RSS

İslamoğlu Tef. Ders. TEVBE SURESİ (081-106)(65)

07 Eki

231

Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

 “BismillahirRahmanirRahıym”

Sevgili Kuran dostları dersimize tevbe suresinin 81. ayeti ile devam ediyoruz. Daha önceki derste hatırlayacağınız gibi münafıklarla ilgili Tebük seferi çerçevesinde geçen olayların bir özeti sunulmuştu. Şimdi yine aynı seferle ilgili bir takım olaylar çerçevesinde iki yüzlü mantığın, iki yüzlü aklın belki evrensel işleyiş biçimine ilişkin kimi Kurani tespitleri göreceğiz.

81-) Ferihal muhallefune Bi mak’adihim hılafe Rasûlillâhi ve kerihu en yücahidu Bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâhi ve kalu lâ tenfiru fiyl harr* kul naru cehenneme eşeddü harra* lev kânu yefkahun;

Allâh Rasûlünün isteğinin aksine, gitmeyip geride kalanlar, evlerinde oturmakla sevindiler; Allâh uğruna mallarıyla, canlarıyla mücahede etmek hoşlarına gitmedi ve dediler ki: “Şu sıcakta savaşa çıkmayın”… De ki: “Cehennem nârı sıcaklık olarak çok daha şiddetlidir!” Keşke kavrayabilselerdi! (A.Hulusi)

81 – Arkada kalanlar Resulallah hilâfına olarak oturup kalmalarıyla ferahlandılar, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücahit olmayı hoşlanmadılar, bu sıcakta seferber olmayın dediler, de ki Cehennem ateşi daha sıcak, fakat duysalardı. (Elmalı)

Ferihal muhallefune Bi mak’adihim hılafe Rasûlillâh terk edilen geride bırakılan kimseler Resulallah’a muhalefet ederek oturup kalmalarına sevindiler. ve kerihu en yücahidu Bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâh ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat etmekten hoşlanmadılar. ve kalu lâ tenfiru fiyl harr bir de kalkıp şu sıcakta savaşa çıkmayın diye propaganda yaptılar.

Bu ayetten anlıyoruz ki, ayetin mevsiminden anlıyoruz ki burada sözü edilen savaş, sefer daha doğrusu, Tebük seferi. Çünkü Tebük seferi çok sıcak bir mevsime denk gelmişti ve bu ayette, okuduğum bu cümlelerde iki yüzlü mantığın, mazeretçi mantığın kendini ele verdiğini görüyoruz. Mazeretçi mantık sadece o çağa özgü, bu ayetin ilk muhataplarının yaşadığı çağa özgü bir mantık değil. Mazeretçi mantık her çağın mantığı. Bu mantık eğer mazeret üretmeye başlarsa, “Allah’a ve Resulüne bile mazeret üretebilme yeteneğine” sahip bir mantık, bir akıl. Onun için Bu ayetleri mazeretçi akla tokat gibi bir cevap olarak görmek lazım.

Kul Ki o tokat gibi cevap geliyor. kul naru cehenneme eşeddü Harran bu mazeretçi akla şöyle de; Onlara; Cehennem ateşi daha sıcaktır de. lev kânu yefkahun; tabii ki bunun bilincine varırlarsa.

Bu da apayrı bir problem. çünkü sorun yaklaşım sorunu, algılama problemi var. Eğer algılayabilirlerse. Onu algılayamaz. Neden algılayamaz iki yüzlü akıl. İki yüzlü akıl aslında elenmiştir. İşte ayetin girişi; muhallefune geri bırakılmıştır, elenmiştir. Fakat iki yüzlü akıl baktığı yerden kendisini elenmiş olarak görmez, atlatmış olarak görür. Onları atlatmış olarak. Hakikati, Allah’ı, Peygamberi atlatmış olarak görür. Allah ona “sen elendin” derken, o kendisine “iyi atlattın” der. Onun için de iki yüzlü mantık algılayamaz. Yaptığı o korkunç yanlışı algılayamaz. İşte bu, fark bu.

82-) Felyedhaku kaliylen velyebkû kesiyra* cezaen Bi ma kânu yeksibun;

 Yaptıklarının sonucu olarak yaşayacaklarını düşünerek, az gülsünler çok ağlasınlar! (A.Hulusi)

82 – Artık kazandıkları günahın cezası olarak az gülsünler çok ağlasınlar. (Elmalı)

Felyedhaku kaliylen velyebkû kesiyra artık bundan böyle dünyada az biraz gülsünler fakat ukbada çok ağlayacaklar. Çünkü onların ne dediği değil, Allah’ın ne dediği önemli olduğu için, onların atlattık dediğine Allah elendiniz dediği için dünyada az biraz gülebilirler. İki yüzlü mantığın yüzüne taktığı maske belki bir miktar kendisine getiri sağlayabilir, fakat maskesinin kesinlikle sıyrılacağı bir gün gelecek ve işte o gün kendi yüzünü görmeye dayanamayacak diyor Kuran.

cezaen Bi ma kânu yeksibun; Tabii ki kazandıklarının karşılığı olarak..

Hiçbir profesyonel münafıklık, ahirete kadar sürdürülemez. Hiç biri ve ilginç olanı iki yüzlüler tek dünyalıdır. Eğer çift dünyalı olsaydı tek yüzü olurdu. Eğer burada yaptıklarının hesabını bir başka dünyada kesinlikle vereceğine inansaydı, yani çift dünyalı olsaydı tek yüzü olurdu. Her iki yüzlünün tek dünyası vardır. Onun için de bu bir kaidedir adeta, iki dünyalı olanın iki yüzü olmaz. İki dünyaya birden bakanın burada yaptıklarının sonucunu bir şekilde atlatabileceğini düşünse dahi bir gün hesabının sorulacağına inanan bir insan nasıl çift yüzlü olabilir. Nasıl maske taşıyabilir.

83-) Fein raceakellahu ila taifetin minhüm feste’zenuke lil huruci fekul len tahrucu me’ıye ebeden ve len tukatilu me’ıye ‘adüvva* inneküm radıytüm Bil ku’ûdi evvele merretin fak’udu maal halifiyn;

 Bu seferden döndükten sonra o münafıklar gelip yeni bir sefere katılmak istediklerini söylerlerse de ki: “Siz sonsuza dek benimle beraber çıkmayacaksınız; benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız! Siz ilk defasında evlerinizde kalmaktan mutlu oldunuz… Bundan sonra da diğer geri kalanlar ile beraber oturun oturduğunuz yerde!” (A.Hulusi)

83 – Bundan böyle Allah seni onlardan bir kısmının yanına döndürür de başka bir cihada çıkmak için senden izin isterlerse artık siz benim maıyyetimde ebedi çıkamayacaksınız, ve hiç bir düşmana benim maıyyetimde harb edemeyeceksiniz, evvelki defa oturup kalmayı arzu ettiniz, şimdi de artık geride kalanlarla beraber oturun de. (Elmalı)

Fein raceakellahu ila taifetin minhüm bundan sonra Allah sana seferden dönmeyi nasip ederde onlardan bir grupla karşılaştırırsa, peygambere doğrudan hitap var, feste’zenuke lil huruc ve onlar da gelip senden savaşa çıkma izni isterlerse, fekul onlara de ki; len tahrucu me’ıye ebeden ve len tukatilu me’ıye ‘adüvva Bundan böyle benimle sefere çıkmayacaksınız ve benim yanımda asla düşmana karşı savunma yapmayacaksınız. inneküm radıytüm Bil ku’ûdi evvele merretin madem siz bir kez oturup kalmaya razı oldunuz, fak’udu maal halifiyn; o halde bundan sonra da geri kalanlarla birlikte oturmayı sürdürün. Yani artık yüzünüz olmamalı, sefere çıkmak için artık yüzünüz olmamalı. Çünkü siz gerçek yüzünüzü maske ile sakladınız. Bundan böyle hangi yüzle gelip de peygambere artık seninle birlikte olacağız diyebilirsiniz. Diyor Kuran.

Buradaki son kelime, halifiyn savaştan muaf tutulanlar diye çevrilmiş, anlaşılmış klasik tefsir tarafından. Fakat bizce anlamı bu bağlamda, kaçanlar. Çünkü savaştan muaf tutulanlar ayrı bir kesimdir. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hastalar ve bunun gibiler. Ama bir de kaçaklar var firarlar. Bunlar halifiyn, firarlar. Savaştan muaf tutulanlar için bizce Kuran çok daha farklı bir kavram kullanıyor o da ka’ıdiyn;. 86. ayetin sonunda ka’ıdiyn. Yani geride kalıp oturanlar, otura kalanlar. Kalkamayanlar, gelemeyenler.

 84-) Ve lâ tusalli alâ ahadin minhüm mate ebeden ve lâ tekum alâ kabrih* innehüm keferu Billâhi ve RasûliHİ ve matu ve hüm fasikun;

 Ebeden, onlardan ölen hiç kimseye cenaze namazı kılma ve onun kabri başında dua etme! Muhakkak ki onlar, Esmâ’sıyla onların hakikati olan Allâh’ı ve Rasûlünü inkâr ettiler ve onlar fâsıklar (bilinçleri hakikate kapalı – bozuk inançlı) olarak öldüler. (A.Hulusi)

84 – Ve içlerinde ölen birinin ebedâ namazını kılma ve kabrinin üzerinde durma, çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımadılar ve kâfir olarak can verdiler. (Elmalı)

Ve lâ tusalli alâ ahadin minhüm mate ebeden ve lâ tekum alâ kabrih bir de onlardan ölen herhangi birinin namazını kılma ve kabrinin başında da asla bulunma. Bu, tabii ki devamını da okuyunca daha iyi anlaşılacak, münafıklar için olduğu kesin. Fakat bunu spesifik olarak belli isimlere hasretmekte doğru olmasa gerek. Ayeti bitirelim;

innehüm keferu Billâhi ve RasûliHİ ve matu ve hüm fasikun; Çünkü onlar Allah’a ve elçisine nankörlük ettiler ve yoldan sapmış bir halde ölüp gittiler.

Bu çok önemli. Hayatta yapılmış yanlışların bir daha tevbe etmeden o yanlışlar üzere ölüp gitmek. İşte getirebileceği en büyük felaket ve Kuran’da ne hal üzere öldüğüne dikkat çekiyor. Yoksa yanlış yapılabilir, hata mümkündür, günah insan içindir. Ama günahı savunmak, günahta ısrar etmek, günahı işlemekten bin kat beterdir. Onun için insan günahı işlemekten daha fazla günahta ısrar etmek ve günahı savunmaktan korkmalı.

Bu ayetin Medine münafıkları reisi Abdullah bin Ubey bin Selül hakkında indirildiği söylenir bir çok tefsirde. Fakat Taberi’nin bize naklettiği bir gerçek var ki ben onu gerçek olarak kabul ediyorum, tarihsel bir hakikat. Münafıkların ele başısı Abdullah bin Ubey, münafıkun suresinden hemen sonra öldü. Münafıkun suresi ise ben-i Müstalık seferi sırasında indirildi.

Ben-i Müstalik seferi ise hicretin 6. yılında yapıldı. Dolayısıyla hicretin yaklaşık 7. yılında ölmüş olması gerekiyor, münafık elebaşının. Oysa ki Tebük seferi biz biliyoruz ki hicretin 8. yılından sonra yapıldı. Onun için bu ayeti Abdullah bin Ubey bin Selül’e atfetmek çok fazla isabetli gözükmüyor. Zaten ayette onlardan söz ediyor. Hatta alâ ahadin minhüm onlardan bir tanesi diyor ölürse. Ki demek ki bir kitleden söz ediliyor burada. Onun için bu ayetin Abdullah bib Ubey bib Selül’le ilişkili olduğunu söyleyen Buhari, Tirmizi, Nesei gibi hadis derlemecilerin de derlediği rivayet bir takım problemleri içinde barındırıyor. Ki o rivayette Hz. Ömer, Resulallah onun cenazesini kılmaya kalktığında arkasından yapışıyor ve; “Allah seni onun cenazesini kılmaktan men etmedi mi.” Diyor.

Allah’ın cenaze kılmaktan bahsettiği tek ayet bu. Açık biçimde. Ama bu haberin sonunda da bunun üzerine bu ayet indi diyor. Eğer onun üzerine bu ayet inmişse Allah’ın men ettiği ayet hangisi diye tabii ki sormak gerekiyor. Onun rivayette açık bir çelişki bulunduğundan dolayı daha önceki dersin son ayetini tefsir ederken de bu mesele üzerinde bir miktar durmuştum. Bu rivayetlerden daha çok Resulallah’ın genel bir münafık kitlesi, İki yüzlü kitleyi muhatap aldığını görüyoruz bu ayetle.

Tabii ilginç olan bir gerçek var o da münafık ele başısının ölmek üzereyken cenazesine Resulallah’ı vasiyet etmesi. Bu sahih bir haber. Hatta hırkasını vasiyet etmesi, “Resulallah’ın giysisini bana kefen olarak sarın.” demesi, bu sahih bir rivayet. Ben bunun üzerinde bir ders dursam yine de az gelir. Fakat tabii ki öyle bir zamanımız yok. Fakat siz bir dersten daha fazla bir zaman ayırın düşünce dünyanızda bu olaya ve sorun kendinize,

Münafıkların reisi, Peygamberin hanımına iftira atmış, zina isnat etmiş bir adam. Resulallah’ın ordusunu ikiye bölmüş bir adam. Tam ölüm kalım günü olan Uhut’ta ki belki de yenilginin sebebi olan adam. Çünkü 300 kişiyi ayırmıştı. Ve bir ömür Resulallah’a iftira etmekten, onun başarısızlığı için elinden geleni yapmaktan geri durmamış ve her türlü ahlaksızlığı yapmış olan bir adam; Resulallah’ın hırkasını kefen diye sarılmak için vasiyet ediyor. O halde bu adamın aklında, zihin dünyasında Resulallah’ın hırkasına yüklediği bir kutsal anlam var. Bu önemli. Yoksa ölüp gidiyor, neden yapsın bunu? Söyler misiniz. Resulallah’ın hırkasına sarılı olması onu münafık olmaktan kurtarmaya yetiyor mu.

Sizin cenazenizi de Peygamber kıldırsaydı ne değişirdi. Elleriyle kabre koyduğu rivayeti, aynı rivayetin devamındadır. Sizin cesedinizi peygamber elleriyle kabrinize yerleştirseydi ne değişirdi.

Yine söyler misiniz, Kuran dostları. Peygambere bakışınız münafıkların ele başısı Abdullan bin Ubey bin Selül gibi olmasın sakın. Peygamberin hırkasına kutsallık atfetmek, onun elleriyle kabrinize yerleştirmesine kutsallık atfetmek hiçbir şeyi değiştirmiyor. Değiştirecek, sizin tercihinizdir, sizin hayatınızdır, sizin eyleminizdir.

Resulallah’ın hırkasına değil, Resulallah’ın yoluna kutsiyet atfetmeniz gerekiyordu. Onun, sizin cesedinizi değil, onun, sizin hayatınızı kontrol etmesine, hayatınıza bir yol çizmesine bir kılavuzluk yapmasına, yol haritası olmasını temin etmeniz gerekiyor. Budur sizi kurtaracak olan. Yoksa derisini yüzseler size giydirseler görüyorsunuz hiç, ama hiçbir şey değişmiyor ve bunu Münafıkların ele başısı bile böyle düşünebiliyor. Bu bir meziyet olmuyor, sayılamıyor, sayılmıyor.

85-) Ve lâ tu’cibke emvalühüm ve evladühüm* innema yüriydullahu en yuazzibehüm Biha fiyd dünya ve tezheka enfüsühüm ve hüm kafirun;

 Onların zenginlikleri ve evlatları seni imrendirmesin! Allâh bunlarla dünyada onlara (mekr yoluyla) azap vermeyi ve hakikat bilgisini inkâr eder hâlde canlarının çıkmasını irade ediyor. (A.Hulusi)

85 – Hem onların ne malları, ne evlatları gözüne batmasın, o hiç bir şey değil, ancak Allah onları Dünyada bunlarla muazzep kılmayı ve kâfir oldukları halde canlarının çıkmasını murad buyuruyor. (Elmalı)

Ve lâ tu’cibke emvalühüm ve evladühüm ve onların malları da, çocukları da seni imrendirmesin. innema yüriydullahu en yuazzibehüm Biha fiyd dünya şu kesin ki Allah bu şeyleri onlar için dünyada bir azaba dönüştürmek, ve tezheka enfüsühüm ve hüm kafirun; ve canlarını inkara gömülüp gitmişken çekip almak istiyor.

Aslında ayet münafığın zihnindeki tek dünyacı algılayışa kinayeli bir atıf yapıyor. Tek dünyacı. Demiştim ya iki yüzü olanın iki dünyası olmaz diye. Bir adamın iki yüzü olması için tek dünyası olması lazım. Burada da Resulallah’a hitap ediyormuş gibi yapan ayet, aslında tek dünyacı mantığa hitap ediyor ve onların tek dünyası seni imrendirmesin diyor mümine. İmrendirmesin, çünkü onların çift yüzü var. Çift yüzü olunca tek dünyasının da gününü göremeyecek, hatta o tek dünyayı da mahvedecek, perişan edecek. Maskelerle ne kadar yaşanabilir ki, maskelerle mutlu olabilmiş bir iki yüzlü bulunabilir mi.

86-) Ve izâ ünzilet suretün en aminu Billâhi ve cahidu mea RasûliHİste’zeneke uluttavli minhüm ve kalu zerna nekün me’al ka’ıdiyn;

 “Esmâ’sıyla hakikatiniz olan Allâh’a iman edin ve Rasûlü ile beraber mücahede edin” diye bir sûre inzâl edildiğinde, içlerinden zengin olanlar (cihada çıkmamak için) senden izin istediler ve “bırak bizi, evlerinde oturanlarla beraber olalım” dediler. (A.Hulusi)

86 – Allaha iman edin ve Resulünün maiyetinde cihada gidin diye bir Sûre indirildiği zaman içlerinde servet sahibi olanlar senden izin istediler ve «bırak bizi oturanlarla beraber olalım» dediler. (Elmalı)

Ve izâ ünzilet suretün en aminu Billâhi ve cahidu mea RasûliHİ hem ne zaman Allah’a güvenip iman edin ve elçisiyle birlikte cihat edin diyen bir pasaj indirilse, sureyi pasaj diye çevirdim, çünkü bu günkü ıstılahi anlamını kazanmamıştı o gün sure. Sure sure değil, pasaj pasaj indiriliyordu Kuran. O nedenle pasaj diye o günkü anlamıyla çevirdim. Bugünkü anlamıyla değil.

İste’zeneke uluttavli minhüm ve kalu zerna nekün me’al ka’ıdiyn; İçlerinden durumu gayet müsait olanlar bile senden izin isteyerek derler ki; Bırak bizi, oturanlarla birlikte oturalım.

İşte yukarıda halifiyn sözcüğünü açıklarken not düşmüştüm 83. ayette, bunda ka’ıdiyn deniliyor, oturanlarla birlikte oturan. Yani bunlar savaştan kaçanlar değil oturanlar. Savaştan muaf tutulanlar. Mazereti, gerçek mazereti olanlar. İşte kadınlar, çocuklar, hastalar ve yaşlılar gibi.

87-) Radu Bi en yekûnu me’al havalifi ve tubia alâ kulubihim fehüm lâ yefkahun;

 Savaşa katılmayıp geride kalan kadınlar, çocuklar, âcizler ile beraber olmaya razı oldular… Kalplerine mühür vuruldu (anlayışları kilitlendi)! Artık onlar anlayamazlar! (A.Hulusi)

87 – Kadınlarla beraber olmaya razı oldular, kalplerinin üzeri tab edildi, artık onlar gayeyi fehmetmezler. (Elmalı)

Radu Bi en yekûnu me’al havalif  tekrar sözü başa aldı Kuran ve onların aslında sadece savaştan kaçma suçu değil, sadece cihadı terk etme, firari olma suçu değil, bu suçun arkasında daha temel bir problem yatıyor. Bir inanç problemi. O da Allah’a güvenememe. Allah’ın, yaptıklarını değerlendireceğine olan kuşkuları. Allah hakkında kuşku duymadan biri böyle bir eyleme girişemez. Bunu da Allah böyle açıklıyor bize. Allah’ın baktığı yerden böyle görünüyor olay. Geri kalanlarla birlikte olmayı gönülden kabullendiler.

ve tubia alâ kulubihim fehüm lâ yefkahun; sonunda kalplerine mühür basıldı, artık onlar gerçeği kavrayamazlar.

Bakınız, mühür basılan bir süreç nasıl başlıyor. Gerçeği kavrayamama aslında, mühür basılma da hep bunlar mecazi, hep bunlar temsili ifadeler. Simgesel bir anlatım var burada. Yoksa kalplerinde mühür izi falan görmezsiniz tabii ki. Ama mantık tersine çalışıyor. Artık mantık istikametini kaybetmiştir. Koordinatlarını yitirmiştir. Onun için de hiçbir zaman doğruyu göremez.

Neden? Çünkü yamuk bakan nasıl doğru görür ki. Yamukluğu bakışlarında değil baktığında aramaya başlayacaklar. Ben yamuk bakıyorum diyemedikleri sürece de her doğruyu yamuk görecekler. Hatta onu düzeltmeye kalkmaları bir cinayet olacak, felaket olacak. Düşünebiliyor musunuz, yamuk bakan biri eşyayı düzeltmeye kalkıyor. Her düzelttiğini yamultacaktır. Onun için koordinatlarından şaşırmıştır. O bakışın koordinatlarını yitirmiştir. Onun için her baktığına yamuk bakacaktır. Hakikati de tersinden görecektir.

Eylemi akıl yönetir öyle değil mi dostlar. Eylemin sonucu ise kalbi etkiler. Kirli akıl, kirli eylem üretir, kirli eylem kalbi kirletir. Ve sonra düşünün, paslanmış bir yürek.

88-) Lakinir Rasûlü velleziyne amenû meahu cahedu Bi emvalihim ve enfüsihim* ve ülaike lehümül hayrat* ve ülaike hümül müflihun;

 Fakat Rasûl ve beraberindeki iman etmişler, mallarıyla, canlarıyla mücahede ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır! İşte kurtuluşa erenler bunlardır. (A.Hulusi)

88 – Lâkin Peygamber ve maiyetindeki Müminler mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler, bunları görüyor musun bütün hayırlar işte onlar için ve işte bunlar murada iren müflihler. (Elmalı)

Lakinir Rasûlü velleziyne amenû meahu cahedu Bi emvalihim ve enfüsihim Fakat, elçi ve onunla birlikte iman edip, mallarıyla ve canlarıyla cihat eden kimseler var ya, ve ülaike lehümül hayrat  İşte onları hayırlı sonuçlar beklemektedir. Güzel meyveler beklemektedir. Birden fazla güzellik beklemektedir. ve ülaike hümül müflihun; üstelik kurtuluşa erecek olanda onlardır.

Ayet açık, tefsiri içinde. Bu ayet müfesser değil, müfessir adeta. Yani tefsire ihtiyaç duymuyor kendisi tefsir ediyor. Razi’ye göre hayırlı sonuçlar cihadın dünyevi meyveleri, ürünleri, fetih, insan kazanımı, iktidar, devlet vs. gibi. Bizce çok daha öte bir şey. Özgürlük ve izzet, haysiyet, onur, şeref, iman ve adalettir.

89-) E’addAllâhu lehüm cennatin tecriy min tahtihel’enharu halidiyne fiyha* zâlikel fevzül azıym;

 Allâh onlara, içinde sonsuz yaşayacakları altlarından nehirler akan cennetler hazırladı… İşte budur çok büyük başarı! (A.Hulusi)

89 – Allah onlara altından nehirler akar cennetler hazırladı içlerinde muhalled olacaklar, işte o fevziazîm, bu. (Elmalı)

E’addAllâhu lehüm cennatin tecriy min tahtihel’enharu halidiyne fiyha ve daha ne hazırlamıştır Allah onlar için, Allah onlar için zemininden ırmaklar çağlayan içerisinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. zâlikel fevzül azıym; işte budur muhteşem zafer.

Evet, savaşlar zafer için yapılır değil mi? Aslında hayatın kendisi bir sefer, kendisi bir savaş ve hayatın en büyük zaferi, hayatı Allah’a kirlenmemiş olarak sunmaktır. Budur hayatın bitimsiz zaferi.

90-) Ve cael muazzirune minel’a’rabi liyü’zene lehüm ve kaadelleziyne kezebullahe ve RasûleHU, seyusıybülleziyne keferu minhüm azâbün eliym;

 Bedevîlerden mazeret uyduranlar, savaşa katılmama izni almak için geldiler… Allâh’a ve Rasûlüne yalan söyleyenler de (mazeret bile göstermeden) oturup kaldılar… Onlardan hakikat bilgisini inkâr edenlere, acı bir azap isâbet edecektir. (A.Hulusi)

90 – Bedevîlerden özür bahane edenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler, Allaha ve Resulüne yalân söyleyenler de oturdular, muhakkak bunların kâfir olanlarına elîm bir azab isabet edecek. (Elmalı)

Ve cael muazzirune minel’a’rabi liyü’zene lehüm kendilerinin savaştan muaf tutulmaları için beyan edecek özrü olacak bedeviler hiç değilse geldiler. Bedevilerden söz ediyor bu cümle. Hiç değilse geldiler ve özür dilediler diyor. ve kaadelleziyne kezebullahe ve RasûleH Allah ve resulünü yalanlayanlar ise oturup kaldılar. seyusıybülleziyne keferu minhüm azâbün eliym; Onlardan küfürde ısrar edenlere er geç acıklı bir azap umulacaktır.

Dikkatinizi çekti ise eğer ayet bedevilerden söz ederek girdi. Tebük tavrına ilk tepkidir ayet. Bedevilerin Tebük seferindeki tavırlarını ele alan pasajın ilk ayeti. Fakat ilginç olan bir durum var mazeret ileri süren bedevilerden söz ediyor ayet. Geçerli, geçersiz veya yalan da olabilir bu mazeretler ki, kelimenin etimolojisi bize onu veriyor zaten. Yani; muazzirun Müfessirlere göre Mu’tezzirun anlamına gelir demişler. Buda sürülen mazeretin niteliğini ifade etmez. Bir mazeret ileri sürüldüğünü ifade eder. Mazeretin niteliği doğru olabilir. O zaman mazur görülür. Yalan da olabilir, geçersiz de olabilir. Onun için her tür mazerete delalet eden bir kelime bu.

Fakat ayet bir şeyi daha tespit ediyor, bedeviler; yani kaba saba, şehirlilikten nasip almamış adamlar özür dilediler, beri tarafta şehirliler özür dilemediler. Oysa ki özür dilemek şehirli tavrıdır. Rafine bir tavırdır, ince bir tavırdır, kibarlıktır. Burada ayet bunu eleştiriyor. Siz ey şehrin münafıkları, ey Medine’nin medeni olmamış münafıkları. Bedevilerin bile özür dilediği bir durumda siz özür dilemediniz.

Burada benim dikkatimi çeken bir başka şey de Kuran ne kadar hassas bir ayırıma tabi tutuyor. Kuran, mazereti geçerli olsun ya da olmasın özür dileyenlerle dilemeyenleri aynı kefeye koymuyor. Aynı sepete koyup değerlendirmiyor, ayırıyor. İşte bu temyizdir, işte bu seçmedir, işte bu ayıklamadır. Yani küçük bir şey gibi gözüküyor özür dilemek, ama Allah özür dileyenleri, dilemeyenlerle aynı kategoride saymıyor. Bu da önemli.

91-) Leyse aled du’afai ve lâ alel merda ve lâ alelleziyne lâ yecidune ma yünfikune harecün izâ nasahu Lillâhi ve RasûliHİ, ma alel muhsiniyne min sebiyl* vAllâhu Ğafûrun Rahıym;

 Allâh ve Rasûlüne içtenlikle durumlarını açan malî yetersizlik içinde olanlara, hastalara ve bu yolda bağışlayacak bir şeyi bulamayanlara (sefere çıkmadıkları için) bir vebal yoktur… İyilik yapmak için yaşayanların kınanması söz konusu değildir. Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

91 – Allah ve Resulü için nasihat ettikleri takdirde ne zuafaya, ne hastalara, ne de sarf edeceklerini bulamayanlara harec yoktur, Muhsinleri muahezeye yol olmadığı gibi Allah da gafur, rahîmdir. (Elmalı)

Leyse aled du’afai ve lâ alel merda ve lâ alelleziyne lâ yecidune ma yünfikune harecün izâ nasahu Lillâhi ve RasûliH zayıflar, hastalar, infak edecek bir şey bulamayan yoksul kimseler için, Allah’a ve Resulüne karşı samimi oldukları sürece bir sorumluluk yoktur.

Dikkat buyurun lütfen, bakınız burada; nasahu Lillâhi ve RasûliH Allah’a ve Resulüne, elçisine nasihat ettikleri sürece anlamına gelir literal olarak. Lafzi anlamı budur. Demek ki peygamberden bize; eddiynü nasihatün inneddiynü nasihatün haberi gelirse din nasihattir. Ya..! din lafmış diye anlamayacağız. Nasihat, Allah’a ve elçisine samimi olmakmış. Din samimiyettir diye anlayacağız öncelikle. Onun için burada da o anlatılıyor. Allah’a ve resulüne nasihat, Allah ve elçisine samimi davranmaktır.

Eğer samimi davranmıyorsa bir insan, burada problem, davranıştan daha öte yürekle ilgili, inanışla ilgili bir problemdir. Çünkü gören bir Allah’a inanmıyor demektir ki en büyük problem de buradadır.

ma alel muhsiniyne min sebiyl iyilik yapanları sorumlu tutacak bir gerekçe de yoktur. vAllâhu Ğafûrun Rahıym; zira Allah çok bağışlayan, merhametiyle kuşatandır.

92-) Ve lâ alelleziyne izâ ma etevke li tahmilehüm kulte lâ ecidü ma ahmilüküm aleyh* tevellev ve a’yünühüm tefıydu mineddem’ı hazenen ella yecidu ma yünfikun;

 Kendilerine silah – binek vermen için geldiklerinde: “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğinde; infak edecek bir şey de bulamadıklarından dolayı, üzüntüden gözyaşları içinde dönen kimselere de kınama olmaz! (A.Hulusi)

92 – Onlara da harec yoktur ki her ne zaman kendilerini bindirip sevk edesin diye sana geldilerse «sizi bindirecek bir şey bulamıyorum» dediğin cihetle bu uğurda sarf edecekleri şeyi bulamadıklarından dolayı hüzünlerinden gözleri yaş döke döke döndüler. (Elmalı)

Ve lâ alelleziyne izâ ma etevke li tahmilehüm bir de sana, kendilerine binek sağlaman için gelenlere de bir sorumluluk yoktur. Burada mazereti meşru olanlar sayılıyor. Yukarıda hastalar sayıldı, zayıflar sayıldı, bir şeye sahip olmayan, sefere çıkmak için gerekli servete sahip olamayanlar sayıldı, burada yine mazur olanlardan bir başka kesime işaret ediliyor ve deniliyor ki; Sana, kendilerine binek sağlaman için gelenlere de bir sorumluluk yoktur.

 kulte lâ ecidü ma ahmilüküm aleyh Hani sen, sizi bindirecek bir şey bulamıyorum dediğin zaman tevellev ve a’yünühüm tefıydu mineddem’ı hazenen ella yecidu ma yünfikun; Bu yolda harcayacak bir şey bulamadıkları için, yoksul oldukları için üzüntüden iki gözü iki çeşme dönmüşlerdi.

Tarihsel bir olaya atıf. Medine’de yaşanmış bir olay. Tebük seferi sırasında Resulallah ordugâha orduyu toplarken bir grup yoksul insan genç, delikanlı, tığ gibi. Ama sefere ne azıksız, ne bineksiz çıkabilir. Çünkü gidilecek yol yüzlerce kilometrelik uzun bir yol ve sıcak. Hiç kimse ikinci bir kişinin azığını taşımıyor. Herkes kendi lojistiğini sağlamakla mükellef. Onun içinde bir grup yoksul insan, yüreğinden Resulallah’ın çağrısına uymak geçmiş, geliyorlar “bize birer binek sağlayamaz mısın ya Resulallah.” Yok, olanların ki zaten dağıtılmış, yedekler zaten dağıtılmış. Elde hiçbir binek yok.

Resulallah sağlayamayacağını söyleyince ağlayarak, ama ayette o ağıt öyle normal, sıradan bir ağıt değil. Zemahşeri’nin Keşşaf’ta da söylediği gibi tefıydu mineddem’ı ifadesi sıradan bir ağlama değil diyor Zemahşeri. Gözün çeşme olması. İşte onun için ben de iki gözü iki çeşme diye çevirdim. Gözlerini çeşme yapıp hıçkıra hıçkıra dönmüşler.

Allah bunu görmek istiyor. Bilmiyorum ama belki de gidenlerin çoğundan çok daha fazlasını aldılar. Böyle gidememek belki de bazı biçimlerden gitmekten daha hayırlı geldi bana onun için. Çünkü Allah nereye nazar ettiğini iyi bilir.

Bunlar içerisinde Ma’kil, Suveyd ve Numan isimli üç kardeş de var imiş. Genç, tığ gibi üç kardeş ve en çok ta onlar yanmış, onlar ağlamış. Resulallah’la beraber böyle bir sefere katılamadım diye. Bilemiyorum belki de en çok hisseyi onlar almışlardır.

93-) İnnemes sebiylü alelleziyne yeste’zinuneke ve hüm ağniya’* radu Bi en yekûnu me’al havalifi ve tabeAllâhu alâ kulubihim fehüm lâ ya’lemun;

 Ancak şunlar sorumlu tutulabilirler: Zengin oldukları hâlde (seninle cihada çıkmamak için) izin isterler… Onlar savaşa katılmayıp; geride kalan kadınlar, çocuklar, âcizler ile beraber olmaya razı oldular… Allâh da kalplerini mühürledi (şuurları kilitlendi)… Artık onlar (hakikati) bilmezler. (A.Hulusi)

93 – Muahezeye yol ancak o kimseleredir ki zengin oldukları halde kalmak için senden izin isterler, bunlar kadınlarla beraber olmağa razı oldular, Allah da kalplerini tabetti, de artık başlarına geleceği bilmezler. (Elmalı)

İnnemes sebiylü alelleziyne yeste’zinuneke ve hüm ağniya’ fakat sorumluluk ancak yeterli varlık sahibi olduğu halde senden sefere çıkmamak için izin isteyen kimseler için geçerlidir. radu Bi en yekûnu me’al havalif onlar geri kalanlarla birlikte bulunmayı içlerine sindirdiler, razı oldular. Bunu sindirdiler. ve tabeAllâhu alâ kulubihim fehüm lâ ya’lemun; Allah’ta onların yüreklerini mühürledi. Öyle ki artık onlar yaptıklarının farkına dahi varamıyorlar.

Dikkatinizi çekiyor mu sevgili Kuran dostları, yukarıdan beri farkına varamamaktan söz ediyor. lâ ya’lemun; diyor. Lâ yefkahun (Ör. Münafikun/3) diyor Kuran. Sürekli bunu tekrar ediyor. Bilincine varamamak, farkına varamamak. Aslında bir akıl problemi, bir bakış problemi, bir düşünüş problemi var ortada. Algı problemi var, algılayamıyorlar. Lehlerine ve aleyhlerine olanı algılayamıyorlar. İşte münafık aklının ters çalışma biçimi. Algı problemi var.

Onun için bir insan yüzüne maske takıyorsa, yüzünden önce yüreğine takmış demektir. Bir insan çift yüzlülüğü benimsemişse o insanın hakikate karşı bir algı problemi var demektir. İşte burada görüldüğü gibi.

94-) Ya’tezirune ileyküm izâ reca’tüm ileyhim* kul lâ ta’teziru len nu’mine leküm kad nebbeenAllâhu min ahbariküm* ve seyerAllâhu ameleküm ve RasûluHU sümme türaddune ila Alimil ğaybi veşşehadeti feyünebbiuküm Bi ma küntüm ta’melun;

 Savaştan döndüğünüzde size mazeret beyan edecekler… De ki: “Özür beyan etmeyin… Size asla inanmayacağız… (Zaten) Allâh bizi, sizin durumunuzdan haberdar etti… Allâh ve Rasûlü sizin ortaya koyduğunuzun sonucunu görecek; sonra algılanamayan ve algılanan âlemlerin Aliym’ine döndürülürsünüz! (O da) size yapmakta olduklarınızın anlamını ve sonucunu bildirecek.” (A.Hulusi)

94 – Yanlarına avdet ettiğinizde size itizar edecekler, de ki: itizar etmeyin ihtimali yok size inanmayacağız doğrusu Allah bize ahvalinizden bir çok haberler verdi, bundan böyle de Allah ve Resulü amelinizi görecek, sonra hepiniz o gayb-ü şahadeti bilen hakkın huzuruna götürüleceksiniz o vakit o size haber verecek neler yapıyordunuz. (Elmalı)

Ya’tezirune ileyküm izâ reca’tüm ileyhim seferden dönüp te karşılaştığınız zaman size bahaneler sıralayacaklar. kul lâ ta’teziru len nu’mine leküm de ki; Boşuna bahane üretmeyin, kesinlikle size inanmayacağız. kad nebbeenAllâhu min ahbariküm Allah sizin gerçek durumunuzdan bizi haberdar etmiştir. ve seyerAllâhu ameleküm ve RasûluHU “Allah’ta, elçisi de yaptıklarınızın hesabını görecektir.”

sümme türaddune ila Alimil ğaybi veşşehade en sonunda görünemeyeni ve görüneni ayrıntılarıyla bir bilenin huzuruna çıkartılacaksınız. Yani görülemeyeni ve görüneni bilen Allah’ın huzuruna çıkartılacaksınız. feyünebbiuküm Bi ma küntüm ta’melun; ve o size yapıp ettiklerinizi bir bir haber verecektir.

95-) Seyahlifune Billâhi leküm izenkalebtüm ileyhim litu’ridu anhüm* fea’ridu anhüm* innehüm ricsün, ve me’vahüm cehennem* cezaen Bi ma kânu yeksibun;

 Onlara döndüğünüzde, kendilerini rahat bırakmanız için, Esmâ’sıyla onların hakikati olan Allâh adına yemin edeceklerdir… Siz de terk edin onları! Muhakkak ki onlar tiksinilecek şeylerdir! Yaptıklarının getirisi olarak onların sığınağı Cehennemdir. (A.Hulusi)

95 – Yanlarına döndüğünüz zaman kendilerinden sarfınazar edesiniz diye size yemin billâh edecekler, siz de kendilerinde sarfı nazar edin, çünkü onlar murdar şeylerdir, kesiblerinin cezası olarak varacakları yer de Cehennemdir. (Elmalı)

Seyahlifune Billâhi leküm izenkalebtüm ileyhim litu’ridu anhüm dönüp de üzerlerine vardığınızda sizi baştan savmak için Allah adına size yeminler edecekler.

Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi 94., bir önceki ayette; izâ reca’tüm ileyhim ibaresi var. Yani dönüp de sizinle karşılaştıkları zaman. Burada ise aynı ifade farklı bir ibareyle dile getiriliyor. Ne deniyor burada da izenkalebtüm ileyhim . izâ reca’tüm ileyhim, izenkalebtüm ileyhim fark var mı diye soracaksınız, bu bir kuraldır. İhtilaf-ül esma, tedüllü ala ıhtilaf-ül mana. İsimler farklılaşırsa mutlaka manada da farklılık gözükür. Onun için elbette fark var. Burada ki fark İnkalebe. Reca’ den farklı olarak vuslat ve istila anlamına gelir. Yani üzerlerine vardığınızda, sıkıştırdığınızda. “Siz neden buradasınız bakayım” dediğinizde, sizi baştan savmak için bu sefer yemin etmeye başlayacaklar.

fea’ridu anhüm madem öyle siz de yakalarını bırakın, bırakın onları. innehüm ricsün çünkü onlar iğrençleşmiş varlıklardır.

Üsluba dikkat ve zamana dikkat. Bu ayetlerin indiği zaman Resulallah’ın Medine’ye değil, yarım adaya hakim olduğu zaman. Ses çıkaracak kimse kalmamış, Bizans’a kafa tutuyor İslam. Peygamber devleti. Onun için böyle bir zamanda, Resulallah’ın merkezinde, başkentinde bir avuç iki yüzlü insan çıkıp İslam’a ihanet edebiliyorlar. Ama ne diyor Kuran; Bırakın yakalarını. Tutun da hesabını görün de diyebilirdi ve kimse de hesap soramazdı. Çok ilginç, bırakın yakalarını, işini bitirin de diyebilirdi. Ama öyle demiyor. fea’ridu anhüm işinize bakın diyor, bırakın onları. Kendi başlarına, hallerine bırakın.

Tabii hemen sonra gelen ibare daha ilginç, innehüm ricsün çünkü onlar iğrençleşmiş varlıklar, ben böyle çevirmeyi uygun gördüm. İğrençleşme. Rics, aslında murdarlık demektir. Fakat Kuran da bir çok yerde Rics ile taharet birbirinin zıddı olarak kullanılırlar. Onun için burada da taharetin zıddı olarak kullanılıyor. Ve yine Kuran da bir çok yerde bu iki kelime maddi değil, manevi anlamda kullanılır. Yani pislik manevi pisliktir, yürek pisliği, zihin pisliği. Tararet, temizlikte yürek temizliği, zihin temizliğidir. Onun için burada da manevi anlamda kullanılıyor ve bir şeye dikkat çekiliyor; iğrençleşme.

İki yüzlünün iğrençleşmesi nedir, ne anlama gelir? Saygı ve özgüveni yitirmenin son durağıdır iğrençleşme. Bir insan; kendisine, eşyaya, Allah’a ve başkasına olan saygısını yitirirse, öz güvenini de yitirir. Münafık aklının sahibini, değerlerin dibe, onursuzluğun tavana vurduğu noktaya getirmesi ifade ediliyor. Değerlerin dibe, onursuzluğun tavana vurduğu.

Bir münafık aklıyla karşı karşıyayız. Onun için Allah neden nifaka böylesine nazar ediyor, böylesine sert yapıyor derseniz, çünkü nifaktan zarar gören Allah değildir. Nifaktan en çok zararı, münafığın kendisi görür. Kendi insanlığına yöneltilmiş bir hakarettir de onun için.

ve me’vahüm cehennem* cezaen Bi ma kânu yeksibun; sonunda yaptıklarına bir karşılık olarak varacakları yer cehennemdir.

Aslında bunu mecaza taşısak, hakikattir tabii ki. Ama bir de batını olduğunu kabul eden tefsir yöntemini benimseyip bunu bir de mecaza taşısak nasıl izah ederiz? Şöyle; İki yüzlü bir insanın, iki yüzlülükle çıktığı yolda varacağı nokta bir cehenneme dönüşmüş vicdandır. Vicdan azabıdır. Bunu mecaza taşımızda dahi karşımızda cehenneme dönüşmüş, yanan bir vicdan çıkar. Çünkü iki yüzlülükle elde etmek istediği hiçbir şeyi elde edemeyecek fakat kendi yüzüne karşı da yabancılaşmış olacak. İşte bunun vicdan azabı içini cehenneme çevirecektir.

96-) Yahlifune leküm literdav anhüm* fein terdav anhüm feinnAllâhe lâ yerda anil kavmil fasikıyn;

 Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler… Siz onlardan razı olsanız da, Allâh o inancı bozuklar topluluğundan razı olmaz! (A.Hulusi)

96 – Siz kendilerinden râzı olasınız diye size yemin edecekler, fakat siz onlardan râzı olursanız her halde Allah fasıklar güruhundan râzı olmaz. (Elmalı)

Yahlifune leküm literdav anhüm kendilerinden razı olasınız diye size yemin ediyorlar. fein terdav anhüm feinnAllâhe lâ yerda anil kavmil fasikıyn; bilmiyorlar ki siz kendilerinden razı olsanız dahi, Allah yoldan sapmış bir toplumdan asla razı olmayacaktır.

Bunu bilmek öyle sıradan bir şey değil. İki yüzlü ve fakat tek dünyalı bir insan bunu nasıl bilsin. İki yüzlü ve fakat tek dünyalı olan bir insan eylem ortaya koyarken insan ne der diye koyar. Çünkü onun yöneldiği yer el ne der sorusudur. Allah ne der sorusu onun defterinde yazmaz.

Peki fark nedir? Hak nedir le Hakk ne der arasındaki fark, Halk insanın yüreğini göremez, ama Hakk görür. Onun için halk ne der diyip de Hakk ne der diye sormadan tek dünyalı ve çift yüzlü olarak hayat yoluna çıkan bir insan, eylemlerini daima vizyona ve vitrine ayarlar. Ama vitrinin arkası çöp tenekesinden beterdir. Camını indirin vitrinin arkada korkunç bir leşleşme göreceksiniz, kokuşma göreceksiniz. Onun için kamufle edilmiş bir fosseptik çukurla karşı karşıya kalırsınız, affınıza sığınıyorum. Ama rics bu, durum bu.Onun içinde burada ayan ve beyan bir biçimde göz önüne serilmiş. Allah’ı hesaba katmayan mantık sahibini o konuma götürür.

97-) El’arabu eşeddü küfren ve nifakan ve ecderu ella ya’lemu hudude ma enzelAllâhu alâ RasûliHİ, vAllâhu Aliymun Hakiym;

 Bedevîler, küfür ve nifak itibarıyla daha şiddetlidirler… Allâh’ın, Rasûlüne inzâl ettiğinin inceliklerini anlamamaya daha yatkındırlar… Allâh Aliym’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

97 – Ârâbîler küfürce ve nifakça daha şiddetlidirler, bununla beraber Allahın Resulüne indirdiği ahkâmın hududunu bilmeye daha lâyıktırlar, Allah alîmdir, hakîmdir. (Elmalı)

El’arabu eşeddü küfren ve nifakan Bedevi Araplar inkar ve iki yüzlülük açısından “kent soylulardan” daha katıdırlar. Zaten eşedd kelimesi ismi tafdil dır. da’a , en manasını verir. Onun için kimden daha katı, kimden küfür açısından daha şedid dir, tabi iki kent soylulardan. ve ecderu ella ya’lemu hudude ma enzelAllâhu alâ RasûliH ve Allah’ın elçisine indirdiği hayat tarzının sınırlarını tanıyıp kavramamaya daha yatkındırlar. Evet, bir de mazeretleri var. Yine harika bir üslupla yüz yüzeyiz. Allah’ın elçisine indirdiği hayat tarzını gereği gibi kavramaktan biraz da acizdirler diyor. Yani mazurdurlar demiyor ama onu demeye getiriyor gibidir.

vAllâhu Aliymun Hakiym; Allah bu gerçeği de çok iyi bilendir, fakat hikmetle muamele eder. Bu gerçeği bildiği halde yinede hikmetle, hikmet burada nedir dostlar? Ayırımdır, ayırmadır, temyizdir yani. Pirinci taşa katmamaktır, ayıklamadır, herkese hakkını vermedir. Mazereti varsa mazeretini görmedir. Bedevinin kaba sabalığını gören Allah, aynı zamanda onun inceliklere akıl erdiremeyeceğini de görüyor. Bu harika bir temyizdir işte.

Peki neden buraya bu temyiz alınmış? Aslında bize öğüt veriyor. İnsanı insan yapan tekniys değil, temyizdir diyor. Tekniys, süpürmedir, temyiz ayırmadır. Tekniys süpürücülüktür. Süpürüp atarsınız. Taşı var diye pirincini de atarsınız. Kabuğu var diye karpuzu atarsınız. Temyiz ise ayıklamadır. Taşını ayıklar pirincini yersiniz, kabuğunu soyar içini yersiniz. Allah’ın kitabı dışında tüm kitapları için geçerli değil mi. Allah’ın nebisi dışında tüm insanlar için geçerli değil mi. Ayıklayacaksınız.

Onun için bakınız Allah ayıklamayı öğretiyor bize, temyizi öğretiyor burada. Çok küçük nüansları bile, nüans küçüktür zaten, nüansları bile görüyor Rabbimiz ve ayıklıyor. Farkı, fark etmemizi istiyor. İyiye hakkını vermemizi istiyor. Hatta az iyi ile çok iyiyi, az kötü ile çok kötüyü ayırmamızı istiyor. Ebu Talip le Ebu Leheb i aynı kefeye koymamızı istemiyor. Bedevinin münafığı ile şehirlinin münafığını aynı kefeye koymamızı istemiyor. Bedevi onun yaptığını rafine bir biçimde yapmıyor, ne manaya geldiğini de pek bilmiyor, akıl erdiremiyor. Fakat şehirli münafık rafine bir biçimde münafıklık yapıyor. Bunu bile ayırıyor.

98-) Ve minel a’rabi men yettehızü ma yünfiku mağremen ve yeterabbesu Bikümüd devair* aleyhim dairetüssev’* vAllâhu Semiy’un ‘Aliym;

 Bedevîlerden kimi vardır ki, infak ettiğini boşa gitmiş sayar ve sizde devranın belâsının açığa çıkmasını umarlar… Devranın belâsı üzerlerine olsun! Allâh Semi’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

98 – Ârâbîlerden kimi vardır ki verdiğini cerîme sayar, size zamanın türlü türlü devr-ü inkılâbını gözetir, kötü devir kendi başlarına, Allah semi’dir, alîmdir. (Elmalı)

Ve minel a’rabi men yettehızü ma yünfiku mağremen ve yeterabbesu Bikümüd devair Bedevi Araplardan, Allah yolunda harcadığı her şeye kayıp gözü ile bakan ve zamanın aleyhinize dönmesini gözleyenler var. aleyhim dairetüssev’ Bekledikleri bela kendi başlarına çökecektir. Hatta bu cümleyi şöyle de tercüme edebiliriz, bekledikleri bela başlarına çöksün.

vAllâhu Semiy’un ‘Aliym; Zira Allah her fısıltıyı işitmekte, her tasarımı bilmektedir.

99-) Ve minel a’rabi men yu’minu Billâhi vel yevmil ahıri ve yettehızü ma yünfiku kurubatin indAllâhi ve salevatir Rasûl* ela inneha kurbetün lehüm* seyudhıluhumullâhu fiy rahmetiHİ, innAllâhe Ğafûrun Rahıym;

 Bedevîlerden kimi de vardır ki, Esmâ’sıyla onların hakikati olan Allâh’a ve yaşanacak sonsuz sürece iman eder ve infak ettiğini Allâh indînde yakınlığa vesile olacak şeyler olarak düşünür; Rasûlullâh’ın dualarında yer almak için vesile edinir… Dikkat edin, muhakkak ki o (infak ettikleri), kendileri için bir yakınlık vesilesidir… Allâh onları rahmetine dâhil edecektir… Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

99 – Yine Ârâbîlerden kimi de var ki Allaha ve Ahiret gününe inanır ve vergisini Allah yanında yakınlıklara ve peygamberin dualarına vesîle sayar, filhakika onlar kendileri için yakınlıklardır, ilerde Allah onları rahmeti içine koyacaktır, çünkü Allah gafurdur rahîmdir. (Elmalı)

Ve minel a’rabi men yu’minu Billâhi vel yevmil ahır Bedevi Araplar arasında Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ve yettehızü ma yünfiku kurubatin indAllâhi ve salevatir Rasûl Allah yoluna harcadığı her şeyi Allah katında bir yakınlık ve elçinin duasını alma vesilesi bilenler de var. İşte ayırım. Demiştim ya, bedevi Araplar arasında öyleleri var.

Dostlar öncelikle şunu söyleyeyim, Kuran; bedevi, bedevi, bedevi derken, bize ne canım demesin hiç kimse. Biz bedevi değiliz demesin. Bedevi aklı yeryüzünün sadece belli bir zamanında ve belli bir zemininde yaşamış insanlara has değildir. Bu bir düşünme biçimidir, bu bir bakış açısıdır. Onun için de bedevilik bir akılla ilgilidir, zamanla değil. Bir bakış açısı, bir algı biçimi, bir hayat tasavvurudur. Ufku dar, dünyası küçük, hülyası küçük, rüyası küçük, dili sınırlı, düşüncesi kısır insan tipi demektir bedevinin. Bizde; “Köylülüğe” tekabül eder. Ama köylülükten kasıt kişinin oturduğu yer köy olan demek değildir. Davranış ve tavır açısından bir köylülük bu. Yoksa köyde oturur, medenidir. Kentte oturur köylüdür, bedevidir.

Onun için ben burada köylülük sözcüğünü, “özel” bir anlam yükleyerek kullanıyorum. Yani ufku küçük, bakışı küçük, dünyası küçük, kısır, dar, algılayamayan insan demektir. İşte bu noktada bedeviden bahsederken günümüze böyle taşıyabiliriz bunu.

[Önceki ayeti tekrar. Ve minel a’rabi men yettehızü ma yünfiku mağremen ve yeterabbesu Bikümüd devair bedevi Araplardan Allah yolunda harcadığı her şeye kayıp gözü ile bakan ve zamanın aleyhinize dönmesini bekleyenler var. aleyhim dairetüssev’ bekledikleri bela kendi başlarına çöksün, çökecektir. vAllâhu Semiy’un ‘Aliym; Allah her fısıltıyı işitmekte ve her tasarımı bilmektedir ayetini biraz önce meallendirmiştik.]

Ve minel a’rabi men yu’minu Billâhi vel yevmil ahır Bedevi Araplar arasında Allah’ı ve ahiret gününe iman eden de var. ve yettehızü ma yünfiku kurubatin indAllâhi ve salevatir Rasûl Allah yoluna harcadığı her şeyi Allah katında bir yakınlık ve elçinin duasını alma vesilesi bilenlerde var. ela inneha kurbetün lehüm Bakın işte bu onların yakınlığına gerçek bir vesile olacaktır. Yani umduklarına kavuşacaklar. Öyle görüyorlarsa öyle olacaktır. seyudhıluhumullâhu fiy rahmetiHİ ve Allah onları rahmetiyle kuşatacaktır. innAllâhe Ğafûrun Rahıym; çünkü Allah çok bağışlayandır, rahmet kaynağıdır.

Öyle değil mi, onun içindir ki yukarıdan beri bedevilerle ilgili çok söz ettik. Peygamberler şehirlere gelir. Kentlere gönderilmiştir. Onun içindir ki peygamberler Medine kurucusudurlar, medeniyet kurucusudurlar. Onun içindir ki peygamberlerin hepsi Medinelidir, yani medeni insanlardır. Çünkü din muhatap olarak karşısında hukuku olan, insani ilişkileri bilen ve Allah’la ilişkisini kurmak, insanın insanla, insanın eşya ile ilişkisini kurmakla aynı paket içinde değerlendiren insan topluluklarına iner.

100-) Vessabikunel evvelune minel muhaciriyne vel’ensari velleziynettebeuhüm Bi ihsanin radıyAllâhu anhüm ve radu anHU, ve eadde lehüm cennatin tecriy tahtehel’enharu halidiyne fiyha ebeda* zâlikel fevzül azıym;

 Muhacir (Mekke’den hicret etmişler) ve Ensardan (Medine’nin yerlileri) ilk öne geçenlerle, onlara hakikati müşahede yollu (ihsan ile) tâbi olmuşlar var ya, işte onlardan Allâh razı olmuştur… (Onlar da) “HÛ”dan razı olmuşlardır! Onlar için, içinde sonsuz yaşayacakları altlarından nehirler akan cennetler hazırlamıştır… İşte bu aziym bir kurtuluştur. (A.Hulusi)

100 – Sâbikunun birincileri Muhacirîn ve Ensar ve ihsan ile onların ardınca gidenler, Allah onlardan razı oldu onlar da Allahtan razı oldular ve onlara altlarında nehirler akar cennetler hazırladı ki içlerinde ebeden muhalled olacaklar, işte Fevzi azîm, bu. (Elmalı)

Vessabikunel evvelune minel muhaciriyne vel’ensari velleziynettebeuhüm Bi ihsan imkanların tükendiği yerden imkanların üretileceği yere göç edenlerle, kendi imkanlarını onlarla paylaşan din yardımcılarının öncülerine, ilklerine ve iyilik yolunda onların izini takip edenlere gelince. Biliyorum, okuduğum bu kadar değil ama neden tercüme bu kadar uzun oldu demezsiniz umarım. Şöyle de tercüme edebilirim; Muhacirler ve ensarın ilklerinin ve öncüleri ile iyilik yolunda onları takip edenlere gelince. Görüyorsunuz tercümemi uzatmamın sebebi, muhacir ve ensar kavramlarını açmak.

Bu sözcükler belirli bir zaman ve zemin dilimine mahkum edilecek sözcükler değil. Bunlar evrensel kavramlar. Onun için muhacir kimdir sorusuna aslında bir cevaptı benim tercümem. Kimdir muhacir diye sorarsanız; Bendenizin lügatinde mühacir; İmkanların tükendiği yerden, imkanların yeniden üretileceği yere göç edendir. Veya İmkanların tükendiği yerden, imkanları üretmek için göç edendir.

Evet, muhacir budur. Böylesine bir hicretin bittiği söz konusu mudur, bitebilir mi? Hele bugün içinde yaşadığınız şartları göz önüne aldığınızda nasıl bittiğini söylersiniz böylesine bir kavramın. Hayatımızda yerinin olmadığını söyleyebilir misiniz.

İmkanların bittiği yerden, imkanların yeniden üretileceği yere göç etmek. Bu göç manevi olabilir. Yüreğinizde ve zihninizde yaşanabilir. Yüreğinizde o imkanlar bitmiştir o noktada, artık kanal değiştirirsiniz, makas değiştirirsiniz. Zihninizde düşüncenin makasını değiştirirsiniz. O usulü denemişsinizdir. O yöntem sonuç vermemiştir, bir başka yönteme hicret edersiniz. Ama dünyanızda da bunu yaparsınız. İşte budur hicret.

Ensar nedir? Ensar da kendi imkanlarını hicret edenlerle paylaşan din yardımcıları. Ensarın nusreti dinedir. Dine yardım ettiği için muhacire yardım eder. İşte onlara kucak açan, kol kanat geren, lokal manasına ilaveten belki total manası, dine yardım eden herkes ensardır. İsterse muhacir olsun bu manada. İşte onların ilkleri, öncüleri ve onların izini takip edenler.

radıyAllâhu anhüm ve radu anHU Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı olmuştur.

Bana bir tanesi bu cümleyi bir ömür söylese usanmam. Allah onlardan razı, onlarda Allah’tan razı olmuşlardır…!

Bakın eğer Arap dili açısından buradaki vav’a, ve radu anH’ ın başındaki vav’a, haliyye vav’ı anlamı verirsem mana şöyle olur. Allah’ın razı olma şartı, kulun Allah’tan razı olmasına bağlıdır.

Evet..! Sen Allah’tan razı mısın..! Hepiniz Allah razı olsun diyorsunuz, ama Allah’tan razı ol demiyorsunuz. Birbirinize bazen de böyle tavsiye edin. Allah’tan razı ol deyin. Allah’tan razı olmayandan Allah niçin razı olsun ki. “Ben senden Rab olarak razıyım ya rabbi” demeyenden Allah niçin “kul olarak senden razıyım desin. Onun için doğru bir biçimde anlamak gerekiyor bunu. Allah’tan razı olun ki, O’da sizden razı olsun.

Allah’tan razı olmanın en güzel göstergesi nedir? O’nun; Sizin için tayin ettiği sınırları, sizin de kendiniz için kabullenmektir. Evet, O’nu Rab olarak kabullenmektir. Sen düşünürsen benim için en iyisini düşünürsün ya rabbi. Sen benim için hüküm vermişsen bu benim için verilebilecek hükümlerin en güzelidir ya rabbi. Budur işte Allah’tan razı olmak.

ve eadde lehüm cennatin tecriy tahtehel’enharu halidiyne fiyha ebeda ve onlar için, içerisinde ırmaklar çağlayan, İçerisin- den diye tercüme etmedim bir tek n yi, eksik bıraktım, çünkü burada da o eksikti. Daha doğrusu ibare öyle gelmiş. tecriy tahtehel’enhar. Terciy min tahtehel’enhar gelirdi hep, min siz geldiği için ben ben de nun suz, n siz çevirdim. İçerisinden ırmaklar çağlayan ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır Allah.

zâlikel fevzül azıym; İşte budur büyük mutluluk. Büyük mutluluk bu imiş dostlar. Mutluluk tatminle ilgilidir dostlar. Mutluluk imkanla ilgili değildir, tatminle ilgilidir. Tatmin, akılla ilgilidir. Deliler ve çocuklar şekerlerle tatmin olabilirler. Küçük bir şeker verirsiniz, bir bebeği tatmin edersiniz. Yarım biberon süt, bir süt çocuğunu tatmin eder. Çünkü aklı onunla tatmin olacak kadar küçüktür. Fakat büyük akıllar oyuncaklarla tatmin edilemez. Oyuncaklarla tatmin olmayan büyük insanları tatmin eden şey cennettir. Cennetten aşağısıyla tatmin olmayanı yer yüzünde satın alacak hiçbir güç yoktur ve aslolan da işte budur. Onun için;

 Ya eyyetühen Nefsül Mutmainneh; (Fecr/27) Ey cennetle tatmin olan nefis kişi demektir. Ey Allah’tan aşağısıyla tatmin olmayan adam demektir. Yiğit demektir. Fedhuliy fiy ‘ıbadİY; , Vedhuliy cennetİY; (Fecr/29-30) Cennetten aşağısıyla tatmin olmadın madem, madem dünyaya okey demedin. Tamam fit olduk demedin, o zaman hadi gir tatmin olacağın cennete. İşte bu, aşağısıyla tatmin olmayan. Yüce ruhlar küçük şeylerle tatmin olmazlar.

101-) Ve mimmen havleküm minel a’rabi münafikun* ve min ehlil Mediyneti meradu alennifakı lâ ta’lemuhüm* nahnü na’lemuhüm* senüazzibuhüm merreteyni sümme yüreddune ila azâbin azıym;

 Hem Bedevîlerden etrafınızda münafıklar var, hem de Medine halkından ikiyüzlülükte ısrarlı hünerli kimseler var… Sen onları bilmezsin; Biz biliriz… Biz onlara iki kere azap yaşatacağız… Sonra da en büyük azaba döndürülürler! (A.Hulusi)

101 – Hem etrafınızdaki Arâbîlerden Münafıklar var, hem de Medine ahalisinden Münafıklığa idman edenler, sen onları bilemezsin, onları biz biliriz, biz onları iki kere tazip edeceğiz, sonra da büyük bir azâba itilecekler. (Elmalı)

Ve mimmen havleküm minel a’rabi münafikun Ne ki, çevrelerindekilerden bedevi Araplar arasında iki yüzlüler var. ve min ehlil Mediyneti meradu alennifak ilginç bir ibare ve şehir ahalisi arasında da iki yüzlülüğü içselleştirenler var. meradu ibaresini ben içselleştirmek diye çevirdim ama literal manası bunun şeytani marid den söz edilir Kuran’da. Şeytanın sıfatıdır bu Marid. Yani küstah şeytan. Bir işte zirveleşen, aşırı giden anlamına gelir. Ama ben şehirlinin münafıklığından söz ederken, onu rafine haline getiren anlamının daha uygun olduğunu düşünüyorum meradu alennifak. Nifakı, iki yüzlülüğü çok ince taktikler halinde uygulayan insan gibi geldi bana.

lâ ta’lemuhüm* nahnü na’lemuhüm sen onları tanımıyorsun ama biz tanıyoruz. Burada ki sen onları tanımıyorsun derken peygambere hitap ama, çoğuldur tabii, siz onları tanımıyorsunuz diye anlayabiliriz. Fakat biz diyor karşılığında. Bizden maksat kim, Elbette Allah ve tanıttığı görevlileri, melekler başta olmak üzere. Olabilir ama buradaki biz den böyle bir şey ille de çıkmaz. Kuran da Allah hakkında kullanılan şahıs zamirlerinin bir den fazla ve birbirine aykırı olmasının en temel mantığı, Allah şahıslaştırılamaz mantığıdır. Onun için bir ayetin için de Allah’ın hakkında üç değişik şahıs zamiri kullanılabilir. Bu da şunu gösterir, Allah’ı zihninizde kişileştirmeyin anlamına gelir.

senüazzibuhüm merreteyni sümme yüreddune ila azâbin azıym; Onlara bu dünyada çift kat azap çektireceğiz. Bu hayatın sonunda ise dehşet bir azaba iteklenecekler. Neden çift kat sevgili Kuran dostları. Aslında Allah adildir, kimseye hak ettiğinden fazla vermez. Neden çift kat. Aslında çift yüzlü oldukları için. Çift yüze çift kat azap olur. Bunun anlamı şudur.

Neden bunlar iki yüzlü oldular?

İkinci yüzleri ile bir itibar elde etmek istiyorlardı, yoksa gerçek yüzleri ile görünürlerdi kafir olarak, inkarcı olarak. Fakat ikinci yüzleri ile bir menfaat elde etmek istiyorlardı, o menfaatten mahrum edilecekler, bu bir azaptır.

İkincisi, insanların gönüllerinde güven ve sevgileri kalmayacak. Ne Allah’a yaranacaklar, ne de yaranmak için ikinci bir maske taktıkları insanlara yaranabilecekler. Çünkü hiç kimse, kendisin aldattığını gördüğü birine menfaatlendirmez. Ondan yana olmaz. Onun için deşifre edilerek itibarlarından soyulacaklar, bir de umdukları menfaatten mahrum edilecekler. İşte böyle çiftlenecek cezaları.Kat, kat olmuş olacak.

102-) Ve aharuna’terefu Bi zünubihim haletu amelen salihan ve ahare seyyia* asellahu en yetube aleyhim* innAllâhe Ğafûrun Rahıym;

 (Sefere çıkmayanların) diğer bir kısmı ise suçlarını itiraf ettiler… Onlar doğru iş ile diğer kötü bir işi karıştırdılar… Umulur ki Allâh onların tövbesini kabul eder… Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

102 – Diğer bir takımı ise günahlarını itiraf ettiler ve iyi bir amel ile diğer bir kötüyü karıştırdılar, ola ki Allah tevbelerini kabul ede, çünkü Allah gafurdur, rahîmdir. (Elmalı)

Ve aharuna’terefu Bi zünubihim haletu amelen salihan ve ahare seyyian Bir de ilkin iyi olan işini, kötü olan ötekisi ile karıştırıp en sonunda günahını itiraf eden diğerleri var. asellahu en yetube aleyhim Allah onların af taleplerini kabul etmeleri umulur, beklenir. innAllâhe Ğafûrun Rahıym; Çünkü Allah çok bağışlayan bir rahmet kaynağıdır.

Ayetin üslubuna sanırım dikkat ettiniz, harika bir analiz yapıyor ayet yine. Yukardan beri devam eden muhteşem analizler bunlar. O analizleri hatırlayalım; Hata edip samimi olarak pişman olanları ayırıyor. Ya da işi karıştıranlar. Bakın burada da işi karıştıranlardan söz ediyor. İyi işi kötü işe karıştıranlar. İşi karışık olanlar. Karışık sevenlerden söz ediyor. Ama öteden beri bu analizi yaptı zaten. Müthiş bir tahlil yaptı bu pasaj. Şehirlilerle bedevileri ayırdı. Ondan sonra özür dileyenlerle dilemeyenleri ayırdı. Ondan sonra özrü makbul olanlarla özrü makbul olmayanları ayırdı. Ondan sonra kaba münafıklarla rafine münafıkları ayırdı hemen yukarıdaki ayette, şimdi de son olarak af dileyip af olunanlarla, bir aşağıda işi Allah’a kalanları ayırıyor. Muhteşem bir analiz yapıyor. Hepsini birbirinden böyle analiz ediyor, ayırıyor. Devam ediyoruz;

103-) Hüz min emvalihim sadakaten tütahhiruhüm ve tüzekkiyhim Biha ve salli aleyhim* inne salâteke sekenün lehüm* vAllâhu Semiy’un ‘Aliym;

 Onların mallarından bir sadaka al ki, böylece onları temizleyesin; onunla kendilerini arındırasın. Onlara yönel, dua et… Muhakkak ki senin salâtın (yönelişin) onlar için huzur, güven kaynağıdır. Allâh Semi’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

103 – Bunların mallarından bir sadaka al ki onunla kendilerini hem tathir edersin hem tezkiye, bir de haklarında dua ediver, çünkü senin duan onların kalplerini yatıştırır, Allah semîdir alîmdir.(Elmalı)

Hüz min emvalihim sadakaten Onların Allah’a sadakatlerini ispat için, ifade için sundukları malları kabul et. Bakınız sadakayı böyle çevirdim. Sadakanın doğru anlamı da budur. Allah’a samimiyeti ispat için sunulan meblağ, bedel, sadaka. Sıtkınızı sadakatinizi, samimiyetinizi, dürüstlüğünüzü Allah’a karşı ispat için sunduğunuz bedel. Kabul et diyor. tütahhiruhüm ve tüzekkiyhim Biha bu sayede onların temizlenmelerine, arınmalarına yol açmış olursun.

Bakınız ne demiştim ayeti tefsir ederken Rics kelimesini yorumlarken pislik manevidir demiştim. Burada da temizlik manevi olarak geldi. Yoksa sadaka ile yıkanılmaz değil mi deterjan değildir yani. Görüyorsunuz, onun için Kuran’da ki;

 Lâ yemessuHU illel mutahherun; (Vakıa/79) da ki Taharette dahil bir çok taharetle ilgili ayetler mecazidir. Yani düşünsel ve duygusal bir iç temizliğe delalet eder.

ve salli aleyhim ve onlar için dua et. inne salâteke sekenün lehüm çünkü senin duan onlar için bir gönül ferahlığıdır, sükûnettir, iç huzurudur. vAllâhu Semiy’un ‘Aliym; Üstelik Allah tüm duaları işiten ve kime neyi vereceğini bilendir. Yani sen dua et, hepiniz dua edin. Fakat Allah kime neyi vereceğini de bilir.

Buradaki sadaka Hüz min emvalihim sadakaten Yani Allah’a sadakati ispatlama bedeli. Zekat mı diye sorulabilir, bize göre zekattan öte bir şey, farklı bir şey bu. Tevbe sadakası diyebiliriz buna. Ki Resulallah döneminde münafıkça iş yapan, ya da yaptığı eylem bu anlama alınabilecek olan kimseler, sadakatlerini ispatlamak için önce tevbe ederler sonra da mallarından bir sadaka verirler. Tıpkı Ka’b Bin Malik’in Resulallah’ın huzurunda malını tasadduk etmesi gibi. İşte burada o tevbe sadakasından söz ediliyor ve sahabe arasında yaygın bir uygulamaydı bu. Sanırım bu günde durumu müsait olan insanlar tevbe ettikten sonra bir tevbe sadakası vermeleri bu harikulade uygulamaya çok mutabık düşer, uygun düşer.

Bunları kabul etmek, aslında Resulallah kabul etmiyordu bazılarını. İşte bu da çok ilginç. Hani bu dersin başında demiştim ki münafık aklı atlattım der. Oysa ki elenmiştir. Onun için verdim diye bakmayacaksınız, acaba kabul buyrulur mu. Kabul edilmezse vermenizin çok fazla bir anlamı yok. Hatta verememekten değil, yanacaksanız eğer kabul edilmemesine yanın. Yoksa verebilenler kol gücü ile vermiyorlar. Allah onlara verme inancını veriyor. Önce yürekleri ile veriyorlar, sonra elleriyle.

Bu bir güven işidir. Kişi güvendiğine verir. Allah’la aralarında bir güven ilişkisi kurulmuştur, onun üzerine veriyorlar. Yoksa kolay değil. O sebeple alınıyorsa, kabul ediliyorsa ona sevinin. Tıpkı İmran’ın kadını İsa annesi Meryem’in annesi gibi. Ne di,yordu Meryem’in annesi Hane; ..fetekabbel minniy... Alu (İmran/35) Karnındaki doğmamış yavrusunu Allah’a adamıştı, çünkü verecek hiçbir şey bulamamıştı, bir teşekkür etmek istiyordu ömrünün sonunda ama yavrusundan başka da bir şey olmadığını görünce karnındaki yavruyu Allah’a verdi ve daha sonra da dönüp; fetekabbel minniy ne olur benden kabul et. Etmeyebilir de, sizin için hediyeniz çok değerli olabilir. Ama unutmayın ki o hediyeyi de yine Allah verdi. Allah için çok küçük bir hediye oldu.

104-) Elem ya’lemu ennAllâhe HUve yakbelüt tevbete an ıbadiHİ ve ye’huzüs sadakati ve ennAllâhe HUvet Tevvabur Rahıym;

 Anlamadılar mı ki Allâh, kullarından tövbeyi kabul eden ve sadakaları alan “HÛ”dur! “HÛ” Tevvab, Rahıym Allâh’tır! (A.Hulusi)

104 – Bilmediler mi ki Allah kullarından tevbe yi o, kabul eder de sadakaları alır ve hakikaten Allah, tevvab, rahîm o. (Elmalı)

Elem ya’lemu ennAllâhe HUve yakbelüt tevbete an ıbadiH Bilmiyorlar ki Allah, evet, yalnızca O’dur kullarının tevbelerini kabul eden. ve ye’huzüs sadakat sadakalarını kabul buyuran da O. ve ennAllâhe HUvet Tevvabur Rahıym; Zira yalnızca Allah’tır tevbeleri kabul eden. Yani tevbeyi kim kabul ediyorsa sadakayı da o kabul ediyor diyor. Bu çok önemli.

105-) Ve kulı’melu fe seyerAllâhu ameleküm ve RasûluHU vel mu’minun* ve setüreddune ila Alimil ğaybi veş şehadeti feyünebbiuküm Bi ma küntüm ta’melun;

 De ki: “Çalışın! Allâh, Rasûlü ve iman edenler sizin yaptıklarınızı görecek… Siz algılanmayan ve algılananın (gayb ve şehâdetin) Aliym’ine döndürülmenin sonuçlarını yaşayacaksınız! (O) size yaptıklarınızın anlamını bildirecektir.” (A.Hulusi)

105 – Ve de ki: çalışın çünkü amelinizi hem Allah görecek hem Resulü hem müminler ve hepiniz mutlaka o, gayb-ü şahadeti bilen hakkın huzuruna götürüleceksiniz o vakit o size haber verecek: Neler yapıyordunuz. (Elmalı)

Ve kulı’melu fe seyerAllâhu ameleküm ve RasûluHU vel mu’minun De ki; Tekrar de ki hatta. Burada bir tekrar eklememiz gerekiyor galiba, çünkü bu ibareye çok yakın bir ibare daha önce de geçti.Hatırlayınız hemen arkadaki 94. ayette bu ibarenin çok benzeri geçti; De ki durmayın, değer üretin. I’melu’yu ben değer üretin diye çevirdim. Çünkü amel işlemek değer üretmektir. En kapsamlı anlamıyla değer üretmektir. Nasıl olsa ürettiğiniz değeri Allah görüyor, O’nun elçisi de görüyor ve müminlerde görüyorlar.

İman ve amel değer üretmektir dostlar. Bir iman ki meyvesi yoksa, bir değer üretmiyorsa, o imanın olduğunu nasıl ispat edersiniz. Onun için imanın ispatı ameldir, değer üretmektir vwe burada da imanın ispatına çağırılıyor müminler ve kim görecek diye bakmayın diyor. Bir kez Allah’ın görüyor olması sizin için yetmeli. Gören bir Allah’a inanıyorsanız eğer, değer üretmeye devam edin. Ama unutmayın eğer değer üretirseniz, sahici bir değer üretirseniz, mutlaka gök kubbe altında yankılanacaktır. Çünkü baki kalan bu kubbede bir hoş sadadır. Ve sadanızı avenenizi bu cihanda Davud gibi salmışsanız eğer, bu kubbede kaybolur mu hiç. Onun için değer üretin diyor.

ve setüreddune ila Alimil ğaybi veş şehadeh en sonunda görünemeyeni ve görüneni ayrıntılarıyla bilenin huzuruna çıkartılacaksınız. feyünebbiuküm Bi ma küntüm ta’melun; ve O size yapıp ettiklerinizi bir bir haber verecektir.

106-) Ve aharune mürcevne liemrillâhi imma yuazzibuhüm ve imma yetubu aleyhim* vAllâhu Aliymun Hakiym;

 (Savaş için sefere çıkmayan) diğer bir kısım da Allâh hükmüne bırakılmışlardır… Ya onlara azap yaşatır ya da tövbe nasip eder… Allâh Aliym’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

106 – Diğer bir takımı da Allahın emrine geri bırakılmışlardır, ya kendilerini tazip eder veya tövbelerini kabul buyurur, Allah alîmdir, hakîmdir. (Elmalı)

Ve aharune mürcevne liemrillâh bir de durumları Allah’ın takdirine kalmış bir grup insan daha var. Bir ayırım daha yaptı, bir temyiz daha yaptı. imma yuazzibuhüm ve imma yetubu aleyhim Allah isterse onları cezalandırır, -yuazzibuhum’un en güzel karşılığı, en doğru karşılığı budur.- Cezalandırır, dilerse onların tevbelerini kabul eder. vAllâhu Aliymun Hakiym; zira Allah her şeyi bilir, hikmetle muamele eder.

Bu ayetin, Ka’b Bin Malik, Hilal Bin Ümeyye, Mürare Bin Rebî gibi Tebük’ten geri kalanlarla ilgili olduğunu söyler İbn. Abbas. Fakat İbn. Abbas’a dayandırılan bu yaklaşım ayetin bağlamı ile birlikte düşünüldüğümüz de pekte desteklenmiyor gibi geliyor bize. Bu ayette sözü edilenler bir üsttekilerden daha gerideki insanlar. Çünkü açık o. Bir üsttekiler tevbe ediyorlar, bunlar tevbe dahi etmiyorlar. Allah’a kalmış. Yani bunların işleri Allah’a kalmış olanlar. Tevbe edenlerin tevbesini Allah kabul ediyor çünkü. Onun için bu ayrı bir kategori olarak ele alınmış ve Tebük seferi çerçevesinde bize insan manzaraları seyrettirilmiş oldu bugün işlediğimiz ayetlerde. Önümüzdeki ders bu surenin son dersi ve yine aynı konu çerçevesinde bize insan manzaraları veren ve insanların farklı düşünme biçimlerinin temelinde yatan illetleri gözümüzün önüne seren ayetleri işleyeceğiz. Rabbimiz insanı en iyi bilendir.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Ekim 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın