RSS

İslamoğlu Tef. Ders. A’RAF SURESİ (01-34)(51)

04 Ağu

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28) Göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden ki anlasınlar beni. Bu Kur’ani dua ile yine Kur’an ın muhteşem bir sitesine giriş yapıyoruz.

Kur’an ın bu muhteşem sitesi ARAF adını almış, Bu adı 46. ve 48. ayetlerinde geçen el araf sözcüğünden alıyor. Bu sözcüğün sureye isim olan, araf suresine isim olan bu sözcüğün en uygun karşılıkları, sahne, yani belirgin yer, görülen yer, herkesin görebildiği, seyredebildiği bir yer anlamına sahne. Ya da eğer daha etimolojik kökenine inecek olursak; Doğruyu yanlıştan ayırabilmek anlamlarını verebiliriz.

Tedvinde, yani resmi sıralamada 7. sure olmasına rağmen iniş zamanı Mekke döneminin 2. yarısına, hatta 2. yarısının da sonlarına doğrudur.

İçeriğine bakıldığında sure, huruf-u mukadda ile, yani heca harfleri ile başlayan tüm surelerde olduğu gibi vahyin özelliklerinden söz ederek başlıyor.

Sure, neden kendisinden sonra inen En’am dan hemen ardına konmuştur dersek; Aslında En’am suresi bu sureden sonra indiği halde bu sureden önceye yerleştirilmiş resmi sıralamada. İşte bunun nedenini sorduğumuzda, Enam suresinde sözü edilen bütün konular hemen hemen ve hatta kendisinden önce söz edilen konuların bir açılımı vardır bu surede. Ki sure 206 ayetten oluşan uzun bir suredir ve surenin konusu öncelikle vahyin önemine dikkat çeker.

Daha sonra insan yaratılışına sözü getirir ve Allah – insan ilişkilerinde insanın kökeninin nasıl başladığı yeryüzünde insan hayatının nasıl mümkün olduğu ve insanın yer yüzünde var oluşunun anlamının, Allah dışarıda tutularak verilemeyeceği, insanın hayatının Allah hesaba katılmadan anlaşılamayacağı ve anlamlandıramayacağına dikkat çekilir ve surenin en uzun bölümü tam 75 ayetle İsrail oğullarından bahseden bölümüdür.

Neden Mekke’de, nispeten hicretten yıllar önce, bir tane Yahudi’nin yaşamadığını bildiğimiz Mekke’de, 75 ayetle İsrail oğullarına sözü getirmiştir araf suresi. Buna neden ihtiyaç duymuştur diye sormak hakkımız. Bu soruyu sorduğumuzda bunun birinci nedeni; Artık bu ümmetin de risalet vazifesini, ilahi vahyi insanlığa taşıma görevini üstlendiği ve bu görevi eğer yerine getirmezse, geçmişte bu görevin kendisine verildiği İsrail oğullarının başından geçen Yahudileşme sürecinin, bu ümmeti de beklediği ihtar edilmektedir.

İşte bunun için bu surede 103 ile 78. ayetler arasında İsrail oğullarının, yani Hz. Musa’ya iman eden Müslüman İsrail oğullarının nasıl kendilerine verilen vahiy emanetine ihanet ederek Yahudileştikleri dile getirilir be Kur’an ın kendisine emanet edildiği Hz. Muhammed ümmetine de bu şekilde öğüt verilir.

“BismillahirRahmanirRahıym”

1-) Elif, Lâââm, Miiiym, Saaad;

Eliif, Lââm, Miiim, Saaad. (A.Hulusi)

1 – Elif, lâm, mîm, sâd.

Bildiğiniz gibi bu harfler huruf-u Mukadda ismini alır. Bu harflerin yorumunu Bakara suresinin başında yapmaya çalışmıştık. Dileyenler oraya müracaat edebilirler. Ancak bu harflerin yorumu konusunda bir çok söz söylenmiş. Muhtelif rivayetler nakledildiği gibi bu harflerin anlamı değil, işlevi üzerinde durulmuş. Ki bence de bu harflerin manası nedir sorusu yerine, bu harflerin işlevi nedir sorusunun daha doğru olduğunu düşünüyorum. Ama her şeyden öte, nasıl yorum yapılırsa yapılsın, ki elbette doğruya yaklaşan yorumlar vardır.

Bu harflerin Kur’an a dikkat çeken, Kur’an okumaya kalbi ve aklı hazırlamak için bir giriş olduğunu düşünebiliriz. Bunu düşünmemiz için elimizde çok güçlü bir delil var o da bu harflerin başında yer aldığı Kur’an da ki tüm surelerin vahye dikkat çekerek, vahye atıf yaparak başlamış olması. Bu önemli ama yeterli değil, tam açıklayamıyor. Onun içinde en sonunda Hz. EbuBekir’in dediğini demek zorunda kalıyoruz.

– Her kitabın, her vahyin bir sırrı vardır. Kur’an ın sırrı da huruf-u mykaddadır.

2-) Kitabün ünzile ileyke fela yekün fiy sadrike harecün minhü li tünzire Bihi ve zikra lil mu’miniyn;

Sana inzâl edilen bu Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi (Kitap), Onunla, (iman etmeyenleri) uyarman ve iman edenlere (neye – nasıl iman edip, neleri yapmaları konusunda) öğüt vermen içindir… Artık içinde, bundan dolayı bir sıkıntı olmasın. (A.Hulusi)

2 – Bir kitab ki sana indirildi, sakın bundan dolayı yüreğinde bir sıkıntı olmasın da bununla inzar edesin, müminlere de şu bir ihtar:

Kitabün ünzile ileyk Bir ilahi kelam indirildi sana. fela yekün fiy sadrike harecün minhü artık bundan dolayı için daralmasın.

Harac, aslında İbn. Abbas ve Mücahid harac sözcüğünü şüphe olarak tefsir etmişler. Onların bu tefsirini istismar eden batılı oryantalistler de; Resulallah’ın vahyin kaynağından şüphe ettiğini söylemeye kadar işi vardırmışlar. Oysaki İbn. Abbas ve Mücahid’in şüphe ile kastettiği kesinlikle Resulallah’ın kesinlikle vahyin kaynağına ilişkin bir kuşku duyması değildi. Olsa olsa bu şüphenin niteliği; Vahyin toplumu dönüştürme konusunda, yani sonuç alma konusunda olabilirdi. Ki zaten bu niteliğini biz yine bu surenin 34. ayetinde görüyoruz;

Ve li külli ümmetin ecel her ümmetin bir vadesi vardır. Vadesi geldiğinde ne bir an geri bıraktırılır, ne bir an ileri.

İşte bu ayet aslında Resulallah’ın bu konuda duyduğu sıkıntının adresini göstermektedir. O sıkıntı vahyin bu toplumda yeterli etkiyi, gerekli dönüşümü gösterip göstermeyeceğine ilişkin tereddüt. Yani “bu toplum adam olur mu” şüphesi. Bu toplum bu inatla, bu korkunç yabancılaşma ile, Allah-insan ilişkilerinde ki bu kopuklukla kendini nasıl düzeltir. Allah’a nasıl kulak verir. İşte sıkıntı burada ve tam karşılığı da zaten iç daralmasıdır, sıkılmadır. Onun içinde biz; fela yekün fiy sadrike harecün minhü ibaresini bundan dolayı artık içi daralmasın biçiminde çevirdik.

Resulallah takdir edeceğiniz gibi bu ayetler indiğinde yorucu bir davet maratonu koşmuştu. Yıllar yılı tüm varlığını; Kur’an ın insan yüreğine oturması, yürekleri değiştirmesi, o toplumum ufkunu aydınlatması, Allah’ın insanla konulmasının ne demeye geldiğini bu toplumun anlaması için her şeyini vermişti. Ama Mekke ticaret toplumu çıkarlarını bir kenara bırakarak, basit, sıradan çıkarlarını bir kenara bırakarak ebedi menfaatlerini gözetmemişler ve vahye sırt dönmüşlerdi. Aslında kendilerine sırt dönmüşlerdi. Bu da Resulallah’ı çok üzüyordu. Çok sıkıntılandırıyordu. Adeta kendini suçluyordu kimi zaman. Acaba problem benden mi kaynaklanıyor diye de geliyordu aklına.

İşte Allah kimi zaman nebisini, sevgili efendimizi böyle teselli ediyor, için daralmasın diyordu. Aslında bütün bu tepkiler sadece sana karşı değil, tüm peygamberlik tarihi boyunca her peygamberin karşılaştı şeyler, onun için ilk defa sen görmüyorsun ki, çok daha beteri geldi, çok daha kötü şeyler oldu senden önce ve farklı surelerde o olan kötü şeylerden örnekler de veriliyordu. Çok daha ağır acılar çeken peygamberler ve çok daha inkarda direnen ve direnişini bizzat korkunç bir küfre, korkunç bir saldırganlığa dönüştüren inkarcı toplumlardan örnekler de veriyordu Kur’an.

İşte bu ayetler doğru okunduğunda Resulallah’ın bu ayetlerin indiği sıradaki ruh fotoğrafı seyredilebilir. Bir parça karamsar, bir parça yorgunluk, uzun yıllar koşmanın vahit adlı mutluluğu insana taşımanın ve insanın göz göre göre kendi mutluluğuna sırt çevirmesinin görülmesi ardından bu mutluluğu taşıyan insanın bir parça yorgunluk ifadesi ve işte bunun ardından da vahyin ona yepyeni bir ufuk açması ve onu canlandırması. Onu dik tutması, ona insanlığın tabi olduğu, toplumların tabi olduğu sosyal yasaların kanunların hatırlatılması. Onun için burada Resulallah teskin ediliyor ve yüreğinin daralmaması söyleniyor.

li tünzire Bihi ve zikra lil mu’miniyn; Yukarıda bir kitap indirildi sana denilmişti onun devamı; Ki onunla insanları uyarabilesin ve müminlere de şu öğüdü veresin.

Söylenen şey açık; İşini yap, başka şeye bakma. İnsanların hidayeti senin elinde değil. Görevini yap, sorumluluğunu yerine getir, gerisini Allah’a bırak. Görevin o kitapla uyarmaktır insanları ve müminlere de şu ebedi gerçeği söylemektir. Ne o gerçek;

3-) İttebi’û ma ünzile ileyküm min Rabbiküm  ‘* kaliylen ma tezekkerun;

Rabbinizden size inzâl olunana tâbi olun… Rabbinizin dûnunda velîlere (dışsal {rabbanî hakikatinizden ayrı düşürecek bilgi verenler} veya içsel {nefsanî – şehevî}) tâbi olmayın… Bunu ne kadar az hatırlayıp, üzerinde derin düşünmüyorsunuz! (A.Hulusi)

3 – Rabbinizden size indirilene ittiba’ edin, onsuz bir takım velilere ittiba’ etmeyin, siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)

İttebi’û ma ünzile ileyküm min Rabbiküm uyun rabbinizin katından size indirilene. İman etinizse eğer, iman etmenizin kaçınılmaz bir sonucudur iman ettiğiniz şeye tabi olmak. Onu hayatınızın kılavuzu bilmek. Artık hayatınızı ona göre yaşamak sizin göreviniz olur.

Min karyetin, Yukarıda;

ve lâ tettebi’u min dûniHİ evliyâ Kur’an a uyun, rabbinizin katından size indirilene uyun, eğer uymazsanız, defakto, kendiliğinden bir başka şeye uyarsınız. İşte onu hatırlatıyor ayet. O’nun dışında ki bir otoriteye de bağlanmayın.

Ben burada Evliya sözcüğünü otorite olarak çevirdim. Razi, müfessirimiz Razi, İbn. Teymiyye, İbn. Hazm gibi alimlere dayanarak. Ki buradaki ayeti kerime bir gönül inkılabına çağırıyor ve; Ya Allah’a tabi olursunuz, ya ilahi yasalara tabi olursunuz, ya kendinize kılavuz olarak Allah’ı seçersiniz, ya da kılavuzsuz kalmazsınız, kesinlikle kılavuzsuz kalmazsınız. Eğer seçmezseniz, eğer ön bilgi olarak imanı kullanmazsanız ön yargı olarak iç güdüleriniz ve nefsiniz, ayartıcı duygularınız size yeter. Onlar sizi peşinden götürür.

Onun için yani hiç kılavuzsuz kalmazsınız. Eğer kılavuzunuz vahiy olmazsa kılavuzunuz şeytan oluverecektir.

Kılavuzunuz iman olmazsa, kılavuzunuz heva ve hevesiniz oluverecektir. B u kadar basit. Bunu anlamak gerekiyor.

Aslında Kur’an burada insan psikolojisinin tabi olduğu yasaları veriyor. Psikolojinin yasaları bunlar. İnsan psikolojisi tüm insanlık tarihi boyunca bu iki seçeneğin dışında olmaz. Ya doğruyu izler, doğruyu izlemiyorsa hiç bir şeyi izlemez değil, yanlışı izler. Onun için yanlışı izlememenin tek alternatifi var tabii ki doğruyu izlemek ve bunun da aklı kullanmakla ne kadar yakın, ne kadar birebir ilişkili olduğunu ayetin bitiş cümlesi ifade ediyor.

kaliylen ma tezekkerun; ne kadar az aklınızda tutuyorsunuz. Tabii ki bu öğüdü, Allah’ın verdiği bu öğüdü, ne kadar az aklınızda tutuyorsunuz. İmanın iktidarının yüreğinizde gerçekleşmesi, gerektiğini, eğer imanının iktidarının yüreğinizde gerçekleşmezse, şeytanın iktidarının gerçekleşeceği öğüdünü ne kadar az aklınızda tutuyorsunuz.

4-) Ve kem min karyetin ehleknaha fecaeha be’süna beyaten ev hüm kailun;

Nice şehirlerdeki toplulukları helâk ettik; gece veya gündüz uykusu içindeyken, azabımız onlara geldi! (A.Hulusi)

4 – Biz nice memleket helâk etmişizdir ki gece yatarlarken yâhud gündüz uyurlarken baskınımıza ona gelivermiştir. (Elmalı)

Ve kem min karyetin ehleknaha biz nice asi toplumu helak etmişizdir. fecaeha be’süna beyaten ev hüm kailun; gazabımız bir gece vakti ya da gün ortasında dinlenirken gelip çatıvermiştir.

Burada ki Kailun, Arap dilinde kaylule diye geçen öğle dinlencesi anlamına geliyor. Yani birebir anlamı ne olursa olsun genelde bize vermek istediği mana şu. Çok emin olduğunuzda gelir bela. Güven içinde sandığınızda kendinizi, artık kimsenin size dokunamayacağını sandığınızda, hiç beklemediğiniz bir anda, Kur’an ın bir çok yerinde buyrulduğu gibi; Hiç beklemediğiniz bir anda. Ya bir gece uyurken, ya bir gündüz dinlenirken, ama her halükarda artık kendinize güvendiğiniz, artık Allah’a ihtiyacınızı unuttuğunuz demlerde yakalar sizi belalar, musibetler ve gazap. Onu hatırlatıyor.

5-) Fema kâne da’vahüm iz caehüm be’süna illâ en kalu inna künna zalimiyn;

Azabımız onlara geldiğinde, onların seslenişleri: “Biz gerçekten zâlimlermişiz” demekten başka bir şey olmadı. (A.Hulusi)

5 – Azâbımız kendilerine geldiği vakit da «bizler hakikaten zalimler idik» demekten başka davaları olmadı. (Elmalı)

Fema kâne da’vahüm iz caehüm be’süna illâ en kalu inna künna zalimiyn; Gazabımız kendilerine gelip çatınca, kesinlikle bizdik haksız olan, “biz” itirafından başka bir savunmaları olmayacaktır.

Evet, öyle değil mi? Allah’ın nasıl gazaplandığını bizzat yaşayarak görenler, şahit olanlar, bundan başka bir şey söyleyebilirler mi? Söyleyememişlerdir, söylemediler ve söyleyemeyecekler. Kendi zalimliklerini, kendi zulümleri yüzünden başlarına bunların geldiğini itiraftan başka ne söyleyebilirler ki, onun dışında söyleyebilecekleri her şey 2. suç olacaktır, Allah’a iftira olacaktır.

6-) Felenes’elennelleziyne ürsile ileyhim velenes’elennel murseliyn;

Andolsun ki, kendilerine Rasûl irsâl edilenlere de soracağız; irsâl olunan Rasûllere de soracağız! (A.Hulusi)

6 – Sonra elbette Peygamber gönderilen ümmetlere soracağız, elbette gönderilen Peygamberlere de soracağız. (Elmalı)

Felenes’elennelleziyne ürsile ileyhim velenes’elennel murseliyn; Hem kendilerine ilahi mesaj gönderilenleri, hem de onlara ilahi mesajı iletmekle görevli olanları elbette hesaba çekeceğiz.

Toplumlara inen sosyal, ahlaki, fiili, fiziki, manevi belaların ardından belaları haber veren ayetlerin ardından böyle bir ayet geliyor. Kendilerine gönderilen peygamberlerden, resullerden hesap soracağız, bir de onların gönderildiği toplumlardan da hesap soracağız.

Gönderilenlerden görevinizi yaptınız mı diye soracağız. Siz, size verdiğimiz vahyi ulaştırma görevini, onu hayatınıza aktarma, ona örneklik etme görevini yaptınız mı diye soracağız. Yani sen peygambersin, geç demeyeceğiz. Bir görev vermişiz, bir sorumluluk yüklemişiz ve yüklediğimiz sorumluluğu yerine getirip getirmediğini de soracağız. Onu bile ayırmayacağız. Unutmayınız ayet açık, velenes’elennel murseliyn; yemin olsun ki risaleti taşıyanlardan soracağız diyor. Onları hesaba çekeceğiz.

Eğer onları hesaba çekecekse ya peygamber olmayanların özelliği nedir? Onları hesaba çekmez mi sanıyorsunuz. Ona da soracağız. Görevinizi yaptınız mı ve dönüp onların ilahi vahyi taşıdığı toplumlara da soracağız. Bize de soracak ve denilecek siz de size gelen vahye karşı görevinizi yaptınız mı?

Onlar, risaleti taşıyanlar, size taşımakla görevlerini, yaptılar. Size örneklik yaptılar, size önderlik yaptılar. Siz de onların önderliğini, örnekliğini, taşıdığı vahyi başınızın üstünde taşıyıp hayatınıza koydunuz mu? O vahyi hayatınıza kılavuz edindiniz mi? Yoksa o vahyi öksüz, o vahyi yetim mi bıraktınız.

Aslında sadece peygamberlerin değil, ilahi mesajı taşımakla görevli herkesi kapsadığını düşünüyorum. Onun için risaleti taşımak görevi, risaleti yani ilahi emaneti taşımak görevi peygamberlere ve onların izinden giden alimlere düşmez mi? Onun için Onu izinden gittiğini söyleyen her bir kimse iki sorumluluğa da sahiptir. Hem risaleti taşıyıp taşımadığından hesap sorulacak, hem de peygamberin örnekliğine karşı nasıl bir tavır aldığından hesap sorulacak. Ki bu ayetlerin Resulallah’ın ruhunda nasıl yankı yaptığını, Resulallah’ı nasıl ihtiyarlattığını Ki;

– Şey’e bepni surete hudün ve ahavatuha. Buyurarak;

Benim saçlarımı Hut suresi ve onun gibi sureler ağarttı.

Diyen peygamberin ruhunda estirdiği fırtınaları çok iyi görüyoruz. Görüyoruz çünkü veda hutbesinde gözlerinde yaş Resulallah hem konuşuyor;

– Ey insanlar, ey nas, ey müminler, ashabım..!

Diye farklı farklı hitaplar kullanarak insanlığın değişmez değerlerini insanlara ulaştırıyor ve dönüp dönüp şöyle diyordu.

– Elâ hel belağt..!’ Tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi..!

Bir kaygı, bir endişe vardı. Allah’a hesap vermenin endişesi. Üstlendiği o büyük sorumluluğu yerine getirmenin endişesi. Peygamberlik gibi ağır bir yükü omuzlamanın ıstırabı, endişesi içinde soruyordu; Ela hel belağt..! Bakın söyleyin bana, vazifemi yaptım mı, tebliğ ettim mi..! Ashap hep bir ağızdan;

– Evet diyorlardı. Tebliğ ettin. Sen risalet görevini yerine getirdin..!

O da dönüp Allah’ı şahit gösteriyor, adeta  Ya rabbi benden hesap sorarsan işte cevabım..!

– Rabbena feşhed..! Diyordu. Rabbim, şahit ol..!

İşte peygamberin bu endişesi bu tür ayetlerin onun ruhunda estirdiği fırtınaların bir sonucuydu.

Yine Furkan suresinde ifade edildiği gibi;

Ve kaler Rasûlü ya Rabbi inne kavmittehazû hazel Kur’âne mehcura Furkan/30

Resul diyecek ki, elçi diyecek ki; Ey rabbim diyecek, şikayet edecek; Ey rabbim bu toplum; İnne kavmi,..! bu toplum benim toplumum, beni kendisine gönderdiğin, vazifeli olarak gönderdiğin bu ümmet; ittehazû hazel Kur’âne mehcuraBu Kur’anı bu metni, bu ilahi duyuruyu, bildiriyi terk edilmiş bir mesaj olarak bıraktım. Diye şikayet edecek.

7-) Felenekussanne aleyhim Bi ilmin ve ma künna ğaibiyn;

Elbette onlarda olup bitenin hakikatini açacağız! Biz “gâib”ler (olanlardan bihaber olan) değiliz (Bâtın – Zâhir O’dur – Görünenin melekûtu Esmâ’mızdandır). (A.Hulusi)

7 – Soracağız da kendilerine karşı olan biteni mutlak bir ilim ile behemehal anlatacağız, öyle ya biz onlardan gaip değil idik. (Elmalı)

Felenekussanne aleyhim Bi ilmin ardından onlara kendileri hakkındaki bilgimizi aktaracağız. ve ma künna ğaibiyn; zaten onlardan hiç uzak olmadık ki.

Kendileri hakkındaki bilgimizden kasıt nedir? Allah hesap gününde herkese kendilerinin içlerinde sakladıkları, hatta kendilerinin dahi unuttuğu, ama yüreklerinde, zihinlerinde sakladıkları kendileri hakkındaki bilgiyi açığa vuracak. Yani bunun anlamı; Ben sizi sizden daha iyi bilirimdir.

İşte, işte göstergesi deyip Allah sizi sizden, bizi bizden iyi bildiğini hesap gününde sergileyecek.

😎 Vel veznü yevmeizinil Hakk* femen sekulet mevaziynuhu feülaike hümül müflihun;

O süreçte vezn (her şeyin Allâh hükümlerine göre artısıyla eksisiyle değerlendirilmesi) Hak’tır… Artık kimin mizanları (değerlendirilmeleri) ağır basarsa (nefsinde), işte onlar, engelleri yarıp kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A.Hulusi)

8 – Hem vezn o gün tam hak, artık kimin mizanları ağır basarsa işte onlar, o felâh bulacaklar. (Elmalı)

Vel veznü yevmeizinil Hakk ölçme ve değerlendirme o gün hakkıyla gerçekleşir. Hiç sapmaz, hiç yanlış ölçülmez. Ölçüde haksızlık yapılmaz.

O gün insanların kıymetleri, insanların kametleri, insanların gerçek değerleri tam ölçülür.

O gün hiç kimse imajıyla ölçüyü saptıramaz.

Hiç kimse yüzüne taktığı maskelerle gerçeği gizleyemez.

O gün hiç kimse Allah’ın ölçme ve değerlendirmesini saptıracak bir şey yapamaz. Allah herkesin gerçek değerini ortaya çıkarır.

O gün, burada kıymetli gibi duranlar, kendine kıymet biçenler, aslında iç çamaşırından daha ucuz olan, hatta doğru bir şekilde kullanırsak, iç çamaşırı kendi değerinden daha pahalı olan bir takım insan gibi dolaşan dik sürüngenlerin gerçek yüzünü orada ortaya çıkaracak.

Ve burada yer yüzünde kibirli kibirli, burnu havada dolaşan bir nice insanı, orada burnu yerde sürünürken gösterecek. İşte burada ki ölçü o.

femen sekulet mevaziynuhu feülaike hümül müflihun; ve kimin kazancı tartıda ağır gelirse işte o kesintisiz mutluluğa erişir.

9-) Ve men haffet mevaziynuhu feülaikelleziyne hasiru enfüsehüm Bi ma kânu Bi âyâtina yazlimun;

Kimin de mizanları (değerlendirilmeleri) hafif gelirse, işte onlar da delillerimize zulmetmeleri dolayısıyla nefslerini hüsrana uğratanların ta kendileridir. (A.Hulusi)

9 – Kimin de mizanları hafif gelirse bunlar da işte âyetlerimize zulmetmeleri ile kendilerine yazık edenler. (Elmalı)

Ve men haffet mevaziynuhu fakat kazancı tartıda hafif gelen kimseler var ya, feülaikelleziyne hasiru enfüsehüm Bi ma kânu Bi âyâtina yazlimun; İşte onlar mesajlarımıza haksızlık etmeleri yüzünden öz benliklerini zayi edenlerdir.

İfadeye bakın değerli Kur’an dostları, öz benliklerini zayi etmek, insanın kendisini ziyan etmesinden söz ediyor Kur’an, kendini harcamasından. hasiru enfüsehüm diyor. Kendi kendilerini harcadılar. Kendi kendilerini zayi ettiler. Araya verdiler diyor. Hakikate sırt dönmek kişinin kendisine yabancılaşması sonucunu doğurur. Kendisine yabancılaşan değerli dostlar, kendisini harcamış olmaz da ne yapar.

İşte hasiru enfüsehüm insanın kendi kendisini zayi etmesi, bu zulümdür. Kuran, insanın kendisine zulmetmesinden her söz ettiği yerde, aslında insanın kendi kendisine yabancılaşması, kendini zayi etmesi, kendini israf etmesinden söz ediyor demektir.

10-) Ve lekad mekkennaküm fiyl Ardı ve ce’alna leküm fiyha me’ayiş* kaliylen ma teşkürun;

And olsun ki, sizi arzda yerleştirdik ve sizin için orada yaşamınızı devam ettirecek nimetler oluşturduk… Ne kadar az değerlendiriyorsunuz! (A.Hulusi)

10 – Şanım hakkı için sizi Arzda yerleştirdik ve sizin için onda bir çok geçimlikler yaptık, siz pek az şükrediyorsunuz. (Elmalı)

Ve lekad mekkennaküm fiyl Ard Kur’an burada sözü tüm insanlığa getirdi ve şöyle uyarıyor tüm insanlığı. Ey insanlar, doğrusu sizi yer yüzüne yerleştirdik. ve ce’alna leküm fiyha me’ayiş ve orada sizi geçiminizi sağlayacak bir ortam verdik. Bir zemin sağladık, yarattık. kaliylen ma teşkürun; yine de ne kadar az şükrediyorsunuz.

Dikkatinizi çekiyor mu? Bu denli kuşatıcı, bu denli kapsamlı bir kitap ancak Allah’ın kitabı olabilir. İnsanlığın ta başlangıcına, yer yüzünde insan varlığının tüm tarihini, kapsadı bir tek cümle. Bu cümleyi siz nasıl belli bir zamana, belli bir mekana yer yüzü coğrafyasının küçücük bir kasabasına hasredebilirsiniz ki?Mekke bu cümleye sığar mı, Mekke kaldırır mı bu cümleyi. Arabistan kaldırır mı, sadece o yüzyıl kaldırır mı, sadece bir insanın yaşadığı çevre kaldırır mı. Burada Kur’an insanlığın yer yüzünde ki var oluş serüvenini anlatıyor. Onun için böyle bir hitap ancak ilahi kelemde bulunur.

İnsan yaşamının yer yüzünde mümkün kılınması bir tesadüf mü? Bu ayet aslında bunu soruyor. Bir tesadüf mü diyor. Şu gördüğünüz uzayda, sadece bizim galaksimizde 100 milyar yıldız olduğu söyleniyor. 100 milyar yıldız içerisinde bunun, bunlar sistem. Biz bu yıldızlardan bir tanesinin sadece bir tek gezegeniyiz ve şu ana kadar bilinen şey, içinde bulunduğumuz evrende henüz bizim dışımızda sorumlu ve şuurlu varlıkların yaşadığından haberdar değiliz. Bu tesadüf mü. Yer yüzünde insan hayatının, şuurlu ve iradeli bir varlığın hayatını sürdürmesi için tüm donanımın Allah tarafından hazırlanması bir tesadüf olabilir mi.

İşte buna dikkat çekiyor Kur’an ve ne kadar az şükrediyorsunuz derken; kaliylen ma teşkürun; hemen bu ayetin sonunda bunu söylerken işte buna dikkat çekiyor. Yer yüzünde ki varlığınızı Allah’a borçlusunuz. Bırakınız kendi varlığınızı, bırakınız babanızı, bırakınız kendi çapınızı, insan varlığını O’na borçlusunuz.

11-) Ve lekad hâlâknaküm sümme savvernaküm sümme kulna lil melaiketiscüdu liAdeme, fesecedu illâ ibliys* lem yekün mines sacidiyn;

Gerçek ki, sizi yarattık… Sonra sizi şekillendirdik… Sonra meleklere “Secde edin Âdem’e” dedik… İblis hariç secde ettiler; o secde edenlerden olmadı. (A.Hulusi)

11 – Hakikat sizi evvela halk ettik, sonra size sûret verdik, sonra da Melâikeye dedik ki «Âdeme secde edin» hemen secde ettiler, ancak İblis secde edenlerden olmadı. (Elmalı)

Ve lekad hâlâknaküm doğrusu sizi yarattık, sümme savvernaküm sonra sizi biçimlendirdik, sümme kulna lil melaiketiscüdu liAdem ardından meleklere dedik ki; Adem’in önünde secde edin.

Buradaki sümme savvernaküm sonra sizi biçimlendirdik. Sizi yarattık, yaşayan organizmalara can verdik demek yani. Sizi biçimlendirdik, savvernaküm insanın gelişim sürecine bir atıf olabileceği gibi, insan soyunun tekamül sürecine, zaman içerisinde geçirdiği tekamül sürecine de bir atıf olabilir.

sümme kulna lil melaiketiscüdu liAdem ardından meleklere dedik ki; Adem’in önünde secde edin.

Gazali, burada ki melekleri gök melekleri değil yer melekleridir, yer yüzü melekleridir biçiminde tanımlıyor. Buradan yola çıkarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yer yüzünün güçlerini insanoğluna boyun eğdirdik anlamını taşıyor.  O anlamı da içinde barındırıyor bu ayet. Yer yüzünün sahip olduğu tüm nimetleri, tüm değerleri, yer yüzünü ayakta tutan tüm güçleri, hatta yasaları insanoğlunun emrine amade kıldık. Buna Teshıyr denilir. Musahhar kılmak, emrine vermek, ona emanet etmek. Onun için;

Ve sahhare lekümüş Şemse vel Kamer (İbrahim/33) Güneşi ve ayı sizin emrinize verdi.

Ve sahhare lekümüs arda ves sema.. (?)

[Ve sahhare lekümülleyle vennehare veşŞemse vel Kamer* venNücumu müsahharatün Bi emriHİ.. (Nahl/12) olabilir.]

yer yüzünü ve göğü sizin emrinize verdi. Gibi ifadeler işte bu Teshıyr sırrına matuf olarak kullanılır. Onun için Kur’an da bir yasadır. Yer yüzünün yasaları insan oğlunun emrine verilmiştir.

Burada meleklerin secde etmesinin bir çok anlamından biride bu olsa gerektir. Ki burada ki secde bir ibadet secdesi değil elbette, bir saygıdır. Onun huzurunda saygı duymak, ona saygı ile eğilmek anlamını taşır.

fesecedu illâ ibliys hemen yere kapandılar, iblis hariç. lem yekün mines sacidiyn;o secde edenler arasında yer almadı.

Burada geçen, ayette geçen Adem ismi bu sembolik kıssada tüm insanlığı sembolize eder. Dikkatinizi çektiği gibi burada sembolik bir dille insanın yer yüzünde ki serüveni aktarılıyor. Kullanılan dil gayet sembolik ve simgesel bir dildir ve burada geçen adem, insanlığın tamamını temsil eden bir simge. Onun için daha ayrıntılı açıklamayı Kur’an da tam yedi surede geçen bu olayı, bakara suresindeki versiyonu sırasında yapmıştık. Eğer çok ayrıntılı bir açıklama istenirse Oraya müracaat edilebilir.(Bakara/34).

Burada geçen iblis umutsuzluk sembolü. İblis kelime anlamı olarak umutsuz vakıa demektir. Yani umutsuzlaşmadan iblisleş ilmez. Eğer umudumu kaybettim diyorsa biri, ben iblisleşiyorum demiş olur. Onun için umudu kaybetmeden iblis olunmaz. Umudunu kesen iblisleşir.

Burada aslında böyle bir sembolik kıssanın, temsilin getirilmesinin dönemin, vahyin birinci muhatapları açısından farklı bir yorumu da var. O da şu; Mekke müşriklerinin zihninde melekler çık farklı bir yer ediyordu. Onlar meleklere çok farklı bir anlam yüklüyordu Mekke müşrikleri. Melekler onlara göre Allah’ın kızları idi (Haşa) onun için onların taptığı putlarda, taştan putlar da aslında meleklerin sembolleri idi. Adem’e secde eden melek ifadesi burada, sembolik ifadesi, müşriklerin zihnindeki melek imajını yıkmak için, senin taptığın, senin önünde eğiliyor. Sen bir insansın, nasıl oluyor ki sen tam tersine çeviriyorsun. Senin şu anda sembolize edipte taptığın o şeylerin aslı, senin önünde eğildiler. Senin emrine amade kılındılar. Sen, kendi emrine girmiş olan, senin hizmetin için senin emrine amade kılınan şeylerin emrine amade oldun.

Dünya senin hizmetine verilmişti sen dünyanın hizmetçisi oldun. Yerlerin ve göklerin güçleri senin hizmetine, yeryüzünde senin saadetini ve mutluluğunu sağlamak için Allah tarafından görevlendirilmişti, sen hizmetçini efendi ettin ve Allah’ı unuttun. Çünkü zihnin alabora oldu, hakikati ters yüz ettin, ters çevirdin. Önünde eğilmen gerekenin önünde eğilmedin, senin önünde eğilenlerin önünde eğildin. Burada söylenen şey işte budur. Sembolik kıssanın bize ifade ettiği büyük hakikatlerden biri budur.

12-) Kale ma mene’ake ella tescüde iz emertük* kale ene hayrun minhu, halakteniy min narin ve hâlâktehu min tıyn;

Buyurdu: “Sana emrettiğimde seni secde etmekten engelleyen neydi?”… “Ben daha hayırlıyım Ondan; beni Nâr’dan (ateşten – radyasyon – bir tür dalga boyu yapı; {dikkat edile ki burada kullanılan ‘nâr’ kelimesi, cehennemdekileri yakacağı belirtilen ‘nâr’ kelimesiyle aynı anlamdadır. Bunun anlamı iyi düşünülmeli! A.H.}) yarattın, Onu tıynden (maddeden) yarattın” dedi. (A.Hulusi)

12 – Sana, buyurdu: «emrettiğim halde secde etmemene mani’ ne oldu?» ben, dedi: ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.  (Elmalı)

Kale ma mene’ake ella tescüde iz emertük Allah sordu; Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten alıkoyan neydi? kale ene hayrun minhu dedi ki “ben ondan üstünüm”. halakteniy min narin ve hâlâktehu min tıyn; Çünkü beni ateşten, onu ise balçıktan yarattın.

Mantığa bakın, şeytanın polemiğine bakın değerli dostlar. Allah’ı yanlış anlayan akıl, doğru yapamazdı. Şeytanın bu büyük yanlışı, Allah’ı yanlış anlaması sonucunda gerçekleşti. Şeytani analoji budur işte. Ateş topraktan üstündür. Ben ateşten yaratıldım, o halde ben üstünüm. Şeytani kıyas, şeytani analoji budur.

Yanlış öncülle doğru önerme yapılabilir mi? Yanlış temel üzerine doğru bina yapılamayacağı gibi. Onun için ben şeytana ilk materyalist derim. Neden; Çünkü kendi seçimi olmayan bir şeyle öğünen ilk varlıktır. Kendi maddesini kendisi seçmiş değil, seçiminde kendi dahli yok ama övünüyor. Aslında şeytanın bu analojisi ile şu analoji aynıdır; Ben üstünüm, çünkü falan ırktanım. Falan ırk üstündür, o halde ben de üstünüm. Ben üstünüm, çünkü ben erkeğim. Erkekler üstündür, ben de üstünüm.

İşte aynı şey. Şeytani mantık, bunların hepsi. Yani kendi dahlimizin olmadığı bir şeyle övünmek. Ben üstünüm, falanca renktenim, beyazım. Aynı şey. İşte şeytani analojidir bu. Ben üstünüm, falanca ulusa mensubum. Ben üstünüm, falanca coğrafya da doğdum.

Hayır hiç birini siz seçmediniz. Üstünlük; insanın kendi seçtiği, tercih ettiği şeyle olur. O da Allah’a karşı sorumluluk bilinci ve saygınlıktır. Yani takvadır.

13-) Kale fehbıt minha fema yekûnü leke en tetekebbera fiyha fahruc inneke mines sağıriyn;

Buyurdu: “İn makamından!.. Bir başkasına büyüklük taslama makamı değildir bulunduğun makam! Çık! Muhakkak ki sen (böyle düşünmekle) kendini küçülttün!” (A.Hulusi)

13 – Hemen, buyurdu: in oradan ne haddine ki orada tekebbür edesin, haydi çık, çünkü sen alçaklardansın. (Elmalı)

Kale fehbıt minha Allah, “öyleyse in o bulunduğun konumdan”. Dedi. Bu iniş yüksek bir yerden iniş değil, bir tenzihi rütbe, bir rütbe söküştür.

fema yekûnü leke en tetekebbera fiyha Çünkü o makamda büyüklük taslaman senin haddine düşmez. fahruc inneke mines sağıriyn; hadi çık, git artık, çünkü sen aşağılık birisin.

14-) Kale enzırniy ila yevmi yüb’asûn;

“(İnsanların ölüm sonrasında) Bâ’s olacakları güne kadar bana mühlet ver” dedi. (A.Hulusi)

14 – Bana, dedi: ba’solunacakları güne kadar mühlet ver. (Elmalı)

Kale enzırniy ila yevmi yüb’asûn; İblis dedi ki; Yeniden diriliş gününe kadar bana süre tanı, mühlet ver.

15-) Kale inneke minel münzariyn;

 

Buyurdu: “Muhakkak ki sen mühlet verilmişlerdensin.” (A.Hulusi)

15 – buyurdu ki: hâydi mühlet verilenlerdensin. (Elmalı)

Kale inneke minel münzariyn; Allah cevap verdi; Peki sen artık süre tanınan kimselerden oldun.

16-) Kale feBima ağveyteniy leak’udenne lehüm sıratakel müstekıym;

“Yemin ederim ki, (yudillü men yeşau = dilediğine sapmayı yaşattırır; realitesince) beni sapıttırmanın sonucu olarak, onlara engel olmak için senin sırat-ı müstakimine oturacağım!” (A.Hulusi)

16 – Öyle ise dedi beni azdırmana karşılık yemin ederim ki ben de onları saptırmak için her halde senin doğru yoluna oturacağım,

Kale feBima ağveyteniy leak’udenne lehüm sıratakel müstekıym; ve iblis şöyle dedi; Mademki sen benim azıp sapmama izin verdin, literal anlamıyla motamot tam; Sen beni saptırdın, yemin olsun ki ben de senin dosdoğru yolunun üzerine onlar için pusu kuracağım. Dedi.

Beni saptırdın diyor. Allah’a iftira ediyor, suçunu kabullenmiyor. Hem suçlu, hem güçlü gözüküyor. Tercihinin sorumluluğunu üstlenmiyor. Asıl Allah’ı gücendiren bu. Hem bir tercih yapıyor, hem de tercihinin sorumluluğunu üstlenmiyor. Onun için tevbe, sorumluluğu üstlenmektir.

Yine burada bir nükte var, o nükte de; leak’udenne lehüm sıratakel müstekıym; Ben senin dosdoğru yolunun üzerine onlar için pusu kuracağım diyor. Ama şeytan şöyle bir nükte yapar biliriz, doğru yolda. Şeytan doğru yolda. Demek ki tek başına doğru yolda olmak yetmiyor. Sormak lazım niçin oradasın. Şeytan doğru yolda olur mu diyeceksiniz. Bakın işte bu sorunuza doğru cevap verebilmemiz için niçin oradasın sorusunu sormamız lazım. Herkes kendisi için de bu soruyu sorsun. İslam yolların en doğrusudur, sizde o yoldasınız. Ama ne yapıyorsunuz bu çok önemli.

Şeytan o yola oturmuş, yolda yürümek için bulunmuyor. Oysaki yollar yürümek içindir, varmak içindir, vuslat içindir. Ama o yolu amacına uygun kullanmıyor, sadece gelip geçenlerin ayağına çelme takmak için yola ters oturmuş. Doğru yola ters oturuyor. İşte problem bu. Onun için yolda neden, niçin bulunduğunuz da önemli.

17-) Sümme leatiyennehüm min beyni eydiyhim ve min halfihim ve an eymanihim ve an şemailihim* ve lâ tecidü ekserehüm şakiriyn;

“Sonra andolsun ki, onlara önlerinden (hırslarını tahrik ederek – benliklerini yücelterek hakikati inkâra sürükleyerek), arkalarından (gizli şirke yönelterek – saptırıcı fikirlerle), sağlarından (senden alıkoyacak hayırları ilham ederek) ve sollarından (kötülükleri güzel – süslü göstererek) geleceğim… Onların çoğunluğunu, verdiklerini değerlendiren olarak bulamayacaksın!” (A.Hulusi)

17 – sonra onlara önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım, sen de çoğunu şükredici bulmayacaksın. (Elmalı)

Sümme leatiyennehüm min beyni eydiyhim ve min halfihim Sonra da hem doğrudan ve açıktan, hem de dolaylı ve sinsice. Ki lafzen ellerinin arasından ve arkasından anlamına geliyor, ben bu lafzi anlamın da ötesinde hem doğrudan ve önden, yani kötülüğü bile bile yaptıracağım. Eğer beceremezsem ya da daha farklı bir üslupta kullanacağım, arkadan geleceğim. Sinsice, hiç fark edemeyeceği hileler kullanacağım onu saptırmak için.

ve an eymanihim ve an şemailihim görünerek, hem de zaafları ve güdüleri kullanarak sokulacağım onlara. Yani görünerek, hem görünerek sokulacağım diyor, yani şöyle diyebiliriz; sureti haktan görüneceğim. Eymanihim, sağlardan gelir. Kelime anlamı bu. Sureti haktan görüneceğim. Yüzüme maske takacağım, bu iyidir diyeceğim, böyle yap. Senin lehine olan budur diyeceğim.

Diyeceğim ki mesela, önce açıktan geleceğim, önünden. Açıkça dünyevileştireceğim. Allah ile ilgisini koparmaya çalışacağım. Beceremedim değil mi, dedi ki ben Allahsız yapamam, her şeyimi O’na borçluyum.

Bu sefer; daha erken diyeceğim,

Gençsin diyeceğim,

İlerde yaparsın diyeceğim,

Ömrün uzun diyeceğim,

Şimdi hayatını yaşa diyeceğim, yaşlanınca başka ne işin var diyeceğim.

Onu da beceremedim değil mi? 3. sünü;

Acele et, hepsini yap,

Daha iyi ol,

En iyi Müslüman sen ol,

En büyük sen ol,

En mükemmel sen ol diyeceğim, tabii beceremeyecek. Bakacak ki olmayacak, terk edecek.

Ama terk etmedi ve dedi ki; Hayır gücüm kadar yapabilirim. Sonra Allah benim amellerime kalmadı. Asıl olan elimden gelen çabayı göstermemdir. Yoksa götüremeyeceğim yükün altına girmem değildir gibi akıllılık sergiledi, o zaman yakasını bırakmayacağım, bir başka yerden gireceğim.

Diyeceğim ki; Kusursuzsun, seni bu sefer bile aldatamadım bak, şeytana bu sefer bile yenilmedin, sen ne uyanık adamsın, sen ne güzel adamsın, seni şeytan hiç aldatamaz diyeceğim. Buna inandırırsam işte o zaman aldatmış olacağım.

Ama dedi ki; Hayır, kusursuz değilim, şeytan beni de aldatabilir. Onun için emin değilim. Onun için kendime çok fazla da güvenmiyorum, ama tetikteyim, sürekli Allah’a sığınıyorum. Onu Allah’a havale ediyorum ve onunla savaşıyorum, ateş kesmiyorum. Dedi ve yine aldatamadı, yine çekilmeyeceğim. Bir başka yerden geleceğim. Bu sefer sağlardan geleceğim.

Diyeceğim ki; Sen mükemmel birisin, su ana kadar hangi tuzaklara düşmeyen hangi insan vardır ki..! Birine düşmemişse öbürüne düştü. Oysaki sen şu ana kadar hiç düşmedin, hep dengede kaldın. Onun için sen cennete girmeyeceksin de kim girecek. Sen Allah’ı razı etmeyeceksin de  kim edecek diyeceğim.

O da; Ölmeden kimseyi mutlu diye adlandırma, henüz daha ölmedim ve akıbetim meçhuldür der ve bu tuzağıma da düşmezse ona bu sefer farklı bir yöntem kullanacağım ve diyeceğim ki;

Herkes kaderine koşar, iş olacağına varır. Onun için ne yaparsan yap, kaderinde ne ise o olur.

Bunu da yemezse tabii ki bırakmayacak ama kolay kolayda bundan böyle ona diş geçiremeyecektir.

İşte şeytanın önlerden, arkalardan, sağlardan ve sollardan gelmesi buna benziyor.

ve lâ tecidü ekserehüm şakiriyn; ve sen onlardan çoğunu şükreder bulmayacaksın.

18-) Kalahruc minha mez’umen medhura* lemen tebiake minhüm leemleenne cehenneme minküm ecme’ıyn;

Buyurdu: “Çık makamından; aşağılanmış ve (hakikatini yaşamaktan) uzaklaştırılmış olarak!.. And olsun ki, onlardan kim sana tâbi olursa, kesinlikle bilin ki cehennemi topunuzla dolduracağım.” (A.Hulusi)

18 – Çık oradan mezmûm, matrûd olarak buyurdu: kasem ederim ki onlardan her kim sana uyarsa kat’ıyyen ve katıbeten sizin mecmuunuzdan Cehennemi doldururum. (Elmalı)

Kalahruc minha mez’umen medhura Allah; aşağılanmış ve dışlanmış bir halde defol oradan dedi. lemen tebiake minhüm leemleenne cehenneme minküm ecme’ıyn; Onlardan kim sana uyarsa unutmayın ki cehennemi tıka basa sizden olanlarla dolduracağım. Allah öyle dedi.

19-) Ve Ya Ademüskün ente ve zevcükel cennete feküla min haysü şi’tüma ve lâ takreba hazihiş şecerete feteküna minez zalimiyn;

“Ey Âdem! Sen ve eşin cenneti yaşam ortamı edinin… İkiniz de istediğiniz yerden yeyin… (Ancak) şu ağaca (bedene – kendini beden kabullenmenin getirisine) yaklaşmayın… Nefsine zulmedenlerden olursunuz.” (A.Hulusi)

19 – Veya Âdem, mesken et o Cenneti sen zevcenle de ikiniz dilediğiniz yerden yiyin ve şu ağaca yaklaşıp da zâlimlerden olmayın. (Elmalı)

Ve Ya Ademüskün ente ve zevcükel cenneh ve sana gelince ey Adem, sen ve eşin has bahçede yerleşin. feküla min haysü şi’tüma canınızın çektiği her şeyden yiyin. ve lâ takreba hazihiş şecereh ama sakın şu ağaca yaklaşayım demeyin. feteküna minez zalimiyn; sonra zalimlerden olursunuz.

20-) Fe vesvese lehümeş şeytanu liyübdiye lehüma ma vuriye anhüma min sev’atihima ve kale ma nehaküma Rabbüküma an hazihiş şecereti illâ en teküna melekeyni ev teküna minel halidiyn;

Derken şeytan, bedenselliklerini fark ettirmek için onlara vesvese verdi… Dedi ki: “Rabbinizin sizi şu ağaçtan (bedenselliğinizi yaşamaktan) yasaklamasının sebebi sizin iki melek olarak (kuvveler boyutunda) sonsuz yaşamamanız içindir!” (A.Hulusi)

20 – Derken Şeytan bunlara kendilerinden örtülmüş olan çirkin yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi, ve sizi rabbiniz başka bir şey için değil, sırf Melek olacağınız yahut ebediyen kalanlardan olacağınız için bu ağaçtan nehy etti dedi. (Elmalı)

Fe vesvese lehümeş şeytanu liyübdiye lehüma ma vuriye anhüma min sev’atihima Bunun üzerine şeytan onlara, o zamana kadar cinsellikleri hakkında henüz farkına varmadıkları şeyi ifşa etmek için fısıldadı.

Ben; sev’atihima yı, bu sözcüğü cinsellik olarak çevirdim ki, cinsel organdan kinaye olarak kullanıldığını söylüyor tüm müfessirler ve lügatlar. Ben bunu Mücahit, bu ifadeleri sembolik olarak alıyor unutmayın. İbn. Abbas’ın büyük öğrencisi Mücahit, büyük müfessir Mücahit bütün bu anlatılan kıssayı sembolik olarak yorumluyor ki, bu doğru bir yorumdur.

Bu sembollerle bu kıssa ile rabbimiz bize bambaşka bir hakikati ifade ediyor. Bu ifadeleri sembolik olarak yorumlayan Mücahit’e göre burada ki elbise, yani üzerinden attığı, açtığı ki cinsellikleri hakkında henüz farkına varmadıkları şeyi ifşa etmek için fısıldadı diyor ya, işte o Mücahide göre takvayı aldı. Yani Allah’a karşı sorumluluk duygusunu ve saygınlığı üzerlerinden kaldırmak istedi anlamına geliyor.

ve kale ma nehaküma Rabbüküma an hazihiş şecereti illâ en teküna melekeyni ev teküna minel halidiyn; ve dedi ki; Rabbimizin sizi bu ağaçtan uzak tutma nedeni, sadece sizler melekler gibi olmayasınız. Ya da ölümsüzleşmeyesiniz içindir.

Bakınız şeytan nasıl sağlardan geliyor, nasıl böyle mantıki konuşuyor. Sizden yanaymış gibi hatta hemen arkasından;

21-) Ve kasemehüma inniy leküma le minen nasıhıyn;

Ve onlara: “Kesinlikle ben sizin hayrınızı isteyenlerdenim” diye de yemin etti. (A.Hulusi)

21 – Ve her halde ben sizin hayrınızı isteyenlerdenim diye ikisine de yemin etti. (Elmalı)

Ve kasemehüma inniy leküma le minen nasıhıyn; ve her ikisine yemin etti; inanın ki ben ikinizin de iyiliğini istiyorum. Dedi.

İşte sağlardan gelmesi. Yukarıda ifade edilen sağlardan gelmesi bu ve burada iki melek olmak ve ebedileşmek, mükemmelleştirme tuzağına düşürmek istiyor. BU alegorik anlatımda insanın tüketim arzusunu körüklüyor. Yani tüketici olarak burada yaşayın, has bahçenin iki tüketicisi olun ama üretmeyin. Sorumluluk üstlenmeyin, yer yüzünün emanetini almayın, sorumsuzca yaşayın burada diyor. Ve ölümsüzlük, insanın içindeki ölümsüzlük duygusunu kendi aleyhine kullanıyor.

Ben yaparsam mükemmel yaparım diyenler de işte şeytanın bu tuzağına düşer. Mükemmel yaparım ben yaparsam diyenlerin hiçbir şey yapmadığını görürsünüz. Çünkü insan mükemmel olmadığı için mükemmel yapmaz, yapamaz. Onlar şeytanın iki melek olma tuzağına düşenlerdir. Melekleşme tuzağı. Sen mükemmel yapamazsın, çünkü sen mükemmel değilsin. O halde elinden geleni yap. Çünkü akıllı insanın söyleyeceği budur. “Elimden geleni yaparım.”

22-) Fedellahüma Biğurur* felemma zâkaş şecerete bedet lehüma sev’atühüma ve tafika yahsifani aleyhima min varakıl cenneti, ve nadahüma Rabbühüma elem enheküma an tilkümeş şecereti ve ekul leküma inneş şeytane leküma adüvvün mubiyn;

Böylece onları (vehimlendirerek – kendilerini beden yapı olarak kabul ettirerek) aldattı (bedenselliği fark ettirdi)… O ikisi, o malûm ağaçtan, (seks – üreme sisteminden) tadınca, bedenselliklerini hisseder oldular! Cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar (nefslerindeki çeşitli Esmâ kuvveleri ile bedensellik hissini örtmeye çalıştılar)… Rableri onlara nida etti: “Ben size şu ağacı (bedenselliği yaşamayı) yasaklamadım mı; ben size demedim mi, kesinlikle şeytan sizin için apaçık düşmandır?” (A.Hulusi)

22 – Bu suretle kandırarak ikisini de sarktırdı, onun üzerine vakte ki o ağacı tattılar, ikisine de çirkin yerleri açılıverdi ve başladılar Cennet yapraklarından üzerlerine üst üste yamıyorlardı, rableri da kendilerine nida etti: ben sizi bu ağaçtan nehy etmedim mi? Ve size haberiniz olsun bu Şeytan açık bir düşmandır size demedim mi? (Elmalı)

Fedellahüma Biğururin İşte böylece onları aldanışa sürükleyecek telkinlerde bulundu. felemma zâkaş şecerete bedet lehüma sev’atühüma bunun üzerine onlar ağaçtan tadar tatmaz cinselliklerinin farkına vardılar. ve tafika yahsifani aleyhima min varakıl cenneh ve başladılar has bahçenin yapraklarını, cennetin yapraklarını ki cennet has bahçe demektir. Yapraklarıyla üzerlerini örtmeye.

Buradaki sembolizm şudur sevgili dostlar. Cinselliğin kışkırtılması durumunda insanın ne hale geldiğini ifade ediyor bu ayetler. Yani bir insanın aklı ile arasını açmak istiyorsanız, aklını cinselliğine takınız. Eğer aklını cinselliğine takarsanız o zaman kendisi hakkında salim düşünemez. Salim karar veremez. Onun için cinselliğin kışkırtılmaması gerektiğine ilahi bir atıftır bu. Kışkırtıldığı zaman insanın tüm duyargalarını, tüm hissini, aklını, düşüncesini, muhayyilesini cinsel güdüleri kaplar ve burada aynı zamanda, has bahçenin yapraklarını üzerlerine çekiyorlardı ifadesi; hayanın, insanın doğuştan gelen bir meziyeti olduğunu gösteriyor ki;

– El hayau minel iman. Diyen peygamber, haya imandandır diyen peygamber aslında bu manada imanı da insanın doğuştan içine yerleştirilmiş bir vasıf, bir meziyet olduğunu söylemiş oluyor.

Sorumluluk ve saygınlık perdesini yırtan insanın, cinsel dürtülerin emri altına gireceğinin sembolik bir ifadesidir bu ayet. Sorumluluk perdesi, ki Mücahid, büyük müfessir Mücahid, burada ki elbiseyi sorumluluk duygusu, yani takva elbisesi olarak tefsir etmiş. Onun için sorumluluk perdesini, saygınlık perdesini, örtüsünü, elbisesini sıyıran bir insan, cinsel güdülerinin emri altına girer. Cinsel güdülerinin emri altına girince şeytanın emri altına girmiş olur. İşte şeytani güdülerle şeytan bazen aynı anlama gelir.

ve nadahüma Rabbühüma Rableri de her ikisine şöyle seslendi; elem enheküma an tilkümeş şeceret ben sizleri o ağaçtan men etmemiş miydim..! ve ekul leküma inneş şeytane leküma adüvvün mubiyn; ve ben şeytan sizlere kesinlikle sizin aşikar düşmanınızdır dememiş miydim..!

23-) Kala Rabbena zalemna enfüsena ve in lem tağfir lena ve terhamna lenekûnenne minel hasiriyn;

Dediler ki: “Rabbimiz! Nefsimize zulmettik… Eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmet etmez isen, biz kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (A.Hulusi)

23 – Rabbena, dediler, nefsilerimize zulmettik, eğer sen bize mağfiret etmez, merhamet buyurmazsan şüphe yok ki hüsrâna düşenlerden oluruz. (Elmalı)

Kala Rabbena zalemna enfüsena her ikisi de; Rabbimiz biz kendi kendimize zulmetmişiz. ve in lem tağfir lena ve terhamna lenekûnenne minel hasiriyn; eğer bizi bağışlamaz, eğer bize acımazsan kesinlikle kaybedenler arasına gireriz. Dediler.

Evet değerli dostlar, ilginç, kıyaslama yapmaz mısınız, Adem’le şeytanı kıyaslamaz mısınız. Adem’le şeytanı ayıran temel özellik bu ayette saklı. Öz eleştiri, tevbe yani. Adem’i; günahını itiraf, adam etti. Cennetteki şeytanı ise suçunu savunmak şeytan etti. İşte Adem’le şeytanı ayıran temel vasıf.

İkisi de hata etti. İkisi de yanlış yaptı, ikisi de asi oldu, ikisi de kendine zulmetti. Ama Adem suçunu itiraf etti, öz eleştiri yaptı. Şeytan ise suçunu savundu, kabul etmedi. İşte ikisini ayıran temel nokta.

24-) Kalehbitu ba’duküm li ba’din adüvv* ve leküm fiyl Ardı müstekarrun ve meta’un ila hıyn;

Buyurdu: “Birbirinize (bilinç – beden ikilisi) düşman olarak (kuvveler boyutunda yaşamaktan beden boyutunun şartlarını yaşamaya) inin! Sizin için arzda (beden boyutunda – yeryüzünde) belli bir yaşam süreci ve belli bir süre, nasibinizdekileri almak söz konusudur.” (A.Hulusi)

24 – Buyurdu ki ininiz bazınız bazınıza düşman olarak, size bir zamana kadar Arzda bir karargâh tutmak ve bir nasip almak mukadder. (Elmalı)

Kalehbitu ba’duküm li ba’din adüvvun Allah buyurdu; İnin birbirinize düşman olarak.

İnsanla şeytanın rekabetine bir atıftır bu. İniş; Bir uyandırılmış bilinç, bir irade donanımıdır burada. Yani aslında insan eğer isyan edemeseydi, ahlaki sorumluluk geliştiremezdi. İsyan edemeyen itaatte edemez. Daha doğrusu isyan edemeyenin itaati ödüllendirilmez ki. Onun için insan tüketim cennetinden kovulduğu gün insan oldu. Bu da Allah’ın yazdığı ilahi bir senaryo idi tabir caizse tabii. Ve iradenin ateşte imtihanını ifade ediyor bu ayetler. İnsan iradesi işte böyle bir ömür boyu sınanacaktır demek istiyor.

Kalehbitu ba’duküm li ba’din adüvv* ve leküm fiyl Ardı müstekarrun ve meta’un ila hıyn; Allah buyurdu; İnin birbirinize düşman olarak. Zira yeryüzünde bir barınak ve bir süreliğine tadımlık hazlar sizi bekliyor.

25-) Kale fiyha tahyevne ve fiyha temutune ve minha tuhrecun;

“Orada yaşayıp, orada öleceksiniz ve ondan (bedenden) çıkarılacaksınız” dedi. (A.Hulusi)

25 – Buyurdu ki onda yaşayacaksınız ve onda öleceksiniz ve ondan çıkarılacaksınız. (Elmalı)

Kale fiyha tahyevne ve fiyha temutune ve minha tuhrecun; Orada yaşayacaksınız ve orada öleceksiniz ve oradan ahiret yolculuğuna çıkarılacaksınız diye de ekledi.

26-) Ya Beniy Ademe kad enzelna aleyküm libasen yüvariy sev’atiküm ve riyşa* ve libasüt takva zâlike hayr* zâlike min âyâtillâhi leallehüm yezzekkerun;

Ey Âdemoğulları… Hakikaten size bedenselliğinizi örtecek giysi (hakikat bilgisi) ve süs-zinet olan giysi (fazlından gelen ikramlar) İNZÂL ettik… Korunma libası elbette en hayırlısıdır… İşte bu Allâh işaretlerindendir ki; belki düşünüp ders çıkarırlar. (A.Hulusi)

26 – Ey Âdem oğulları! bakın size çirkin yerlerinizi örtecek libas indirdik, hıl’at indirdik, fakat takvâ libası, o hepsinden hayırlı, bu işte Allâhın âyetlerinden, gerektir ki düşünür ibret alırlar. (Elmalı)

Ya Beniy Ademe ey adem oğulları, kad enzelna aleyküm libasen yüvariy sev’atiküm ve riyşen size katımızdan hem çıplaklığınızı örtmek, hem de zarafet ve güzellik amacı olmak üzere giysi bahşettik. Aslında giysi yapma becerisini bahşettik olarak anlamamız gerekir. Utanma duygusuna, güzellik tutkusuna bir atıftır ayet. İnsanın güzellik arayışının özünde olduğuna, insanın ta içinde bir güzellik arzusu, bir utanma duygusu, bir estetik duygusu olduğuna güzel bir atıftır ve çıplaklığında ilkellik olduğuna bir atıftır.

ve libasüt takva zâlike hayrun fakat saygınlık ve sorumluluk örtüsü var ya, işte o her şeyin üstündedir.

İşin özüne de atıf yapıyor, örtünün, süslenin ama işin ruhunu kaçırmayın. İşi zaafa döküp de mazrufu, mektubu unutmayın. Özü kabuğa feda etmeyin. İlahi emirleri ruhsuzlaştırmayın, bedeninizi örterken ruhunuzu çıplaklaştırmayın. Bedeninizi kapatırken, güzelleştirirken, ruhunuzu ve aklınızı çirkinleştirmeyin. Asıl güzellik, asıl örtü, asıl tesettür ruhunuzun, aklınızın tesettürüdür örtüsüdür. Eğer onu çırılçıplak soymuşsanız, eğer onu uryan hale getirmişseniz, bedeninizi örtmeniz bu anlamda mektubu yırtıp ta zarfı saklamanız anlamına gelir.

zâlike min âyâtillâhi leallehüm yezzekkerun; bunlarda Allah’ın ayetlerindendir. Belki insanlar ders alırlar.

27-) Ya Beniy Ademe lâ yeftinennekümüş şeytanu kema ahrece ebeveyküm minel cenneti yenzi’u anhüma libasehüma li yüriyehüma sev’atihima* innehu yeraküm huve ve kabiylühu min haysü lâ teravnehüm* inna ce’alneş şeyatıyne evliyâe lilleziyne lâ yu’minun;

Ey Âdemoğulları! Şeytan (bedeniniz), sizin ceddinizi, bedenselliği kendilerine göstermek suretiyle libaslarını (melekî kuvvelerini) onlardan soyarak cennet yaşamından çıkardığı gibi, sizi de fitneye düşürmesin! Çünkü o ve onun işlevini paylaşanlar, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler… Biz, şeytanları (şaşırtıp saptırıcı kuvveleri – beş duyuya dayanan kabulleri), iman etmeyenler için velîler kıldık. (A.Hulusi)

27 – Ey Âdem oğulları! babanızla ananızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için Şeytan Cennetten çıkardığı gibi sakının sizi de belâya uğratmasın, çünkü o ve kabilesi sizi sizin kendilerini göremeyeceğiz cihetten görürler, biz o Şeytanları o kimselerin velileri kılmışızdır ki imana gelmezler. (Elmalı)

Ya Beniy Adem ey ademoğulları, lâ yeftinennekümüş şeytanu kema ahrece ebeveyküm minel cenneh tıpkı atalarımızın cennetten çıkışına sebep olduğu gibi şeytanın sizi şaşırtmasına fırsat vermeyin. yenzi’u anhüma libasehüma li yüriyehüma sev’atihima cinselliklerini keşfetmeleri için her ikisinin de örtüden yoksun bırakılmasını sağlamıştık.

innehu yeraküm huve ve kabiylühu min haysü lâ teravnehüm Hiç kuşkunuz olmasın ki o ve avanesi sizin hiç fark edemeyeceğiniz bir şekilde size pusu kurmuş sizi gözetiyorlar. inna ce’alneş şeyatıyne evliyâe lilleziyne lâ yu’minun; Çünkü biz şeytanları hakkıyla iman etmeyenlere otorite kılarız.

Evet, hiç kuşkunuz olmasın ki diyor ayet, O ve avanesi sizin hiç fark edemeyeceğiniz bir yere pusu kurup sizi gözetliyor.

innehu yeraküm huve ve kabiylühu min haysü lâ teravnehüm ibaresini böyle çevirdim. Şeytan ve avanesinin, insanın hiç hesap etmediği yerde insanı gözetlemesi ve bunun da devamında; Çünkü biz diyor ayet, şeytanları hakkıyla iman etmeyenlere otorite kılarız.

Yine burada ki evliya sözcüğünü otorite biçiminde çevirdim. Şeytanlar, yani şeytani güdüler.” Ya da hemen eş anlamlı olarak onu almak lazım. Nerede şeytandan söz ediliyorsa orada insanın içindeki şeytani güdülerde söz edildiğini anlamak lazım. Şeytanın yürekteki iktidarıdır aslında bu.

İnsanın içinde bir iktidar kavgası sürer gider. İmanın ya da şeytanın iktidarı. İman ve şeytan bir birinin muhalifi olarak insan bedeninin başkenti olan kalpte iktidar savaşını sürdürürler. Aklı fikri cinselliğine takan, aklını ve fikrini cinsel güdülerine takan, ipotek eden bir insanın yüreğinde ki iktidar elbette güdülerin iktidarı, şeytrani duyguların iktidarı olur. Artık eli ayağı, gözü kulağı, dili budağı o iktidara hizmet eder. Yer yüzünü bir cinsel obje olarak algılar. Baktığı her şeyde cinsellik arar. Haz ve zevkin kulu olur, Allah’ın değil. Rızayı aramaz. Allah’ın razı oluşunun peşinden gitmez, zevklerini arar, zevkin peşinden gider.

İşte burada ifade edilen ebedi hakikatte budur ve şeytanların evliya edilmesi, onu kelime anlamıyla, hatta bugünkü kullanımıyla da alabilirsiniz. Şeytanların evliya sayılması. Veli edinmesi, efendi edilmesi, otorite edilmesinin anlamı da budur.

28-) Ve izâ fealu fahışeten kalu vecedna aleyha abaena vAllâhu emerena Biha* kul innAllâhe lâ ye’muru Bil fahşa’* etekulune alAllâhi ma lâ ta’lemun;

Ne zaman fahişet (şirk veya hakikati inkâra yol açan bir fiil veya düşünce) ortaya koysalar: “Babalarımızı da bu hâl üzere bulduk ve Allâh bunu emretti bize” dediler… De ki: “Kesinlikle Allâh fahşayı (ihtiva edenleri) emretmez! Bilgisine sahip olmadığınız şeyleri Allâh’a mı atfediyorsunuz?” (A.Hulusi)

28 – Ve bir edepsizlik yaptıkları zaman da atalarımızı böyle bulduk ve bize bunu Allah emretti derler, Allah, de, edepsizliği emretmez, bilmediğiniz şeyleri Allahın üzerine mi atıyorsunuz? (Elmalı)

Ve izâ fealu fahışeten ve ne zaman çirkin bir iş işleseler, kalu vecedna aleyha abaena vAllâhu emerena Biha hemen; biz atalarımızı da bu iş üzerinde bulduk. Demek ki bize bunu Allah emretmiştir derler.

Bakınız işe, şeytanın akıl yürütmesi budur işte analojisi. Yukarıda ki analojiyi hatırlıyorsunuz değil mi? Beni ateşten, onu balçıktan yarattın ben ondan üstünüm demişti. Bu da şeytani bir analoji. Ne diyor müşrikler; Babalarımız doğru yolda idi, bi babalarımızın yolundayız, dolayısıyla biz de doğru yoldayız.

Bakın, eğer hakikati ters yüz ederseniz, eğer düşünme melekesini ala bora ederseniz, işte böyle düşünürsünüz. Hakikatin peşi sıra değil, babalarınızın peşi sıra gidersiniz ve üstelik Allah’a da iftira eder; Babalarımız yanlış yapmaz, o halde Allah bunu emretmiştir, onlar da yapmıştır dersiniz. İşte onlar böyle demişlerdi, ve bu da tarihe bir not olarak düşülüyor, kazılmış bir levha biçiminde ilahi kelama giriyor.

kul innAllâhe lâ ye’muru Bil fahşa’ De ki; Kesinlikle Allah çirkin bir şeyi emretmez. etekulune alAllâhi ma lâ ta’lemun; Yoksa siz hiç bilmediğiniz bir şeyi Allah’a mı yakıştırıyorsunuz.

29-) Kul emera Rabbiy Bil kıst* ve ekıymu vücuheküm ‘ınde külli mescidin ved’ûhu muhlisıyne lehüddiyn* kema bedeeküm te’udun;

De ki: “Rabbim her şeyin hakkını vererek yaşamayı emretti… Her mescidde vechlerinizi ikame edin (tam teslim olmuşluğun sonucu olarak benliğinizin ortadan kalkışını yaşayın) ve Din anlayışınızı sadece O’na has kılarak O’na dua edin… Başlangıcınızdaki gibi (cennette Âdem’in yaratılışı üzere) O’na döneceksiniz!” (A.Hulusi)

29 – Deki: Rabbim, Adl-ü insafı emretti, hem her mescit de yüzlerinizi doğru tutun ve ona, dini mahza onun için hâlis kılarak, ibadet edin, sizi iptida o yarattığı gibi yine ona döneceksiniz. (Elmalı)

Kul emera Rabbiy Bil kıst De ki; Benim rabbim sadece doğru olanın yapılmasını emretmiştir.

Evet onlara cevap ver; Allah’a iftira eden bu mantık her çağda, bugün her an karşılaşabilirsiniz bu mantıkla. Yapar, adetini ibadetleştirir ve bunu da Allah emretti diye sunar insanlara. İbadeti de tabii ki adetleştirecektir. İşte onlara de ki; Benim rabbim sadece doğru olanın yapılmasını emretmiştir. De.

ve ekıymu vücuheküm ‘ınde külli mescid Siz Allah’a sadakatini ispat için giriştiğiniz her işte bütün varlığınızla ona yönelin.

Burada ki Vech;

İnnî veccehtu vechiye lillezî.. En,am/79 ayetinde ki vech ile aynı. Yani bütün varlığı ile Allah’a yönelmek. Vech, yüz anlamına gelir kelime anlamı itibarıyla ama, bir şeyin zatı, kendisi, tamamı demektir. Çünkü Küll den cüz dür.

En’am 162. Ayetteki andımız da işte buradaki hakikati en açık ifade eden bir ayettir.

Kul inne salâtî ve nusukî.. tüm çabam isteğim, ve nusukî ve tüm ibadetlerim, ve mahyâye ve memâtî ölümüm ve hayatım, lillâhi rabbil âlemîn (En’am/162) Alemlerin rabbi olan Allah’a armağan olsun biçiminde ki bu ilahi and, işte burada bütün varlığı ile Allah’a yönelmenin bir başka ifadesi idi.

Burada ki Mescit, Allah’a bağlılık amacıyla girişilmiş her eylem için kullanılabilir. Ki mescit hem ismi zaman, hem ismi mekandır. Fakat burada daha genel bir anlamı var. Çünkü secde, insanın Allah karşısında ki esas duruşunun ideal sembolüdür.

ved’ûhu muhlisıyne lehüddiyn ve dini yalnızca O’na has kılarak ta yürekten yalvarın. kema bedeeküm te’udun; başlangıçta sizi nasıl yarattıysa, sonunda yine O’na döneceksiniz.

30-) Feriykan heda ve feriykan hakka alyahimüd dalaletü, innehümüt tehazüş şeyatıyne evliyâe min dunillâhi ve yahsebune ennehüm mühtedun;

Bir kısmınıza hidâyet etti, bir kısmınız üzerine de dalâlet hak oldu! Muhakkak ki onlar (dalâlet hak olanlar), Allâh’ı bırakıp şeytanları (saptıranları) dostlar edindiler… Sanıyorlar ki kendileri hidâyet üzeredirler! (A.Hulusi)

30 – Bir kısmına hidayet buyurdu, bir kısmına da dalalet Hakk oldu, çünkü bunlar, Allah’ı bırakıp Şeytanları evliya ittihâz ettiler, bir de kendilerini hidâyette zannederler. (Elmalı)

Feriykan heda O bazılarınızı doğru yola sevk edecek, ve feriykan hakka alyahimüd dalaletü fakat bazıları içinde doğru yoldan sapmak kaçınılmaz olacak.

Hakka aleyhim, sapmanın tek sorumlusu, sapanın kendisidir. Gerçeğine dikkat çekiyor bu ibare. Şeytani mazereti ret. Yani beni falan saptırdı, beni Allah saptırdı diyemez haşa..! Eğer sapmışsanız, kendi tercihinizle sapmışsınız. Onun için sapmak bazıları için kaçınılmaz olacak.

innehümüt tehazüş şeyatıyne evliyâe min dunillâh çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytani duygularının hakimiyetine girecek. ve yahsebune ennehüm mühtedun; Üstelik onlar doğru yolu bulduklarını sanacaklar.

Zaten öyledir. Tüm sapmalar, tüm sapıklıklar, tüm sapıklar doğru yolda olduklarını sanarak saparlar ve saptırırlar. İddiaları da budur. Şeytan bile doğru yolda olduğunu düşünerek, ya da iddia ederek sapmakta ve saptırmaktadır.

31-) Ya Beniy Ademe huzû ziyneteküm ‘ınde külli mescidin ve külu veşrebu ve lâ tüsrifu* inneHU lâ yuhıbbul müsrifiyn;

Ey Âdemoğulları her secde mahallinde zinetinizi giyin… Yeyin, için (bunları değerlendirin), israf etmeyin (gereksiz şekilde kullanmayın)… Çünkü O, israf edenleri (elindeki nimetleri gereksiz yere kullananları) sevmez! (A.Hulusi)

31 – Ey Âdem oğulları! her mescit huzurunda ziynetinizi tutunun, ve yiyin, için de israf etmeyin, çünkü o müsrifleri sevmez. (Elmalı)

Ya Beniy Adem Ey Adem oğulları, ey insanlık,  huzû ziyneteküm ‘ınde külli mescid Allah’a sadakatinizi ispat için giriştiğiniz her eylemde ziynet ve zarafetinizi takının.

Müşriklerin tarihsel bir eylemine atıf yapılıyor. Ki tüm tefsirler onu naklederler, Müşrikler Kabe’yi çıplak tavaf ederlerdi. Özellikle Mekke de oturan soylular değil, dışarıdan gelenler Kabe’yi çıplak tavaf ederlerdi ve gerekçe olarak ta biz bu elbiselerle günah işliyoruz derlerdi. Yani pire için yorgan yakmak tabiri bunu ifade edebileceği gibi, şöyle bir zaafa da dikkat çeker; Dindarlık gösterisi. Sahte dindarlık gösterisi gerçek erdem, gerçek ibadeti terk ederken, sahte dindarlık gösterisi insanı böyle rezil ve kepaze edecek bir hale de sokar. Akıl ve mantığı açığa alır.

Tabii ki burada bir sektör söz konusu. Mekke’de ki bu müşrik uygulamada kendi elbiseleri ile giremiyorlar, tavaf edemiyorlar. Ederlerse dayak yiyorlardı tefsirlerin verdiği bilgilere göre. Peki ya kendi elbiseleri ile edemeyecek, çıplak tavaf edecek dışarıdan gelenler, Mekkeliler değil, ya da bir Mekke linin elbisesini kiralayacak. İşte sektör. Sahte dindarlık mutlaka sektör yaratır. Din sektörü ve o sektör de birilerinin işine geldiği için hurafeyi körüklerler. Batıl Hakk olmaya başlar, adet ibadet olmaya başlar, tabii ki ibadette adetleşir.

ve külu veşrebu ve lâ tüsrifu yiyin, için ama israf etmeyin. inneHU lâ yuhıbbul müsrifiyn; Çünkü O israf edenleri sevmez.

32-) Kul men harrame ziynetellahilletiy ahrece li ıbadiHİ vettayyibati miner rızk* kul hiye lilleziyne amenû fiyl hayatid dünya halisaten yevmel kıyameti, kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’lemun;

De ki: “Kim Allâh’ın, kulları için çıkarmış olduğu güzelliklerini ve rızkın temiz – pak olanını haram etti?”… De ki: “Onlar, dünya hayatında iman edenlere helaldir; kıyamet gününde ise yalnızca onlara ait olacaktır.” Kavrayabilecekler için işaretlerimizi işte böyle tafsil ediyoruz. (A.Hulusi)

32 – De ki Allahın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz hoş rızkları kim haram etmiş? De ki: Onlar Dünya hayatta iman edenler için kıyamet günü halıs olacaktır, bu suretle ilim ehli olanlar için âyetleri tafsil ediyoruz. (Elmalı)

Kul men harrame ziynetellahilletiy ahrece li ıbadiHİ vettayyibati miner rızk Sor bakayım, Allah’ın kulları için yarattığı güzellikleri, temiz ve helal rızkları yasaklayan kimmiş..!

Çileciliği, dünyayı terk eden anlayışı ve ruhbanlığı red. Yok öyle. Yer yüzünde ki tüm güzellikler en çok müminlere yakışır. Onun için yer yüzü müminlere bir emanettir. Emanete ne ihanet edin, ne de emaneti bir başkasına bırakın demektir bu.

kul hiye lilleziyne amenû fiyl hayatid dünya halisaten yevmel kıyame Cevapla, bunlar dünya hayatında, yani yer yüzünün nimetleri dünya hayatında herkesle birlikte imana erenler için kıyamet günü ise, yalnızca onlara has olacaktır. Ahiretin güzellikleri yalnız iman edenlerindir. Dünya güzellikleri ise, çalışanlaradır. Müminleredir de tabii. Müminler çalışırsa o güzelliklerden müminler yararlanırlar. Bu ayetin mesajı bu.

kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’lemun; Kavrama yeteneği olan bir toplum için ayetlerimizi işte böyle açık ve net dile getiriyoruz.

33-) Kul innema harrame Rabbiyel fevahışe ma zahera minha ve ma betane vel isme vel bağye Bi ğayril hakkı ve en tüşriku Billâhi ma lem yünezzil Bihi sültanen ve en tekulu alAllâhi ma lâ ta’lemun;

De ki: “Gerçek şu ki, Rabbim sadece şunları haram kılmıştır: Fuhşiyatın açık ve gizli olanını; ismi (Allâh indînde suç olanları); bağyi (başkalarındaki güzelliklere göz dikip ele geçirme hırsını); ortak koşmanız için, hakkında hiçbir delil olmayan şeyi şirk koşmanızı ve Allâh üzerine bilmediğiniz şeyleri konuşmanızı.” (A.Hulusi)

33 – Rabbim, de, ancak şunları haram buyurdu: Bütün fuhşiyyatı, açığını, gizlisini ve her türlü vebali, ve haksızlıkla bağyi ve Allaha hiç bir zaman bir bürhan indirmediği her hangi bir şeyi şirk koşmanızı, ve Allaha bilmediğiniz şeyler isnat etmenizi haram buyurdu. (Elmalı)

Kul innema harrame Rabbiyel fevahışe ma zahera minha ve ma betan De ki; Benim rabbim yalnızca açık ya da gizli, yüz kızartıcı davranışları, vel isme günahın her türünü, vel bağye Bi ğayril hakk Haksız yere bir başkasının malına göz dikmeyi,  ve en tüşriku Billâhi ma lem yünezzil Bihi sültane her hangi bir delil indirmediği halde Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırmanızı, ve en tekulu alAllâhi ma lâ ta’lemun; hakkında bilginizin olmadığı şeyi Allah’a atfetmenizi yasaklamıştır. Yani Allah’ın yasakladıklarını siz serbest bırakıp, hatta ibadet telakki ediyorsunuz, Allah’ın serbest kıldığını ise yasaklıyorsunuz. İşte bu hakikati ters yüz etmektir ve hurafenin yükseldiği yerde gerçek inanç batar. Burada söylenen de budur.

Sahte dindarlık gösterisine dikkat çekiliyor. Hep hakikati ters yüz eder sahte dindarlar. Gerçek dindarlığı, ruhunu öldürür sahte dindarlık. Sınırları belirsizleştirir. Bakarsınız sahte sahte din gösterileri icat eder, ama gerçek dindarlığın canına okur bu sefer.

34-) Ve li külli ümmetin ecel* feizâ cae ecelühüm lâ yeste’hırune saaten ve lâ yestakdimun;

Her topluluğun takdir edilmiş bir ömrü vardır… Onların ömrünün sonu geldiğinde, ne bir an ertelenebilir, ne de öne alabilirler. (A.Hulusi)

34 – Her ümmet için bir müddet mukadder, müddetleri gelince bir lâhza geri de kalmazlar, öne de geçemezler. (Elmalı)

Ve li külli ümmetin ecel işte sahte dindarlığı yücelten Mekke müşrik toplumunun şahsında kendisinin ölümsüz olduğunu iddia eden tüm uygarlıklara ilahi bir kanun ve uyarı; Ve li külli ümmetin ecel her topluluk için bir vade vardır. feizâ cae ecelühüm lâ yeste’hırune saaten ve lâ yestakdimun; vadesi dolduğu vakit onu bir an ne erteleyebilirler ne de öne alabilirler. Medeniyet çevriminin yasasıdır bu ayet ve her yeryüzünde tuğyan eden, Allah’a baş kaldıran, Allah’a meydan okuyan bir medeniyetin mutlaka bir vadesi vardır. Toplumsal sünnetullahtır bu.

Hitler 1933 de; Biz bin yıllık bir geleceği inşa ediyoruz demişti. 1943 te ilk yenilgisini tattığında iki sıfırda yanıldığını anladı. Biz bin yıllık geleceği inşa ediyoruz diyenleri akıbetini Allah işte Kur’an da böyle haber verir. Çünkü gelecek, gerçek gelecek, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olanlarındır.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
2 Yorum

Yazan: 04 Ağustos 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

2 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. A’RAF SURESİ (01-34)(51)

  1. Yusuf YAMAN

    03 Mayıs 2016 at 15:03

    Merhabalar
    Araf Suresi 31. ayetinde, “Ey adem oğulları her Mescide gittiğinizde süslü elbiselerinizi giyin ve güzel rızıklarınızı alın yiyin için fakat israf etmeyin” şeklindeki çeviri daha doğru olmaz mı?

     
    • ekabirweb

      03 Mayıs 2016 at 16:54

      Merhaba. ‘Araf/31 ayeti dediğiniz gibi meallendirilebilir. Fakat İslamoğlu hocam tefsir olarak işlediği için tarihi konumu olarak ele almış. Konuya başka açıdan, mesela Tasavvufi açıdan bakarsak ta; “süs” bildiğimiz giysiler denince doğruluk ve ihlas gibi kavramlar anlaşılır. İ. Arabi şöyle açıklar;
      “Şöyle ki: birinci secde makamının süsü, ameli sırf Allah için yapmak (ihlas)tır. İkinci secde makamının süsü, tevekkül etmek, şartlarını gözetmektir. Üçüncü secde makamının süsü, rıza halinin hakkını vermektir. Dördüncü secde makamının süsü, Hakk’a dair hakikatle tahkikte yerleşik ve kalıcı olmak, istikametin haklarını ve şartlarını gözetmektir.” Der. Okuyan hangi açıklamayı benimsiyorsa onu seçer. Esen kalın Allah’a emanet olun.

       

Yorum bırakın