RSS

Tefsir Dersleri KAMER SURESİ (01 – 55)(168)

04 Eki

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Muhammedin ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ve ‘etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin.

Değerli Kur’an dostları bugün Kamer suresinin tefsirine gireceğiz. Mushafta 54. sırada yer alan kamer suresi adını ilk ayetinden alır. Kamer ay anlamına gelir. Tirmizi bu adla anar sureyi. Fakat Buhari de sure ilk ayetin ilk kelimeleriyle, yani Ikterabetis sa’ah şeklinde geçer. Demek ki surenin adı ilk yüzyıllarda henüz netlik kazanmamıştır.

Surenin iniş zamanına gelince, sure tamamı Mekke’de inmiş. Resulallah 45. ayetini Bedir’de okuduğu için bazı otoriteler bu ayetin Medine de indiğini söylemişlerse de bu bir yanlış anlamadan kaynaklanıyor. Efendimiz Kur’an dan çok önceleri inen ayetleri çok daha sonraki yıllarda olan bir olay üzerine okuyabiliyor. Bu o ayetin okunduğu zamanda indiği anlamına elbette gelmiyor.

İlk iniş sıralamalarında yani tertiplerde Tarık – Sad sureleri arasına yerleştirilmiş. Kendince özgün bir nüzül tertibi usulü ortaya koyan çağdaş ilim adamlarından Müh. Mehdi Bazergân’a göre Zariyat – Kalem sureleri arasına yerleşir sure. Surenin başı bir önceki surenin sonunun devamı mahiyetinde. Bu da gösteriyor ki sure iniş zamanı olarak Mekke’de, peygamberliğin 4. yılında inmiş olmalı. Muhteva bu görüşümüzü teyit ediyor. Bu surenin inişiyle ilgili bir de nakledilen hadis var Hz. Aişe’den.

Hz. Aişe der ki; Kamer suresi Muhammed‘e nazil olduğunda ben oyun oynayan yeni yetme bir kızdım. Tabii bu haber Ki Buhari naklediyor bunu, eğer sahih sayılırsa Hz. Aişe’nin yaşı konusunda siyerlerde yer alan bütün rivayetler yeniden gözden geçirilmek durumundadır. Eğer nübüvvetin 4. yılında inen bir sure hakkında Hz. Aişe bu sure indiğinde ben yeni yetme bir kız çocuğuydum diyorsa O zaman Resulallah’la evlendiği yaş 9 dan çok çok daha ileri olmak durumundadır.

Surenin konusunu 3 e ayırabiliriz;

1 – Bu bölüm 1 – 8. ayetler arası oluşturur ki yaklaşan kıyametten söz eder.

2. Bölüm 6 – 42. ayetler arası Nuh AS. ve onun kavmi, Ad kavmi, Semud kavmi, Lût kavmi ve Firavunun akıbetlerini dile getirir. Helak süreçlerini ele alır. Özellikle helak edilen kavimlerin peygamberlerine vurgu yapmaktan daha çok, helak ediliş süreçlerine vurgu yapar. Çünkü bu kıssalar Kur’an ın birçok yerinde ele alınırlar. Fakat ele alındığı hemen her yerde aynı vurgularla değil farklı vurgularla ele alınırlar. Onun için bişr tekrar değildirler.

Mesela Lût kıssasının Kur’an da 5 – 6 yerde geçmiş olması, 5 – 6 kez tekrar sayılmamalıdır. Bir yerde bu kıssanın kahramanlarına atıfla vurgu ile geçer. Lût AS. ve onun iman ailesine. Bir yerde bu kıssanın helak olan Lût kavmine vurgu yaptığını görürüz. Bir başka yerde bu kıssanın helak olan kavmin helak oluş nedenine, ahlaksızlığına özel vurgu yaptığını görürüz. Bir başka yerde bu kıssa üzerinden ilk muhataplara açıkça öğüt verildiğini görürüz. Yani farklı vurgulara sahip olduğunu söylemeliyim.

Surenin en sık tekrarlanan ayetleri de bu kıssalar sırasında nakledilir. Ki 4 kez tekrarlanan şu ayette olduğu gibi; Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir (17-22-32-40) doğrusu biz bu Kur’an ı öğüt alacak olanlar için, ders alacak olanlar için, anlayacak ve kavrayacak olanlar için kolay kıldık. Yani kolay anlaşılır, kolay öğrenilir, kolay okunur, kolay ezberlenir ve kolay aktarılır ve dahası kolay yaşanır kıldık, kolaylaştırdık. Fehel min müddekir. Hala ders alacak yok mu? Yok mu ders alan birileri. Çıksın ortaya. Yani biz Kur’an ı bunca kolaylaştırmamıza rağmen eğer muhatap ders almıyorsa o zaman problem onda demektir. Kur’an a inmemiş gibi, nazil olmamış gibi, yer yüzünü aydınlatmamış gibi, insanlığın önüne bir sofra gibi açılmamış gibi muamele etmek Kur’an a da, Allah’a da hakarete yeltenmektir.

3 – Surenin bu bölümü mucizevi bir ihbar ile başlar. Mekke putperest direnişinin  kırılacağını haber verir. Bu gerçekten de önceden haber vermedir, bir ihbardır, bir mucizedir. Düşünün daha peygamberliğin 4. yılında ondan tam 11 yıl sonra gerçekleşecek olan zaferi müjdelemektedir.

Varlık ilahi bir plan üzere yaratılmıştır. Surede bu planı dile getiren gerçekten essadın’ı camii ağyarını mani muhteşem bir ayet yer alır. Allah’ın her bir şeyi bir ölçü ile yarattığı ifade edilir. Yani asli ifadesiyle kaderle, kadere iman, ölçüye imandır. Allah tesadüfen iş yapmaz, ölçüsüz iş yapmaz. O ayete gelince neden böyle bir ayet, neden bu bağlamda sorularının cevabını elbette vermeye çalışacağız. Ama hemen söyleyelim ki burada geçişi kendi küfrünü, kendi inkarını, ya da toplumsal inkarı bir kader olarak algılayan ve bunu bir mazeret olarak ileri sürecek olanlara, böylesine Allah’a iftira sadedinde bir mazeret beyan etmeye kalkmayın. İnsanın tercihine kalan şeylerde kader iradedir. Allah sizin seçiminize kalan şeylerde kaderiniz olarak iradeyi kader kılmıştır. Onu kullanmıyorsanız kaderinize karşı geliyorsunuz demektir vurgusunu taşır. Bu özetten sonra suremizin tefsirine geçebiliriz.

 

BismillahirRahmanirRahıym

 

1-) Ikterabetis sa’atu venşakkal Kamer;

Yaklaştı o saat ve Kamer (Ay) yarıldı! (A. Hulusi)

01 – Yaklaştı Saat, yarıldı Kamer. (Elmalı)

 

Ikterabetis sa’atu venşakkal Kamer son saat yaklaşacak ve ay yarılacak. Ya da bir başka yoruma göre son saat yaklaşmıştır, ay yarılmıştır.

Kur’an da son saatle ilgili ayetler mazi kipiyle geçer, geçmiş zaman kipi kullanılır. Bunun bir çok örneği var. Bunun nedeni gelecekte olması muhakkak ve mutlak olan son saatin kesin gerçekliğini ifadedir. Yani bu konuda kimse tereddüt etmesin, oldu bilsin. Hani bizde konuşurken olmuş bil, gelmiş bil deriz ya, Kur’an son saatle ilgili bizim konuşurken kıyamet diye telaffuz ettiğimiz ama doğrusu son saat olan varlığın yer yüzünün insanlığın son saatiyle ilgili, sonuyla ilgili haberleri geçmiş zaman kipiyle iletir Kur’an. Bunun sebebi mutlaka olacağına delalet eder.

Alternatif anlam ise hemen tüm müfessirlerin tercihi olan ve bazı sahabelerden nakledilen ayın yarılması mucizesine delalet eder, dayanır.

Ayın yarılması mucizesi bize kadar gelen rivayetlerin toplamından özetleyecek olursak şöyle gerçekleşmiştir. Efendimiz AS. Mekke’ye kendine indirilen vahyi tebliğ ettiğinde Mekke ondan bu vahyi Allah’tan aldığına dair bir belge ister, bir mucize ister. Efendimiz bu talep karşısında bir gece dolunay halinde ki aya parmağını yönelterek ayı şöyle ortasından parmağıyla işaret ederek keser. Ay o anda bölge insanına bir parçası bir dağın bir tarafında, diğer parçası da dağın öbür tarafında olarak görülür.

Bu nasıl gerçekleşmiştir sorusuna otoritelerimiz farklı yorumlarla cevap verirler. Hatta Enes Bin Malik’ten gelen bir yoruma göre öyle göründü der. Yani buna göre ay ikiye bölünmüş değildi, fakat görenlere öyle gösterildi. Mucizevi bir müdahaleyle onlar öyle gördüler şeklinde. Daha sahabeden başlamak üzere bunun farklı yorumları yapılır.

Söz konusu rivayetler aslında Ankebut/50-51, İsra/59. ayetleri ışığında anlaşılmalıdır. Bu rivayetlere yönelik bir takım metin ve senet eleştirileri yapılmıştır. Onun içindir ki ulema tarafından bu mesele imana müteallik bir mesele olarak görülmemiş. Çünkü bu mesele de otoritelerin farklı yorumları olduğu ifade edilmiştir.

Mesela bu farklı yorumlardan ikisini yapan tabiinden Hasan el Basri ve Ata dır. Bu iki tabiin otoritesi bu ayette geçen olacak olayın geçmişte olmuş bir hadise değil, gelecekte kıyamet alameti olarak, son saat alameti olarak gerçekleşecek bir olay olduğu yorumunu yaparlar.

Demek ki daha o dönemden itibaren bu ayetlerin geçmişte gerçekleşmiş bir bölünmeyi mi, parçalanmayı mı, yoksa gelecekte son saat işareti olan bir parçalanmayı mı ifade ettiği daha tabiin döneminden itibaren yoruma konu olmuştur.

Ayet kozmik sistemin oluşumu sırasında ayın yer yüzünden kopmasına da yorumlanabilir. Hatta daha farklı yorumlar da yapılabilir. Fakat bizim tercihimiz bu surenin giriş kısmının bir bütün teşkil ettiği yönünde ve bu bütününde son saate yönelik bir uyarı olduğu yönündedir.

 

[Ek bilgi-1 ; Ayın Yarılması (Şakkul Kamer) diye bir mucize var mıdır ?

Kamer surcsinin bu ilk ayeti, yani “ay yarıldı” ifadesi esasen Kur’an’daki benzerlerinden birisidir. Bil­hassa kıyamet sahnelerim tasvir eden, ahiret ahvalin­den bahseden surelerde ve ayetlerde, bu şekilde “gök yarıldı” “yer yarıldı” gibi deyimler kullanılmıştır. Biz şimdi bu ayetlerden bazılarını okuyucunun dikkatine sunacağız:

l- “O gün gökyüzü beyaz bulutlar halinde yarılıp melekler bölük bölük indirilirler.”(Furkan/25)

2 – “Gök yarılıp da erimiş yar gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman”(Rahman/37)

3 – “Gök de yarılmış, çatlamıştır.” (Hakka/16)

4 – “Gök yarıldığı zaman“(İnşikak/1)

Bu ayetlerin hepsinde de “yarılma” olarak tercü­me edilen fiiller ş-a-k-k-a fiilinin türevleridir ve hepsi de mazî sîgasıyla kullanılmıştır. Yani hepsi de gele­cekte, kıyametin kopması anında vuku bulacak hadise­leri bildirmesine rağmen, hep mazi (geçmiş) sigasıyla anlatılmıştır. Ama bu ayetler nasıl “yarılacak”, (“o gün) yarılır” gibi tercüme ediliyorsa, Kamer suresinin ilk ayetinin de bu şekilde tercüme edilmesi olanaksız değildir ve tercüme edilmese de biz o anlama geldiğini bilmeliyiz.

5- “Bundan dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer varılacak, dağlar yıkılıp dağılacaktır. (10) Bu ayet, Hıristiyanların “Rahman çocuk edindi” diye iftira etmeleri üzerine inmiştir.

6 – “Sonra toprağı bir yarışla yardık.“(Abese/26)

7 – “O gün yer yarılır, onlar kabirlerinden dışarı çıkarlar…(Kaf/44)

8- “…öylesi (taşlar)da var ki çatlar da onlardan su fışkırır.”

Yukarıda dediğimiz gibi, bizzat ‘ş-a-k-k-a” türev­li fiillerin kullanıldığı bu ayetlerin dışında), anlam ola­rak yine aynı, yani “yarılma” olayından bahseden, değişik kelime ve fiiller Kur’an’ın Mekki ayctlerinde kullanılmaktadır.

“Yer yarıldığı (zaman) (İnşikak/3); Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar kararıp döküldüğünde, dağlar sallanıp yürütüldüğünde, denizler kaynatıldığında”(Tekvir/5-6) gibi ayetler sözünü ettiğimiz tasvir ayetlerinden sadece bir kaçıdır.

Kur’an-ı Kerim’de gelecekle il­gili haberlerin geçmiş (mazî) sigasiyle bildirilmesidir. Buna Nahl suresinin l. ayetini örnek vermektedir sayın Süleyman Ateş.

Kur’an-ı Kerim, Peygamberimize, bilinen anlam­da herhangi bir mucizenin verildiğini bildirmez. Bila­kis Peygamberimize mucize verilmediğini -gerekçeleriyle- ifade eder.

Kur’an İsra suresinin 90-95. ayetlerinde, müşrik­lerin, Allah Resulünden mucize istediklerini fakat bu isteklerinin verilmediğini açık açık bildirmektedir.

Bu ayetlerde müşriklerin Hz. Peygamberden, (a) yerden bir kaynak fışkırtmasını, (b) yahut hurma ve üzümler­den oluşan bir bahçe edinmesini, (c) yahut üzerlerine gökten parçalar yağdırmasını, (d) Allah’ı ve melekleri şahitler getirmesini, (e) yahut altından bir ev edinmesi­ni, (f) veya göğe çıkmasını, gökten bir kitap getirmesini talep ettiklerini, aksi taktirde O’na inanmayacaklarını söylediklerini bildirmektedir. (İsra/90-93) Netice itibariyle bu saçma isteklerinden hiç birisi onlar için yerine geti­rilmemiştir.

Aynı olguya değinen bir ayet de şudur: “Eğer kendilerine bir mucize ge­lirse ona mutlaka inanacaklarına dair olanca güçle­riyle Allah adına and içtiler. De ki, Mucizeler ancak Allah tarafındandır. Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?(Enam/109)

İbni Mes’ud’un dışındaki ravilerin çoğunluğu hicrete beş sene kala, yani ay yarılmasının -sözde- vuku’u yılı çelik-çomakta, oyunda-eğleşte çocuklardır. Üstelik içlerinden bazıları henüz doğma­mıştır. Acaba Resulallah’ın yanından hiç ayrılmayan arkadaşları, niçin bu olayı görmemişler ya da görmüşlerse rivayet etmemişler de, bu üç beş tane küçük yaştaki çocuk görmüştür? Olayın taşradan, bağdan bahçe­den gelenden v.s. hiç anlatılmamaktadır. Diğer yandan yine İbni Abbas’dan “ay yarıldı” ayetinin Resulallah zamanında ay tutulması olayı üzerine indiği de rivayet edilmiştir. Yani rivayetler arasında çelişki ve tutarsızlık alenen göze çarpmaktadır. (Ali Aksoy)]

 

[Ek bilgi 2 ; Şakku’l-kamer olayı

Kureyş Kabilesi’nin ileri gelen müşrik­leri bir araya toplanmışlar ve Allah Resûlünden, peygamberliğini ispatlaya­cak bir mucize istemeye karar vermiş­lerdi. Hep birlikte O’nun bulunduğu ye­re doğru ilerlerken gecenin ilk saatleri yaşanıyor ve Efendimiz (sav) parıl parıl parlayan ay ışığı altında Hazret-i Ali, Huzeyfe İbn-i Yemân, Abdullah Ibn-i Mes’ud, Cübeyr ibn-i Mut’im ve Abdullah İbn-i Ömer gibi büyük saha­belerle sohbet ediyordu.(1)

O nur hal­kasını çevreleyen müşriklerin mucize görme konusundaki ısrarları had safha­ya varıp sabır sınırlarını zorladığında, Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) yerin­den doğruldu ve mübarek elini, gökyü­zünde bir altın tabak gibi ışıldayan Ay’a doğru celâlle kaldırdı.

Yaratıldığı günden beri vazifesinden şaşmamış olan Ay, hürmetine koca bir kâinatın yaratıldığı O Zatın (sav) bu işaretiyle bir anda ikiye ayrılmış ve gerideki Mina Dağı, Ay’ın iki parçası arasında kalarak muh­teşem ve tüyler ürpertici bir manzara teşkil etmişti.

Efendimiz (sav) etrafındaki saha­belerine “Şahit olun, şahit olun” diye tekrarlarken, Kureyş kâfirleri şaşkınlık­la birbirine bakmıyor ve “Bize büyü yaptı” diyorlardı.

Ay’ın görülmesi için yeterli olan şartlar, Arap yarımada­sının dışında en iyi Hindistan’da ger­çekleşmiş ve Dhar şehri kralı Raja Bjoh ve raiyeti tarafından bütün teferruatıyla takîp edilmişti.(2) Chamai Nehri kıyı­sındaki sarayının balkonundan Ay’ın ikiye ayrıldığını gören kral, önce dünya­nın sonunun geldiğini zannederek bü­yük bir korkuya kapılmış, daha sonra da bunun Arabistan’da zuhur ettiğini duyduğu Peygamber’in bir mucizesi olabileceğini tahmin ederek vezirini Mekke’ye göndermişti. Raja’nın veziri Efendimizle (sav) görüşme şerefine erişmiş ve Şakk-ı Kamer O’nun muci­zesi olduğunu anlayarak İslâmiyeti seç­mişti.

Şakku’l-Kamer Mucizesi, sadece Raja ve saraydakiler tarafından görülmemiş. Hindistan halkı tarafından da seyredilmişti. Mucizenin gerçekleştiği tarih, da­ha sonra bir başlangıç yılı olarak kabul edildi ve bazı eserler üzerine işlendi. Hatta bu ülkede ele geçirilen bir hey­kelde: ”Ay’ın ikiye yarıldığı senede ya­pılmıştır.” ifadesi bulunuyordu. Bu du­rum bazı müfessirler tarafından sıkça nakledilmiş ve çok önemli bir delil ola­rak gösterilmiştir.

(1) Tecrîd-i Sarih Tercümesi, İst.1945, IX/367,372 ….(devam ediyor)]

.

.

Allahu alem..!

 

2-) Ve in yerav ayeten yu’ridu ve yekulu sıhrun müstemirr;

Eğer bir mucize görseler yüz çevirir ve: “Olağan bir sihirdir” derler! (A. Hulusi)

02 – Hâlâ bir âyet görseler yüz çevirip derler: müstemir (Süregelen) bir sihir. (Elmalı)

 

Ve in yerav ayeten yu’ridu ve yekulu sıhrun müstemirr ama eğer onlar bu konuda mucizevi bir işaret görseler, sırtlarını dönüp bu sürekli gerçekleşen bir sihirdir, bir büyüdür, bir göz yanılmasıdır derler. Müşrikler vahiy mucizesine hep sihir olarak baktılar. İlginçtir, onlar Resulallah’ın vahiy getirmesine ya da Resulallah’ın ilettiği vahyin bu içerikle gelmesine, insanoğlunun asla bilemeyeceği bir takım alemlerden haber vermesine, ya da insanoğlunun bu kadar ayrıntılı bilemeyeceği, çünkü yazılı bir belge gelmediği için malumat sahibi olamayacağı geçmiş zamanlar, insanlığın ilk yaratılış zamanları, hatta varlığın ilk yaratılış anları konusunda haber vermesine mucize olarak bakamayınca sihir olarak baktılar.

Bu gerçekten ilginçtir. Müşrikler sihir sözcüğünü söylediğinde biz hemen vahiy dışı bir şey arıyoruz. Oysa açıkça müşrikler Zuhruf/30. Ahkaf/7 ayetlerinde bizatihi bu vahyi sihir olarak nitelemişlerdir. Onun için bu ayette sihir olarak niteledikleri şeyin yine bu vahiy ve bu vahyin haber verdiği insan bilgisini aşan gerçekler olması kuvvetle muhtemeldir.

İnkarcı akıl, garip bir akıl. Hakikate sihir der, sihre iman eder. İnkarcı akıl garip dedim ya hurafeye iman edilecek bir şey gibi bakar, hakikate de hurafe damgasını vurur. Söyler misiniz bugün aynı aklın tezahürünü görmüyor musunuz. Bir takım rakamlara uğur ya da uğursuzluk yükleyip onu kendisine özne kılan, rengi atan, hatta o rakam çıkmışsa o koltuğa oturmayan, o rakam çıkmışsa o otel odasına yerleşmeyen, o uçağa binmeyen bir takım batıl inançlılar gerçekten Hakk imana batıl inanç damgası vurmakta. O kadar da cesaretliler ki,

Öyledir bu iş. Eğer hakikate sırt dönerseniz batıla yüz dönersiniz. Yani sırtının hakka geliyorsa yüzünüz batıla gelir. bu böyledir. Eğer ters dönerek bakarsanız, eğer kantarın topuzunu kaçırırsanız, eğer yalana gerçek muamelesi yaparsanız doğal olarak gerçeğe yalan diyeceksinizdir. İşte müşrikler de bunu söylüyorlar.

 

3-) Ve kezzebu vettebe’u ehvaehüm ve küllü emrin müstekırr;

Yalanladılar ve hevâlarına (nefslerine hoş gelen şeylere, sonu boş arzularına) tâbi oldular! (Oysa) her hükmün gereği açığa çıkacaktır! (A. Hulusi)

03 – Yalan dediler, hevâlarına uydular, halbuki her emir müstekır (yerini bulmak). (Elmalı)

 

Ve kezzebu vettebe’u ehvaehüm zaten hep yalanlıyorlar ve her daim ön yargılarını izliyorlar. Keyfi yargılarına tabi oluyorlar. Ehvaehüm, keyfi yargılarına. Ben ön yargı diye anlamayı daha açıklayıcı buluyorum. Bu ibare 2. ayette inkar edilen mucizenin vahiy mucizesi olduğu yorumumu destekleyen bir ibare. Çünkü vahye tabi olmayan hevasına tabi olacaktır. Hevasına tabi olmak aslında egosuna, nefsine, benliğine, şeytanına tabi olmaktır.

Eğer mutlak hakikatin izini izlemezseniz, izini izleyeceğiniz bir zaman tedarik edersiniz. Bunu bulmakta zorlanmazsınız. Onun için Allah insanı kul olma kıvamında yaratmıştır. Mutlaka kul olur, ama kime? Eğer kul olması gerekene kul olmazsa kul olmak için en olur olmaz şeyleri tanrılaştırır. En olmaz şeyleri tanrılaştırmakta insanın üzerine yoktur. Bir Allah’a kul olmayı reddeden, binlerce tanrı peydah edebilir. Onun içinde hakikate sırtını dönen hevasını, arzusunu, hevesini, ön yargısını izleyecektir, başka ne yapacaktır.

ve küllü emrin müstekırr ne ki her şeyin gerçek yüzü sonunda ortaya çıkar. Her şey; Bu ibare birkaç şekilde çevrilebilir. Her şey gerçek yüzüyle en sonunda zuhur eder, oturur, istikrar bulur. Yani tüm yanılsamalar, tüm yanılgılar, tüm yanlışlar, insanın hevasını izlemesi, insanın halüsinasyonlarını izlemesi, insanın bir takım sahte öncülerin arkasına gitmesi, bir gün gelir ortaya çıkar, gerçek kendini dayatır ve artık o hale gelir ki gerçekten başkasını kabul edecek durumda olmazsınız. Yani gerçek kendisini öyle dayatır ki, siz yalanı savunamaz olursunuz. Artık onu yalanlama bahaneniz kalmaz. Gerçek, ben gerçeğim diye bağırır.

Peki bu durumda imanın bir yararı olur mu? Hiçbir yararı olmaz. Çünkü iman güvenmektir. Siz güvenilmesi gereken zamanda Allah’a güvenmediniz. Ama gerçek size kendisin dayattığın da kabul ettiniz. Bu iradenizle kabule benzemez. Onun için bunun için yararı yoktur. Onun için ödülü de olmayacaktır.

 

4-) Ve lekad caehüm minel enbai ma fiyhi müzdecer;

Andolsun ki onlara içinde vazgeçirici özellik ihtiva eden haberlerden gelmiştir. (A. Hulusi)

04 – Celâlim hakkı için onlara kıssalardan öyleleri de geldi ki onlarda zecredecek (Önemli) haberler var. (Elmalı)

 

Ve lekad caehüm minel enbai ma fiyhi müzdecer doğrusu onlara kendilerine gerçeği dayatan, müzdecer, zecreden, gerçeği kendilerine zorla dayatan. Şöyle de diyebilir miyiz; Gözlerine hakikati sokan içeriğe sahip bir haber gelmiştir. Böyle bir haberdir bu vahiy. Gözlere hakikati sokuyor, daha ne yapsın. Açık açık söylüyor. Çevirip çevirip söylüyor. Önden arkaya arkadan öne. Bir cennete pencere açıyor, bir cehenneme. Bir kalıcıya, bir geçiciye çeviriyor insanın bakışını. Bir dünyaya bir ahirete çeviriyor. Bir tarihe, bir geleceğe çeviriyor. Daha ne yapsın. Yani her türlü, akılın her türlü haline hitap ediyor Kur’an. Her türlü akla hitap ediyor Kur’an. Basit akla, mürekkep akla, süper akla, dahi akla, hepsine hitap ediyor daha ne yapsın. Yani gerçeği açıklanabilecek tüm versiyonlarıyla açıklıyor ve gözler önüne seriyor. Ki insanoğlunun bahanesi kalmasın. Allah’ım ben anlamadım benim zeka seviyem düşüktü, benim seviyemi aştı. Veya benim seviyem çok yüksekti bana ulaşamadı diyemez insanoğlu. Vahiy her zekaya mutlaka bir biçimde ulaşır.

Tabii ki bu gerçek, hayat ve insan gerçeği, hayatın çift yüzü gerçeği. İnsanın da çift yüzü gerçeği. Yaratılmış hiçbir şey tek yüzlü değil. Yaratılmış hiçbir şey tek kutuplu değil bu manada. Her şey çift her şey zıddıyla kaim. Bir dünya varsa mutlaka bir uhra da olmalı. Bir bura varsa mutlaka bir ötede olmalı. O zaman ötesiz bir bura tasavvuru aslında hayatı ıskalamaktır. Vahyin amacı bize bu hakikati bildirmektedir. Yani ötesiz bir dünya, ahiret siz bir dünya tasavvuru, dünyasızlıktır aynı zamanda. Hayatı ıskalamaktır. Ruhsuz bir ceset nedir ki, leş. Ruhsuz bir ceset nedir işte o. ahretsiz bir dünyada o. Dünyaya anlamını veren ahirettir. Cesede değerini veren ruhtur.

 

5-) Hikmetun bâliğatun fema tuğnin nüzür;

Hikmeti bâliğa (amacı tam açıklayan hikmetli anlatım) verilmiştir! Ne var ki uyarmalar (anlayışı kıtlara) fayda vermiyor! (A. Hulusi)

05 – Bir hikmeti baliga(Üstün) fakat inzarlar fayda vermiyor. (Elmalı)

 

Hikmetun bâliğatun vahyin değerini devam ettiriyor, değerinden söz etmeyi. Hedefe tam ulaştıracak çapta bir hikmet. Hikmetun bâliğatun. Öyle bir hikmet ki insanı hedefine ulaştırır. İnsan bir yolcu, hedefe ulaşmak için yolcunun pusulası, haritası olmaz olmak gerek. Pusulasız ve haritasız bu hayat okyanusunda bu gemi nereye çarpar, nerede parçalanır, çünkü bu okyanusta fırtına eksik olmaz. İşte vahiy pusulayı, vahiy haritayı temsil eder. Vahiy bir ışıktır, bu yolda göz yetmez, göze ışık gerek görmesi için. Eğer yolcuysanız, yolculuğunun bilincindeyseniz, yola revan olmuşsanız, bir menziliniz varsa mutlaka bir yol haritasına da ihtiyacınız var demektir. İşte Hikmetun baliğatun bu. maksimum yararı olan bir harita.

fema tuğnin nüzür fakat bu uyarının da hiçbir yararı olmadı. Yani, aslında uyarının kerameti yetmiyor. Uyarılanın istikameti de gerekiyor. Onun için uyarı ne kadar yüksek olursa olsun, ne kadar değerli olursa olsun, ne kadar tiz olursa olsun uyarılan bir kulak taşımıyorsa o sesi duyacak, bir göz taşımıyorsa  o ışığı görecek, bir akıl taşımıyorsa o manayı alacak, bir kalp taşımıyorsa o hakikati duyacak uyarı, varlığın en yüksek uyarısı da olsa kâr etmiyor. Burada da o söyleniyor.

 

6-) Fetevelle anhüm* yevme yed’ud dâ’ı ila şey’in nükür;

O hâlde onlardan yüz çevir! O çağırıcının çok dehşetli, korkunç olaya çağırdığı süreçte. (A. Hulusi)

06 – Sen de onlardan yüz çevir, o gün ki çağırıcı görülmedik müthiş bir şey’e çağırır. (Elmalı)

 

Fetevelle anhüm Peki böyle birilerine ne yapmak gerekir. Uyarı kâr etmiyor Summun bükmün umyün fehüm lâ yerci’ûn. (Bakara/18) yani sağır, dilsiz, kör, yüreğinin gözü kör, Yüreğinin kulağı sağır. Yüreğinin dili yok. Dönemez. Peki ne yapmalı? Alın geldi, bakınız harika bir taktik. Fetevelle anhüm artık sen de onlardan yüz çevir. Madem uyarı kâr etmiyor, maden söz dinlemiyorlar varlığın en büyük sesine dahi kulakları tıkalı, kendi gündemini takip et. Bunun altında bu mesaj vardır. Senin gündemini düşmanın belirlemesin, işine bak.

Fetevelle anhüm. Senin işin var, işine bak. Yola revan ol, yola devam et. Eğer kapıyı vurdun, kapı açılmıyorsa vurulacak çok kapı var, devam et. Eğer yüreğinin gözü kör, yüreğinin kulağı sağır, yüreği yoksa, yüreği olanlara eriş. İşine bak, gündemini takip et, onlara kilitlenme ve onlar seni umutsuz kılmasın. Onlardan müteşekkil değil, onlar ölmüş olanlar. Hakikat lügatında onların karşılığı ölüdür. Ölüleri diriltemezsin. Sen ölmemiş olanlara, veya hastalanmış olanları ara. Git bul, onlara vahyin şifasını dağıt.

[Ek bilgi; GAZALİ’DEN DÖRT NASİHAT

Elinden geldiği kadar hiçbir kimse ile herhangi bir mesele hususunda münazaraya girişme. Cahil insanların kalpleri hastadır. Eğer hastalık ilerlemiş müzminleşmiş halde ise onu tedavi ettirmeye boşuna uğraşma. Yok yere yorulmaktan başka bir şey yapmış olmazsın. Cehalet hastalığı da dört türlüdür.

a) Bir kişi her ne ki sorar, her neye ki itiraz ederse hep kini ve hasedi sebebiyledir. Sorusuna açık net de cevap versen sana olan kin ve nefretini arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bunlara karşı tutulacak en iyi yol, onların sorularına cevap vermemektir.

b) İkincisi ahmaklıktan doğan hastalıktır. Bunlar kısa bir süre ilim tahsilinde bulunur, Akli ve şer’i bilimlerden birkaç mesele öğrenir, sonra gider büyük alimlere mesele sorar itirazlarda bulunur. Yine bu tip hastalığa tutulanların sorularını da cevaplandırmakla meşgul olunmaması gerekir.

c) Üçüncü tip cahiller irşat edilmek aydınlatılmak isterler. Bu maksatla sorar itiraz eder. Büyüklerin sözlerinden bir şey anlayamaz. Sorularını istifade etmek gayesiyle sorar. Fakat ne yazık ki anlayış kabiliyetleri noksandır. Bu tip kimselere de cevap vermekle meşgul olmak münasip değildir.

d) Dördüncü ve tedavi edilebilir cehalet hastaları ise kişi akıllıdır. Anlayışlıdır. Aynı zaman da irşat edilmeyi ve aydınlatılmayı da ister. Haset, öfke şehvet ve mal, makam sevgisine mağlup olmaz. Daima doğru yolu arar. Sorularını da bu amaçla sorar. İşte bu vasıftaki hastalık tedavi edilebilir. Meşgul olmak caizdir ve gereklidir. (İ.Gazali-Eyyühel Veled)]

yevme yed’ud dâ’ı ila şey’in nükür davetçinin, kimsenin asla tasavvur edemeyeceği o şeye çağıracağın gün, yani ila şey’in nükür; böyle çevirebildim. Kimsenin asla tasavvur edemeyeceği o şey ne? O tarif edilemez, tasavvur edilemez bir gün o. Hangi gün? Kıyamet günü, hesap günü. İşte ona çağıracağı gün;

 

7-) Huşşe’an ebsaruhüm yahrucune minel ecdasi keennehüm ceradun münteşir;

Gözleri dehşetten önlerine eğik hâlde, sanki yayılan çekirge sürüsü misali, cedeslerinden (kozalarından) çıkıyorlar. (A. Hulusi)

07 – Gözleri düşkün düşkün kabirlerden çıkarlar, sanki çıvgın çekirgeler. (Elmalı)

 

Huşşe’an ebsaruhüm yahrucune minel ecdasi keennehüm ceradun münteşir ayete bakın ayete dostlar, Onlar yılgın ve bitkin, gözleri akmış, boyunları bükülmüş gözlerle, savrulmuş çekirge sürüleri gibi yattıkları yerden kalkacaklar. Neden? Hani Buhari’nin naklettiği bir hadis var ya; Hayat ırmağının kenarında yerden biter gibi bitecekler diyordu ya hadiste. Hayat ırmağının kenarında. Neden Huşşe’an ebsaruhüm; boyunları bükük bitkin bir halde. Adeta artık hiçbir şeyin yarar vermeyeceğini anlamış olmanın ıstırabını ta yüreklerinde duyarak.

Neden böyle bir tasvir yapıyor ayet. Suçlu ruhlar mahkemeyi tutuklu beklerler. Çünkü suç delilleri sabittir. Büyük mahkemeyi beklerken onlar için kabir hufratün min huferin niran (Hadis) cehennem çukurlarından bir çukura dönüşmüştür. O ruhun mekanı bir ceza evine bir zindana dönüşmüştür. Eğer beraet delilleri sabit olsaydı ravdatün min riyazıl cenneh cennet bahçelerinden bir bahçe gibi olacaktı. Özgür bekleyecekti mahkeme gününü, zincirsiz bekleyecekti. Yani tutuksuz yargılanacaktı. Ama suç delilleri sabit olunca yargı gününe kadar tutuklu kaldı. Bu da onu bitirdi. Çünkü; El intizar eşeddü minen-nâr (Hadis) suçlunun beklemesi ateşten daha şiddetlidir, ateşten daha ağır yakar. Beklemek böyle bir şeydir. Onun için ayeti kerimede cehennemin bekçilerine diyor söyle de rabbine işimizi bitirsin diyecek, yalvaracak. Rabbine söyle işimizi bitirsin. Ama işi bitmeyecek. Allah korusun, rabbim hepimizi muhafaza kılsın.

[Ek bilgi; YENİLEN.

Esmâ ül Hüsnâ“dan “El HASİYB” ismini hatırlayın.

İşte “Esmâ mertebesi”nde var olan bu ismin işaret ettiği özellik, tüm “çok boyutlu tek kare”lerin, birbirinin sonucu olarak oluşmasını ve dolayısıyla birbirini izleyen bir seyir takip etmesini sağlayan, yani “sebep-sonuç” dediğimiz ilişkiyi doğuran temel özelliktir. Mikrodan makroya her birim ve yapı bir sonraki anda, bir önceki anda kendisinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşar!.. Bugünün,dünün sonucudur! İster beğen, ister beğenme, istersen de pişman ol!

Bu durum da, her an yeni bir “şan”da oluş olarak anlatılır ki aslında “küll” denen “tümel”in, TEKİL bir varoluş dönüşümünden başka bir şey değildir. (Bunu hissedebilmek için, seyredebilmek için eskilerin tâbiriyle “kalp gözüyle”, önce mekânsız ve şekilsiz görme özelliği açığa çıkmalıdır.)

Bu isimlerin işaret ettiği TEK’teki özellikleri, beşerin dünyasındaki olay ve ölçülerle değerlendirmek çok büyük bir gaflet olup; sonuçta bilinci bir “tanrı-ilâh” anlayışına hapseder!

Seriy’ul Hisab” (hesabı anında gören) mecazı, toplumların şartlandırıldığı beşerî mânâda karşılıklı bir “hesaba çekme” olayına değil, TEK’in Evrensel Sistemi’nin işleyiş mekanizmasındaki bir özelliğe işaret eder; tıpkı Esmâ’dan her bir isim gibi!.. Devamı (A. Hulusi)]

 

😎 Muhtı’ıyne ileddâ’i, yekulul kafirune hazâ yevmun ‘asir;

Çağırıcıya süratle koşan Hakikat bilgisini inkâr edenler: “Bu şiddetli bir gündür!” derler. (A. Hulusi)

08 – Gibi çağırana koşarak, der ki kâfirler: bu pek zorlu bir gündür. (Elmalı)

 

Muhtı’ıyne ileddâ’i, yekulul kafirune hazâ yevmun ‘asir davetçiye doğru, çağıran sese doğru panik içinde seğirtecekler, koşacaklar ve o inkar edenler diyecekler ki bu zor gün. Evet, yevmün ‘asır bu dehşet bir gün, bu zor bir gün.

Mü’min/18 ayetinde de ..yevmel azifeh.. (Mü’min/18) geçiyor ya. Dehşetin dehşeti bir gün. Yani insanın dumanının tepesinden çıktığı, insanın hücrelerine kadar eridiği bir gün. Yüreklerin, sahibini boğarcasına gırtlağa dayanacağı dehşet günü diyor Mü’min/18 ayeti. Tasviri böyle yapıyor. Yüreklerin gırtlağa dayanacağı, boğulurcasına sahibini yüreği kendisini boğacağı dehşet bir gün. Kıyamet günü böyle resmediliyor Kur’an da.

 

9-) Kezzebet kablehüm kavmu Nuhın fekezzebu abdeNA ve kalu mecnunun vezdücir;

Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: “Cinlenmiştir” dediler; (görevinden) engellediler. (A. Hulusi)

09 – Onlardan evvel Nuh kavmi tekzip etti yalancı dediler o kulumuza, mecnun dediler, çok incittiler. (Elmalı)

 

Kezzebet kablehüm kavmu Nuh şimdi geçmiş toplumlardan örnekler sunuyor. Kur’an tarihe bir pencere açtı, tarih imanımızın içine giriyor. Bu tarih Allah’a sırt dönenlerin tarihi. Bu tarih Allah ile arasını açanların tarihi. Bu tarih kendine yabancılaşan, rabbine yabancılaşan ve bu yabancılaşmanın bedelini çok ağır ödeyenlerin tarihi. Neymiş rabbe yabancılaşmak, neymiş kendine yabancılaşmak neymiş Allah ile irtibatı koparmanın bedeli. İşte şimdi o kıssalara giriyoruz, 1. kıssa Nuh kıssası.

Kezzebet kablehüm kavmu Nuh onlardan önce de Nuh kavmi yalanlamıştı. Yani küfür orijinal değildir. Kısaca söylediği bu. Siz orijinal bir şey yapmıyorsunuz küfretmekle. Matah bir şey olduğunu düşünüyorsanız, değilsiniz. Eğer küfürde öncü olduğunuzu düşünüyorsanız yine değilsiniz. Yani siz hiçbir şey değilsiniz, karanlıkta bile bir şey değilsiniz. Negatifte bile bir şey değilsiniz. Sizden de öncüler var küfürde. Bakın onlar nereye gitmiş.;

fekezzebu abdeNA ve kalu mecnunun vezdücir abdeNA diyor dikkat buyurun. Kulumuz. Zımnen bize kulluk edenin Mevla’sı biz oluruz. Yani o benim kulum, çünkü sadece beni rab edindi. Dercesine. Yani benim kulumu tufandan ben kurtarırım. Benim kulumun Mevla’sı ben olurum. Yer gök tufan olsa kulumun kılına dokundurtmam. İşte bu, Allah sevdiği kuluna nasıl yeri göğü hizmet ettirir onun kıssasıdır Nuh kıssası.

fekezzebu abdeNA ve kalu mecnunun vezdücir kulumuzu yalanladılar. Hem kulumuzu yalanladılar, hem de dönüp o bir delidir dediler. Ama sonunda ne oldu? vezdücir engellendiler. Yani küfr ettiler, yalanladılar, ellerinden geleni ardlarına koymadılar, fakat yinede engellendiler. Yani Allah’a gönüllü teslim olmadılar, Allah onları gönülsüz teslim aldı. Allah’a gönüllü teslim olsalardı bunun adı iman olacaktı. Gönülsüz teslim alınınca inkar oldu. Allah’a gönüllü teslim olsalardı akıbetleri cennet olacaktı. Allah gönülsüz teslim alınca akıbetleri cehennem oldu. Fakat değişen bir şey olmadı. Yani Allah yine teslim aldı. Kaçmak mümkin mi? eynel mefer nereye kaçmalı Allah’tan kaçmak mümkün mü? Allah’tan taşra bir yol var mı? hani Seyrani’mizi Tanzimat padişahı AbdülMecid; Tanzimata karşı eleştiri yönelttiği için “seni Halep’e sürgün ettim.” Deyince şu cevabı vermiş ya Seyrani;

Bozmak mümkin ise aklın bikrini

Boz da bakir iken bul gönder beni.

Yani ben insanım, düşünmek Allah’ın bana verdiği bir yetenek. Aklımın bekaretini bozamazsın. Yani ben düşünürüm, düşündüğümü de söylerim. Bunu yapabilirsen yap. Hakkın mekanından özge bir mekan bulmak mümkün ise bul gönder beni. Beni nereye süreceksin Halep’e, Fizana, Yemen’e sür. Ora da hakkın mekanı. Eğer beni sürgün etmek istiyorsan gerçekten, Allah’a ait olmayan bir mekan bul. Gittiğim yerde Allah varsa problem yok. İşte bu, işte böyle.

 

10-) Fede’a Rabbehu enniy mağlubun fentasır;

Nihayet (Nuh da) Rabbine: “Gerçek ki ben mağlup oldum; bana yardım et” diye dua etti. (A. Hulusi)

10 – O da nihayet rabbine duâ etti, ben dedi, mağlûbum, hemen nusretini ver. (Elmalı)

 

Fede’a Rabbehu enniy mağlubun fentasır Allahu ekber.! Allah’ın peygamberine bakın “Bittim ya rabbi” diyor. Bittim. Her peygamberin bittim dediği bir yer var. Öyledir. İşte Nuh’ peygamberin bittim noktası bu ayet. Ve derken o rabbine ellerini kaldırdı yalvararak dedi ki; “elbet ben bittim ya rabbi. enniy mağlubun ben bittim, ben mağlup oldum. Aslında mağlup olmadı. Fakat kendi bittiğini Allah ona gösterdi. Allah’ın sünneti bu. Neden bittiğini gösterir? Bittiğini göstermese insana arkadan gelen zaferi kendisine mal eder. Onun için sünneti bu. Adeti bu Allah’ın. Bittim dedirtir. Çünkü insanın gücü sınırlıdır. Peygamber de olsa insanın gücü sınırlıdır. Ve öyle diyor Allah’ın yüce peygamberi, o ulu nebi; enniy mağlubun ben bittim ya rabbi. Fentasır, sen yet ya rabbi. Sen yardıma gel ya rabbi. Yardımıma koş yarabbi. İmdat ya rabbi.

Bitmek ve yetmek işte bütün mesele. Kulun gücü bitince Allah’ın yardımı başlar. Hz. Nuh’un yakarışını hatırlıyoruz Nuh suresinden. Ve kale Nuhun Nuh dedi ki; Nuh şöyle yalvardı.Rabbi lâ tezer ‘alel Ardı minelkafiriyne deyyara. (Nuh/26) Rabbim, yer yüzünde bunlardan bir tane bırakma. Buraya gelmiş..! Neden Kur’an da Nuh peygamberin bin yıldan 50 sene eksiğiyle tebliğ ettiği dile getirilir?

Aslında bunun mecazi karşılığı şudur; Ey muhatap bir insanın yaşayabileceği en son süreyi getir gözünün önüne Nuh ondan birazı hariç o sürenin tamamını tebliğ etti, ama yinede bu adamlara kâr etmedi. Taşa söz geçti de bunlara geçmedi. İşte bunun karşısında Nuh’a da böyle demek düştü. Rabbi lâ tezer ‘alel Ardı minelkafiriyne deyyara nasıl canı yanmışsa mübarek peygamberin;

İnneKE in tezerhüm yudıllu ‘ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara. (Nuh/27) eğer onlardan yer yüzünde  bir tane damızlık bırakırsan o da kafir doğuracak başka bir şey değil diyor. Allahuekber..! Bu da bir hikmet, ilahi bir hikmet. İlginç bir kıssa gerçekten de. Bize çok şey öğretiyor aslında. Tıkanma noktası, işte buraya gelme, yoksa bir peygamber kolay kolay, düşünebiliyor musunuz bir tarlayı bir ömür, Kur’an bunun adına 950 demiyor tabii, binden 50 eksik diyor. O farklı şeyler çünkü. Öyle diyor. Yani ömrünüzü tüketeceksiniz uğruna ama tarla size ektiğiniz hiçbir tohumu geri vermeyecek. Usanmayacaksınız, taşını ayıklayacaksınız, tezeğini kıracaksınız, bir daha süreceksiniz, sırtınızda su taşıyacaksınız, dağ bayır aşıracaksınız, avuçlarınızla tırnaklarınızla kazacaksınız, kanlarınızla sulayacaksınız ama tarla vermem de vermem diyecek. İşte bu, manzara bu.

Allah resulünün bittim noktasını biliyorsunuz değil mi? Taif dönüşü. Hani taife gitmişti, bir umut diye gitmişti, Mekke onu kovmuştu. Artık Mekke hayatına kastediyordu. Taife vardığında taşlarla karşılandı, tükürüklerle karşılandı, küfür ve hakaretlerle karşılandı alemlere rahmet Hz. Muhammed S.A.S. O insanlık ufku

Taif’in dışında bugün hala üzüm bağıdır. Ben henüz gideli, göreli 1 yıl geçmedi üzerinden Efendimizin misafir olduğu bağın oturduğu yerine bir mescit yapılmış Addas mescidi. Bugün metruk, bugün boynu bükük tel örgüler içine alınmış, mescidin minaresinin bir kısmı yıkılmış, hatta kurşunlanmış dehşet bir mahzuniyet gördüm ben Addas mescidinde. Ama oralar hala dağlık, hala  bağlar duruyor.

Geldi, Ninova’lı Addas efendisinin bağını işliyordu. Efendimizi garip olarak orada kan revan içinde görünce yanına geldi durumu sordu. Efendimiz ona ayetleri tebliğ etti. Gözleri ışıldadı Addas’ın. Bize kadar gelen rivayetler diyor ki, Allah resulünün elinin tozlarını temizledi Addas. Ondan sonra dudaklarına götürdü o eli öptü. Ondan sonra Allah’ın Resulünün yüzünde ki kanları temizledi, dudaklarını alnına götürdü, öptü. Ondan sonra Resulallah’ın ayaklarını. Ayağı kan revan olmuştu, elleriyle yıkadı, dudaklarını oraya götürdü ve öptü. Allah resulü orada ona dua etmişti.

Ve döndü Mekke’ye giremedi. Tam bittim noktası ve o vadide yaşlı gözlerle Mekke’ye yönelip ellerini açtı; İlahi dedi eş’kû dâ’fe kuvvetiy Allah’ım gücümün tükendiğini sana şikayet ediyorum ve kîllete hiletiy Kuvvetimin azaldığını sana şikayet ediyorum ve hevâniy alennâs insanlardan bıkıp usandığımı sana şikayet ediyorum. İlahi, rabbi, ya rabbül müstad’âfiyn Yâ Erhamerrahimiyn, ya Ekrame’l-ekramîn ey merhametlilerin merhametlisi, ey ezilenlerin rabbi, ey benim rabbim ve min entekileniy beni kimlerin eline bıraktın İn lem tekûn gadbane aleyye, felâ ubâliy eğer bana gazap etmedin, bana kızmadın bana gücenmedinse bu çektiğim hiçbir şeye aldırmıyorum dedi arkasından. Ve farklı bir rivayette şu ilaveye rastlıyoruz: lem tekilûniy ila nefsiy tarfe’tai Allah’ım beni bir göz açıp kapayıncaya kadar kendi nefsimin eline bırakma. Yani benden ellerini çekme benim elimi bırakma ya rabbi isterse bir göz açıp kapayıncaya kadar.

Bu dua göklerin kapısına ulaşacaktı. Bu dua tarihin seyrini değiştirecekti. Bu duayı bekliyordu rabbimiz. Aslında bittim demesini bekliyordu. Bir peygamber dua eder bittim der tufan gelir. Ama alemlere rahmet olan peygamber bittim der, Medine geldi. Hicret geldi işte göklerin kapısı böyle açıldı ve artık ondan sonra yükselen zaman başladı ve acının yerini müjdeler, zaferler aldı.

[Ek bilgi; DUANIN ORİJİNAL HALİ

“Allâhumme ileyke eş’kû dâ’fe kuvvetiy ve kîllete hiletiy ve hevâniy alennâs; Yâ Erhamerrahimiyn, ente Rabbül müstad’âfiyn; ente erhamu biy min entekileniy ilâ aduvvin bağiydin yetecehhemuniy, ev ilâ sadıykın karîbin mellektehu emrî. İn lem tekûn gadbane aleyye, felâ ubâliy, gayre enne âfiyeteke ev seûliy. Euzü binûri vechikellezi eşrekat lehu zulûmatu ve salâha aleyhi emriddünya vel âhıreti en yenzile bi gadabüke ev yehılle aleyye sehatük; ve lekel utba hatta terda ve lâ havle velâ kuvvete illâ bike.”

“Allahım, kuvvetimin yetersiz kaldığını, çaresiz olduğumu, halk nazarında hor hakîr hâle düştüğümü görüyorsun. Ya erhamer rahimiyn, zayıf görülüp ezilenlerin Rabbi sensin. Kötü huylu ve kötü tavırlı yabancı düşmanın eline beni terk etmeyecek, hattâ himayemi ellerine verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar Rahimsin.

Allah’ım, bana karşı gazablı değilsen; çektiğim eziyet ve belâlara hiç aldırış etmem. Ancak şu da var ki, koruma sahan bunları da çektirmeyecek kadar geniştir. Allah’ım, gazabına maruz kalmaktan, yahut rızasızlığından, senin bütün zulmeti parıl parıl aydınlatan, dünya ve âhiret hallerinin yegâne selâmete çıkartıcısı olan NUR’u Vechine sığınırım. Allah’ım rızan olasıya senden affını diliyorum. Havl ve kuvvet ancak seninledir.” (A. Hulusi Dua ve zikir.)]

Hz. Nuh daha farklı bir misyon gerçekleştiriyordu. Hz. Peygamber daha farklı bir misyon. Aslında her peygamber farklı bir hayat durumuna cevaptı. Her peygamberin içinde olduğu ortam hayatta karşılaşacağımız farklı bir duruma çözüm getiriyordu. Nuh peygamber karada gemi yapmayı temsil ediyordu.

Karada gemi yapmak, nasıl bir şey karada gemi yapmak? Deniz yok, gemi yap. Ama deniz yok, sen gemi yap, eğer mesajına lebbeyk diyecek bir kulak bulamamışsan, ömrünü bu mesaj uğruna vermişsen, elinden geleni yapmış bitirmişsen, ardına koymamışsan, bittim ya rabbi diyorsan gemi yap. Bil ki çağının Nuh’usun, tufan var, gemi yap. Peki gemi yapayım ama ya deniz yoksa gemi ne işe yarar mı dediniz, sen gemi yap, deniz ayağına gelir. işte böyle, haydi okuyalım.

 

11-) Fefetahnâ ebvabes Semai Bimain munhemir;

Biz de kuvvetle dökülen bir su ile semânın kapılarını açtık! (A. Hulusi)

11 – Bunun üzerine Göğün kapılarını açtık dökülen bir su ile şakır şakır. (Elmalı)

 

Fefetahnâ ebvabes Semai Bimain munhemir biz de bardaktan boşalırcasına dökülen bir su ile semanın kapılarını ardına kadar açtık. İşte deniz, gerçekten bittim dersen ve bitersen Allah yardımına gelir. Gök ve yer yardımına gelir. Sen gemini yap, denizi ben getiririm der ve deniz sana gelir, sen denize gidemezsen. Burada olduğu gibi.

 

12-) Ve feccernel Arda ‘uyunen feltekal mâu alâ emrin kad kudir;

Arzı da kaynaklarıyla fışkırttık da takdir edilmiş hükümle sular (birbirine) kavuştu! (A. Hulusi)

12 – Yeri de fışkırttık kaynaklar halinde, derken su birleşti bir emr üzerine ki olmuştu öyle mukadder. (Elmalı)

 

Ve feccernel Arda ‘uyunen ve toprağı fışkıran pınarlara çevirdik. feltekal mâu alâ emrin kad kudir ve kararlaştırılmış bir görevi gerçekleştirmek üzere sular kavuştu, birleşti. Yerin ve göğün suları birleşti, yani ey Nuh gemin vardı denizin yoktu, al deniz de benden olsun dedi Allah ve deniz de oldu.

[Ek bilgi; SÜMERLER’İN TUFAN MENKIBESİ (KESİN BİLGİ)

Bir defa Sümer’lere ait Tufan menkıbesi, Nuh’un gemisinin Cudi yöresinde olduğunu ispatlar. Bu belge, çivi yazısı ile yazılmıştır. Kesin olarak Sümerce yazıldığı bilinen metin Kuran üslubuna benzemektedir. Belki de bu metin Nuh’a indirilen ayetlerdir.

Jeolojik araştırmalar da tufanın Cizre’de olduğunu gösteriyor. Bölgede duvar gibi bir doğal baraj yıkılıyor ve tufan oluyor. Bölgede, Nuh’un çocuklarının adıyla anılan köyler var, yatırlar var, efsaneler, halen yaşatılan gelenekler var.

Gemiden çıkan 80 kişi Kuran’da Semanin diye geçiyor. Cizre’de Semanin köyü var! Dicle’nin batısında Nuh’un oğlunun adını taşıyan Yafes (Kasandela) köyü var.

Bir banyo küvetinin içine su doldurun, içine de tümsekler yerleştirin ve bir maket gemi koyun. Suyu boşaltın, göreceksiniz ki, gemi tümseklerden birinin üzerine değil, dibe oturmuştur. Nuh’un gemisi de Cudi dağının dibine oturmuştur. Orası da Cizre civarında bir yerdir.

Kuran’da ‘Sizi bereketli bir toprağa indireceğim’ diyor. Dağın tepesinde bereketli toprak olur mu? ‘Güvercin gönderdim, ağzında zeytin dalı ile geldi’ diyor. Soğuk dağ ikliminde, Ağrı ve çevresinde zeytin olur mu? (Prof Mümin Köksoy) http://politika.dumlupinar.edu.tr/yayinlar-B/yay-b3.htm]

 

13-) Ve hamelnahu alâ zâti elvahın ve düsür;

Onu (Nuh’u) tahta ve çivilerle oluşmuş (tekne) ile taşıdık. (A. Hulusi)

13 – Onu ise taşıdık elvahlı (Levha) ve kenetli bir hamule (yük) üzerinde ki akar. (Elmalı)

 

Ve hamelnahu alâ zâti elvahın ve düsür ama onu malzemesi ahşap ve çivi olan bir gemi ile taşımıştık.

İlginç geminin sıfatları zikrediliyor, ahşap ve çivi. Neden acaba? Sanırım benim yorumum şu; Nuh’u kurtaran gemi değildi,Derme çatma bir gemi ile o tufanın içinden çıkamazdı. Nuh’u Allah kurtardı gemi değil. Onun için tahtaya ve çiviye bakmayın. Yani parmak ayı gösterirken parmağa bakmayın, aya bakın Tahta ve çiviye teşekküre kalkmayın. Nuh’u kurtaran tahta ve çivi değildi, Allah’tı. Ben bu nükteyi okuyorum bu ayette.

 

14-) Tecriy Bi a’yuniNA* cezaen limen kâne küfir;

(Tekne) gözetimimizde akıp gidiyordu. Nankörlük edilene (Nuh’a) bir ceza olmak üzere! (A. Hulusi)

14 – Nezaretimizle giderdi o nankörlük edilen zata bir mükâfat olarak. (Elmalı)

 

Tecriy Bi a’yuniNA* cezaen limen kâne küfir o gemi gözetimimiz altında yol aldı Bu nankörlük yapılan Nuh’a verilmiş bir ödüldü, bir bedeldi. Yani siz Allah için yola çıkın, Allah için hizmetinizi yapın, eğer size nankörlük yapılıyor, kıymetiniz bilinmiyorsa korkmayın, Allah kıymetinizi bilir, ödülünüzü de verir. İşte örneği budur. Diyor ayet.

 

[Ek bilgi; İlginç bir görüş; Hz. NUH’UN GEMİSİ BUHAR KAZANLIMIYDI?

Hz. Nuh’un bir oğlunun dışında bütün aile fertlerini ve az da kavminden kendisine iman etmiş olanları, gerek insanlar, gerek diğer hayvanlar için gerekli olan yiyecekleri dahi yüklenerek, dağlar gibi dalgalar içinde akıp giden bir geminin harikulade bir gemi olması ve bunun basit bir yelkenli gemi gibi düşünülmemesi gerekiyor. “O devirde böyle bir gemi yapılabilir miydi?” sorusuna karşılık, “Öyle fırtınalı ve dalgalı bir tufanda bu kadar yükü küçük bir yelkenli taşıyabilir mi?” sorusuyla cevap vermek gerekirDevamı]

 

 

15-) Ve lekad teraknâha ayeten fehel min müddekir;

Andolsun ki onu (tekneyi insanlar için) bir işaret olarak (geride) bıraktık! Düşünen yok mu? (A. Hulusi)

15 – Celâlim hakkı için bıraktık ta onu bir âyet olarak, fakat düşünen mi var? (Elmalı)

 

Ve lekad teraknâha ayeten fehel min müddekir doğrusu biz bunu bir ibret belgesi olarak bıraktık. Yok mudur ibret alan, ders alan. Bunu dediği ne? Ve lekad teraknâha, “h” zamiri ne?Gemi diye düşünmüş bazı otoritelerimiz. Tevrat’ta yer alan kıssaya bakarak. Onun için bazı ehli kitap, unsurlar gelip ağrı dağında Nuh’un gemi kalıntılarını arıyorlar. Fakat ben bu “ha” nın gemiye tahsis edileceği konusunda herhangi bir bilgiye sahip değilim,i belgeye de sahip değilim. Bu kıssaya da girebilir. Yani biz bu kıssayı bir belge olarak bıraktık.

Bunun anlamı ne? Bunun anlamı yer yüzü çapında yapılmış bir araştırmanın sonuçları. Sri Lanka’dan Avustralya Aborjinlerine ve Guatemala yerlileri gibi kapalı havza toplumlarına kadar yer yüzünün tüm toplumlarının tek ortak efsanesi var. Tufan. Tamam anladık, orta doğu toplumlarında bu kıssa efsaneleşmiş, nesilden nesile gelmiş. Ama bir ada toplumu olan ve bu yüzyılda keşfedilmiş olan Aborjinler de ne geziyor. Okyanusta küçücük bir ada halkı olan Sri Lanka, eski ismi ile Seylan’da ne geziyor. Dünyadaki  tüm kapalı açık toplumların ortak tek efsanesi tufan efsanesidir. Elbette tufan bir efsane değildir. Nuh kıssası bir efsane değildir. Fakat bu toplumlarda birbirine yakın ya da uzak bir biçimde böyle bir efsane anlatıla gelmiş. Hepsinin kökeninde işte bu hakikat yatıyor. Kur’an ın bize haber verdiği Nuh tufanı olayı. Biz bunu geleceğe bir belge olarak bıraktık diyor rabbimiz, ki, bence belge, insanlığın ortak hafızasında yer etmiş olan bu belgedir.

[Ek bilgi. Tufan hakkında detaylı bilgi Yer bilimlerinin katkısıyla NUH TUFANI VE SÜMERLERİN KÖKENİ/ Prof. Dr. Mümin Köksoy]

 

16-) Fekeyfe kâne azâbiy ve nüzür;

Benim azabım ve uyarmalarım bak nasıl oldu! (A. Hulusi)

16 – Ki nasıl azâbım ve inzarlarım? (Elmalı)

 

Fekeyfe kâne azâbiy ve nüzür nitekim uyarımın dinlenilmemesi halinde azabım nasıl olurmuş gördüler.

 

17-) Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir;

Andolsun ki Kurân’ı kolaylaştırdık, hakikatin hatırlanması ve tefekkürü için! Düşünen yok mu? (A. Hulusi)

17 – Şanım namına Kur’an ı müyesser de kıldık düşünmek için, fakat düşünen mi var? (Elmalı)

 

Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir ve doğrusu biz bu Kur’an ı ders alınsın diye kolaylaştırdık, hala yok mudur ders alan. Hani ders alanlar nerde, Vahiy düşünenlere inmiştir dostlar, düşünenler ders alırlar. İbret almak için kafayı kullanmak lazım. Onun için ibret akıl sahipleri için kullanılan bir kelimedir. Akılsızlar için ibret kullanılmaz. likavmin yetefekkerun. (Caziye/13 diyor Kur’an düşünen bir topluma. Kendini ithaf ediyor düşünen bir topluma ve Haris el Muhasibi’nin dediği gibi “Akıl Kur’an dır, Kur’an akıldır.”

Hz. Ömer öyle diyor; “Sizi birinin Kur’an okuması gece gündüz Kur’an okuması aldatmasın diyor. Çünkü Kur’an dillerimizle söylediğimiz bir şeydir. Siz asıl onunla kim amel ediyor, onu kim hayatına koyuyor ona bakın” diyor. Abdullah bin Ömer (R.A.) diyor ki, Ben öyle insanlar görüyorum ki bugün iman verilmeden önce kendisine Kur’an verilmiş. Yani Kur’an a gönlü yatmamış, kalıbı basmamış ama, Kur’an ı ezberlemiş. Baştan başlıyor, sondan çıkıyor ezbere fakat onun emirlerini ve yasaklarından hiç haberi yok. Bunu daha sahabe söylüyor.

Lütfen dikkat yine şeyhülislam lakaplı büyük alim Fudaly bin Iyaz diyor ki; Kur’an sadece ve sadece amel edilmek için indi, yaşanmak için indi. Fakat insanlar tuttu onu okumayı amele dönüştürdü. Yani Kur’an kendisiyle amel edilsin diye indi, insanlar ise onu kırata amel edindi. İşte böyle, onun için bu ayette bu surede 4 kez geçen Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir (17-22-32-40) üzerinde tekrar tekrar durmak ve düşünmek gerekiyor.

 

18-) Kezzebet ‘Adun fekeyfe kâne azâbiy ve nüzür;

Ad da yalanladı! (Peki) benim azabım ve uyarmalarım nasıl oldu? (A. Hulusi)

18 – Tekzip etti de Âd nasıl oldu azâbım ve inzarlarım? (Elmalı)

 

Kezzebet ‘Adun fekeyfe kâne azâbiy ve nüzür Ad kavmi de yalanlamıştı, fakat uyarının dinlenilmemesi halinde azabım nasıl olurmuş gördüler. Yani ilahi uyarı dinlenilmeyince azab nasıl olurmuş onlar da gördü.

 

19-) İnna erselna aleyhim riyhan sarsaren fiy yevmi nahsin müstemirr;

Muhakkak ki biz onların üzerine, uğursuz bir gün içinde sürekli helâk edici bir kasırga irsâl ettik. (A. Hulusi)

19 – çünkü salıverdik üzerlerine müstemir, nuhusetli bir günde bir soğuk rüzgâr ki sarsar. (Elmalı)

 

İnna erselna aleyhim riyhan sarsaren fiy yevmi nahsin müstemirr elbet biz de onların üzerine kapkara bir günde, berbat bir günde, bahtsız bir günde gürültülü bir kasırga gönderdik.

 

20-) Tenzi’un Nase, keennehüm a’cazu nahlin munka’ır;

İnsanları, sanki sökülmüş hurma kütükleri gibi koparıp atıyordu. (A. Hulusi)

20 – İnsanları kökünden devrilen hurma kütükleri gibi yolar. (Elmalı)

 

Tenzi’un Nase, keennehüm a’cazu nahlin munka’ır insanları öyle savuruyordu ki bu kasırga, insanlar sanki hurma kütükleri gibi yere serildiler. Hadramevt. Ahkaf; Bugün Yemen sınırları içinde kalan okyanusa paralel bir bölge ölüm yeşili yani. Kum tepelerinin altında ölü bir medeniyet. Belki de ismini buradan alıyor. Küstahlaşan her medeniyetin akıbeti budur. Onlarda 12 – 17 m kumun altına gömüldüler bu yüzyılda kalıntıları ancak bulunabildi, uzaydan tespit edilebildi.

Ad Semud Kur’an da hep bir arada gelir. Nerede anılmışsa beraber anılırlar. Bunun sebebi sadece Ad’dan geriye kalan kabilelerin kuzeye doğru göç etmeleri ve yeni bir medeniyet kurmaları değil. Semud, Ad’ın bakiyesi idi. Asıl bunun sebebi bu iki kavmin kendilerine gelen belayı algılama biçimleri. Ad çölde bir uygarlık yeşertti. Muhteşem bir uygarlık İreme zâtil ‘ımâd. (Fecr/7) sütunlar sahibi irem bu uygarlığın merkezi olduğu söylenir.

[Ek bilgi; Ad-Semud kavmi hakkında geniş bilgi.

İngiliz araştırmacı Thomas’ın yazdıklarını inceleyen Clapp de, kitapta bahsedilen bu kayıp şehrin varlığına inanmıştı. Çok vakit kaybetmeden , Ubar ‘da kazı çalışmalarına başladı.Clapp, Ubar ‘ın varlığını kanıtlamak için, iki ayrı yola başvurdu. Önce bedeviler tarafından, var olduğu söylenen patika izlerini buldu. NASA ‘ya başvurarak, bu bölgenin resimlerinin, uydu aracılığıyla çekilmesini istedi. Uzun bir uğraşıdan sonra, yetkilileri, bu bölgenin resimlerinin çekilmesi için ikna etmeyi başardı. (Ergun)]

Ama ne oldu? Küstahlaştılar ve Allah helak etti. Onlar helaki malzemeye buldular. Kafa yapılarına değil de malzemeye suçu buldular. Çölde yapı yaparsan, uygarlık kurarsan işte böyle olur dediler. Gel gidelim bu sefer kayaya kuralım. Geldiler medaini salihe ve o kayalar hala bugün ayaktadır. Kayalardan apartmanlar, o günün en sağlam, hani altı kaya gibi, üstü kaya falan. Pazarlasalar herhalde böyle pazarlarlardı. Yani hiçbir deprem etki edemez. Kayaları oydular. Mantıkları yanlıştı, davranışlarını düşünmediler fakat malzemeye suç buldular. Orada da yakaladı onları. Küstahlaşınca geldi bela orada da vurdu. Yani kayada da bulur sizi, sadece kumda değil. İşte bunun için Ad ve Semud hep beraber gelir.

 

21-) Fe keyfe kâne azâbiy ve nüzür;

Benim azabım ve uyarmalarım bak nasıl oldu! (A. Hulusi)

21 – Bak nasılmış azâbım ve inzarlarım? (Elmalı)

 

Fe keyfe kâne azâbiy ve nüzür fakat uyarımın dinlenilmemesi halinde azabım nasıl olurmuş gördüler.

 

22-) Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir;

Andolsun ki Kurân’ı kolaylaştırdık hakikatin hatırlanması ve tefekkürü için! Düşünen yok mu? (A. Hulusi)

22 – Şanım namına Kur’an ı müyesser de kıldık düşünmek için, fakat düşünen mi var? (Elmalı)

 

e lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir ve doğrusu biz bu Kur’an ı anlamak isteyenler için kolaylaştırdık, yok mu öğüt alan. Hala öğüt işte bu Malzemeye bulmayın, küstahlaşan her medeniyet mahvolur. Mantığa ve akla bakın. Nasıl düşündüğünüze daha doğrusu Allah ile ilişkinizi gözden geçirin.

 

23-) Kezzebet Semudu Bin nüzür;

Semud da uyarıcıları yalanladı. (A. Hulusi)

23 – Semûd o inzarları tekzip ettiler. (Elmalı)

 

Kezzebet Semudu Bin nüzür Semud’da bütün uyarıları yalanladı.

 

24-) Fe kalu ebeşeran minna vahıden nettebi’uhu, inna izen lefiy dalâlin ve su’ur;

Dediler ki: “Bizden bir beşere mi tâbi olacağız? O takdirde muhakkak ki inancımızdan sapıp ahmaklık içinde kalırız.” (A. Hulusi)

24 – Şöyle dediler: içimizden bir beşere mi tabi’ olacağız? Şüphesiz biz o vakit şaşkınlık içinde kalır ateşlere yanarız. (Elmalı)

 

Fe kalu ebeşeran minna vahıden nettebi’uh ve dediler ki ne yani içimizden bula bula bir ölümlüye mi tabi olacağız, uyacağız. Melek peygamber istiyorlar. Meleklerin ve gizli güçlerin sembolü olduğuna inandıkları putları ve totemlerine bir meşrulaştırma çıkaracaklar oradan. Ama asıl bilinçlerinin gerisinde melek peygamber gelirse biz meleği üretemeyiz diyerek vahyin peşine düşmemenin mazeretini bulacaklar.

inna izen lefiy dalâlin ve su’ur bu takdirde biz dediler sapıtmış ve çıldırmış oluruz. Yani bize ahmak derler, çılgın derler, deli derler, sapık derler. Görüyor musunuz sapıklar başkalarını sapıklıkla suçluyorlar.

 

25-) EulkıyezZikru aleyhi min beynina bel huve kezzâbun eşir;

“Zikir (hakikat ilmini hatırlatıcı) aramızdan Ona mı ilka olundu? Bilakis O küstah bir yalancıdır!” (A. Hulusi)

25 – O zikir aramızdan ona mı bırakıyorlar? Belki o bir şımarık yalancıdır. (Elmalı)

 

EulkıyezZikru aleyhi min beynina bel huve kezzâbun eşir aramızdan bir tek ona mı indirildi vahiy. Hayır aksine o yalanda sınır tanımayan biri dediler.

 

26-) Seya’lemune ğaden menil kezzâbul eşir;

Yarın kimin küstah bir yalancı olduğunu bilecekler! (A. Hulusi)

26 – İleride bilecekler o şımarık yalancı kimdir? (Elmalı)

 

Seya’lemune ğaden menil kezzâbul eşir Allah’ta (dedi ki) yarın kim yalanda sınır tanımayan biriymiş, yalanda sınır tanımayan mağrurmuş yarın göstereceğim dedi, yani bu söylediğiniz kimmiş herkes görecek.

 

27-) İnna mursilun nâkati fitneten lehüm fertakıbhüm vastabir;

Muhakkak ki biz, onlara bir sınav objesi olarak dişi deve irsâl ettik… Artık onları gözetle ve sabret. (A. Hulusi)

27 – İşte biz onlara bir fitne olmak üzere o Nâkayı (o dişi deveyi) salıyoruz. Onun için gözet onları ve sabırlı ol. (Elmalı)

 

İnna mursilun nâkati fitneten lehüm fertakıbhüm vastabir unutma ki ey Salih biz bu dişi deveyi onları sınamak için göndermiş bulunuyoruz. Artık onları gözetle ve sabret. Sınama vesilesi işte. Allah Resulüne gösterdiği rüyayı da sınama vesilesi kıldığını buyurmuştu. İsra/60 ayetinde. Yine Zakkumu sınama vesilesi kıldığını buyurmuştu Saffat/63. ayetinde. Yine 19 rakamını;  ‘Aleyha tis’ate ‘aşer. (Müddesir/30) üzerinde 19 vardır ayetinde ki 19 rakamını sınama vesilesi kıldığını ifade buyurmuştu. Ayette. Yine Harut ve Marut’u sınama vesilesi kıldığını buyurmuştu Bakara/102 ayetinde. Yani Kur’an da böyle sınama vesileleri var. İşte bu da o sınama vesilelerinden bir tanesi.

 

28-) Ve nebbi’hüm ennel mae kısmetun beynehüm* küllü şirbin muhtedar;

Onlara haber ver ki, su aralarında paylaştırılmıştır… Her kısım sudan, nöbetleşe payını alsın. (A. Hulusi)

28 – Hem haber ver onlara ki su aralarında nevbetle taksim ve her su alış huzur iledir. (Elmalı)

 

Ve nebbi’hüm ennel mae kısmetun beynehüm* küllü şirbin muhtedar ve onlara ey salih suyun aralarında taksim edildiğini haber ver. Her sulama nöbetleşe olacaktır de. nâkatAllâh. (Şems/13) Kur’an da geçtiği şekliyle Allah’ın devesi diyor Kur’an. Bu ardullah gibi, Allah’ın arzı, Beytullah gibi Allah’ın evi gibi bir kullanım. Kamu malı bu deve, sahipsiz yani.

Müşriklerin benzer bir uygulamaları vardı. Onun için ilk muhatapları da uyaran bir ayet bu kıssa böyle. Müşrikler mesela üst üste 5 batım doğuran deveyi kutsal addederler salarlardı. Mesela üst üste iki kere ikiz doğuran deveyi kutsal atfederler salarlardı. Peki salınan deve ne olur? Ne ot verirler, ne su verirler, ne bakarlar, ne çekerler, yarasına bakmazlar. O Allah’ın devesi.

Aslında hayvana eziyet ederlerdi, hayvana işkence ederler, yani onu yarı tanrı haline getirirler tıpkı Budizm’in ineği gibi. Oysa hayvan develiğe çoktan razıdır, ama bunlar razı değildir. İşte bir varlığı amacı dışında kullanınca nasıl şaklabanlıklar oluşuyor, aslında onun ilginç bir öyküsüdür bu. Maide/103. ayetine bakarsanız orada görürsünüz müşriklerin bu uyarısını. Hayvanları batıl inançlara alet ederek kullanımdan alıkoyma geleneği bu.

 

29-) Fenadev sahıbehüm feteata feakar;

Arkadaşlarına seslenip çağırdılar. Onlar da payını aldı, deveyi de vahşi şekilde boğazladılar! (A. Hulusi)

29 – Bunun üzerine sahiplerine bağırdılar o da silâha sarıldı da ayaklarını çırptı. (Elmalı)

 

Fenadev sahıbehüm feteata feakar derken onlar çete başı olan arkadaşlarını çağırdılar kafa kafaya verip görüştüler ve en sonunda o arkadaşları hunharca, işkenceyle deveyi boğazladılar, işkence ederek. Agara bu, bacaklarını kırıp işkence etmek manasına gelir. Bir hayvana yapılan işkence deyip geçmeyin diyor Kur’an. Koca bir kavim sahipsiz bir hayvana yapılan işkence sonucunda bardağı taşıran damla oldu yani. İşte böyle bir kıssa bu.

 

30-) Fekeyfe kâne azâbiy ve nüzür;

Benim azabım ve uyarmalarım bak nasıl oldu! (A. Hulusi)

30 – Fakat bak nasıl oldu azâbım ve inzarlarım. (Elmalı)

 

Fekeyfe kâne azâbiy ve nüzür fakat uyarılarımın dinlenilmemesi halinde azabımın nasıl olduğunu hiç hesaba katmadılar.

 

31-) İnna erselna aleyhim sayhaten vahıdeten fekânu keheşiymil muhtazır; elbet biz de onlara tek bir bela sayhası, tek bir bela çığlığı gönderdik. Sonunda çürüyüp un ufak olmuş ağaç kırıntısına, talaş parçasına döndüler. Nasıl bir belaysa talaş oldular diyor. Yani torf oldular, ağaç kırıntısı, süprüntüsü oldular.

 

32-) Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir;

Andolsun ki Kurân’ı kolaylaştırdık, hakikatin hatırlanması ve tefekkürü için! Buna göre bir düşünen yok mu? (A. Hulusi)

32 – Şanım namına Kur’an ı müyesser de kıldık düşünmek için, fakat düşünen mi var? (Elmalı)

 

Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir ve doğrusu biz bu Kur’an ı ders alınsın diye kolaylaştırdık, yok mudur ibret alan ders alan. Ders neydi bu kıssada? İddialı bir uygarlık sonunu bir deve bile getirebilir. Yani tıpkı Nemrud’un bir sinek getirmişse, başını göklerde zannedip de şu dağları ben yarattım havalarına giren ve insanlara zulmeden bir uygarlığın sonunu bir deve bile getirebilir. Onun için zalimler mutlaka bir biçimde cezalarını bulurlar hem de hiç ummadıkları küçük gördükleri bir şeyin elinden bulabilirler, dikkat edin ders budur burada.

 

33-) Kezzebet kavmu Lutın Bin nüzür;

Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı. (A. Hulusi)

33 – Lût’un kavmi o inzarlara yalan dediler. (Elmalı)

 

Kezzebet kavmu Lutın Bin nüzür Lût kavmi de bütün uyarıları yalanlamıştı.

 

34-) İnna erselna aleyhim hasıben illâ ale Lut*necceynahüm Bi sehar;

Muhakkak ki biz onlara taşlar fırlatan kasırga irsâl ettik… Lût’un ailesi müstesna. Onları seherde kurtardık. (A. Hulusi)

34 – Biz gönderdik üzerlerine taşlar yağdıran, yalnız Lût’un ailesini necata çıkardık bir seher. (Elmalı)

 

İnna erselna aleyhim hasıben illâ ale Lut*necceynahüm Bi sehar elbet biz de onları bir bela fırtınasına maruz bıraktık ve seher vakti sadece Lût’un iman ailesini kurtardık. İman ailesi, karısı bu aileye dahil olmamıştı. Onun içinde helak edildi. Hud/81, Neml/57. ayette ifade edildiği gibi.

 

35-) Nı’meten min ‘ındiNA* kezâlike necziy men şeker;

İndîmizden bir nimet olmak üzere. Şükredeni işte böyle cezalandırırız! (A. Hulusi)

35 – Tarafımızdan bir nimet olarak, işte şükredeni böyle karşılarız. (Elmalı)

 

Nı’meten min ‘ındiNA* kezâlike necziy men şeker katımızdan bir nimet olarak bunu yaptık. Şükredenleri biz işte böyle ödüllendiririz.

 

36-) Ve lekad enzerehüm batşetena fetemarev Bin nüzür;

Andolsun ki (Lût) onları şiddetle yakalamamız konusunda uyardı da, onlar uyarıcıları kuşkuyla karşıladılar! (A. Hulusi)

36 – Celâlim hakkı için satvetimizin şiddetini kendilerine ihtar da etmiş idi, fakat o ihtarları cidal ile karşıladılar. (Elmalı)

 

Ve lekad enzerehüm batşetena fetemarev Bin nüzür doğrusu Lût bizim yakalama gücümüze karşı onları uyarmıştı. Allah yakalar demişti. Kaçamazsınız, Allah’ı atlatamazsınız demişti. Fakat onlar buna hep kuşkuyla, tereddütle yaklaştılar.

 

37-) Ve lekad raveduhu an dayfihi fetamesna a’yunehüm fezûku azâbiy ve nüzür;

Andolsun ki Onun (Lût’un) konuklarından (şehvetle) zevk almak istediler de bu yüzden (görüşlerini) tam bir körlüğe soktuk! “Şimdi tadın azabımı ve uyarmalarımı!” (A. Hulusi)

37 – Ve onun misafirlerinden kâm almağa kalkıştılar, biz de gözlerini siliverdik de tadın bakalım dedik azâbımı ve inzarlarımı? (Elmalı)

 

Ve lekad raveduhu an dayfihi dahası arzularını onun misafirinden gidermeye, çirkin arzularını, şehvetlerini onun misafirlerin sırtından gidermeye kalktılar. fetamesna a’yunehüm fezûku azâbiy ve nüzür bunun üzerine biz de gözlerini kör ettik. Tamesna ‘ala a’yunihim. Evet veya tamesna a’yunehüm gözlerini kör ettik, gözlerine perde çektik. Aslında gözlerini ne kör etti? Şehvet. Şehvetleri başına vurunca gözleri görmez oldu, hakikati görmez oldu. Madem uyarımı göz ardı ettiniz o halde azabımı tadın dedik.

 

38-) Ve lekad sabbehahüm bükreten azâbun müstekırr;

Andolsun ki yerini bulmuş azap onlara sabahleyin bastırdı. (A. Hulusi)

 38 – Ve Celâlim hakkı için bastırıverdi kendilerini bir sabah bir azâbı müstekır. (Elmalı)

 

Ve lekad sabbehahüm bükreten azâbun müstekırr mamafih sabahleyin erkenden kalıcı izler bırakan bir azap onları geldi çepeçevre kuşattı. Müstakirr; Kalıcı izler diye çevirdim. Lût gölünün kuzey ucuna lisan denir. Bugün Lut gölünün kuzey ucu lisan, derinliği 40 m. Suyun altındadır. Fakat Lisan’ın bittiği yer bıçakla baştan sona enine kesilmiş gibi, tam bıçakla kesilmiş bir dilim gibi derinlik 40 m. Den 400 m. ye düşer. İlginçtir, dehşettir. Yani bela ben buradayım der orada. O helak olan kavimler o 40 m.  Derinliğin içindedir. Ora dışarıda imiş, beladan sonra suyun içine. Şu anda Lut gölünde böcek dahi yaşamaz. Bir su düşünün ki içinde bir tek bitki bitmiyor, bir tek böcek yaşamıyor. Öyle bir su. Bunlar hep ibret aslında.

 

39-) Fezûku azâbiy ve nüzür;

Şimdi tadın azabımı ve uyarmalarımı! (A. Hulusi)

39 – Tadın bakalım azâbımı ve inzarlarımı. (Elmalı)

 

Fezûku azâbiy ve nüzür sonunda uyarımın dinlenilmemesi halinde azabım nasıl olurmuş gördüler.

 

40-) Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir;

Andolsun ki Kurân’ı kolaylaştırdık, hakikatin hatırlanması ve tefekkürü için! Buna göre bir düşünen yok mu? (A. Hulusi)

40 – Şanım namına Kur’an ı müyesser de kıldık düşünmek için, fakat düşünen mi var? (Elmalı)

 

Ve lekad yessernel Kur’âne lizZikri fehel min müddekir biz işte Kur’an ı anlamak isteyenler için, anlaşılması için böyle kolaylaştırdık. Yok mudur öğüt alan. Ders ne? Öğüt ne burada? Ahlaki çürüme, çöküşü kaçınılmaz kılar. Yozlaşmaya karşı mücadele edenler de mutlaka seçilip ayrılırlar. Öğüt bu.

 

41-) Ve lekad cae ale fir’avnen nüzür;

Andolsun ki Firavun ailesine de uyarıcılar geldi. (A. Hulusi)

41 – Şanım Hakk için ali Firavuna da geldi inzar edici Peygamberler. (Elmalı)

 

Ve lekad cae ale fir’avnen nüzür doğrusu Firavun yandaşlarına da bu uyarılar gelmişti.

 

42-) Kezzebu Bi âyâtiNA kulliha feehaznâhüm ahze ‘Aziyzin Muktedir;

İşaretlerimizin hepsini yalanladılar! Biz de onları karşı konulmaz kudretle yakaladık! (A. Hulusi)

42 – Âyetlerimizin hepsini tekzip ettiler biz de onları öyle bir tutuşla alıverdik ki muktedir bir azîze öyle yaraşır. (Elmalı)

 

Kezzebu Bi âyâtiNA kulliha feehaznâhüm ahze ‘Aziyzin Muktedir bütün ayetlerimizi yalanladılar, bunun üzerine biz de her şeye gücü yeten yüce bir güç sahibi nasıl çekip alırsa işte öylece çekip aldık.

 

43-) Ekuffaruküm hayrun min ülaiküm em leküm beraetün fiyz zubur;

Sizin hakikat bilgisini inkâr edenleriniz bunlardan daha mı hayırlıdır? Yoksa zeburlarda (hikmetli bilgilerde) sizin için bir kurtuluş müjdesi mi var? (A. Hulusi)

43 – Sizin kâfirleriniz onlardan hayırlımı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berâat mı var? (Elmalı)

 

Ekuffaruküm hayrun min ülaiküm Evet, soru ilginç, ne yani diyor şimdi sizin kafirleriniz bu kafirlerden daha mı değerli. Yani Allah sizin kafirlerinize torpil mi geçecek (haşa) Bu kafirlere böyle ceza verirken sizin kafirlerinizin küfrünü görmezden mi gelecek? em leküm beraetün fiyz zubur yoksa silinmez sayfalarda dokunulmaz olduğunuz mu kayıtlı. Ne ilginç hitaplar, azarlar bunlar. Evet, yani bizim dokunulmazlığımız var, veya biz Allah’a yakınız biz peygamberin torunlarıyız, veya biz şuyuz, biz buyuz. biz şuna şu kadar hizmet ettik, biz İslam’a bu kadar hizmet ettik, yani caka satmak başkalarının ameliyle caka satacak herkese veya biz İbrahim’in torunlarıyız. Ki müşrikler öyle diyorlardı. Biz Hayrullah’ın torunlarıyız. O Allah’ın dostuydu, Allah dostunun torunlarına öyle yapmaz. İşte ona bir cevap, o bakışa bir cevap. Allah nezdinde hatırlı kafir yoktur. Aslında kısaca söylediği bu.

 

44-) Em yekulune nahnu cemiy’un müntesır;

Yoksa: “Biz yardımlaşan (yenilmez) topluluğuz” mu diyorlar? (A. Hulusi)

44 – Yoksa biz yardımlaşır bir cemiyetiz mi diyorlar? (Elmalı)

 

Em yekulune nahnu cemiy’un müntesır yoksa biz örgütlü gücüz, galip geliriz mi diyorlar. Örgütlü küfür eğer galip geleceğini düşünüyorsa Firavuna baksın. Yer yüzünün en örgütlü küfürü o idi, o bile galip gelemedi.

 

45-) Seyuhzemul cem’u ve yuvelluned dübür;

Yakında o topluluk (Bedir’de) yenilecek ve arkalarını dönüp kaçacaklar! (A. Hulusi)

45 – Her halde o cemiyet bozulacak ve arkalarını dönüp gidecekler. (Elmalı)

 

Seyuhzemul cem’u ve yuvelluned dübür gün gelecek, birlikleri yenilip dağılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar.

İşte bu bir mucize. Bu mucize bu ayetin inişinden tam 10 yıl sonra gerçekleşti. Medine’de Bedir’de. Allah Resulü Bedir öncesi top yekun dua ettirmişti. Ve ellerini açmış, başını secdeden uzun süre kaldırmamış, ondan sonra da ellerini açmış. Allahümme in tühlik hazikil ashabeh la tubed fil ard. Allah’ım şu bir avuç insanı da eğer helak edersen, edilmesine izin verirsen sana kulluk eden kalmayacak, demişti ve arkasından Bedir zaferi gürleyip geldi ve işte arkasından da bu ayeti okudu.

 

46-) Belis sa’atu mev’ıduhüm ves sa’atu edha ve emerr;

Hayır, onların azapla buluşma zamanı O Saat’tir (ölüm)! O saat, (savaş yenilgisinden) daha şiddetli ve daha acıdır. (A. Hulusi)

46 – Daha doğrusu onların asıl mev’ıdi (vaad edilen) saattir ve o saat daha acı ve daha belâ ve beterdir. (Elmalı)

 

Belis sa’atu mev’ıduhüm ves sa’atu edha ve emerr ne var ki onların asıl randevuları son saattir ve o son saat en dehşetli, en acı bir an olacaktır. Yani onlar asıl belayı son saatte bulacaklar, beklesinler. Asıl ahirette cezalandırılacaklar.

 

47-) İnnel mucrimiyne fiy dalâlin ve su’ur;

Muhakkak ki suçlular bir sapma ve ahmaklık içindedirler. (A. Hulusi)

47 – Muhakkak ki mücrimler şaşkınlık ve çılgınlıklar içindedirler. (Elmalı)

 

İnnel mucrimiyne fiy dalâlin ve su’ur çünkü günahı hayat tarzı edinmiş, sapıtmış ve çıldırmış olmalılar.

 

48-) Yevme yushabune fiyn nari alâ vucuhihim* zûku messe sekar;

O süreçte yüzleri üzere ateşte sürüklenirler! “Sakar’ın (cehennemin) yakışını tadın!” (denilir). (A. Hulusi)

48 – O gün ki yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler tadın ne imiş diye messi Sakar. (Elmalı)

 

Yevme yushabune fiyn nari alâ vucuhihim* zûku messe sekar o gün yüzü koyun ateşe sürüklenecekler ve denilecek ki tadın bakalım değdiğinin fiyakasını bozan cehennemin okşayışına. Zûku messe sekar; okşamak, tatmak. İlginç. Aslında bir nükte var gibi geliyor bana. Kısa vadeli hazzı hayat tarzı edinenleri, ahirette bekleyecek şey de budur. Cehennem ateşi okşayacak.

 

 49-) İnna külle şey’in halaknâhu Bi kader;

Muhakkak ki biz her şeyi kaderiyle (yazılı – programlanmış) yarattık! (A. Hulusi)

49 – Haberiniz olsun ki biz her şey’i bir kaderle yaratmışızdır. (Elmalı)

 

İnna külle şey’in halaknâhu Bi kader şüphe yok ki her şeyin ölçüsünü yaratan biziz. İşte berceste ayet bu. Kader; ölçü ile yaratılıştır. Amaçlı ve anlamlılıktır. İradi eylemlerde kader iradenin kendisidir. Müşrikler kafir oluşlarını kadere bağlıyorlardı ve diyorlardı ki ..lev şaAllâhu ma eşrekna.. (En’am/148) eğer Allah dileseydi biz şirk koşmazdık. Allah’a iftira ediyorlardı. Allah ise insana iradeyi kader kıldığını zımnen ifade ediyor.

 

50-) Ve ma emruna illâ vahıdetun kelemhın Bil basar;

Emrimiz (hüküm ve oluş) tektir; göz kırpması gibidir (Allâh’a göre “AN” içinde olmuştur)! (A. Hulusi)

50 – Emrimiz de başka değil birdir, bir lemhi basar gibidir. (Elmalı)

 

Ve ma emruna illâ vahıdetun kelemhın Bil basar bizim emrimiz ise sadece göz açıp kapamak gibi bir anlık iştir. Allah’ın dilemesiyle yapması arasında zaman farkı yoktur. Allah her şeyi ölçülü yaratmayı kendi dilemiş ve kendine ilke edinmiştir. olayısıyla tekamül yasası Allah için bir mecburiyet değildir, bir ilkedir. Değilse;

izâ erade şey’en en yekule lehu kün feyekûn. (Yasin/82) bir şeyin olmasını istediği zaman ol der, o da hemen oluverir. Bu bağlamda Allah’ın bir toplumu isterse anında yok edeceğini, fakat bunu bir yasaya bağladığını ifade etmek için bu bağlamda gelmiştir bu ayetler. Helak sürecinin sonucunda.

 

51-) Ve lekad ehlekna eşya’akum fehel min muddekir;

Andolsun ki sizin benzerlerinizi helâk ettik. Bunu bir düşünen yok mu? (A. Hulusi)

51 – Celâlim hakkı için emsalinizi hep helâk da ettik fakat hani düşünen? (Elmalı)

 

Ve lekad ehlekna eşya’akum fehel min muddekir nitekim geçmişte sizin gibi toplumları yok ettik, hala yok mudur ders alan.

 

52-) Ve küllü şey’in fealuhu fiyz zubur;

İşledikleri her şeyin bilgisi zeburlardadır (hikmet dolu bilgi metinlerinde). (A. Hulusi)

52 – Bununla beraber işledikleri her şey defterlerdedir. (Elmalı)

 

Ve küllü şey’in fealuhu fiyz zubur ve yaptıkları her şey korunaklı sayfalarda bir bir kayıt altına alınmış, asla es geçilmemiş, unutulmamıştır.

 

53-) Ve küllü sağıyrin ve kebiyrin mustetar;

Küçük – büyük hepsi satır satırdır! (A. Hulusi)

53 – Ve küçük büyük hepsi satra (satır) geçmiştir. (Elmalı)

 

Ve küllü sağıyrin ve kebiyrin mustetar küçük olsun, büyük olsun, her ne yapmışlarsa satırlara geçmiştir. İlahi hesabın ıskalamayacağına atıf.

 

54-) İnnel müttekıyne fiy cennatin ve neher;

Muhakkak ki korunanlar cennetlerde ve nehir kıyılarındadırlar. (A. Hulusi)

54 – Şüphesiz muttakiler Cennetlerde nur içinde. (Elmalı)

 

İnnel müttekıyne fiy cennatin ve neher ne var ki sorumluluğunun bilincinde olanlar cennetlerde ve ırmaklar arasında mest olacaklar. Ve neher ifadesini Zemahşeri ve ona bakarak bazı müfessirler akı almaz bir ışık tayfı içinde yüzecekler şeklinde anlamışlar.

 

55-) Fiy mak’adi sıdkın ‘ınde Meliykin Muktedir;

Melik-i Muktedir’in kuvveleriyle hakikati yaşam boyutundadırlar!(A. Hulusi)

55 – Sadakat meclisinde, kudretine nihayet olmayan bir şehinşahın huzuru kibriyasında.(Elmalı)

 

Fiy mak’adi sıdkın ‘ınde Meliykin Muktedir muhteşem, sadakat tahtında. Sonsuz hükümranlık ve iktidar sahibinin yüce huzurunda.

Rabbim ebedi alemde sadakat tahtına layık olanlardan kıl bizi. İhanet gayyasına yuvarlananlardan kılma.

Amin, vel Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn.

Hamd, alemlerin rabbi olan Allah’a aittir.

 
2 Yorum

Yazan: 04 Ekim 2013 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

2 responses to “Tefsir Dersleri KAMER SURESİ (01 – 55)(168)

  1. yılmaz bayrak

    02 Mayıs 2016 at 22:38

    yorumunuza katkı olacağını düşündüğüm için yazma gereği duydum. herkes tarafından bilinir ki kamer suresi mekki olarak değerlendirilen ilk surelerdendir. var olduğu düşünülen bu hadiseden sonra inen ayetlerde müşriklerin ısrarlı bir şekilde mucize istediklerini muhtelif surelerden, bu isteğin peygamberimizde de olduğunu ise belirttiğiniz isra suresinden anlıyoruz. müşriklerin görmüş olduğu bu hadiseyi büyü olarak nitelemesi olağandır. lakin peygamberimizin bu hadiseden sonra bile mucize istemesi, Allahu Tealanın ise bu hadiseye hiçbir şekilde atıf yapmadan müşriklerin mucize isteklerine ret cevabı vermesi düşünmeye değerdir.

     
    • ekabirweb

      03 Mayıs 2016 at 11:28

      Merhaba katkınız için Allah razı olsun. Müşrik kadrosu tüm peygamberler döneminde inatla mucize istediler. Tabii ki Hz. Muhammed’den de istemeleri doğal. Allah Resulü de öncekilerde gösterilen mucizeleri bildiği için kendisine de böyle bir mucize olabileceğini beklemiş olabilir. Fakat mucizeler daha önce sanki akil baliğ olmamış, aklını kullanma yeteneği tam gelişmemiş toplumlara “şok” gibi uyarı şeklinde geliyordu. Son Resul döneminde ise artık insanlık aklını kullanmayı öğrenme konumuna gelmiş olmalı ki sert bir “şok” şeklinde değil;
      Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. (Ankebut/50-51) bir uyarı şeklinde geliyor. Hatta bunun için (Bakara/23-24) de hodri meydan diyor.
      Kitap yazmak; Düşünmek, araştırmak, tefekkür etmek vs. gibi akli melekeler gerektirdiği için Allah Resulüne ve insanlığa bu şekilde yol gösterip öğüt vererek mucize taleplerini reddetmiştir şeklinde düşünüyorum. İnsanoğlunun sadece biyolojik beden gelişimi değil akli gelişiminin de tamamlandığını Maide/3 teki;
      Bugün sizin için dininizi kemale yetirdim, üzerinizdeki ni’metimi tamâma irdirdim ve size din olarak islâma rıza verdim” cümlesinden anlıyorum. Tabii bu benim yorumum. Her şeyin doğrusunu Allah bilir. Esen kalın Allah’a emanet olun.

       

Yorum bırakın