RSS

Tefsir Dersleri VAKIA SURESİ (01-96)(170)

18 Eki

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr.

Değerli Kur’an dostları bugün tefsir dersimize vakıa suresiyle devam ediyoruz. Vakıa suresi adını ilk ayetinden alır. Bu surenin adını efendimiz (A.S.) koydular. Vakıa olay demek, durum anlamına geliyor, olay, vuku bulmuş olay, veya vuku bulacak olay. Surenin bilinen tek ismi bu.

Surenin iniş zamanına gelince, Mekkidir. Bunda herhangi bir itilaf yoktur. Hem muhteva açısından hem de belağat açısından bu zaten görülüyor. Mekke dönemini 3 dilimlik bir sürece ayırırsak, bu 3 dilime ayırdığımız Mekke döneminin 2. dilimine tekabül eder. Bu surenin hangi dönemde indiğini ele veren gerçekten etkili bir rivayette var elimizde.

Bir gün Hz. Ebu Bekir Allah resulünün saçlarının hızla ağardığını fark edince le gad şipte ya Resulallah? Ya Resulallah çabuk ihtiyarladın, saçlarını ağarttın der. Allah Resulü de cevaben; “Saçlarımı Hud, vakıa, mürselât, ‘Amme yetesâelun (Nebe/1), İzeşŞemsü küvviret. (Tekvin/1) sureleri ağarttı buyurur. Bu sayılan sureler arasında Vakıa da vardır.

Demek ki Allah Resulünün vahiy ile ilişkisi öylesine tabir caizse ecnebi ifadeyle interaktif, karşılıklı, canlı, aktüel bir ilişki ki, efendimiz vahiy tarafından inşa olunuyor. Bu inşa oluş sırasında elbette ki ağırlık hissediliyor. Zaten vahiy ağır bir söz. kavlen sekıyla. (Müzemmil/5) ağır bir kelam, ağır bir söz, değerli bir söz. Onun içinde iniş üssü olan Allah Resulünün yüreği vahiy ile inşa olurken, Allah Resulünün dışına da yansıyor, saçına da yansıyor, sakalına da yansıyor ve işte bu hali ifade ediyor biraz önce naklettiğim haber.

Surenin konusu, sureyi özellikli kılan muhteva da. Kur’an ın fihristi niteliğinde. Onun için surenin Allah Resulü tarafından sık sık okunduğu rivayetleri vardır hatta her geçe okuduğuna dair bir takım rivayetler bulunmakta.

Bu aslında surenin konusuyla alakalı bir şeydir. Konusuna bakarak Resulallah’ın verdiği önemin sebebini anlayabiliriz. ResulAllah’ı inşa ettiğini söyledim. Çünkü Kur’an da, Kur’an isminin keriym sıfatıyla, keriym niteliği ile nitelendiği tek ayet;  İnneHU leKur’ânun Keriym (77) bu surede bulunmakta. Fark etmiş olduğunuz gibi Keriym vasfı da aslında özne, ismi fail, hem de mübalağa ile ismi fail. Aşırı özne. Ne demek aşırı özne? Ben seni fail olarak inşa edeceğim. Ben seni değiştireceğim. Ben Kur’an ım, Kur’an muhatabını inşa eder, ben de seni inşa edeceğim. Zımnen budur aslında. Kur’an ın sıfatlarının ismi fail, hem de mübalağa ile ismi fail olması. İşte o ayet bu surede geçiyor.

Mesrûk,(Mesrûk Bin El-Ecda) ki yanlış hatırlamıyorsam tabiin, yani 2. neslin zahitlerindendir. Züht’üyle meşhurdur, ilmiyle irfanıyla meşhurdur. Öyle der. Kim öncekilerle sonrakilerin, cennetliklerle cehennemliklerin, dünya ehli ile ahiret ehlinin haberini bir arada okumak, görmek, duymak, anlamak istiyorsak vakıa suresini okusun. Gerçekten de vakıa suresini özel kılan sebeplerden biri bu muhteva. Adeta Kur’an ın bir özeti niteliğinde. Kur’an sanki sıkıştırılmış, konular itibarıyla vakıa suresinin içine konmuş. Nitekim her surede bu özellik bir parça bulunur. Hatta hatta şunu bile söyleyenler çıkmış otoritelerimiz arasından; Tüm Kur’an, Kur’an ın her ayetinde görünür. Kur’an ın her ayeti tüm Kur’an ı temsil eder. Ama vakıa suresi bu temsil özelliği itibarıyla diğer surelerin içinden seçilip daha çok ortaya çıkan bir sure.

Son saat uyarısıyla başlar sure. Sadece misafirin değil, misafirhanenin de geçici olduğunu dile getirir. Yani sadece Allah’ın şerefli konuğu olarak yer yüzünde misafir ettiği insan geçici değildir. İnsanı misafir eden yer yüzü de geçicidir. Bunun da bir ölümü vardır. Buna son saat diyor Kur’an. İşte ondan haber vererek başlar sure.

Hayat iyilerle kötüler arasında bir yarıştır, bir mücadeledir. Ve hemen ardından iyiler ve kötülerin yarışı dile getirilir. Bu yarışta öne gidenler, geride kalanlar, ortada olanlar, Bu yarışta Sabikun diye müjdelenip öncülük yapanlar ve ashabül meymene (8) diye müjdelenip onların vagonu olan, onların izinden gelenler. Bir de ashabül meş’eme (9) diye yerilenler, uğursuzlar. Şeref ve izzet yoksulları. Allah’ın kendilerine açtığı krediği har vurup harman savuran ve Allah ile sözleşmesine ihanet edenler. İşte onlardan söz eder sure.

Daha sonra ödül ve cezaya getirir sözü. Değil midir ki değerli Kur’an dostları eğer bir imtihan varsa ortada mutlaka ödül ve ceza da olmalı. Eğer ödül ve ceza olmayacaksa, suyu getirenle testiyi kıran bir tutulacaksa su getirmenin gerekçesi ne ola ki, niçin su getirsinler ki, herkes testi kırar. Eğer iyilerle kötüler aynı akıbeti paylaşacaklarsa, iyi olmanın gerekçesi kalır mı? iyi olmak ödülü hak etmeli. Kötü olmanın da bir cezası olmalı. İşte söz oraya gelir ve inkârın temelinde ne sebep yatıyor? İnkârın, aslında inkâr arızi bir durum, daimi olan imandır, asli olan imandır, fer’i olan inkârdır. Çünkü iman özü itibarıyla var olanın açığa çıkması. İnkâr ise yok olanın iddia edilmesidir, karanlığa benzer, iman ise ışığa benzer. Işığın kaynağı olur, karanlığın kaynağı olmaz. İnkar karanlığa benzer, ışığın yokluğu halidir. Aslında karanlık bizatihi var değildir, bir şey değildir, ışığın yokluğu halidir. İnkâr da böyle negatif bir şeydir. Aslında olması gerekenin olmadığı zaman ortaya çıkan durumdur, arızidir. İşte oraya getirir ve inkârın temelinde şükürsüzlük. Şükürsüzlüğün de temelinde kadir kıymet bilmezlik, değer bilmezlik vardır der 57 ve 74. ayetleri arasında.

Vahyi yalanlamaksa en büyük kıymet bilmezliktir. Çünkü vahiy insanın önüne Allah’ın açtığı bir gök sofrasıdır. Bu sofradan yemeyen, bu sofraya sırtını dönen, bu sofraya iltifat etmeyen aslında ruhunu açlıktan öldürmüş demektir. İşte bunların, aslında yaşamıyor gibi yaşadıklarını, dik süründüklerini, ve Allah’ın kendilerine açtığı o büyük krediyi, o muhteşem imkânı elleriyle yok ettiklerini dile getirir sure.

Ve en sonunda yalandan beslenenlere dikkat çeker. Lütfen dikkat buyurun, yalandan beslenmek Ve tec’âlune rizkaküm enneküm tükezzibun (82)ve siz yalanlamanızı rızkınız haline getiriyorsunuz, yani yalandan besleniyorsunuz. İşte bu dikkat çekici ifadelerin arkasından sure insan dan Allah adına, Allah adıyla hareket etmesini ister. Fessebbih Bismi Rabbikel ‘Azıym (96)ey insanoğlu artık sen sadece rabbin adına, rabbin adıyla hareket et. Aziym olan, muazzam olan, muhteşem olan, mükemmel olan, sonsuz ve mutlak olan rabbin adına hareket et diyerek son bulur. Bu kısa girişten, bu kısa özetten, mukaddimeden sonra şimdi surenin vakıa suresinin tefsirine geçebiliriz.

[Ek bilgi; FAKİRLİK DOKUNMAZ.

İbn. Mes’ud (ra) anlatıyor; Resulallaha.s.v. şöyle söyledi; Kim her gece Vakıa suresini okursa ona fakirlik gelmez.(Kütübü sitte-808)]

 

BismillahirRahmanirRahıym

1-) İzâ vekâ’atil vâkı’atü;

O gerçek (ölümü tadarak başlayan ikinci hayat) vuku bulduğunda. (A. Hulusi)

01 –      Koptu mu o Vakıa bir. (Elmalı)

 

İzâ vekâ’atil vâkı’ah (Sonraki ayete bitişik)

 

2-) Leyse livak’atiha kâzibeh;

Artık onun gerçekliğini yalanlayacak olmaz! (A. Hulusi)

02 – Olmaz vakıasına yalan diyen dil. (Elmalı)

 

İzâ vekâ’atil vâkı’atü (1) Leyse livak’atiha kâzibeh gerçekleşmesi kesin olan gün gelip gerçekleştiği zaman. Vakı’ah, Leyse livak’atiha kâzibeh kimse kalmayacaktır onu yalanlayan.

Nedir gerçekleşmesi kesin olan gün? Son saat, yani misafirhanenin de bir ömrü vardır. Sadece misafirin değil. Misafirhane de bir gün gelip ölecektir. Misafir hanenin ölümüne Kur’an son saat diyor. sa’ah. İşte o gün geldiğinde kimse yalanlayamayacak.

Neden yalanlayamayacak? Çünkü gayb yakıyn olacak. Nasıl yalanlasın ki. Göz göre göre yalanlanır mı? Yaşayarak yalanlanır mı? o zaman işte iman etmenin bir değeri kalmayacak. O zaman inanmanın herhangi bir anlamı olmayacak.

Buradan neyi anlıyoruz? Elleziyne yu’minûne Bil ğayb..(Bakara/3) Bakara suresinin girişinde; Onlar ki gayba iman ederler. Yani görmeden inanırlar. Neden görmeden inanırlar? Zaten iman böyle bir şey. Görseniz inanmaktan söz edilebilir mi orada. İman ahlaken güvenmek demek. Neden görmeden inanırlar? Çünkü Allah’ın doğru söylediğine iman etmişlerdir. Sadakallahül azıym Aziym olan Allah doğru söyledi, doğru söylemiştir. Başkasını düşünmek mümkin mi. Onun için iman zaten gayba imandır özü itibariyle. Eğer o gayb gerçekleşmişse artık orada imandan söz edilemez.

İşte burada da ahirete, yani sona, bu ahirete hem dünyanın sonu son saat olarak, hem de ondan sonraki yeni hayatın başlangıcı, kıyameh, yeniden kalkış ve ondan sonra gelen Ba’sü ba’del mevt, yeniden diriliş, ondan sonra gelen hesap günü ve ondan sonra gelen ödül ve ceza cennet ve cehennem hepsi girer. Gerçekleştikten sonra inanmak herhangi bir değer ifade etmiyor. Çünkü yarar taşımıyor. İnanmak bizatihi yarar taşıdığı için emredilmiştir. İnanmamız istenmiştir. İnanmanın yarar taşımadığı durum artık gözünüzle görüp, halinizle yaşadığınız durumdur bunun bir yararı yoktur. İnanmanın yararı dünyada dır, bu hayattadır.

Biz bu hayatta inandığımızda ahlaki değer üretiyoruz. Ahirette inandığımız şeyler bir bir zaten görünecek. Perde kaldırılacak. İş perde kaldırılmadan perdenin arkasında kilere iman ettim, ametü diyebilmek. Hatta öyle amentü diyebilmek ki sevgili seyyidina Ali R.a. ın ifadesiyle perde kaldırılsaydı yakıynim artmazdı diyor. Yani iman ettiğim şeyler şu anda bana bir bir gösterilse imanımda hiçbir şey değişmez. Bu kadar inandım.

Zaten ihsan da bu değil mi? Allah Resulü ihsanı nasıl tanımlıyordu? Mel ihsan diye sorulunca; en ta’büdallahe keenneke terahü Allah’a; O’nu görüyormuş gibi ibadet etmendir, kulluk etmendir fein lemtekün terâhü ve innehû yerâke her ne kadar sen O’nu görmüyor isen de O seni kesin görüyor. İşte bu. Görür gibi inanmak.

 

3-) Hafıdatün Râfi’atün;

(Kimini) alçaltıcıdır, (kimini) yükselticidir! (A. Hulusi)

03 – İndirir bindirir. (Elmalı)

 

Hafıdatün Râfi’ah o dur bazılarını alçaltan, bazılarını da yükselten. Zımnen herkes gerçek değeriyle o gün ortaya çıkacak. Yani dünyada kendisini yüksek satanlar, yüce konumları aralarında paylaştıran, aslında alçak olduğu halde yüce yerleri aralarında kapışanlar, ahirette layık oldukları yere indirilecek. Veya son saatte. İşte o zaman herkes gerçek yerini bulacak. Değerli olanlar değersiz gibi, değersiz olanlar da değerli gibi görünüyor bazen dünyada. İnsanlar değeri takas ettikleri zaman, bakış açılarını yamulttukları, amuda kalkarak eşyayı ve varlığı okudukları zaman her şeyi ters görebiliyorlar. Ama Allah bir gün gelecek, her şeye gerçek değerini gösterecek. İşte o zaman yer yüzünde değerli gibi kendisini satan bir çoklarının aslında alçağın da alçağı. Yer yüzünde bazılarının sırf maddi açıdan baktıkları için değerini fark etmedikleri değerli insanların da gerçek değerini ortaya koyacak ahiret. Ahiret her şeyin gerçek değeri ile ortaya çıktığı, veya değersizin de değersizliği ile ortaya çıktığı gerçek bir durumdur.

[Ek bilgi; Bir mesel ÖYLE DEĞİL..!

Kendince çok bilgin ve İslam’ı çok iyi anlayan ve geniş çevresine oldukça çok faydalı (!?) bilgiler hayatı boyunca sunan bir kişi, bir gün ansızın ölümü tadıverir.

Ölürken: “Hayatım saadet içinde geçti, insanlara çok faydalı oldum.. beni kesin cennet, hem de ne cennet bekliyor diye düşünür.

Lakin bir müddet sonra ahirette durumu umduğu gibi olmaz. Buna çok şaşırır. münker nekir ile konuşur, derler ki:

İyi ama öyle değil işte. çok bilmek değil, çok paylaşmak değil, riya, benlik, tamah, hayal, zandan uzak durmak idi senin hedefin. Sana söylemediler mi: “Ene cennete” giremez diye?

Demiş: Ama ben hep olabildiğince vermeye çalıştım..! Sayemde çok kişiler hidayete erdi, en azından vesile oldum !!”

Derler: “Karşılığını manevi, benlik olarak bekledin ama. RİYA bu..! Benlik bu, şirk bu, ölü bir toprak gibi olacaktın, sadece Dostun ALLAH olacak idi, halk değil. Bunu dünyada anlamadın, tabii şimdi hiç anlayamazsın, uzun konu, şimdi ne desek boş. Boş girdin dünyaya, boş geldin, çok yazık oldu..!” (Okyanusum.com dan)]

 

4-) İzâ rüccetil’Ardu recca;

Arz (beden) şiddetli bir sarsılışla sarsıldığında, (A. Hulusi)

04 – Yer bir sarsılış sarsıldığı. (Elmalı)

 

İzâ rüccetil’Ardu recca yer dehşetli bir sarsılışla sarsıldığı zaman.

 

5-) Ve büssetilcibalü bessa;

Dağlar (bedendeki organlar) hurdahaş edildiğinde, (A. Hulusi)

05 – Dağlar bir serpiliş serpildiği. (Elmalı)

 

Ve büssetilcibalü bessa dağlar paramparça olup böyle korkunç bir yarılışla hallaç pamuğu gibi atıldığında,

 

6-) Fekânet hebâen münbessâ;

(Nihayet) dağılmış toz olduğunda. (A. Hulusi)

06 – Hepsi dağılıp berhavâ bir hebâ olduğu. (Elmalı)

 

Fekânet hebâen münbessâ toz zerrecikleri halinde diyor. Öyle ki paramparça olup toz zerrecikleri halinde atıldığında.

 

7-) Ve küntüm ezvâcen selâseh;

Siz üç cinse ayrıldığınızda: (A. Hulusi)

07 – Siz de üç sınıf olduğunuz zaman. (Elmalı)

 

Ve küntüm ezvâcen selâseh sizler 3 kesime ayrılacaksınız. 3 bölüğe, 3 kısma, 3 gruba. Nedir onlar?

 

😎 Feashabül meymeneti mâ ashabül meymeneh;

Ashab-ı Meymene (uğurlular-mutlular, sağcılar, Hakk’ı bulmada isâbet etmişler), ne ashab-ı meymenedir! (A. Hulusi)

08 – Ki sağda «Ashabı meymene»: Ne «Ashabı-meymene!». (Elmalı)

 

Feashabül meymeneti mâ ashabül meymeneh bu 1. grup. 1- Bahtiyar kampa dahil olan bir kesim olacak mâ ashabül meymeneh ama ne bahtiyarlık. Biz bunu meymene hem şeref ve onur manasına gelen “yüm” den hem de yine aynı kök, aynı zamanda bereket manasına da gelir. Bereket sahibi mübarek insanlar olacak amma ne bereket. Veya şerefli ve onurlu insanların ait olduğu bir kamp olacak, ama ne şeref, ama ne onur manasını da verebiliriz.

 

9-) Ve ashabül meş’emeti mâ ashabül meş’emeh;

Ashab-ı Meş’eme (uğursuzlar-mutsuzlar, solcular, Hak’tan kozalı yaşamışlar), ne ashab-ı meş’emedir! (A. Hulusi)

09 – Solda «Ashabı meş’eme»: Ne «Ashabı -meş’eme!» (Elmalı)

 

Ve ashabül meş’emeti mâ ashabül meş’emeh ikinciler de bunlar, bir de bedbaht kampa dahil olan bir kesim olacak mâ ashabül meş’emeh ama ne bedbahtlık. Meş’eme Şu’um kökünden türetilmiş Şu’um aslında uğursuzluk anlamına da gelir, alçaklık anlamına gelir, onursuzluk anlamına gelir. Yani uğursuzların kampına dahil olan bir kesim olacak. Ama ne uğursuzlar. Onursuzların kampına dahil olan bir kesim olacak ama ne onursuzluk bu. Neden onursuz? Çünkü şerefin kaynağı Allah’tır. Allah’a sırt dönmüş olan, şerefe yüzünü dönmüş olmaz. Allah’a sırtını dönen şereften ve onurdan mahrum kalırda ondan. Bu da ikinci kesim. İyiler ve kötüler. Kısaca böyle de anlayabiliriz. Bir iyilerin kampı olacak, onlara dahil olanlar. Bir de kötüler kampı olacak onlara dahil olanlar. 3. bir kesim daha var ama.

 

10-) Ves sabikunes sabikun;

Es Sâbikun (yakîn ile öne geçenler), sabikundur; (A. Hulusi)

10 – İlerde sabikun, işte o sabikun. (Elmalı)

 

Ves sabikunes sabikun bir de yarışta öne geçip arayı açanlar olacak. Yarışta öne geçenler, ilginçtir iyiler ve kötüler ayrıldıktan sonra iyiler de kendi içlerinde ikiye ayrılıyor iyilerin lokomotif olanları, iyiler vagon olanlar. İyilikte öne geçenler ve onların izini izleyenler, ardından gelenler.

Aslında böyle bir tasnifi yapmasının temelinde şu yatıyor; Yarışın, iyi olmanın sonu yoktur. Ben iyi oldum, bu yeter. İyilerin kampına dahil oldum bu yeter demeyin, iyiliğin sonu yok. İyilikte yarışın. ..festebikul hayrat. (bakara/148) hayırlarda yarışın diyordu ya Kur’an. İyilikte yarışın. Yani ben iyiler kampındayım ya bana bu yetmez mi demeyin. İyilerin önünde olmaya, iyiler arasında lokomotif olmaya gayret edin. Vagon olmakla yetinmeyin. İyilerin izlediği biri olun, sadece iyileri izlemekle yetinmeyin, sizden sonra iyilerin de izleyeceği biri haline gelin. Burada böyle bir imayı görebiliriz.

 

11-) Ülâikel mukarrebun;

İşte onlar mukarrebûn’dur (Kurbiyet mertebesini yaşayanlar). (A. Hulusi)

11- Onlar mukarrebundur. (Elmalı)

 

Ülâikel mukarrebun işte onlardır Allah’a yakınlık sağlayanlar. Mukarrabun, Sıratalleziyne en’amte aleyhim (Fatiha/7) Hani fatiha da okuyoruz ya. Kimin yoluna ilet bizi? Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Kim bunlar diye sual ettiğimizde Nisa/69. ayetinde bunların sıfatlarını buluyoruz. Nebiler, peygamberler, sıddıyklar, yani dürüstler, doğrular, Allah’a sözlerinde sadık olanlar, şehiydler, imanına hayatını şahit kılanlar, dahası imanına canını şahit kılanlar. İmanına parasını şahit kılanlar, imanına ilmini şahit kılanlar. İmanına sahip olduğu değerleri şahit kılanlar. Ne varsa. şehit olmak için bu manada sadece ölmek gerekmiyor. Aslında şehit olmanın kaçınılmaz şartı Allah yolunda yaşamaktır. Allah yolunda yaşayanlar, yaşadıkları yolda da ölürler. Onun için imana sahici bir şahit getirenler. Allah’ın kabul edebileceği bir şahit gösterenler. Ya rabbi ben Mü’minim demek iddiadır. İddianızı ispat ediyorsanız şehiydsiniz. Şahit gösteriyorsanız. İşte şehiydler onlar, şüheda onlar.

Ve 4. salihiyn; İyi olmuş, iyiliği hayat tarzı haline getirmiş, iyiliği bir isim olarak almamış sadece, iyiliği hayatına yedirmiş. İyiler kampında olmuş ve iyi olmayı hesaplı bir ahlakla değil, hapsi bir ahlakla yaşamış olanlar. Yani baştan ayağa serapa iyilik kesilmiş olanlar. Kötü düşünmeyenler, kötülük yapmak elinden gelmeyenler. Zihni, akli, kalbi, fiili, fikri, hissi, lafzi her türlü iyiliğe öncülük edenler ve iyiliğin kaynağı haline gelenler. İşte onlar salihıyn. Ülâikel mukarrebun onlar Allah’a yakın olanlar.

 

12-) Fiy cennatin na’ıym;

Nimet cennetlerindedirler. (A. Hulusi)

12 – Onlar naıym Cennetlerindedirler. (Elmalı)

 

Fiy cennatin na’ıym işte bu sayılan, bunlar, özellikle Allah’a yakın olanlar, mukarrabun olanlar. Yani bir yerde Kurban da aynı kökten ya, Kurban; Fu’lan vezninden, taşıdığı anlamın tüm olumlu boyutlarıyla dolu olanlar manasına gelir. Allah’a her tür yakınlık, yani her türlü yakınlık dedimse elbette bu yakınlık asla cismani, beşeri, fiziki bir yakınlık değil. Ama akli yakınlık, kalbi yakınlık. Yani bu manada Allah’ın denetimi altında olmak demektir yakınlık. Çünkü birinin size şah damarınızdan yakın olduğuna iman ederseniz, O’ndan bir şey kaçıramayacağınıza da iman etmiş olursunuz. Ve işte o zaman siz sizi unutursunuz da Allah sizi unutmaz. O zaman siz sizden saklarsınız da Allah’tan saklayamazsınız. İşte böylesine bir yakınlık.

Bunlar için ne var? Fiy cennatin na’ıym sonsuz nimetlerle dolu has bahçelerde yerleşecek olanlar bunlardır.

[Ek bilgi; Bir Hikaye.

Velîlerden İbrahim b. Edhem, bir gün hamama gitmek istedi. Hamamcı ona “Paran varsa girersin. Paran yoksa giremezsin,” dedi. İbrahim b. Edhem (k.s) bunu işitince ağlamaya başladı. Hamamcı, “Ey derviş, paran yoksa girebilirsin. Niçin bunun için ağlıyorsun ki!” deyince, İbrahim1 b. Edhem dedi ki:

“- Ey karındaşım! Ben bunun İçin ağlamıyorum. Sen bir (şeytan evi) olan hamama parasız sokmuyorsun. Yarın Rahman olan Allah, (rahmet evi) olan cennete amelsiz sokar mı, alır mı? Sen iyi, güzel İşleri, amelleri çoğaltmaya bak. Yarın ancak onunla cennete girebilirsin, ey azizim” dedi. (Ebu l-Leys Semerkandi, Tefsiru l Kur an)]

 

13-) Sülletün minel’evveliyn;

Çoğunluğu önceki (devir)lerdendir. (A. Hulusi)

13 – Bir çok evvelînden. (Elmalı)

 

Sülletün minel’evveliyn. (Sonraki ayetle birleşti)

 

14-) Ve kaliylün minel’ahıriyn;

Azınlığı sonrakilerdendir. (A. Hulusi)

14 – Biraz da âhirînden. (Elmalı)

 

Sülletün minel’evveliyne (13) Ve kaliylün minel’ahıriyn bir çoğu öncekilerden, birazı da sonrakilerden olacak. Ne demek bu? İlerde gelecek Sülletün minel’evveliyne (39) Ve sülletün minel’ahıriyn (40) ama orada farklı bir vurgu var, burada ise daha farklı. Bir çoğu öncekilerden, birazı da sonrakilerden olacak. Buradan şunu anlıyoruz, bir ihbar bu, gaybtan haber, gelecekten bir haber bu aslında. Lokomotif şahsiyetler zaman ilerledikçe azalacak. Yani iyiliğin izini takip edenler hep olacak. Öncekilerden de sonrakilerden de.

Fakat izi takip edilecek iyiler, yani öncü iyiler gittikçe azalacak. Daha çoğu geçmişte kalacak. Onun için mü’min geçmişe sırtını dönerek iyi olamaz. Mü’min iyinin geçmeyeceğini bilendir. İyinin modasının olmadığını, iyiliğin moda olmadığını, dolayısıyla da geçmeyeceğini, zamanının geçmeyeceğini bilendir. İyilik dünya tarihinin insanın önüne getirip bıraktığı bir miras. Onun içinde iyilerin yolunda yürümek budur. Bu anlamda Sülletün minel’evveliyne (13) Ve kaliylün minel’ahıriyn bir ihbardır, gelecekten haber ki lokomotif iyiler gittikçe azalacak. Vagon iyiler çok olsa da her dönemde, izi izlenecek olanlar azalacak manasına gelir. Tabii buradan şunu da belki çıkarabiliriz; Ahlak seviyesi giderek düşecek. Ki modern aklın gelişme mitine aykırı bir bakış açısı bu. Kur’an doğrusal bir tarih anlayışını işte böyle reddediyor.

Nedir doğrusal tarih anlayışı; En son gelen en ileridir, en iyidir. Dolayısıyla kim ne kadar geç gelmişse o kadar iyidir. Bu modern batının sapık aklıdır ve bu yanlıştır. Nietzsche’nin dediği gibi; İnsanlık sofrasına en son geleceksiniz en baş köşeye kurulacaksınız ha? Reva mı bu? Alemin uyanığı siz misiniz diyordu. İnsanlığın sofrasına en son gelin, en baş köşeye kurulun. Bırakın da insanlığın sofrasına önce gelmiş büyükler baş köşeyi kapsınlar. Siz haddinizi bilin ve yerinize oturun. Yani sonradan gelen boş kalan yere oturur. Dolayısıyla İslam’ın zaman anlayışını da veren bir ibare bu.

[Ek bilgi; ÖNCEKİLER SONRAKİLER.

Bu öncekiler ve sonrakiler ta’bîri üzerinde üç görüş vardır: Taberî’hin tercih ettiği görüşe göre öncekiler, daha önce geçen ümmetlerdir. Sabıkların bir cemâati onlardan, birazı da sonrakilerden, yani son gelen Muhammed ümmetindendir. Dünyâ yaratılalıdan beri gelip geçen bütün insanlarla kar­şılaştırılınca Muhammed ümmeti için “biraz” denmesi uygun olabilir.

An­cak bu görüşü benimsemeyen ve: “Siz, insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz”[a. İmran/110] âyetinin açık ifadesiyle yeryüzüne çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısı olduğu belirtilen bu ümmetin Allah’a yakın olanlarının azınlıkta kalmasını uygun görmeyen İbn Kesîr ve İbn Cüzey’e göre öncekiler de. sonrakiler de bu ümmettendir. Öncekiler ilk Müslümanlardır, onların Allah’a yakın olanları çoktur. Bu vasıftaki temiz Müslümanlar git gide azalırlar, sonra gelenler içinde bunlar daha az olur[İbn Kesîr, Tefsîr: 4/285]. Bazılarına göre de es-Sâbikûn, önce geçmiş peygamberlerdir. Çünkü önceki zamanlarda daha çok peygamber gelmiştir[et-Teshîl: 4/88].

Söz, Hz. Peygamber’in daveti ile ilgili insanlar üzerinde olduğu için ikinci görüş tercîhe şayandır. Peygamber sahabelerini, muhacirler, ensâr ve onların ardından gelenler şeklinde üç sınıfa ayıran Haşr: 95/10., Tevbe: 113/100. âyetleri de ilk sabıkların, Muhammed ümmetinden ilk inanan muhacirler ve ensâr olduğunu ifade eder.

“Neden siz Allah yolunda harca-mayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah’ındır. Elbette içinizden (Mekke ‘nin) feth(in)den önce (Hak yolunda) harcayan ve savaşan(lar. ötekilerle) bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infâk eden ve savaşan­lardan daha büyüktür.

Bununla beraber Allah hepsine de (gerek fetihten önce, gerek fetihten sonra infâk eden ve savaşan Müslümanlara) en güzel sonucu vazetmiştir. Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır.”[Hadiyd/10] âyetinde de bu ilk mü’minler grubunun faziletine işaret edilmiştir. Onlar her türlü takdire lâyıktırlar. İslâm onlar sayesinde kök salıp bize kadar gelmiştir. (Prof. Dr.Süleyman Ateş- Kur’an Ansiklopedisi]

 

15-) Alâ sürurin mevdûnetin;

Mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. (Buradan başlayan cennet tanımlayıcı âyetleri okurken; Ra’d: 35 ve Muhammed: 15. âyetlerde vurgulanan “Meselül cennetilletiy = cennettekilerin MİSALİ – TEMSİLİ” şöyle şöyledir, diye başlayan uyarı göz ardı edilmemelidir. Anlatılanlar temsil yolludur. A.H.) (A. Hulusi)

15 – Murassa’ tahtlar üstünde. (Elmalı)

 

Alâ sürurin mevdûnetin Altın mücevher işlemeli, huzur tahtlarına kurulacaklar. Aslında mevdûneh, Kur’an da sadece burada kullanılan nadir terimlerden, kelimelerden biri. Nedir? İşlemeli, sırmalı, kaplamalı, oymalı, nakışlı bütün bu manaları kapsayabilir. Dokumaya işlemeye, Arapçada ki eş anlamlısı mesc, bu kelime ifade eder. Fakat burada aslında cennette ki mükemmelliği ifade ediyor. Hatta hatta bir iması var, söylesem sanırım yanlış anlaşılmaz; el emeği göz nuru tahtlara kurulacaklar. Burada şöyle bir ima var cennette karşılaştıkları o nimetler aslında dünyada ki çabalarının bir ödülü olacak. Yani haybeden gelmeyecek. Bu bir ödül ama hiçbir ödül sebepsiz verilmez. Dünya da ki emeklerinin karşılığı, ama ödül olarak. Onlarla kıyaslanamaz derecede Allah’ın Allah’ça verdiği bir ödül olarak önlerinde olacak.

 

16-) Müttekiiyne aleyha mütekabiliyn;

Karşılıklı kurulmuşlardır. (A. Hulusi)

16 – Karşı karşıya kurulmuşlar. (Elmalı)

 

Müttekiiyne aleyha mütekabiliyn onlara yaslanıp karşılıklı sevinç paylaşacaklar. Yani sefa sürecekler, sefam olsun diyecekler, mutluluğun dibini bulacaklar. Mutluluğun kaynağını bulacaklar, mutluluğun üretildiği merkezde olacaklar. Bunun anlamı bu.

Aslında cennetten söz edilen her yerde ideal güzellikten söz ediliyor demektir. Cennet ideal güzelliğin öbür adı. Cennet kalıcı güzelliğin üretildiği merkez. Zorunlu olarak mecaz kullanılacaktır. Çünkü gayba ait bu ideal güzellikler, bu geçici dünyamızın lisanına nasıl çevrilebilir ki. Ancak gördüğümüz şeylerden yola çıkarak görmediğimiz bu mutlak güzellikleri algılayabiliriz. Onun içinde Kur’an zaten bu hakikati Secde/17 ayetinde dile getiriyor;

Fela ta’lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a’yün. (Secde/17) cennette cennetlikleri hangi göz kamaştırıcı güzelliklerin beklediğini asla bilemezsiniz, hayal bile edemezsiniz, tahayyül ve tasavvur dahi edemezsiniz.

Muhtemelen bu ayetin tefsiri sadedinde Allah Resulü öyle buyurur Hatta öyle okur Allah’ı ve Allah’ın ayetlerini ‘adet tü li’ ibadi’s salihîyn salih kullarım için cennette öyle nimetler hazırladım ki mâ lâ ‘aynün ra’ed hiçbir göz görmedi onları, onun gibisini Velâ üzünün semi’at hiçbir kulak duymadı onun gibisini Ve lâ hatara ‘alâ kalb-i beşerin hiçbir insanın aklına gelmedi böylesi. Yani tasavvur dahi edilemez. Onun için böyle bir şeyden kim haber verebilir. ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr (Fatır/14) elbette her şeyden haberdar olan Allah’tan başkası bize cennetten, ahiretten haber veremez. Tıpkı okuduğum Fatır/14 ayetinde olduğu gibi.

 

17-) Yetufü aleyhim vildanün muhalledûn;

Çevrelerinde ebedî gençlikleriyle hizmetliler… (A. Hulusi)

17 – Pırlanır etraflarında muhalled evlatlar. (Elmalı)

 

Yetufü aleyhim vildanün muhalledûn onları bekleyecek ölümsüz gençlikler. Ölümsüz gençlik bekleyecek onlar. Nasıl ölümsüz gençlik ne anlayacağız? Bunu şöyle de çevirebiliriz, ölümsüz gençler etraflarında fır dönecekler, tavaf edecekler, hizmetlerinde olacaklar. Ama Ta’afı aleyh, hem etrafını döndü, hem de başına bir hal geldi, başına bir iş geldi anlamına. Hem müspet, hem menfi. Kalem/19. ayetinde de bu anlamda kullanılır.

Onun için onların içinde bulunduğu ölümsüz gençliğe bir atıf olarak okunmalıdır bu ayet. Ki Allah Resulü de öyle demiyor muydu? Cennette insanların hep aynı yaşta olacaklarını, hiç ihtiyarlamayacaklarını, hatta bir haberde, haberin sıhhati hakkında bir takım şeyler söylenmiş olsa da erkeklerin 33 yaşında, hanımlarında 18 yaşında olacağına dair. Aslında bunlar hep tabii ki mecazi ifadeler. Yani sürekli gençlik. Unutmayalım cennet ideal güzelliğin merkezi. İnsanın da ideal güzelliği orada ortaya çıkacak.

Onun için orada insanın üzerine ihtiyarlık arız olmayacak. Cennetin ideal güzelliğin, mutlak güzelliğin üretildiği yer olduğunun aslında birer göstergesi bu ayetler. Belki namazlardan sonra çektiğimiz tespihatta ki 33 rakamı da aslında bir tür cennet talebi. Bir tür cennette ki yaşlarımızı çekiyoruz aslında. Yani kim bilir böyle yorumlamakta bir sakınca yok.

[Ek bilgi; “Ali b. Ebi Talîb (r.a) ile Hasen el-Basri şöyle demişlerdir: Burada sözü ge­çen “evlatlarda müslümanlann küçük yaşta olup herhangi bir sevab ya da günahları olmayan çocukları kastedilmektedir.

Selman el-Fârisî de: Müşriklerin (küçük yaşta öien) çocukları, cennetlik­lerin hizmetkârları olacaktır, demiştir.

El-Hasen dedi ki: Bunların mükâfatlarını görecekleri hasenatları, cezalan­dırmalarını gerektiren de günahları olmadığından böyle bir konuma yerleş­tirileceklerdir.

Buyruğun maksadı şudur: Cennetlikler en mükemmel bir sevinç ve nimet içerisinde olacaklardır. Nimet ise insanın etrafında çokça hizmetçilerin ve bu türden küçük çocukların bulunması ile tamam olur. (Kurtubi/El Camiu li Ahkâmil-Kur’an)]

 

18-) Biekvabin ve ebâriyka ve ke’sin min ma’ıyn;

Kaynağında dolmuş ibrikler, sürahiler ve kâselerle.. (A. Hulusi).

18 – Küpler ve ibriklerle me’ıynden bir piyâle. (Elmalı)

 

Biekvabin ve ebâriyka ve ke’sin min ma’ıyn tarifsiz güzellikte bir kaynaktan doldurulmuş, tarifsiz güzellikte ibrikler ve kusursuz su. İşte bu aslında yine dünyada ki nimetlerin idealinin orada bulunduğunu ifade eden bir ayet. Tarifsiz güzellikte diye çevirdim, çünkü hep nekira gelmiş. Biekvabin ve ebâriiyka be ke’sin min ma’ıyn. Hep belirsiz form kullanılmış. Neden bu belirsizlik? Tarif edilemez de ondan. Öyle tarifsiz güzellikte kaynaktan doldurulmuş sürahiler, bardaklar, ibrikler, sular ki bunlar, bu dünyada tarifi mümkün değil. Tarifsiz güzellikte kaplar, tarifsiz güzellikte su, tarifsiz güzellikte içen, tarifsiz güzellikte dağıtan. Hepsi tarifsiz, inanılmaz güzellikte.

 

19-) Lâ yusadda’ûne anha ve lâ yünzifun;

Ne başları ağrır ondan ne de şuurları bulanır! (A. Hulusi)

19 – Ne başları ağrıtılır ondan ne de irer zevâle. (Elmalı)

 

Lâ yusadda’ûne anha ve lâ yünzifun ne baş döndürür ne de sarhoş eder.

 

20-) Ve fakihetin mimma yetehayyerun;

Tercih edecekleri meyve;(A. Hulusi)

20 – Meyve beğendiklerinden. (Elmalı)

 

Ve fakihetin mimma yetehayyerun ve her tür meyve ve kuru yemiş seçeneği mimma yetehayyerun u seçenek diye çevirebiliriz. Her tür meyve Fakihe hem meyveye Arap dilinde, hem de kuru yemişe tekabül ettiği için böyle çevirdim.

 

21-) Ve lahmi tayrin mimma yeştehun;

Canlarının çektiği kuş eti; (A. Hulusi)

21 – Kuş etti istediklerinden. (Elmalı)

 

Ve lahmi tayrin mimma yeştehun ve canlarının çektiğinden tarifsiz lezzette kuş etleri. Dedim ya Cennet güzelliğin üretildiği merkez. Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir aklın tasavvur edemeyeceği bir güzelliğin üretildiği merkez. Ancak bizim beşer dilimize, ancak bizim beşeri zihnimize o tarifsiz güzellik işte dünyamıza ait olan şeyler üzerinden anlatılıyor. Zorunlu olarak mecaz içermek zorunda cenneti anlatan ayetler.

[Ek bilgi; Orada boyunları deve boyunları gibi kuşlar vardır.” Ömer (r.a): Şüphesiz ki bunlar şişman kuşlardır, deyince Rasûlullah (sav): “Onla­rı yemek ondan da güzeldir” diye buyurdu. (Tirmizi) dedi ki: Hasen bir hadistir. (Kurtubi/El Camiu li Ahkâmil-Kur’an)]

 

22-) Ve hûrun ‘ıyn;

Ve Hur-i Iyn (net görüşlü {biyolojik gözün sınırlamalarıyla kayıtlı olmayan} eşler {birkaç beden}; şuur yapı olan “insan”ın özelliklerini yaşatacak, eşi olan bedenler. Tek bilincin tasarrufundaki birden çok bedenle yaşama süreci. A.H.). (A. Hulusi)

22 – Huri ıyn. (Elmalı)

 

Ve hûrun ‘ıyn ve kusursuz bakışlı temiz eşler. Geçtiği 4 ayette Mekki dir hûr kelimesinin, ki rahman suresinin 72. ayetinde işlemiştik. Hemen arkada yer alıyor o ayet; Hûrun maksuratün fiylhıyam (Rahman/72) yani gözü gönlü eşine dönük, pırıl pırıl eşler çardaklarda kalacaklar. Gözü gönlü eşine dönük diye çeviriyorum. Çünkü hûrun maksurat bu anlama geliyor. Muhtemelen Kur’an da geçtiği ilk yerde Rahman/72 ayeti. Çünkü 4 yerde geçiyor, tümü de Mekki surelerde geçiyor.

3 kök anlama geliyor Hûr; Renk anlamına, geri dönüş anlamına, bir şeyin kendi ekseni etrafında dönmesi anlamına. Gözü gönlü eşine dönük diye çevirmemiz işte buna dayanıyor. Aslında kelime Ahver, ki bunu ifade ediyor, çoğulu havra sadece dişil veya eril değil, hem dişiyi kapsıyor, hem erkeği kapsıyor. Hûr. Onun içinde sadece dişiye yönelik kullanmak, dişiyle sınırlamak, ya da dişiye hasretmek doğru değil. Oraya tertemiz eşler olarak girecekler.

İşte bu mana Mekke’den Medine ye geldiğimizde Hûrun ‘ıyn veya Hûr kelimesinin yerini, bu ibarenin yerini ezvâcün mutahherah (A. İmran/15) kalıbı akıyor. Artık Medine de bu kalıp kullanılmıyor. Bunun yerini tertemiz eşler alıyor. Biz de bundan anlıyoruz ki aslında bu tertemiz eşlerin yerine Mekke de kullanılan dilin bir boyutu olarak gündeme geliyor. A. İmran/15. ayetinde ezvâcün mutahheratun (A. İmran/15) ifadesi geçiyor zaten

İşte bu çerçevede Rahman/72 ayetinde de izah ettiğimiz gibi burada da Hûrn ‘ıyn i; gözü gönlü eşine dönük pırıl pırıl eşler şeklinde anlayabiliriz.

 

23-) Keemsâlil lü’lüilmeknun;

Saklı (sedefte büyümüş) incilerin misali gibi (Esmâ hakikatinden oluşmuş ve o özelliklerin açığa çıkışı olan insan şuurundan var olmuş Allâh yaratısı bedenler).(A. Hulusi)

23 – Saklı inci timsalleri gibi. (Elmalı)

 

Keemsâlil lü’lüilmeknun adeta gün görmemiş inciler gibi. Yani yer altında saklanmış, ait olduğu yerde, midyenin kabuğunun içinde gün görmemiş. Bu ne demek? El değmemiş. Hani o meşhur o güzel türkünün o mısraı var ya;

Yüzünde göz izi var

Sana kim baktı yarim.

Diyor Yüzünde göz izi olmayan, gözünde yüz izi olmayan eşler. El değmemiş, hatta göz değmemiş, göz bile değmemiş. Yani sadece el değmemiş değil, göz bile değmemiş. O kadar noksansız, o kadar kusursuz, o kadar iffet abidesi ki, göz ilk defa değiyor. İşte böyle bir şeyi resmediyor ayet.

 

24-) Cezâen Bimâ kânu ya’melûn;

Yaptıklarının cezası (sonucu)! (A. Hulusi)

24 – İşledikleri amellere mükâfat için. (Elmalı)

 

Cezâen Bimâ kânu ya’melûn önceden yaptıklarının bir ödülü olacak bütün bunlar. Önceden yaptıklarının. Bu neye bir ima? Cennet iyiliğin bedeli değil Kur’an dostları, Cennet; iyiliğin ödülüdür. Cennet bedelidir dersek yer yüzünde bütün çalışıp çabaladıklarımıza karşın elde ettiğimiz serveti görüyoruz. Ya uçsuz bucaksız cennetleri, bu kusurlu noksanlı çabayla nasıl hak ettiğimizi düşünebiliriz. Ancak Allah’ça verilmiş bir ödül olarak görebiliriz. İşte burada da ona bir ima var. Ama hiçbir ödül sebepsiz verilmez. Yani ben cenneti hak ettim yerine, aslında ben elimden gelen gayreti yapmaya çalışayım. Ben kulca yaparım, Allah, Allah’ça verir. Demek daha doğrusu.

 

25-) Lâ yesme’une fiyha lağven ve lâ te’siyma;

Orada ne boş laf duyarlar ve ne de suç kavramı!

25 – Ne bir boş lâf işidirler orada ne de bir te’sîm.(günah işledin demek) (Elmalı)

 

Lâ yesme’une fiyha lağven ve lâ te’siyma orada ne boş bir konuşma ne de kınanma duyacaklar. Yani orada aslında rahatsız eden hiçbir şey olmayacak. Onları cennetliklerin itirafı hatırlayalım; Ve kalül Hamdu Lillâhilleziy ezhebe ‘annelhazen. (Fatır/34) öyle diyorlardı ya ezhebe ‘annelhazen. Cennete girenlerin söylediği şey şu olacak; hüznün kökünü bizden kazıyan Allah’a hamd olsun. Hüznün kökünü kazıyan. Demek ki cennet dışında hüzünsüz bir hayat olmayacak. Yer yüzünde cennet aramak, bir yalanın peşinden, bir serabın peşinden gitmekten başka bir şey de değildir aslında. Bu ayet bize bunu da veriyor.

Te’siym; kınama olmayacak, aslında te’siym, kınama. Neden cennete günahı bağışlanarak girmiş olanlara senin günahın bağışlandı da girdin bile denmeyecek. Mağfiret bu. sadece günahı affetmek değil, affettim seni bile dememek. Mağfiret bu. Yani onu mahcup etmemek.

 

26-) İllâ kıylen Selâmen Selâma;

Sadece “Selâm, Selâm” denilir (Selâm isminin işaret ettiği özellik daim olsun; anlamında). (A. Hulusi)

26 – Ancak bir kelâm: Selâmen selâm. (Elmalı)

 

İllâ kıylen Selâmen Selâma sadece denilecek ki; Mutluluklar size. Başka ayetleri hatırlıyoruz. Selâmün aleyküm tıbtüm fedhuluha halidiyn. (Zümer/73) Evet, size selam olsun, sefa başınıza, ne mutlu size. Girin ebedi kalmak üzere cennetlerinize.

İslam’a teslim olanlar, selam ve selamete ererler. İslam zaten budur. Yer yüzünde İslam’a teslim olan, bu dünyada İslam’a teslim olan, öte dünya da selam ve selamete erer. Bu ayetin ifade ettiği hakikat bu.

 

27-) Ve ashabül yemiyni mâ ashabül yemiyn;

Ashab-ı Yemîn (sağcılar, iman edenler) ne ashab-ı yemîndir! (A. Hulusi)

27 – Ashabı yemîn ise ne Ashabı yemîn. (Elmalı)

 

Ve ashabül yemiyni mâ ashabül yemiyn bahtiyar kesime gelince, Nedir o bahtiyarların ödülü peki? Mâ ashabül yemiyn, nedir o bahtiyarların ödülü?

 

28-) Fiy sidrin mahdud;

Meyveleriyle sidre ağacı içinde, (A. Hulusi)

28 – Dal bastı kirazlar. (Elmalı)

 

Fiy sidrin mahdud mahdud’u nasıl çevireceğimi düşünüyorum da en ideal hale getirilmiş uzun sidre ağaçlarının arasında. Mahdud; Aslında bu kelimede nadir kullanılan kelimelerden biri. Hatırladığım kadarıyla Kur’an da sadece burada kullanılıyor. Hem dikeninden soyulmuş manasına gelir, hem de meyve bolluğundan dalları yere ağmış manasına gelir. Aslında bu bize gelen rivayetlerden anlıyoruz ki dikenli bir ağaçmış. Meyvesi işe yaramaz çok dikenli bir ağaç. Peki bu ağacın cennette işi ne?

Zaten bir bedevi de onu sormuş; Ya Resulallah böyle kötü bir ağaç cennette ne geziyor? Efendimizden aldığı cevap üzerine aslında cennet tasavvurunu inşa ediyor bu. Yer yüzünde gördüğünüz bütün bu eşya en ideal haliyle cennette olacak. Aslında belki burada şu da veriliyor. Salatalık neden dünyanın her tarafında salatalıktır? Kokusuyla, rengiyle, tadıyla, biçimiyle, şekliyle, şemailiyle.ç Domates neden yeryüzünün her tarafında domatestir. Karpuz neden yer yüzünün her tarafında karpuzdur. Biz karpuzu gözümüzle görmemiz gerekmez kokusunu aldık mı karpuz deriz. Karpuz kokuyor deriz. Bunun aslı nerdedir? Yer yüzünde bunların prototipini, arka tipini kim yapmıştır, ilk kalıbını kim yapmıştır, nerededir bunun arka tipi sualinin aslında zımni bir cevabı da var; Cennette.

Bunların aslı cennette. Cennetteki asıllarının atığı yok, hepsi nûr, hepsi serapa baştan başa vitamin, baştan başa yarayışlı. Dünyadakiler atığı olanlar. Onun için çünkü cennete giren insan pürüzsüz olarak girecek. Pürüzsüz baştan ayağa pırıl pırıl olan insana; baştan ayağa pırıl pırıl nimet gerek. İşte burada da aslında mahdut ifadesi dünyada ki bu bölgede yaşayan insanların gördüğü o ağaçların ideal şekli. Dikenleri alınıp diyor Allah resulü, yerine meyve konulacak onların. Buradan anlıyoruz ki, bunlar tabii hep insan zihnine inzal edilmiş hakikatler. İnsan zihni yükselsin diye, soyutlayabilsin diye, yücelsin diye. Ne anlayacağız? İdeal güzelliğin merkezi olduğunu.

 

29-) Ve talhın mendud;

Meyveleri istiflenmiş muz ağacı… (A. Hulusi)

29 – Sıvama muzlar içinde. (Elmalı)

 

Ve talhın mendud yine mis kokulu ışıl ışıl ağaçlar. Buna muğaylan ağacı diyor İbn. Aşur tefsirinde. Ki biz itiraz edecek durumda değiliz, Arap coğrafyasını, Arap bitki örtüsünü, Arap florasını o çok daha iyi bilir şüphesiz. Kendisi de o coğrafyaya mensup biri çünkü. Muğaylan ağacı bölge insanının  bildiği bir ağaç bu. Meyvesi yine işe yaramaz bir ağaçmış, bizde ki pelit’e denk geliyor. Dikenli, O da cennette ideal güzelliği ile arzı endam edecek.

Buradan ne çıkıyor aslında? Din insanı cennete hazırlamak içindir. Ağaçların bile cennette ideal güzellikle arzı endam ettiklerinden yola çıkarak biz insanlar ne anlamamız lazım? Ey insan senin de dikenin var, senin de öyle yemişlerin var ki pelitten beter, beş para etmez. Boğaza duruyorsun. Senin de öyle eylemlerin oluyor ki, şu yer yüzünde yılanlardan daha zehirli olabiliyorsun ey insan. O zaman sen de buradan yola çıkarak Allah seni cennete koysun istiyorsan bunun bir bedeli olmalı, bir terbiye süreci. Yani cennete kirli halinle giremezsin. Cennete bu halinle giremezsin.

Peki ne halimle girerim? İdeal halinle, pırıl pırıl halinle. İşte din de seni pırıl pırıl etmek için gönderildi. İşte vahyin amacı da seni pırıl pırıl etmek. İşte peygamberler de bunun için geldi. Burada zımnen aslında söylenen budur başka bir şey değil.

 

30-) Ve zıllin memdud;

Yayılmış (sonsuz) gölgede, (A. Hulusi)

30 – Memdud bir saye. (Elmalı)

 

Ve zıllin memdud ve uzayıp giden serin gölgeler.

 

31-) Ve mâin meskûb;

Çağlayarak dökülüp akan bir suda, (A. Hulusi)

31 – Çağlayan bir su. (Elmalı)

 

Ve mâin meskûb ve çağlayanlar. Öyle ki Ve mâin meskûb bitimsiz, pırıl pırıl, billur gibi. Sanki elmas akıyor gibi çağlayanlar.

 

32-) Ve fâkihetin kesiyretin;

Pek çok meyve (türü) içinde, (A. Hulusi)

32 – Bir çok meyve. (Elmalı)

 

Ve fâkihetin kesiyre bir de bol bol, arkası kesilmeyen meyveler.

 

33-) Lâ maktu’atin ve lâ memnu’atin;

(Ki o meyveler) ne tükenir ve ne de yasaklanır! (A. Hulusi)

33 – Ne eksilir, ne men edilir. (Elmalı)

 

Lâ maktu’atin ve lâ memnu’a ne bir kesintiye uğrar, ne de yasaklanır. Yasaklanmak, yani orada hiçbir nimet fazla yersen zarar verir denilmeyecek. Dünya da öyle. En güzel şeyler dahi dozu aşıldığı zaman zarar verir. Biliyor musunuz bal şifa kaynağıdır, fakat dozu aşıldığı zaman zehir olur. Bal vurması denir. Yani baldan insan ölür mü? Eğer dozu aşılırsa evet, ölür, vurur. Yani en güzel şeyler bile dozu aşıldığı zaman ölüm oluyor. Ama orada öyle değil, orada bir yasak noktası da yok, bunu gösteriyor aslında. Yer yüzünde ki güzelliklerin bile bir tehlikesi olduğu, dozu aşıldığında onun yarar yerine zarar vereceğine bir imayı da görüyoruz burada.

 

34-) Ve furuşin merfu’ah;

Yüceltilmiş sedirler içinde(dirler). (A. Hulusi)

34 – Yüksek döşekler. (Elmalı)

 

Ve furuşin merfu’ah ve yüksek döşekler, veya karakterleri ve kaliteleri yükseltilmiş eşler. Mecazen bu anlama da gelebilir döşek.

 

35-) İnna enşe’nahünne inşâen;

Muhakkak ki biz onları (şuurun eşi olan bedenleri yeni) bir inşa edişle inşa ettik. (A. Hulusi)

35 – Biz etmişizdir de onları. (Elmalı)

 

İnna enşe’nahünne inşâen çünkü biz onları yepyeni bir yaratılışla inşa ettik, edeceğiz. Yani ettik sayıp, gelecekte olacakları şimdiden ifade eden ayetler. Kiplemede de mazî  kullanılıyor ki, kesin olmuş bilin dercesine inşa edeceğiz. Yeniden çatacağız çatılarını, yeniden yaratacağız insanı. Pırıl pırıl, yani nasıl olacak; Hani efendimiz bir yaşlı hanıma şaka, latife yapıyor. Sen cennete giremeyeceksin diyor. O ağlamaya başlıyor; Ya Resulallah nasıl giremem? Teskin etmek için “sen bu halinle giremeyeceksin diyor genç olarak gireceksin.” Dolayısıyla yeniden inşa etmek bu anlama geliyor.

 

36-) Fece’alnahünne ebkâra;

Onları daha önce hiç kullanılmamış türden oluşturduk! (A. Hulusi)

36 – Yeniden inşa. (Elmalı)

 

Fece’alnahünne ebkâra ve onları bakir veya bakireler olarak var edeceğiz, yaratacağız. Bakir veya bakire, aslında aklı bakir, ruhu bakir, kalbi bakir, hepsi sıfır Km. Kirlenmemiş, ellenmemiş, örselenmemiş, koklanmamış güller yani. Bunu kapsamlı anlamak lazım.

 

37-) ‘Uruben etraba;

(Ki o daha önce hiç görülmemiş – kullanılmamış türden bedenler) eşlerine âşık (dünyaya birbirine düşman olarak inen, insanı maddeye yönelttiren hayvani beden karşıtı olarak, insan şuuruna sahip bilince, özelliklerini itirazsız yaşatan. A.H.) ve yaşıtlardır (bilinçle birlikte var olmuştur)! (A. Hulusi)

37 – Kılmışızdır bir yaşıt ebkâri şeyda. (Elmalı)

 

‘Uruben etraba sevgi dolu ve denk eşlerle, denk ve uyumlu, etrab; uyumlu.

 

38-) Liashabilyemiyn;

(Bunlar) ashab-ı yemîn (saîd olanlar) içindir. (A. Hulusi)

38 – Ashabı yemîn için. (Elmalı)

 

Liashabilyemiyn hepsi de bahtiyarlar için. Dünya da şeref ve onurunu satmayanlar için, Allah’ın açtığı krediyi mahvetmeyenler için, yani Allah’a sırt dönmeyenler için.

 

39-) Sülletün minel’evveliyn;

(Ashab-ı yemîn’in) bir kısmı evvelkilerdendir. (A. Hulusi)

39 – Bir çok evvelînden. (Elmalı)

 

Sülletün minel’evveliyn  (Sonraki ayetle birleşik)

 

40-) Ve sülletün minel’ahıriyn;

Bir kısmı da sonrakilerdendir. (A. Hulusi)

40 – Ve bir çok âhirînden. (Elmalı)

 

Sülletün minel’evveliyn (39) Ve sülletün minel’ahıriyn işaret ettiğim ayetler geldi. Orada Ve kaliylün minel’ahıriyn (14) demişti, burada Ve sülletün minel’ahıriyn Fakat fark var. Orada ki bağlam önde olanlarla ilgili bağlamdı, lokomotifler. Buradaki ise iyiliğin izini izleyenler, iyilerin arkasından gelenlerle ilgili bağlam. Bunlardan eskilerden de çok olacak yenilerden de çok olacak. Yani her zaman iyiler bulunacak iyilerin bulunmadığı bir zaman olmayacak. Şunu söylemeyin hiç, yer yüzünde iyi kalmadı. Hayır. Kendinizden umut kestiğinizi gösterir bu. İyi var, iyileri bulun. Sadıklarla beraber olun, o iyileri keşfedin, iyi var.

 

41-) Ve ashabüşşimâli mâ ashabüşşimâl;

Ashab-ı Şimal (şakî olanlar; hakikati inkâr edip kozalı yaşayanlar), ne ashab-ı şimaldir! (A. Hulusi)

41 – Ashabı şimal ise ne Ashabı şimal! (Elmalı)

 

Ve ashabüşşimâli mâ ashabüşşimâl ve bedbaht kesime gelince. Nedir o bedbaht kesim için hazırladığımız ceza? Nedir onların cezası ne olacak peki?

 

42-) Fiy semumin ve hamiym;

Semum (zehirleyici ateş, radyasyon) ve hamim (yakan su; gerçek dışı bilgi ve şartlanmalar) içinde, (A. Hulusi)

42 – Bir semum ve hamîm. (Elmalı)

 

Fiy semumin ve hamiym semum; zehirli bir ateş aslında. Sem zehir demektir aynı zamanda. Ama semum, bakınız sam yeli deriz ya aslında buradan gelme sam yeli. Yakıp kavuran. Mesela üzümü öyle kavurur ki artık üzümü yiyemez olursunuz. Öyle bir rüzgardır ki adeta içinde zehir var gibi değdiği şeyi yakar kavurur. Hatta hissetmezsiniz. Belki bu bir takım zehirli ışınların olduğu serpintiler, belki radyasyonları da kapsayan ve ondan daha öte, daha beter bir şey de aklımıza gelebilir. Fiy semumin ve hamiym zehirli bir ateş ve yürek dağlayıcı bir umutsuzluğu boca eden bir durum içinde olacaklar.

Hamiym; Aslında yürek yakan bir umutsuzluk, insanın içini kavuran bir umutsuzluk. Öyle bir umutsuzluk düşünün ki hiçbir taraftan umudunuz kalmamış ve orada Allah’tan mahrum kaldım diyorlar. Azab bu. Azap kelimesinin kökü mahrum kalmak, terk edilmek, ayrılmak. Onun için Allah seni bıraktı. Bunun vereceği iç yangını, dış yangınından bin beter bir yangın olsa gerek. Allah hepimizi korusun. Allah kendinden mahrum olmaktan korusun bizleri.

 

43-) Ve zıllin min yahmum;

Simsiyah dumandan bir gölge (Hakikatindeki kuvveleri göremez, yaşayamaz bir hâl) içinde, (A. Hulusi)

43 – Ve zifirden bir zılli mağmum içinde. (Elmalı)

 

Ve zıllin min yahmum ve iç karartan boğucu bir gölge.

 

44-) Lâ bâridin ve lâ keriym;

(Ki o gölge) ne serindir ve ne de kerîm (cömertçe getirisi olan)! (A. Hulusi)

44 – Ne serin ne de kerîm. (Elmalı)

 

Lâ bâridin ve lâ keriym ne serinletici, ne de rahatlatıcı.

 

45-) İnnehüm kânu kable zâlike mütrefiyn;

Muhakkak ki onlar bundan önce, dünyevî – şehvanî zevklerin bolluğu içinde şımarandılar! (A. Hulusi)

45 – Çünkü onlar bundan evvel mütrefîn: Keyiflerine düşkün şımarık müsrifîn idiler. (Elmalı)

 

İnnehüm kânu kable zâlike mütrefiyn çünkü onlar geçmişte refah içinde şımarmış azınlıktılar. Yani refah içinde şımarmıştılar, onun içinde başlarına bu geldi.

 

46-) Ve kânu yusırrune alelhınsil ‘azıym;

O büyük suçta (Hakikatlerini inkâr ederek onu yaşama yolunda çalışma yapmamakta) ısrar ederlerdi. (A. Hulusi)

46 – Ve büyük cinayete ısrar ediyorlardı. (Elmalı)

 

Ve kânu yusırrune alelhınsil ‘azıym ve büyük ihanette ısrar etmiştiler. Büyük ihanet, yani ihanetin en büyüğü, en büyüğe yapılan ihanettir. İhanetin en büyüğü büyük olan Allah’a yapılan ihanettir. İhanetin en büyüğü, büyük emanete yapılan ihanettir. Büyük emanet Allah’ın insana verdiği akıl ve iradedir.

 

47-) Ve kânu yekûlune eizâ mitna ve künna türaben ve ızâmen einna lemeb’usûn;

“Ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, gerçekten yeni bir bedenle yaşama devam edecek miyiz = bâ’s olunacak mıyız?” derlerdi. (A. Hulusi)

47 – Ve diyorlardı ki: Öldüğümüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz vakit mi? Cidden biz mi mutlak ba’s olunacak mışız? (Elmalı)

 

Ve kânu yekûlune eizâ mitna ve künna türaben ve ızâmen einna lemeb’usûn ve, ne yani demişlerdi, biz ölüp gittikten, toza toprağa karıştıktan sonra, bir iskelet halini aldıktan sonra tekrar diriltileceğiz öyle mi?

 

48-) Eve abaunel’evvelun;

“Evvelki atalarımız da mı?” derlerdi. (A. Hulusi)

48 – Ya evvelki atalarımız da mı? (Elmalı)

 

Eve abaunel’evvelun önden giden atalarımız da diriltilecek öyle mi? Bu tarz. Bu mantık, aslında ahlaki davranışın özünde hesap verme inancı yatar. Ahlaksız davranışın özünde de hesap vermeme inancı yatar, budur. Yani tüm ahlaki davranışların özünde 2 dünyalılık mı, tek dünyalılık mı meselesi vardır başka değil. Ahirete iman ediyor mu, etmiyor mu. Nihilizm, hedonizm. Yani hiççilik, zevk perestlik, zevke tapıcılık hep ahirete iman etmemenin yansılamalarından başka bir şey değil. Ahiret yoksa amaç ve anlam da yok. Ahlaki davranışın gerekçesi de yok. Niye ahlaki davranacak ki. İmansızlığın zaferi, anlamsızlığın zaferidir aslında, amaçsızlığın zaferidir.

Onun için burada Eve abaunel’evvelun sanki, mukarrabune karşılık düşüyor gibi. Hani iyilerin bir lokomotifleri vardı ya, bir de kötülerin lokomotifleri var. ‘Evvelun önden giden atalar. Ben zamansal önceki gitmiş atalar anlamına da gelir ama ben sanki kötülüğün lokomotifleri gibi anlaşılması gerektiğini düşünüyorum bunu.

 

49-) Kul innel’evveliyne vel’ahıriyn;

De ki: “Muhakkak ki evvelkiler de sonrakiler de,” (A. Hulusi)

49 – De ki: Muhakkak bütün evvelîn ve âhirîn. (Elmalı)

 

Kul innel’evveliyne vel’ahıriyn de ki; şüphesiz evet elbette hem öncekiler, hem de sonrakiler.

 

50-) Lemecmu’ûne ilâ miykati yevmin ma’lum;

“Bilinen bir sürecin buluşma vaktinde elbette toplanacaklardır!” (A. Hulusi)

50 – Lâbüd (mutlaka) cem’ olunacaklar mikatına (tayin edilen zaman) malûm bir günün. (Elmalı)

 

Lemecmu’ûne ilâ miykati yevmin ma’lum elbet sadece Allah tarafından bilinen bir günün belirli vaktinde bir araya toplanacaklar. Kaçınılmaz bu. Hesaba çekilecekler.

 

51-) Sümme inneküm eyyühed dâllûnel mükezzibun;

Sonra muhakkak ki siz ey (Hakikati) yalanlayıcı sapkınlar… (A. Hulusi)

51 – Sonra siz, ey sapkın münkirler! (Elmalı)

 

Sümme inneküm eyyühed dâllûnel mükezzibun sonra siz ey sapıklar, ey yalanlayanlar,

 

52-) Leâkilune min şeçerin min zakkûm;

Elbette (siz) zakkum ağaçlarından (kendinizi yalnızca beden kabullenmenin sonucu meyvelerinden) yiyeceksiniz. (A. Hulusi)

52 – Lâbüd (mutlaka) yersiniz de bir ağaçtan, zakkumdan. (Elmalı)

 

Leâkilune min şeçerin min zakkûm elbet sizde o ağaçtan, zehirli ağacın meyvesinden yiyeceksiniz. Zakkum, aslında dünyada ki zakkum’a zakkum denmesi elbette buradan bir mecaz olarak tır. Neden denmiş? Çünkü dünyada ki zakkum yiyeni öldürecek kadar zehir taşır da ondan. Onun için hayvanlar yemez dünyada ki zakkumu.. Hatta bir benzerlik de şuradan; Günah zakkuma benzer, geriden çok güzel rengi vardır zakkumun, kokusu da güzeldir. Yemeye görün yoksa zehirler. Günahta böyledir, geriden güzel görünür, çalımlı alımlı görünür, zevkli görünür. Ama işlediğinde tıpkı yenilmiş zakkum gibi, zehir gibi öldürücüdür. Böyle bir benzerlik kurulabilir.

 

53-) Femâliune minhel butûn;

Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. (A. Hulusi)

53 – Doldurursunuz da karınlarınızı ondan. (Elmalı)

 

Femâliune minhel butûn artık karınlarınızı onunla doyuracaksınız. Evet, Burada zakkum cehennem ağacı. Saffat/62-65. ayetler arasında zaten bu ibare geçer. Lanetli ağaç der Kur’an İsra/60 ayetinde. Zımnen şu anlama geliyor bu; yaptığınız kötülüklerin meyvesi olan azab ağacından yiyeceksiniz. Yani cehennemi de burada ekiyorsunuz, cenneti de burada ekiyorsunuz. Tuba nızı da burada ekiyorsunuz, zakkumunuzu da burada ekiyorsunuz. Onun için neyi ektiğinizi iyi bilin. Eğer orada cennetle karşılaşmak istiyorsanız tohumu sizde. Burada ekin. Yok cehennemle karşılaşmak istiyorsanız tohumu burada ekin. Burada zımnen bunlar söyleniyor aslında.

 

54-) Feşâribune ‘aleyhi minel hamiym;

Onun üstüne yakıcı sudan içeceksiniz. (A. Hulusi)

54 – İçersiniz de üstüne o hamîmden. (Elmalı)

 

Feşâribune ‘aleyhi minel hamiym yürek dağlayan kavurucu umutsuzluğu içeceksiniz. Evet, yürek dağlayan kavurucu bir umutsuzluk.

 

55-) Feşâribune şürbelhiym;

Hastalığı dolayısıyla suya doymak bilmeyen develer gibi içeceksiniz onu.

55 – İçersiniz hüyam (Azgınlık) illetine tutulmuş kanmak bilmez develer gibi. (Elmalı)

 

Feşâribune şürbelhiym öyle bir içiş ki hummalı develerin içişi gibi Hiym; humma hastalığına yakalanmış deve. Bir ırmağı içse doymayacak kadar hasta. Öyle bir içiş ki, içtikçe yanıyor, yandıkça içiyor. İçtiği kandırmıyor, yandırıyor böyle bir içiş.

 

56-) Hazâ nüzülühüm yevmed diyn;

Din (sistemin – Sünnetullâh’ın gerçekliğinin fark edildiği) gününde, onların nüzûlü (onlarda açığa çıkacak olan) işte budur! (A. Hulusi)

56 – İşte bu onların konuklukları o din günü (ceza günü). (Elmalı)

 

Hazâ nüzülühüm yevmed diyn hesap günü onların ağırlanışı işte böyle olacak. Nüzül; İlginçtir. Nüzül ağırlamadır aynı zamanda. Kur’an ın inişine de nüzül diyoruz bakınız, aynı kökten geliyor. Ama nüzül ağırlama, misafir etme konuklama. Burada tabii biraz kinai bir anlam var. Tehekküm anlamı var ve bu anlamın içinde aslında, eğer siz Allah’ın size indirdiği vahyi nasıl ağırlıyorsanız. Ahirette Allah’ta sizi öyle ağırlayacak. Vahiy size inen bir misafir, siz yüreğinizi bu misafire eğer açıyor ve konuk ediyor, ona yüreğinizin en tatlı meyvelerini, yani imanı sunuyorsanız vahye, Allah ta ahirette size cenneti sunacak. Yok siz nüzül eden bu gök sofrasının başına oturup ondan yemek yerine, ona sırtınızı dönüyorsanız ve onu ağırlamıyorsanız yani, Allah’ta sizi ağırlamayacak, tersinden ağırlayacak. Bunu görüyoruz.

 

57-) Nahnu haleknaküm felevlâ tusaddikun;

Biz, yarattık sizi! Tasdik etmeyecek misiniz? (A. Hulusi)

57 – Biz, yarattık sizi hâlâ tasdik etmeyecek misiniz? (Elmalı)

 

Nahnu haleknaküm felevlâ tusaddikun sizi yaratan biziz. O halde ey insanlar bu gerçeği neden hala kabullenmezsiniz? Sizi yaratan biziz bu gerçeği hala neden kabullenmezsiniz. En yakın gerçek şu; insan kendi kendisini yaratmadı. Felevlâ in küntüm ğayre mediyniyn (86) eğer O’na borçlu olmadığınızı düşünüyorsanız diyor, borçlu olmadığınızı mı düşünüyorsunuz yani. Allah’a borçlusun ey insanoğlu. Din de zaten borçtan gelir deyn den, borçluluk bilinci demektir. Onun için Allah’a borcunu inkar küfürdür.

 

58-) Eferaeytüm ma tümnûn;

Akıttığınız meniyi gördünüz mü? (A. Hulusi)

58 – Şimdi gördünüz mü o döktüğünüz menîyi? (Elmalı)

 

Eferaeytüm ma tümnûn hiç attığınız tohumu düşündünüz mü? O hayat tohumunu, meniyi düşündünüz mü, attığınız tohumu. Hayat mucizesine bir atıf var burada. Mucizeler mucizesi hayat mucizesine dikkat çekiliyor. Hiç attığınız hayat tohumunu düşündünüz mü?

 

59-) Eentüm tahlükunehu em nahnül hâlikun;

Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratanlar biz miyiz? (A. Hulusi)

59 – Siz mi yaratıyorsunuz onu yoksa biz miyiz yaratan.

 

Eentüm tahlükunehu em nahnül hâlikun siz mi yaratıyorsunuz onu, yoksa bütün yaratılışın kaynağı biz miyiz.

 

60-) Nahnü kadderna beynekümül mevte ve ma nahnü Bi mesbukıyn;

Aranızda ölümü biz takdir ettik ve bizim önümüze geçilmez! (A. Hulusi)

60 – Biz takdir ettik aranızda o ölümü ve bizim önümüze geçilmez. (Elmalı)

 

Nahnü kadderna beynekümül mevte ve ma nahnü Bi mesbukıyn aranızda ölümü takdir eden de biziz ve biz asla önüne geçilemeyeniz, asla aşılamayanız. Asla benimle yarışmaya kalkmayın diyor rabbimiz. Yaratış konusunda da yarışmaya kalkmayın. Benim yarattığımdan bir şeyler icat edip de bana hava atmaya kalkmayın. Yani zımnen kabaca bu. Onun için ve ma nahnü Bi mesbukıyn asla önüne geçilen biri değiliz biz. Bizim önümüze geçemezsin ey insanoğlu.

 

61-) Alâ en nübeddile emsaleküm ve nünşieküm fiy ma lâ talemun;

Size bedel olarak benzerlerinizi (yeni bedenlerinizi) getirelim ve sizi bilemeyeceğiniz şekilde (yeniden) inşa edelim diye (ölümü takdir ettik). (A. Hulusi)

61 – Kılıklarınızı değiştirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir neş’ette inşa etmek üzereyiz. (Elmalı)

 

Alâ en nübeddile emsaleküm ve nünşieküm fiy ma lâ talemun sizi benzerlerinizle değiştirmeye ve sizi bilmediğiniz bir mahiyette yeniden inşa etmeye, yeniden yaratmaya kadiriz. Yeniden yaratma hususunda, devam edelim;

 

62-) Ve lekad alimtümün neş’etel’ulâ felevlâ tezekkerûn;

Andolsun ki ilk neş’eti (yaratışı) bildiniz. Peki derin düşünmeniz gerekmez mi? (A. Hulusi)

62 – Her halde ilk neş’eti biliyorsunuz o halde düşünseniz a. (Elmalı)

 

Ve lekad alimtümün neş’etel’ulâ felevlâ tezekkerûn doğrusu ilk yaratılış mucizesini bilmiş olmanız lazım. O halde neden ibret almıyorsun ey insanoğlu.

Evet, 61. ayeti şöyle de çevirebiliriz; Alâ en nübeddile emsaleküm ve nünşieküm fiy ma lâ talemun (61)sizi benzerlerinizle değiştirme, sizi bilmediğiniz bir mahiyette yeniden inşa etme hususunda önüne geçilemeziz demişti bir önceki ayetle bağlantılı olarak çevirelim bunu. Veya yeni türler var etme hususunda, veya ölüm ile nesilleri değiştirip yeni nesiller çıkarma, ölümle eski nesilleri alma, doğumla yeni nesilleri getirme hususunda bizimle kimse yarışmaya kalkmasın demişti.

 Aslında yeniden dirilişin ne mahiyetini ne de biçimini kavrayamayacağımızı gösteriyor bu ayet. Yani zaten Allâhi mâ lâ ta’lemûn. (Bakara/80) bilmediğiniz, asla bilemeyeceğiniz bir biçimde diyor ya. Ne mahiyet olarak kavrayabiliriz, ne biçim olarak kavrayabiliriz. Ama bu dünyadakinden farklı olacağını da buradan anlıyoruz. Yeniden diriliş bu dünyadakinden kesinlikle çok farklı olacak. Bu ayetten onu da anlamış oluyoruz.

[Ek bilgi; YAŞAM SİSTEMİ Holografik beden – Ruh

…..insan beyninin ürettiği “holografik dalga beden” yani bilinen ismiyle “RUH” da bu Dünya’nın manyetik çekim alanına bağımlıdır!…….

…..RUH”, yani “holografik ışınsal beden” Güneş’in içine gittiği zaman, oradaki yüksek radyasyonun etkisiyle deforme olur, eğrilir, büzülür, yanar(!), fakat yok olmaz!.. Bunun misali, rüyada, bedeninin ezilip-büzülmesi, kırılması, yaralanması, parçalanması ertesinde yeniden yaşamına aynen devam etmesidir.

İşte “cehennem” denen Güneş’in içindeki yaşantıda da, dalga beden tahrip olur, ezilir, uzar, genişler, yassılaşır, yıpranır, yanar ve akabinde eski hâline döner… Ve bu durum tekrar tekrar sürer gider. (Bu konudaki hadisler ve bilgiler “İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabımızda tetkik edilebilir.)…. (Ahmed Hulusi)]

Ve lekad alimtümün neş’etel’ulâ felevlâ tezekkerûn doğrusu ilk yaratılış mucizesini bilmiş olmanız lazım, o halde neden ibret almıyorsunuz. İlk yaratılış mucizesi, biz bu hayata bakarak ibret alırsak öbür hayata iman ederiz. Bu hayata bakıp ibret almayanın öbür hayata iman etmesi söz konusu değil onun için.

 

63-) Eferaeytüm ma tahrüsûn;

Ekmekte olduklarınızı gördünüz mü? (A. Hulusi)

63 – Şimdi gördünüz mü o ektiğiniz tohumu? (Elmalı)

 

Eferaeytüm ma tahrüsûn hiç toprağa ektiğiniz tohumu düşündünüz mü? Enfüsten sonra afak a geçti Fussilet/53. ayetinde ki gibi insan mucizesinden sonra toprak mucizesine geçti. Toprak aslında toprak tanrısının verdiğini düşünen eski paganlarla tabiat kanunlarının verdiğini düşünen yeni paganları aynı hizaya dizebilirsiniz. Allah’ı yok saydıktan sonra ister toprak tanrısının verdiğini düşünsün eski paganlar, onların yerine tabiat kanunlarının verdiğini düşünen yeni paganları koyabilirsiniz.  Allah’ı aradan çıktıktan, yani ekmeğe değil ekmeğin sahibine bakmadıktan sonra ikisi de aynı yere geliyor aslında.

 

64-) Eentüm tezre’ûnehu em nahnüzzari’un;

Onu yeşerten siz misiniz yoksa biz miyiz? (A. Hulusi)

64 – Siz mi bitiriyorsunuz onu? Yoksa biz miyiz bitiren? (Elmalı)

 

Eentüm tezre’ûnehu em nahnüzzari’un siz mi ekip büyütüyorsunuz onu, yoksa biz miyiz ekip büyüten.

 

65-) Lev neşau lece’alnahu hutamen fezaltüm tefekkehun;

Eğer dileseydik onu elbette kuru – cansız bitki kılardık da, şaşar kalırdınız! (A. Hulusi)

65 – Onları elbet bir çöpe çeviriverdik de şöyle geveler dururdunuz: (Elmalı)

 

Lev neşau lece’alnahu hutamen fezaltüm tefekkehun eğer dileseydik onu çürüyüp un ufak olmuş bir ahşap kalıntısına çevirirdik de. Şaşa kalır ve (derdiniz ki)

 

66-) İnna lemuğremun;

“Muhakkak ki ziyandayız!” (A. Hulusi)

66 – Her halde biz çok ziyandayız. (Elmalı)

 

İnna lemuğremun eyvah..! biz mahvolduk.

 

67-) Bel nahnu mahrumun;

“Hayır, biz (geçinmekten) mahrumlarız” (derdiniz). (A. Hulusi)

67 – Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!.. (Elmalı)

 

Bel nahnu mahrumun daha beteri mahrum kalan yine biz olduk derdiniz. Eğer standart yasalar veriyorsa, tabiat yasaları veriyorsa maharet onlarınsa haydi Allah mahrum bıraktığında da versin tabiat yasaları. Tabiat yasalarından isteğin mahrum kaldığınız yıllarda da versin bakalım. Burada adeta ona bir ima var. Ona rağmen alamazsınız. Allah’a rağmen topraktan da bir şey alamazsınız. Allah’a rağmen gökten de yağmur alamazsınız, Allah’a rağmen insandan da tohum alamazsınız, bu söylenen.

 

68-) Eferaeytümül mâelleziy teşrebun;

İçmekte olduğunuz o suyu gördünüz mü? (A. Hulusi)

68 – Şimdi gördünüz mü o içtiğiniz suyu? (Elmalı)

 

Eferaeytümül mâelleziy teşrebun hiç içtiğiniz suyu düşündünüz mü?

 

69-) Eentüm enzeltümûhu minelmüzni em nahnül münzilun;

Onu beyaz bulutlardan siz mi inzâl ettiniz yoksa inzâl ediciler biz miyiz? (A. Hulusi)

69 –      Siz mi indiriyorsunuz onu buluttan yoksa biz miyiz indiren (Elmalı)

 

Eentüm enzeltümûhu minelmüzni em nahnül münzilun siz mi indiriyorsunuz onu bulutlardan yoksa biz miyiz indiren. Su mucize, su canlı, su hayat aslında. Su indirilmiştir unutmayalım. Biri bedene indirilmiştir, vahiy suyu da ruha indirilmiştir. Vahiy suyu ruha hayat verir, su da toprağa hayat verir. Onun için nerede sudan bahsediliyorsa orada vahye bir ima vardır.

 

70-) Lev neşau ce’alnahu ücâcen felevla teşkürun;

Eğer dileseydik onu acı (bir su) kılardık… Şükretmeniz gerekmez mi? (A. Hulusi)

70 – Dilesek onu acı bir çorak ediverirdik o halde şükretsenize. (Elmalı)

 

Lev neşau ce’alnahu ücâcen felevla teşkürun eğer dileseydik onu tuzlu ve acı bir su yapardık. Şu halde neden hala şükretmiyorsunuz.

 

71-) Eferaeytümün narelletiy turun;

Çakarak (ağaçtan) çıkardığınız o ateşi gördünüz mü? (A. Hulusi)

71 – bir de gördünüz mü o çaktığınız ateşi? (Elmalı)

 

Eferaeytümün narelletiy turun hiç tutuşturduğunuz ateşi düşündünüz mü? Şu tutuşturduğunuz, özellikle ilk muhatapların şahsında düşündüğümüzde ateşin bir parça zor elde edildiğini de düşünmemiz lazım.

 

72-) Eentüm enşe’tüm şecerateha em nahnülmünşiun;

Onun ağacını siz mi inşa ettiniz yoksa inşa ediciler biz miyiz? (A. Hulusi)

72 – Siz mi inşa ettiniz onun ağacını? Yoksa biz miyiz inşa eden? (Elmalı)

 

Eentüm enşe’tüm şecerateha em nahnülmünşiun siz mi yapıyorsunuz, yaratıyorsunuz onun ağacını, yoksa onun ağacını yaratan biz miyiz. Evet, nâr ve nûr, aslında celâl ve cemâl sıfatlarının tecellisi. Ateşin içinde hem ışık var hem ısı var. Fakat aynı zamanda yakar da. Aslında cennet ve cehennem de celâl ve cemâlin tecellisi değil mi? Zakkum ve tuba da tecellileri değil mi. Aslında burada ki ayette tüm fosil yakıtlar içine giriyor ateş deyince tüm fosil yakıtlar, petrol da dahil. Haydi bakalım diyor yaratmasında Allah ateşin, ısının, enerjinin kaynağını bulun bakalım. Yarattığını çıkarmak için bu kadar çaba gösteriyor, bu kadar kavga ediyor, dünyayı ateşe veriyorsunuz.

 

73-) Nahnu ce’alnaha tezkireten ve metâ’an lilmukviyn;

Onu, çölde yaşarmışçasına bilgisizlere bir hatırlatma ve bir yararlanacakları şey kıldık! (A. Hulusi)

73 – Biz onu hem bir muhtıra kıldık hem de bir istifade: alandaki muhtaçlar için. (Elmalı)

 

Nahnu ce’alnaha tezkireten ve metâ’an lilmukviyn biz onu bir hatırlatma vesilesi kıldık ve kendi yalnızlığında kaybolmuş muhtaçlar için yarayışlı bir meta’ kıldık. Ateş ve ağaçla başladı söz, manevi ışığa ve ısıya geldi bakınız ayetin sonunda. Zaman çölünde yolunu kaybetmiş insanoğlunun gecesini aydınlatacak olan vahiy ışığıdır. Vahiy ateşidir, vahiy meş’alesidir. Nasıl çölde yolunu kaybetmek ölümse, zaman çölünde manevi yolunu kaybetmek de ruhun ölümüdür. Vahiy işte bu ışıktır ey insanoğlu. Vahiy ışığın sönmesin diyor, al eline.

 

74-) Fesebbıh Bismi Rabbikel ‘Azıym;

Öyleyse tespih et ismi Aziym Rab olan namına! (A. Hulusi)

74 – O halde tesbih et rabbine azîm ismiyle. (Elmalı)

 

Fesebbıh Bismi Rabbikel ‘Azıym şu halde azamet sahibi rabbin adına hareket et. Bunu farklı çevirdim fesbih hareket etme manasına gelir, işini yapmak, çaba göstermek manasına gelir ki, tersi kelimeyi ters çevirin el haps, manayı ters çevirin tutma bırakma, yarağında alıkoyma manasına gelir. Allah adına, Allah adıyla hareket etmek burada söylenen şey ki besmele aslında bunun sembolüdür. BismillahirRahmanirRahıym rahman, rahim olan Allah adına hareket ediyorum.

 

75-) Felâ uksimu Bi mevâkı’ın nücum;

Yıldızların yer aldığı (Esmâ’mın açığa çıktığı) evren olarak yemin ederim! (A. Hulusi)

75 – Artık yok, o nücumun mevki’lerine kasem ederim. (Elmalı)

 

Felâ uksimu Bi mevâkı’ın nücum ötesi yok. İşte Kur’an ın parçalar halinde indirilişine yemin olsun, yemin ediyorum. Evet, Felâ uksimu Bi mevâkı’ın nücum. Kur’a ın parçalar halinde indirilişine işte yemin ediyorum. Bunun ötesi yok. Aslında burada ki benim tercihim İbn. Abbas ve onun izini takip eden otoritelerin. Fakat şöyle de çevrilebilir, yıldızların yörüngesine yemin olsun diye de çevrilebilir. İnneHU leKur’ânun Keriym (77) ayeti ile de uyumludur benim çevirim.

 

76-) Ve innehu lekasemün lev talemune azıym;

Bilseniz, gerçekten bu çok azametli bir yemindir! (A. Hulusi)

76 – ve filhakika o, bilseniz çok büyük bir kasemdir. (Elmalı)

 

Ve innehu lekasemün lev talemune azıym ki elbet bu eğer farkındaysanız çok ağır bir yemindir.

 

77-) İnneHU leKur’ânun Keriym;

Şüphesiz ki O (evren), Kur’ân-ı Keriym’dir (“OKU”yabilene çok değerli “OKU”nandır). (A. Hulusi)

77 – ki hakikaten o bir Kur’an i Kerîmdir. (Elmalı)

 

İnneHU leKur’ânun Keriym şüphesiz o değerli bir hitaptır. Girişte söylemiştim Keriym sıfatının Kur’an için geçtiği tek yer bu diye. Özne kalıbına dikkat edelim. Kur’an muhatabını inşa eder, ismi faildir keriym.

 

78-) Fiy Kitabin meknun;

Görülemeyen bir Bilgi’dedir! (Dalga {wave} okyanusu olan evrensel data ve dahi hologramik esasa göre beyindeki data.) (A. Hulusi)

78 – Öyle bir kitap da ki mahfuz tutulur. (Elmalı)

 

Fiy Kitabin meknun korunmuş bir kitap içindedir.

 

79-) Lâ yemessuHU illel mutahherun;

Ona (Bilgiye), (şirk pisliğinden – hayvaniyetinden) arınıp, tâhir olanlardan başkası dokunamaz! (A. Hulusi)

79 – ona tertemiz temizlenmiş olanlardan başkası el süremez. (Elmalı)

 

Lâ yemessuHU illel mutahherun ona ancak temizler dokunabilir. Bu ayetin anlamı açık. Müşriklerin vahyin kaynağına yönelik şaibe uyandırma gibi girişimlerini ret içindir bu ayet. Hiçbir şeytan ve cin ona ulaşamaz, onun kaynağını karıştıramaz demektir. El süremez demektir. Şuârâ/211-212 ışığında anlaşılmalıdır. Ve tabii ki bu ayetin mushaf’a abdestli dokunmanın hükmüyle hiçbir alakası yoktur. Kısaca zamanımız dolduğu için maddeler halinde neden yoktur. Çünkü;

1 – indiği zaman ortadadır, Mekke’nin 7. yılında veya 6. yılında, veya 5. yılında inmiştir. İndiği zamanda ortada kitap denilecek bir Mushaf bulunmamaktadır.

2 – Abdesti emreden bir ayet henüz inmemiştir.

3 – Ayetin muhatabı müminler değil, müşriklerdir.

4 – Ayetin konusu insanlar değil cinler ve melekler gibi görünmez varlıklardır.

5 – Ayette ki temizlik maddi değil, A. İmran/55, Enfal/11, Tevbe/103 gibi manevi temizliktir. Fiy suhufin…. Mutahhara(‘Abese/13-14) bu ibarede de tertemiz sayfalar derken her halde kirlenmemiş değil manevi temizlik kastedilmektedir.

6 – En önemlilerinden biri ayet inşa değil, emir değil, nehiy değil, haber cinsindendir. Dokunamaz diyor, istese de dokunamaz. Dokunmasın değil.

7 – Ayet ahkâm ayeti değildir. Çünkü Mekki dir, Mekke’nin de orta zaman diliminde inmiştir.

8 – Meknun kitap, yani gizli, korunmuş, saklanmış kitap elle tutulamaz. Dolayısıyla bu ayetin Mushafı abdestli ele alıp almamanın hükmüyle herhangi bir alakası yoktur. Bunu tartışmak, buna delil aramak başka yerlerde aranmalıdır ve bu mesele ahkâm-ül Kur’an la değil, Adab-ül Kur’an la ilgili bir meseledir.

 

80-) Tenziylün min Rabbil âlemiyn;

Rabb-ül âlemîn’den tenzîldir (insan bilincinde tafsile indirme). (A. Hulusi)

80 – Rabbül’âlemînden indirilmedir. (Elmalı)

 

Tenziylün min Rabbil âlemiyn Alemlerin rabbinden indirilmedir.

 

81-) EfeBi hazel hadiysi entüm müdhinun;

Şimdi siz bu olayımızı mı hafife alıp, önemsemiyorsunuz! (A. Hulusi)

81 – Şimdi bu kelâma siz yağ mı süreceksiniz? (Elmalı)

 

EfeBi hazel hadiysi entüm müdhinun şimdi siz böyle bir haberi mi kirleyeceksiniz, leke süreceksiniz. Müdhinun’e Elmalılın da ışığında böyle bir anlam tercih ettim.

 

82-) Ve tec’âlune rizkaküm enneküm tükezzibun;

Yaşam gıdanız yalanlamanız mı oldu? (A. Hulusi)

82 – Ve rızkınızı tekzibiniz mi kılacaksınız? (Elmalı)

 

Ve tec’âlune rizkaküm enneküm tükezzibun böylece siz hakikati yalanlayacak, bunu da gıda haline getireceksiniz öyle mi? Yalandan besleneceksiniz yani. Müthiş bir ifade. Özellikle Şevkani bu manayı vermemde yolumu aydınlatan bir kaynak oldu.

 

83-) Felevlâ izâ beleğatil hulkum;

İşte (can) boğaza geldiğinde! (A. Hulusi)

83 – O halde haydiseniz’â can hulkuma geldiği vakit. (Elmalı)

 

Felevlâ izâ beleğatil hulkum peki ama ya can boğaza gelince ne olacak? Ya ölüm gelince ne olacak? Haydi ey insan hayatın sana aitse ölümü geri çevir.

 

84-) Ve entüm hıyneizin tenzurûn;

O zaman siz (çaresiz) bakakalırsınız! (A. Hulusi)

84 – ki siz o vakit bakar durursunuz. (Elmalı)

 

Ve entüm hıyneizin tenzurûn ve siz o zaman aval aval baka kalacaksınız.

 

85-) Ve nahnu akrebü ileyhi minküm ve lâkin lâ tubsırun;

Biz ona sizden daha yakınızdır, fakat görmezsiniz. (A. Hulusi)

85 – Biz ise ona sizden yakınizdir ve lâkin görmezsiniz. (Elmalı)

 

Ve nahnu akrebü ileyhi minküm ve lâkin lâ tubsırun ve biz ona sizden daha yakınızdır o zaman ve lâkin lâ tubsırun fakat siz göremeyeceksiniz. Yani siz ona yakın değilsiniz biz yakınız can veren insana. Haydi yakındanız elinden tutun, ölümü geri döndürün.

 

86-) Felevlâ in küntüm ğayre mediyniyn;

Eğer siz yaptıklarınızın sonucunu yaşamayacaksanız; (A. Hulusi)

86 – Evet haydiseniz’â dîne boyun eğmeyecek, ceza çekmeyecekseniz, (Elmalı)

 

Felevlâ in küntüm ğayre mediyniyn ve eğer bize borçlu olmadığınıza inanıyorsanız,

 

87-) Terci’ûneha in küntüm sadikıyn;

Eğer sözünüzde sadıksanız, onu (ölümü) geri çevirsenize (Sünnetullâh yoksa yapın bunu)! (A. Hulusi)

87 – onu geri çevirseniz’â! davanızda doğru iseniz. (Elmalı)

 

Terci’ûneha in küntüm sadikıyn haydi hayatı ona geri döndürün tabii ki eğer inancınızda sadıksanız. Döndürün de görelim?

 

88-) Feemma in kâne minel mukarrebiyn;

(Herkes ölümü tadacaktır) lâkin mukarrebûndan (kurb ehli) ise; (A. Hulusi)

88 – Amma o mukarrebînden ise. (Elmalı)

 

Feemma in kâne minel mukarrebiyn ama eğer Allah’a yakın olanlardan iseniz,

 

89-) Feravhun ve reyhanün ve cennetü na’ıym;

Ravh (Rahmânî tecelli ile yaşam), Reyhan (Esmâ tecellileri seyri) ve Nimetler Cenneti vardır. (A. Hulusi)

89 – artık bir revh-u reyhan ve bir Cenneti naim. (Elmalı)

 

Feravhun ve reyhanün ve cennetü na’ıym yeriniz tarifsiz bir huzur, refah, ve mutluluğun üretildiği cennetler olacaktır.

 

90-) Ve emma inkâne min ashâbil yemiyn;

Eğer Ashab-ı yemîn’den ise; (A. Hulusi)

90 – Ve amma Ashabı yemînden ise. (Elmalı)

 

Ve emma inkâne min ashâbil yemiyn yok eğer bahtiyar kesimden biri olursanız,

 

91-) FeSelâmün leke min ashâbilyemiyn;

(Eğer öyle ise): “Ashab-ı yemîn’den senin için bir Selâm var” (denilir). (A. Hulusi)

91 – artık selâm sana Ashabı yemînden. (Elmalı)

 

FeSelâmün leke min ashâbilyemiyn artık sözünün eri olan bahtiyarlardan olan kişi sana selam olsun. Burada muhataba yöneldi vahiy, sana selam olsun, veya sözünün eri olan ey insan sana selam olsun.

 

92-) Ve emma in kâne minel mükezzibiyneddâ(aaa)lliyn;

Eğer (o can) sapık inançlı (hakikati) yalanlayıcılardansa; (A. Hulusi)

92 – Ve amma o tekzip eden sapkınlardan ise. (Elmalı)

 

Ve emma in kâne minel mükezzibiyneddâ(aaa)lliyn fakat eğer o yalanlayanlardan, yalanlayıp ta yoldan sapmış olanlardan ise.

 

93-) Fenüzülün min hamiym;

(İşte ona) başından aşağı kaynar sular dökülür! (A. Hulusi)

93 – her halde konukluğu hamîm. (Elmalı)

 

Fenüzülün min hamiym artık onun hakkı yürek yakan bir umutsuzluktur, yürek yakan bir ateştir. Onun hakkı başka bir şey değil.

 

94-) Ve tasliyetü cahıym;

Cahîm’in (yakıcı şartlar) ateşine maruz kalır! (A. Hulusi)

94 – Ve yaslanacağı Cahîmdir. (Elmalı)

 

Ve tasliyetü cahıym ve çılgın bir ateşe atılmaktır.

 

95-) İnne hazâ lehuve hakkul yakıyn;

Muhakkak ki bu Hakk-el Yakîn’dir (bilfiil yaşanacak gerçek)! (A. Hulusi)

95 – İşte budur hakikat hakkulyakîn. (Elmalı)

 

İnne hazâ lehuve hakkul yakıyn Hiç şüphe yok ki işte budur kesin olan gerçek, yakıyn olan gerçek işte budur. Yani bu dünya geçicidir, bir gün kalıcı hayat sizi bulacaktır ve burada iman edin denilen hakikati orada bizzat görecek, bizzat yaşayacaksınız.

 

96-) Fessebbih Bismi Rabbikel ‘Azıym;

Öyleyse tespih et ismi Aziym Rab olan namına! (A. Hulusi)

96 – Haydi tesbih et Rabbine azîm ismiyle (Elmalı).

 

Fessebbih Bismi Rabbikel ‘Azıym öyleyse sen ey insanoğlu muhteşem olan, aziym olan, muazzam olan Rabbinin adına hareket et. O’na sırt dönme, O’na borçlu olduğunu unutma, O’na borçluluk bilinci olan dine sırt dönme. Rabbine borcunu inkar etme ey insan. O senden borcunu ödemeni değil, borcunu inkar etmemeni istiyor. İnkar etmezsen ödemiş sayacak. Rabbim inkar etmeyenlerden kısın bizi.

 

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 18 Ekim 2013 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın