RSS

Tefsir Dersleri TÂRIK SURESİ (01-17)(190-A)

11 Tem

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Resulina Muhammedin ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr.

Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. (İsra/80) Amin, amin, amin..!

Değerli Kur’an dostları bu dersimize inşallah Târık surei celilesiyle başlayacağız. 114 burçlu Kur’an ülkemizin bir burcuna daha tırmanacağız. Bakalım o burçta bizi neler bekliyor. Hangi kelam sürprizleriyle karşılaşacağız, hangi güzellikleri göreceğiz, hangi uyarı levhaları bizi karşılayacak, hangi müjdeler bekleyecek.

Târık suresi elimizde ki mushafta 86. sırada yer alıyor. Adını ilk ayetinden alıyor. VesSemâi vetTarık gecenin konuğu, gece gelen misafir veya sabah yıldızı manasına geliyor.

Buruc suresi tivai mufassalin (Kur’an-I Kerim’de 49’uncudan 85’inciye kadar olan sureler.) sonu idi. Bu sure ise evsat- ı mufassalın başı, (Kur’an-I Kerimin 86. suresi olan Tarık Suresinden 98. sure olan Beyyine Suresinin sonuna kadar olan surelerdir) Târık suresi. Mufassallar üçe ayrılırdı; Tıvali mufassal, evsatı mufassal, kısalı mufassal. Yani kısa sureler 3 e taksim edilmişti, işte bu Târık suresi evsatı mufassalın, orta mufassalların başı olmuş oluyor.

Ebu Hüreyre rivayetinde Yatsı da buruç ve Târık surelerini efendimizin aynı namazda okuduğunu söylüyor. Ve orada da; VesSemâi vetTarık şeklinde anıyor sureyi. Demek ki sure ilk nesillerin dilinde Târık ismi ile değil, VesSemâi vetTarık yani ilk ayetiyle anılıyordu.

Suremiz Mekki. Birçok kısa surelerde olduğu gibi. İniş yılı takriben, tabii ki muhtemelen, çünkü kesin bir şey söylemek genellikle zor. Elimizde bir karine bir delil olmadan surenin iniş yılı şudur diyemiyoruz. Bazılarında bunu yapabiliyoruz elimizde delil var karine var çünkü. ‘Alâk suresinde bunu yapmamamız söz konusu olamaz zaten. Hatta Duha ve İnşirak surelerinde bunu yapabiliyoruz. Ama bazı sureler için yaklaşık yıl veriyoruz ki bu yıl Târık suresi için peygamberliğin, nübüvvetin 4. yılı.

Buruc, İnşikak, İnfitar gibi sema ile başlayan surelerin hizasına yazılmalıdır Târık suresi. Beled suresi ile Kamer suresi arasında nazil olmuş. Şimdi suremizin tefsirine geçebiliriz.

           BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, Rahıym Allah adına. Her kelâm, her bildiri bir makamın, bir otoritenin adına okunur. Bu kelamı ilahi ise Allah adına okunmalıdır. Çünkü rabbimiz bunu göndermiştir biz insanlara. Elçi melek, ve elçi insan vasıtasıyla. Biz de Allah’tan gelen bu bildiriyi, beyanı almış, ruhumuzun üstüne demiş, bağrımıza basmış, tabii ki onu alıp bağra basmanın gereği olan hayatımıza koymaya gayret etmişsek o zaman hakkını vermişiz demektir.

Ama hayatımıza koymak içinde önce anlamak lazım. Anlaşılmayan bir şey nasıl yaşanır? Bir şeyi yaşamak için anlamak lazım. Kur’an anlaşılsın diye indirilmiştir. Çünkü Mübiyndir. Hem özünde açık, hem de açıklayıcı. Dolayısıyla Kur’an ın anlaşılmaz olduğunu ima eden her türlü yaklaşım Kur’an la taban tabana zıt düşmüştür. Hatta Kur’an ı yalanlamıştır. Rabbimiz Kitabı mübiyn derken o mübiyn olmadığını söylemiş. Kitabın kapalı olduğunu, anlaşılmaz olduğunu iddia etmiş olur ki Allah ile ters köşelere düşmüş olurlar.

1-) VesSemâi vetTarık;

Andolsun semâya ve Tarık’a, (A.Hulusi)

01 – Kasem olsun o Semâya ve Târıka. (Elmalı)

VesSemâi vetTarık Uzay şahit olsun. esSema; Semâvat çoğuluyla değil de, tekil olarak geldiğinde bütün sema, bütün bir sema şahit olsun. Veya uzay şahit olsun. Burada “vav” kasem olarak gelmiş, semâya yemin ediliyor. Semâ; her şeyin üst tarafı manasına geliyor. Sümû; yüce, üst, yüksek anlamına geliyor. Onun için bugün dahi gündelik Arapça da makam sahibi krallara ve ona benzer şahsiyetlere ekselansları anlamında sümuğvül melik, sümuğvül vezir gibi yüceltme sıfatları kullanılır. Semâ oradan geliyor. Sâmi de oradan geliyor. Yüce, yücelik sahibi. İsim de oradan geliyor. İisim iki köke nispet edilir; hem vesm, visam; madalya, alem. Hem de sümuğ; yani yücelik isim sahibi olmak, yücelik sahibi olmaktır. Demek ki var olanın ismi olur, var olmak bizatihi yücelik sahibi olmaktır. Çünkü var eden yücedir. El Aziyz.

Es Semâ ve et Târık üzerine yemin ediliyor, şahit tutuluyor. Târık etturug dan fail. Gece gelen manasına. Araplarda gece biri geldiği zaman ya ayağını yere vurur, ya da yerden iki taş alır birbirine vururmuş. İşte tarraka çıkarmak budur. Yani vurmak, ses çıkarmak, tarraka çıkarmak anlamında. Gecenin konuğu demek, gece gelen demek, gece gelen misafir. Veya sabah yıldızı. Yani gece, sabah yıldızını getirip oraya bıraktığı içinde sabah yıldızına Târık, sabahın kapısını vuran yıldız manasına, sabahın kapısını vuran misafir yıldız, sabahı haber veren haberci manasına sabah yıldızına şi’ra yıldızı, yanlış hatırlamıyorsam özgün ismi, işte o yıldıza Târık ismi veriliyor, ona yemin ediliyor.

Aslında sabahı haber veren vahye yemin ediliyor desek daha doğru olur. Çünkü vahiy; insanlığın kararan gecesinin sabahını haber veriyordu. Vahiy gece gelmişti, çünkü İnnâ enzelnaHU fiy LeyletilKadr. (Kadr/1) biz onu kadir gecesinde indirdik buyuruyordu rabbimiz. O bir gece inmişti ve indiği gece Kadr ismini almıştı. Veya Kadr ismini alan bir gece de inmişti. Belki bu LeyletilKadr; Marife gelmesi, insanlığın yaratıldığı ana bir delalet ediyordu. Yani eğer bu gece Kur’an inmeden önce Kadr ismini almış, şerefli, kadri kıymeti olan bir gece ismini almışsa, o zaman bu gecede de daha önce çok büyük bir şey olmuştu. Belki insanlığın yaratıldığı gece, belki yer kürenin yaratıldığı gece, belki de varlığın; yokluk gecesinden çıkışına delalet ediyordu bilmiyoruz, Allah biliyor en doğrusunu.

[Ek bilgi; Muhammed Esed Meal/tefsirinden hareket edersek, Tarık sabah yıldızı manasının yanı sıra “felâketin ve sıkıntının derin karanlığında bunalmış bir insana zaman zaman gelen semavî bir teselli ve rahatlamayı veya belirsizliğin karanlığını gideren ani, sezgisel bir aydınlanmayı da ifâde eden bir mecaz”dır. Anlamları üzerine derin tefekkür hâlinde namazlarda veya sâir durumlarda Kur’an âyetleri okunursa, kişisel tecrübelerime göre insanın gönlüne bir ferahlık gelir. İşte bu âyetleri de, özellikle depresyon ve evhamların derin karanlığına düşmüş hastalarıma, arzu ederlerse okumalarını tavsiye ediyorum. İçinde bulunduğu durum ne kadar ümitsiz gibi görünse de “yedullah” sürekli insanın sırtındadır ve hep bir çıkış, kurtuluş, felah vardır.( Psikiyatr Dr. Mustafa Merter) ]

2-) Ve ma edrake metTarık;

Bilir misin Tarık’ı? (A.Hulusi)

02 – Bildin mi Târık ne? (Elmalı)

Ve ma edrake metTarık Târık’ın ne olduğunu sen nereden bileceksin. Yani dirayetle bilemezsin, sen kendiliğinden bilemezsin. Düşünerek taşınarak bilinecek bir şey değil bu. O zaman gel Allah sana rivayet etsin, yani rivayetle, rivayetlerin en yükseğiyle, kelâmı ilahi ile öğren.

3-) En Necm’üs sâkıb;

Delip geçen yıldızdır (PULSAR)! (A.Hulusi)

03 – O necmi sâkıb. (Elmalı)

En Necm’üs sâkıb delen bir yıldızdır o. Essakıb; yumuşak bir şeyi yakarak delmek manasına geliyor. Arap edebiyatında bu kelimenin ilk kez görüldüğü yer Kur’an. daha önce görüldüğüne dair herhangi bir delil yok.

Karanlığı delen gök taşına da Sakıb deniliyor. Zaten kelime aynı zamanda yükseliş manasına da geliyor. Çünkü; SakabedTair; Kuş yükseldi cümlesi öteden beri kullanılıyor. Demek ki aynı zamanda ezdad bir kelime. Zıt anlamlı bir kelime. İçerisinde; Hem inişi, hem yükselişi ifade eden bir kelime. Ama hepsinden öte anlamı delen bir yıldız.

Peki daha önceki 1 ve 2. ayetleri Târık ı gecenin konuğu olan vahiy olarak anlarsak bunu nasıl anlayacağız? İnkarcı aklın karanlığını delen bir yıldız olarak anlayacağız.

[Ek bilgi; EVRENİN KÜÇÜK YEŞİL ADAMLARI
1967 yılında İngiltere Cambridge üniversitesi’nde Jocelly Bell düzenli ve ısrarlı bir radyo sinyali yakalar. Radyo sinyalinden kalbin vuruşları gibi düzenli vuruşlar gelmektedir. O zamanda Uzay’da böyle düzenli vuruşların kaynağı olabilecek bir gök cismi bilinmiyordu. Bu yüzden bu sinyallerin, başka gezegenlerdeki akıllı yaratıklar tarafından gönderildiğine kanaat getirilir.

Büyük bir heyecanla davetiyeler bastırılır, basın kuruluşlarına haber verilir ve LGM adı verilen görkemli bir seminer düzenlenir. LGM (Little Green Men) “Küçük Yeşil Adamlar” demektir ve Evren’de akıllı yaratıklarla irtibat kurulduğunu simgelemektedir.

Çok kısa bir süre sonra söz konusu sinyallerin kaynağının nötron yıldızlarının çok büyük bir hızda dönmeleri olduğu anlaşılır. Böylece nötron yıldızlarına bir ad daha takılacaktır: “Pulsarlar”. Jocelly’in buluşu uzaylılarla irtibatı sağlayamamıştır ama Pulsarların keşfini sağlamıştır. İngilizce’de “pulsate”, nabız gibi vuruşları ifade eden bir kelimedir. “Pulsation” da “vuruş, titreşim” demektir. Bundan da nötron yıldızlarına takılan “Pulsar” isminin Kuran’da geçen “Tarık” yani “Vuruş” ismiyle uyumlu olduğu anlaşılmaktadır. (Süleymaniye vakfı Din ve fıtrat araştırmaları merkezi)]

4-) İn küllü nefsin lemma ‘aleyha hafız;

Hiçbir nefs yoktur ki, onun üzerinde bir hafîz (gözetleyici – koruyucu) bulunmasın. (A.Hulusi)

04 – Bir nefis yoktur ki illâ üzerinde bir hâfız olmasın. (Elmalı)

İn küllü nefsin lemma ‘aleyha hafız zaten hiçbir insan yoktur ki ilahi gözetim ve koruma altında olmasın. İn küllü nefsin lemma ‘aleyha hafız herkes, her insan, her can ilahi koruma ve gözetim altındadır diyor. Yani bu tabii ki görünenlerden, görünmeyene. Maddeden manaya, fizikten metafiziğe doğru bir akıl inkışafı gerektiriyor vahiy, zaten bunun içinde iniyor. Aklımızı görünen den görünmeyene. İdrakimizi fizikten metafiziğe, somuttan soyuta doğru uruc ettiriyor. Yani uruc için nüzul. İniyor ki çıkalım diye. Vahiy iniyor ki biz çıkalım diye. Vahit iniyor ki akıl yükselsin diye. Vahiy iniyor ki insan idraki miraca çıksın diye. Çıkarmak için inendir vahiy. Çıkarmak için, yükseltmek için, kemale erdirmek için inendir vahiy. Evet, rabbimiz tenezzül buyuruyor ki biz yücelelim, biz yükselelim diye. Dolayısıyla yaptığımız tefsirleri işte bu meyanda bu bağlamda görmek lazım.

Vahyin amacı insanı korumaktır. Bir önceki ayette karanlık aklı delen bire yıldızdır dedik vahiy için bu da İn küllü nefsin lemma ‘aleyha hafız hiçbir insan yoktur ki ilahi gözetim ve koruma altında olmasın derken vahiy insanı korur ve gözetir manasına gelmiş olur. Eğer bu ayetleri bu pasajı vahiy bağlamında ele alırsak, vahyin maksadı insanı korumaktır demiş olur.

5-) Felyenzuril’İnsanu mimme hulika;

İnsan neden yaratıldığına bir baksın! (A.Hulusi)

05 – Onun için insan düşünsün neden yaratıldı? (Elmalı)

Felyenzuril’İnsanu mimme hulik o halde artık insan baksın neden yaratıldı, neden yaratıldığına insan bir baksın. Bir şöyle dönsün baksın. Burada ki, bir önceki 4. ayette ki “in” eğer muhassese ise “ma” zaide olur. “İn” nafiye ise eğer; İn küllü nefsin lemma; İlla manasına gelir ki benim tercihim naçizane manalandırmada tercihim budur, o zaman şu ayetlerle beraber düşünmek lazım. Ve inne ‘aleyküm lehafizıyn.(İnfitar/10); üzerinizde hiç şüphe yok ki muhafızlar vardır.

Yine Ve lekad halaknel İnsane ve na’lemu ma tuvesvisu Bihi nefsuh.) insanı biz yarattık nefsinin ona neler fısıldadığını da yine biz biliriz. Çünkü ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd. (Kaf/16 Biz kulumuza şah damarından daha yakınız. Onun için insana iç güdülerinin neler fısıldadığını, egosunun, benliğinin neler fısıldadığını biz çok iyi biliriz. İnsanı iyi biliriz diyor. Onun için insanın neresinden zarar göreceğini ve neresine karşı koruma gerektiğini, insanın nasıl korunacağını, insanın neresinin zayıf, neresinin güçlü olduğunu biz biliriz. Bir önceki ayeti bu bağlamda düşünmek lazım.

Felyenzuril’İnsanu mimme hulik insan neden yaratıldığına bir baksın,
dönsün ve baksın.

6-) Hulika min mâin dafikın;

Atılan bir sudan (meni) yaratıldı. (A.Hulusi)

06 – Bir atılgan sudan yaratıldı. (Elmalı)

Hulika min mâin dafik insan atılmış, fışkıran sade bir sudan. Hatta zımni manası değersiz bir sudan yaratıldı dafik; hızla dışarı çıkan, atılan, fışkıran, fırlayan manasına. Fail manazı zahir zaten bunun. Ama Ferra dan hicazlılar nât yolu ile, yani sıfatın kardeşi nât yoluyla, sıfatla aynıdır demiyorum, nât ile sıfatın manalarında nüans var. Nât yolu ile gelirse faile, meful manası vermişler Kûfe liler. Dolayısıyla metfuk manası, yani atılan, çıkartılmış saçılan, fırlatılan.

Min meniyyin yümna. (Kıyamet/37) bu ayetle beraber düşünmemiz gereken başka ayetlerde var. Yani atılmış meni. min nutfetin emşâc. (İnsan/2) karışım. Yani aslında sade bir su değil, emşâc; içinde karışım olan, yani konsantre, tam bugünün kelimesine çevirecek olursak konsantre bir hayat suyu Min meniyyin yümna. Yine de tam tarif etmiş olmuyoruz çünkü meniyyin; nekira, belirsiz. Min nutfetin; belirsiz. Emşâcin; belirsiz. Yani tarife gelmez, tarifsiz. Bu mana, bu vurgu içinde var.

Neden insanın yaratılışı söz konusu olduğunda yaratılışın başlangıcında ki basitliğe delalet eder ve dikkat çeker Kur’an? Yaratılış kendiliğinden olamaz ey insanoğlu, Bu kadar karmaşık ve kamil bir varlık öyle basit bir şeyden, kendiliğinden yaratılmış olamaz. Kendiliğinden gelmiş olamaz. Tesadüfün eseri olamaz insan. O su orada duruyor, haydi bakalım, eğer kendiliğinden oluyorsa o suyu önce sen yarat, veyahut ta Allah’ın yarattığı o sudan sen insana çevir de bir görelim. Dolayısıyla Allah’ı hesaba katmadan insanı anlayamazsın ey insanoğlu. Allah’ı hesaba katmadan, devre dışı bırakarak, göz ardı ederek kendini anlayamazsın ey insanoğlu vurgusu vardır burada.

7-) Yahrucü min beynissulbi vetterâib;

Erkeğin beli ve (kadının) teraib’inin (leğen kemiklerinin) arasından çıkar! (A.Hulusi)

07 – Ki sulb ile sîneler arasından çıkar. (Elmalı)

Yahrucü min beynissulbi vetterâib omurga ile kaburga kemikleri arasında ki bölgeden çıkan bir su o.

min mâin dafik (6)omurga ile kaburga kemikleri. veya min beynissulbi vetterâib essulb tekil, etterâib çoğul. Eğer buradan yola çıkarsak terâib e kaburga kemikleri, sulb e de omurga. Veyahut ta bunun alt ve üst, yani üriner sistemin en altını ve en üstünü ifade ettiğini düşünenlere göre ise leğen kemikleri ile göğüs arasından.

Aslında Bu ne demektir? Burada bir problem var mıdır? Fakire göre yoktur. Bazıları burada bir problem olduğunu düşünüyor ve bu problemi çözmek için çok dil döküyorlar. Hiç gerek yok. Aslında beynissulbi vetterâib eller, ayaklar ve kafa dışındaki her yeri kapsar. Dilsel olarak, lügavi olarak bu kalıbın kapsadığı yerler eller, ayaklar ve kafa dışında ki her yerdir. Zaten üriner sistem de buradadır. İnsanın üreme organları, kadının olsun erkeğin olsun buradadır, gövdededir yani. Burada ki insanın gövdesinden çıkan manasına gelir eğer lafzen alacaksak.

Yok mecazen alacaksak bunu o zaman da Kur’an ın genel bir kuralına, üslup özelliğine atıf yapmamız lazım, o da Kur’an, insanın üreme sistemlerinden söz ederken daima mecazla söz eder. İşte Adem’in ve eşinin ayıp yerlerinin açılmasından söz ettiği yerlerde olduğu gibi. Daima sev’atühüma (‘Araf/22) bakınız hep mecazi olarak ifade eder. Dolayısıyla burada da insanın üreme sisteminden, insanoğlunun üriner sistemlerinden söz ederken bir mecazi ifade kullanılıyor diyebiliriz. Yani doğrudan üriner sistemin unsurlarına veya üreme organlarına değinmiyor Kur’an, ama insanın üriner sisteminin olduğu bölgeye işaret edip bize aslında ne söylemek istediğini anlatmış oluyor.

8- ) İnneHU ‘alâ rac’ıhı leKadir;

Muhakkak ki O, onu (aslına) döndürmeye elbette Kaadir’dir! (A.Hulusi)

08 – Elbette o onu döndürmeğe kadirdir. (Elmalı)

İnneHU ‘alâ rac’ıhı leKadir elbet Allah onu tekrar yaratmaya kadirdir. Errac’ı; müteaddinin mastarıdır aslında, lazım ın mastarı değil. Çünkü lazımın mastarı errücu’ı gelir. Böyle olsaydı rücu’ı gelmesi lazımdı buradaki de. İnneHu ‘alârucu’ıhi leKadir demesi lazımdı ama onu demedi. Onun için müteaddinin mastarı. Onu nutfeden yaratan yeniden yaratmaya kadirdir. Bu manayı verir. Açılımı da budur. Onu nutfeden yaratan, yani öncesini yaratan, sonrasını yaratmaya daha daha kadirdir, haydi haydi kadirdir açılımı verir.

9-) Yevme tübles serâir;

O süreçte, gizliler açığa çıkartılıp bilinir. (A.Hulusi)

09 – Yoklanacağı gün bütün serâir. (Elmalı)

Yevme tübles serâir O gün sırlar bile sınanırlar. Bu ayet gerçekten müthiş. O gün, hesap günü sırlar bile sınanırlar. Sırların sınanmasından söz eden bir ayetle karşı karşıyayız. Yüzler sınandı, maskeler sınandı, söylediklerimiz sınandı, yaptıklarımız sınandı. Ama sırların sınanması nasıl bir şey? Sırların sınav olması nasıl bir şey. Gizlediklerimizin, en gizli saklı tuttuklarımızın, açığa vurmadıklarımızın sınanması nasıl bir şey. Veya onlarla sınanmak diyeceğim ama burada öyle bir b bağlantısı yok. Onun için Yevme tübles serâir o gün sırlar bile sınanır. Yani sırlarla sınanır. Sırlar açığa vurulur, hiçbir sır kalmaz manasına.

Evet, el belâ’ı, buradan geliyor, seçip ayırmak için sınamak manasına geliyor. Ihtibar; deney de zaten deniliyor bu işleme. Onun için seçip ayırmak için sınamak. Allah niçin sınar? Seçip ayırmak için. Peki sınamadan bilmez m bizim ne olduğumuzu? Bilir. O zaman niye seçip ayırmak için sınar? Bizi, bize bildirmek için. Siz de bilin ne mal olduğunuzu. Siz de kendi değerinizi görün. Veya kendinize ne yaptığınızı görün. Allah’ın verdiğini nasıl çar çur ettiğinizi görün. Allah’ın verdiği emanete neler yaptığınızı siz de görün diye. Çünkü insan iradeli bir varlık. Kendi kendini gözleyebilir. Allah insanı gözlüyor, insan insanı gözlüyor. Belil’İnsanu ‘alâ nefsihi basıyretun. (Kıyamet/14) bilakis insan kendi kendini gözetleyicidir, kendi üstünde bir basiret sahibidir. İnsan müstesna bir varlıktır işte bunun için.

10-) Fema lehu min kuvvetin ve lâ nasır;

Artık onun için ne bir kuvvet vardır ve ne de bir yardım edici! (A.Hulusi)

10 – O vakit ona ne bir kuvvet vardır ne de bir nâsır. (Elmalı)

Fema lehu min kuvvetin ve lâ nasır işte artık onun için ne bir güç olacak ne de yardımcı olacak. Yani işin işten geçtiği, sırların bile sınandığı ve artık Allah’a döndüğü İnneHU ‘alâ rac’ıhı leKadir (8) Allah’ın kudretini göstererek kendisine döndürdüğü ve kaçışın olmayacağı o günde gücü, kuvveti kalmamıştır insanın Fema lehu min kuvvetin kuvveti yoktur ki dirensin, kuvveti yoktur ki kaçsın, kuvveti yoktur ki dünyada yaptığı gibi kılıfına uydursun.

ve lâ nasır yardımcısı da yoktur. Öyle falan bana yardım edecek, feşmekan beni kayıracak, falan torpil geçecek..! Ahirette yoktur bunlar. Ahirette herkes kendi canı derdine düşecektir. Nebiler nebisi sevgili Fatımsına; Ya Fatıma nefsini Allah’ın elinden satın al işterî nefseki minallah vallahi yarın senin içinde bir şey yapamam diyordu ya işte o gün bu gün.

11-) VesSemâi zâtirrec’;

Andolsun yörüngesinde dönenleriyle semâya, (A.Hulusi)

11 – Kasem olsun o Semai zati rec’a. (Elmalı)

VesSemâi zâtirrec‘ imdi dikkat et ey insan gözünü çevir ve etrafına bir bak, hayat çevrimine sahne olan gök şahit olsun. Semâ Zatirrec’; Hayat çevrimi diye çeviriyorum bunu. Hayat çevrimine şahit olan gök şahit olsun. Niye? Bakınız hayat çevriliyor. Önce kış, sonra bahar, sonra yaz, sonra güz. Bir daha böyle bir daha böyle, bir daha böyle. Önce babalar, sonra oğullar, sonra torunlar ve sonra devam. Hayat çevrimi devam ediyor.

Önce kuruluşlar, sonra büyüyüşler, sonra olgunlaşışlar, sonra yıkılışlar. Önce doğun, sonra bebelik, sonra çocukluk, sonra olgunluk, sonra yaşlılık, sonra ölüm ve böyle hayat çevrimi devam edip gidiyor ve daha ne çevrimler..! Biz 80 – 100 yıllık çevrimlerden söz ediyoruz, yer yüzünde 1.000 yıllık, 3.000 yıllık, 6.000 yıllık, 500.000 yıllık, 1.000.000 yıllık, 6.000.000 yıllık daha ne çevrimler var acaba. Biz ne biliyoruz ki İnsanlığın çevrimine ne demeli, insan türünün çevrimine ne demeli, daha türler arası çevirime ne demeli. Hatta fizik ve metafizik arasındaki çevirime ne demeli. Görünmeyen varlıklardan görünen varlıklara ona ne demeli. İnsandan önce yer yüzünde halife olan bir varlıktan, daha sonra yer yüzünde halife olan insana ve insandan sonra acaba sıra kime gelecek. Dolayısıyla işte bütün bu çevrimlere gök şahit oluyor, uzay şahit oluyor, şahit olsun diyor.

12-) Vel’Ardı zâtissad’;

Yarılan arza ki, (A.Hulusi)

12 – Ve o arzı zati sad’a. (Elmalı)

Vel’Ardı zâtissad’ ve bitkilerle yarılan yer şahit olsun. Bitkilerle yarılan yer. Essad’ eşvak manasına geliyor. Meful manasına mastar el ey mastur anh diye açıklamış tefsirlerimiz, hatta İbn. Aşur. Yani yarılmış, yerin yarıklarından çıkan bitkiye delalet ediyor. Gök şahit, yer şahit, bitki şahit. Yani yere bak ey insan. Yeniden yaratılışı inkar ediyorsan, ölü toprağa can veren Allah’ı düşün ve yere bak Kupkuru yer, çöl, bir parça yağmuru görsün nereden çıkıyor o otlar, kim ekti o tohumları, bin bir türlü bitkiyi kim ekti. Hangi çiftçi ekti zannediyorsun yer yüzünün o yeşil bitki örtüsüne onları. Evet, ona bak, bari ondan ibret al.

13-) İnnehû lekavlün fasl;

Muhakkak ki O (Kur’ân), elbette Hak ile bâtılı ayırıcı bir söz; (A.Hulusi)

13 – Ki o her halde bir keskin hükümdür. (Elmalı)

İnnehû lekavlün fasl bu, yani şu okunan ayetler yani bu sure, yani bu kelam, yani bu hitap. lekavlün fasl sözü kesip takırtıyı tüketen bir kelamdır. Fasl, Gavli fasl dır. Kıyametin, hesap gününün isimlerinden biri de neydi Kur’an da ki? Yevmil fasl; seçip ayıran gün. Suçluyu suçsuzdan, kafiri müminden, iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayıran, seçen gün. Seçen günün uyarısını ayırım sözü ifade ediyor. Gavlü fasl ayırım gününe dikkat çekiyor. Onun için Kur’an hakkı batıldan ayıran ilahi bir kelamdır.

14-) Ve ma huve Bilhezl;

O, şaka olarak gelmemiştir! (A.Hulusi)

14 – Şaka değildir. (Elmalı)

Ve ma huve Bilhezl içi boş bir lakırdı değildir. Boşuna söylenmiş bir söz değildir. Haşa Kur’an a böyle içi boş bir söz olarak bakıyorsanız eğer, siz bu hakareti Kur’an a değil Allah’a yapmış oluyorsunuz. Sonucuna katlanırsınız.

15-) İnnehüm yekiydûne keyda;

Muhakkak ki onlar bir hile kuruyorlar. (A.Hulusi)

15 – Haberin olsun ki onlar hep hiyle kuruyorlar. (Elmalı)

İnnehüm yekiydûne keyda ne ki onlar tuzak üstüne tuzak kuruyorlar, biz de onların tuzaklarını bozuyoruz, habire tuzaklarını bozuyoruz. Onlar kuruyorlar biz bozuyoruz el keyd. Lehineymiş gibi gösterip aleyhine davranmaya Arapça da keyd deniliyor. Amacını gizlemektir keyd. Dolayısıyla Mekr farklı. Mekr; çok ayrıntılı gizli ve ince tasarımlı iş. Ama El keyd ise amacını gizlemek, sadece maksadını gizlemek, kendisini değil. Mekr ise hem maksadını, hem aletini gizlemeye deniliyor. Fark var arasında.

[Atlanan ayet; 16-) Ve ekiydü keyda;

Ben de hilelerine hileyle cevap veriyorum! (A.Hulusi)

16 – Ben de kurarım hiylelerine hilye. (Elmalı)

Ve ekiydü keyda Kalem sûresinde de aynı konunun anlatıldığını görüyoruz:
Ey Muhammed! Kur’an’ı yalanlayanları Bana bırak; Biz onları bilmedikleri yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız. Onlara mehil veriyorum; doğrusu Benim tuzağım sağlamdır.” (Kalem/44,45)
          Burada da diyor ki Rabbimiz: “Ey peygamberim! Sen o kâfirleri bana bırak! Endişe etme sen! Kafana takma onları! Sen yoluna devam et! Onların ipleri benim elimdedir! Yakında göreceksin, ben, benim dâvâma düşman olan, benim sistemime karşı savaş açan o kâfirleri bilemeyecekleri, anlayamayacakları yönlerden, hesap edemeyecekleri biçimde yavaş yavaş azaba, ikâba, cezaya yaklaştırmaktayım. Şu anda onlar kuş beyinleriyle Müslümanları yalnız ve korumasız zannediyorlar. Onların safında benim olduğumu unutuyorlar. Onlar benimle savaştıklarının farkında değiller.
           Ben onların iplerini uzatıyorum. Onlara mühlet veriyorum. Arzu ve istekleriyle onları baş başa bırakıyorum. Onun başarılı olduklarını zannediyor ve aldanıyorlar. Aslında ben onları imhal ediyorum. Onlara zaman ve fırsat veren benim. Ama bilesin ki ey peygamberim ve ey peygamber yolunun yolcuları, ben imhal ederim, zaman veririm ama asla ihmal etmem. Çünkü benim fendim sağlamdır. Benim tuzağım, planım, tedbirim pek yamandır. Ben tuzak kurdum mu, tedbir aldım mı, yakaladım mı onu kimse bozamaz, kimse ondan kaçıp kurtulamaz. (Besâiru-l Kur’an- Ali Küçük)]

17-) Femehhililkafiriyne emhilhüm ruveyda;

Bu yüzden o hakikat bilgisini inkâr edenlere mühlet ver, onlara az bir süre tanı. (A.Hulusi)

17 – Onun için kâfirleri imhal eyle: mühlet ver onlara biraz. (Elmalı)

Femehhililkafiriyne emhilhüm ruveyda o halde artık küfürde direnenlere süre tanı, mühlet ver, sadece kısa bir mühlet, sadece kısa bir süre. Yesinler, içsinler, eğlensinler, yatakhane, yemekhane, abdesthane ve işhane arasında hortum olduklarını zannetsinler. Amaçsız, gayesiz, hedefsiz. Yer yüzüne sanki sadece soluk almak için, eğlenmek için gelmişler gibi, sanki bu misafirhane onların lunaparkı olsun için döşenmiş gibi kısa bir kâm alsınlar, zevkperestlik yapsınlar, bakalım sonuç ne olacak.

Evet, Kur’an açıkça söylüyordu ya A. İmran suresini sonunda Lâ yeğurrenneke tekallübülleziyne keferu fiyl bilad. (A. İmran/196) küfürde, inkarda direnenlerin yer yüzünde bir elleri yağda bir elleri balda, yedikleri önlerinde yemedikleri arkasında keyif çatarak dolaşmaları seni aldatmasın sakın. Metaun kaliyl.. (A:İmran/197) çok az bir geçimlik, çok az bir lezzet, yani bu geçip gidici, uçucu bir zevktir. Meta; kamil olmayan, daim olmayan, sabit olmayandır. Naıym in zıddıdır Naıym de kamil olan, sabit olan, daim olandır. Az bir geçimlik, geçinsinler, biraz zevklensinler bakalım, sonunda Allah enseleyecek.

Sadakallahul azıym. Ve bellegana resulühünna nebiyyül keriym ve nahnü ‘alâ zalike mineşşahidiynes şakiriyne Bi kalbin seliym

Allah en doğrusunu söyledi. O en doğru sözü nebi bize eksiksiz bir biçimde iletti ve biz de buna şahit olduk. Şahit olduğumuza sen şahit ol, bizi de iyi şahitlerden kıl ya rabbi. Amin.

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Temmuz 2014 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın