RSS

Tefsir Dersleri HAŞR SURESİ (22 – 24) (174 – A)

29 Kas

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

 

Değerli Kur’an dostları bir önceki dersimizde Haşr suresinin son üç ayeti hariç tefsir etmeye çalışmıştık. Kasıtlı olarak son 3 ayetini bir sonraki derse bırakmıştık. Zira hasr suresinin son 3 ayeti doğrudan Allah’tan söz eden ayetlerdi. Allah’tan söz eden ayetler varlığın zirvesinden söz eden ayetlerdir. En güzelden söz eden ayetlerdir. En güzelden bahis açan söz, sözün en güzelidir. Vahiy zaten en güzelin sözüdür. Vahyin en güzeli de Allah’ın zatı hakkında konuştuğu ayetlerdir. İşte bu ayetler Allah’ın zatı hakkında konuştuğu ayetler.

BismillahirRahmanirRahıym

 

22-) “HU”vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ “HÛ”* ‘Âlimulğaybi veşşehâdeti, “Hu”verRahmânurRahıym;

“HÛ” Allâh, tanrı yok, sadece “HÛ”! Gayb ve şehâdeti daimî bilendir! “HÛ”, Er Rahmân (tüm El Esmâ özelliklerini mündemiç olan) Er Rahıym’dir (tüm El Esmâ özelliklerini açığa çıkaran – o özelliklerle Efâl âlemini seyrinde yaşamakta olan). (A. Hulusi)

22 – O öyle Allah ki ondan başka Tanrı yok gaybı de bilir şahadeti de, o rahmândır, rahîmdir. (Elmalı)

 

“HU”vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ “HÛ”.  “HU”vAllâhu; O Allah’tır. Kendi içinde bir cümledir. Müpteda ve haberden oluşan bir isim cümlesi. Ama bu isim cümlesi aynı zamanda kelimeyi Tevhidin de müptedasıdır, yani daha uzun bir isim cümlesinin bir parçasıdır. O Allah Ki; Kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O Allah ki kendisinden başka tapılmaya layık hiçbir varlık yoktur. O %100 Allah’tır. O kendisinden başka tapılmaya layık hiçbir varlığın olmadığı Allah’tır. Farklı farklı şekillerde dilimize aktarabiliriz. “HU”vAllâhu O Allah’tır.

Her isim Allah’a döner tüm ilahi esma ve sıfat Allah’a döner. Yan, Allah’u keriymun, Allah’u rahiymun, Allah’u rabbün, Allah’u Hâlıkun. Allah’u Aziymun, Allah’u Aliymun, Allah’u Habiyrun gibi tüm esmanın mevsufudur Allah lafzı. Yani tüm esma Allah lafzını niteler, sıfatı olur. Allah büyüktür, Allah cömerttir, Allah görendir, Allah işitendir, Allah bilendir, Allah rızık verendir, Allah yaratandır gibi her isim ve sıfat Allah ismine döner.

Peki Allah ismi neye döner? İşte burada onu görüyoruz. Allah ismi de “Hüve” yani O zamirine döner. Zatı ilahinin mutlak varlığını temsil eder. Hüve zamiri. O demektir. 3. tekil şahıs zamiri. Aslı “Hu” dur “vav” zaiddir hüma vehüm gibi ikil ve çoğul formlarda düşer. Hüve ma değil, Hüma şeklinde gelir. Bazılarına göre Allah isminin türetildiği asıl Hüve dir. “H” hüvenin de aslıdır. “vav” fazladır demiştik zaiddir. “He” bir ses değildir, “h” bir nefestir. Her canlı soluk alırken “h” der. Yani ciğer insan istese de istemese de, canlı istese de istemese de “h” sesi çıkarır. Soluğun doğal sesidir bu. “O” demektir. “O’na”  işarettir. Ek Hayy olan, mutlak diri olan ve tüm dirilere diriliği kendisi vermiş olan Allah’a canlı varlıkların doğrudan bir atfıdır. Nefes canlılığın alametidir.

Varlık ilahi bir nefestir. Kevn ve fesad oluş ve bozuluş, bu nefesin veriliş ve alınışını temsil eder. Cemal sıfatları ilahi nefesin alınışını, Celal sıfatları ilahi nefesin verilişini temsil eder. Nefes alan canlılar içinde yalnızca insan İradi olmayan tespihi, iradi olana dönüştürebilir. İradesiz olana tespih denilir zaten, iradeli olana Zikr denilir. Onun içinde Kur’an bu kavramları iradi olana dönüştürmek için tespihi, zikr kavramını kullanır ki, Kur’an ın kendisi de zaten bir zikirdir.

Ve sorar “O” kimdir? İnsan iradesiyle sorar O kimdir. Çünkü nefes alırken “O”, “O”, “O” demektedir. “h”, “h”, “h” derken, nefes alırken “O” kimdir. İdrakin derinliklerinden bir ses gelir, yek bir ses; “O” Allah’tır. “HüveAllahu” O Allah’tır. Fıtratla beraber vahiyde cevap verir. İşte bu cevap O cevaptır.

Allah ağızda başlar, ciğerde biter. “Al-lah”  Yani sesin çıktığı yerde başlar sesin kaynağında biter, ciğerde. Dudaklar hiç birbirine değmez, bu tıpkı yaratılış sürecinde olduğu gibi dıştan içe doğru bir süreci, bir seyri takip eder. Dışarıdan içe doğru, ciğere doğru. Adeta Allah insanın dışında ki kainat üzerinden vardığı bir hakikat olarak ta.! İçine nüfuz eder. ta.! Yüreğine nüfuz eder. Aklına nüfuz eder. Allah lafzında ki sesin seyri, sesin gidiş istikamti insana bunu hatırlatır.

El İlâh; E-le-he fiilinden türetilmiştir dilcilerin grüşüne göre. Mabut edindi, rab edindi, kulluk etti, ibadet etti anlamına gelir. Bu kök aslında cazibe, sevgi, muhabbet, çekicilik, aşk, sadakat, hayranlık anlamlarına gelen bir köktür. Ki aynı 3 kelimeden sülasi mücerretten türetilmiş 7 form; E-lehe, e-he-le, he-le-ve, he-ve-le, ve-le-he, ye-le-he, ve-he-le. 7 form. Bunların Arap dilinde ki kök karşılıklarına baktığımızda hepsinin ortak bir tek anlamı vardır; sevgi ve cazibe. Aslında sevgisini yitirmekten korkulan bir şey, bir güç, bir özne anlamını verir bize. E-le-he sülasi mücerredinin kök harflerinin tüm kombinezonlarından oluşmuş kelimelerin ortak manası.

Genel görüşe göre Allah lafsı türetilmemiştir. Mutlak isimdir. İsmi has bile değildir, mutlak isimdir. Allahümme de ki mim dilcilere göre azamet zamiri anlamına gelir. Yani Allah’ın yüceliğini ifade eder. Ey Allah’ım manasına da gelir. 2. bir görüştür bu, nida manasına da gelir, dua manasına gelir yani. Ama bendenize göre Arap dilinde ki diğer mimler gibi küm, hüm, zamirlerinde ki cemimi gibi bu mim de genel kuralın içindedir. Yani cemiy ifade eder.

Peki Allahümme’yi nasıl izah edeceğiz cemiy olarak? Şöyle tüm kemal sıfatların onda toplandığı, tüm noksan sıfatlardan da masun ve mahfuz olduğu, yani tüm noksan sıfatlardan da arınmış olduğu yönünde te’vil ve tefsir edebiliriz.

Kur’an da Allah ismi 2.697 kez geçer. Kur’an da geçen en çok geçen izimdir, şanına layık bir biçimde geçer. İslam’da varlık tasavvuru 3 tür. Vacip varlık, mümkin varlık, ve muhal, mümteni varlık. Vacip varlık; Varlığı zorunlu olandır. Yani var olması için bir var ediciye ihtiyaç bulunmayandır. O Allah’tır. Mümkin varlık; varlığı da yokluğu da mümkin olan, yani bir var edici olmadan var olamayacak olan varlıklardır ki Allah dışında ki insan da dahil tüm görünen ve görünmeyen alemlerdir. Muhal varlık ise, aslında farzı muhaldir. Yokluktur. Yokluk; yoktur. Karanlığa benzer. Varlığın olmaması halidir. Allah bütün varlığı yokluk aleminden çıkardığı için böyle bir kategori koymuşlardır kelam ulemamız. Dolayısıyla Allah varlığın zirvesidir. Varlık evreninin zirvesi Allah’tır.

Cahiiliyede Allah inancı vardı. Onlara; Ve lein seeltehüm men halekas Semavati vel Arda ve sahhareş Şemse vel Kamere le yekulünnAllâh. (Ankebut/61) eğer onlara sorsan, desen ki gökleri ve yeri kim yarattı? Elbette Allah yarattı derler. Diyor ayet. Kur’an ın bize haber verdiği gibi cahiliye müşrikleri Allah’a inanırlardı. Fakat onların problemi uzak Allah inancı idi. Allah’ı hayata karışmayan bir Allah tasavvuruyla biliyor ve inanıyorlardı. Onun içinde aracılar koyuyorlardı.

Putlar uzak tanrı tasavvurundan neşet etmişti. Madem uzaktı, bizi duyamazdı, o zaman aracılar koyalım dediler ve putları icat ettiler. Putlar; Onlarla Allah arasında aracılık yapıyorlardı sözüm ona. Onun için cahiliye müşriklerini olağan dışı zamanlar müstesna hiç dua ederken görmeyiz. Görmeyiz; çünkü Kur’an bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu söylerken Allah’ın cahiliye müşrikleri ötelerin ötesinde, uzakta, çok uzakta, insanla ilgilenmeyen ve insanı duymayan bir varlık olarak tasavvur ederlerdi.

Kur’an cahiliye müşriklerinin bu sapık tanrı inancını yıktı. Duayı mü’minin hayatının her anına soktu. Namazı duanın ayaklanmış biçimi yaptı. Zikir, ibadet, tefekkür hep Allah ile insan arasında ki yakınlığı ifade etti. ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd. (Kaf/16) dedi Kur’an ve Kur’an dan Allah; Biz kulumuza şah damarından daha yakınız.

Tanrı atamak dediğimiz problem hep uzak tanrı tasavvurundan kaynaklandı. Çünkü insan bir kez Allah ile arasına aracılar atama yetkisini kendinde görmeye başladığında artık tanrısını kendisi atıyor demektir. İnsan kendi atadığı tanrıya kul olabilir mi? Kul olursa nasıl kul olur? Kişi tanrısının amiri olursa bu ne biçim bir iştir. İşte tüm şirk türlerinin düştüğü komik durum, gülünç durum buydu.

Marifetullah, Allah’ı bilmek değildir sadece. Marifetullah Allah’ı tanımak, dahası Allah’ı anlamaktır. İşte Kur’an Allah’ı tanıyacağımız, Allah’ı anlayacağımız en sahici, en gerçekçi ve en temel en hakiki kaynaktır. İnsan tanımadığı, bilmediği, anlamadığı bir Allah’a nasıl kulluk yapabilir ki. İşte vahiy bize Allah’ı tanıtıyor ve Haşr suresinin bu son ayetleri de vahyin Allah’ı en açık tanıttığı ayetlerin başında geliyor. Tıpkı İhlas suresi gibi. Tıpkı Ayet el kürsi gibi bu ayetlerde Haşr suresinin son pasajı da Allah’ın vahiyde açık ve net bir biçimde tanıtıldığı bölümlerin başında gelmektedir.

Allah’ın varlığı o kadar gerçektir ki O vardır demek bile abes kaçar. Çünkü O yoktur diyebilmek bu dili, bu sözü söyleyen insanı yok etmeden mümkin değildir. Eğer bu sözü söyleyen insan var ise O vardır. Onun için “O” yoktur diyen bile O’nun varlığını ispat etmiş olur. Çünkü o dil O’nun sayesinde var. O ses “O”nun sayesinde var. O yoktur diyen insan O’nun sayesinde var ve o insanı var eden çevre, şart, anne, baba, nesil; O’nun sayesinde var. Yani ne ki var,O’nun sayesinde var. Onun için Allah vardır demek bile abestir ve Kur’an ın hiçbir tarafında Allah’ın varlığı ispat edilmez. Çünkü O Bedîhi olarak vardır, zorunlu olarak vardır, bizatihi vardır.

İman bu manada ön bilgidir. Küfür ise ön yargıdır. Allah’ın varlığı hakkında ki imanımız aslında dışarıdan kazandığımız bir şey değil, insanın fıtratına nakşedilmiş olan ilahi bir yazıdır. İnsan kul olmak için doğmuştur. Eğer bir Allah’a kul olmaktan yüz çevirirse, kul olacağı, önünde eğileceği binlerce tanrı icat eder. Tarihte ve bugün görüldüğü gibi. Onun için insanın kaderi Allah’a kulluktur. Kul olmak için var olmuştur, kul olmak için dizayn edilmiştir, kul olmak için gerekli olan her şeyle kuşatılmıştır. Rabbine kulluktan yüz çeviren insan kulluktan kaçmış olmaz, ama kendinden aşağı şeylere kulluğa mahkum olmuş olur. Sadece kendine yazık etmiş olur, kendini beş paralık etmiş olur.

“HU”vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ “HÛ”- lâ ilâhe illâ HÛ, bizim kelime-i tevhid olarak söylediğimiz la ilahe illallah’ın sonu zamire dönüştürülmüş şeklidir. Aslında Lâ ilâhe illallah biçiminde Muhammed/19. ayetinde geçer. Lâ ilahe İllallah, lâ ilâhe illa Hu; aynı anlamı verir.

Kelime-i tevhid imanın imzasıdır, hakikatin itirafıdır, sözün özüdür, kelamın atan kalbidir. Varlık hakikatinin söz kalıbında billurlaşmış şeklidir. Her şey Lâ ile İlla arasında olup biter. Var olmak tevhid okumaktır. Var olmak muvahhid olmaktır. Açık bir süreçtir kelime-i tevhid. Kişi lâ ilâhe illallah derken hiç dudak birbirine değmez. Adeta süren, kesintisiz bir süreç. Tıpkı Allah derken değmediği gibi. Kesintisin bir süreç, bitimsiz bire süreç, sonu ve başı olmayan bir süreç adeta. Adeta afak ve enfüsteki ayetlerin tamamı kelimei tevhid aynasında yansır.

Senüriyhim âyâtina fiyl afakı ve fiy enfüsihim hattâ yetebeyyene lehüm enneHUl Hakk. (Fussilet/53) ayetinde ifade edildiği gibi. Biz onlara dış dünyada ve iç dünyalarında. Afakta ve enfüste ayetlerimizi göstereceğiz.. Ta ki O’nun, Allah’ın mutlak varlığının hakikat olduğu ayan beyan ortaya çıksın. İşte bu ayetler her zaman içimizde ve dış dünyamızda bize; Beni oku, beni oku, beni oku diye gülümsüyor. Yere bakın, göğe bakın, aya bakın, güneşe bakın, yıldıza bakın, insana bakın, toprağa bakın, suya bakın, nereye bakarsanız bakın Allah’ın esmasının tecellisini görürsünüz. Varlık aynasında O yansır ve her şey O’nu haykırır her şey O’na işaret eder, her şey adeta bir işaret parmağı gibi O’nu gösterir. Ben demez O der. Çünkü sanat varsa bir sanatkar vardır, fiil varsa bir fail vardır, eser varsa bir müessir vardır. Sanatın olup ta sanatkarın olmadığını söylemek abesle iştigaldir. Onun için varlık; Allah’ı gösteren bir işaret parmağıdır.

Kelimeyi tevhid içinde bir tek noktalı harf geçmez. bu adeta bize şu mesajı verir; Hepsi asli seslerden oluşmuş olan kelimeyi tevhid de nokta kadar bile ayrılık yoktur. Yani kelimeyi tevhidi getiren lâ ilâhe illallah diyen bir mü’min kainatı bir bütün olarak algılar. Hâlık ve mahluk arasında ki bağı koparmaz. Mahluku Hâlıktan bağımsız ve bağlantısız anlamaz. Her şey, her şeyle, ve her şey bir ile alakalıdır der. Onun için kelimeyi tevhide hiçbir noktalı harf yer almaz. Tevhid insanın Allah karşısında ki esas duruşunu temsil eder. Kelimeyi tevhid yerler ve göklerden daha ağırdır. Efendimiz böyle buyurur bir hadisinde;

Terazinin bir kefesine lâ ilâhe illallahı öbür kefesine tüm yaratılmış varlıkları, yerler ve gökleri koysanız lâ ilâhe illallah daha ağır gelir.

Aslında ben buradan şunu anlıyorum Lâ ilâhe ilallah varlığın kapısını açan anahtardır. Adeta şöyle de anlayabiliriz. Lâ ilahe illallah öyle bir elmastır ki, yerlerin ve göklerin tamamını satın alır, bu değerde bir elmastır. Çünkü bu söz varlığın kalbine girmek için verilen ilahi bir paroladan başka bir şey değildir. Allah ile, ahiretle, cennetle iletişim için bir şifre, bir pesfört hükmündedir. Bu şifreyle girersiniz eşyanın kalbine. Bu şifreyle girersiniz varlığın kalbine. Kelimeyi tevhid işte odur. Onsuz girilmez bir alemdir cennet. Adeta cennetin kapısında şu levhayı görür gibi olursunuz; İman etmeyen giremez. “Lâ ilâhe illallah” ise imanın giriş kartıdır, ilk cümlesidir.

“Lâ ilahe” nefiydir, “illallah” ispat. Kelimeyi tevhid iki kısımdan oluşur. “Lâ ilahe”, ve “illallah”. “Lâ” yok demektir, hayır demektir. Lâ süpürgesiyle yüreği süpürmeden illa ile inşa edemezsiniz. Lâ ilahe; hiçbir ilah yok, hiçbir tanrı yok. Tapılmaya layık hiçbir şey yok. ”İllallah” sadece, yalnızca Allah var. Bu demektir. Nefiy ve ispat cümlesinden oluşan bir ibaredir lâ ilâhe illallah. Cümle her ne kadar olumsuzsa da mana tasavvurda pekiştirilmiş bir ispattır. Cümlenin nefiy ispar tarzında gelmesinin anlamı şudur;

1 – Tevhidin inşası, şirkin imhası ile mümkündür. Lâ ilâhe illallah. Hiçbir tanrı yoktur, sadece Allah vardır şeklinde gelmesi tevhidin inşası, şirkin imhası ile mümkindir anlamına gelir.

2 – Kayıtsız şartsız bir evet, güçlü bir hayır ile başlamalıdır manasını verir.

3 – Tevhid bir nefestir. Nefesin yarısı almak, yarısı da vermektir. Dolayısıyla Lâ ilahe illallah bir nefesin alınan ve verilen iki yarısına benzer.

4 – İman kalbin tevbesidir. Tevbe ise kalbin öz eleştirisidir. Yönelişidir. Yanlıştan vaz geçip doğruya dönmesidir. Yanlıştan vazgeçip doğruya yönelmeyen bir gönül, Allah’a yönelmemiş demektir.

5 – Sadece tezin ispat şekli, ispat edilmesi, ucu açık bir süreçtir, ifadedir. Ard niyetler bu ibareden bir şey çıkaramasalar da bir şey ilave edebilirler. Onun için diğer ucunun da kapalı olması lazımdır. Yani ucu açık bir süreç olmaması lazımdır. Onun için, ucunu kapatmak için nefiy kullanılmıştır. Nefiy ve ispat yöntemi işte iki ucunu da paranteze almak içindir.

6 – Allah demek yetmez, %100 Allah demek şarttır. İllallah demek, %100 Allah demektir.

7 – Yokun yokluğunu ne kadar güçlü haykırırsanız haykırın, varın varlığını o kadar güçlü ispat etmiş olursunuz. Yokun yokluğunu ne kadar iyi haykırırsanız, varın varlığını da o kadar güçlü haykırmış olursunuz, ispat etmiş olursunuz.

Bu çerçeve de kelimeyi şahadet; Eşhedü en lâ ilâhe illallah ben diye başlar, ben idrakiyle başlar. Var olmak, şahit olmaktır. Allah’a tanık olmak; ödülü cennet olan bir şahitliktir. Şahadet tanık kılmaktır, kendini O’na tanık kılmaktır, Allah’ın sizi kendisine tanıklığa çağırmaktır, çağırmasıdır. Onun için insan canını, varlığını, malını, servetini, her şeyini Allah’a şahit kılarsa şehiyd hükmündedir.

Önce ben diyorsun, ben. Eşhedü, ben şahadet ederim ki, Ben diyerek giriyorsun varlığını O’nun varlığına şahit kılıp, Onun varlığına şahit oluyorsun. Şahit olan özne, nefis; Ben şahadet ederim ki demekle varlığını, O’nun varlığına şahit tutmuş olur. İşte kelimeyi şahadet insanın bir parmak hükmünde olmasıdır ki; Ben Allah’ı gösteren bir parmağım demiş olur zımnen.

Kelimeyi tevhid üzerinden bu açıklamaları yaptıktan sonra Haşr suresinin 22. ayetine devam edelim.

“HU”vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ “HÛ”* ‘Âlimulğaybi veşşehâdeti, “Hu”verRahmânurRahıym O; görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen tüm alemlerin alimidir. Her şeyi bilir. Sadece dışarınızı değil, içinizi de bilir. Sadece maskenizi değil, gerçek yüzünüzü de bilir. Sadece yüzünüzü değil özünüzü de bilir. Sadece özünüzü değil içinizin 40. odasını, kimselere göstermediğiniz, kendinizden bile gizlediklerinizi de bilir. Sadece yaptıklarınızı değil, yaptıklarınızın arkasında yatan niyeti bilir. Sadece niyetinizi değil, o niyeti doğuran iç güdülerinizi bilir. Sadece iç güdülerinizi değil o içgüdülere sebep olan temel duygularınızı da bilir. Bu, bu demektir.

‘Âlimulğaybi veşşehâdeh  Hu”verRahmânurRahıym bilir bilmesine de O Rahmandır,ü O Rahiymdir. O özünde sonsuz merhamet sahibi, işinde de merhametlidir. O özü itibarıyla sonsuzca bağışlayan merhametin kaynağı olan Allah’tır, tüm işlerinde de o merhamet vardır. Yani O Rahmandır, O Rahiymdir.

 

23-) “HU”vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ “HÛ”* el Melik’ül Kuddûs’üs Selâm’ul Mu’min’ul Müheymin’ul ‘Aziyz’ul Cebbâr’ul Mütekebbir* SubhânAllâhi ‘ammâ yüşrikûn;

“HÛ” Allâh, tanrı yok, sadece “HÛ”! Melik’tir (efâl, oluşlar âleminde mutlak hükmü yürüyen), Kuddûs’tür (yaratılmışlığa ve kevne ait nitelenmelerden, yaratılmış kavramlardan münezzeh), Selâm’dır (yaratılmışlarda yakîn ve kurb hâlini oluşturup mâiyet sırrını açığa çıkartan), Mu’min’dir (iman açığa çıkartarak hakikatini müşahedeye yönelten), Müheymin’dir (gözetip himaye eden, muhteşem azametini seyirde yaratılmışlığı kaldıran), Aziyz’dir (karşı konulması imkânsız olarak dilediğini yapan), Cebbâr’dır (iradesini zorunlu kabul ettiren), Mütekebbir’dir (Mutlak yegâne Kibriyâ {eniyeti} olan)! Allâh, onların ortak koştukları tanrı kavramlarından Subhan’dır! (A. Hulusi)

23 – O öyle Allah ki ondan başka tapılacak yok, öyle melik (Padişah) ki Kuddus, Selâm, iman ve emniyet veren mü’min, gözeten koruyan müheymin, Azîz, Cebbar, mütekebbir, tenzih o Allaha müşriklerin şirkinden. (Elmalı)

 

“HU”vAllâhulleziy lâ ilâhe illâ “HÛ” O Allah’ki O’ndan başka tapılmaya layık hiçbir mabut, hiçbir varlık yoktur. Tekrar geldi el Melik’ül Kuddûs O mülkün yegane sahibidir. Yani mülk O’nundur, varlık O’nundur, servet O’nundur, sen de O’nunsun. O sana serveti, mülkü, rızkı vermişse mülkünü mülküne vermiştir. Sen de O’nun mülküsün, sana verdikleri de. Mülkünü mülküne vermek, sağ cebinden sol cebine koymak gibidir. Sen verirsen elinden çıkar ama Allah verirse çıkmaz. İşte fark budur. El Melik O’dur. Onun dışında mülk benimdir diyenler, iktidar sahibi olduğunu söyleyenler, mutlak mülkiyet iddiasında bulunanlar yalan söylemiş olurlar. Haddi aşmış olurlar.

El Kuddus: O Kuddüs’tür, kutsalın kaynağıdır. O’nun kutsamadığına kutsallık atfetmek rol çalmaktır. Bir şeyi O kutsarsa kutsal olur. O bir taşı kutsarsa Hacer-ül esved olur. Bir beyti kutsarsa Kâbe olur, bir beldeyi kutsarsa, dağında ot bitmese de  Mekke olur, insanlar cennet gibi yurtlarını orayı özleyerek göz yaşları içinde oraya kavuşmak için terk ederler. O bir insanı kutsarsa Abdulmuttalib’in yetimi iken Alemlere rahmet olur, Muhammed olur, övülmüş olur.

Es Selâm O Selâmdır, barıştır, mutluluktur, huzurun kaynağıdır. Bir huzur ırmağı varsa O’ndan kaynar. Huzur ırmağının O’ndan kaynadığını görmeyenler asla huzura ulaşamazlar, sahte huzurlarla yetinmek zorunda kalırlar. Adını huzur koydukları zevk, lezzet ve hazzın etrafında dolanıp dururlar.

El Mü’min O Mü’mindir, yani güven verir ve güvenilmeyi ister Güven ve iman verir, güven ve iman ister. Dolayısıyla O Mü’mindir, el Mü’mindir. Biz O’na iman ettik, O kime iman etti diye sorulmaz. Onun Mü’minliği imanın ahlakını bize hatırlatır. Güvenir ve güvenilmeyi ister. Güvenmek ahlaki manasıdır imanın.

El Muheymin; O Müheymin’dir, yani otorite sahibidir. O’nun otoritesi üstünde hiçbir otorite yoktur. Kâinatın mutlak hakimi O’dur. O isterse oldurur, isterse öldürür. O’nun için,O’nun otoritesinden pay aldığını iddia edenler sadece ve sadece yalan söylemiş olurlar. Mutlak otorite O’na aittir.

El Aziyz:O Aziyz’dir kendiliğinden üstün ve yücedir. O yüceliğini hiçbir merciiye borçlu değildir. Hiç kimse işman etmezse, herkes küfretse, herkes isyan etse O’nun yüceliğine zerrece halel gelmiş olmaz.

El Cebbar; O her durumda iradesini yürütendir. Yani O’nun iradesinin önüne kimse duramaz.  O bir şeyi isterse eğer, dünya alem O’nun karşısına geçsin O’nun iradesi yürür. O birini severse, dünya alem nefret etsin hiçbir şey ifade etmez. O birinden nefret ederse, yani daha edebe uygun bir ifadeyle konuşalım; O birinin üstünü çizer, O birini defterinden siler, O birini unutursa Kur’an ın ifadesi ile, onu dünya alem sevse de Aziyz edemez. İşte O bu yüzden El Cebbar’dır. Her durumda iradesini yürütür.

El Mütekebbir; El Mütekebbir’dir, büyüklenmeye hakkı olan yegane varlıktır. O’nun dışında büyüklük taslayanlar büyük değil küçüktür. Sadece büyük taslağıdır, asla büyük olamazlar. Büyüklüğe hakkı olan yegane varlık O’dur. Bu kip mübalağa bildirir bu bağlamda, bu anlamda. Yoksa Mütekebbir, yani bu kipe giren diğer kalıpta ki ifadeler gibi büyüklenmeye hakkı olmadığı halde büyüklenen değil, burada olduğu gibi mübalağa anlamıyla büyüklenmenin en büyüğüyle, en büyük olarak büyüklenmeyi hak eden manasına gelir.

SubhânAllâhi ‘ammâ yüşrikûn O, onların koştukları her türlü şirkten münezzehtir, Berî’dir. Yani hiç kimsenin şirki O’na hiçbir zarar veremez. Herkes şirk koşsa, herkes O’na ortak koşsa O bundan zarar görmez, sadece insan görür. O halde aslında ayetin böyle bitmiş olması bize şu imayı da verir; Bu sıfatlarında O’na ortak koşmayın. Allah’tan rol çalıp ta bir başkasına yakıştırmayın. O’nun kutsallık vermediği bir şeyi kutsal kılmayın. Kutsallık atfetmeye kalkmayın. Bu Allah’tan rol çalmaktır manasına gelir.

 

24-) “HU”vAllâhul Hâlik’ul Bâri’ül Musavviru leHUl’ Esmâ’ül Hüsnâ* yüsebbihu leHÛ mâ fiysSemâvâti vel’Ard* Ve “HU”vel’Aziyz’ul Hakiym;

O Allâh, Hâlık (mutlak yaratan – Esmâ özelliklerini fiile dönüştüren), Bari (her yarattığını, zaman ve özellik olarak tüme uyumlu tafsile getiren), Musavvir (sonsuz mânâ sûretlerini açığa çıkaran); Esmâ ül Hüsnâ O’na aittir! Semâlarda ne var ve arzda ne varsa Allâh’ı tespih (ortaya koydukları işlevle Esmâ özelliklerini açığa çıkararak kulluk etmeleri) içindir; “HÛ” Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A. Hulusi)

24 – O öyle Allah ki Hâlık, Barî, Musavvir o, en güzel isimler (Esma-ül Hüsnâ) onun, bütün Göklerdeki ve yerdeki ona tesbih eder, o öyle azîz öyle hakîmdir. (Elmalı)

 

“HU”vAllâhul Hâlik Allah Hâlık’tır. Mutlak yaratıcıdır.

El Bâri: Bâri’dir, sadece yaratmakla kalmaz yarattığının ilk örneklerini de yaratandır. Yani prototiplerini, ilk örneklerini de var edendir. Hakikaten, şöyle bakın etrafınıza, her sanatçı yaratılmıştan yola çıkarak sanatını icra eder. Ama alemlerin Rabbi olan Allah neye bakarak yaratmıştır yarattıklarını. Modellerini de kendisi yaratmıştır. Siz (haşa) sizi yaratacak olsaydınız nerenizi nereye koyardınız? Şöyle bir bakın aynaya. Allah öyle muhteşem yerleştirmiştir ki insan en uçuk kaçık şeyler çizse bile yine de Allah’ın yarattığı çerçevenin dışına çıkamamaktadır.

El Musavvir; O yarattığının suretini tasvir eder. Yarattığının suretini en güzel şekilde, O’nun kullanacağı, O’nun amacına uygun olan en güzel şekilde yaratır.

[Ek bilgi; Musavvır olan cisimde rûh îcâd eden onu harekete getirir. O rûh bütün uzuvlarda tasarruf sahibidir. Göz, onunla görür. Kulak, onunla işitir. Dil onunla söyler. El, onunla tutar. Ayak, onunla yürür. Eğer bu ruh olmazsa gövde bir ağaç parçası gibi cansızdır. Hiçbir organ görevini yapamaz. O ulu padişahın emsalsiz işleri vardır. (Ebü’l-Leys Semerkandi-Tefsirü’l-Kur’an)]

leHUl’ Esmâ’ül Hüsnâ en güzel nitelikler, tüm mükemmellikler O’na aittir. Hepsinde tahsis “lam”ı ile gelir, istisnası yoktur bunun. Yani burada; LeHU da ki “lam” ne ise Lillahi biçiminde gelir bazı yerlerde. Ama tahsis “Lâm”ı mutlaka tüm kullanımlarda yer alır. Bu da şu anlama gelir. Tüm mükemmellikler O’na mahsustur. Tüm mükemmel vasıflar O’na mahsustur.

Esma; aşkın ve mutlak zatın kendini insan idrakine indirmesi, nazil etmesidir. Eşyanın hakiki manası vardır bir. Eşyanın 3 tür varlığı vardır.

1 – Eşyanın hakiki varlığı. O Allah için Allah’ın zatıdır.

2 – Eşyanın zihni varlığı vardır. Eşyanın hakiki varlığından farklı olarak bir de onun zihnimizde düşen zihni varlığı.

3 – Eşyanın dildeki varlığı.

İşte esma ve sıfat Allah’ın dilde ki varlığıdır. Allah’ın zatını biz düşünemeyiz. Yani Zatullah; bizim aklımızın kapasitesini aşar. Onun için Allah’ın zatını düşünmeyin buyurmuştur efendimiz. Allah’ın esması ve sıfatı üzerinde durmamız istenmiştir. Allah’ı ancak zatıyla değil esmasıyla bilebiliriz. Zatıyla bilemeyiz, çünkü zihnimiz buna yetmez.

İdrâk-i me’âli bu küçük akla gerekmez,

Zîrâ bu terâzû o kadar sikleti çekmez.  (Ziya Paşa)

Der ya Ziya Paşa, bu terazi bu ağırlığı taşımaz. Onun için mukayyet olan insan aklı, mutlak ve sonsuz olan Allah’ı kapsayamaz ve kavrayamaz. O zaman ne yapmamız lazım? Esmasıyla bilmemiz lazım. İşte bunun içindir ki soru sormaya Allah’tan başlamak yanlış yerden başlamaktır. Soru sormaya insan eğer başlayacaksa kuldan başlamalı, yarattıklarından başlamalı. Yani önce onu gösteren parmaklardan başlamalı, o zaman haddini bilir insan. Hâlitken değil mahluktan başlamalı. Soru sormaya mutlak varlıktan başlayan bir zihnin ters dönmüş, amuda kalkmış bir zihindir.

El Hüsnâ ismi tafdildir, sufat manasına da gelir. Yani en güzel manasına geldiği gibi güzel manasına da gelir. Fakat güzel karşılığı yetersizdir. Mükemmellik belki buna güzel bir karşılık olabilir yine yetersiz olmakla birlikte. Mükemmel anlaşılabilir mi peki? Hayır. Mükemmel anlaşılmaz çünkü aklımız mükemmel olmadığı için mükemmelliği kavrayamaz. Neden rabbini değil de ismini an diyor şimdi anlıyor muyuz Kur’an ı. Rabbini değil, O’nun ismini an, adını an. Çünkü O’nun adından O’nun zatını düşünmeye ancak yol alabiliriz, fakat onu da tam beceremeyiz.

Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak biçiminde anlamış Gazali O’nun esmasını anmayı. Yani O’nun esması insanda ahlaka dönüşürse bu Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak olarak anlaşılmış. Esma ül Hüsna ya çarpım tablosu muamelesi yapmak onun için esmayı anlamamaktır. Yani sadece 99 kelimeyi ezberleyen Cennete girer şeklinde anlamak, hiç anlamamaktır o hadisi. Aslında;  men ahsâhâ dehalel cenneh. Ahsâhâ da ki o Ahsâ nın 20 ye yakın anlamı vardır. Kim ezberlerse değil sadece, kim sayarsa değil, kim yaşarsa, kim anlarsa, kim künhüne vakıf olursa, kim hayatına giydirirse, kim ahlakını O’nun la ahlaklandırırsa manalarının hepsine birden gelir. Onun için  tehallaku bi ahlâkillah ı biz esma ile birlikte Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın sözünü esma ile birlikte düşünmek durumundayız.

yüsebbihu leHÛ mâ fiysSemâvâti vel’Ard göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nun adına hareket ederler, O’nu tespih ederler. Ve “HU”vel’Aziyz’ul Hakiym Ama ey insan; (göklerde ve yerde olan her şey O’nun adına hareket ederde ya sen kimin adına hareket edersin. Sen eğer nefsinin adına şeytan adına hareket etmeye kalkarsan Allah’ın bundan nesi eksilir hiç düşündün mü? Ve “HU”vel ‘Aziyz, O azizdir, O yücedir, O sonsuz büyüktür, O’nun hiçbir şeyi eksilmez, sen bitersin ey insan, sen tükenirsin. Nasıl mı? Hemen yukarıda demişti ya 19. ayette Ve lâ tekûnu kelleziyne nesullahe feensahüm enfusehüm (19) Allah’ı unutan ve Allah’ın kendilerini, kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Allah’ı unutan, Allah’ın da kendisini nefsine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Eğer sen O’nu unutursan, sen O’nun adına hareket etmezsen Ve “HU”vel ‘Aziyz O aziyzdir, hiçbir şeyi eksilmez.

El Hakiym; Hakiymdir. Eğer dersen ki kendisini unutacak bir varlığı neden yarattı, bunun cevabı da son isimdir. El Hakiym. Hikmeti vardır. Küfür olmasaydı imanın, karanlık olmasaydı aydınlığın, batıl olmasaydı hakkın,i münkir olmasaydı mü’minin kıymeti nasıl bilinecekti. Hikmeti vardır Üzerinde düşünürsen hikmetini anlarsın.

[Ek bilgi; Allah’ın Sıfatları;

1 – Zâtiyye sıfatlar,

2 – Fiiliyye sıfatlar,

3 – Maneviye sıfatlar olarak üç kısma ayrılır.

1 – Zâtî sıfatlar, Allah’ın zâtından ayrılmayan sıfatlardır ve iki kısımdır.

a)- Sıfat-ı Selbiyye

b)- Sıfat-ı Sübutiyye’dir.

a)- Selbî sıfatlar: Vücud, kıdem, bekâ, muhalefetün li’l-havâdis, yani yaratıklara benzememek gibi teşbihi ortadan kaldırarak kudsiyyet ve nezâhet ifade eden sıfatlardır ki, kuddüs, selam, ehad, vahid, evvel ve ahir gibi isimler de böyledir.

b)- Sübutî sıfatlar: Hayat, ilim, semi basar, irâde, kudret, kelâm ve tekvin sıfatlarıdır. İsimleri de zâti sıfatlar hasebiyledir. Fiili sıfatlar, zâti sıfatların eser ve hükümleri ile ortaya çıkışını ifade eden tekvin sıfatının görüntüsünden ibarettir ki, gibi isimler de böyledir.

c)- Manevî sıfatlara gelince, Allah Teâlâ’nın ahlâkını, sıfat ve isimlerinin ahkâm ve kemâlini ifade eden azâmet ve kibriyâ, celâl ve cemâl, izzet, adalet, hikmet, hilim, sabır, fadıl, şedidu’l- ikâb ve seriu’l-hisâb gibi vasıf ve isimler bu kabildendir. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır – Kur’an dili)]

[Ek bilgi-3; Beyhakî, muttasıl bir senedle Hz. Aişe (r.a.)’den şöyle bir rivayet nakletmiştir. Hz. Aişe Peygamber’e,

“Ya Resulullah! Allah Teâlâ’nın kendisine dua edildiği zaman kabul buyurduğu ismini bana öğret.” demişti.

Resulullah da, ona “Kalk abdest al, mescide gir, iki rekât namaz kıl, sonra dua et ben dinleyeyim.” buyurdu. O da öyle yaptı. Sonra dua için oturduğunda Hz. Peygamber “Allah’ım onu muvafık kıl.” dedi.

Hz. Aişe de şöyle dua etti: “Ey Allah’ım bildiğimiz ve bilmediğimiz güzel isimlerin hepsiyle ve bir kimsenin kendisiyle sana dua ettiği zaman hoşlandığın ve yine kendisiyle istediği vakit verdiğin en yüce isimle senden istiyorum.”

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) ‘İsabet ettin, isabet ettin.’ buyurdu.”(Hadis- Beyhaki)]

 

Sadakallahul aziym

 
Yorum yapın

Yazan: 29 Kasım 2013 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın