fer olur, gönle yürür ferman olur. Yakıyn bir iman, görür gibi bir iman. Yani ihsan. Görür gibi inanmak. Eğer böyle bir iman ile inanırsanız, o zaman baktığınız eşyada Allah’ın kudret ve ihtişamını görürsünüz. İmanla bakan varlığın dilini çözer. İmanla dinleyen Süleyman olur, karıncaların dilini çözer, kuşların dilini çözer. İmanla bakan kainat kitabının sırrını çözer. Onun içinde burada eğer Yakıyn bir imana sahip olsaydınız göklerin, yerin ve o ikisi arasındakilerin yegane rabbinin Allah olduğunu bilirdiniz diyen ayet, imanın; insanda bir basiret, bir iç göz, sonsuzca gören bir feraset, bir iç göz oluşturduğunu söylemiş olur.

 

😎 Lâ ilâhe illâ HUve yuhyiy ve yümiyt* Rabbüküm ve Rabbü abaikümül evveliyn;

Tanrı yok; sadece “HÛ”; diriltir ve öldürür! Rabbinizdir ve atalarınızın da rabbidir! (A.Hulusi)

08 – Ondan başka Tanrı yoktur, hem diriltir hem öldürür, hem sizin rabbiniz hem de evvelki atalarınızın rabbi. (Elmalı)

 

Lâ ilâhe illâ HU O’ndan başka tanrı yoktur. Başka bir tercümeyle Allah, yalnızca O’dur tanrı. Kulluk edilmeye layık olan yalnızca O’dur. yuhyiy ve yümiyt* Rabbüküm ve Rabbü abaikümül evveliyn hayatı ve ölümü yaratan O’dur. Sizin de rabbiniz, önceki babalarınızın da rabbi olan yalnızca O’dur. Yani sizin rabbinizdir. Sadece sizin değil, önceki atalarınızın abaikümül evveliyn önden giden atalar anlamına da gelir, size rehberlik yaptığını iddia ettiğiniz, rehberiniz olduklarını söyledikleriniz atalar anlamına da gelir. Dolayısıyla kendilerini izlediğiniz atalarınızın da  rabbidir.

 

9-) Belhüm fiy şekkin yel’abun;

Hayır, onlar kuşkulu yaşam içinde, (dünya hayatıyla) eğlenip duruyorlar. (A.Hulusi)

09 – Fakat onlar şekk (Şüphe) içinde oynuyorlar. (Elmalı)

 

Belhüm fiy şekkin yel’abun ama nerede, onlar hala kuşku içinde oyalanıp duruyorlar.

 

10-) Fertekıb yevme te’tis Semau Bi duhanin mubiyn;

Semânın apaçık bir duhân (duman) olarak geleceği (insanî hakikatin fark edileceği) süreci gözetle! (A.Hulusi)

10 – O halde gözet o Semânın açık bir duman ile geleceği günü. (Elmalı)

 

Fertekıb yevme te’tis Semau Bi duhanin mubiyn şu halde göğün gerçeği ortaya koyduğu, ortaya seren bir dumanla kaplanacağı günü bekle.

Gerçeği ortaya seren bir duman Bi duhanin mubiyn İbn. Mes’ud a göre bu, Mekke müşriklerinin gelecekte başına gelen kıtlığa bir atıf. Zaten gelecekten haber veren bir ayet bu Fertekıb, bekle. Yani onların başına gelecek bir felaketi bekle diyor. İbn. Mes’ud da, ki daha başka sahabelerde ona katılıyor, hicretten sonra 7. yılda Mekke de kısa süreli bir kıtlık yaşanıyor. İşte bu kıtlığa delalet eder diyor.

Burada ki Bi duhanin mubiyn gerçeği ortaya seren duman ile de açlık sırasında kararan göze delalet eder. Açlık sırasında göz etrafını dumanlı, bulutlu görür. Öylesine bir açlık yaşadı ki Mekke o dönemde, o kıtlıkta leş yemek zorunda kalmışlardı. Sağda solda ki leşleri toplayıp yemek zorunda kalmışlardı. Resulallah’ın bir bedduası üzerine gerçekleşti bu kıtlık. Hudeybiye nin hemen arkasından ve bölgenin en refah içinde ki en müreffeh kentin sakinleri leşleri toplayıp yediler.

Bunun üzerine Ebu Süfyan Medine’ye yardım talebiyle geldi. Mekke’nin yeni reisi Ebu Süfyan. Resulallah onu geri çevirdi, ama arkasından da Hayber’in fethi üzerine ele geçen ganimetlerden külçe gümüşleri Mekke’mim yoksullarına dağıtılmak üzere Mekke’ye gönderdi.

Mekke’nin Resulallah’a yaptığına bakınız, Resulallah’ın Mekke’ye yaptığına. Mekke Resulallah’ı öldürmek için kastediyor ve onu vatanından çıkarıyor. Resulallah ise dar zamanlarında Allah cezanızı versin de helak olun demek yerine, belki önce yola gelmeleri için Allah’ın onlara bir imtihan vermesini niyaz ediyor, arkasından da bu imtihan gelince kendisinin de onlarla sınandığını düşünerek ganimetten bir pay gönderip yoksullar arasında dağıtılmasını istiyor.

Bu ilginç bir hadise. Allah resulünün şefkatini gösteren bir hadise. O dönemde Mekke’nin tahıl ambarı Yemame idi ve ilginç bir tevafuktur Yemame’nin iki kralından biri sayılan Sümame bin Üsal bir yolculuk sırasında İslam müfrezeleri tarafından yakalanıp getirildi, Mescitte 3 gün bekletildi. Daha önce Resulallah’a Mekke de bir panayırda Resulallah’ın kendi,sini dine daveti üzerine Resulallah’a hakaret etmiş ve bir daha görürsem seni öldürürüm demişti.

İşte bu adam 3 gün Mescidi Nebevi de hapsedildi, mü’minlerin yaşantısına şahit oldu. Özellikle de Resulallah’ın hayatına şahit oldu. Resulallah her namazdan sonra ona gelip imanı telkin ediyor, hala Allah’a teslim olma zamanın gelmedi mi ey Sümame diyor, fakat o dişlerini gıcırdatarak Resulallah’tan nefret ettiğini söylüyordu.

3. gün bırakın bunu gitsin dediğinde gözlerine inanamadı, kulaklarına inanamadı ve bakıy bahçeleri arasında kayboldu. Bir müddet sonra ellerinden saçlarından sular damlayarak Sümame’nin geldiğini gördük ve Resulallah’a müjde verdik, Y a Resulallah Sümame geliyor.” Resulallah’ın yüzünden ay doğdu sanki, o kadar sevindi. Sümame hem sular damlıyor, hem gözünden yaşlar akıyordu. Geldi kendini Resulallah’ın önüne bıraktı; Şu ana kadar bana en sevimsiz sendin ya Muhammed. Şimdi ise bana yer yüzündekiler ve içindekilerden, her şeyden daha sevimli olan sensin. Diyerek iman etti.

Bunun üzerine birkaç hafta daha İslam’ı talim etmek üzere Medine’de kaldı. 3 gün zarfında yemeğine bakmakla yükümlü olan sahabe, onun karnını doyurmakta aciz kalmıştı. Hatta bnir gün Resulallah’a gelip şikayet etmiş ve Ya Resulallah deve gibi yiyor. Bir adam, 9 adamın yediğini yiyor demişti. Ama Müslüman olduktan sonra Sümame’yi misafir eden ev sahibi; Ya Resulallah Sümame bir şey yiyemiyor, söyle de bir şey yesin. O adeta imana erdikten sonra kalbi doymuş kalbi doyduktan sonra karnı da doymuş adama dönerek Resulallah. Müslüman bir boğumla yer, kafir 7 boğumla yer, 7 bağırsağıyla yer. buyurmuştu.

İşte bu Sümame dönüşte Mekke’yi ziyaret etti ve imanını açıkladı. Müşrikler ona hücum ettiler, tam öldürecekleri sırada biri tanıdı ve onların ellerinden kurtardı. Sümame de onlara dönüp, Bunlardan sonra açsınız. Bundan sonra bir tane buğday yok size demişti ve buğday yolunu tıkadı. Artık ne zaman Mekke’ye buğday ve tahıl da akmayınca Mekke’liler açlıktan kırıldılar. İşte Mekke’nin fethinin önünü açan olaylar zinciri bunlar olmuştu.

[Ek Bilgi; DUHAN

Biz şimdiye kadar “duhân”ı hep düşünce kaymaları neticesinde oluşan şaşkınlıklar, itikadî marazlar ve fikir hercümerci şeklinde anladık. (Fettullah Gülen)

Hz. Ali’den şöyle nakledilmiştir: (Duhân,) Kıyamet’ten önce gökten gelecek bir dumandır. Kâfirlerin kulaklarına girecek, tâ ki her birinin başı püryân (sarhoş) olmuş (şekilde) başı dönecek, mümine de ondan zükâm (nezle) gibi bir hâl gelecek ve bütün yeryüzü, içinde ocak yakılmış; fakat deliği olmayan bir eve dönecek.

Âyette geçen ‘˜Duhân’ kelimesi hakkında İbn Kesîr açıklama yaparken aktardığı bazı hadis-i şeriflerden sonra, bunu kıyamet alâmetlerinden birisi olarak değerlendirmiştir. (Hadislerle Kur’an tefsiri.)

Duhânın kıyamet alâmeti olduğunu Bediüzzaman da Şuâlar isimli eserinde ‘haşir ve kıyametin bir alâmeti olan duhân şeklinde ifade eder. Hatta Bediüzzaman, yerin ve göğün yaratılması esnasında gerçekleşen olaylarla kıyamet esnasında yaşanacak olaylar arasındaki ortak noktalara dikkat çekerek şu ifadeleri kullanır:

Semânın ‘sonra göğe yöneldi ki, o duman halindeydi’ hâletindeki vaziyetinden tut, tâ duhân la inşikakına (parçalanmasına) ve yıldızların düşüp, hadsiz fezada dağılmasına kadar. (Şuâlar)

Ayetleri ve ayetler hakkında yapılan yorumları dikkate aldığımızda şu sonuca ulaşırız: Kâinatın yaratılışı ile ölümü demek olan kıyamet esnasında meydana gelecek olaylar hemen hemen aynı olacaktır.

Kur’an ın bu ifadeleri acaba ne ölçüde günümüz biliminin sunduğu bilgilerle uyum halindedir? Acaba, taban tabana zıt bilgiler mi aktarılmakta, yoksa insanoğlu binlerce yıllık birikimine rağmen Kur’an ın asırlar önce verdiği haberleri mi doğrulamaktadır?

Dünya’mızın Güneş sistemiyle birlikte yaklaşmakta olduğu galaksi merkezindeki dev kara deliğin yakınları sayılabilecek bir mesafede, sadece gazdan oluşan (hidrojen gazı) sarmal bir kol bulunmaktadır. Bu kol aynı zamanda genişleyerek 190000 km/s hızla Dünya’ya yaklaşmaktadır. Bu büyük gaz kütlesi Duhan suresinde belirtilen dumanı (duhan) oluşturabilir. Aynı zamanda, kelimenin tam anlamıyla, bize doğru kendisi yaklaştığı için de ayetteki  ‘’göğün getireceği veya çıkaracağı’’ tanımlamasına tamtamına uymaktadır.

İncil de

«Yukarıda, gökyüzünde harikalar yaratacağım. Aşağıda, yeryüzünde belirtiler, kan, ateş ve duman bulutları görülecek. Rab’bin büyük ve görkemli günü gelmeden önce Güneş kararacak, Ay da kan rengine dönecek. O zaman Rab’be yakaran herkes kurtulacaktır.’» (Elçilerin İşleri 2:19-21)

            Tevratta Duhan.

            Duman, Kitâb-ı Mukaddes’te de, dünyanın sonunda vukû bulacak bir alâmet olarak zikredilmektedir. İslâmî literatüre, kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri olarak geçen “duhân”a, Kitab-ı Mukaddes’in benzer anlam ifâde eden pasajlarında rastlanılmış olması dikkatleri çekmektedir. Örnek;

            Sodom ve Gomora’ya ve bütün ovaya baktı. Yerden, tüten bir ocak gibi duman yükseliyordu. (Kutsal Kitap BÖLÜM 2

Kutsal Ruh`un Gelişi/19)

            NİBİRU VE DÜHAN

Duhan kelime anlamıyla duman anlamına gelmektedir. Surede de kıyamet vaktinin geldiğinin işaretlerinden biri olarak dünyayı büyük bir dumanın kaplayacağı söylenmektedir.

9. Fakat onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.

10- Öyleyse sen, göğün açıkça bir duman getireceği günü gözle;

11. Duman insanları bürüyecektir. Bu, elem verici bir azaptır.

12. (İşte o zaman insanlar:) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler).

Bu dumanın meydana geleceğini kimse bilemeyecektir. Çünkü dokuzunca ayette insanların şüphe içine de (yani emin olmayarak) eğlenip durduklarından bahsediyordur. Ve devamında ise göğün bu dumanı getireceğinden bahsediliyordur. Bunu atmosfer olarak düşünecek olursak, atmosferde böyle bir dumanın oluşma ihtimali bilimsel olarak mümkün değildir. O zaman bu duman dünya dışından gelecektir.

Burada bahsedilen gök atmosfer dışındaki evrendir.

Dumanın insanları bürüyeceğini söylüyor Kuran bizlere. Dünyanın nüfusunu göz önüne alacak olursak eğer bu dumanın dünyanın her tarafını kaplayacağı anlaşılacaktır. Gök olarak atmosferi düşünürsek dünyanın her tarafını kaplayacak bir dumanı atmosferin oluşturma ihtimali gözükmemektedir. Bu da bize dumanın dünyamızın dışından geleceğini göstermektedir.

Hem böyle bir şey imkânsız değildir, çünkü demir elementi de dünyada oluşmamış ve dünya dışından yeryüzüne inmiştir.

Sümerlerin Nibiru ismini verdikleri gezegen dünyadan 4 kat daha büyük bir gaz bulutu ise, bu gaz bulutu rahatlıkla dünyamızı kaplayacak, insanları saracaktır. Gaz bulutları konusuna gelince, evrende gaz bulutlarından oluşan kümlerin olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Bu dumanın insanlara elem verici bir azap olacağını söylüyor doğruların kitabı. Ve insanlar bu azaba dayanamayıp, iman ettiklerine söyleyeceklerdir. Bakalım bu imanın geçerli bir iman mı olacağını aynı surenin devam eden ayetlerinden inceleyelim.

15. Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz.

16- Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette biz intikam alacağız.

Ve sonuç; insanlar yine eski hallerine dönecekler. Duman geçecek ve insanlar eski yaşantılarına hemen geri dönecekler. Ne kadar da nankörce bir davranış! Eğer bu dumanın bir gaz bulutu olarak ele alırsak, dünya bu gaz bulutunun içerinde geçici olarak bulunacaktır.

Birazcık kaldırmakla bahsedilen ise azabın dumanın geçmesiyle bitmediği, daha büyük felaketlerin insanları beklediğini bir sonraki ayetten anlayabiliyoruz.

Yüce Rabb’imiz yine merhametli davranıyor, insanları önce bu dumanla uyarıyor iman etmeleri için. Hiçbir kavim uyarılmadan helak edilmediğini bildiğimize göre, inanmamakta ısrarcı olanlar için bu duman büyük felaketten önce son uyarı olacaktır. Fakat yine insanlar bu uyarıyı ciddiye almayacaklardır. (Devam ediyor) (M. Özyurt)

            Allahu Alem..!]

 

 

11-) Yağşen Nas* hazâ azâbün eliym;

İnsanları kaplar! Bu feci bir azaptır (hakikatin fark edilip gereğinin uygulanmamış olması yüzünden)! (A.Hulusi)

11 – Ki nâsı saracaktır, bu bir elîm azâptır. (Elmalı)

 

Yağşen Nas* hazâ azâbün eliym O duman bütün insanları bürüyecek ve inkarcılar haykıracak. Acıklı azab işte bu. Burada adeta o dönemde ki daha gelecekte haber verdiği bu beladan, yer yüzünün en sonunda kıyamet öncesi belaya geçerek Kur’an tüm insanlara o belanın daha büyüğünü, tüm insanlığı bekleyen büyük belayı haber veriyordu. Büyük kıyamet alametini haber veriyordu.

 

12-) Rabbenekşif ‘annel azâbe inna mu’minun;

“Rabbimiz! Azap veren hâlden bizi çıkar; doğrusu biz iman edenleriz (artık)!” (A.Hulusi)

12 – Rabbenâ! bizden bu azâbı aç, çünkü biz mü’minleriz diyecekler. (Elmalı)

 

Rabbenekşif ‘annel azâbe inna mu’minun Rabbimiz bu azabı bizden kaldır. Çünkü biz artık inanıyoruz diyecekler.

 

13-) Enna lehümüz Zikra ve kad caehüm Rasûlün mubiyn;

Onlar nerede bu durumda, düşünüp ders almak nerede? Hâlbuki onlara apaçık bir Rasûl de gelmişti… (A.Hulusi)

13 – Onlara düşünmek, ibret almak nerede? Kendilerine apaçık anlatan bir Resul geldi de. (Elmalı)

 

Enna lehümüz Zikra şimdi bu hatırlama onlara nasıl bir yarar sağlayacak. Enne; Bu edat hem nasıl, hem nereden anlamına gelir. Yani nerden yarar sağasın ki bu saatten sonra hatırlama. Adeta zaman içinde yaşanmış olan cüz’i bir hadise den, külli bir hadiseye, yani kıyametin öncesinde olacak o büyük dehşetli olaya atıfla, iş işten geçtikten sonra hatırlamanın ne yararı olur diye soruyor.

ve kad caehüm Rasûlün mubiyn.. (Sonraki ayete bitişik)

 

14-) Sümme tevellev ‘anhu ve kalu muallemün mecnun;

Sonra Ondan yüz çevirdiler ve: “Öğretilmiş bir cinnîdir” dediler. (A.Hulusi)

14 – Sonra ondan döndüler, öğretilmiş dediler, bir mecnun dediler. (Elmalı)

 

ve kad caehüm Rasûlün mubiyn – Sümme tevellev ‘anhu ve kalu muallemün mecnun zira kendilerine hakikati apaçık ortaya koyan bir elçi gelmişti de sonra onlar yüz çevirmiş ve demişlerdi ki; O başkalarınca doldurulmuş delinin biridir. Böyle demişlerdi. Başkalarını işe karıştırmaları boşuna değil. Bu akıl başkalarını işe şunun için karıştırıyor. İftirasında ki tutarsızlığı örtmek için. Çünkü bu iftira tutarsız bir iftira. Okuma yazması olmadığını kendileri de biliyorlar. Kaldı ki Ona öğretecek biri var idiyse o peygamberliğini ilan ederdi, niye o ilan etsin. Eğer böyle bir şey mümkin idiyse. O nedenle bu tutarsızlığı örtmek için başkalarını işe karıştırıyorlar.

 

15-) İnna kâşifül azâbi kaliylen inneküm ‘aidun;

Muhakkak ki biz o azabı birazcık açıp kaldırırız… (Ne var ki) siz eski hâlinize geri dönersiniz. (A.Hulusi)

15 – Biz o azâbı biraz biraz açacağız, fakat siz yine döneceksiniz. (Elmalı)

 

İnna kâşifül azâbi kaliylen inneküm ‘aidun elbet biz cezayı bir süreliğine askıya alacağız. Fakat siz yine eski halinize döneceksiniz. Yani; ve in te’ûdu ne’ud.. (Enfal/19) siz dönerseniz biz de döneriz. Sanırım Enfal suresinde olacaktı. Eğer dönerseniz biz de sözümüzden döneriz. Ya da bir başka ayet daha hatırlıyorum. ve evfû Biahdiy ûfi Biahdiküm.. (Bakara/40) İsrail oğullarına hitaben. Siz bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yani Allah’ın verdiği sözü yerine getirmesi için şart olan şey, kulun Allah’a verdiği sözü yerine getirmesi. Yoksa Allah zaten peşinen kredi açmış ve siz O’nun açtığı krediyle yaşıyorsunuz. Onun için sıra sizde, sıra O’nda değil, sıra kulda.

 

16-) Yevme nebtışul batşetel kübra* inna müntekımun;

O süreçte (semânın apaçık bir duman olarak geldiğinde) en büyük yakalayışla yakalarız… Muhakkak ki biz yapılan suçların sonuçlarını yaşatanız! (A.Hulusi)

16 – Amma o büyük satvetle sıkıvereceğimiz gün her halde biz intikam alacağız. (Elmalı)

 

Yevme nebtışul batşetel Kübra* inna müntekımun kıskıvrak enselediğimiz büyük gün gelip çatınca da behemahal yaptıklarınızın acısını size tattıracağız. ul batşetel Kübra İbn. Mes’ud Bedir savaşı diye yorumluyor. Batşetel Kübra’yı. Hesap günü de olabilir tabii ki. İnna müntekımun; intikam alırız. Yani yaptıklarının acısını tattırırız buyuruyor ya ayet. Nasıl mı? İşte Firavundan aldığımız gibi. Cevabı öyle ve şimdi o cevap geliyor.

 

17-) Ve lekad fetenna kablehüm kavme fir’avne ve caehüm Rasûlün keriym;

Andolsun ki onlardan önce Firavun kavmini de güç işlerle denedik… Onlara kerîm bir Rasûl gelmişti. (A.Hulusi)

17 – Celâlim hakkı için onlardan evvel Firavunun kavmini fitneye düşürdük, onlara da kerîm bir Resul gelmişti. (Elmalı)

 

Ve lekad fetenna kablehüm kavme fir’avn doğrusu biz onlardan önce de firavun kavmini sınamıştık. ve caehüm Rasûlün keriym onlara seçkin bir elçi gelmiş ve demişti ki Rasulün; Rasül, insanlar içinden seçilen kişi. Rasulün keriym peygamberler içinden seçilen peygamber. Onun için Keriym, bir türün en üstün örneğine verilen vasıf.

 

18-) En eddu ileyye ıbadAllâh* inniy leküm Rasûlün emiyn;

“Allâh’ın kullarını bana teslim edin… Muhakkak ki ben güvenilir Rasûlüm…” (dedi). (A.Hulusi)

18 – Şöyle diye: Allahın kullarını bana teslim edin, çünkü ben size emîn bir Resulüm. (Elmalı)

 

En eddu ileyye ıbadAllâh ne demiştik; Bana teslim olun ey Allah’ın kulları. Evet, o elçi öyle demişti. Yani Hz. Musa; Bana teslim olun ey Allah’ın kulları demişti. Veya bu iki şekilde de anlaşılabilir, tercüme edilebilir. Allah’ın kullarını bana teslim edin. Ibade Kelimesi hem cümlenin nesnesi, hem mahsus nidanın münadası konumundadır, onun için iki şekilde de anlaşılabilir.

inniy leküm Rasûlün emiyn ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Demişti.

 

19-) Ve en lâ ta’lu alAllâhi* inniy atiyküm Bi sultanin mubiyn;

“Allâh’a karşı üstünlük taslamayın (Rasûle isyan etmeyin)… Size apaçık karşı konulamaz delil ortaya koydum.” (A.Hulusi)

19 – Ve Allaha karşı baş kaldırmayın, çünkü ben size açık bir burhan ile geliyorum. (Elmalı)

 

Ve en lâ ta’lu alAllâh Allah’a karşı küstahlaşmayın diye eklemişti. inniy atiyküm Bi sultanin mubiyn benim size hakikatin apaçık delilleriyle geldiğini aklınızdan asla çıkarmayın diye de eklemişti.

Sultan; Boyun eğdiren, yani zorla boyun eğdiren değil demek. Hz. Musa söz konusu olduğunda bu 7 beyza ve Asayı Musa olsa gerek. Dil zorlanınca el konuşuyor. Hz. Musa’nın dilinde konuşma zorluğu vardı malumunuz onun içinde tefsirin girişinde okuduğum o ayetler onun duasıydı. Dilimden çöz düğümü diyordu, beni anlasınlar diyordu ya rabbi..! İşte dilinde konuşma zorluğu olan Musa’ya konuşacak bir el verilmişti. Firavunun kamçısına iktidarına cevap olsun diye de çoban asası bir yılana dönüştürülmüştü. Firavunun iktidarına bir cevaptı bu. Firavunların elinde ki kamçı onların zorba gücünü temsil ederdi. Bir çobanın asası sizin iktidarınızı devirir işte böyle demekti. Mesaj buydu aslında.

 

20-) Ve inniy ‘uztü Bi Rabbiy ve Rabbiküm en tercumun;

“Beni taşlayarak öldürme arzunuzdan Rabbim (Hakikatim olan Esmâ kuvvesine) ve sizin de Rabbiniz olana (hakikatinize) sığındım.” (A.Hulusi)

20 – Ve haberiniz olsun ki ben sizin beni recminizden rabbim ve rabbinize sığınmışımdır. (Elmalı)

 

Ve inniy ‘uztü Bi Rabbiy ve Rabbiküm en tercumun iyi bilin ki ben sizin bana dönük saldırınızdan benim de, sizin de rabbiniz olan Allah’a sığınmışım. Lafzen taşlamanız en tercümun, taşlamanızdan. Saldırınız diye çevirdim. Kasas suresinin 33. ayetine eğer bakarsak bunun suikast olduğunu anlarız. Yani bunu böyle yorumlamamız Kasas/33 le daha doğru olur. Yani suikastınızdan benim de sizin de rabbiniz olan Allah’a sığınırım.

 

21-) Ve in lem tu’minu liy fa’tezilun;

“Bana iman etmediyseniz, hiç olmazsa benden uzaklaşın!” (A.Hulusi)

21 – Onun için eğer bana iman etmezseniz bari benden çekilin. (Elmalı)

 

Ve in lem tu’minu liy fa’tezilun ve eğer bana inanmıyorsanız beni yolumdan alıkoymayın, yolumdan çekilin eğer bana inanmıyorsanız. Sözün gücünü, gücün sözü ile bastırmaya çalışan bir akıl görüyoruz burada. Firavunun ve hempalarının aklı. Musa sözün gücünü kullanıyor, onlar gücün sözünü kullanıyorlar. Onun içinde Musa diyor; Bana inanmıyorsanız yolumdan çekilin, önümde durmayın. Ben tebliğimi yapayım, hatta vazifemi yapayım alıp götüreyim İsrail oğullarını ve bana inanan müminleri. Ama firavunun cevabı evet olmuyor. amentüm

..lehu kable en azene leküm. (Şûarâ/49) Tıpkı mümin olan sihirbazlara söylediği gibi. Şimdi benden izin almadan iman ettiniz ha? le ukattı’anne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin. ve leusallibenneküm ecme’ıyn (Şûarâ/49) ellerinizi ve ayaklarınızı buy muhalefetinizden dolayı keseceğim ve topunuzu asacağım diye tehdit ediyor be bunu da yapıyor. İşte gücün sözü böyle yapar. Sözün gücü ile baş edemeyince işkence, yok etme ve canına kastedme gibi gelir Tarih boyunca bu bugün de böyle olmakta. Her mü’mine düşen sözün gücünü yükseltmek olmalıdır. Gücün sözcüleri karşısında.

 

22-) Fedea Rabbehu enne haülai kavmün mücrimun;

(Musa da) Rabbine yöneldi: “Bunlar suçlu (şirk koşan) bir toplum!” (A.Hulusi)

22 – Sonra rabbine duâ etti: bak bunlar mücrim bir kavim dedi. (Elmalı)

 

Fedea Rabbehu enne haülai kavmün mücrimun olan oldu. Oradaki fa o anlama geliyor, olan oldu. O da rabbine işte bunların günaha batmış bir toplum olduğu kesinleşmiştir diye şikayette bulundu.

 

23-) Feesri Bi ‘ıbadiy leylen inneküm müttebe’un;

(Rabbi dedi ki): “Kullarımı gece oradan yürüt (uzaklaştır)… Muhakkak ki siz izleneceksiniz.” (A.Hulusi)

23 – Hemen; buyurdu; kullarımı geceleyin yürüt, çünkü siz takıp olunacaksınız. (Elmalı)

 

Feesri Bi ‘ıbadiy leylen inneküm müttebe’un rabbi ona geceleyin yola düş dedi. Ama unutma ki mutlaka takip edileceksiniz. Yani firavun sizi askerleri ile takip edecek, ardınıza düşecek.

 

24-) Vetrukil bahre rehva* innehüm cündün muğrakun;

“Denizi açık olduğu hâlde bırak… Muhakkak ki onlar boğulmuş bir ordudur.” (A.Hulusi)

24 –      Ve denizi açık bırak, çünkü onlar ordu halinde gelip gark olunacaklar. (Elmalı)

 

Vetrukil bahre rehva innehüm cündün muğrakun Bir de denizi olduğu gibi bırak. Çünkü onlar boğulmaya mahkum bir ordudur buyurmuştu Allah. İlk muhataplara zımnen her firavunun bir kızıl denizi, veya her firavunun bir Musa’sı vardır uyarısı bu. Aslında son muhatap olan bizler içinde geçerli değil mi. Belki mü’minlere de bir işaret var burada. İsrail oğullarına tıpkı işaret olduğu gibi. Firavundan kurtulmakla iş bitmiyor. Peki ne gerekiyor? Firavundan kurtulunur ama, kurtulduktan sonra Yahudileşmekten kurtulamazsa İsrail oğulları gibi, o zaman kendi firavununu kendisi çıkarmış olur. Dolayısıyla kendisi firavunlaşmış oluyor. İşte ona da bir ima ve işaret var gibi geliyor ayette.

 

25-) Kem tereku min cennatin ve ‘uyun;

Nice cennet (bahçe) ve gözelerini terk ettiler. (A.Hulusi)

25 – Neler terk etmişlerdi: ne Cennetler, ne kaynaklar, (Elmalı)

 

Kem tereku min cennatin ve ‘uyun geriye nice nice bahçeler ve su kaynakları bıraktılar. Firavunun medeniyetinden geriye kalanlar bunlar.

 

26-) Ve züru’ın ve mekamin keriym;

Nice ekinler ve güzel mekânlarını da… (A.Hulusi)

26 – ne çiftlikler, ne kerîm makam.(Elmalı).

 

Ve züru’ın ve mekamin keriym ve bir nice ekili alan ve görkemli eyvan bıraktılar. Görkemli eyvan diye çevirdim mekamin keriym i, saygın konum diye de çevrilebilir bu. Ama hep somut şeyler olduğu için bağlamında geçenler bu da somut eyvana delalet etse gerek ki eyvan görkemli binalar, bahçelerde has bahçelerde yapılan içinden su akan etrafında yemek yenen, hatta eğlenceler yapılan, yatılan ve muhteşem, bir kısmı açık seyir terasları da diyebiliriz eyvan.

 

27-) Ve na’metin kânu fiyha fakihiyn;

Keyif aldıkları nice nimeti de! (A.Hulusi)

27 – Ve içinde zevk sürdükleri ne nimet ve refah. (Elmalı)

 

Ve na’metin kânu fiyha fakihiyn (alttaki ayetle bitişik)

 

28-) Kezâlike ve evrasnâha kavmen âhariyn;

İşte böyle… Onları başka bir topluma miras kıldık. (A.Hulusi)

28 – Evet öyle ve hep onları başka bir kavime miras kıldık. (Elmalı)

 

Ve na’metin kânu fiyha fakihiyne Kezâlik ve orada mevcut keyif verici daha bir nice nimet işte böylece geride kalmış oldu. Yani dünyanın nimetleri bile onlara kalmadı, dünyanın nimetlerini de bıraktılar, gittiler. Neye yaradı peki? Dünya nimetleri yar olmadı, ahiretin nimetine de kavuşamayacaklar, akıllılık mı bu diye zımnen sormuş oluyor.

ve evrasnâha kavmen âhariyn sonuçta biz onların bıraktıklarına başka toplumları varis kıldık. Yani mahkeme kadıya mülk değil, hiçbir yer yüzü nimeti sonsuzca insana verilmeyecek. Dolayısıyla geçici, onun için de nöbet değişir. Bugün yer yüzünde tanrılık taslayanlar yarın ellerinde ki tüm nimet alınıp perişan bir halde hesaba çekilirler.

 

29-) Fema beket aleyhimüs Semaü vel Ardu ve ma kânu münzariyn;

Onlara (bedensellikte boğulanlara) semâ ve arz ağlamadı ve onlar nazar edilenlerden olmadılar. (A.Hulusi)

29 – Bin netice ne Gök ağladı üzerlerine ne Yer ne de imhal olundular. (Elmalı)

 

Fema beket aleyhimüs Semaü vel Ardu ve ma kânu münzariyn ne gök ağladı onlara ne de yer ağladı ve ne de cezaları ertelendi. Yani vazgeçilmez olduğunu düşünenler, arkalarından ağlayacak tek kişi  bulamayacaklar. Firavunlaşmış her akıl vazgeçilmez olduğunu düşünür. Ama çekip gidince de arkalarından kimse ağlamaz.

 

30-) Ve lekad necceyna beniy israiyle minel azâbil mühiyn;

Andolsun ki İsrailoğullarını o aşağılayıcı azaptan kurtardık… (A.Hulusi)

30 – Celâlim hakkı için, Beni İsraîl’i kurtarmıştık: o ihanetli azâptan. (Elmalı)

 

Ve lekad necceyna beniy israiyle minel azâbil mühiyn böylece biz İsrail oğullarını aşağılayıcı bir beladan kurtarmış olduk. Aşağılayıcı bela Firavunun onları köleleştirmesi, onları köle gibi kullanması, hür olmalarına rağmen.

 

31-) Min fir’avn* innehu kâne aliyen minel müsrifiyn;

Firavun’dan (benliğin sembolü)! Muhakkak ki O, üstünlük taslayan, israf edenlerden (hakikatindeki kuvveleri boşa harcayan) idi. (A.Hulusi)

31 – Firavundan, çünkü o üstün müsriflerden idi. (Elmalı)

 

Min fir’avn Firavundan kurtardı. innehu kâne aliyen minel müsrifiyn çünkü o haddini bilmez küstahlaşanlardan biriydi.

 

32-) Ve lekadıhternahüm alâ ‘ılmin alel alemiyn;

Andolsun ki onları (İsrailoğullarını), bir İLİM ile âlemlere (insanlar) üstün seçtik! (A.Hulusi)

32 – Ve şanım hakkı için: biz onları bir ilim üzere âlemîne karşı ihtiyar eylemiştik. (Elmalı)

 

Ve lekadıhternahüm alâ ‘ılmin alel alemiyn doğrusu onları olacakları bile bile çağdaşları olan tüm toplumlar içerisinden işte böyle seçtik. Ne demek ‘ala İlmin? Ben olacakları bile bile diye çevirdim. Yani olacak nedir peki? Allah bile bile, neyi bile bile onları seçmiştir? Burada bir ima görüyorum, o ima da İsrail oğullarının ilerde nankörlük yapacaklarını, seçilmişliği istismar edeceklerini, bunu Allah’ın seçilmiş kavmi biçimine dönüştürerek kendileri dışındaki insanlara zulmetmenin gerekçesi yapacaklarını bile bile gibi anlıyorum. Dolayısıyla Kur’an da İsrail oğullarının Yahudileşme sürecini anlatan ayette bize yardımcı oluyor bu konuda.

..nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHU.. (Maide/18) biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız. İşte Allah’ın kendilerine vahiy emanetini verip vahye varis olarak seçmesini Allah’ın kendilerine torpil geçmesi (Haşa) olarak lanse ediyorlardı. Bu bir istismardı. Bunu bile bile onlara bu görevi tevdi ettik denilmektedir diye düşünüyorum ‘ala ilmin ifadesi ile.

 

33-) Ve ateynahüm minel âyâti ma fiyhi belaun mubiyn;

Onlara içinde apaçık bir imtihan olan işaretlerden verdik. (A.Hulusi)

33 – Ve onlara âyetlerden öylesini vermiştik ki onda açık bir nimet ile imtihan vardı. (Elmalı)

 

Ve ateynahüm minel âyâti ma fiyhi belaun mubiyn ve onlara apaçık bir sınav içeren mucizevi işaretler vermiştik. İsrail oğullarını seçmesi, onları üstün kılması, men ve selva vermesi onlar için hem birer nimetti hem de bir bela, yani iptila, yani imtihan idi. Onlar nimeti gördüler imtihanı görmediler. Yani nimetin ön yüzünü gördüler, arka yüzünde ki imtihanı görmediler.

 

34-) İnne haülai le yekulun;

Muhakkak ki bunlar şöyle derler: (A.Hulusi)

34 – Fakat şu berikiler diyorlar ki: (Elmalı)

 

İnne haülai le yekulun bütün bunlara rağmen, yani bütün bu geçmiş örneklere rağmen şu berikiler yine de şöyle diyecekler. Ben burada ki haülai ile bir üstte ki İsrail oğullarının değil, 16. ayete kadar kendilerine hitap edilen vahyin ilk muhatabı müşriklerin kastedildiğini düşünüyorum. Onun içinde çeviriyi bu şekilde yaptım. Yani müşrikler, çünkü esas muhatap onlar. Burada parantez kapanıp asıl muhataba dönülüyor. Ne diyorlar onlar?

 

35-) İn hiye illâ mevtetünel ula ve ma nahnu Bi münşeriyn;

“O ilk ölümümüzden ilerisi yok; biz ölüm sonrasında diriltilecek değiliz!” (A.Hulusi)

35 – ilk ölümümüzden ilerisi yok ve biz yeniden neşrolunacak değiliz. (Elmalı)

 

İn hiye illâ mevtetünel ula ve ma nahnu Bi münşeriyn ölüm, şu bizi bekleyen ilk ve tek ölümümüzdür ve biz asla bir daha hayata dönmeyeceğiz. Yani yine de bunu demekte ısrar edecekler onlar. İnsanı firavunlaştıran eylemlerin en temelinde bu yatıyor demek ki bunu söyledi Kur’an. Yani sorumluluğunu üstlenmemek insanı firavunlaştırır. Onun için de onlar ahireti inkar ettiler, çünkü yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmemek istiyorlardı.

 

36-) Fe’tu Bi abaina in küntüm sadikıyn;

“Eğer sözünüz doğruysa haydi atalarımızı getirin!” (A.Hulusi)

36 – Haydi getirin babalarımızı doğru iseniz. (Elmalı)

 

Fe’tu Bi abaina in küntüm sadikıyn ama eğer bu sözünüzde sadıksanız haydi geri getirin atalarımızı, babalarımızı diye de meydan okudular. Babalarımızı geri getirin. Niye? Soralım onlara siz dirildiniz mi diye. Veyahutta babalarımızı geri getirin, eğer bizi böyle bir akıbet bekleyecekse onlardan hesap soralım. Bu manaya da geliyor olabilir.

 

37-) Ehüm hayrun em kavmü tübbe’ın velleziyne min kablihim* ehleknahüm, innehüm kânu mücrimiyn;

Onlar mı daha hayırlı yoksa Tubba’ (Yemen hükümdarına verilen ad) halkı ve onlardan (Tubba’ halkından) öncekiler mi? Onları helâk ettik! Muhakkak ki onlar suçlular (şirk ehli) idiler. (A.Hulusi)

37 – Ya onlar mı hayırlı? Yoksa Tübbain kavmi ve onlardan evvelkiler mi? Hep onları helâk ettik, çünkü mücrim idiler. (Elmalı)

 

Ehüm hayrun em kavmü tübbe’ın velleziyne min kablihim* ehleknahüm, innehüm kânu mücrimiyn ne yanionlar günaha gömülüp gittikleri için kendilerini helak ettiğimiz Tübba kavminden ve onlardan öncekilerden daha mı değerliler. Tübba kavminin, onların hafızasında ki yerini bilmeden bu ayeti anlayamayız. Tübba kavmi M.Ö. 2. yy. dan, M.S. 4. yy. a kadar yaşamış Himyer kıralları. Güney Arabistanın tamamında hakim olmuş ve etrafında ki krallıkları da kendilerine tabi kıldığı için Tübba ismi verilmiş Krallar. Bunlar o kadar görkemli bir uygarlık kurmuşlardı ki bölgede efsane olmuş anlatıla gelmişti o güne kadar.

Onun için vahiy soruyor siz daha mı değerlisiniz onlardan. Yani onlara kıydık ta size mi kıyamayacağız. Veya daha mı değerlisiniz derken Hz. Aişe’den gelen bir rivayeti; Bu krallar içerisinden bazıları çok güzel insanlardı. Hatta bunlar içerisinde Mü’min olanlar çıkmıştı, hatta gelecekte bölgeden bir peygamber geleceğini duyanlar bir hatıra bırakmıştılar bölgeye, Mekke ve Medine’ye. Bazı çeşmeler yaptırdıkları rivayet olunur. Yani o zalim Kralların içinden böyle iyileri de çıkmalarına rağmen onların medeniyetini mahvettikte sizin içinizden hiç iyi çıkmamışken böyle mi, size farklı mı davranalım. Siz daha mı değerlisiniz. Demeye getiriyor.

 

38-) Ve ma hâlâknes Semavati vel Arda ve ma beynehüma la’ıbiyn;

Semâları, arzı ve ikisi arasında olanları oyun olsun diye halk etmedik… (A.Hulusi)

 38 – Ve biz o Göklerle Yeri ve aralarındakileri oyunculukla yaratmadık. (Elmalı)

 

Ve ma hâlâknes Semavati vel Arda ve ma beynehüma la’ıbiyn bakın biz gökleri, yeri ve bu ikisi arasında kileri oyun olsun diye yaratmadık.

35 ve 36. ayetlerde ki ahireti inkar eden akla cevap bu ayet. Ahiretin inkarı hayatı ve varlığın anlamsız ve amaçsız olduğunu söylemektir. Bir insan ahireti inkar ediyorsa zımnen hayat anlamsız ve amaçsız demek istiyordur. Dolayısıyla hayata oyun olarak bakıyor. Dünyaya luna park olarak bakıyor böyle bir insan. Tabii kendisine de oyun çocuğu olarak bakıyordur mutlaka. Onun için;

ve yetefekkerune fiy halkıs Semavati vel Ard. (A.İmran/191) Onlar göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler Rabbenâ mâ halakte hazâ batılâ düşündükten sonra da ya rabbi sen bunları boşuna yaratmadın derler. Sen bunları amaçsız, anlamsız yaratmadın derler.

 

39-) Ma hâlâknahüma illâ Bil Hakkı ve lâkinne ekserehüm lâ ya’lemun;

Biz onları yalnızca Hak (Esmâ özelliklerimizin açığa çıkışı) olarak yarattık! Ne var ki onların çoğunluğu (bu hakikati) bilmezler. (A.Hulusi)

39 – İkisini de ancak hak sebebiyle yarattık ve lâkin pek çokları bilmezler. (Elmalı)

 

Ma hâlâknahüma illâ Bil Hakkı ve lâkinne ekserehüm lâ ya’lemun ama bunları başka değil sadece gerçek bir amaç uğruna yarattık ki onların çoğu bunu kavramıyor. Biz bütün bunları gerçek bir amaç ile yarattık ama onların çoğu bunu bile kavramıyor.

 

40-) İnne yevmel fasli miykatühüm ecme’ın;

Belirlenmiş ayırt etme sürecinde onların hepsi bir araya gelecektir. (A.Hulusi)

40 – Haberiniz olsun ki o fasıl günü hepinizin mikatıdır. (Elmalı)

 

İnne yevmel fasli miykatühüm ecme’ın unutmayın ki hepinizin buluşma zamanı, iyi ile kötünün birbirinden ayrıldığı o gündür. Hepiniz ile Musa ve onu temsil eden Allah resulü, firavun ve onu temsil eden Mekke müşrikleri kastediliyor. Yani hepiniz, iyiler ve kötüler orada buluşacak, iyiler niçin iyi, kötüler niçin kötü orada açıkça ortaya konacak.

 

41-) Yevme lâ yuğniy mevlen an mevlen şey’en ve lâ hüm yünsarun;

Dostun dostundan bir şey uzaklaştıramadığı süreçtir o! Onlara yardım da olunmaz. (A.Hulusi)

41 – O gün ki yar yardan bir şey defedemez ve bir taraftan yardım da olunmazlar, (Elmalı)

 

Yevme lâ yuğniy mevlen an mevlen şey’en ve lâ hüm yünsarun o gün ne bir dostun diğer bir dosta yararı dokunacak ne de kendilerine yardım olunacak.

 

42-) İlla men rahımAllâh* inneHU “HU”vel ‘Aziyzur Rahıym;

Allâh’ın rahmet ettikleri müstesna… Muhakkak ki O, “HÛ”; Aziyz’dir, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

42 – Ancak Allahın rahmetiyle yarlıgadığı başka, çünkü o öyle azîz öyle rahîmdir. (Elmalı)

 

İlla men rahımAllâh Allah’ın rahmet ettiği kimse hariç, o müstesna. Allah’ın rahmet ettiği kimseye Allah’ın verdiği ödülü, Allah’ın istediği kimseler tevdi edecekler. inneHU “HU”vel ‘Aziyzur Rahıym zira yalnızca O’dur yüceler yücesi, sonsuz merhamet sahibi O’dur.

Tüm şefaat teorileri bu ayetler ışığında anlaşılmalıdır. Tüm şefaat ayetleri hatta bu iki ayet ışığında anlaşılmalıdır. Allah’ın rahmet ettiğine şefaat etmeye zaten gerek yok. Allah’ın rahmet ettiğine Allah şefaat etmiştir. Dolayısıyla Allah’ın rahmet ettiğine, rahmet ettiğini ifade eden ödül biri tarafından tevdi edilir. Yani Allah’ın rahmeti bir ödül suretinde kendisine, rahmeti hak edene verilir ve bu ödülü veren, ödülü vermekle ödüllendirilir. İşte bu ödülü veren vermiş olmaz ödülü. Ödülün sahibi vermiş olur. Yoksa ödülü tevdi eden değil. Onun için Allah ödül verirse tevdi edecek biri elbet bulunur. Ödülü sahibinden istemek asıl olandır.

 

43-) İnne şeceretez zakkum;

Gerçek ki zakkum ağacı, (A.Hulusi)

43 – Şüphesiz o zakkum ağacı, (Elmalı)

 

İnne şeceretez zakkum (sonraki ayetle birleşti)

 

44-) Ta’amül esiym;

Esîm’in (Hakikatini inkâr edenin) yiyeceğidir! (A.Hulusi)

44 – çok vebal yüklenenin yemeğidir. (Elmalı)

 

İnne şeceretez zakkum Ta’amül esiym şüphesiz o zakkum ağacı, zıkkım ağacı yani, Türkçede ki ifadesi ile günahkarların besini, gıdası, beslenme unsuru olacaktır.

Bu ayetle şu ayeti karşılaştırmak lazım Saffat/62 ayeti mealen şöyle; Şimdi misafiri mükellef bir sofrada ağırlamak mı iyidir, yoksa zehir zıkkım la ağırlamak mı daha iyidir. Diyor ayet. Orada zakkum kullanılıyor. Bu ayeti o ayetle açıklamam boşuna değil, çünkü işte bu ayet üzerine Mekke müşrikleri itirazda bulunmuşlar, bu itiraza cevap olarak ta Saffat/62. ayet gelmişti. Girişte de söylediğim gibi. Dolayısıyla biz bu açıklamayı bu ayetin ışığında okumazsak zakkumun ne anlama geldiğini anlamayacağız.

Zakkum ilk geçtiği yer burası. Buna müşriklerden gelen itiraza Saffat/62 de cevap verildiğini söyledim. Manası bir şeyi yemek, yutmak, kötü bir şeyi yemek, ya da yediğiniz bir şeyi kötü şekilde, sizi zorlayacak şekilde yemek, yutmak anlamına gelir. Nahoş yemek, nahoş bir biçimde yemek anlamına gelir.

İsra/60. ayette Kur’an da son geçtiği yerdir orası. Kur’an da zaten sadece buralarda geçer 3 yerde. İlk geçtiği yer burası, Duhan suresinin bu ayeti, son geçtiği yerde İsra/60 ayetidir. Hem İsra/60 ta hem de Saffat suresinde bu bitkinin imtihan kılındığı ifade buyrulur. İnna ce’alnaha fitneten liz zâlimiyn (alemiyn değil) (Saffat/63) biz onu insanlar için bir fitme bir imtihan vesilesi kıldık. Dolayısıyla imtihan vesilesi kılınan lanetli ağaç, ki İsra da geçişi böyle. İsra da lanetli ağaç olarak geçiyor. İmtihan vesilesi kılınmıştır. Yani bunun üzerine spekülasyon yapacak olanlar imtihan vesilesi kılındığını unutmamak durumundalar.

Peki Arabistan da yetişen zehirli ve acı bir bitkiye verilen bu zakkumun söylemek istediği ne, bu zakkumla bize verilemek istenen mesaj ne? Aslında biz bu mesajı Türkçe de zakkum olarak adlandırdığımız bitkide buluyoruz. Latincesi Nerium oleander. Bu bitki biliyorsunuz güneyde yollarda dışarıda bile yetişir, her yerde. Kuzey bölgelerde ise saksıda falan yetiştirirler daha çok. Kokusu güzeldir, rengi cezp edicidir, fakat zehirlidir.

Tıpkı günaha benzer. Günahta dış görünüşü iyidir, zevk verir, lezzet verir. İşleyen günahtan haz alır, Zaten haz aldığı için işler. Fakat zehir yemek gibidir. Ahireti berbat olur, sonu berbat olur, sonu cehennem olur. Tıpkı zakkum gibi. Kokusu çeker, rengi caziptir, fakat yemeye kalkanı öldürür. Onun için adeta günahı tarif etmektedir bu. Günahkarlar kendi ektiklerinin meyvesini yiyecekler demeye getiriyor ahirette. Ahirette günahkarların, cehennemliklerin sofrasında kendi amelleri olacak,Kendi diktikleri ağacın zehirli ürününü yiyecekler anlamına alabiliriz.

 

45-) Kel mühl* yağliy fiyl butun;

Erimiş maden gibidir; karınlarda kaynar. (A.Hulusi)

45 – Pota gibi karınlarında kaynar. (Elmalı)

 

Kel mühl* yağliy fiyl butun (sonraki ayetle birleşik.)

 

46-) Keğalyil hamiym;

Kaynar suyun kaynaması gibi. (A.Hulusi)

46 – Hamîm kaynar gibi. (Elmalı)

 

Kel mühl* yağliy fiyl butuni Keğalyil hamiym tıpkı karında kaynayan erimiş kurşun gibi fokurdayarak yakıp kavuran su misali diyor. İlginç ifadeler, benzetmeler bunlar. ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr. (Fatır/14) diyordu ya ayetinde Kur’an; sana her şeyden haberdar olanın verdiği haber gibi bir haberi hiç kimse veremez diyordu ya. İşte biz insanoğluna hiçbir kaynakta yer almayacak ahiretle ilgili haberleri, sadece ahiretin de sahibi Allah verir ve biz sadece vahiyde buluruz ahiretin gerçek tasvirlerini.

Ahiretin gerçek tasvirlerini vahiyde buluruz, fakat bize bu tasvirler kendi konuştuğumuz dille aktarılır. Çünkü biz ahireti olduğu gibi kavramaktan aciziz. İman etmişizdir ahirete. İman ettiğimiz ahiret bildiğimiz dünyaya ait bir dille bize anlatılır. İşte burada da ahiret ki insanı, günahkarı, cehennemliği bekleyen o dehşet sahneleri dile getiriliyor. Hafazanallahu ve iyyaküm Allah sizleri ve bizleri korusun diyoruz.

 

47-) Huzûhü fa’tiluhu ila sevail cahım;

“Tutun onu da yakan ateşin ortasına sürüyerek götürün…” (A.Hulusi)

47 –  Tutun onu yaka paça doğru cehennemin ortasına sürükleyin. (Elmalı)

 

Huzûhü fa’tiluhu ila sevail cahım derken emir gelir; Tutun onu, yakalayın, yaka paça sürükleyip kışkırtılmış alevlerin ateşin ortasına atın.

 

48-) Sümme subbu fevka re’sihi min azâbil hamiym;

“Sonra da, o kaynar suyun azabını onun başından aşağı dökün!” (A.Hulusi)

48 – Sonra da başının üstüne hamîm azâbından dökün. (Elmalı)

 

Sümme subbu fevka re’sihi min azâbil hamiym sonra boca edin başından ayağına kadar yürek dağlayan bir umutsuzluğu boca edin tepesinden ve deyin ki;

 

49-) Zuk* inneke entel ‘Aziyzül Keriym;

“Tat! Sen (güya) Aziyz’din, Keriym’din!” (A.Hulusi)

49 – Tat bakalım deyin çünkü sen aziyzdin, keriymdin. (Elmalı)

 

Zuk tat bakalım inneke entel ‘Aziyzül Keriym çünkü sen evet sendin çok saygın çok şerefli ve hatırlı olan dünyada. Yani sen çok saygın biri olmalısın ki bu kadar büyük bir belaya uğruyorsun. Yani Dünyada çok saygın, çok şerefli çok kalantor biri olmalısın ki ahirette bu kadar ağır bir belaya uğruyorsun.

Burada tabii ki kinaye ve ironi var. Hani şerefli geçiniyordun, hatta Allah’a secde etmeye gelince yiğidin alnı yere gelmez diyordun utanmadan. Allah’a boyun eğmeye gelince herkese kul oluyordun da Allah’a kul olmayı bir türlü aklına getirmiyordun. Allah dışında her şeyi tanrılaştırdın, ama bir Allah’a Allah olarak muamele etmedin. Zaten Allah’a kul olmayan Allah dışında her şeye kul olmaya yatkındır. Sen de onu yaptın. Haydi bakalım şimdi görelim senin hatırını, görelim senin şerefini, görelim izzetini, kaç paralık şerefin var. Tap bakalım denilecek buyruluyor.

 

50-) İnne hazâ ma küntüm Bihi temterun;

“İşte bu, şüpheyle karşıladığınız (iman etmediğiniz) şeydir!” (A.Hulusi)

50 – İşte o sizin şekk ve mücadele edip durduğunuz bu. (Elmalı)

 

İnne hazâ ma küntüm Bihi temterun elbet bu sizlerin baştan beri acaba dediğiniz şeydir. Acaba..! İşte acaba dediğiniz o şey geldi çattı, gerçek olduğu ortaya çıktı.

 

51-) İnnel müttekıyne fiy mekamin emiyn;

Muhakkak ki korunmuş olanlar, güvenliktedirler. (A.Hulusi)

51 – Elbette muttakiler emîn bir makamda. (Elmalı)

 

İnnel müttekıyne fiy mekamin emiyn cennetten pencere açtı şimdi de cehennemden açtığı pencereyi kapattı ve öbür tarafa çevirdi. Öte yandan Allah’a karşı sorumluluk bilincini taşıyanlar güvenli bir konumda bulunacaklar. Çok güvenli bir konumda. Allah onları güvenilir bir konum içinde kılacak orada.

 

52-) Fiy cennatin ve ‘uyun;

Cennetlerde ve gözelerdedirler! (A.Hulusi)

52 – Cennetlerde pınar başlarında. (Elmalı)

 

Fiy cennatin ve ‘uyun cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar, akarsu başlarında olacaklar. Tabii cehennem için söylediğimiz farklı açıdan cennet için de geçerli. Ki zaten Kur’an onu secde/17 de söylüyor.

Fela ta’lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a’yün. (Secde/17) cennetlik bir mü’mini hangi göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini kimse hayal bile edemez, tahayyül bile edemez diyor ya Kur’an. Hayal bile edemeyiz. Neden? Çünkü cennet güzelliğini üretildiği merkez. Mutlak güzellik diyarı. Biz ise geçici ve mukayyet güzellikler biliyoruz. Geçici güzellik, kalıcı güzellikle nasıl tanımlanır. Onun için geçici dünya içerisinde ki güzellikle bize kalıcı güzelliği tarif ediyor vahiy. Çünkü dilimizin içinde gerçekleşiyor, ancak bu dille anlayabiliyoruz. Peki ama anladığımızın ötesine iman ediyoruz. Biz aslında o güzelliğe iman ediyoruz. O güzelliğin akıl sır ermeyecek mutlak bir güzellik olduğunu, aklımızı aşan bir güzellik olduğuna iman ediyoruz. İman ettiğimiz şeyde kendi dilimizin sınırları içerisinde vahiy bize tarif ediyor. İşte bu tarifte o tariflerden biri.

 

53-) Yelbesûne min sündüsin ve istebrakın mütekabiliyn;

Karşılıklı olarak ince ipekten ve parlak atlastan giyerler. (A.Hulusi)

53 – Sündüs ve istebraktan elbiseler giyerek karşı karşıya. (Elmalı)

 

Yelbesûne min sündüsin ve istebrakın mütekabiliyn tarifsiz güzellikte, yani sıra dışı, burada ki istenrakın, sündüsin, belirsiz kelimeler bunlar. Belirlilik takısı almamış. Belirsizlik aynı zamanda metne şu manayı veriyor yan anlam olarak; Sıra dışı, tanımsız, tarifsiz bir güzellik. Evet dolayısıyla öyle çevireceğiz. Tarifsiz güzellikte ipek ve altın sırmalı elbiseler giyip göz göze bakışacaklar. O birbirine bakan gözler nasıl gözler olacaklar, işte geliyor.

 

54-) Kezâlik* ve zevvecnahüm Bi hurin ıyn;

İşte böyle… Onları (Esmâ kuvvesi olarak açığa çıkan şuur varlık insanı) Hur-i Iyn olanlar (üstün ve net görüş {FUAD} özelliklerine sahip bedenler) ile eşleştirdik! (A.Hulusi)

54 –  Evet böyle, hem onları iri gözlü hurîlerle tezvic de etmişizdir. (Elmalı)

 

Kezâlik işte böyle olacak ve zevvecnahüm Bi hurin ıyn ve biz onları tarifsiz güzellikte bir bakış, pırıl pırıl bir kalp taşıyan eşlerle birleştireceğiz. Birbirine bakan bu gözler, tarifsiz güzellikte gözler olacakmış. Bi hurin ıyn; Havr, parlak ‘ıynun havra güzel göz demektir, parlak göz demektir. Beyazı bembeyaz, siyahı simsiyah göz demektir. ‘ıyn de ayn ın çoğuludur, gözler manasına gelir. Yani en güzel gözler, en güzel gözlerle. Göz için kullanıldığında akı apak, karası kapkara.

Güzel gözden mecaz aslında güzel bakış. Hepsi de Mekki surelerde kullanılır. Bi hurun ‘ıyn terkibini. Medeni surelere geçtiğinizde bu terkibin yerine ezvacen mutahhareten alır. Yani tertemiz eşler. Bu terkip yerini ona bırakır. Pırıl pırıl eşler, ki içi temiz, dışı temiz, bakışı temiz, bakışı güzel. Bakışı güzel olmak; gözünden muhatabına, eşine mutluluk aktarmak anlamında. İşte böyle tarif ediyor cennette ki eşliliği ve eşleri Kur’an.

 

55-) Yed’une fiyha Bi külli fakihetin aminiyn;

Onda, güvenli ortamdakiler olarak her çeşit meyveyi (marifetlerini açığa çıkarmayı) isterler. (A.Hulusi)

55 – Orada emniyetler içinde her türlü yemişi çağırır getirdiler. (Elmalı)

 

Yed’une fiyha Bi külli fakihetin aminiyn orada canlarının istediği her türlü lezzeti güven içinde isteyip tadacaklar. Fakihe; 43 te ki kötülerin gıdasının tam karşıtı. 43. ayette kötülerin gıdası zakkumdu değil mi, burada da fakihe. Meyve anlamına da gelir. Ama amellerin meyvesi, yaptıklarının meyvesi. Meyve karın doyurmak için yenmez biliyorsunuz, zevk için yenir. Cennette de yenilen şeyler karın doyurmak gibi bir ihtiyaca binaen değil, çünkü orada acıkmak gibi bir zaaf olmayacak. Sırf lezzet ve neş’e, haz almak için. İşte onu ifade etmek için böyle geliyor.

 

56-) Lâ yezûkune fiyhelmevte illel mevtetel ula* ve vekahüm azâbel cahım;

Onda, ilk ölümden başka ölüm tatmazlar (ölümsüzdürler)! Onları yanma azabından korumuştur. (A.Hulusi)

56 – İlk ölümden başka ölüm tatmazlar. Korumuştur da onları o Cahîm azâbından (Elmalı)

 

Lâ yezûkune fiyhelmevte illel mevtetel ula orada ilk ölümleri dışında başka bir ölüm tatmayacaklar. ve vekahüm azâbel cahım böylece Allah onları dehşet verici bir azaptan korumuş olacaktır.

 

57-) Fadlen min Rabbik* zâlike hüvel fevzül ‘azıym;

Rabbinden bir lütuf olarak! İşte bu, aziym kurtuluşun ta kendisidir! (A.Hulusi)

57 – Hepsi rabbinden bir fadl olarak, işte budur ancak fevzi azîm. (Elmalı)

 

Fadlen min Rabbik rabbinin bir lütfüdür bu, yani kişinin kendi yiğitliği değil, Allah’ın rahmeti. Cennet amellerin bedeli değil, Allah’ın ödülüdür. zâlike hüvel fevzül ‘azıym işte budur büyük başarı. İşte vahyin tasavvur inşası budur. Büyük başarı nedir sorusunu sorun, Vahiy cevap versin. Vahye göre büyük başarı ahirette cenneti hak eden hayattır.

 

58-) Feinnema yessernahü Bi lisanike leallehüm yetezekkerun;

Biz Onu lisanın olarak kolaylaştırdık, umulur ki üzerinde düşünürler diye. (A.Hulusi)

58 – Biz onu sâde senin dilinle müyesser kıldık gerek ki iyi düşünsünler. (Elmalı)

 

Feinnema yessernahü Bi lisanike leallehüm yetezekkerun işte böylece biz bu vahyi senin dilinle kolaylaştırdık ki düşünüp de ders alabilsinler. Yani biz cennet, cehennem gibi gaybi gerçekleri beşer dilinin imkanlarını kullanarak insan zihnine indirdik ki anlayabilesiniz, anlayabilsinler diye.

 

59-) Fertekıb innehüm murtekıbun;

Seyret bekle! Muhakkak ki onlar da beklemektedirler. (A.Hulusi)

59 – O halde gözet çünkü onlar gözetiyorlar.(Elmalı)

 

Fertekıb innehüm murtekıbun artık sen de bekle, çünkü onlar bekliyorlar. Evet, iyi bir hayat yaşadınızsa, siz bekleyin cennetinizi. Size karşı çıkanlarda cehennemini beklesin.

Rabbim cennetini bekleyen bir hayat lütfetsin.

 

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Temmuz 2013 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın