RSS

İslamoğlu Tef. Ders. EN’AM SURESİ (031-055)(45)

23 Haz

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde En’am suresinin 30. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz ayetler insanın eylemleriyle öte dünyası arasında doğrudan bağ olduğunu, insanoğlunun yaptığı eylemlerin sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini ve yaptığı her bir şeyden mutlaka bir gün hesaba çekileceğini hatırlatan ayetlerdi.

Yine o pasajın ardından gelen pasajda 31. ayetle devam eden pasajda insanı bekleyen bu kaçınılmaz akıbet insana hatırlatılmaya devam ediliyor.

 

31-) Kad hasiralleziyne kezzebu Bi Lıkaillah* hatta izâ caethümüs saatü bağteten kalu ya hasretena alâ ma ferratna fiyha, ve hüm yahmilune evzarehüm alâ zuhurihim* ela sae ma yezirun;

Allâh’a kavuşmayı (nefslerinin hakikatinin Allâh Esmâ’sı olduğunun farkındalığını yaşayacaklarını) yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğradılar! Nihayet o saat (ölümü tatma süreci) ansızın kendilerine geldiğinde, suçlarının yükünü sırtlanmış olarak şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize, dünyada ihmal ettiğimiz çalışmalar yüzünden düştüğümüz mahrumiyete!” Dikkat edin, yüklendikleri (vebal) ne kötüdür! (A.Hulusi)

031 – hakikat hüsranda kaldı o: Allahın karşısına çıkacaklarını inkâr eden kimseler ki nihayet saat gelip ansızın kendilerini bastırıverince «eyvah! hayatta yaptığımız taksirlerden dolayı hasretlerimize bak» derler o dem ki bütün veballerini sırtlarına yüklenmiş götürüyorlardır, bak ki ne fena yükler götürüyorlar! (Elmalı)

 

Kad hasiralleziyne kezzebu Bi Lıkaillah doğrusu Allah’a kavuşacaklarını yalanlayanlar hüsrana uğrayacaklar.

 

Değerli dostlar, ahirete iman ya da, öldükten sonra dirilmeye iman, ya da hesap gününe iman, ya da öte dünyaya iman diye isimlendirebilirsiniz. Bu isimlendirmeler içerisinden en doğrusu hesap gününe imandır. Bu aynı zamanda insanda yaptıklarının hesabını verme duygusunu uyandırıyor. Onun için ahirete iman, adalete imandır.

Ahirete iman, insanın eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmesini gerektirir. Onun için insanda sorumluluk şuurunu, sorumluluk bilincini geliştiren 1. unsur Allah’a imansa, 2. unsur ahirete iman, yani hesap gününe, yaptığı her bir şey den hesaba çekileceğinin bilincinde olması demektir bu hesap gününe iman. Onun için Kur’an sık sık insanda böyle bir alt yapıyı kurmak, insanda yaptıklarının sorumluluğunu üstlenecek bir şuur geliştirmek ve bir vicdan uyandırmak için ahiretteki hesabı hatırlatır. Bu adalettir. Onun için ahireti olmayanın adaleti yok demektir. Aslında öldükten sonra hesap vereceğine inanmayan bir kimse, adaleti inkar eden bir kimsedir. Bunun böyle anlaşılması gerekir.

hatta izâ caethümüs saatü bağteten Kıyamet saati ansızın geliverdiğinde, kalu ya hasretena alâ ma ferratna fiyha, ve hüm yahmilune evzarehüm alâ zuhurihim, günahlarının yükünü sırtlarında taşır bir halde diyecekler ki; “Yazıklar olsun bize ki, onu göz ardı etmişiz. Öldükten sonra dirileceğimizi, yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimizi, eylemlerin sorumluluğunu göz ardı etmişiz. Yaptığımız yanımıza kalacak sanmışız.” Diyecekler.

ela sae ma yezirun; Ah..! O yüklendikleri şey ne fenadır.

Aslında o yüklendikleri şey sevgili Kur’an dostları, dünyada üstlenmekten kaçındıkları sorumluluklarıdır. Yüklendikleri şey kendi hayatlarıdır, kendi kötülükleridir. Onun için her akıllı insanın götüremeyeceği kötülükten kaçınması gerekiyor. Tıpkı o ünlü sözde denildiği gibi.

– A’mel eddünya ke bi kaderi ve kaike fiha Dünyaya, dünya da kalacağın kadar çalış, Ve A’mel li ahretike bi kaderi be kaike fiha ahirete ise orada kalacağın kadar çalış. Ve a’mel linnari bi kaderi sabrike ileyha ateşe dayanacağın kadar günah işle Ve a’me linnahi bi kaderi hacetike ileyhi. Allah’a da muhtaç olduğun kadar kulluk et.

İşte bu harika esaslar çerçevesinde götüreceğin kadar günah işle demek lazım.

 

32-) Ve melhayatüd dünya illâ le’ıbun ve lehv* ve leddarul ahıretü hayrun lilleziyne yettekun* efela ta’kılun;

(Esfeli sâfîliyn olan) dünyanızın yaşamı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir! Sonsuz olan gelecek yaşam ortamı korunanlar için elbette daha hayırlıdır… Hâlâ aklınızı değerlendirmeyecek misiniz? (A.Hulusi)

032 – Dünya hayat, bir oyundan, bir oyalanmadan başka nedir? Elbette dâri Âhiret korunan muttakiler için daha hayırlıdır, hâlâ akıllanmayacak mısınız? (Elmalı)

 

Ve melhayatüd dünya illâ le’ıbun ve lehv bu dünya hayatı oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. ve leddarul ahıretü hayrun lilleziyne yettekun ahiret yurdu ise sorumluluk bilincini kuşananlar için elbette daha hayırlıdır. efela ta’kılun; Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız. Hala kafanızı kullanmayacak mısınız.

 

Kur’an düşünce sistematiği içerisinde dünyanın oyun, eğlence, geçici bir lezzet, geçici bir haz olduğunu ifade eden tüm ayetler mutlaka ahiretle, ahiret hayatını anlatan cümlelerle yan yana gelirler. Bu da şunu gösterir, ahirete göre dünyanın konumu budur demektir. Dünyanın oyun ve eğlence olması, ahiretle kıyaslandığındadır. Değilse, bu ibarelerden yola çıkarak dünyanın sanal olduğunu, hayatın rüya olduğunu, hayatın hatta yalan olduğunu söylemek doğru olmaz.

 Mahlukat bir varlık kategorisidir. Tıpkı Halık nasıl müstakil bir varlık ise. Halık ile mahluk diye varlık 2 ye ayrılır. Mahluk vardır. Bazılarının söylediği gibi olmayan, varmış gibi duran, sanal olan, rüya olan ya da panteistlerin ve vahdet-i vücutçuların iddia ettiği gibi köpük olan bir şey değildir. Vardır, ama varlığı, Allah’ın varlığına bağlıdır. Varlığı mukayyettir, mutlak değildir. Zaten Allah dışındaki varlıkları mutlaklaştırmak, yani materyalizm ne kadar uç bir düşünce ise, Allah dışında hiçbir varlığın olmadığını söylemekte onun tam zıddından yine uç bir düşüncedir. Bunlar birbirinin zıddıdır. Polarizasyonudur. Onun için bu iki düşünce de Kur’an tarafından reddedilir.

Rabbena atina fid-Dünya haseneten ve fil-ahireti haseneten. Bu duayı bize öğreten Kur’an dır. Ey rabbimiz bize dünyada da güzellikler ver, ahirette de güzellikler ver. Dedirten Kur’an dır.

 

33-) Kad na’lemü innehu le yahzünükelleziy yekulune feinnehüm la yükezzibuneke ve lakinnez zalimiyne Bi ayatillahi yechadun;

Gerçek ki, onların söylediklerinin seni mahzun ettiğini biliyoruz… Gerçek şu ki, onlar seni yalanlamıyorlar; o zâlimler, bile bile Allâh’ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ’sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkâr ediyorlar! (A.Hulusi)

033 – Celâlim hakkı için biliyoruz ki söyledikleri lâf seni cidden incitiyor, mamafih onların yalancı dedikleri sen değilsin, lâkin zalimler Allahın âyetlerine cehudluk ediyorlar. (Elmalı)

 

Kad na’lemü innehu le yahzünükelleziy yekulun onların söylediğinin seni üzdüğünü elbette biliyoruz. Burada hitap doğrudan vahiy üssü doğrudan peygambere. Ancak tabii ki peygamberin davet misyonunu üstlenen, ilahi hakikati, ilahi mesajları bir başkasına davet etme görevini üstlenen her bir mümin bu hitabın muhatabıdır.

feinnehüm la yükezzibunek gerçek şu ki onlar seni yalanlamıyorlar, ve lakinnez zalimiyne Bi ayatillahi yechadun; bu zalimler asıl Allah’ın mesajlarını yalanlıyorlar.

Bir insanın söylediği sözün gittiği yeri bilmesi lazım. Bazen sözünün gittiği yer maksadını aşabilir. İşte onu da düşünecek bir mümin. Hatırlayınız önceki derslerimizden birinde, ki 2 ders önce olsa gerek, müşrikler Allah’tan başka aracılar ve şefaatçiler olarak putlar peyda ederken, aslında onlar bunu şirk koşmak amacını güderek yapmıyorlardı. Ahirette yaptıklarının bu anlama geldiğini öğrenince böyle bir itiraz yapacaklar. Yani “biz bunu kastetmedik ki” diyecekler diyor Kur’an. Onun için siz amacınızı aşan, kimi tavır, davranış, eylem ve inançlarla Allah’a karşı geliyorsanız, Allah katında sizin aldığınız o tavrın, veya taşıdığınız o sapık inancın nasıl değerlendirileceğini bilmeniz gerekiyor. İşte Kur’an da bunun ipuçlarını veriyor.

 

34-) Ve lekad küzzibet Rusulün min kablike fesaberu alâ ma küzzibu ve ûzû hatta etahüm nasruna* ve la mübeddile li Kelimatillah* ve lekad caeke min nebeil murseliyn;

And olsun ki, senden önce de Rasûller yalanlanmıştı… Yardımımız gelinceye kadar yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler… Allâh kelimelerini (vadettiği sözlerini) değiştirecek yoktur… And olsun ki, irsâl olunanların (Rasûllerin) haberlerinden bir kısmı sana gelmiştir. (A.Hulusi)

034 – Celâlîm hakkı için senden önce gönderilen Peygamberler tekzip olundu da tekzip ve ezâ edilmelerine karşı sabrettiler, nihayet kendilerine nusratimiz geldi, öyle ya Allahın kelimâtı vaadini değiştirebilecek hiç bir kuvvet yoktur, alimallah sana mürselîn kıssalarından haber de geldi. (Elmalı)

 

Ve lekad küzzibet Rusulün min kablik doğrusu, senden önce de elçiler yalanlanmıştı.

Burada dikkat ederseniz nübüvvet geleneğinin genel yasasına dikkat çekiliyor. Yani, “bu işler sadece senin başına gelmiyor” deniliyor. Hakikati insanlığa taşımak görevini üstlenen herkes, böyle şeylerle karşılaşır. Onun için buna hazır olmalısın. Bu, bu işin doğasıdır. Deniliyor.

 fesaberu alâ ma küzzibu ama o senden önce bu tip itirazlarla karşılaşan peygamberler, yalanlandıkları hakikat üzerinde direndiler. Dikkatinizi çekerim;  fesaberu ibaresini, sabrettikleri, saberu alâ ile beraber, direndiler diye çevirdim. Böyledir, tam çevirisi budur.

 Sabır hakikat üzerinde direniştir.

Sabır gerçeği götürmede direniştir.

Sabır yatmak, sabır eylemsizlik, sabır kendi içine kapanmak, sabır başkalarının tüm saldırıları karşısında sessiz kalmak falan değildir. Sabır, temsil ettiğiniz hakikat üzerinde her türlü saldırıya direnmektir.

ve ûzû hatta etahüm nasruna eziyete katlandılar ve sonunda kendilerine yardımımız yetişti. Yetişti çünkü hakikat üzerinde direndiler ve hakkı savunmanın bedelini ödediler. Onlar bu bedeli ödeyince, “bittim” dedikleri yerde, Allah’ta; “Yettim kulum” dedi.

ve la mübeddile li Kelimatillah zira hiçbir güç Allah’ın sonuç alan vaadini değiştiremez.

Kelimat, aslında karşısındakinde iz bırakan her türlü söz de dahil mesaj demektir. Onun için burada sonuç alan vaadi diye çevirmeyi daha uygun buldum. Allah’ın sonuç alan vaadini hiçbir güç değiştiremez. Belki burada kelimatillah Allah’ın yasası anlamına da gelir.

Allah’ın yasası vardır. Peygamberlerle ilgili Hakikati taşıyan elçilerle ilgili, hakkı temsil eden insanlarla ilgili yasası da vardır. Yani mutlaka siz doğruyu söylüyorsanız, yanlışı savunanlar size saldıracaklar. İşte bu, bu işin yasasıdır. Eğer siz hakkı savunuyorsanız, batılı savunanlara hoş görünemeyeceksiniz. Yani mutlaka birilerini rahatsız edeceksiniz. Bu, bu işin yasasıdır.

Hatta hatta oradan yola çıkarak bu işin temel yasası şudur; Güzeli herkes, doğruyu herkes, hakkı herkes sevmez. Onun için mutlaka kötüler iyileri rahatsız ederler. Batıl hakk tan rahatsız olur. Karanlık aydınlığa dayanamaz. Onun için bu işte bu işin yasasıdır. Burada kelimetillah ibaresi ile bu ifade ediliyor. Allah’ın yasasına dikkat çekiliyor.

ve lekad caeke min nebeil murseliyn; Doğrusu peygamberleri ilgilendiren bilgiler de daha önce sana ulaşmıştı. Tabii ki bu peygamberleri ilgilendiren bilgiler Kur’an da, peygamberlerle ilgili haberler, kıssalar ki, teselli amacı ile Kur’an, tarihi kullandığını söylüyor.

Nübüvvetin yasasını hatırlatıyor. Bu peygamber kıssalarını da bunun için naklediyor. Bak diyor, tarihin dağarcığından seçilmiş sadece sınırlı sayıda isim. Ama onun dışında çok peygamber var. Fakat onların içerisinden prototipler seçilmiş, örnekler seçilmiş ve biz, gelecekte yaşayacak olan, hakkı temsil edecek olan müminlere; Bakın insanlık tarihi boyunca yaşandı bunlar yani siz işte bu çizginin mümessilisiniz. Siz bu çizgiyi temsil ediyorsunuz. Onun için çizginizi seçeceğiniz zaman tarihe bakın. Bir çizgi var, bu çizgi şeytanla başlayıp, kabil’le, Nemrut’la, Firavun’la süren bir çizgi. Onun karşısında bir çizgi var. Adem’le başlayıp Nuh’la, İbrahim’le, Musa ile, İsa ile, Muhammed ile –Hepsine selam olsun- süren bir çizgi. Çizginizi seçin.

İşte Kur’an tarihi gözlerimizin önüne sererken insana, tercih yapmasını ister. Tarihten hangi çizginin devamı olarak görüyorsunuz kendinizi, bu tercihi yapın der.

 

35-) Ve in kâne kebüre aleyke ı’raduhüm feinisteta’te en tebteğıye nefekan fiyl Ardı ev süllemen fiys Semai fe te’tiyehüm Bi ayetin, ve lev şaAllahu le cemeahüm alel hüda fela tekûnenne minel cahiliyn;

Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse; haydi kudretin varsa, arza bir delik yahut semâya bir merdiven ara ki onlara oradan bir mucize getir (de iman etsinler)! Eğer Allâh dileseydi elbette onları hakikat üzere toplardı… Öyle ise sakın cahillerden olma! (A.Hulusi)

035 – Eğer onların omuz dönmelerini sana pek ağır geliyorsa haydi kendi kendine yerin dibine inecek bir baca veya göklere çıkacak bir merdiven arayıp da onlara bam başka bir âyet getirmeğe gücün yettiği takdirde hiç durma, Allah dilemiş olsa idi elbette onları hidayet üzere toplardı o halde sakın cahillerden olma. (Elmalı)

 

Ve in kâne kebüre aleyke ı’raduhüm eğer onların sırt çevirmeleri sana ağır geliyorsa, Vahyin ilk muhatabına yine bu uyarılar.- eğer onların sırt çevirmeleri ki bu aslında tarihin yasası. Kötüler iyilere sırt çevirirler. Güzellik daima çirkinliği rahatsız eder. Hakk, daima batılı rahatsız eder. Onun için eğer onların sırt çevirmeleri sana ağır geliyorsa;

 feinisteta’te en tebteğıye nefekan fiyl Ardı ev süllemen fiys Semai fe te’tiyehüm Bi ayetin haydi yeri oymaya ya da göğe merdiven dayamaya gücün yetiyorsa, bunu yap ta bir mucize getir.

ve lev şaAllahu le cemeahüm alel hüda Peygambere yapamayacağı böyle bir teklif götürüldükten sonra ona yasa hatırlatılmakta, Allah’ın değişmez yasası. Oysa ki eğer Allah dileseydi onların tümünü hidayet üzere buluştururdu.

fela tekûnenne minel cahiliyn; Burası çok önemli. Öyleyse; (Tırnak içi cümle kullanmak zorundayım); “Allah’ın yasasını sakın bilmezden gelme.” Evet, Allah’ın tasası bu. Hiçbir zaman tüm insanlık hakk üzerinde birleşmeyecek. Bu çok önemli. Bu yasayı doğru okuyamayan, sıkıntıyı kendisine verir. Onun için Allah burada özellikle insan iradesine hürmetini sergiliyor. İrade verdiği insanın iradesi sonundaki seçimine Allah izin veriyor. İnsanın iradesini kullanmasına saygı gösteriyor.

Bu çok önemli ve altı çizilecek bir husus. Yarattığı iradeyi Allah’tan yok saymasını kim isteyebilir. Hem irade versin insana, hem de iradeyi yok sayarak kötülüğü ortadan kaldırsın. O zaman iradenin ne hükmü kalırdı. Eğer alternatif olmasaydı, seçmek olur muydu..! Seçim iyi ve kötü arasından yapılır. İrade ne işe yarayacaktı. Hem irade verip hem de alternatifini yok etmesini Allah’tan kim isteyebilir. O zaman Allah insana verdiği iradeyi dikkate almamış olmaz mıydı. Asıl o zaman insanın özgürlüğü yok edilmiş olmaz mıydı. İnsana özgürlüğünü bahşeden Allah’tır. Bu özgürlüğü kullanmakta muhayyer bırakıyor Allah insanı. Lakin sonucuna da katlan diyor.

Onun için insanın Allah’a irademi yok say demeye hakkı yok. Çünkü irade bir nimet, irade bir lütuf. Bu nimeti doğru kullanan elbette ödülünü alacak, yanlış kullanansa kendi elleri ile kendisini cezalandırmış olacak.

 

36-) İnnema yesteciybülleziyne yesme’un* vel mevta yeb’asühümullahu sümme ileyhi yurce’un;

Ancak algılayanlar (davete) icabet eder! Ölülere (ilimle diri olmayanlara) gelince, Allâh onları (ölümü tattıktan sonra) bâ’seder (hakikati fark ettirir), sonra O’na döndürülürler. (A.Hulusi)

036 – Sâde işitmesi olanlar davete icabet eder, ölülere gelince onları Allah diriltir sonra hepsi onun huzuruna çıkarılırlar. (Elmalı)

 

İnnema yesteciybülleziyne yesme’un şüphe yok ki sadece yürekten dinleyenler bir davete icabet edebilir.

vel mevta yeb’asühümullah Ölüler mi? Ölülere gelince onları yalnızca Allah diriltebilir. Evet, tabii ki buradaki ölülerden kasıt, dik sürünenler, yaşarken ruhunu öldürenler. Organizması hayatta olduğu halde ruhu kokmuş, kokuşmuş olanlar. İşte onlar için Kur’an ölü diyor. Ve işin ilginci ruhu kokuşmuş olanların öldü dedikleri şehitlere de Kur’an diri diyor. Kur’an ın bakış açısı ile bazen sapmış insanın bakış açısı taban yabana zıddiyet arz ediyor.

Onun için Kur’an sizin, insanın yaşıyor olmasını, yeme içme, yatma, uyuma ve çiftleşmeyle ölçmüyor. Bunları yaşamanın standardı olarak getirmiyor. Kur’an a göre yaşıyor olmak ruhi kapasitesini ayakta tutmak, ahlaki diriliği taşımak, insanın manevi hayatiyetini sürdürmesi kastediliyor.

Onun için maneviyat dünyasını öldüren, iç zenginliğini yok eden ahlaki kapasitesini dumura uğratan bir insan, Kur’an düşünce sistematiğine göre manen ölü bir insandır ve ölüler duyamazlar. Sen ölülere işittiremezsin diyor ya Kur’an, işte onun gibi. Ölülere kimse işittiremez. O nedenle yaşıyor olmak sadece organizmanın yaşaması anlamına gelmez. Hakiki yaşam, hakiki hayat, insanın bitimsiz iç dünyasının yaşıyor olmasıdır.

sümme ileyhi yurce’un; sonunda hepsi O’na dönecektir. Yani dünyada manevi ölü olarak dikine sürünenler de, manevi olarak yaşayanlar da herkes Allah’ın huzuruna dönecek ve orada anlayacaklar asıl yeryüzünde yaşıyorum zannedenlerin bir çoğunun gerçekte yaşamamış olduğunu. Gerçekte bu hayatın sadece beşeri, sadece fiziki hayatla sınırlı olduğunu, ama manevi hayatını öz elleri ile katletmiş olduğunu, boğmuş olduğunu yani bir tür intihar ettiğini Orada görecek.

Yukarıda insanlık ailesinin davranışları ile ilgili makro yasalara dikkat çekilmişti. Hatırlayacaksınız biraz önce okuduğum ayetlerde. İnsanlık ailesi ile ilgili makro yasalar ki onlar neydi? İnsanlığın, toplumların Allah’a karşı duruşlarını bozduklarında, Allah’ın da o toplumlara karşı mutlaka çözümü, mutlaka çözülmeyi, mahvolmayı getirdiği ile ilgili ayetlerdi.

Burada ise Mikro, yani psikolojik yasalara dikkat çekiliyor. Şurada. Nedir bu yasa, biraz önce söyledik, Bir insan eğer duymak istemiyorsa, ona kimse duyuramaz. Öğrenmek istemeyene yeryüzünde öğretecek bir öğretmek yoktur. Onun için kulaklarını tıkayan işitmez diyor. İşte burada da mikro yasalar gündeme giriyor ve peygambere söyleniyor birinci olarak bu. Yani vahyin ilk muhatabı olan sevgili efendimize deniliyor ki;

Sadece senin görevini yapıyor olman yetmiyor ki, onun için eğer muhatabın algılamıyorsa sen kendini suçlama. Sen görevini yap. Ama senin görevini yapmanla bitmiyor. Karşıdaki de görevini yapıp algılarını açık tutması lazım. Sen söylemekle yükümlüsün, sen görevini yap. O da dinlemekle yükümlü. Ama o görevini yapmıyorsa bundan dolayı da kendini suçlamadığın gibi, Allah’ın yasasına uygun bir gelişme olduğunu da bil. Unutma ki kulağını tıkayan duymaz. Gözünü kapayan dünyayı kendisine zindan eder.

 

37-) Ve kalu levla nüzzile aleyhi ayetün min Rabbih* kul innAllahe Kadirun alâ en yünezzile ayeten ve lâkinne ekserehüm la ya’lemun;

Dediler ki: “O’na (Rasûlullah’a), Rabbinden bir mucize inzâl etse ya!”… De ki: “Muhakkak ki Allâh bir mucize inzâl etmeye Kaadir’dir… Fakat onların çoğunluğu bilmezler.” (A.Hulusi)

037 – Durmuşlar da ona bam başka bir âyet indirilse ya diyorlar, de ki: şüphesiz Allah öyle bir mucizeyi indirip durmağa kadirdir ve lâkin ekserisi bilmezler. (Elmalı)

 

Ve kalu levla nüzzile aleyhi ayetün min Rabbih Onlar, ona rabbinden bir mucize indirilmesi gerekmez miydi derler. Dediler diye çevirmedim. Genellikle bu mazi geçmiş zaman kipleri biraz da olması mutlaka, gerçekleşmesi olacak, vuku bulacak hadiseler içinde kesinliğe bir atıf olarak kullanılır. Onlar, ona rabbinden bir mucize indirilmesi gerekmez miydi dediler, derler.

Bakınız, kafalarını, akıllarını kullanmayanlar yani aslında en büyük mucize olan vahiye kulaklarını tıkayacaklar ama mucize isteyecekler. Bu bir çelişki. Kur’an bu çelişkiye dikkat çekiyor. En büyük mucizelerden biri olan, ve hatta Resulallah’a verilmiş en büyük mucize olan bu vahye kulak tıkayanlar, ondan harikulade bir takım şeyler istiyorlar.

kul innAllahe Kadirun alâ en yünezzile ayete De ki; Allah her tür mucizeyi indirmeye muktedirdir. Yani kudret olarak Allah’ın bunu yapmaya  gücü yeter. ve lâkinne ekserehüm la ya’lemun; fakat problem bu değil diyor Kur’an. Problem: onların çoğu kafalarını kullanmıyorlar. Bunu bilmiyorlar. Yani kendilerine iletilen bu vahyin en büyük mucize olduğunu görmezden geliyorlar. Böyle bir mucizeyi görmeyen göz, hangi mucizeyi görür ki..! Hangi mucize ile ikna olur ki..! Aslında söylemek istediği bu ayetin.

Burada dikkatinizi çektiğim bir nokta; akıllarını kullanmayanların mucize talebinin saçma olduğu vurgulanıyor. Daha doğrusu aklın rehberliğini reddedene mucizenin yararı olmaz deniliyor. Çok ilginç..! Allah’ın akla verdiği öneme de dikkat çeken bir ayet. Gerçekten akıl fonksiyonunu bir tarafa bırakan, aklını kullanmayan bir insana, yer yüzünün en büyük, en muhteşem, en olağanüstü, en harikulade mucizesini getirseniz ki, mucizeler harikuladeliklerdir bazen, olağanüstülüklerdir bazen ama her zaman olağan üstü değildir.

Aslında güneşin doğuşu bir mucizedir. Ama her gün olduğu için olağan mucizedir. Biz her gün gördüğümüz için farkına varmıyoruz.

Aslında insanın yaşaması bir mucizedir. Yüreğin, kalbin atışı bir mucizedir. İnsan başlı başına bir mucizedir. Nedense insan sırtını bir ağaca dayayarak, şu yeni alet ve edevatı hayranlıkla seyreder de, aslında sırtını dayadığı ağacın müthiş bir mucize olduğunu görmezden gelir, görmek istemez. Onun için eğer görebiliyorsanız etrafınız olağan mucizelerle doludur.

 

38-) Ve ma min dabbetin fiyl Ardı ve la tairin yetıyru Bicenahayhi illâ ümemün emsâlüküm* ma ferratna fiyl Kitabi min şey’in sümme ila Rabbihim yuhşerun;

Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçmakta olan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi topluluklar (belli bir sistem ve düzene bağlı olarak oluşmuş türler) olmasınlar! Biz “OKU”nası yaratılmışlar âleminde hiçbir şeyi eksik bırakmadık! Sonra (onlar) Rablerine haşrolunurlar. (A.Hulusi)

038 – hem Yerde debelenen hiç bir hayvan ve iki kanadı ile uçan hiç bir kuş yoktur ki sizin gibi birer ümmet olmasınlar, biz kitâpta hiç bir tefrit yapmamışızdır, sonra hepsi toplanır Rablerine haşr olunurlar, (Elmalı)

 

Ve ma min dabbetin fiyl Ardı ve la tairin yetıyru Bicenahayhi illâ ümemün emsâlüküm oysa yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadı ile uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi bir alem, sizin gibi bir mahluk, sizin gibi müstakil bir varlık kategorisi olmasın.

Burada ümem ifadesi, ümmetin çoğuludur. Ümmetler demektir. Daha çok bir varlık kategorisine delalet eder. Yani varlıklar bir çok kategorilerden oluşur. Varlık dünyası. Buna alem diyoruz. İşte fatihada ki Rabbül alemin budur. Alemlerin Rabbi. Yani bu alemler içerisine insanlar, kuşlar, böcekler ve daha bildiğimiz ve bilmediğimiz bir çok varlık kategorisi girer. Burada da ümem le, ümmetlerle ifade edilen şey varlık kategorileri olsa gerek.

Burada bir şey daha dikkatimi çekiyor; Yeryüzünde yürüyen hayvan ve iki kanadı ile uçan hiçbir kuş yoktur ki ifadesi Kur’an kozmolojisinde göklerin, göklerle, gökler ibaresi ile, semavat ifadesi ile atmosfer içinin kastedilmediği gibi bir bilgiyi veriyor bu ayet. Çünkü yeryüzünde yürüyen hayvan ve havada uçan kuşları yeryüzüne atfediyor Kur’an. Ayrıca bir gökyüzü yok burada.

Demek ki Kur’an da kullanılan gökler ifadesi ile atmosfer içi değil, atmosfer dışı daha başka katmanlar kastediliyor olsa gerek.

ma ferratna fiyl Kitabi min şey’in biz kitapta hiçbir şeyi göz ardı etmedik.

35. ve 36. ayetler yasalara dikkat çektiğine göre bu ibarenin anlamı, Allah’ın yasasının hiçbir alanda boşluk bırakmadığı yolunda dır. Biz kitapta hiçbir şeyi göz ardı etmedik, eksik ve noksan bırakmadık, ma ferratna fiyl Kitabi min şey’in ibaresi; Biz hiçbir alanda boşluk bırakmadık. Her alanda ilkeler koyduk, her alanda yasa koyduk demektir. Yasasız iş yapmayız demektir. Prensipsiz iş yapmayız demektir. Size düşen o yasaları bulup o yasalar istikametinde hayatınızı sürdürmektir demektir.

İşte Allah’ın koyduğu bu yasalar keşfedildiğinde, aslında tabiatın sırrı keşfedilmiş oluyor ve o yasalardan yola çıkarak Allah’ı tanıyorsunuz. Yaratışı tanıyorsunuz, yaratılışı tanıyorsunuz ve yaratanı tanıyorsunuz.

Burada söylenen tesadüf yok sözüdür. Zaten burada ki kitap ifadesini, sözcüğünü İbn. Abbas Ümmül kitap olarak almış. Yani ana bellek. Kitabın anası, levhi mahfuz diye de anılan ana bellek, ümmül kitap olarak almış. Büyük müfessir ve sahabe İbn. Abbas.

sümme ila Rabbihim yuhşerun; Yine en sonunda onlar rablerinin huzurunda toplanacaklardır.

 

39-) Velleziyne kezzebu Biayatina summün ve bükmün fiyz zulümat* men yeşeillahu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sıratın müstekıym;

İşaretlerimizdekileri yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar (hakikatlerini algılayamayanlar) ve dilsizlerdir (Hakk’ı itiraf etmeyenler). Allâh dilediğini saptırır, dilediğini de sırat-ı müstakimde tutar! (A.Hulusi)

039 – Âyetlerimize yalan diyenler, bir takım sağırlar ve dilsizlerdir, zulmetler içindedirler, kimi dilerse Allah şaşırtır, kimi de dilerse bir tariki müstakîm üzerinde bulundurur. (Elmalı)

 

Velleziyne kezzebu Biayatina summün ve bükmün fiyz zulümat Mesajlarımızı yalanlayanlar, karanlığa mahkum olmuş sağırlar ve dilsizlerdir.

Hemen hatırlayın sevgili dostlar, çevrelerinde ki binlerce mucizeyi göremeyen ve duyamayan bu sağırlar ve dilsizler seni nasıl duysun diyorlar ve senden bir mucize istemeleri, ekstra bir mucize istemeleri aslında samimi olmadıklarının işareti değil midir deniyor burada. Onlar karanlığa gömülüp gitmişler, yani etraflarında ki mucizeleri göremiyorlar ki senden yeni mucize istesinler.

men yeşeillahu yudlilhu Allah kimi dilerse onu saptırır. ve men yeşe’ yec’alhu alâ sıratın müstekıym; kimi de dilerse onu doğru yola yönlendirir.

Sanırım üstteki açıklamalardan ve ayetin devamından, yani hemen üstteki ayetin başından sonra Allah’ın saptırması ve hidayete erdirmesi doğru anlaşılmıştır. Yani bir insan etrafını görebiliyorsa, o insanın hidayete ermesinde o görüş bir aracıdır. O insan hidayete ulaşacak demektir. Eğer etrafına karşı gözü kapalı ise, hakikati duymamak için kulaklarını tıkıyorsa, işte Allah onu saptırmıştır. Yani Allah bir insanı kendi eylemleri ile saptırır. Siz sapmayı istemedikçe Allah sizi saptırmaz. Siz duymayı isterseniz, Allah size duyurur.

İşte yukarıdaki açıklamamızda bu idi. 36. ayeti tefsir ederken demiştik ki; Öğrenmek istemeyene yeryüzünde öğretebilecek olan yoktur. Duymak istemeyene yeryüzünde duyuracak bir ses yoktur. Görmek istemeyene kimse bir şey gösteremez. Onun için gözün olması, ışığın olması, hatta görülecek şeyin göz önünde olması bile yetmiyor. Baksanıza, görecek göz bulunuyor, o gözün sahibi bulunuyor, gözün görmesi için lazım olan ışık bulunuyor ve gözün göreceği şey de hakikatte bulunuyor ama yine de göremiyor. Problem bunlar değil.

İşte o noktada görmek istememe vardır. Görmek istemeyen işte Allah’ın saptırması olarak nitelenen bir duruma girmiştir. Görmek isteyen de Allah’ın hidayeti olarak nitelenen bir yola girmiştir.

 

40-) Kul eraeyteküm in etaküm az’abullahi ev etetkümüssaatü eğayrAllahi ted’un* in küntüm sadikıyn;

De ki: “Ne hâlde olduğunuzun bilincinde misiniz? Eğer Allâh azabı yahut o saat (vaat edilen olay) size gelse, Allâh’ın gayrına mı yakarırsınız? Eğer doğru sözlü iseniz (itiraf edin).” (A.Hulusi)

040 – De ki: bir düşünür müsün kendinizi? eğer Allahın azabı başınıza gelir veya o saat başınıza gelirse Allah dan başkasına mı dua edersiniz? eğer doğru söylerseniz söyleyin bakayım? (Elmalı)

 

Kul eraeyteküm in etaküm az’abullahi ev etetkümüssaatü eğayrAllahi ted’un De ki; Allah’ın azabına uğradığınızda, ya da kıyamet günü gelip çattığında Allah’tan başkasına yalvardığınızı tasavvur edebilir misiniz? in küntüm sadikıyn; söyleyin bakayım eğer doğru sözlü iseniz.

 

41-) Bel iyyahü ted’une feyekşifü ma ted’une ileyhi in şâe ve tensevne ma tüşrikûn;

Bilakis yalnız O’na yalvarırsınız… O da dilerse O’na yalvardığınız konuda size hakikati açar ve (siz de) ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz! (A.Hulusi)

041 – Doğrusu yalnız ona dua edersiniz de dilerse o feryada geldiğiniz belâyı üzerinizden kaldırır ve o lâhza siz o şirk koştuklarınızın hepsini unutursunuz. (Elmalı)

 

Bel iyyahü ted’une Aksine yalnızca ona yalvarırsınız. Soruyu sordu, yine cevabı da kendisi veriyor, doğru cevabı.

Gerçekten de öyle, başınız sıkıştığında, daraldığında ilk aklınıza gelecek olan Allah’tır. Hatta siz müminlerin değil, belki bir Allah inancına sahip olmayan ateist biri dahi çaresiz kaldığında, mesela havada uçarken, artık her şeyin bittiği ilan edildiğinde, Ya da denizde giderken bir fırtınaya tutulduğunda, yani her şeyin bittiğini anladığında, ya da bir yangının ortasında, bir depremin sarsıcı bir depremin yıkıntıları arasında kaldığında, başka gidecek, başvuracak hiçbir merci kalmadığında, yapacak hiçbir şeyi olmadığında sığınacağı tek sığınak vardır, Allah. Ateist için bile geçerlidir bu.

İşte bu gerçeği, insanda ki ontolojik olan, fıtri olan bu gerçeği hatırlatıyor. Bu fıtrattandır. İnsanın kromozomlarına yazılmıştır bu. İnsan inkar ederken dahi inkar ettiği o dili Allah’a borçlu idi. Ama olağanüstü dönemlerde, çaresizlik içinde kaldığı dönemlerde insan artık otomatik dile bağlanır. Fıtrat diline. Düşünce artık insanın yaratılışına döner ve adeta kendisini okur gibi, kendini yaratana yalvarmaya başlar. Ateistler için bile geçerlidir demiştim bu. İşte bu fıtratın dilidir. Fıtratın okunuşudur.

feyekşifü ma ted’une ileyhi in şâe ve tensevne ma tüşrikûn; O da eğer dilerse, sizin yalvardığınız o problemi giderir ve koştuğunuz ortakları unutuverir siniz. Dinsizliğinizi unutuverir siniz o an. Allah’a inanmadığınızı unutuverir siniz veya inanmadıklarını unutuverirler o inkarcılar ve o anda fıtratlarına dönerler ve gayri tabi olarak, yani düşünce ve mantık dışında doğrudan Allah’a yalvarmaya başlarlar.

Aslında bu bir çelişki. Burada şu çelişkiyi Kur’an hatırlatıyor; Siz ilahi mesajları ve o mesajların inanmanızı istediği şeyleri inkar ederken kendinizi inkar ediyorsunuz. Doğanızı fıtratınızı inkar ediyorsunuz. Olağanüstü zamanlarda döndüğünüz işte o fıtrattır. Bir yangının ortasında kaldığınızda, ya da uçağınız havada infilak ettiğinde, artık yapacak hiçbir şey kalmadığında, bir denizde boğulmak üzere olduğunuzda Allah’a dönmeniz, sadece O’na yalvarmanız aslında doğanızı gösteriyor.

 Siz hayatınızın diğer zamanlarında kendinizi yalanlayarak yaşıyorsunuz. Kendinize yabancılaştığınızın göstergesidir bu.  Ve Tabii konjonktüre bağlı köksüz imanı dile getiriyor bu ayet. Yani başınız sıkıştığında Allah’a koşuyorsunuz ama sıkışıklıktan kurtulunca da unutuveriyorsunuz. Sizin imanınızın ayakları yere değmiyor. Konjonktüre bağlı bir iman diyor.

 

42-) Ve lekad erselna ila ümemin min kablike feehaznahüm Bil be’sai vaddarrai leallehüm yetedarre’un;

And olsun ki, senden önce de topluluklara (Rasûl) irsâl ettik… Belki boyun eğerek dua ederler diye onları azap ve hastalık ile yakaladık. (A.Hulusi)

042 –   Celâlim hakkı için senden önce bir takım ümmetlere Resuller gönderdik dinlemediler de onları şiddetler ve zaruretlerle sıktık gerek ki yalvarsınlar diye, (Elmalı)

 

Ve lekad erselna ila ümemin min kablik doğrusu biz senden önceki toplumlara da mesajlarımızı göndermiştik, feehaznahüm Bil be’sai vaddarrai leallehüm yetedarre’un; Onları da şiddetli sıkıntı ve darlığa düşürdük ki, acziyetliklerini itiraf etsinler. Aczi yetin zıddı değerli dostlar, kendi kendisine yettiğini zannetmektir. Allah kendi kendisine yettiğini zannetmesini insanın, şirk olarak niteliyor. Bunun tersi de aczi yeti itiraftır. Aczi yeti itiraf aslında insanın kendi kendine yetmediğini itirafıdır. İtiraf etmezseniz ne olur ki, yüreğinizin atışları bile kendi kontrolünüzde değilken siz hangi mutlak güçten, hangi Allah dan bağımsızlıktan söz edebilirsiniz ki. Yüreğinizin atışına dahi kontrolünüz altına alamamışken. Benim dediğiniz yüreğinizin atışını.

 

43-) Felevla iz caehüm be’süna tedarre’u ve lâkin kaset kulubühüm ve zeyyene lehümüşşeytanu ma kânu ya’melun;

Bari azabımız onlara geldiğinde alçak gönüllülük ile yaklaşsalardı ya! Fakat kalpleri katılaştı (bilinçleri kilitlendi) ve şeytan da (vehimleri de) yaptıkları amelleri kendilerine süslü gösterdi. (A.Hulusi)

043 – Hiç olmazsa böyle tazyikimiz geldiği vakit bâri yalvarsaydılar ve lâkin kalpleri katılaşmış, Şeytan da her ne yapıyorlar ise kendilerine süslü göstermişti. (Elmalı)


Felevla iz caehüm be’süna tedarre’u onlara takdir ettiğimiz sıkıntı eriştiği zaman acziyetlerini itiraf etmeli idiler diyor Kur’an. Yani başlarına sıkıntı geldiği zaman acziyetlerini itiraf etmeliydiler. ve lâkin kaset kulubühüm eğer bunu dahi yapamıyorsa, başına sıkıntı gelince aczi yetini itiraf etmekten dahi aciz ise, o zaman orada daha büyük bir problem var demektir. Nedir o? Fakat onların yüreği katılaştı.

 Yürek ölümü, kalp ölümüdür işte o. O, problem. Yani şöyle, acıya tepki vermemek. İğne toplu batırıyorsunuz buna tepki alamıyorsanız bir organizmadan, bu size o insanın artık ya ölmüş, ya da bitkisel hayatta olduğunu gösterir.

Allah’ta insanın maneviyatının ölüp ölmediğini acı ile sınıyor. Acıya gösterdikleri tepkiye göre onların hayatiyetlerini ölçüyor. Dolayısıyla Allah insana bir sıkıntı ve keder verdiğinde eğer buna bir tepki olarak Allah’a yönelmiyorsa, artık aklını başına toplamıyorsa, orada bir yürek ölümü söz konusudur. Yani; ve lâkin kaset kulubühüm diyor Kur’an buna. Kalpleri artık katılaştı. Yani yürek bitkisel hayata girmiştir. Manevi merkez artık düşmüştür.

ve zeyyene lehümüşşeytanu ma kânu ya’melun; Çünkü şeytan onlara yaptıkları her şeyi güzel gösterdi.

 

44-) Felemma nesu ma zükkiru Bihi fetahna aleyhim ebvabe külli şey’* hatta iza ferihu Bi ma utu ehaznahüm bağteten feizâhüm mublisun;

Ne zaman ki kendilerine hatırlatılan şeyi (Allâh için yaratılmış olduklarını) unuttular, onlara her şeyin (dünya güzelliklerinin) kapılarını açtık… Nihayet (kendilerine) verilenler ile keyiflenip şımardıkları bir sırada, onları ansızın yakaladık! Bir anda tüm umutları sönerek çaresiz kaldılar! (A.Hulusi)

044 – Bu sebeple vaktâki edilen ihtarları unuttular, üzerlerine her şey’in kapılarını açıverdik, nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlik ile tam ferahlandıkları sırada ansızın tuttuk kendilerini yakalayıverdik ne bakarsın hepsi bir anda bütün Ümitlerinden mahrum düştüler. (Elmalı)

 

Felemma nesu ma zükkiru Bih öyle ki onlar kendilerine yapılan bütün uyarıları kulak ardı ettiler. fetahna aleyhim ebvabe külli şey biz de nimet kapılarını ardına kadar açtık.

Bakınız, süreci görüyorsunuz değil mi. 43. ayetle 44. ayeti birlikte düşünmek lazım. 43. ayette önce darlıkla, sıkıntı ile sınama var. Yani bunlar sıkıntıya karşı, acıya karşı tepki veriyorlar mı, manevi canlılıkları var mı. Eğer tepki vermiyor, yürek katılaşmışsa bu sefer ne oluyor biliyor musunuz? Önlerindeki tüm kapılar açılıyor.

fetahna aleyhim ebvabe külli şey bizde nimet kapılarını ardına kadar açtık. Tüm kapılar açılıyor. Yani bu kez de varlıkla sınanıyorlar artık. Artık azabilecekleri her şey veriliyor. Tüm şeyler kullanımlarına açılıyor. Artık iç güdülerine kul olmaya başlıyorlar. Ellerini attıkları her şey ellerine geçiyor. Güce, iktidara sahip oluyorlar. Servete şöhrete sahip oluyorlar. Sıhhate sahip oluyorlar. Bütün bunlar aslında azgınlıklarını artırıyor. Çöküşlerini artırıyor.

Değerli dostlar medeniyetler tarihini birazcık okumuş olanlarınız aslında insanlık tarihindeki çöken medeniyetlerin çöküş grafiğini göstermiyor mu bu ayetler. Yani uygarlıklar toplumlar nasıl çöker. Hangi süreçlerden geçerek çöker. Onu göstermiyor mu?

Toplumlar çökerken tıpkı ağaçlar gibi ayakta ölürler. İçleri boşalır. Dışarıdan kocaman gövdesi ile güçlü görünürler. Var olan tüm sermayelerini formlarına, biçimlerine, dışlarına sıvamışlardır. Ama içleri ölüdür. Ahlaki çöküş başlamıştır. Tüm manevi değerler deforme olmuştur. Artık o toplumu birbirine bağlayan hiçbir bağ kalmamıştır. Değer sistemi yok olmuştur o toplumun ve toplum birbirinin canavarı, birbirinin kurdu haline gelmiştir.

Ne kadar güçlü, ne kadar servete sahip, ne kadar iktidarı büyük olursa olsun böyle bir uygarlık, böyle bir toplum mutlaka yıkılır ve yıkılırken de altında bir çok şey bırakır. Onun için bu ayetler, özellikle 43 ve 44. ayetler tarihte toplumların çöküş sürecini dile getiriyor ve tabii ki bu süreç bir yasadır. Bugün için de geçerlidir.

hatta iza ferihu Bi ma utu ehaznahüm bağteten feizâhüm mublisun; Onlar kendilerine verilen nimetlerin hazzıyla sermest bir haldeyken, kendilerinden geçmiş, sevinç içindeyken kendilerini apansız yakalayıverdik.

Evet, tüm uygarlıklar çok sıkıntılı ve yavaş yavaş yükselirler ama çökerken birdenbire çökerler. Görmediniz mi S.S.C.B. in çöküşünü. İşte Bizans’ta böyle çökmüştü. İşte Pers İmparatorluğu da böyle çökmüştü. İşte İskender İmparatorluğu da böyle çökmüştü ve bir gün ABD de böyle çökecek. Onu da göreceksiniz. Onun için Allah’ın yasalarını doğru okumak gerekiyor.

Çöküşler Ahlaki çöküşle başlar. Ahlaki çöküş daha çok dışarıdan gözükmez. Ama insanlar içinden çürürler. İçinden yıkılır toplum. Toplumun içi geçer. Aynen kabuğundan, dışardan çok alımlı görkemli görünen bir karpuzun içinden çürümüş olduğu gibi. İçini açtığınızda anlaşılır. Dışından çok alımlı çalımlıdırlar. Ama içini açtığınızda yenmez olduğunu görürsünüz ve feizâhüm mublisun; diye bitiyor ayet. İşte o vakit tüm umutlarını yitirdiler.

Mublisun, eblese kökünden gelir. İblis’te aynı kökten gelir. Kur’an da şeytana verilen isimlerden biridir bu. Umudunu yitirmekle şeytanlaşmak, aynı anlam alanına dahil görüyorsunuz. Onun için umutsuz kalmak, şeytanlaşmakla eş anlama geliyor.

 

45-) Fekutı’a dabirul kavmilleziyne zalemu* vel Hamdu Lillahi Rabbil alemiyn;

Böylece (nefslerine) zulmeden topluluğun kökü kazındı! Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a aittir! (A.Hulusi)

045 – Artık o zulmedip duran kavmin kökü kesilmişti, hamdolsun Allaha o rabbülâlemîyne. (Elmalı)

 

Fekutı’a dabirul kavmilleziyne zalemu En sonunda zulümde ısrar eden toplumların kökü kesilip atılır, atıldı.

İşte biraz önce söylediğimiz şey. Burada ayet dili ile gündeme getiriliyor. Bu ayette toplumların tabi olduğu ilahi yasaya bir atıf.

Bundan önceki derslerimizde en’am suresi, ilahi yasalarla dolu bir sure. Toplumsal ve bireysel yasaların, ilahi yasaların ne olduğunu bize ifade eden bir sure bu sure.

Bilinen bir hakikattir ki doğasına yabancılaşan ve ahlaki çözülmeye maruz kalan toplumlar, uygarlıklar sonunda tarih sahnesinden silinip giderler.

vel Hamdu Lillahi Rabbil alemiyn; neticede, sonuçta tüm övgüler yalnızca alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Yani baki kalan Allah’tır. Allah’ın yasasıdır. Onun için hamd de, övgü de, sena da ona yapılır.

 

46-) Kul eraeytüm in ehazellahu sem’aküm ve ebsareküm ve hateme alâ kulubiküm men ilâhun ğayrullahi ye’tiyküm Bih* unzur keyfe nusarrifül ayati sümme hüm yasdifun;

De ki: “Düşünün bakalım, eğer Allâh işitmenizi (algılamanızı) ve gözlerinizi (görmenizi) alsa, kalplerinizi (şuurunuzu) kilitlese, Allâh’ın gayrı olarak onu size getirecek bir tanrı mı var?” Bak nasıl işaretleri farklı şekillerle anlatıyoruz, sonra (buna rağmen) onlar yüz çevirip ayrılıyorlar. (A.Hulusi)

046 –   De ki söyleyin bakayım: Eğer Allah sizin kulaklarınızı ve gözlerinizi alıverir ve kalplerinizi mühürleyiverirse kimdir Allah dan başka bir ilâh ki onu size getirip verecek? Bak biz âyetlerimizi nasıl evirip çevirip türlü suretlere sokuyoruz? Sonra da onlar nasıl geçiveriyorlar? (Elmalı)

 

Kul eraeytüm in ehazellahu sem’aküm ve ebsareküm ve hateme alâ kulubiküm De ki; Tutun ki Allah görme ve işitme duyularınızı elinizden aldı ve kalplerinizi de mühürledi. Burada kalbe mühür vurma; düşünce ve algılama yeteneğinden mahrum bırakma anlamına gelir.

 men ilâhun ğayrullahi ye’tiyküm Bih Peki onları Allah’tan başka hangi ilah geri verebilir. İşte Allah’ın saptırması ve hidayete ulaştırmasının anlamı da burada yatıyor. Yani gözünüz var ama, hakikati göremiyorsunuz, aklınız var ama kullanamıyorsunuz. Kafanızı kullanamıyorsunuz. Kulağınız var ama Hakk’ı duyamıyorsunuz.

Bu noktada manevi bir sağırlık, manevi bir körlük manevi bir ölümle karşı karşıyasınız ve bunun tek çözümü Allah’ın elinde. Allah gözünüzü açacak. Allah kulağınızı o manevi kulağınızı, işitme duyunuzu açacak. Ve Allah ölmüş olan yüreğinizi diriltecek. Ama tabii ki burada Allah’ın ölmüş yüreğinizi diriltmesi, kör gözünüzü açması, manevi gözünüzü, manevi kulağınızı tekrar açması, kurşunu çekmesi için oradan siz irade beyanında bulunacaksınız. İrade beyanında. Bunu irade edeceksiniz.

unzur keyfe nusarrifül ayati Bak mesajlarımızı nasıl çok boyutlu dile getiriyoruz. sümme hüm yasdifun; fakat onlar hala Hakk’tan yüz çeviriyorlar.

 

47-) Kul eraeyteküm in etaküm azâbullahi bağteten ev cehreten hel yühlekü illel kavmüz zalimun;

De ki: “Düşündünüz mü hiç; eğer Allâh azabı ansızın veya açıkça gelse, zâlimler güruhundan başkası mı helâk edilir?” (A.Hulusi)

047 – De ki: Gördün mü kendinizi: Şayet Allahın azâbı ansızın yahut açıktan başınıza geliverirse zalimler gürûhundan başkası mı helâk olacak? (Elmalı)

 

Kul eraeyteküm in etaküm azâbullahi bağteten ev cehreten De ki; Tutun ki Allah’ın azabı aniden ya da görüne görüne geliverdi. Öyle bir şey tasarlayın kafanızda. el yühlekü illel kavmüz zalimun; O zaman hiç zalim halktan başkası helak edilir mi dersiniz. Yani bu noktada Allah’ın adaletine vurgu yapılıyor ve deniliyor ki; eğer bir toplum zulümü seçmişse, bakınız bireylere dikkat çekilmiyor burada. Zalim bireyler denilmiyor. Bir toplum ağırlık olarak zulmü seçmişse, o toplumun içinde yaşayan ve o zulme katılmasa dahi o toplumun içinde yaşayanlar, o zulme sessiz kalmakla aslında zulmü, sükut ile desteklemiş oluyor ve onlar da zulme rıza zulümdür. Küfre rıza küfürdür İlkesince zulüm işlemiş oluyorlar. Onun için bir zalim toplum helak edilirse eğer, Allah zalim olduklarından dolayı helak eder.

 

48-) Ve ma nursilül murseliyne illâ mübeşşiriyne ve münziriyn* femen amene ve asleha fela havfün aleyhim ve la hüm yahzenun;

Biz Rasûlleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak irsâl ediyoruz… Artık kimler iman eder ve (durumunu) düzeltirse, işte onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. (A.Hulusi)

048 – Biz o gönderilen Peygamberleri ancak rahmetimizin müjdecileri, ve azâbımızın habercileri olmak üzere göndeririz, onun için kim iman edip salâh yolunu tutarsa onlara korku yoktur ve mahzun olacaklar onlar değildir. (Elmalı)

 

Ve ma nursilül murseliyne illâ mübeşşiriyne ve münziriyn Biz elçilerimizi yalnızca müjdeci ve uyarıcı olsunlar diye göndeririz.

Bu galiba yukarıda elçilerden mucize isteyen toplumlara ve özelde de Mekke toplumuna bir uyarı. Yani elçilerimizin eklinde değildir mucize. Mucize’yi Allah yaratır peygamberlerin elinde. Yoksa peygamberler istediği zaman mucize yaratamazlar. Böyle bir yetkileri, böyle bir güçleri yoktur onların. Siz aslında inanmadığınız peygambere yetkisini aşan bir şey yüklüyorsunuz. Yani hem inanmıyorsunuz, çelişki, Hem de onun boyunu aşan bir yetki veriyorsunuz ona, hadi mucize getir diyorsunuz. Ve burada da aynı zamanda Allah’a iftira etmiş oluyorsunuz. Çünkü onun mucize getirme yetkisi kendi elinde değil ki. Allah verirse getirir. Onun için siz bir suçun içinde birkaç suç işliyorsunuz.

femen amene ve asleha fela havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; Bundan sonra da kim iman eder ve kendini düzeltirse işte onların gelecekten endişe, geçmişten hüzün duymalarına gerek yoktur.

Evet, yani burada neden fela havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; u, Havf, gelecekten endişe duymak, hüzn, geçmişten dolayı üzüntü duymak olarak tanımladığımı daha önce bu form, bu ibare geçtiğinde defaatle açıklamıştım ama bir kez daha hatırlatmak isterim.

Arap dilinde bu terimler Havf mutlaka gelecek için kullanılır, Hüzn ise geçmiş için kullanılır da onun için. Tabii burada söylenen bir şey daha var. İnsanın özgür iradesi ile yaptığı seçime ve inanç özgürlüğüne Allah’ın gösterdiği saygıyı görüyoruz. Ne diyor burada;

 

48-) Ve ma nursilül murseliyne illâ mübeşşiriyne ve münziriyn* femen amene ve asleha fela havfün aleyhim ve la hüm yahzenun;

Biz Rasûlleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak irsâl ediyoruz… Artık kimler iman eder ve (durumunu) düzeltirse, işte onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. (A.Hulusi)

048 – Biz o gönderilen Peygamberleri ancak rahmetimizin müjdecileri, ve azâbımızın habercileri olmak üzere göndeririz, onun için kim iman edip salâh yolunu tutarsa onlara korku yoktur ve mahzun olacaklar onlar değildir. (Elmalı)

 

Ve ma nursilül murseliyne illâ mübeşşiriyne ve münziriyn Biz elçilerimizi yalnızca müjdeci ve uyarıcı olsunlar diye göndeririz diyor. femen amene ve asleha fela havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; Bundan sonra da kim iman eder ve kendini düzeltirse diyor. Yani elçilerimizin görevi sadece uyarmak ve müjdelemek. Artık iman etmek ve kendini düzeltmek bu uyarıya muhatap olanların kendi tercihlerine kalmış bir şey.

Bu aynı zamanda Allah’ın, insanın irade özgürlüğüne saygısı, bunun karşılığında tercihinin sorumluluğunu üstlenmeye davet ediyor. Yani bir ayette hem saygı, hem davet, hem ihtar yer alıyor. Aynı zamanda dediğim gibi tercihinin sorumluluğunu üstlenmeye davet ediyor. Yine aynı ayet yanlış tercihin cezalandırılacağını ihtar ediyor.

 

49-) Velleziyne kezzebu Bi ayatina yemessühümül azâbü Bi ma kânu yefsükun;

(Esmâ kuvvelerinin açığa çıkışı olan) işaretlerimizdeki hakikatleri yalanlayanlara gelince; onlar bozuk inançları dolayısıyla azabı tadacaklar! (A.Hulusi)

049 –   Âyetlerimize yalan diyenlerdir ki fiskı âdet edindikleri için kendilerine azâb dokunacaktır. (Elmalı)

 

Velleziyne kezzebu Bi ayatina mesajlarımızı yalanlayan kimselere gelince, yemessühümül azâbü Bi ma kânu yefsükun; Onlar tamamen yoldan çıkmaları sebebi ile azaba mahkum olacaklardır.

 

50-) Kul la ekulü leküm ındiy hazainullahi ve la a’lemül ğaybe ve la ekulü leküm inniy melek* in ettebi’u illâ ma yuha ileyye, kul hel yestevil’ a’ma vel basıyr* efela tetefekkerun;

De ki: “Size, Allâh’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum… Gaybı da bilmem! Size ‘Muhakkak ki ben bir meleğim’ de demiyorum… Ben, sadece bana vahyolunana tâbi olurum”… De ki: “Hiç âmâ ile gören eşit olur mu? Hâlâ tefekkür etmiyor musunuz?” (A.Hulusi)

050 – De ki «ben size Allahın hazineleri benim yanımdadır demem gaybı da bilmem, size «ben Melek’im»; de demem, ben ancak bana verilen vahye ittiba’ ederim»; de ki: Kör, görenle bir olur mu? Artık bir düşünmez misiniz?» (Elmalı)

 

Kul la ekulü leküm ındiy hazainullah De ki; size ben ne Allah’ın hazineleri bana aittir, ve la a’lemül ğayb ne de gaybı ben bilirim demiyorum. ve la ekulü leküm inniy melek yine size ben bir meleğim de demiyorum.

Dikkat buyurun sevgili dostlar, 37. ayette peygamberlerden mucize bekleniyordu değil mi, ona bir atıf burada. Yani neden benden bekliyorsunuz. Ben, insan idrakini aşan gaybi gerçeklere muttaliyim mi dedim size. Ben bir meleğim mi dedim size. Çok hoş itiraflar bunlar. Kur’an ın dilinden peygamberin nasıl görünmesi gerektiğine dair çerçeveler çiziliyor. Ayrıca ilahlaştırmaya, peygamberin ilahlaştırılmasına karşıda harika bir uyarı değil mi sizce. Yani onu melekleştirmeyiniz.

 Bir insanı melekleştirmek nedir? Hiç kusur etmez. İşte melek, melekleştirmek. Bir insanı melekleştirmek nedir, beşer olmanın tabii, doğal sonuçlarını ona yakıştıramamak.

Her insanın insan olmaktan dolayı bir takım doğal, fıtri ihtiyaçları vardır. Peygamber de olsa bu böyledir. Dolayısıyla peygamber olunca sanki onun o ihtiyaçlarının olmadığını düşünmek. Peygamber olunca onun sesinin herkesten gür olması gerektiğiniz söylemek. Onun boyunun herkesten uzun olduğunu söylemek. Peygamber olunca onun abdestinin temiz olduğunu, onun büyük ve küçük abdestinin Tahir olduğunu, temiz olduğunu, hatta şifa olduğunu söylemek.

İşte bunlar. Bunlara karşı uyarılıyor aslında. Ben bir meleğim demiyorum diyor. Ben Allah’ın gaybına da muttaliyim demiyorum. Yani insan idrakini aşan bilgilere sahibim demiyorum diyor. Peygamber dilinden Kur’an a geçmiş bu ibareler.

in ettebi’u illâ ma yuha ileyye Benim görevim sadece bana indirilene uymaktır. kul hel yestevil’ a’ma vel basıyr De ki; Hiç görmeyenle gören bir olur mu? efela tetefekkerun; siz hala düşünmeyecek misiniz. Hakikatleri düşünmeyecek misiniz. Yani ilahi mesajlara kör ve sağır davrananlarla karşıtlarının hayat tasavvurları bir olmaz diyor burada. Öyle değil mi, kul hel yestevil’ a’ma vel basıyr  De ki hiç görmeyenle gören bir olur mu.

Burada iki tip insanın duruşu, yaşayışı, hayata bakışı, hatta oturup kalkışı dahi aynı olmaz. Nasıl aynı düşünecekler, bunlar nasıl aynı gözede buluşacaklar. Bunlar aynı hayat tasavvurlarına sahip değiller ki. Birinin başarı dediğine diğeri başarı diyemez. Birinin sevindiğine o sevinemez. Helal haram demeden servet elde eden biri  bu serveti bir başarı olarak görebilir. Ama gören biri. O amadır, o kördür manen kör. Ama gören biri, işin gerçeğini gören biri, buna başarı diyemez. Aksine bu acınılacak bir durumdur.

Yine istikbal derken, gelecek derken kör biri, ahireti göremeyen biri, gelecek derken sadece dünya ile sınırlı bir gelecek der. Ama gören biri istikbal deyince ahireti işin içine katar.

Kör biri için başarı dünyevi bir başarıdır. Ama nasıl olursa olsun. Neyin bedeli olursa olsun. İmanını, şerefini, onurunu, izzetini, inancını, değerlerini vererek elde etmiş olsa dahi ona başarı adını verebilir. Ama gören biri, bu kördür. Gören biri buna başarı diyebilir mi? Bu bir kayıptır. Bu bir hezimettir. Bu korkunç bir yenilgidir.

İşte onun için burada iki dünya tasavvuru var. İki alem tasavvuru var. İki hayat tasavvuru var ve bunların davranışları hiçbir zaman bir olmayacaktır.

 

51-) Ve enzir Bihilleziyne yehafune en yuhşeru ila Rabbihim leyse lehüm min dunihî veliyyün ve la şefiy’un leallehüm yettekun;

Rablerine haşrolunmalarından korkanları O’nunla (nefslerindeki Esmâ kuvvelerinin yaşatacakları konusunda) uyar… Onların O’nun dûnunda ne bir Veliyy’si ve ne de bir şefaat edicisi vardır… Umulur ki takvayı gerçekleştirirler. (A.Hulusi)

051 – Hem bununla şunları inzar eyle ki rablerinin huzuruna haşr olunacaklarından korkarlar, öyle ki kendileri için onun huzurunda ne bir dost ne bir şefâatçi yok, gerektir ki onlar korunurlar. (Elmalı)

 

Ve enzir Bihilleziyne yehafune en yuhşeru ila Rabbihim leyse lehüm min dunihî veliyyün ve la şefiy’un leallehüm yettekun; kendilerini ona karşı savunacak bir dost, ya da O’nun katında şefaat edecek birileri olmadan Allah’ın huzuruna çıkmaktan korkanları vahiyle uyar ki O’na karşı saygıda kusur etmesinler.

Dikkatinizi çekerim, kendilerini O’na karşı savunacak bir dost, ya da onun katında şefaat edecek birileri olmadan Allah’ın huzuruna çıkmaktan korkanlar. Yani böyle bir duyguya sahipse, böyle yamuk bir inanca sahipse bu insan, belikli Ahirete inanıyor. Allah’ın huzurunda hesap vereceğine de inanıyor ama bir aracısız çıkmaktan korkuyor. Bir şefaatçi bir aracı, belki biraz daha kaba bir ifade ile bir torpilci arıyor. Onsuz çıkamıyor. Çıkmaya korkuyor.

Onun için bu ayet müfessirler arasında tartışmaya sebep olmuşsa da, hem müminlere hitap eden, hem de ahirete iman eden gayri Müslimlere hitap eden bir ayettir. Yani Allah’ın huzuruna aracısız çıkmaktan korkan ve aracı peydahlayan, bu bana Allah huzurunda yardımcı olacak diyen herkesi içine alıyor. Çok garip.

Bu tabii ki ahirete iman duygusuna sahip ama bu imanı deforme etmiş. Bu imana problem bulaştırmış bir insan. Bu iman yaralı bir iman, hastalıklı bir inanç bu. Onun için ona dikkat çekiyor ve bu durumda ne yapılması gerektiğini tabii ki bize aynı zamanda öğretiyor söylüyor. Yani ahirete inanıyorsanız bu inancınıza böyle bir mikrop karıştırmayın deniliyor. Böyle bir problem karıştırmayın ve hatta bu ayetin bir sonraki ayet bir devamı olarak görüyorum ve hemen okuyalım;

 

52-) Ve la tatrudilleziyne yed’une Rabbehüm Bil ğadaveti vel aşiyyi yüriydune vecheHU, ma aleyke min hısabihim min şey’in ve ma min hısabike aleyhim min şey’in fetatrudehüm fetekûne minez zalimiyn;

“HÛ”nun vechini dileyerek, sabah akşam Rablerine dua edenleri yanından uzaklaştırma… Onların yaptıklarının sonucundan sana bir sorumluluk düşmediği gibi, senin yaptıklarının sonucundan da onlara bir şey düşmez ki onları uzaklaştırasın… (Bunu yaparsan) o takdirde zulmetmiş olursun. (A.Hulusi)

052 – Ve öyle rablerinin cemalini isteyerek sabah, akşam ona dua edenleri yanından kovayım deme, sana onların hesabından bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki biçareleri kovup da zalimlerden olacaksın. (Elmalı)

 

Ve la tatrudilleziyne yed’une Rabbehüm Bil ğadaveti vel aşiyyi yüriydune vecheHU ve rablerinin rızası uğruna sabah akşam O’na yalvaran hiç kimseyi huzurundan kovma.

Nasıl bir ilişki kurdunuz ki siz diyeceksiniz bir üstteki ayetle bura arasında. Dostlar, Kur’an süpürücü değildir. Kur’an süpürüp almaz, ya da süpürüp atmaz. Onun için burada ahirete imanı olan birinin imanında problem olsa dahi onu ciddiye alıyor Kur’an, dikkate alıyor daha doğrusu ve diyor ki böyle biri, ahirete inandığı için, hesap vereceğine inandığı, Allah’a kavuşacağına inandığı için sabah akşam ona yalvarır. Dolayısıyla inançlarında taşıdıkları bu problemlerden ve pürüzlerden dolayı onları bir tarafa atma, itme, süpürme. Yok sayma onları.

İşte burada söylenen bu. Onun içinde insanların problemlerini, inançlarındaki problemleri ve pürüzleri ayıklamayı tavsiye eden bir ayet bu. Bu problemin çözülmesine çalışılmasını öğütler ayet. Süpürülmesini değil, atılmasını değil.

Bu bağlamda ayetin anlamının iniş nedeni olarak anlatılan rivayetlerle çok fazla alakasını göremedim ben. Çünkü bu ayeti Abese suresinin ilk ayetlerine benzer bir inin nedeniyle açıklayan müfessirler var. Yani toplumun alt tabakası yoksul kesim bu ayetlerin indiği Mekke’de ki son yılda Resulallah’a gelmişler, Resulallah Mekkeli aristokratlara ulaşabilmek için, onlarla diyalogunu kurabilmek için, toplumun alt tabakasından kendisine gelen bu insanlara yüz vermemiş sonucunu çıkaracağız bir takım iniş rivayetleri var ki, onları hiçte desteklemiyor ayetin içeriği. Çünkü ayetin içeriğinde toplumun tabakalarına gönderme olacak hiçbir şey yok. Alt katmanda olan, işte yoksullara, yoksul olduklarına dair, bu ayetin içeriği aslında insanları varsıllıkları ya da yoksulluklarına göre değil, inançlarına göre tabakalandıran bir ayet. Onun için, o rivayetleri desteklemediği için ben de o rivayetleri geçiyorum.

  [Atlanan cümle; ma aleyke min hısabihim min şey’in ve ma min hısabike aleyhim min şey’in

Onların yaptıklarının sonucundan sana bir sorumluluk düşmediği gibi, senin yaptıklarının sonucundan da onlara bir şey düşmez ki onları uzaklaştırasın. (A.Hulusi)]

fetatrudehüm fetekûne minez zalimiyn; İşte bundan dolayı onları kovarsan eğer zalimlerden olursun. Yani Kur’an süpürmez demiştim sevgili dostlar. Eğer Allah’a kavuşacağına inanıyorsa, eğer öldükten sonra dirileceğine inanıyorsa, ama bu inancında pürüz varsa, siz inancını hedef almayın diyor. Pürüzü hedef alın. Pürüzü gidermeye çalışın. Onları bir tarafa atmayın. Bunu bir kazanım olarak görün ve pürüzü gidermeye çalışın.

Kur’an ın bakış açısı makul olanı, mümkin olanı yapmak yönünde odaklaşmıştır. Yoksa süpürüp atmak, ya da süpürüp almak yönünde odaklaşmamıştır.

 

53-) Ve kezâlike fetenna ba’dahüm Bi ba’din liyekulu ehaülai mennAllahu aleyhim min beynina* eleysAllahu Bi a’leme Bişşakiriyn;

İşte böylece onların kimini kimiyle imtihan ettik, “Allâh aramızdan şunlara mı (bazı yoksul, dar gelirli kimselere) lütufta bulundu?” desinler diye… Allâh, değerlendirenleri daha iyi bilen değil midir? (A.Hulusi)

053 – Böyle bazılarını bazısıyla fitneye de düşürmüşüzdür ki şöyle desinler: Â!… Şunlar mı o Allahın aramızdan lûtfuna lâyık gördüğü kimseler? Allah şükreden kullarını daha iyi bilir değil mi? (Elmalı)

 

Ve kezâlike fetenna ba’dahüm Bi ba’di işte bu şekilde insanları birbirleri ile sınarız ki;

Ne demek bu ayetle yukarıdaki ayetlerin ne gibi bir münasebeti olabilir ki diye soracak olursak bu şekilde sözcüğü bu münasebeti sağlıyor. Ne şekilde? İnançların çeşitliliği ve insanların algı ve kapasite farklılığı aracılığı ile elbette.

Aslında bu ayet şöyle bir gerçeğe delildir. İnançlar temelde, aslında aynı idi ve sahihti. Sonradan bozuldu. İnançların bozulmasının, inançların sulanmasının sebebi de ne idi? İnsanların algı kabiliyetleri, kapasiteleri farklı idi. Onun için insanlar söylenen aynı hakikatleri söylendiği gibi değil de kendi kapasiteleri, kendi kabiliyetleri kadar aldılar ve algıladılar. Bu da yeryüzünde inançların çeşitlenmesine, kaynağı aynı olduğu halde o inançlarının bir çok inanca dönüşmesine neden oldu. Hatta o ana inançtan, asıl inançtan uzaklaşmalar böyle gerçekleşti. İşte bu ayet ona dikkat çekiyor.

Ve kezâlike fetenna ba’dahüm Bi ba’d fetenna, sınadık demektir. Yani bu şekilde insanları birbirleri ile sınarız. Hatta hatta, fitne etimolojik olarak bir madenin hasını posasından ayırma işlemine verilir. Mesela Altın madenini arıtırken, damıtırken, maden cevherini, madenin içinde olduğu o kütleden ayırma işlemine fitne ismi verilir. Adeta rabbimizin de bu ayeti kerime de ifade ettiği hakikat bu. İnsanlı biz böyle birbirinden seçip ayırırız. Ama bu ayırımda kapasitelerinin, kabiliyetlerinin, algılarının hakikati nasıl anladığı en büyük rolü oynar. Onun için size göre hakikat değil de, Allah’a göre hakikati esas alın. Yani bu söylenmeli bu ayetin sonunda.

Allah’a göre nerede durduğunuzu araştırın. Onun için bana göre Müslüman demeyin, Allah’a göre Müslüman deyin. Bana göre kafir demeyin, Allah’a göre kafir mi ona bakın.

liyekulu ehaülai mennAllahu aleyhim min beynina acaba Allah bizi bırakıp ta onlara mı ikramda bulundu diye sorsunlar. Yani fitne, imtihan bu imiş. Acaba Allah bizi bırakıp ta onlara mı ikramda bulundu diye sorsunlar.

Bu soruyu sorarsa ne olur? Demek ki Allah bizden yüz çeviriyor. Demek ki Allah’a karşı saygıda kusur işledik. Demek ki bir problem var ki Allah nimetini üzerimizden çekti. İşte bunu sormak bile bir lütuf, bu noktaya gelmek bile başarı.

Burada min beynina ibaresini Zemahşeri Mindunina olarak alabileceğimizi söylüyor ki işte ben de onu esas alarak bizi bırakıp ta dedim. Yoksa Min Beynina bizim aramızdan demektir ama Min dunina anlamında alırsak, bizi bırakıp ta, bizim yerimize, bizimle takas ederek anlamına gelir. Ki imanın nasıl deforme olduğu ve bunun toplumsal bir yasa olarak algılanması gerektiği anlatılıyor bu ayette. Yani aslında insanlar tek bir hakikatten, tek bir kökten nasıl bu kadar batıllar türettiler, b unu anlamak istiyor musunuz, Yani bir peygamberin çocuklarından nasıl bu kadar batıl yol türer, işte bunu anlamak istiyorsanız buraya bakın. Burada bu işin tabiatı, tarihin yasası dile getiriliyor denilmek isteniyor.

 [ Atlanan cümle; eleysAllahu Bi a’leme Bişşakiriyn;

Allah şükreden kullarını daha iyi bilir değil mi? (Elmalı)]

 

54-) Ve izâ caekelleziyne yu’minune Bi ayatina fekul Selâmun aleyküm ketebe Rabbüküm alâ nefsiHİr rahmete, ennehu men amile minküm suen Bi cehaletin sümme tabe min ba’dihi ve asleha feenneHU Ğafûrun Rahıym;

(Esmâ’nın açığa çıkışı olan) işaretlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: “Selâmun aleyküm… Rabbiniz rahmeti nefsine yazmıştır! Sizden her kim bilgisizlikten bir kötülük yapar da, arkasından tövbe eder ve (hâlini) düzeltirse, muhakkak ki O, Ğafûr’dur, Rahıym’dir.” (A.Hulusi)

054 – Âyetlerimize iman ediyor olanlar yanına geldikleri zaman da de ki «selâm sizlere rabbiniz kendine rahmeti yazdı, içinizden her kim bir cahillikle bir kabahat yapmış, sonra arkasından tevbe edip düzelmiş ise ona karşı gafur, rahîm olmayı irade buyurdu. (Elmalı)


Ve izâ caekelleziyne yu’minune Bi ayatina mesajlarımıza yürekten inanan kimseler sana geldiğinde, fekul Deki; Selâmun aleyküm selam olsun size. Tabii ki yürekten inanan pürüzsüz inanan, Allah’ın inanın dediği gibi inanan. Selâmun aleyküm Ne mutlu size, de onlara.

Selam aynı zamanda barış, esenlik, selamet, huzur, mutluluk, sükûn demektir. ketebe Rabbüküm alâ nefsiHİr rahmete Rabbiniz rahmeti kendisine prensip edinmiştir. Rabbiniz rahmeti kendisine ilke prensip edinmiştir.

ennehu men amile minküm suen Bi cehaletin sümme tabe min ba’dihi ve asleha feenneHU Ğafûrun Rahıym; Haberiniz olsun ki sizden biri bilmeden bir kötülük işler ve ardından tevbe edip kendini düzeltirse, kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Rahmet menbaıdır. Çünkü O rahmeti kendisine ilke edinmiştir. Rahmeti Allah’ın kendisine prensip edinmesi müjdesi, aslında insanın yatıp kalkıp bir ömür boyu teşekkür edeceği, şükredeceği, bir ömür boyu sevineceği bir müjdedir. Bu müjde Allah’ın gazabıyla değil hep rahmetiyle muamele ettiğini gösterir.

Bu müjde aynı zamanda Allah’a iman eden, pürüzsüz iman eden insanlara, siz de Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın. Rahmetle muamele edin, etrafınıza bir yağmur gibi olun. Sadece güllerin üzerine değil, ısırganlara da yağın. Bir güneş gibi olun, sadece, sadece koyunlara, sadece kuzuların üzerine değil, sırtlanların üzerine de doğun. Demektir bu aslında.

 

 55-) Ve kezâlike nufassılül’ ayati ve li testebiyne sebiylül mücrimiyn;

Suçluların yolu fark edilsin diye, işaretleri işte böyle tafsil ediyoruz. (A.Hulusi)

055 –   Daha böyle âyetlerimizi tafsil edeceğiz, hem mücrimlerin yolu seçilsin diye. (Elmalı)

 

        Ve kezâlike nufassılül’ ayati ve li testebiyne sebiylül mücrimiyn; Böylece biz mesajlarımızı açıklıyoruz ki, günaha gömülüp gidenlerin yolu açık seçik ayırt edilebilsin.

 Son pasajlar, bugün işlediğim pasajlarda dahil, En’am suresinin bütün, ilk ayetinden buraya kadar işlediğimiz pasajlar boyunca, mucize anlamına gelen ayet formu ile, sözcüğü ile, hakikate atıf anlamına gelen ayetlerin aynı olan formunuza dikkatinizi çekerim. Burada da zaten o söyleniyor. Ve kezâlike nufassılül’ ayat işte böylece biz ayetlerimizi derinliğine detaylandırıyoruz, açıklıyoruz. Diyor Ayan. Aslında ey bizden mucize isteyenler, ey gönderdiğimiz elçiden mucize bekleyenler. Biz size mucize değil, mucizeler verdik. Hem de öyle üstü kapalı değil, açık, net, berrak mucizeler. Siz avucunuza Kur’an biçiminde, ayet biçiminde, söz biçiminde, mesaj biçiminde dökülen bu muhteşem mucizeyi görmeyip de hangi mucizelere dönüyorsunuz, yöneliyorsunuz. İşte mucize bu. Eğer farkına varırsanız.

 

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Haziran 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın