RSS

Tefsir Dersleri İNŞİRAH SURESİ (01-8) (193-B)

04 Eyl

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Duha suresinden sonra Şerh suresi geliyor. 94. sure elimizde ki mushafta, fakat fakirin nüzul tertibinde 6. sırayı ihraz ediyor. Adı, açan manasına geliyor, ferahlatan, gönül açan, yürek açan. Bazı tefsirlerde inşirah ismiyle anılıyor Türkiye’de de İnşirah suresi diye meşhur olmuş. Ama bu telmihen verilen bir ad, gerçekte adı şerh suresi olmalı.

Surenin iniş zamanı tabii ki ilk surelerden olduğu için Mekke de iniyor. Hatta Duha suresi ile ayrılmaz bir biçimde yan yana duran bir sure. Dahası da var: Ata ve Ömer İbn. Abdülaziz bu iki sureyi, duha ve şerh suresini besmelesiz olarak yan yana okur, yani ikisini bir sayarlarmış. Buna da delil olarak Allah resulünün bir tek rekatta duha ve şerh surelerini yan yana okuduğunu gösterirlermiş.

Yine şerh suresinin Elem neşrah leke sadrek ayetinin, duha/6. ayetinde ki Elem yecidke yetiymen fe âva ya atıf olduğunu düşünürlermiş. Oysa ki Elem yecidke yetiymen fe âva da ki hitap zamiri gaip zamiri hüve yani yecidke, o seni buldu. Allah’a atfen olan zamir gaip zamiri, O. Oysa ki Elem neşrah leke sadrek te ki Allah’a atfen olan zamir biz yani 1. çoğul şahıs zamiri. Onun için bu ikisi bir birine bir fiil atıf sayılamaz.

Dahası; Allah resulünün bir rekatta iki sureyi okumasının tek örneği bu değil başka örnekleri de var. Mesela Kafirun ve İhlas’ı da bir rekatta ikisini birden okurdu Allah resulü. Daha başka örnekleri de var. Yani bunun bize verdiği ders bir rekatta iki sure de üç sure de okunur mesajıdır. Yoksa bu iki surenin aynı olduğu anlamına gelmez ki zaten bu konuda ittifak var. Tüm otoriteler bu iki sureyi ayrı ayrı iki sure saymışlardır Duha ve şerh suresini.

Konusu motivasyon. Daha önce de söylemiştim Hz. Peygamberi inşa eden bir sure şerh suresi ve teselli eden aynı zamanda bir sure ve surenin zirvesi Feinne me’al ‘usri yüsrâ, İnne me’al ‘usri yüsrâ (5-6) her zorlukla beraber bir kolaylık vardır, evet, evet her zorlukla beraber bir kolaylık var olmaya devam edecektir şeklindeki ayetler ki bize ve tüm zamanlara muhteşem bir ilahi müjdedir. Bu girizgâhtan sonra suremizin tefsirine geçebiliriz.

BismillahirRahmanirRahıym

1-) Elem neşrah leke sadrek;

Senin göğsünü açmadık mı (darlığını genişletmedik mi)? (A.Hulusi)

1 – Şerh etmedik mi senin için bağrını? (Elmalı)

Elem neşrah leke sadrek göğsünü açıp seni ferahlatmadık mı. Bu ayeti kerimenin tefsiri sadedinde kadim bazı tefsirlerimizde göğsü açmanın bir ameliyat operasyonu, yani bir cerrahi operasyon olarak tanımlandığını görüyoruz ve bunun içinde Allah resulünün küçüklüğünde melekler tarafından göğsünün açılıp kalbinin çıkarılıp yıkandıktan sonra yerine konulup göğsünün tekrar dikilip kapatıldığı rivayetine rastlıyoruz. Yani burada bu kıssadan anlaşılan bu ayette söylenilen şey bir göğüs genişletme ve ferahlatma değil bir cerrahi operasyon olarak anlaşılması lazım.

Fakat şu bir gerçek ki Elem neşrah leke sadrek ayeti kerimesi aslında Kur’an da ki inşirahla ilgili diğer ayetlerle birlikte okunduğunda bir cerrahi operasyonla alakasız, manevi bir hususu dile getiriyor. Çünkü Hz. Musa’nın dilinden yanlış hatırlamıyorsam Tâhâ suresinde ifade buyrulan Rabbişrah liy sadriy (Tâhâ/25) Rabbim göğsüme genişlik ver Ve yessirliy emriy ve işimi kolaylaştır duasında da Rabbişrah liy sadriy aynı kelime kullanılıyor. Yani göğsüme genişlik ver yerine göğsümü yar manasını veremeyiz ve Kur’an da başka yerdekullanımları da var aslında. Ki, 5 ayrı yerde müsbet, menfi hepsi de Mekke de inen surelerde kullanılıyor ve göğse nispetle kullanıldığı her yerde ister sadr, ister sudur. İster tekil ister çoğul şeklinde gelsin hiç organ olarak kullanılmıyor.

Dolayısıyla biz bunu cerrahi bir operasyona yorumlayamayız. Bize kadar zayıf rivayetlerle gelen bir takım sebebi nüzül rivayetleri, bu ayetin manasını vermede herhangi bir delil ve mesned teşkil edemezler. Çünkü Kur’an ın bütünü içerisinde bu kavramın kullanılış şekli aynı; göğsün genişletilmesi hepimiz için geçerli olduğu gibi Allah resulü için daha fazla geçerli idi. İnen ayetlerin ağılığı ve sorumluluğunun verdiği o ağır mes’uliyet duygusuyla Allah resulünün göğsü daralıyordu. Yani vahyin ağırlığı altında eziliyordu. Tabir caizse yer yüzünün en nazlım, en sakin, en sessiz, en nazik, en nazenin insanına haydi bu mesajı al ve dünyaya ilan et. Senin karşına tüm insanlık geçse de sen bu mesaj uğruna varlığını ada deniliyordu.

Kolay mı? dostları, akrabaları, yakınları, uzakları, şehri, hemşehrileri, civar yani düşman olmuşlardı. Oysa ki Allah resulünün o güne kadar hiç düşmanı olmamıştı. Hiç kimseye bir şey dememişti, hiç kimseyle takışmamıştı, hiç kimseyle kavgası olmamıştı. Böyle bir bilgi bize kadar gelmiyor. Allah resulüne vahiy gelinceye kadar Allah resulünün geçmiş hayatında herhangi bir tartışma, takışma, çatışma görmüyoruz. Kolay mı? İşte göğsün daralması bunun içindi ve bu sure Allah resulüne bir müjde olarak indi, göğsünü genişletiyordu.

[Ek bilgi; fena makamındaki muvahhid, fani olduğu ve ayrıca fani olan da her şeye karşı bir darlık içinde olduğu için Hak aracılığıyla halktan perdelenir. Çünkü yokluk, varlık kabul etmez. Nitekim, fena makamından önce de, varlık kapasitesi dar olduğu, zati İlahi varlığı kabul etmesine imkân olmadığı için de halk yüzünden Hak’tan perdelenir.
            Ama bağışlanmış Hakkani varlıkla yaratılmaya döndürüldüğü ve tafsile döndüğü zaman, artık Hakkani bir varlık olduğu için, göğsü, kalbi Hakk’ı da halkı da içine alır. İşte sadrın yani göğsün, kalbin açılıp genişlemesi budur.M.İbn. Arabi-Te’vilât)]

[Ek bilgi-2; Göğsü açmak” kelimesi Kur’an-ı Kerim’in neresinde kullanılmışsa orada kelimenin iki anlamı söz konusudur.

Birincisi En’am suresi 125. ayette olduğu gibidir. “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslam’a açar.” Zümer Suresi 22. ayette de şöyledir: “Allah’ın, göğsünü İslam’a açtığı kimse Rabbinden bir nur üzerinde değil mi?” Bu iki yerdeki “Şerh-i Sadr”dan kasıt, her çeşit zihin karışıklığından ve tereddütten temiz olarak, yalnız İslam’ın hak yol olduğuna ve İslami akide, ahlâk, kültür, medeniyet bütün ameller ve hidayetlerin kesinlikle hak olduğuna mutmain olmaktır.
           İkincisi, Şuara Suresi 12-13. ayetlerde geçtiği şekildedir. Hz. Musa’ya nübüvvet verildiği ve Firavun’un saltanatına gitmesi bildirdiği zaman Hz. Musa şöyle demiştir: “Rabb’im! Ben onların beni yalanlayacaklarından korkuyorum. Göğsüm daralıyor.”

Taha suresi 25-26. ayetlerde Hz. Musa şöyle yalvarmıştır: “Rabbim! Göğsümü aç. Bana işimi kolaylaştır.” Burada “göğüs açmak”tan kasıt, nübüvvet gibi büyük bir görevi yerine getirmek ve küfür güçlerine yapayalnız karşı çıkabilmek için insanda cesaret bulunmadığında, ona cesaret verilmesidir. Bu öyle bir cesarettir ki, insanın zor işe bile ne kadar zor olursa olsun tahammül edebilmesi ve Nübüvvet görevini yerine getirebilmesi için ona kuvvet verilmesidir.(Ebu-l.Al’â Mevdudi- Terfhimu’l Kur’an.]

[Ek bilgi-3; Bu âyette kalp yerine “sadr, göğüs, gönül” ün kullanılması, vesvesenin ârız olduğu yerin göğüs, gönül olması sebebiyledir.

“- İnsanların gönüllerine vesvese fısıldayanın, kötülüğe teşvik edenin şerrinden Allah’a sığınırım.” (en-Nas 5)

Vesvesenin giderilmesi, yerine başka şeyin konması, hayrı davet eden vesilelerle mümkündür ki, bu da gönlün hayırlı şeylere açılması, hayırla genişletilip güçlendirilmesiyle mümkündür.
Kalp, aklın ve marifetin yeridir. Kalbin barınağı göğüstür. Şeytan ve şeytan tıynetli ahlaksız azgınlar, insanların gönlüne girerek akıl ve marifetin yeri olan kalbi sıkıştırmaya çalışırlar. Kalp sıkıştırılınca insan itaatin lezzetini, İslam’ın tadını alamaz. Göğüs, gönül genişletilip güçlendirildiği zamansa kalp de güçlenir ve rahatlar.
            Zarfın genişliği mazrufun genişliğine sebep olur. Göğsün genişletilmesi, hal ve istikbalde, dünya ve ahirette bütün hedefleri göstererek her güçlüğü yenecek büyük bir ruh ile şaşkınlıktan hidayete, kederden sevince, sıkıntıdan genişliğe ermek, o güce kavuşturulmaktır. Hüznü gidererek, sevinç verecek şeyleri idrak için bir açma genişletmedir. Sıkıntıyı kaldıracak, gamı kederi dağıtacak geniş bir nefes aldırma şeklindeki bir sebep, bir duygu, bir ilham ile insanda olmayan veya insan tarafından bilinmeyen sevinci mucip bir şey ortaya çıkar ki, bu bir kitabı açıklamak manasına gelen şerh gibidir. Bu mana, mübalağa için, kalbin korunağı olan göğüste kullanılmıştır. Bir şeyin genişlemesi, zarfının da genişlemesini gerektirir. Bu sebeple sevince, yayılma ve genişlik, zıddına da sıkılma ve darlık denir. (A.Tekin KUR’ÂN-ı KERİM TEFSİRİ -el-İNŞİRAH SÛRESİ)]

2-) Ve vada’nâ ‘anke vizrek;

(Hakikati açarak beşeriyet) yükünü senden almadık mı? (A.Hulusi)

2 – Ve indirmedik mi senden o bârını? (Elmalı)

Ve vada’nâ ‘anke vizrek ve sırtından yükünü almadık mı. Vizr; yük, günah manasına da gelir eğer bağlamı öyle ise. Vezir diyoruz, aslında sultanın yükünü alan kimse demektir. Yöneticinin yükünü alan kimse demektir. Onun için burada vizr, yük manasına kullanılıyor. Sırtında yükünü almadık mı.

3-) Elleziy enkada zahrek;

Ki o (-nun ağırlığı), senin belini çatırdatmıştı! (A.Hulusi)

3 – Ki zâr etmişti bütün zahrını? (Elmalı)

Elleziy enkada zahrek o yük ki senin sırtını ikiye katlamıştı. Sırtına dağlardan ağır gelmişti.

Nasıl ağır gelmesin Lev enzelnâ hâzelKur’âne ‘alâ cebelin leraeytehu hâşi’an mutesaddi’an min haşyetillâh (Haşr(21) yani vahyin dağa inmesi halinde dağların toz duman olacağını haber veren bu ayet, vahyin insana inmesi durumunda insanın belini nasıl kütür kütür kütürdeteceğini söylemiş olmuyor mu. Hele bu vahyin ilk muhatabı ise.

Tâ Hâ, Ma enzelna aleykel Kurâne liteşka (Tâhâ/1-2) Tâhâ, biz Kur’an ı sana meşakkat verelim diye indirmedik. Sen zorluk çekesin, acı çekesin zorlanasın, inleyesin diye indirmedik. Demek ki bir taraftan mes’uliyetin, sorumluluğun ağırlığı, öbür taraftan da bu ağırlığı hafifletmek için rabbimizin yardımları, yüreğinden tutması Allah resulünün biz bunu görüyoruz. Şey’e bepni surete hudün ve ahavatuha demişti. beni hud suresi ve kardeşleri ihtiyarlattı. Bir gün Hz. Ebu Bekir Resulallah’a dönüp ya ResulAllah erken yaşlandın demişti de cevabı böyle olmuştu. Beni Hud suresi ve arkadaşları ihtiyarlattı. Yani beni Kur’an ihtiyarlattı.

Ne dersiniz hiç Kur’an la ihtiyarladınız mı. Allah resulünü anlamaya ne dersiniz, sahi anlayabilir miyiz acaba. Anlamaya çalışsak belki bir nebze anlarız da tam olarak anlayabileceğimizi sanmıyorum. Tam olarak anlamak için onun hissettiği o ağır sorumluluğu hissetmek lazım. Vahyin ağırlığı altında ezilen bir yürek lazım. Rabbiyle konuşuyor olmanın getirdiği o mesuliyeti hissetmek lazım. İnsanlığı sırtlanmak lazım, insanlığı yeniden doğurmak lazım, Allah’ın kullarını cehenneme koşarken görüp onların önünü kesmek için kalkan olmanın ağırlığını hissetmek lazım. Yer yüzünde bir insanı hidayete erdirmenin, yer yüzünün tamamını fethetmekten daha evla olduğunu söyleyen Allah resulü işte bunu fark etmişti, bunu söylüyordu aslında Lealleke bahı’un nefseke ella yekûnu mu’miniyn. (Şû’arâ/3) Mü’min olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin diyor Kur’an. Bu nasıl bir sorumluluktu Allah’ım, bu nasıl ağır bir sorumluluk bilinciydi. İşte takva bu, takva gerçekten de bu.

4-) Ve refa’nâ leke zikrek;

Senin zikrini (hatırladığın hakikatini yaşatarak) yüceltmedik mi? (A.Hulusi)

4 – Ve yükseltmedik mi senin zikrini. (Elmalı)

Ve refa’nâ leke zikrek ve senin şanını, namını, adını yüceltmedik mi.

Müfessirlerimiz farklı farklı yorumlamışlar. Adını Kur’an da anarak yüceltmedik mi manasına gelir diyenler olmuş. Geleceğini önceki kitaplarda da vahiylerde de müjdeleyerek yüceltmedik mi manasına geldiğini söyleyenler olmuş. Seni alemlere rahmet ederek yüceltmedik mi manasına geldiğini söyleyenler olmuş. Kur’an da Allah ile yan yana anarak, yani bana itaat edin, Allah resulüne itaat edin, resule itaat edin ..etıy’ullahe ve etıy’urRasûl.. (Nisa/59) gibi. Allah’a itaat edin resule itaat edin gibi. Allah’ın; senin adını kendi adıyla birlikte anması Allah’ın yüceltmesi manasına gelir demişler. Yine burada peygamberlik vererek vahiy indirerek yüceltmedik mi manasına gelir demişler ki en doğrusu bu. Allah resulü Alemlere rahmet kılınmıştı. Alemler içerisinde onun adı göklerin neonlarıyla yazılmıştı. Onun içinde gerçekten de şanı yüceltmişti, yücelmişti. Namı yücelmişti. O dillere destan olmuştu.

Olmuştu değil hala oldu. Milyonlarca kadın ve erkeğin gönlünde uğruna ölünebilecek yer yüzünde kaç kişi var Allah aşkına. Allah birini yüceltirse ne olur. Bir şehri yüceltirse dağında ot bitmese de Mekke olur, insanlar göz yaşları içinde hasretle giderler. Allah bir yapıyı yüceltirse o yapı dünyanın en sıradan, en basit, en sade yapısı da olsa Kâbe gibi o insanların artık göz bebeği olur. Allah bir insanı yüceltirse AbdulMuttalib in yetimi iken bir çöl kasabasında kimsenin kendi halinde yaşayıp gitmesi durumunda kimsenin hatırlayamayacağı bir yetimi alır ve dillere destan eder, alemlere rahmet eder ve 1.400 yıl sonra dahi 100 milyonlarca kadın ve erkeğin gönlünde bir numara olur. İşte bu ayetlerin tezahürünü biz görüyoruz, yaşıyoruz.

[Ek bilgi; BİR ŞİİR
“Berk urdu Cemâlinde o ümmiyyi yetimin”
“En şaşaalı feyz-i hüdavendi hakimin”
“Bir ders-i edeb verdi ki, Ashab-ı zekâye”
“Hayret verir asar-ı fühuli hükemaye”
Muallim Naci]

5-) Feinne me’al ‘usri yüsrâ;

Bu yüzdendir ki, kesinlikle zorlukla beraber bir kolaylık vardır. (A.Hulusi)

5 – Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık var. (Elmalı)

(Müteakip ayetle birlikte)

6-) İnne me’al ‘usri yüsrâ;

Evet, kesinlikle her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. (A.Hulusi)

6 – Evet o zorlukla beraber bir kolaylık var. (Elmalı)

Feinne me’al ‘usri yüsrâ,(5) İnne me’al ‘usri yüsrâ o halde her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet evet, her zorlukla beraber bir kolaylık olmaya devam edecektir. Yani hayat sadece iniş değil, sadece düz değil aynı zamanda yokuşta. Hayat sadece sevinçten müteşekkil değil, hüzün de var. Hayat sadece tatlı değil acı da. Onun için zorluğu görüp de kolaylığı görmeyenler Allah’ın nimetine şükredemezler.

Nimetine şükretmesi için, hani bir önceki surede Ve emma Bi nı’meti Rabbike fe hadis (Duha/11) diyordu ya tahdisi nimet, imeti anmak için nimeti görmek lazım. Kaldı ki zorlukla kolaylık yan yana. Bakarsınız zorluğun içinde bir kolaylık var. Rabbimiz imtihanı verir, acıyı verir, ıstırabı verir, derdi verir, o derdin içinde bir de kolaylık paketler gönderir. Zorluk kapıdan içeri girerken kolaylığı kapının önünde bırakır. Eğer siz içeri girene değil de kapının önündekine de bakarsanız o zaman zorluğu görür sabreder, kolaylığı görür hamd edersiniz, şükredersiniz. Dolayısıyla hayat bu ikisinden müteşekkil.

Aslında bu ayetler bize hayatı öğretiyor. Ey Muhammed eğer Mekke de yaşadığın zorluklar olmasaydı Medine de aldıklarını hak etmiş olmazdın. Eğer Kureyş senin başına ödül koymamış olsaydı sen Medine de medeniyeti kurmaya kalkamazdın. Eğer Allah anneni, babanı, yaslandığında dedeni, yaslandığında Hatice’yi, yaslandığında Ebu Talib’i almamış olsaydı seni bizzat Allah terbiye etmezdi. Dolayısıyla her zorlukla beraber bir kolaylık nasıl var bak.

Hepimiz için geçerli değil mi? Aslında biz bütünü görmüyoruz, parçayı görüyoruz. Parçanın içinde kötü duran bütünün içinde çok güzel durabilir. Makro bütün de mükemmel durabilir. Eğer Allah’ın bak dediği yerden görseydik, baksaydık nice kötü gördüğümüz şeyler içindeki güzelliği görecek, nice zorluk saydığımız şeylerin içinde ki kolaylığı görecektik. Aslında Kur’an bir yasayı haber veriyor.

[Ek bilgi; “Elbette zorluğun yanında” halk yüzünden Hak’tan perdelenme şeklindeki ilk zorluğun yanında “bir kolaylık vardır.” Hem de ne kolaylık: Zatın keşfi ve velayet makamı… “Gerçekten zorlukla beraber” Hak aracılığıyla halktan perdelenme şeklindeki zorlukla beraber “bir kolaylık vardır.” hem de ne kolaylık: Göğsün bağışlanmış Hakkani varlıkla açılıp genişlemesi ve Nübüvvet makamı. (M.İbn Arabi-Te’vilât)]

[Ek bilgi-2; İbn Abbas şöyle demektedir: “Cenâb-ı Hak adeta, bu ayette “iki kolaylık arasında bir zorluğu yarattım. Binâenaleyh, bu demektir ki, bir zorluk, kesinlikle iki kolaylığa galib gelemez” demek istemiştir. Mukatil de, Hz. Peygamber (s.a.s)’in,

“Bir zorluk, kesinlikle iki kolaylığı yenemeyecek.” dediğini ve bu ayeti okuduğunu rivayet etmiştir.
Ayetteki “iki kolaylık” ile, dünya kolaylığı, yani beldelerin kolayca fethedilişi ile ahiret kolaylığı, yani cennet mükafatının elde edilişi kastedilmiştir. Delili ise, Cenâb-ı Hakk’ın,

“De ki: “Sizler, bizim için en güzel iki şeyden birisini bekleyip duruyorsunuz…” (Tevbe, 9/52) ayetidir ki, bu “en güzel iki şey” de, zaferler kazanmanın güzelliği ile, (ölüm halinde) cennet mükafatının elde edilmesidir.

O halde, Hz. Peygamber (s.a.s)’in, “Bir zorluk, kesinlikle iki kolaylığı yenemeyecek.” ifadesinden kastedilen işte budur.

…Soru; Kolaylık zorlukla birlikte olamaz. Çünkü bunlar, iki zıt şeydirler. Binâenaleyh, birarada bulunamazlar!

Cevap: Zorluktan sonra kolaylığın meydana gelişi, kısa bir zaman içinde olacağı için, bu kesin addedilmiş, dolayısıyla da, adeta “kolaylık”la birlikte imişcesine kabul edilmiştir. (F. Razi-Tefsir-i kebir)]

7-) Feizâ ferağte fensab;

(İşlerinden) kurtulunca, (esas işinle) yorul! (A.Hulusi)

7 – O halde boşaldın mı yine kalk yorul. (Elmalı)

Feizâ ferağte fensab şu halde zorluktan kurtulduğunda kolaylıktan nasibini iste, gözet. Fensab ı burada nasib olarak anlayan müfessirlerimize fakir de uydu. Dolayısıyla zorluktan kurtulduğunda kolaylıktan nasibini gözet, iste. Bir önceki ayetle bağlantılı olarak tercüme etmeyi daha uygun buldum, ama bunun en aygın alternatif tercümesi şöyle; O halde bir işle yorulunca başka bir işle dinlen. Bu da güzel bir tercüme, bu da güzel bir anlama. Çünkü İslam’da tatil yok, tebdil var. Atıl kalma yok. İnsan yorulduğunda yatarak değil, insan yorulduğunda iş değiştirerek dinlenmeli. Tabii ki uyku da dinlence, ama asıl onu söylemiyoruz. Uyku tatil değil aslında uyku ihtiyaç. Fakat boş durma zaten ta’dil atıl kalma, Arapça bir kelimedir. Onun için insan atıl kalmaz, cennette bile atalet yoktur kaldı ki dünyada olsun.

İnne ashâbel cennetil yevme fiy şüğulin fâkihun. (Yasin/55) orada insanlar sevdikleri işleri yapacaklar. Neyi seviyorlarsa sevdiğini sevdiği kadar yapacak. Yani orada da sevdiği bir meşguliyet vardır. Cennette bile atıl kalma, atalet, tembellik, boşluk yoksa dünyada nasıl olur. Dolayısıyla burada Feizâ ferağte fensab her iki mananın da bir çok derinliği var. Yani zorluktan kurtulduğunda kolaylıktan nasibini iste.

Ehlibeyt ekolüne müntesib bazı müfessirler fensab ı fensıb şeklinde okumuşlar ve yerine birini nasbet, yani yerine birini ata Halife olarak şeklinde anlamışlar ki bunun mezhebi bir okuma olduğunu söylememe sanırım gerek yok.

8- ) Ve ila Rabbike ferğab;

Rabbini değerlendir! (A.Hulusi)

8 – Ve ancak rabbine rağbet et, hep ona doğrul. (Elmalı)

Ve ila Rabbike ferğab ve sadece rabbine rağbet et. yani İyyaKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn. (Fatiha/5) diyorsun ya fatiha da. Madem öyle diyorsun, yalnızca sana ibadet eder, kulluk eder ve yalnızca senden yardım dileriz, o zaman rabbine rağbet et, bu sözün içini doldur. Rabbin sana rağbet etti madem bu ayetlerde,ü işte bu surenin diğer ayetlerinde, yani rabbin seni desteklemekle, duha’yı da katalım buraya; yetim bulup seni gözetmekle, yoksul bulup seni kendi kendine yeter hale, kanaatli hale getirmekle, şaşırmış bulup seni doğru yöne yönlendirmekle rabbin sana rağbet etti. seni peygamber seçmekle rabbin sana rağbet etti. O zaman sen de rabbine rağbet et manasına gelir.

Rabbim rağbetimizi kendisine yöneltsin. Bir sonraki sure tiyn suresi.

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Eylül 2014 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın