RSS

Tefsir Dersleri HAKKA SURESİ (01-52)(180-B)

28 Şub

5

{{“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”}}

{{“BismillahirRahmanirRahıym”}}

 

Şimdi yeni bir sureye giriyoruz. Elimizde ki Mushafın 69. suresi olan Hakka suresi. Sure adını hakikatin bütün çıplaklığıyla gerçekleşmesi, kaçınılmaz gerçek manasına gelen hakka dan almış ki ilk ayeti olur. ElHakkatü (1) MelHakkatü (2) Ve ma edrake melHakka (3) diye devam ediyor sure. Sadece burada kullanılıyor bu formla bu Hakka. Kelimesi. Hz. peygamber de sureyi bu isimle anmış, kaynaklarda bunu görüyoruz.

Surenin indiği yer Mekke, yani Mekke de nazil oluyor sure. Hz. Osman’ın nüzul tertibinde Mülk suresinden sonraya yerleştirilmiş. Muhteva esas alındığında Mülkten önceye yerleştirilmesi gerek. Yani biz en azından surenin içeriğini dikkate aldığımızda bunu söyleyebiliriz.

Kıssalar özet olarak veriliyor bu surede, çok özet. Yani ad kıssası, Semud kıssası ve birkaç değini daha yapılıyor ama çok özet bir biçimde. Firavuna bir atıf var. Bundan yola çıkarak Necm ile başlayıp Taha ile son bulan meydan okuyan sureler arasına katabiliriz, onlardan biri.

Yaklaşık nübüvvetin 6 – 7 yılına tekabül ettiğini düşünebiliriz ki bu boykot öncesi sureler diye adlandırdığım sureler kısmına giriyor. Boykot öncesi fakat fetret-i vahiy sonrası nazil olan surelerden biri.

Surenin konusu son saat ve ahiret. Ahireti inkar eden geçmiş kavimlerin helak kıssaları anlatılıyor zaten. 4-12 ayetler arasında. Hesap günü dile getiriliyor hemen arkasından 13-18 ayetler arasında. tabii ki hesap günü dile getiriliyorsa hesabın arkasından ödül ve ceza gelecektir doğal olarak. 19. ayetle başlayıp 37. ayete kadar da ödül ve ceza ele alınıyor. Sure vahiyle son buluyor, vahye atıfla. Zira vahiy kesin gerçek, kesin hakikattir 51. ayet. O halde insan Allah adına hareket etmelidir, surenin son ayeti de bu. Fesebbih Bismi Rabbikel ‘Azıym (52) o halde artık azamet sahibi rabbin adına hareket et denilerek sure son buluyor. Şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.

[Ek bilgi; Ahmed b. Hanbel efendimizin rivâyetine göre Hz. Ömer efendimiz şöyle diyor. Ben Müslüman olmadan önce Hz. Peygamberle tartışmak üzere evimden çıktım. Mescid-i Haram’a vardığımda baktım ki Resûl-i Ekrem benden önce gelmiş. Arkasında durdum, o Hâkka sûresini okumaya başladı. Kur’an’ın üslubuna hayran kalmıştım. Kendi kendime Kureyş’in dediği gibi bu bir şairdir diye düşündüm. Tam bu sırada Resûlullah; “O bir şair sözü değildir” (âyet 4) âyetini okudu. Bu sefer içimden öyleyse sihirbazdır dedim. Hemen “O bir sihirbaz sözü değildir” (âyet 42) âyetini, ardından da sonuna kadar bu sûreyi okudu. İşte o günden itibaren İslâm sevgisi benim içime girmeye başladı. (Müsned, 1, 17-18)

İbn Kesîr de bu hadiseye dayanarak Hz. Ömer efendimizin Müslüman olmasını sûrenin nüzul sebepleri arasında gösterir. (Besâiru-l Kur’an/ Ali Küçük)]

 

1-) ElHakkatü;

El Hakka (ölümle birlikte ortaya çıkacak mutlak hakikat)! (A. Hulusi)

01 – O Hâkka. (Elmalı)

 

ElHakka kesin gerçeğin tahakkuk etmesi manasına gelir. O zaman kesin gerçeğin tahakkuk eden olay diyebileceğimiz gibi gerçekleşecek hakikat te diyebiliriz, öyle de çevirebiliriz. Hatta 3. bir mana da çevirebiliriz; gerçek olan son saatin tahakkuku. Bunu da diyebiliriz. Nedir? ElHakka gerçekleşecek olan hakikat, mücerret olarak böyle gelmiş.

[Ek bilgi; O Hâkka. Bu, isim cümlesinin mübtedâsı, bundan sonra gelen kısım haberdir. “Ahid lâmı” ile el-Hâkka, el-Vâkıa, es-Sâa gibi kıyamet gününün isimlerinden olduğunda bir anlaşmazlık yoktur. Fakat ve gibi kavramlarla ilgisine ve sıfatlıktan isimliğe geçirilmesine göre bu kelimenin ne gibi bir anlam ifade ettiği hakkında on kadar izah şekli nakledilmiştir.

1. Hakk kelimesi “sabit ve gerekli” mânâlarında alındığı takdirde el-Hâkka; meydana gelmesi gerekli olan, geleceği hiç kuşkusuz sabit ol an saat demektir.

2. Hakk kelimesi, bir şeyi hakikati üzere tanımak ve tanıtmak mânâsına mastar olarak düşünüldüğünde “el-Hâkka”, kendisinde durumların hakkıyle tanınacağı, yani eşyanın hakikatini açıp ortaya çıkaracak saat demektir.

3. el-Hâkka, “işlerin hakikatlerini kapsayan” demektir. Yani içinde, doğruluğu ve gerçekleşmesi gerekli işlerin ve hallerin meydana geldiği şey demektir ki, Kıyamet’te meydana gelmesi ve varlığı gerekli olan sevap, ceza ve diğer kesin işleri ifade eder.

4. Hâkka, hakka demektir. Hakka ise, hukûk kelimesinin tekili olan hak tan daha özeldir. “Bu benim özel hakkımdır.” mânâsına denir.

5. Hâkka, şaşmaksızın inen ve yapacağını yalansız yapan bela demektir ki “Onun oluşunu yalanlayan yok.”(Vâkıa, 56/2) mânâsınadır.

6. Bir toplum üzerine meydana gelmesi hak olan vakit demektir ki birinci mânâya yakındır.

7. Her bir doğruluk ve eğriliğe, iyilik ve kötülüğe ceza ve mükâfatın hak olduğu, başka bir deyişle her çalışana çalışmasının karşılığının verilmesinin hak olduğu vakit demektir ki, bu da kıyamettir.

8. Yükümlü ve sorumlu kişilerin yaptığı işlerin bütün eserleri gerçekleşip artık bekleme sınırından çıkıldığı hak saat demektir. Çünkü bütün sevap ve ceza o gün ortaya çıkar.

9. Ezheri’nin gör üşüne göre, yenmeye ve üstün gelmeye çalışmak mânâsına, onunla karşılaştım da onu hakladım, yani “yenişmek üzere karşılaştım da ben yendim” denilmesinde olduğu gibi “haklamak” yani hakkından gelmek mânâsınadır. Çünkü bu kıyamet günü, dini hususunda Allah ‘ la batıl yoldan yarışa kalkanları hep hakları, yenilgiye uğratır.

10. Ebu Müslim’in görüşüne göre, el-Hâkka, “Rabbinin sözü hak oldu.”(Yunus, 10/33; Ğâfir, 40/6) âyetinde geçen fiilinden türetilmiş fâile (etken ortaç)tır.

11. Âkıbet, âfiyet kelimeleri gibi mastardır ki, “sırf hakikat” demek olur.

12. Bu kelime, kıyametin ismi olması itibarıyla, başka herhangi bir anlamı düşünülmeden, türememiş isim olur.

Bunların her birinden bir mânâ anlaşılmakla beraber, demek oluyor ki el-Hâkka, “O Hâkka’nın ne olduğunu sana ne bildirdi?” buyrulduğu üzere akıl ve düşünceyle bilinen bir şey değildir. (Elmalı-Tefsir)]

 

2-) MelHakkatü;

Nedir El Hakka? (A. Hulusi)

02 – Ne Hâkka? (Elmalı)

 

MelHakka sen bilir misin o kesin gerçeğin dehşetini. Ne dehşet gerçekleşeceğini veya. Veya nasıl tahakkuk edeceğini sen bilir misin?

 

3-) Ve ma edrake melHakkatü;

El Hakka’yı sana bildiren nedir? (A. Hulusi)

03 – Ve ne bildirdi sana dirayetle? Nedir o Hâkka? (Elmalı)

 

Ve ma edrake melHakka sahi, sen nereden bileceksin ki onun ne dehşet bir gerçek olduğunu. Bu bir üslûp. Kur’an ın ara sıra kullandığı bir üslûp. Muhatabında bir dikkat uyandırmaya çalışan ve onun tüm duyargalarını açmasına ve tüm hücreleriyle hitaba kulak kesilmesine meydan veren bir üslûp. Sahi sen nerden bileceksin ki onun ne dehşet bir gerçek olduğunu.

 

4-) Kezzebet Semûdu ve ‘Adun Bilkari’ati;

Semud ve Ad, o Karia’yı (ölüm sonrası yaşanacak sonsuz yaşamı) yalanladılar. (A. Hulusi)

04 – İnanmadı Semud-ü Âd o kariaya (ansızın gelen bela, kıyamet). (Elmalı)

 

Kezzebet Semûdu ve ‘Adun Bilkari’a Semud ve Âd son vuruşu inkar ettiler. Dehşet vuruş, el kari’ah. Evet onu inkar ettiler. Aslında Semud ve Âd ın ilk defa birlikte zikredildiği yer, Necm suresinin 50-51. ayeti. Belki buraya 2. diyebiliriz. Tam emin değilim ama Kur’an da birlikte 2. geçtiği yer burası olsa gerek. Bu önemli, Semud ve Âd neden ikisi birlikte geçer sualine biraz sonra cevap vereceğim.

 

5-) Feemma Semûdu feühlikü Bittağıyeti;

Semud’a gelince, yüksek sesli depremle helâk edildiler! (A. Hulusi)

05 – Amma Semud ilhâk (Yok) ediliverdiler o tâgıye ile, (Elmalı)

 

Feemma Semûdu Semûd’a gelince. Bittağıyeh Tağıye aslında haddi aşmak, haddi aşan, sınırı aşan. Ama burada ses duvarını kat kat aşan bir belâ ile helâk edildiler. Diye çevirebiliriz. Neden böyle çevirmemiz lazım? Çünkü aynı hadisenin anlatıldığı başka ayetlerde bunun ses ile gelen bir bela veya sesli bela olduğunu anlıyoruz. Onları birlikte okuduğumuzda, yani parçaları bütünleştirerek tüme varım yöntemiyle istikrai bir yöntemle okuduğumuzda bu sonuca varıyoruz.

Olayın geçtiği yer Hadramevd. Yemen’le Umman arasında bir bölge. Rubül Hali denilen, yani ¼ boşluk Arap yarımadasının en büyük çölünün alt, güney ucunda, okyanusa bakan kıyı şeridi boyunca uzanan bir toprak parçası burası. Hadramevd ölü yeşil demek zaten. Yani ismi bile bela kokuyor. Burada bir uygarlık kurulmuş fiy tarihinde, çok çok eski zamanlarda. İrem bağları meşhur işte bu uygarlığın bir unsuru.

İreme zâtil ‘ımâd. (Fecr/7) sütun sahibi irem diye geçer Kur’an da. Burada muhteşem bir uygarlık kurulmuş ve bu uygarlık etrafına örnek olmuş. Fakat Allah’ı unuttukları için, yani ekmeğin sahibini unutup ta ekmeğe döndükleri için, ekmeğin sahibini bırakıp ta ekmeğe tapmaya başladıkları için başlarına öyle bir felaket gelmiş ki uygarlık yerle bir olmuş. Bugün o uygarlığın kalıntıları 12 – 17 m. Kum deryasının altından bu yüzyılda çıkarıldı. Yani tarihsel verilerde, arkeolojik verilerde artık vahyin anlattığı bu belayı teyit etti. Ha o teyit etmese hiçbir şey değişmezdi aslında, ama bu ilave bir unsur olarak anılabilir. Fakat asıl vahyin bize verdiği öğüt farklı, o öğüdü devamında ki ayeti okuduktan sonra söyleyeyim.

 

6-) Ve emma ‘Adun feühlikû Biriyhın sarsarin ‘atiyetin;

Ad’a gelince, şiddetli bir kasırgayla helâk edildiler! (A. Hulusi)

06 – Ve amma Âd onlar da ihlâk ediliverdiler bir sarsar rüzgârı, azgın bir fırtına ile. (Elmalı)

 

Ve emma ‘Adun Âd a gelince feühlikû Biriyhın sarsarin ‘atiyeh onlar da değdiği yeri, değdiği şeyi, değdiği insanı sesiyle çarpan dizginlenmez bir kasırgayla helak edildiler.

 

7-) Sahhareha ‘aleyhim seb’a leyâlin ve semaniyete eyyamin husumen feteralkavme fiyha sar’a keennehüm a’cazu nahlin haviyeh;

Onu (kasırgayı) onlara, yedi gece ve sekiz gün musallat etti! O toplumu orada içi boş hurma kütükleri gibi yere yıkılmış görürsün! (A. Hulusi)

07 – musallat etmişti Allah onun üzerlerine yedi gece sekiz gün huşûm halinde: köklerini kesmek üzere müstemirren. Bir de görürsün ki o kavmi o müddet zarfında yıkıla kalmışlar. Ve sanki içleri kof hurma kütükleri imişler. (Elmalı)

 

Sahhareha ‘aleyhim seb’a leyâlin ve semaniyete eyyamin husuma Allah üzerlerine o kasırgayı 7 gece 8 gündüz kesintisiz bir biçimde estirdi. Husum; kesintisiz manasına gelebileceği gibi Hasmudda’ kullanımından yola çıkarak yarayı dağlamak manasına gelir bu. Dağlayan, dağlayıcı bir bela. Veya 3. bir manası daha var; kesmek, yani husum el katl manası vermiş lügatlar. Kökünü kesen, kökünü kazıyan, köküne kibrit suyu döken bir bela kasırgasıyla onları helak etti.

feteralkavme fiyha sar’a keennehüm a’cazu nahlin haviyeh ne dehşet bir manzara, öyle ki tıpkı kökten kopup savrulmuş hurma kütükleri gibi o kavmin orada çırpınıp kaskatı kesildiğini, taş gibi kesildiğini gözünde canlandırabilirsin diyor. Yani donmuş kalmışlar her kim ne yapıyorsa. Hatta tefsirlerde ifade edildiğine göre çoban donmuş, koyunlar da donup kalmış, taş kesilmiş. Böyle bir bela.

 

😎 Fehel tera lehüm min bakıyeh;

Onlardan geriye kalan ne görüyorsun? (A. Hulusi)

08 – Bak şimdi görebilir misin onlardan bir bakıyye. (Elmalı)

 

Fehel tera lehüm min bakıyeh şimdi geriye kalandan onların lehine bir şey görüyor musun? “Lâm”ı leh manası vererek veya onlardan geriye kalan bir kişi görüyor musun? Biraz takdir ilavesi ile. Ankebut/38. ayetinde onların kalıntılarından söz edilir. O halde onlardan geriye kalan bir şey görüyor musun denildiğinde aslında beladan geriye kalan kalıntılar değil, insan, veya birinci mana daha doğru onlardan geriye lehlerine bir şey kaldığını görüyor musun. Manası.

Değerli dostlar neden Kur’an 30 a yakın yerde bu iki kavmi bir arada ibret olarak sunar? Bu iki kavim birbirinin devamı aslında. Âd ve Semud. Âd güneyde yaşamış Yemen’le Umman arasında, Semud kuzey Arabistan da yaşamış, Arabistan la Ürdün arasında şimdi Medain-i Salih denilen, hicr denilen bölgede yaşamış bir kavim. Âd helake uğradıktan sonra Âd’ın kalıntıları artık bize burada dirlik, dışlık yok diye Kuzeye doğru göçüyorlar, Kuzey Arabistan’a. Geliyor oraya konuyorlar, konmakla kalmıyorlar, ders alacakları yere.

Biz orada medeniyetimizi çöle, kumun içine yaptık, başımıza bela geldi. Burada öyle bir medeniyet kuralım ki bir daha gelmesin diyerek taşlardan, yani dağların içinde ki kayalardan oyulu apartmanlar yapıyorlar. Dağlar gibi kayaların içine oyarak apartman yapıyorlar. Yani kaya gibi bir mimari geliştiriyorlar. Artık buna kimse dokunamaz, kimse bir şey yapamaz demiş olmalılar sanırım.

Ve ne oluyor? Onlar aslında suçu inşaat malzemesine bulacaklarına, suçu yaşanan ahlaksızlığa bulmaları lazımdı. Yanlış baktılar, yanlış gördüler. Allah’ın gör dediği yerden bakmadılar. Allah’ın gösterdiğini görmediler. Yani suçu davranışlarında arayacaklarına inşaat malzemesinde aradılar ve malzemeyi değiştirdiler. Dünyanın en sağlam malzemesiyle yaptılar binalarını. Yani granit kayaları oydular. Bugün hala şahit olarak ayaktadır. Peki ne oldu? Allah’ın belası gelince kayalar da işe yaramaz oldu. Yani ibret almadılar, ders almadılar, Allah’ın belası orada da buldu, Semud’u da orada mahvetti, kahretti.

 

9-) Ve câe fir’avnu ve men kablehu velmü’tefikatu bil hatıeti;

Firavun, ondan öncekiler ve helâk olmuş şehirler, hep o hatayı yapanlar! (A. Hulusi)

09 – Firavun de geldi, ondan evvelkiler de, mü’tefikeler de hep o hatâ ile. (Elmalı)

 

Ve câe fir’avnu ve men kablehu velmü’tefikatu bil hatıeh bir de Firavun, ondan önce gelenler ve alt üst olmuş şehirler vardı. Ne olmuştu bunlar? hepsi de günaha gömülüp gitmişlerdi. El mü’tefikât; Lût kavminin yaşadığı Sodom, Gomore ve diğer 4 şehir. Onları kastediyor. Alt üst olmuş şehirler. Altı üstüne gelmiş anlamına geliyor.

 

10-) Fe’asav Rasûle Rabbihim feehazehüm ahzeten rabiyeten;

Rablerinin Rasûlüne âsi oldular da (Rableri) onları şiddetle yakalayıverdi! (A. Hulusi)

10 – Hep rablerinin Resulüne âsî oldular o da onları alıverdi mütezayid bir tutuş (kahir bir kabza) ile. (Elmalı)

 

Fe’asav Rasûle Rabbihim rablerinin elçilerine sonunda isyan ettiler, karşı geldiler. Elçiye zeval olmazdı. Ama onlar elçiye isyan ettiler. Çünkü elçiye isyan etmek, elçiyi gönderene isyan etmektir. Allah’a isyan ettiklerinin farkına bile varmadılar. Elçinin ne suçu var ki. Elçiyi Allah göndermiş. Eğer bir itirazınız varsa elçiyi gönderen kapıya yapın. Yok, uyanıklık yapmaya kalktılar, hesapta Allah’ı bir tarafa koyup elçiyi taşa tuttular, elçiye hakaret ettiler. Elçiyi yalanladılar ama Allah’ı yalanladıklarının farkına varmadılar.

feehazehüm ahzeten rabiyeh işte sonunda da ne oldu? Rableri onları günahlarıyla büyüttükleri bir belaya çarptırdı. Bir bela ile aslında ehazehüm, enseledi, yakaladı. Rabiyeh, riba ile aynı kökten. Artan büyüyen günah, günahı katlamak anlamına geliyor. Demek k günah katlandıkça bela da katlanıyor. Günah katlandıkça ceza da katlanıyor. Aslında bu onu veriyor.

 

11-) İnna lemma tağal mâu hamelnaküm fiylcariyeti;

Muhakkak ki o su, kontrol dışı yükseldiğinde, sizi akıp gidenin içinde biz taşıdık! (A. Hulusi)

 11 – Halbuki biz o su tuğyan ettiği vakit sizi akan gemide taşıdık. (Elmalı)

 

İnna lemma tağal mâu hamelnaküm fiylcariyeh o su taştığında, tufandan söz ediyor. Hz. Nuh kavmine getirdi sözü Kur’an. Fakat Hz. Nuh’un kendisinden söz etmeden. O su taştığında sizi gemide taşıyan bizdik. Burada ilk muhataplar içinden iman edenlere hitap var. Hitap onlara. Zımnen şunu diyor bu ayet; İnsan tuğyan ederse, tabiatsa tuğyan eder. Yani tuğyan edip çığırından çıkınca su da çığırından çıkar ve insanı boğar. Tuğyan olan yerde tufan olmaz mı? Tuğyan haddi aşmak demek, Allah’ın emrinden çıkmak demek, Allah’a karşı gelmek demek. Tuğyan olan yerde tufan olur. Tufan nankörler için bir felaket sadıklar için bir necattır, kurtuluştur, nitekim öyle de olmuştur.

 

12-) Linec’aleha leküm tezkireten ve te’ıyeha üzünün va’ıyeh;

Onu, sizin için bir hatırlatma ve iyi algılayan kulak da onu iyi kavrasın diye (naklettik)! (A. Hulusi)

12 – Onu sizlere bir anid yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye. (Elmalı)

 

Linec’aleha leküm tezkireh size bir öğüt olsun diye aktardık biz bütün bu kıssaları  ve te’ıyeha üzünün va’ıyeh dahası işittiğini anlayan herkesin kavraması için aktardık bütün bunları. Kavramaya konu olan nedir peki? Günahla eşya arasında ki bağdır dostlar. İnsanın davranışlarıyla varlık arasında girift bir ilişki var. Davranışlarınız varlıktan bağımsız değil, davranışlarınızla ya etrafınızda kendi aleyhinize şahit biriktiriyor, ya da lehinizde şahit biriktiriyorsunuz. Dahası Davranışlarımızla eşyayı ya dost ediyoruz ya düşman. Bela ve musibetlerin gelişiyle insan davranışları alakasız değildir. Seküler bakışı Kur’an burada reddediyor ve halk irfanı bunu çok güzel yoğuruyor değil mi?

Hak belasın yazmaz kul azmayınca, Kula bela gelmez Hakk yazmayınca. (Atasözü) Yani hangisi? Hakk yazdığı için mi bela geldi, yoksa kul azdığı için mi hak yazdı. İkisi de, Kul azdı hak yazdı ve ondan öyle oldu. Aslında halkın irfan imbiğinden süzülen bu sözlerin arka planı bu ayetlerdir.

 

13-) Feizâ nufiha fiysSuri nefhatun vahıdetun;

Sur’a (sûretlere – o anki bedenlere) nefha-i vahide (tek bir üfürüş) üflendiğinde (bilinçler hakikatlerini bedensiz fark ettiklerinde)… (A. Hulusi)

13 – Çünkü sur üfürülüp de bir tek nefha. (Elmalı)

 

Feizâ nufiha fiysSuri nefhatun vahıdeh sûra, yat borusu bu. Çünkü ilk sûr bu. İlk sûra tek bir defa üflendiğinde,

 

14-) Ve humiletil’Ardu velcibalu fedükketa dekketen vahıdeten;

Arz (bedenler) ve dağlar (benlikler) kaldırılıp da tek darbeyle darmadağın edildiklerinde; (A. Hulusi)

14 – O yer ve dağlar yükletilip arkasından da bir çarpılış çarpıldılar mı bir defa. (Elmalı)

 

Ve humiletil’Ardu velcibal yer yüzü ve dağlar yerlerinden oynayacak. Daha doğrusu yerlerinden edilip, taşınıp, humiletil’ard ı öyle şey yapabiliriz fedükketa dekketen vahıdeh ardından da tek bir seferde un ufak edildiğinde, toz haline dönüştürüldüğünde, Devam ediyor Ayet;

VelMelekü ‘alâ ercaiha (17) melekler onun enkazı başında duracaklar. İşte bu zaman melekler onun enkazı başında duracaklar. fedükketa dekketen vahıdeh ardından da tek bir seferde un ufak edildiğinde, param parça edildiğinde

 

15-) Feyevmeizin veka’atilvakı’atü;

İşte o süreçte, o vâkı’a (herkesin mutlak hakikati fark edip yaşaması) oluşmuştur! (A. Hulusi)

15 – İşte o gün o vâkıa vukua gelmiştir. (Elmalı)

 

Feyevmeizin veka’atilvakı’ah işte o gün olay olup bitmiştir. Olay gerçekleşmiştir. İzâ vekâ’atil vâkı’ah (Vâkıa/1) ayetini hatırlayalım; Olay olduğu zaman. O müthiş, o dehşet olay işte o zaman olmuş, gerçekleşmiştir.

 

16-) Venşakkatis Sema’u fehiye yevmeizin vahiyeh;

O semâ (benlik bilinci) yarılmıştır! O süreçte o, göçmüştür! (A. Hulusi)

16 – Ve Semâ yarılmış o da o gün sarkmıştır, (Elmalı)

 

Venşakkatis Sema’ gök yarılmıştır, parçalanmış, paramparça olmuştur fehiye yevmeizin vahiyeh zira o gün bütün direncini yitirmiş olacaktır. Gök bütün direncini belki bu direnç yer çekimi ve merkezkaç kuvvetlerinin tuttuğu kâinat tespihinin ana ipliğidir cazibe ipliği.

[Ek bilgi; “…Yarılır…” hayvani nefis seması, ruh ayrılıp çıktığı için sıyrılıp açılır. “Ve artık o gün, çökmeye yüz tutar.” Ölüm halinde, fiil işlemeye güç yetiremez, hareket etmeye, idrak etmeye güç bulamaz.(İbn. Arabi-Te’vilât)]

Bu birinci sûr olsa gerektir, ki zaten bağlamdan o anlaşılıyor. Birinci sûr yat borusudur, ikinci Sûr kalk borusu. Birinci sûr öl borusudur yani. Vakıa suresinde, Neml/87. ayetinde özellikle de hacc suresinin girişinde 1 – 2. ayetlerinde  bu manzara öyle dehşetli bir biçimde anlatılmıştır ki, gerçekten oraya müracaat etmek lazım. Evet, İçmediği halde sarhoş olup, anneler emzikli yavrularını unutacaklar diyor. Yani bir anne yavrusunu nasıl unutur, süt emen yavrusunu. İşte böyle bir dehşetten bahsediliyor. Hacc suresinin ilk ayetlerinde, Yasin/14-50. ayetlerinde. Tekvir/1-6. ayetleri arasında, Enbiya, Tâhâ ve daha bir çok surede bu manzaradan söz edilir.

Değerli dostlar aslında depremler, bu ayetlerin bize ifade ettiği hakikatin küçük bir hatırlatıcısı. Onun büyüğünü düşünmek lazım. Mesela işin uzmanlarının söylediğine göre 14 şiddetinde bir deprem karalar ve denizleri yerinden oynatıyor. 15 şiddetinde bir depremde dağlar yıkılıyor, yani harita değişiyor. 17 şiddetinde bir depremde kıtalar hareket ediyor. 18 ve üzeri derecede ki bir depremde yer yörüngesinden kayıyor. 20 derecenin üzerinde ki bir depremde ise yer patlıyor. Buyurun, başka söylenecek ne kaldı. Allah ile güç yarıştıranlar, Allah herkesten güçlüdür, bunu ispat etmesini mi bekliyorsunuz veya bekliyoruz. Kork Allah’tan korkmayandan diyen ne güzel demiş değil mi. Aslında rabbimiz eğer isterse onun için derecelerin ne hükmü var ki, ne kıymeti var ki.

 

17-) VelMelekü ‘alâ ercaiha* ve yahmilu ‘Arşe Rabbike fevkahüm yevmeizin semaniyeh;

Melek de onun etrafındadır! Rabbinin arşını ise o süreçte onların (mahlûkatın) üstünde (boyutsal üstünde – derûnî yüceliğinde) bulunan sekiz (kuvve) taşır. (A. Hulusi)

17 – öyle ki melekler, kenarları üzerindedir ve üstlerinde o gün rabbinin Arşını sekiz hâmil olur. (Elmalı)

 

VelMelekü ‘alâ ercaiha melekler onun enkazı başında dururlar, duracak ve yahmilu ‘Arşe Rabbike fevkahüm yevmeizin semaniyeh ve onların da üstünde o gün rabbinin arşını 8. taşıyacak. Yani mücerret bir biçimde nasıl geldiyse öyle tercüme ettim şu anda, 8.i taşıyacak. 8 Melek demiş müfessirlerimiz, bilmiyoruz, müteşabih bir haber bu. Tıpkı ‘Aleyha tis’ate ‘aşer. (Müddesir/30) onun üzerinde 19 vardır ayeti gibi. İmtihan kılınmıştır bu tip şeyler Kur’an ın da ifade ettiği gibi. İmtihandır. Üzerinde konuşmak spekülasyon yapmaktır, Allahu ‘alem Bimuradihi Bihi demek lazım. Bununla neyi murad ettiğini en iyi Allah bilir demek en doğrusu.

ve yahmilu ‘Arşe Rabbike fevkahüm yevmeizin semaniyeh (sonraki ayetle birlikte)

 

18-) Yevmeizin tu’radune lâ tahfa minküm hafiyeh;

O süreçte, hiçbir gizliniz gizli kalmaksızın arz olunursunuz (apaçık ortada olursunuz)! (A. Hulusi)

18 – O gün arz olunursunuz, öyle ki gizli bir haliniz kalmaz. (Elmalı)

 

ve yahmilu ‘Arşe Rabbike fevkahüm yevmeizin semaniyeh (17) Yevmeizin tu’radun O gün O’nun huzuruna, yani Allah’ın huzuruna arz olunacaksınız. Mahkeme için çıkacaksınız. lâ tahfa minküm hafiyeh en gizli saklınız bile gizli kalmayacak. Yani gizli saklı olmayacak ki orada. Hiçbir gizliniz kalmayacak. Eliniz, ayaklarınız söyleyecek, diliniz dudaklarınız söyleyecek. Allah’tan saklayacak neyiniz olabilir ki. Dolayısıyla hiçbir gizliniz olmayacak. Basıyr olan Allah’a dünya da iman etmeyenler, orada utançlarından yüzlerinin etleri dökülecek.

 

19-) Feemma men ûtiye Kitabehu Bi yemiynihi feyekulu hâumukreû Kitabiyeh;

Kitabı (yaşam bilgi kayıtları) sağından oluşmuş olana gelince; o şöyle der: “İşte alın, okuyun bilgilerimi!” (A. Hulusi)

19 – İşte o vakit kitabına sağıyla irdirilmiş olan kimse der ki: ha alın okuyun kitabımı. (Elmalı)

 

Feemma men ûtiye Kitabehu Bi yemiynih fakat karnesini sağ elinden alanlara gelince, karnesi sağ elinden verilmiş olanlara gelince feyekulu hâumukreû Kitabiyeh O, (sevinerek şakıyacak, heyy..! millet hâumukreû Kitabiyeh alın işte okuyun karnemi, bakın karneme, yani gözünüz karne görsün ey millet diye mahşerde o sınıf geçtiği), tabir caizse hayat dersini geçip cenneti hak ettiği karnesini sallayacak. Ey millet gözünüz bir karne görsün, okuyun karne nasıl olurmuş görün diyecek. Sevinç içinde şakıyarak.

 

20-) İnniy zanentu enniy mülakın hısabiyeh;

“Gerçekten ben, yaptıklarımın sonucuna kavuşacağımı düşünüyordum!” (A. Hulusi)

20 – Çünkü ben sezmiştim ki ben kavuşacağım hesabıma. (Elmalı)

 

İnniy zanentu enniy mülakın hısabiyeh kesinlikle ben hesabımla yüzleşeceğime gönülden inanmıştım diyecek. Yani bir gün gelip hayatımın hesabını verebileceğime, vereceğime iman etmiştim: Burada İnniy zanentu gelmiş İnniy amentü gelmemiş. Neden zanentu gelmiş? Aslında zanne fiili enne ile birlikte kesinlik, eniy muhaffafe ile birlikte de şüphe ifade eder. Burada enne ile birlikte te’kit edildiği için zanne, zaten yakıyne en yakın fiil olduğu için sanki yakıyn gibi, iman gibi anlaşılmalıdır ki, aslında burada enne ile birlikte kesinlikle inanmıştır manasını verir.

 

21-) Fehüve fiy ‘ıyşetin radıyeh;

Artık o, mutlu bir seyir içindedir; (A. Hulusi)

21 – Artık o, hoşnut bir hayatta. (Elmalı)

 

Fehüve fiy ‘ıyşetin radıyeh o razı olunmuş bir hayat yaşayacak. Bu sanki tevriyeli gibi. Madem dünyada Allah’ın razı olduğu bir hayat yaşadı, ahirette de Allah ona razı olduğu bir hayat bahşedecek. Cennet hayatı bu.

 

22-) Fiy cennetin ‘aliyetin;

Âli (yüce) bir cennette! (A. Hulusi)

22 – Yüksek bir Cennettedir. (Elmalı)

 

Fiy cennetin ‘aliyeh yüce bir cennetin ta ortasında, ta göbeğinde yaşayacak.

 

23-) Kutufuha daniyeh;

Onun yaptıklarının getirisi nimetler, elinin altındadır! (A. Hulusi)

23 – Devşirimleri yakında. (Elmalı)

 

Kutufuha daniyeh hemen yanında, yani elini uzatsa alacağı kadar yakınında (Amellerinin meyveleri) olacak. Daniyeh; meyveleri, Fakat tabii ki amellerinin meyveleri. Kişi aslında ahirette karşılaşacağı bir şeyi dünyada ekiyor. Eğer tuba ağacını ekmişse orada onun meyvelerini devşiriyor. Yok cehennem ağacını, şeceretüs zakkumu ekmişse, zıkkım ekmişse orada onun yemişlerini devşiriyor. Yani dünya bir tarla, ed dünya mezra’a, dünya bir tarla. Dolayısıyla ahiretin tarlası. Dünyada neyi ekersek ahirette onu biçeceğimizi söylüyor bu ayet.

 

24-) Külu veşrebu henien Bima esleftum fiyl’eyyamilhaliyeh;

Geçmişinizde yaptıklarınızın sonucu olarak şimdi afiyetle yeyip için! (A. Hulusi)

24 – Yiyin için afiyet olsun, takdim ettiklerinize mukabil geçmiş günlerde. (Elmalı)

 

Külu veşrebu henien Bima esleftum fiyl’eyyamilhaliyeh bu günler için geçmişte peşinen takdim ettiklerinize karşılık yiyin, için, afiyet olsun. Bu günler için geçmişte peşinen takdim ettiklerinize karşılık. Demek ki bir mü’min dünyadayken peşin olarak yapıyor. Aslında bu rabbimizin bize ikramı. Yoksa rabbimizin daha peşin olarak verdiklerine eğer ödeyecek olsaydık ahirette hiçbir şey almazdı, alamazdı. Çünkü elimiz dilimiz, dudağımız, aklımız, ömrümüz, nefesimiz, ayağımız ne diyorsanız, neye sahipsek hepsi Allah’tan aldıklarımız değil mi? O’nun nimeti değil mi?

O halde biz ekstradan neyi hak etmiş oluyoruz. Demek ki cömertliği Allah’ımızın, başka bir şey değil. Onun içinde mü’min sanki Allah’a borçlu değilmiş gibi rabbimiz keremiyle davranıp peşinen ödeyen diyor. Peşinen ödediğimizi varsayıyor.

 

25-) Ve emma men ûtiye Kitabehu Bişimalihi feyekulu ya leyteniy lem ûte Kitabiyeh;

Yaşam bilgisi kayıtları (kitabı) solundan oluşmuş olana gelince; o da şöyle der: “Keşke bana kayıtlarım hiç verilmeseydi!” (A. Hulusi)

25 – Amma kitabına soluyla irdirilmiş olan da der ki: eyvah keşke erdirilmese idim kitabıma. (Elmalı)

 

Ve emma men ûtiye Kitabehu Bişimalih fakat karnesi sol elinden, solundan verilenlere gelince, aslında bu kaybedenlere, imtihanı kaybedenlere, hayat sınıfında imtihandan sınıfta kalanlara şeklinde de anlaşılabilir.

feyekulu ya leyteniy lem ûte Kitabiyeh o da diyecek ki nolaydım da keşke bugün karne almaz olaydım. Yani hiç imtihanı da görmeseydim, karne alma gününü de görmeseydim, öldükten sonra dirilmeseydim, toprak olsaydım. Öyle diyecek. ya leyteniy küntü turaba. (Nebe’/30) keşke toprak olup gitseydim diyecek diyor.

 

26-) Ve lem edri ma hısabiyeh;

“Hesabımı (yaptıklarımın sonucunun ne olduğunu) hiç bilmeseydim!” (A. Hulusi)

26 – Ve vâkıf olmasa idim ne imiş? Hesabıma. (Elmalı)

 

Ve lem edri ma hısabiyeh keşke hesabımın ne olduğunu hiç bilmeseydim.

 

27-) Yaleyteha kânetilkadıyete;

“Keşke (bu aşamaya gelinmeden) iş bitmiş olsaydı!” (A. Hulusi)

27 – Ne olurdu iş bitiren olaydı o ölüm. (Elmalı)

 

Yaleyteha kânetilkadıye ah..! keşke işimi tamamen bitirip bir yok oluş olsaydım. Yani benim işimi bitirseydi de ben yok olsaydım. Kânetilkadıyeh kesin bir vuruşla vurup işimi bitirmiş olsaydı, ölüm bir yok oluş olsaydı. Lâ ted’ul yevme süburen vahıden ved’u sübure..(Furkan/14) ayetini hatırlatıyor değil mi? bugün bir ölümü çağırmayın, bir tek ölü yetmez size ölümleri çağırın ölümleri diyordu ya ayeti kerime kaybedenler için. Ölümleri çağırın işte o.

 

28-) Ma ağnâ ‘anniy maliyeh;

“Servetim bana hiçbir fayda sağlamadı!” (A. Hulusi)

28 – Hiç bir şey’e yaramadı benden yana malım. (Elmalı)

 

Ma ağnâ ‘anniy maliyeh malım, başıma gelen hiçbir belayı benden defetmedi.

 

29-) Heleke ‘anniy sultaniyeh;

“Bütün gücüm de yok olup gitti.” (A. Hulusi)

29 – Mahvoldu benden saltanat-ü sâmanım. (Elmalı)

 

Heleke ‘anniy sultaniyeh gücüm elimde patladı veya beni güçlü kılan belgeler hiçbir işe yaramadı.

 

30-) Huzûhu feğulluhu;

“Tutun da bağlayın onu!” (A. Hulusi)

30 – Tutun onu hemen bağlayın onu. (Elmalı)

 

Huzûhu feğulluhu (meleklere denilecek ki) alın onu, bağlayın.

 

31-) Sümmel cahıyme sallûhu;

“Sonra Cahîm’e (cehenneme) atın onu!” (A. Hulusi)

31 – Sonra ancak Cahîme yaslayın onu. (Elmalı)

 

Sümmel cahıyme sallûhu sonra cehenneme yollayın.

 

32-) Sümme fiy silsiletin zer’uha seb’une zira’an feslukûh;

“Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincir içine sokun onu;” (A. Hulusi)

32 – Sonra bir zincirde, ki boyu yetmiş arşın, yollayın onu. (Elmalı)

 

Sümme fiy silsiletin zer’uha seb’une zira’an feslukûh sonra bir zincire vurun, uzunluğu 70 arşın olan bir zincire ve sıkıca bağlayın. Burada ki 70 rakamının kinaye olduğunu Zemehşeri söylüyor, gerçekten de 70 rakamı Kur’an ın bir çok yerinde kinaye olarak kullanılır. Uzun upuzun bir zincir. Zincirin uzunluğu aslında tutuklunun ya da hükümlünün biraz daha hareket serbestisine kavuşması gibi algılanabilir. Aslında burada ki vurgu o değil, zincir uzadıkça hükümlünün ağırlığı artar, yani taşımak zorunda kaldığı ağırlık artar. Onu ifade ediyor. Aslında buradaki zincirin uzunluğundan belki de şunu anlamak lazım Allah’a her isyanımız orada ki zincire bir halka ekletiyor. Allah korusun hafizanAllah ve iyyaküm diyelim Allah sizi de bizi de korusun.

 

33-) İnnehû kâne lâ yu’minu Billâhil’Azıym;

“Çünkü o, Esmâ’sıyla hakikati olan Aziym Allâh’a iman etmiyordu!” (A. Hulusi)

33 – Çünkü o Allah u azîmüşşana inanmıyordu. (Elmalı)

 

İnnehû kâne lâ yu’minu Billâhil’Azıym çünkü o, yüce Allah’a inanıp güvenmedi, suçu oydu. Yani Allah’a güvenmedi, Allah’a inanmadı. Allah ona güvendi ama El Mü’min olan Allah ona güvendiği için ona bir çok kredi açtı. Dünyaya gelirken hiçbir şey yoktu, ona bir çok şey verdi. Kendi varlığını verdi, yokluktan varlığa getirdi. Böyle cömert bir Allah’a karşı böylesine nankör nasıl cezalandırılacaksa şimdi öyle cezalandırıldı.

 

34-) Ve lâ yehuddu ‘alâ ta’amil miskiyn;

“Yoksulları doyurmak konusunda hiç çabası yoktu (cimriydi)!” (A. Hulusi)

34 – Ve fukaranın yiyeceğine hiç bakmıyordu. (Elmalı)

 

Ve lâ yehuddu ‘alâ ta’amil miskiyn yoksulu doyurmak için hiçbir çaba harcamadı, elini kıpratmadı. Yani doyurmadığı bir tarafa doyurmak için çaba da harcamadı.

 

35-) Feleyse lehülyevme hahuna hamiym;

“İşte bu süreçte onun hiçbir candan dostu yoktur.” (A. Hulusi)

35 – bu gün de ona yok kanı sıcak bir hısım. (Elmalı)

 

Feleyse lehülyevme hahuna hamiym işte bu yüzden burada ne bir can dostu,

 

36-) Ve lâ ta’amun illâ min ğısliyn;

“İrinli artıklardan başka yiyecekleri olmaz;” (A. Hulusi)

36 – Ne de bir taam, bir «gıslîn» den başka. (Elmalı)

 

Ve lâ ta’amun illâ min ğısliyn ne de, devam ediyor çünkü; ne de pis bir atıktan başka. Ğıslıyn pis bir atıktan başka yiyeceğe sahiptir. Ğıslıyn yıkantı anlamına, zaten yıkadı anlamına gelen ğasele den, yıkantı. Türkçe de özellikle eskiler çok kullanırlar kirlenen şey yıkandıktan sonra geriye kalan artık anlamına kullanılmış. Sanki günah kirleriyle beslenecekler gibi bir mana çıkıyor. Cehennemlikler ahirette günah kirlerini yiyerek beslenecekler. Oranın hayatı manevi bir hayat, bambaşka bir hayat olduğu için tabii ki ahiretteki tüm durumlar zorunlu olarak mecazi bir dille, mecazla ifade edilmek zorunda. Dünyada ruhunu hangi gıda ile doyurmuşsa orada onu bulacak biz buradan bunu anlıyoruz.

 

37-) Lâ ye’küluhu illelhatıun;

“Suçlular sadece onu yer!” (A. Hulusi)

37 – Ki onu kimse yemez hatâkâr canîlerden başka. (Elmalı)

 

Lâ ye’küluhu illelhatıun o sadece günahkarların yediği bir yiyecektir.

 

38-) Fela uksimu Bima tubsırun;

Yemin olsun görmekte olduklarınıza, (A. Hulusi)

38 – Artık yok, kasem ederim ki gördüklerinize. (Elmalı)

 

Fela uksimu Bima tubsırun bakın gördüğünüz her şeye yemin ederim. Rabbimiz yemin ediyor. Bu sıradan bir yemin değil.

 

39-) Ve ma lâ tubsırun;

Ve görmediklerinize! (A. Hulusi)

39 – Ve görmediklerinize. (Elmalı)

 

Ve ma lâ tubsırun görmediklerinize de yemin ederim. Şahadet- gayb. İç-dış, dünya – ahiret. Vahyin görüneni görünmeyeni belki. Bütün bunlara delalet eder. Gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim.

 

40-) İnnehu lekavlu Rasûlin keriym;

Muhakkak ki O, Keriym bir Rasûlün kavlidir (sözüdür). (A. Hulusi)

40 – O hiç şüphesiz kerîm bir Resulün getirdiği sözdür. (Elmalı)

 

İnnehu lekavlu Rasûlin keriym bu yemin neden edildi? Yeminin cevabı geldi şimdi; Şüphe yok ki o keriym bir elçinin sözüdür. Bu ayeti nasıl anlayacağız? Keriym bir elçinin. Elçi peygamberdir buradaki. Elçinin sözü ne demek peki? Kur’an vahiy peygamberin sözümü, böyle mi anlayacağız. Açık dostlar, elçiye ait söz değil, elçiye emanet edilen, git şunu söyle diye emanet edilen söz. Öyle değil mi? Yoksa neyin elçisi. O sözün elçisi. O sözü taşıyor. Onun için taşıdığı söz kendine ait değil ki. O sözü taşıyan bir elçi. Yani elçiye emanet edilmiş. Keriym sıfatı cinsinin kamil örneği oluşuna delalet eder burada. Cinsinin kâmil örneği olmak, yani ihaneti düşünülemeyecek olan demektir.

 

41-) Ve ma hüve Bikavli şa’ır* kaliylen ma tu’minun;

O bir şair sözü değildir… İmanınız çok kısıtlı! (A. Hulusi)

41 – Ve o bir şâir sözü değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)

 

Ve ma hüve Bikavli şa’ır* kaliylen ma tu’minun ve o bir şair sözü değildir. Ne kadar az inanıyorsunuz diye çevirmeyeceğim. Bir önceki çeviride olduğu gibi, ne kadar azınız inanıyor.

 

42-) Ve lâ Bilkavli kâhin* kaliylen ma tezekkerun;

Bir kâhin sözü de değildir… Hatırlayıp düşünmeniz de çok kısıtlı! (A. Hulusi)

42 – Bir kâhin sözü de değildir, siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)

 

Ve lâ Bilkavli kâhin O bir kahin sözü de değil kaliylen ma tezekkerun ne kadar azınız öğüt alıyor. Bu iki ayeti kerime bu surenin sebebi nüzulünde anlatılan Hz. Ömer’le ilgili bir hikayeyi akla getiriyor. Bu ibretlik hatıra da Hz. Ömer’in ağzından şöyle bir nakil gelir bize;

Müslüman olmadan önceydi. Bir gün çıktım kâbe ye vardım. Kâbe ye gittiğimde ortada kimse yoktu ama orada Allah resulü bu sureyi, Hakka suresini okuyordu. Ve ben surenin o iç sesi beni bürüdü, öylesine etkilendim ki “Bu bir şair olmalı” dedim. Hemen arkasından şu ayeti okudu; Ve ma hüve Bikavli şa’ır (41) o bir şair sözü değildir. Ben bu sözü içimden söylemiştim. Ama cevabını dışımdan aldım. Bunu duyunca dedim ki “o zaman bir kâhindir.” Ve lâ Bilkavli kâhin gelmesin mi arkasından. Artık bana inanmaktan başka çözüm yolu kalmadı. Ahmed Bin Hambel’in bize kadar naklettiği bu rivayet gerçekten de ilginçtir.

 

43-) Tenziylun min Rabbil’alemiyn;

Rabb-ül âlemîn’den bir tenzîldir (tafsile indirme)! (A. Hulusi)

43 – O rabbül’âlemînden bir tenzildir. (Elmalı)

 

Tenziylun min Rabbil’alemiyn Alemlerin rabbinden indirilmedir.

 

44-) Velev tekavvele ‘aleyna ba’dal’ekaviyl;

Uydurup bize atfetseydi; (A. Hulusi)

44 – O bize isnaden bazı lâflar uydurmağa kalkışsaydı. (Elmalı)

 

Velev tekavvele ‘aleyna ba’dal’ekaviyl eğer peygamber kısmen dahi söylemediğimiz sözleri uydurup bize isnat etseydi,

 

45-) Leehazna minhu Bilyemiyn;

Elbette O’ndan sağ elini (gücünü) alırdık. (A. Hulusi)

45 – Elbette biz onu ondan dolayı yemîniyle yakalar (kuvvetle tutar hıncını alır) dık. (Elmalı)

 

Leehazna minhu Bilyemiyn onu sağ kolundan şiddetle yakalar veya sağ kolumuzla, sağ elimizle, ki güçle, güce yemin aynı zamanda güce tekabül eder, güçle şiddetle yakalar,

 

46-) Sümme lekata’na minhülvetiyn;

Sonra, elbette O’nun şah damarını (carotis arter) keserdik! (A. Hulusi)

46 – Sonra da ondan vetînini (iliğini) keser atardık. (Elmalı)

 

Sümme lekata’na minhülvetiyn ve şah damarını kesip başını koparırdık. İfadeye bakın. Eğer o bizim söylemediğimiz bir sözü vahyin arasına kendisi uydurup ta katmış olsa, bize atfederek söylemiş olsaydı onu sağ kolundan şiddetle yakalar şah damarını keser, kafasını koparırdık.

 

47-) Fema minküm min ehadin ‘anhu haciziyn;

Sizden hiçbir kimse de buna engel olamazdınız. (A. Hulusi)

47 – O vakit sizden hiç biriniz ona siper de olamazdınız. (Elmalı)

 

Fema minküm min ehadin ‘anhu haciziyn sizden artık hiç kimse buna engel olamazdı. Hiç kimse, eğer o böyle yapsaydı biz onun kafasını keserdik, sizin içinizden de buna engel olacak hiç kimse çıkamazdı.

 

48-) Ve innehû letezkiretun lilmüttekıyn;

Muhakkak ki O (Kur’ân), korunmak isteyenler için düşündürücü hatırlatmadır! (A. Hulusi)

48 – Ve o hiç şüphesiz unutulmayacak bir öğüttür korunacaklar için. (Elmalı)

 

Ve innehû letezkiretun lilmüttekıyn ve hiç şüphe yok ki o yani Kur’an muttakiler için, sorumluluğunun bilincinde olan herkes için bir uyarı, bir öğüttür.

 

49-) Ve inna lena’lemu enne minküm mükezzibiyn;

Muhakkak ki biz, yalanlayanlarınızı elbette biliyoruz. (A. Hulusi)

49 – Bununla beraber biz biliyoruz ki sizden inanmayanlar var. (Elmalı)

 

Ve inna lena’lemu enne minküm mükezzibiyn ama biz çok iyi biliyoruz ki sizden yalanlayanlar da çıkacak.

 

50-) Ve innehû lehasretun ‘alelkafiriyn;

Muhakkak ki O (kıyamet süreci), hakikat bilgisini inkâr edenler için elbette büyük pişmanlıktır! (A. Hulusi)

50 – Ve her halde o, kâfirler üzerinde bir hasrettir. (Elmalı)

 

Ve innehû lehasretun ‘alelkafiriyn yani sizden yalanlayanlar da çıkacak, biz bunu çok iyi biliyoruz. Şu da kesin ki bu durum kafirler için derin bir pişmanlık kaynağı olacak. lehasretun ‘alelkafiriyn inkara gömülüp giden kimseler için derin bir pişmanlık kaynağı olacak.

 

51-) Ve innehû leHakkulyakıyn;

Muhakkak ki O (kıyamet süreci), elbette Hakk-el Yakîn’dir (hakikatin en açık seçik yaşantısıdır)! (A. Hulusi)

51 – Ve o hiç şüphesiz hakkul yakîndir. (Elmalı)

 

Ve innehû leHakkulyakıyn zira o mutlak hakikattir. Tartışılmaz hakikattir.

 

52-) Fesebbih Bismi Rabbikel ‘Azıym;

Öyleyse, ismi Aziym olan Rabbin namına (Esmâ’sına kullukla) işlevine devam ederek O’nu tespih etmiş ol!(A. Hulusi)

52 – Haydi tesbih et rabbinin azîm ismiyle. (Elmalı)

 

Fesebbih Bismi Rabbikel ‘Azıym o halde sözün özü neticesi şudur; sen ey muhatap, ey mü’min muhatap, ey insan. Eğer akıllıca bir iş yapmak istiyorsan rabbin adına, hem de azıym olan, muazzam olan yüce olan rabbin adına hareket et. Herkes bir şey adına hareket eder.

Bu ayet inince Resulallah; Bunu namazlarınızın rükûuna koyun diye emir buyurmuş. Onun için o gün bu gündür ulema namazın rükûunda sübhane rabbiyel azıym demeyi müstehap görmüşler. Her ne kadar bunun bir istisnası imam Malik bunun farz zannedileceği endişesiyle bunun sürekli yapılmasını hoş görmemiş. Ama efendimizin bu tavsiyesi namazlarımızın rükûuna bu ayeti, daha doğrusu bu ilahi emrin karşılığını taşıyarak tm mü’minin namazına girmiş. Rabbimizin adına hareket ettiğimizi namazlarda böyle ifade etmişiz.Yani namazda rükûa eğilmek Allah’ın önünde eğilmektir. Bunun manası Allah’tan başkasının, yani kulun önünde eğilmemektir. Allah’ın önünde eğilince de söylediğimiz söz şu oluyor;

Muazzam olan, muhteşem olan, yüce olan rabbimizin adına hareket ederiz. Sübhane rabbiyel azıym. Yüce rabbimiz adına hareket ederim.

Eğer bunu demişsek rabbimizin şanı ne yücedir diye tefsir etmek biraz daha şey geliyor bana. Daha açıklayıcı olan benim yaptığım bu tercüme gibi. Yüce rab adına hareket etmek. Eğer namazda bu sözü veriyorsak namazdan sonra sözümüzü yiyecek şeyler yapmamamız gerekiyor. Ki namazda söylediğimiz doğru olsun.

Rabbim ömrümüzü namaz kılsın inşaAllah. Rabbim kendi adına hareket edenlerden, şeytan adına hareket etmeyenlerden kılsın.

 

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Şubat 2014 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın