RSS

Tefsir Dersleri ME’ARİC SURESİ (01-44) (181)

07 Mar

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

Rahman, rahiym olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli olan Allah adına. Zatı merhametin mebaı olan, fiili merhametin tohumu olan Allah adına.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin.

Değerli Kur’an dostları bugün 181. dersimizde Me’aric suresini işleyeceğiz. Me’aric suresi elimizde ki Mushafta 70. sırada yer alan bir sure. Vahiy hiç şüphesiz insanın konuştuğu bir dille indirilmiştir, bu dil Arapça dır. Vahiy kendisinden önce muhataplarının konuşa geldiği Arap dilinin kelime ve kavramlarına yönelik 3 tür tasarrufta bulunur.

1 – Bu dilin sıradan kelimelerini aynen alır ve kullanır.

2 – Bu dile ait bazı kavramları alır, ona bir takım ilaveler yapar. Onu zenginleştirir, ya da onu dönüştürür.

3 – En önemlisi ise vahiy; kökü bu dilde bulunan ama gerek o formda, gerek o anlamda bu dilde daha önce kullanılmayan bir takım kavramlar vaz eder. Ya da daha önce kullanılan bazı kavramların içini tamamen boşaltır yepyeni bir mana ile doldurur. Yani kelimelerin kalbine mana inzal olur.

İşte me’aric kelimesi de vahyin tedavüle soktuğu kelimelerden, kavramlardan biridir. Yükseliş yolları, yükseliş basamakları. Veya kısaca yükselişler. Ki mertebelerden bahseden bir yükseliş bu. Veya yücelme basamakları, mastar olarak da anlayabiliriz, yücelme mertebeleri anlamına gelir. Allah’ın mutlak aşkınlığını ifade eder bu kavram aynı zamanda. Çünkü mi’rac mi’rıc veya ma’rec kökünden gelebilir, iki köke atfedilebilir.

3. ayetinden alır ismini sure. Sureye başka isimler de verilmiş mesela, seele sâilun. Ki ilk kelimeleri bunlar. Veya vakı’ yani olacak olan manasına, gerçekleşen, tahakkuk eden manasına vakı’ ismi de verilmiş.

Sure Mekkidir.ünlü tertipte ki bu tertip Hz. Osman’a nispet edilir, sebebi nüzul tertibi tabii ki. Haakka suresi ile Mülk suresi arasına yerleştirilir. Bu 91. sıraya tekabül eder nüzul sıralamasında tabii ki. Haakka ile muhtevası arasında bir benzerlik var. Onun içinde ünlü nüzul tertibinde ki bu yerini yabana atmamak gerekir diye düşünüyorum.

Necm ve İsra surelerine mücavir olmalı bu sure. Yani necm ve İsra surelerine komşu bir zamanlaması olabilir diye düşünüyorum. İsra’nın genellikle 8. yılda indirildiği kabul edilir. Fakat 5. yılda indirildiğine dair de görüşler vardır. Ki bu görüşleri de göz önüne alarak, dikkate alarak bu surenin; nübüvvetin, peygamberliğin 6. veya 7. yıllarında indirildiğini düşünebiliriz me’aric suresinin. Bu da bu fakirin nüzul sıralamasını ifade ederken surelere ilişkin, özellikle Mekke döneminin gizli davet, açık davet, boykot öncesi, boykot sırası ve boykot sonrası diye taksimat yaptığını daha önce biliyorsunuzdur. Bu çerçevede bu sureyi boykot öncesi sureler arasına yerleştirebiliriz.

Surenin ana teması hiç şüphesiz ahiret. Yani Allah’tan başka bize hiç kimsenin haber veremeyeceği ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr. (Furkan/14) her şeyden haberdar olanın verdiği gibi haberi hiç kimse veremez diyen ayetin de ifade ettiği gibi Allah’tan başka hiç kimsenin bize haber veremeyeceği bir alemden, ahiretten haber verir.

Surenin maksadı adalet tasavvurumuzu inşadır. Girişte inkârcıların yürek yangınını, yani Allah’tan mahrum kalmanın insana vereceği o dehşet azabı ifade eder. 1 ve 2. ayetlerinde. İlahi kudretin büyüklüğünü dile getirir ve tabii ki ilahi müdahalenin insan hayatına, insana, insan topluluklarına ilahi müdahalenin sürat hızlılığını dile getiren ayetler gelir müteakiben. 3 ve 4. ayetler.

İnkarcı aklın, daha genelde inkârcıların yalnızlığını ve mahrumiyetini ifade eder. 6. ile 18. ayetler arası. İnsan hakkında genel bir tespit yapılır bu surede. Ki Kur’an da buna benzer tespitler yer alır. İnsanı Allah’tan öğrenmek en doğru kapıdan öğrenmektir. Onun için insanı yaratan Allah’ın insan hakkında bir ifşası dile gelir burada. O da nedir?

İnnel’İnsane hulika helû’a (19) hiç şüphe yok ki insan tatminsiz, doyumsuz bir varlıktır. Bu hem bir fırsattır, iyi kullanılırsa, hem de bir zaaftır kötü kullanılır terbiye edilmezse. İnsan tatminsiz yaratıldı. İnsan doyumsuz yaratıldı. Niye doyumsuz yaratıldı yarabbi diye sorduğumuzda, tekâmül etsin diye yücelsin diye. Yani me’aric ile, yükselişlerle, yükseliş basamaklarına basarak mi’rac etsin diye cevabını verebiliriz.

Manevi hastalıkların manevi ilaçları vardır. Bu surede Allah’ın yaratılıştan bize verdiği yetenekler hastalanırsa Allah’ın yaratılıştan bize yerleştirdiği o temel güdüler hastalanırsa hangi ilaçlarla tedavi edeceğiz sorusuna bu surede cevap buluruz. 22. – 35. ayetler arası işte bu cevaplardır.

Bu kısa özetten sonra şimdi me’aric suremizi tefsire geçebiliriz.

 

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahıym Allah adına. Herkes biri adına okur bildirileni. Herkes biri adına konuşur. Ya nefsidir, ya amiridir, ya hükümetidir, ya başka bir odaktır. Ama ey insan sen bu vahyi Allah adına oku. Allah adına al, Allah adına ilet. Bu mesajı verir besmele. Besmele aynı zamanda; ben Allah sayesinde bu işi yapıyorum demektir. Buna ilaveten ben Allah’ın açtığı krediyle, verdiği güçle bu işi yapıyorum demektir. Buna ilaveten eğer Allah bana bu gücü vermezse, benden bu gücü alırsa bunu, yani okuma işini, yani vahyi anlama işini, veya vahyi yaşama işini yapamam demektir.

 

1-) Seele sâilun Bi’azâbin vakı’;

Sorgulayan, gerçekleşecek azabını sordu! (A. Hulusi)

01 – İstedi bir sâil bir azâbı ki olacak. (Elmalı)

 

Seele sâilun Bi’azâbin vakı’ herhangi bir soru veya istek sahibi ahirette vuku bulacak veya vuku bulması kesin olan tarifsiz azabı hemen burada isteyebilir, sorabilir.azab’ın “b” ile geçişli yapılması, müteaddi yapılması hem sordu, hem istedi, hem de acele etti, tez canlı davrandı manalarını verir. An gibi anlaşılır. Yani seele seeilün, Biazâbin vakı’ biçiminde de anlaşılabilir. Bu “ba”nın içinde an manası da vardır. Onun için seele; hem sordu, hem istedi, hem de seele “bi” ile beraber acele etti, tez canlı davrandı manasına gelir.

Soruyu soran iyiler mi kötüler mi. Biz 5. ve 6. ayetten soruyu soran kafanın kötülere ait bir kafa olduğunu, inkârcılara ait bir kafa olduğunu anlıyoruz. Vakı’; ayetin sonunda ki kelime kesinliği belli olan inkârcılara meydan okuyan bir kelime aslında. Kesinliği belli olan demek. Onun için kesin gerçekleşecek olan, hatta hatta, vakı’ bizabin vakı’ gerçekleşmiş gibi bilmeleri gereken. Olup bitmiş gibi bilmeleri gereken vurgularını içerir.

 

2-) Lilkâfiriyne leyse lehû dafi’;

Hakikat bilgisini inkâr edenler içindir (azap olan ölüm)! Onu savacak yoktur. (A. Hulusi)

02 – Kâfirler için yok onu defi’ edecek. (Elmalı)

 

Lilkâfiriyne ki o azab kâfirlere hastır. Buradaki “lâm” lam-ı milk manası verirsek (bireyin tasarrufa yetkili olduğu mal varlığı) eğer, kâfirler o azabı mülk edinmiştir. Azab da mülk edinilir mi değerli Kur’an dostları, mülkiyete geçirilir mi? Demek ki insan azabı mülkiyetine geçirebiliyor, yani azabı satın alabiliyor. Allah korusun. leyse lehû dafi’ kimsenin O’na karşı kendini savunmaya mecali yoktur. Asla o azaba karşı hiç kimse kendini savunamaz.

 

3-) MinAllâhi Ziylme’aric;

Zül Mearic (pek çok urûc edeni olan) Allâh’tandır! (A. Hulusi)

03 – O, mi’racların sahibi Allah dan. (Elmalı)

 

MinAllâhi Allah’tan gelen o azaba karşı kimse kendini savunmaya mecal bulamaz Ziylme’aric öyle bir Allah’ki miraclar sahibi, yücelişler sahibi yükselme vesileleri sahibi. Yükselme basamaklarının sahibi. Evet işte böyle bir Allah’tan gelen azaba karşı hiç kimse kendini savunmaya mecal bulamaz.

Bu hiçbir yüceliş, yükselişin, hiçbir büyüme, hiçbir manevi gelişmenin Allah sız gerçekleşmeyeceğini açık ve net bir ifadesi. Allah anlam demektir. Allahsızlık anlamsızlıktır. Dolayısıyla nasıl yücelecek insan yüce bir kulpa tutunmadan. İnsan manen nasıl yücelecek bir referans noktası olmadan. İnsan içine düştüğü şu benlik kuyusundan, eğer yüreğinin parmakları, yüreğinin ellerinin kolları yoksa nasıl tırmanıp ta çıkacak. Mi’rac veya ma’rac; cemisi me’aric gelir. İki manaya birden gelir. hem vahyin birden çok yoluna, ki vahyin birden çok geliş yolu vardı, hatırlayalım Şura/51. ayetinde vahyin geliş biçimlerinden 3 biçimi dile getirilir. Rü’ya, meleğin asli suretinde gelişi, ya da ilahi bir ilham. Dolayısıyla yani vahiy edilme yoluyla.

İşte vahyin bu 3 suretine delalet edebileceği gibi bu ayet, bir başka delaleti de Allah’a ulaşan yolların çokluğuna delalet eder. Yani Velleziyne cahedu fiyna lenehdiyennehüm sübüleNA (Ankebut/69) yolumuzda, bizim uğrumuzda var gücünü harcayıp cihat edenleri yollarımıza kılavuzlarız. Yollarımıza çıkarırız. Yollarımıza çıkarmak için rehberlik yaparız. lenehdiyennehüm sübüleNA sebiylena değil. yolumuza değil, yollarımıza. Demek ki ana caddeye çıkan tali yollar var. herkesin şimdi ve buradasından o ana caddeye bir cılga, bir patika yol çıkar. Allah o yoldan ana yola, ana caddeye çıkan bir yol yaratmıştır. Dolayısıyla yollarımıza yönlendiririz, yollarımıza döndürürüz, yollarımıza kılavuzlarız buyurması, aslında Allah’a ulaşan yolların, yani usulün, yöntemin birden fazla olabileceğini, ama aslın tek olduğunu gösterir.

Asıl tek, usül çok olabilir. Allah’a ulaşan yolda kimisi tıpkı dünyada ki varacağı menzile kara yoluyla, kimisi hava yoluyla, kimisi deniz yoluyla varması gibi Allah’a da ulaşma yöntemi farklı olabilir. minküm şir’aten ve minhaca. (Maide/48) ayetinde de ifade buyrulduğu gibi Allah’a ulaşan yollara yönlendirilmesi anlamına gelir.

 

4-) Ta’rucül Melaiketu verRuhu ileyhi fiy yevmin kâne mikdaruhû hamsiyne elfe senetin;

Melekler ve ruh, miktarı (size) elli bin sene gibi olan bir süreç içinde urûc ederler (hakikatlerindeki Allâh’a ermek için yöneliş süreci) O’na. (A. Hulusi)

04 – Ki ona Melâike ve Ruh uruc eder, bir günde ki miktarı elli bin sene tutar. (Elmalı)

 

Ta’rucül Melaiketu verRuhu ileyhi fiy yevmin kâne mikdaruhû hamsiyne elfe senetin bütün melaike, veya melekler. Bazı müfessirler melaike ile melekler arasında fark gördüğü için ikisini de zikrediyorum. Melekler ile birlikte dünyaya göre 50.000 yıl olan bir günde ona yükselir. Yani bütün melaike ruh ile birlikte dünyaya göre 50.000 yıl olan bir günde ona yükselir.

Nasıl anlayacağız bunu? bir günü 50.000 yıl olan bir zaman. Burada özellikle verRuh var. Buna vahiy meleği diyenler olmuş veya miraca çıkan ruh diyenler de olmuş. Doğrusu melaike geldiğine göre miraca çıkan ruhlar diye anlamak daha doğru. Çünkü verRuh’u da ki “lâm” cins içindir ve bu tekil olmakla birlikte çoğul manasını kapsar. Çünkü türünün tüm bireylerini içine alır. Onun içinde ruhlar diye anlamakta hiçbir beis yok. Onun için melekler beraberinde ruhlar olduğu halde bir günü 50.000 yıl olan bir zaman parçasında çıkarlar, yücelirler.

Hac/47. ayetinde bir gün 1.000 yıl olarak verilir. ve inne yevmen ‘ınde Rabbike keelfi senetin mimma te’uddun. (Hac/47) rabbinin katında bir gün 1.000 yıl gibidir sizin saydıklarınız cinsinden 1.000 yıl rabbinin katında bir güne bedel. Yani bu aslında neyi gösteriyor? Zaman mefhumunun göreceliğini gösteriyor. 50.000 yıl mı, 1.000 yıl mı. Kur’an da ikisi de geçiyor. Allah katındaki bir gün dünya da ki 50.000 yıla mı bedel, 1.000 yıla mı bedel diye sormaya gerek yok.

Her ikisi ve daha fazlası. Çünkü Zaman görece bir şeydir, durduğunuz yere göre değişir. Unutmayalım samanyolunun bir günü 250.000.000 yıldır. Yani kendi etrafında bir kez dönmesi Samanyolu galaksisinin 250.000.000 yılda gerçekleşir. Dünyanın kendi etrafında bir kez dönmesi 24. saatte gerçekleşir. Buyurun. Zamanın göreceliğine bundan daha güzel delil olur mu? Onun için burada da zaten vahyin söylediği bu. Zaman sabit ve standart değil, nispidir, görecedir. Belki asıl biz bu ayetten neyi anlayacağız o önemli mealen çok hızlı yükselir. Allah katına eğer yükselmeyi hak etmişse bir insan, bir ruh çok hızlı yükselir. Veya melek.

Ben bu ayeti okuyunca bir başka ayeti hatırladım Fatır/10. ayeti. Ona sadece güzel sözler yükselir. Onları, o güzel sözleri salih ameller yüceltir diyordu ya; ileyHİ yas’adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfe’uhu.(Fatır/10) O’na sadece güzel sözler yükselir, o güzel sözleri ise ameli sahih yükseltir. Yani ameli salih adeta ona yükselen güzel sözlerin bir vasıtasıdır. Onu taşıyan bir füze gibi algılayalım. Onun için çirkin sözler O’na yükselmez. Demekle aslında dualar güzel olursa, dualar ameli salih füzesinin başlığının içine yerleştirilirse O’na yücelir. Biz böyle de anlıyoruz bunu.

[Ek bilgi; Melekler ve Ruh, Allah-u Zü’l-Celâl’e öyle bir günde ulaşırlar ki bu sizin bildiğiniz, saydığınız elli bin yıla bedeldir. Yani eğer bu işi siz yapmaya kalksaydınız, elli bin yıl uğraşırdınız da beceremezdiniz. Bu âyetin manasını şu iki şekilde anlamaya çalışacağız:

            1- Buradaki Ruh’tan kasıt Cebrâil’dir. Çünkü Kur’an’da Cebrâil’in (a.s) bir adı da Ruh’tur. Öyleyse şöyle diyeceğiz:  Melekler ve Ruh, melekler ve Cebrâil Allah katına öyle bir günde çıkarlar ki, bu sizin bildiğiniz saydığınız elli bin yıla bedeldir.

            2- Buradaki ruhtan kasıt ölmüş insanların ruhlarıdır. Buna göre de şöyle diyeceğiz: Melekler sizden ölmüş birinin ruhunu Allah katına öyle bir günde çıkarıp ulaştırırlar ki, bu sizin bildiğiniz elli bin yıldır.(Besâiru-l Kur’an – Ali küçük)]

            [Ek bilgi-2; …Tek bir varlık ve nesne olan âlem yönünden zaman parçalarından söz etmek mümkün değildir. Her nesneye göre, ya o nesnenin yapısı bakımından izafî zamanlar söz konusudur, ya da evrensel tek bir an söz konusudur. Bu açıdan da devam edilince, zaman denilen şeyin olayların birbiri ardınca sıralanması olduğu ortaya çıkar.İnsan ve sırları – A. Hulusi)]

           

5-) Fasbir sabren cemiyla;

O hâlde güzel bir sabır ile sabret. (A. Hulusi)

05 – O halde sabret biraz bir sabrı cemîl ile. (Elmalı)

 

Fasbir sabren cemiyla artık güzel bir sabırla sabret. Hiç şüphesiz bu ayetin ilk muhatabı efendimiz. Efendimizin bu ayeti indiğinde neler çektiğini anlamamız için Mekke’nin 6 ve 7. yıllarını şöyle bir göz önüne getirmemiz lazım. Boykotun hemen öncesi veya boykotun belki de ilk yılı. Yer demir gök bakır. Doğduğu toprakları kendisine zindan etmeye yemin etmiş Mekke’nin kafir soyluları, müşrikler ve alemlere rahmet olarak gönderilmiş olana alemleri dar getirmeye çalışıyorlar. Alemlere rahmet olarak gönderilene alemler içinde bir küçücük kasabada hayat hakkı tanımıyorlar. Ona her şeyi zehir etmeye çalışıyorlar. Hayat alanını daralttıkça daraltıyorlar. Herkesin doya doya kullandığı haklardan onu mahrum etmeye çalışıyorlar ve boğmaya çalışıyorlar.

İşte böyle bir ortamda Fasbir sabren cemiyla. O halde artık güzel bir sabırla sabret ayeti bu bağlamda niye gelir? Hemen üstteki ayetlerin muhtevasını hatırlayacak olursak, yani rabbinin katına yücelmek için rabbinden başkasından izin alacak değilsin. Eğer rabbin seni yüceltecekse bunları çekmen gerekiyor. Onun içinde sabret.

Hz. Ali de öyle diyordu ya, dert yanma sabret. Sabret yani diren El ceze’u et ‘ab’ı mines sabr. Yakınma. Yakınmak sabretmekten daha çok yoruyor. Onun için dert yanma sabret. Hem de güzel bir sabırla sabret. Güzel bir sabır, sabretmek direnmek ve direnişin faturasını çıkarmamaktır.

 

6-) İnnehüm yeravnehu be’ıyda;

Muhakkak ki onlar onu (azap günü olan ölümü) uzak görüyorlar! (A. Hulusi)

06 – Çünkü onlar onu uzak görürler. (Elmalı)

 

İnnehüm yeravnehu be’ıyda hiç şüphe yok ki onlar hesap gününü çok uzak olarak görüyorlar. Yani hiç gelmeyecek, hiç kavuşmayacakmış gibi zannediyorlar, görüyorlar.

 

7-) Ve nerahu kariyba;

Biz ise onu yakın görüyoruz! (A. Hulusi)

07 – Bizse onu yakın görürüz. (Elmalı)

 

Ve nerahu kariyba bizse yakın görüyoruz. Yani müşriklerin gördüğü mü, Allah’ın gördüğümü, kimin gördüğü gerçek? Dolayısıyla burada bir kinaye de var adeta. Hani onlar öyle diyorlardı ya; Eizâ mitna ve künna turaba* zâlike rec’un be’ıyd. (Kaf/3) şimdi ne yani diyorlardı biz ölüp toza toprağa karıştıktan sonra yeniden diriltilecek miyiz? Zalike rec’un be’ıyd; Bu geri dönüş çok uzak bir ihtimal diyorlardı ya, Kur’an bize haber veriyordu. Onları ret sadedinde geliyor.

 

😎 Yevme tekûnüsSema’u kelmühl;

O gün semâ, erimiş maden gibi olur. (A. Hulusi)

08 – O gün ki olur sema’ erimiş bir maden gibi. (Elmalı)

 

Yevme tekûnüsSema’u kelmühl o gün gökyüzü yanmış yağ tortusu gibi kıp kızıl olacak. Manzaranın dehşetini gözümüzde canlandırabiliriz. Rahman/37. ayetini hatırlayalım, çok benzer bir ayet. Feizen şakkatis Semau fekânet verdeten keddihan. (Rahman/37) gök yarıldığı zaman görülen manzara kızarmış kıp kızıl bir yağ gibi açılmış güle döner o görüntü diyor. Müthiş bir ifade tarzı, insanın tüylerini diken diken eden bir ifade tarzı. Hem açılmış bir gül gibi, hem de kızarmış, kıp kızıl bir yağ gibi. Bilemiyoruz.

 

9-) Ve tekûnulcibalu kel’ıhn;

Dağlar renkli yün gibi olur. (A. Hulusi)

09 – Dağlar da atılmış elvan yun gibi. (Elmalı)

 

Ve tekûnulcibalu kel’ıhn bu ayetler hiç kimsenin haber veremeyeceği, hiçbir haber kaynağının haber alamayacağı bir ana ait, yani son saate, yani kıyamet diye bildiğimiz yer yüzünün son nefesine ait. Kainatın belki de son nefesine ait. Bütün dağlar hallaç pamuğu gibi atılmış olacak. Yani şu dağ da yerinden oynar mı, bu dağı kim kaldırabilir yerinden diye soran ey insan. Allah gücünü öyle gösterecek ki dağlar pamuk gibi atılacak, toz duman olacak. Dün gördüğün dağ, bir gün sonra yerinde yeller esecek.

 

10-) Ve lâ yes’elu hamiymun hamiyma;

Dostların birbirini arayacak hâli kalmaz! (A. Hulusi)

10 – Ve bir hısım bir hısıma halini sormaz. (Elmalı)

 

Ve lâ yes’elu hamiymun hamiyma asıl belki bizi can evinden vuran da bu ayet. Ve ne de herhangi bir dost, dostundan yardım isteyebilecek. Yani hiç kimse, hiçbir dost, bir diğer dosttan yardım alamayacak, isteyemeyecek.

 

11-) Yubassarûnehüm* yeveddülmücrimu lev yeftediy min ‘azâbiyevmeizin Bibeniyh;

Birbirlerine gösterilirken insanlar. Suçlular, o sürecin azabından kendini kurtarmak için oğullarını fidye olarak (ateşe) vermeyi düşünür. (A. Hulusi)

11 – O günün azâbından oğullarını. (Elmalı)

 

Yubassarûnehüm peki yardım alamaması uzak oldu, ulaşamadı, sesini duyuramadığı için mi? Yo..! birbirlerinin görüş alanında olacaklar. Buna rağmen hiçbir can dost, can dostuna yardım edemeyecek. Nasıl etsin ki. Yardım istenen de kendisi yardıma muhtaç, kim kime yardım edebilir ki. Allah resulü sevgili kızı Fatıma-tüz- Zehra’ya öyle demiyor muydu, Kurtubi naklediyor; Kızım Fatıma, işterî nefseki minallah Allah’ın elinden nefsini satın al. Vallahi yarın senin içinde bir şey yapamam. Bize Allah resulünün bir tefsiri olarak naklediliyor. Aslında ResulAllah bu ayetleri böyle anlıyor.

Dostlar birbirine uzak olduğu için yardım edemeyecek değil, aksine bir birlerinin gözünün önünde duruyorlar diyor bu ibare Yubassarûnehüm* yeveddülmücrimu lev yeftediy min ‘azâbiyevmeizin Bibeniyh o gün günahı tabiat edinmiş kişi, mücrim sadece günahkar değil. Birinin mücrim olması için günahın ona ad olması için günahı ahlak haline getirmiş olması lazım. Onun için günahı ahlak haline getirmiş kişi azaptan kurtulmak için fidye vermek isteyecek. Nesini? Neyi fidye verecek Bibeniy; öz evladını. Evet, öz evladını gözünü kırpmadan kendisini azaptan kurtarmak için fidye, yani alın bunu yakın, alın bunu beni bırakın diye fidye verecek, vermek isteyecek.

 

12-) Ve sahıbetihi ve ahıyh;

Karısını, kardeşini; (A. Hulusi)

12 – Ve refikasını ve biraderini. (Elmalı)

 

Ve sahıbetihi ve ahıyh bitmedi onun yanında eşini, kendini kurtarmak için fidye verecek kurtuluş akçesi olarak. Yine kardeşini verecek. Bu ayetleri okurken insan satmak deyimi aklıma geliyor, yakınını satmak. Hani insanlar şikayet eder bazen ya. Bunca yıllık dostum beni sattı arkadaş. Buyurun kişi kendini kurtarmak için öz yavrusunu satmaya kalkacak, eşini satmaya kalkacak, kardeşini satmaya kalkacak. Devam ediyor daha bitmedi;

 

13-) Ve fasıyletihilletiy tü’viyh;

Aralarında yaşadığı tüm yakınlarını; (A. Hulusi)

13 – Ve kendini barındıran fasîlesini. (Elmalı)

 

Ve fasıyletihilletiy tü’viyh kendisine sığınak olmuş bütün yakınlarını, bütün akrabayı taallukatını, bütün aşiretini satmaya kalkacak. Yine bitmedi;

 

14-) Ve men fiyl’Ardı cemiy’an sümme yünciyh;

Yeryüzünde yaşamış olanların tümünü (fidye verse) de kendini kurtarsa! (A. Hulusi)

14 – Ve Arzda bulunanların hepsini de sonra kendini kurtarsa. (Elmalı)

 

Ve men fiyl’Ardı cemiy’an sümme yünciyh yer yüzünde yaşayan herkesi fidye vermek isteyecek. Yeryüzünde, sanki kendininmiş gibi. Yani Allah’ın tek beni bırak ta yer yüzündeki herkesi al. Evladını vermesi yetmedi. Eşini vermesi yetmedi, kardeşini vermesi yetmedi. Dostunu vermesi yetmedi. Akrabayı taallukatını vermesi yetmedi, aşiretini vermesi yetmedi. Yeryüzünde ki herkesi, yani sanki herkes akrabası olsa hepsini vermek isteyecek. Sümme yünciyh ki kendisi kurtulsun. Tek kurtulayım da her şeyi vereyim diyecek. Fakat;

[Ek bilgi; Hz. Ebu Bekir efendimize isnat edilen bir yalan vardır ya, buradaki onun tam tersi. Ebu Bekir efendimiz “aman ya Rabbi, beni o kadar büyüt, o kadar büyüt ki, benim vücudumu o kadar büyük yarat ki, cehennemi sadece benim vücudum doldursun ve oraya gidecek başka insan olmasın. Beni cehenneme koy ki, kimse cehenneme gel-mesin. Cehennemi yalnız ben doldurayım da herkes cennete gitsin” demiş (!). Der mi böyle bir şeyi Ebu Bekir efendimiz? Kesinlikle de-mez değil mi? Hz. Ebu Bekir efendimizin  onu demediğine delil çokta, birkaç tanesini söyleyeyim:

Yani hâşâ Ebu Bekir efendimiz şöyle mi diyecekti: “Ya Rabbi ben Ebu Cehil’i çok seviyorum. Ben Hz. Mûsâ’ya kan kusturan Firavunları çok seviyorum. Ben İbrahim’e (a.s) dünyasını zindan eden Nemrut’u çok seviyorum. Veya ben Müslümanları bir kaşık suda boğmak isteyen, Seninle, Senin dininle, Senin kitabınla, Senin sisteminle savaşa tutuşan yirminci asrın kâfirlerini, ateistlerini, dinsizlerini çok seviyorum. Onların cehenneme gitmesine vicdanım dayanmaz. Binaenaleyh sen cehennemini benimle doldur da onların tamamı cennete gitsin” mi diyecekti Ebu Bekir efendimiz? Bunu mu diyecekti hâşâ? Kitap-sünnet bilgisine sahip olan bir sahabenin böyle bir şey söylemesi kesinlikle mümkün değildir. (Besairu-lKur’an/ Ali küçük)]

 

15-) Kellâ* inneha Lezâ;

Hayır, asla! Muhakkak ki o Leza’dır (dumansız alev). (A. Hulusi)

15 – Hayır, çünkü o salgın bir lezâ, etrafı soyan nari ceza’. (Elmalı)

 

Kellâ yo..! asla ama asla kabul edilmeyecek inneha Lezâ Lezâ lehebin alemiye olmuş şekli. Yani Leheb alev manasına gelir. Lezân, aslı bunun idi temyinli, o cins isimdi. Cins ismi aleme yani özel isme çevirmek için Arap dilinde bir kuraldır, arkasına elifi maksure gelmiş. Lezâ alemiye olmuş, yani türü içinde çok özel bir çeşit alev. Öyle bir alev ki değdiğini kavuran. Öyle bir alev ki tanımsız, yani bizim gördüğümüz cins, gördüğümüz tür bir alev değil. Belki göze bile görünmeyen ama hücrelere sızan, arkasını da okuyalım;

 

16-) Nezza’aten lişşeva;

Derilerini kavurup soyan! (A. Hulusi)

16 – Etrafı soyan nari ceza’. (Elmalı)      

 

Nezza’aten lişşeva derisini kavuran bir alev. Kavuran ama acı verdiği halde orayı yok etmeyen. Yani sürekli acı veren ama hücrelerin acı verme hassasını yok etmeyen. Acıyı hissettiren, ta hücrelere işleyen bir alev veya ışın.

[Ek bilgi; “RUH”, yani “holografik ışınsal beden”

Güneş’in içine gittiği zaman, oradaki yüksek radyasyonun etkisiyle deforme olur, eğrilir, büzülür, yanar(!), fakat yok olmaz! Bunun misali, rüyada, bedeninin ezilip büzülmesi, kırılması, yaralanması, parçalanması ertesinde yeniden yaşamına aynen devam etmesidir. İşte “cehennem” denen Güneş’in (1) içindeki yaşantıda da, dalga beden tahrip olur, ezilir, uzar, genişler, yassılaşır, yıpranır, yanar ve akabinde eski hâline döner. Ve bu durum tekrar tekrar sürer gider. (1) Bu konudaki hadisler ve bilgiler İNSAN ve SIRLARI isimli kitabımızda tetkik edilebilir. (A. Hulusi/ HAZRETİ MUHAMMED’İN AÇIKLADIĞI “ALLÂH”)]

 

 

17-) Ted’u men edbere ve tevella;

(O Leza) çağırır (hakikatine davet olunduğunda) arkasını dönüp, yüz çevirip gideni! (A. Hulusi)

17 – Çağırır arkasını dönüp tersine gideni. (Elmalı)

 

Ted’u men edbere ve tevella o sırt dönen ve yüz çevirenleri kendine davet eder. Öyle bir alev ki, adeta bir özne gibi kendine davet edecek. Kimleri? Hakikatten yüz çevirenleri, (vahye sırt dönenleri. Bunlara böyle birer takdir yapabiliriz.) Vahye sırt dönenleri, haktan yüz çevirenleri gel gel edecek. Öyle bir alev. Yani can alıcı, adeta bu alev hani ellat diye çöllerde varlığı bilinen ve Arabın görünce ne kaçabilirsin, ne koşabilirsin diye tarif ettiği o kadar albenili, o kadar cazip, üstündeki pulları öyle muhteşem renklere sahip ki insan bakmaktan gözünü alamaz. O kadar cezp edici ki yılanı bağrına basasın gelir, gözünü alamazsın o kadar güzel. Ama aynı zamanda o kadar zehirli, o kadar tehlikeli. Ne gidebilirsin, ne yürüyebilirsin. İşte bu alevde böyle bir alev çeşidi.

 

18-) Ve ceme’a feev’a;

Toplayıp da servet yığanı! (A. Hulusi)

18 – Ve toplayıp toplayıp kasaya yığanı. (Elmalı)

 

Ve ceme’a feev’a zira o serveti toplayıp kokuttu, ağzını bağladı, yani servetin ağzını bağlayıp kimseye koklatmadı. Böyle de çevirebiliriz  feev’a hem toplamak, hem de irin, cerahat manasına gelir. Onun için kokuttu diye anlamak sanırım doğru bir anlam olur. Hani Kur’an söylüyor ya Ve tühıbbûnelmâle hubben cemma. (Fecr/20) malı üst üste yığmayı çok seviyorsunuz. Malı biriktirmeyi çok seviyorsunuz. Burada adeta insanın biriktirme tutkusuna bir kinai atıf var.

Kur’an; Elhakümüt tekâsür – Hattâ zürtümülmekabir – (Tekâsür/1-2) derken de bu tutkuya atıf yapmıyor mu? Ölünceye kadar, kabirlere girinceye kadar çoğaltma, biriktirme tutkusu sizi helâke sürükledi. İnsanoğlunun kadim zaafı bu. Biriktirme, biriktirip ağzını bağlama. Aslında insanın paylaşmama hastalığına dikkat çekiyor. İnsan biriktirmeye başladığı zamanda kokutacak demektir. Çünkü duran su kokuşur. Eğer paylaştırmaya başlarsa akan suya benzer servet, kokmaz, kokuşmaz. Pırıl pırıl içimlik bir su olur. Hatta eğer bu paylaşmayı Allah’ın razı olduğu biçimde yaparsa o zaman bu su kaynak suyuna, hatta daha ileri aşamada kevsere dönüşür. İşte kevserin hayrun kesiyrun yani çok hayır olması da bu anlama gelir.

 

19-) İnnel’İnsane hulika helû’a;

Muhakkak ki insanın yaratılışında hırs ve doyumsuzluk mevcuttur! (A. Hulusi)

19 – Hâkikat o insan helu’ yaratılmıştır. (Elmalı)

 

İnnel’İnsane hulika helû’a yeni bir pasaja girdi suremiz. Hiç şüphe yok ki insan pek tatminsiz yaratılmıştır. İnsan tabiatını tanıtan bir ayet bu. Kur’an da böyle çok ayet buluruz. İnsan kimdir sualine cevap sadedinde gelen çok ayet. Mesela ve kânel İnsanu eksere şey’in cedela. (Keyf/54) insan bir çok hususta cedelcidir, polemikçidir, tartışmayı sever der. Bir başka ayet; insan acelecidir der. (İsra/11) Bir başka ayet insan nankörlük yapar der. (‘Adiyat/6) yani aslında bunlar insanın yaratılıştan kaynaklanan bir takım güdülerinin terbiye edilmeyince nasıl zaafa dönüştüğünü de gösterir. Burada da insana yaratılıştan verilen bir güdü, yani helû’ doyumsuz, tatminsiz. Ferra acur manasını vermiş buna, yakınan demek, tatminsiz olan demek, sürekli dert yanan demek Fe’ul vezninden gelmiş hatta bu. Fe’ul vezni hem fail hem mef’ul manalarını içerir. Yani hem tatminsiz olan, hem de tatminsiz kılan.

Çok ilginç hem özü itibarıyla tatminsiz, hem de elini değdiğini tatminsiz kılan. Ama tatminsizlik özü itibarıyla insan için bir bela değil dostlar. Eğer insana tatmin verilseydi insan bir adım daha ilerleyemezdi. İnsan elde ettiği ilk şeyle kalır, tekâmül gerçekleşmezdi. Bir adım daha atmazdı. Hiçbir şeye yorulmazdı. İlk hedefini elde ettiği zamanda ikinci bir hedef gözetmezdi. Hele hele hedeflerin en büyüğü olan cenneti ve onun da üstünde ki Allah rızasını hiç gözetmezdi.

Aslında insana verilen tatminsizlik bir imkân olarak kullanıldığında insanını Allah rızasını elde etmesinde muhteşem bir itici güç rolü oynuyor. Cenneti elde etmesinde muhteşem bir itici güç rolü oynuyor. Çünkü tatmin olsaydı Allah rızasını arar mıydı. Rızayı aramak için hayırdan hayra, sevaptan sevaba, ibadetten ibadete, güzellikten güzelliğe koşar mıydı. Güzellikler arasında maraton yapar mıydı. Onun için bu tatminsizlik ilk bakışta sanki insana bir reziletmiş gibi geliyor, hayır. İnsan için bir imkândır.

Aslında şöyle söyleyebilir miyiz? Bana ne ile tatmin olduğunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Herkese bunu söyleyebiliriz. Ey insan bana, senin neyin tatmin ettiğini söyle sana kaç paralık adam olduğunu söyleyeyim. Sana değerini söyleyeyim. İnsan eğer küçük şeylerle tatmin oluyorsa küçük insandır. Onun için yetmemiş ve olgunlaşmamış çocuk akıllar şekerle tatmin olurlar. Onun içinde onları şekerle kandırırlar.

Dünya ile tatmin olanlar, küçük şeylerle tatmin olanlardır. Üst üste yığarak kendilerini tatmin ettiklerini düşünenleri yığdıkları servet tatmin ediyor mudur dersiniz? Gözleri doyuyor mu dersiniz. Onların da doymuyor, ama yanlış adreste arıyorlar tatmini. Asıl tatmin Allah kapısında aranır. Onun için Allah ile tatmin olmak ancak yüce insanların ve insan yüceldiğinde yapılacak bir şeydir ki me’ariç, yani miraçlar işte bunun içindir. Bunun için yükselişler gereklidir. Yani tatmin nesnesinde insan kalamaz. İnsan cennetten aşağısıyla tatmin olamaz. İnsan dünyalıkla tatmin olamaz.

Yükselişler sahibi olan Allah’a ulaşmak için, O’nun rızasına kavuşmak için miraçlara ermek zorundadır, yükselmek zorundadır. Miraçlara sarılmak zorundadır. Onun için bu sure bize aslında ana fikir olarak bunu veriyor. Cennetten aşağısıyla tatmin olan ucuza gitmiştir. Allah rızasından aşağısıyla tatmin olan ucuza gitmiştir. Çünkü insana bedelini ancak Allah verir. İnsanı ancak Allah alırsa hakkını verir. Başkasının hazinesinde insanın bedelini verecek bir fiyat yoktur. Onun içindir ki insan Allah ile tatmin olursa değerini bulmuş olur, daha aşağısıyla tatmin olursa fiyatlandırılmış olur. Fiyatı olanın değeri olmaz. Özellikle insan için geçerli bu.

 

20-) İzâ messehüşşerru cezû’a;

Ona hoşlanmadığı şeyle karşılaştığında feryat edip bağırandır (tahammülsüz)! (A. Hulusi)

20 – Şer dokundu mu mızıkçı. (Elmalı)

 

İzâ messehüşşerru cezû’a insana bir şer dokunacak olsa sürekli yakınır, vaveylayı basar.

 

21-) Ve izâ messehülhayru menû’a;

Ona hayır ulaştığında ise pinti, bencildir! (A. Hulusi)

21 – Hayır dokundu mu kıskanç. (Elmalı)

 

Ve izâ messehülhayru menû’a ama bu kez de insana bir hayır dokunacak olsa, bir başına hayır gelse onu herkesten kıskanır. Nasıl bir tabiatı var bu insanoğlunun? Şer dokunsa vaveylayı basar. Ama hayır dokunsa bu kez de onu herkesten kıskanır. Oysa herkesi kendi yerine koyup, onlarla empati yapıp, ona hayır dokununca sevineceğini, düşünerek hayrı paylaşması gerekmez mi? Yani öbürünün de dert yanacağını, öbürünün de vaveylayı basacağını, çünkü bir zaman kendisine şer dokunca veya mahrum kalınca nasıl kendisi acı çekiyorsa, başkasının da acı çekeceğini düşünerek hayrı paylaşsa da çoğaltsa olmaz mı? Ama yapmaz. Peki bu hastalıktan kurtulmak için ne yapmak lazım?

 

22-) İllelmusalliyn;

Sadece musallîn (bilfiil salât yaşayanlar) müstesna! (A. Hulusi)

22 – Müstesna ancak o musallîler. (Elmalı)

 

İllelmusalliyn namaz kılanlar müstesna. Musalliy olanlar müstesna. Yani namazla ayakta duranlar namazın kendisini dik tuttukları daha özel etimolojik anlamından yola çıkarsak Allah karşısında esas duruşunu bozmayanlar müstesna. Allah karşısında klas duruşunu takınanlar müstesna.

 

23-) Elleziyne hüm ‘alâ Salâtihim dâimun;

Onlar ki sürekli salâttadırlar (sürekli Allâh’a yönelişlerini muhafaza ederler)! (A. Hulusi)

23 – Onlar ki namazlarına müdavimdirler. (Elmalı)

 

Elleziyne hüm ‘alâ Salâtihim dâimun onlar namazlarında devamlıdırlar. Gök dikişi namaz. Dünya atlasıyla ahiret atlasını günün beş noktasından, beş yerinden gök iğnesiyle dikmektir namaz. Doyumsuzluğu namaz ile fırsata dönüştürmek mümkin. Hani; İnnel’İnsane hulika helû’a (19) buyurmuştu ya ayetimiz. İnsanoğlu tatminsiz ve doyumsuz yaratılmıştır, doyumsuzluğu namaz ile fırsata dönüştürebilir.

Nasıl yapabiliriz? Tatminsizlik bir nimet olur o zaman, o zaman doymayan gönlümüz namazla doyar ve Allah’ın rızasına yücelir, mirac eder. Çünkü namaz mü’minin miracıdır. Suremiz de me’aric suresi, miraçlar sahibi olan Allah’a atıf yapan bir ayetle devam eden bir sure. Onun için miraçlar sahibi olan Allah’ın kulpuna yapışırsak bizi de o yüceliş basamaklarını tırmandıracak bir güç verecektir, bişr güçle donatacaktır. İşte o güçlerden biri namazdır ve esselâtü mi’racul(Hadis) mü’min namaz mü’minin miracıdır peygamberi ifadesi, hadisi bu gerçeği ifade eder.

Doymayan gönüldür, göz değil. Dolayısıyla gönül doymadıkça göz doymaz. İnsanın gözünü doyurmaya kalkanlar boşuna çabalarlar o nedenle Allah insanın gönlünü doyurmak istiyor. Namaz da gönlü doyuran bir ibadettir. Yani aç gönülleri, aç kalpleri, aç ruhları doyurur. Tıpkı bedenin midesi nasıl acıkınca insan güçten düşüyorsa ruhun midesi de acıkınca ruh güçten düşer. Yani yükselemez olur, yücelemez olur. O halde namaz ruhun yakıt deposuna konulmuş bir yakıttır. O nedenle burada o zikredilmiştir. Ve 8 unsur sayılıyor zaten ilkine böyle başladık, namazla başladık. Devam edelim;

 

24-) Velleziyne fiy emvalihim hakkun ma’lum;

Onlar ki, onların mallarında bilinen bir hak vardır; (A. Hulusi)

24 – Ve onlar ki mallarında vardır bir hakkı malûm(Elmalı)

 

Velleziyne fiy emvalihim hakkun ma’lum yine o kimseler belirli kimselerin mallarında hakları olduğunu bilirler. Yani kendi mallarında belirlenmiş, o belirlenmiş kimselerin kimler olduğu Kur’an da ifade edilmiş 8 sınıftır. Yani adları sayılmış belirli kimselerin kendi mallarında hakları olduğunu bilirler, bilenlerdir onlar.

 

25-) Lissâili velmahrum;

Yardım talep eden ve mahrum için. (A. Hulusi)

25 – Hem sâil için hem mahrum. (Elmalı)

 

Lissâili velmahrum isteyebilen ve isteyemeyenlerin hakları olduğunu bilirler. Bu da ikincisi. Tatminsiz demiştik değil mi hep en büyüğü isteme, küçüğe iltifat etmeme şeklinde insanda bir ahlaka dönüşürse işte o zaman paylaşma bunun sonucu gerçekleşir. Yani dünyalıklarla tatmin olmaz insan. Bunların küçük şeyler olduğunu bilir, inanır ve anlar, artık servetini paylaştırmaya başlar. Servette yoksulun hakkı olduğunu bilir. Yoksulun hakkını verir. Adeta servetini kendi miracında ayağının altına bir yükseltici olarak koyar, verir. Tabir caizse sırtındakini hafifletir. Servetinin atı olmaz, servetini altında Burak a çevirir. Kendisini miraca çıkaran bir Burak a. Onun içinde sırtından alır altına yedirir, Burak a yedirir, yem yapar servetini, O zaman servetinin sırtında süvari olur. hem de bir gök süvarisi. Miraca yücelirken, Miraç basamaklarını tırmanırken. Zül me’aric olan, basamaklar sahibi olan Allah’ın kendisine sunduğu imkanları işte bu şekilde daha doğru ve tam bir biçimde kullanır.

 

26-) Velleziyne yusaddikune Biyevmiddiyn;

Onlar ki, din (ceza – yapılanların sonucunun yaşanacağı) süreçlerini tasdik ederler! (A. Hulusi)

26 – Ve onlar ki dîn gününü (ceza’ gününü) tasdîk ederler. (Elmalı)

 

Velleziyne yusaddikune Biyevmiddiyn yine onlar din gününü gönülden tasdik ederler. Tek dünyalı değildirler, çift dünyalıdırlar onun içinde tek dünyalılar gibi hareket etmezler. Tek dünyalı olan zaten paylaşamaz. Allah’a güvenemez ki Allah için tasadduk etsin. Allah’a güvenenler Allah yolunda harcarlar.

 

27-) Velleziyne hüm min ‘azâbi Rabbihim müşfikun;

Onlar ki, Rablerinin azabından endişe duyanlardır. (A. Hulusi)

27 – Ve onlar ki Rablerinin azâbından korkarlar. (Elmalı)

 

Velleziyne hüm min ‘azâbi Rabbihim müşfikun yine onlar rablerinin azabından tir tir titrerler. Kelimenin kök manasıyla alırsak rablerinden mahrum olma korkusuyla tir tir titrerler. Müşfikun; yürekten titremek, ta kalp tellerinin tir tir titremesi.

 

28-) İnne ‘azâbe Rabbihim ğayru me’mun;

Muhakkak ki Rablerinin azabına karşı güvenceleri yoktur! (A. Hulusi)

28 – Çünkü rablerinin azâbından emîn olunmaz. (Elmalı)

 

İnne ‘azâbe Rabbihim ğayru me’mun çünkü hiç kimse, ama hiç kimse rabbinin azabından emin olamaz. Yani rabbinin azabına karşı dokunulmaz değildir. Bir garantisi yoktur. Allah resulünün titreyişini hatırlayalım. Vallahi diyordu değil mi, Osman Bin Maz’un un evinde vefat ettiği hanenin sahibesine ve tubâ lekel cenne ya Osman demişti de ev sahibesi, Cennet sana helal olsun ey Osman demişti de. Allah Resulü arkadan taziye için geldiğinde bu sözü duyup ona dönerek; Vallahi ma edriy ene resulullahi ma yüf’alu Biy. Ben Allah’ın resulü olduğum halde yarın bana ne yapılacağını ben bile bilmiyorum demişti.

Bir gece göz yaşlarıyla uykusundan Hz. Aişe’nin altında ki şilte ıslanmış ve uyuyan Aişe’yi bu ıslaklık uyandırmıştı da Allah resulünün saatler boyu hıçkırışına bakan Aişe dayanamayıp; Ya ResulAllah kendini helak ediyorsun deyince; Efelâ ekûnü abden şekûrâ ya Aişe Ben çok şükreden bir kul olmayayım mı ey Aişe demişti.

Hz. Yunus’un tevbesini hatırlayalım. lâ ilâhe illâ ente subhâneKE inniy küntü minez zâlimiyn; (Enbiya/87) Allah’tan başka tapılmaya layık varlık yoktur. Seni tenzih ve tespih ederin ey Allah’ım, ben nefsime zulmettim, ben nefsime zulmedenlerden oldum demişti, tevbe etmişti.

Onun için Ben-i Cezime olayında Halid Bin Velid bir gece baskınında suçlularla beraber suçsuzları da öldürmüştü de Allah Resulü onların kan bedellerini ödemekle kalmamış, yüzünün rengi atmış gözlerinden yaşlar boşalarak Halid’in yüzüne bakmayıp; Ya rabbi ben Halid’in yaptığından berîyim, ben onun yaptığından berîyim, ben onun yaptığından berîyim diye yüreğinden titremişti tabir caizse. Onun için buna benzer bir çok hadiseyi hatırlayacak olursak yürekten titremenin ne olduğunu anlarız.

 

29-) Velleziyne hüm lifurûcihim hafizun;

Onlar ki, cinsel organlarını aşırılıktan korurlar. (A. Hulusi)

29 – Ve onlar ki apışlarını korurlar. (Elmalı)

 

Velleziyne hüm lifurûcihim hafizun yine onlar iffetlerini korurlar. Muhafaza ederler.

 

30-) İlla ‘alâ ezvacihim ev mameleket eymanuhüm feinnehüm ğayru melumiyn;

Eşleri veyahut tasarrufları altındaliler müstesna! Çünkü onlar (bundan dolayı) kınanmazlar! (A. Hulusi)

30 – Ancak zevcelerine veya milki yemînlerine başka, Çünkü bunda levm olunmazlar. (Elmalı)

 

İlla ‘alâ ezvacihim ev mameleket eymanuhüm ancak eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları kimseler müstesna feinnehüm ğayru melumiyn onlar bundan dolayı asla kınanamazlar. Yani evlilikten dolayı sofuluk yapmadıkları için kınanamazlar. Meşru bir biçimde evlendikleri için kınanamazlar. Burada ki ev tefsiriyye olarak, yani manasına tercümeye geçti.

Burada ki mameleket eymanuhüm meşru biçimde sahip oldukları manasına gelen bu ibare, köle olarak anlaşılacak olursa eğer, yalnız kadın değil erkek köleleri de içermesi lazım çünkü dişiye ya da erkeğe herhangi bir tahsis edilmesine dair ibarede bir işaret yok. Üstelik aynı bu ayette geçen ezvac her iki eşi de birden kapsayan bir kelime. Mücahid’in İbn. Abbas’tan naklederek yaptığı yoruma dayanarak biz bunu meşru eşler, yani savaş esirlerinin sadece kadınlarına yönelik bir uygulama değil meşru eşleri kapsadığı ve ifade ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani savaş esirlerini değil meşru eşleri ifade eden bir ibare.

[Ek bilgi; Ancak hanımlarına ve ellerinin kazandığı, mülkleri altında bulunan cariyelerine karşı başka. Çünkü onlara karşı kınanmazlar. Falancanın üç dört zevcesi var, mülkü altında şu kadar cariye var diye övülmeleri gerekmezse de kınanmazlar ve yerilmezler. Kimsenin onları edebe, hukuka ve şeriate aykırı davranıy o r görerek kınamaya ve yermeye hakkı yoktur. Zira hanımları nikah akdi, cariyeleri de onların mülkü olmalarıyle kendilerine helal olmuşlardır. (Elmalı – tefsir)]

[Ek bilgi 2; Hele hele câriye konusunu asla kabullenemiyoruz. Câriye kelimesini ağzımıza bile almaktan korkuyoruz. Câriye diye bir ortamı, yani savaş ortamını düşünmekten bile ürküyoruz. Çünkü câriye konusu gündeme geldi mi, savaş gündeme gelecektir, cihad, şahadet gündeme gelecektir. Böylece rahatımız kaçacak, iştahımız gırtlağımızda düğümlenecek diye câriye kelimesini ağzımıza bile almaktan korkuyoruz. Allah’ın apaçık âyetlerini sanki örtbas ediyor, küfretmeye çalışıyoruz.

Tabii böyle bir toplum pek çok nîmetlerden mahrum olmayı yudumlamak zorunda kalacaktır. İşte hayatımız belli, uzun lafa ne hacet? Halbuki Ebu Zerr efendimiz der ki: “Karnı aç olup da, ya da câriyeleri olmayıp ta kılıcı eline almayana şaşarım” der.

Câriyeyi bilmem. Nedir? Kimdir? Nasıldır? Bugüne kadar hiç görmedim. Ama câriye konusunda şöyle bir genelleme yapalım;

Bir kadına soracakmışsınız. Teyze, yenge, bacım, hanım, namusuna hiç helâl gelmeyecek. Boşandın diye, kocandan ayrıldın diye hiç ayıplanmayacaksın. Kimse sana tek kelime bile bir şey demeyecek. Malın-mülkün, evin-barkın, paran-pulun, ekmeğin, suyun verilecek. Bütün ihtiyaçların giderilecek. İstersen istediğin birisiyle evlenme imkânın da sağlanacak.

Bütün bunlara rağmen yine de kocanla beraberliğe devam mı? Yoksa tamam mı? Bitti mi? denilse. Eğer o kadın: “Aman! Ah!! Ah öyle bir şey olsa! Ah öyle bir fırsatım olsa bir gün bile bu adamla kalmazdım! Bir gün bile bu adama tahammül etmezdim!” diyorsa, işte bu kadın köledir, câriyedir. Değilse, hayır hayır, her şeye rağmen kocamla beraberliğe devam diyorsa o zaman da işte o kadın hürdür, hürredir, evliliğine devam edilecektir deniyor. (Besâiru-l Kur’an – Ali Küçük)]

 

31-) Femenibteğa verae zâlike feülaike hümül ‘adun;

Artık kim bundan ötesini isterse, işte onlar sınırı aşanların ta kendileridirler! (A. Hulusi)

31 – Fakat ondan ötesini arayanlar, işte onlar haddi aşan hâşarılardır. (Elmalı)

 

Femenibteğa verae zâlike feülaike hümül ‘adun kim bunun ötesine geçerse işte onlar haddi aşmış olanlardır.

 

32-) Velleziyne hüm liemanatihim ve ‘ahdihim ra’un;

Onlar ki (insanın yüklendiği) emanetlerine ve (Allâh’a) ahdlerine riayet edicilerdir! (A. Hulusi)

32 – Ve onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. (Elmalı)

 

Velleziyne hüm liemanatihim ve ‘ahdihim ra’un ve yine onlar ki emanetlerine ve sözlerine riayet ederler. Sözlerinden caymaz emanete ihanet etmezler. Emanete ve ahte riayet aslında ahlak ile ilgili bir hüküm değil mi. bu ayetlerin hangi yılda nazil olduğunu hatırlayalım; Peygamberliğin 6. veya 7. yılında. Yani henüz daha oruç farz değil, zekat farz değil, hacc farz değil, faiz haram değil, örtü farz değil. Yani İslâm ın bir çok haramı ve bir çok farzı henüz daha konulmamış Bunların bir çoğuna daha 5 yıl, 10 yıl, 13 yıl, 12 yıl var. Ama ahlaki ilke olan söze riayet ve emanete riayet konusunda bir emir geliyor, bir ayet geliyor.

Bu neyin ifadesi? Ahlak din binasının temelidir. Bunun ifadesi. Hani efendimize adeta beni neden seçtin sorusunun cevabı olarak Ve inneke le alâ hulukın ‘azıym. (Kalem/4) deniyordu ya ayeti kerimede; Çünkü sen, zira sen muhteşem bir ahlaka sahipsin. Bu ayet kalem suresinde Allah resulünün seciyesine, ahlakına ilişkin bir ayet ve bu ayetin yanına bi,r başka ayeti getirip koyalım. O ayet de mâ künte tedriy melKitâbu ve lel iymân.. )Şurâ/52) sen bundan önceki kitap nedir, iman nedir bilmezdin.

İkisini birleştirip okuyalım: Sen kitap nedir iman nedir bilmezken muhteşem bir ahlaka sahiptin. Yani ahlak din binasının en temelinde yer alan katmış. Akideden de önce yer alması gerekiyormuş. Hatta bakara suresinin girişinde hüden lil muttekıyn (Bakara/2) ibaresinde muttakiler için hidayettir ibaresinin nasıl anlaşılacağı konusu da burada daha iyi anlaşılmış olmuyor mu? muttakiler için hidayettir bu vahiy, bu Kur’an. O zaman muttaki olmakla ahlak sahibi olmak eşitlenmiş oluyor.

 

33-) Vellezine hüm Bişehadatihimkaimun;

Onlar ki, şehâdetlerinde kaîmlerdir (“ŞehidAllâhu ennehu…”Âl-u İmran: 18. âyetine atıf. A.H.)! (A. Hulusi)

33 – Ve onlar ki şahitliklerinde dürüsttürler. (Elmalı)

 

Vellezine hüm Bişehadatihimkaimun yine onlar şahitliklerini dürüstçe tam olarak yaparlar. Yani şahadetlerini tam yaparlar. Bu sadece mahkemelerde şahitlik yapmak veya herhangi bir tanıklıkla ilgili değil, bu Müslüman’ın hayat düsturuyla ilgilidir değerli Kur’an dostları. Zira biz bu cihana sahip olmak için değil, şahit olmak için geldik. Var olmak, şahit olmaktır. Onun için Eşhedu en la ilahe illallah diyerek girilir İslam kapısından ve eşhed enne Muhammeden abduhu ve resulüh. Kelimei şahadet budur. Ben şahit olurum ki diye başlar bir mü’min iman kapısından girerken. Ben şahit olurum ki demek Allah’ın kulu kendine şahit tutmasıdır.

Allah’ın bizim şahitliğimize ihtiyacı mı vardır? Elbette hayır. Ama Allah bununla bizi onurlandırır, bize şeref verir, bizim haysiyetimizi artırır. Yani bana şahit olur musun ey kulum derken aslında Allah bizim şahitliğimize ihtiyacı olduğu için değil, bizi onurlandırmak için böyle yapar. O nedenle biz sahip olmaya değil, şahit olmaya geldik. Yani imanımıza hayatımızı şahit kılmaya, kanımızı canımızı şahit kılmaya, varlığımızı şahit kılmaya, ilmimizi şahit kılmaya, neye sahipsek her birini şahit kılmaya geldik.

 

34-) Velleziyne hüm ‘alâ Salâtihim yuhafizun;

Onlar ki salâtlarını muhafaza ederler (Allâh’a yöneliş hâllerini sürekli korurlar). (A. Hulusi)

34 – Ve onlar ki namazları üzerine muhafızlık ederler.. (Elmalı)

 

Velleziyne hüm ‘alâ Salâtihim yuhafizun yine onlar namazlarını korurlar. Namazları üzerinde muhafızdırlar. Namazlar üzerine muhafız olurlar yani. Namazlarının amacını gözetirler anlamına da alabiliriz bunu. Namazın amacı nedir peki? Elbette ki miractır. ve lezikrullahi ekber. (Ankebut/45) namaz insanı kötülüklerden ve her türlü ahlaki taşkınlıktan alıkoyar ama namazın en büyük maksadı Allah’ın zikridir ki o en büyük amacıdır. Nedir o? Allah kaygısı kazandırmak. İnsana Allah kaygısı kazandırır.

 

35-) Ülaike fiy cennatin mükremun;

İşte bunlar cennetlerde ikram olunanlardır. (A. Hulusi)

35 – İşte onlar Cennetlerde ikrâm olunanlardır. (Elmalı)

 

Ülaike fiy cennatin mükremun işte onlar cennetlerde ikram olunacaklardır.

 

36-) Femalilleziyne keferu kıbeleke muhtı’ıyn;

O hakikat bilgisini inkâr edenlere ne oluyor ki sana şaşkın düşkün geliyorlar? (A. Hulusi)

36 – Şimdi ne var o küfredenlere ki sana doğru boyunlarını uzatarak koşuyorlar. (Elmalı)

 

Femalilleziyne keferu kıbeleke muhtı’ıyn  şimdi yeni bir pasaja girdi suremiz. Şu kafirlere ne oluyor ki senden yana boyunlarını uzatarak,

 

37-) ‘Anilyemiyni ve ‘anişşimali ‘ıziyn;

Sağdan ve soldan bölük bölük! (A. Hulusi)

37 – Sağdan ve soldan fırka fırka. (Elmalı)

 

‘Anilyemiyni ve ‘anişşimali ‘ıziyn gruplar halinde bir sağa bir sola volta atıp duruyorlar. Hem mecaz, hem hakikat. Müşrik muhatapların şaşkınlık ve küstahlıklarına bir ifade, bir atıf var burada. Veya şeytan gibi bir sağdan bir soldan gelişlerine atıf var. yani şeytan gibi bir sağdan geliyor, veya içlerinde şeytanları bir sağdan geliyor ve diyor ki siz değil de bunlar mı girecek cennete, şu yoksul, fakir fukaralar mı girecek. Bir de soldan geliyor aman canım ahiret mi var ki diyor bunları düşünesin. İşte buna da bir atıf olabilir.

 

38-) Eyatme’u küllümriin minhüm enyüdhale cennete na’ıym;

Onlardan her bir kişi, nimet cennetine dâhil olunacağını mı umuyor? (A. Hulusi)

38 – Onlardan her kişi Naîm Cennetine sokulacağını Ümit mi ediyor? (Elmalı)

 

Eyatme’u küllümriin minhüm enyüdhale cennete na’ıym şimdi onlardan her biri tarifsiz nimetler cennetine gireceğini mi zannediyor. Yani onlardan her biri dediği dehriler dışında ki geniş kitlenin, müşrik kitlenin belli belirsiz bir ahiret inancı olduğunu burada görüyoruz bakın. Demek ki belli belirsiz, ki başka ayetlerde de vardı bendeniz onları yeri geldikçe ifade etmiştim. İllezzann” ve innezzanne (Necm/28) yani zannediyoruz. Yani zannetmiş olsak bile tutalım ki ahiret var o zaman biz cennete gireceğiz diye zannediyorlardı. Yani geniş müşrik kitle tümden ahireti inkar etmiyor, belli belirsiz bir kuşku var.

 

39-) Kellâ* inna halaknâhüm mimma ya’lemun;

Hayır, asla! Muhakkak ki biz onları bildikleri şeyden (spermden) yarattık! (A. Hulusi)

39 – Yağma yok, biz onları o bildikleri nesneden yarattık. (Elmalı)

 

Kellâ yo..! yani onlar tarifsiz nimetler cennetine gireceklerini zannediyorlarsa tabir caizse kaba bir ifadeyle böyle zannetmesinler, avuçlarını yalarlar. inna halaknâhüm mimma ya’lemun biz onları bildikleri bir şeyden yarattık. Yani basit bir sıvıdan yarattık basit bir sıvıdan. Fakat onlar Allah’a karşı basit bir sıvıdan yaratıp böylesine muhteşem bir şaheser yaptığımız halde döndüler ne yaptılar, küstahlık yaptılar.

 

40-) Felâ uksimu BiRabbilmeşarikıvelmeğaribi inna liKadirun;

Doğuların ve batıların Rabbi olarak kasem ederim ki, gerçekten biz her şeye gücü yetenleriz! (A. Hulusi)

40 – Artık o maşrıkların, Mağribilerin Rabbi için yemîne ne hacet, şüphesiz ki biz elbette kadiriz. (Elmalı)

 

Felâ uksimu BiRabbilmeşarikıvelmeğaribi inna liKadirun yo..! yemin olsun doğuların da batıların da rabbine ki inna liKadirun elbette biz kadiriz, güç yetiririz.

 

41-) Alâ en nübeddile hayren minhüm ve ma nahnu Bimesbukıyn;

Onların yerine onlardan daha hayırlısını getirmeye… Biz önüne geçilmeyen gücüz! (A. Hulusi)

41 – Onları kendilerinden hayırlısına tedbil edebiliriz ve bizim önümüze geçilmez. (Elmalı)

 

Alâ en nübeddile hayren minhüm ve ma nahnu Bimesbukıyn onlardan daha iyisini onlarla değiştirmeye bizim gücümüz yeter. Yemin olsun ki bizim gücümüz onları daha iyileriyle değiştirmeye yeter.

Buradan alacağımız ders nedir dostlar? Hiçbir varlık türü Allah için vazgeçilmez değildir. Fakat Allah her varlık için vazgeçilmezdir. Ne buyuruyordu Kur’an; İn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd. (Fatır/16)(İbrahim/19) eğer istertse sizi götürür siler kökünüzü kurutur ve ye’ti Bi halkın cediyd. Yepyeni, bir hâlk veya hâlk aynı zamanda tür demektir insan dışında yepyeni bir tür getirir.

Doğuların ve batıların rabbi diyor ayeti kerimede bu bana Nur/35. ayetinde ki o ibareyi hatırlattı. Ne doğuya, ne batıya ait olmayan zeytin ağacından elde edilen bir yakıt. Bu ibare çok ilginç. Hakikat hiç kimsenin malı değildir, ne doğunun ne batının. Onun içinde Allah eğer doğu kendisine sırt dönerse hiç ummadığınız bir yerden batının batısından kendisine iman eden insanları bulur çıkarır, zımni mana budur.

 

42-) Fezerhüm yehûdu ve yel’abu hattâ yülaku yevmehümülleziy yû’adun;

Bırak onları, vadolundukları süreçlerine kavuşuncaya kadar (dünyalarına) dalsınlar ve oynasınlar! (A. Hulusi)

42 – O halde bırak onları dalsınlar ve oynaya dursunlar tâ o vaad olundukları güne çatacakları deme kadar. (Elmalı)

 

Fezerhüm artık onları kendi haline bırak. Yani bunun manası şu; işine bak. gündemini düşmanın belirlemesin. yehûdu ve yel’abu hattâ yülaku yevmehümülleziy yû’adun vaad edildikleri güne kavuşuncaya kadar lafa dalıp oyalansınlar. Yani burada I’lemu ennemelhayatüddünya le’ıbun ve lehvun.. (Hadid/20) ayetini tefsir eden bir ayet bu. Yani ümmül kitaba dahil olan bir ayet. Kitabın anası ayetlerden, tefsir eden ayetlerden, müfessir ayetlerden biri ile karşı karşıyayız.

Hani dünya hayatı tek başına oyun ve eğlencedir diyordu ya Kur’an; işte bu ayete göre tefsir edeceğiz. Eğer bir kafirin eline kafirce yaşanmış bir hayatsa oyun ve eğlence. Veya oyun ve eğlence olarak yaşanırsa ancak kafirin elinde oyun ve eğlenceye dönüşür. Biz bu ayetle bu tip ayetleri yan yana düşünüp onun tefsiri olarak anlamak zorundayız. Tek dünyalıların yaşadığı hayat oyun ve eğlencedir. Ama iki dünyalı biri yaşarda bir mü’min bu hayat ahiretin tarlasıdır.

 

43-) Yevme yahrucune minel’ecdasi sira’an keennehüm ila nusubin yûfidûn;

O gün kabirleri olan bedenlerden hızla fırlarlar! Sanki onlar dikilmiş putlara hızlıca koşuyorlar. (A. Hulusi)

43 – O günkü kabirlerden hızlı hızlı çıkacaklar, sanki çantalarıyla dikmelere (putlara) gidiyorlarmış gibi fırlayacaklar. (Elmalı)

 

Yevme yahrucune minel’ecdasi sira’an keennehüm ila nusubin yûfidûn yani sanki yarışıyorlarmış gibi birbirleriyle kabirlerinden fırlayıp putlarına doğru seğirtecekler. Niye seğirtecekler acaba. Veya putlarına doğru seğirteceklermiş gibi fırlayacaklar. Burada bir kinaye var aslında. Yoldan gelen müşrikler ilk defa putlarına koşar, eğer karlı bir seferden dönmüşlerse kârlarından bir miktarını putlarına verirlermiş. Eğer kârsız dönmüşlerse ziyaret etmezler, hatta putlarını yere çalanlar olurmuş. Ona bir gönderme, bir atıf var.

 

44-) Haşi’aten ebsaruhüm terhekuhüm zilletun, zâlikelyevmülleziy kânu yû’adun;

Gözleri dehşetten önlerine eğik, kendilerini de bir zillet kaplamış oldukları hâlde… İşte bu, vadolundukları o süreçtir! (A. Hulusi)

44 – Gözleri düşkün, kendilerini bir zillet saracak da saracak, o işte onların vaad olunup durdukları gün. (Elmalı)

 

Haşi’aten ebsaruhüm terhekuhüm zille gözleri yıkılmış, zillete bürünmüş bir halde olacaklar. Bir bitmişlik hali yani. Dünya da haşyetullah olmadan yaşayanın ahirette duyduğu haşyet, zillet olacak. zâlikelyevmülleziy kânu yû’adun işte bu onların daha önce defalarca tehdit edildikleri gündür.

Sadakallahul azim. [ve ahıru da’vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn.  dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” diye şükretmek olacaktır. (Yunus/10)]

 

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Mart 2014 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın