RSS

İslamoğlu Tef. Ders. A’RAF SURESİ (127-151)(55)

18 Ağu

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde A’raf suresinin 126. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursanız bu ayetlerde tarihin ender rastladığı bir iman devriminin öyküsü anlatılıyordu. Firavunun, Hz. Musa ile gönderilen ilahi belgelere karşı kendi sihirbazlarıyla meydan okuyuşu fiyaskoyla sonuçlanmış, sihirbazlar imanın ve mucizenin gücü karşısında boyun eğmekten ve Allah’a secde etmekten başka bir yol bulamamışlardı.

Koca bir firavunlar ülkesinin başkentinde, ülkenin kalabalıklarının, halkının gözleri önünde gerçekleşen bu iman devrimi Kur’an tarafından da bize inkılap olarak aktarılmıştı.

İşte bu iman inkılabı, yer yüzünün en büyük inkılabı olan, ki bir insanın gönlündeki şeytan iktidarını devirip de iman iktidarını kurması, yeryüzünün en büyük inkılabıdır. İşte bu anlamda doğrudan bir hidayete mazhar olan, muhatap olan sihirbazların secdeye kapanıp iman etmesi üzerine firavunun tehdidi gelmişti ve onlar da demişlerdi ki; “Olsun, biz nasıl olsa Allah’a dönecek, en sonunda ona kavuşacak değil miydik.” Bir anlık doğrudan iman inkılabı onları işte böylesine derin bir bilinç, böylesine Allah’a yakınlık bilincine kavuşturmuştu. O ayetlerin ardından konu şöyle devam ediyor;

127-) Ve kalel meleü min kavmi fir’avne etezeru Musa ve kavmehu li yüfsidu fiyl Ardı ve yezerake ve alihetek* kale senukattilu ebnaehüm ve nestahyiy nisaehüm* ve inna fevkahüm kahirun;

Firavun çevresindeki ileri gelenler: “Musa’yı ve halkını, yeryüzünde bozgunculuk yapıp, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye mi bırakıyorsun?” dediler… (Firavun da): “Oğullarını öldürüp, kadınlarını diri bırakacağız… Biz onların üzerinde kahredici güce sahibiz” dedi. (A.Hulusi)

127 – Firavunun kavminden yine o cemiyet ya, dediler: Musâ’yı ve kavmini bırakacaksın ki seni ve ilâhlarını bıraksın da yer yüzünde fesat çıkârsınlar? Yine, dedi: Oğullarını öldürürüz ve kadınlarını diri tutarız, yine tepelerinde mutlak kahrımızı yürütürüz. (Elmalı)

Ve kalel meleü min kavmi fir’avn firavun toplumunun seçkinleri dediler ki; etezeru Musa ve kavmehu li yüfsidu fiyl Ardı ve yezerake ve alihetek Yani sen şimdi Musa’yı ve halkını, seni ve tanrılarını bırakıp ülkede terör ve anarşi, ülkede kargaşa çıkarsınlar diye mi kendi başlarına bırakacaksın.

Mantığı görüyoruz, görüyorsunuz değerli Kur’an dostları. Firavun ve onun etrafında çıkar şebekesi Hz. Musa’yı anarşistlikle suçluyorlar. Kargaşa çıkarmakla, terörle suçluyorlar.

Suçlayanlar kim, suçlayanlar, ülkenin kanını emenler. Firavun ülkesinin halkını sömürenler, zulmedenler, ahlaksızlık yapanlar, kara servet sahipleri, Musa’yı hakikatin mümessili olan, vahyi, insanlığın değişmez değerlerini ülkeye taşımak isteyen ve o insanların konforunu bozan Hz. Musa’yı, kargaşa çıkarmakla, terörle suçluyorlar. Fesat ve anarşi yaymakla suçluyorlar.

Hani bakara suresinde deniliyor ya;

Ve iza kıyle lehum lâ tüfsidu fiyl Ard.. Kendilerine; yeryüzünü fesada vermeyin, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın, insanların huzurunu kaçırmayın, haksızlık ve zulüm yapmayın denildiği zaman;

kalû innema nahnu muslihûn; (Bakara/11) derler ki utanmadan ne münasebet, biz yeryüzünde düzeni sağlıyoruz. İstikrarın garantisiyiz derler. Biz olmazsak istikrar olur mu derler. Asıl düzeni biz sağlıyoruz. Onun için de hemen arkasından rabbimiz onların maskelerini şöyle sıyırır;

Elâ innehum humulmüfsidûne ve lâkin lâ yeş’urûn; (Bakara/11) işte onlar, hayır, yoo..! asıl onlar anarşisttirler. Asıl onlar terörü körükleyenlerdir. Fakat bunun farkında değiller.

Onun için burada ters dönmüş bir bilinç görüyoruz. Zulme karşı çıkmanın adı anarşi olunca, zulmün adı da istikrar olacaktır. Veya zulmün adı istikrar, düzen nizam olunca, zulme karşı çıkmanın adı da anarşi çıkarmak olacaktır. Firavun istikrarın simgesi olunca Musa kargaşanın simgesi olacaktır. (haşa) Bu tarih boyunca böyledir.

Zalimler zulümlerini meşrulaştırmak için zulümlerine karşı çıkanları gayri meşru gösterme çabası içine girerler. Onların zulümleri olması gerekendir, Onların zulümlerine karşı yapılmış her çıkış terördür, intizamsızlıktır, kargaşadır, anarşidir. Adını öyle koyarlar.

Onun için Musa da firavunun sistemli terörüne karşı çıktığı için anarşistlikle suçlandı ve ayette de aktarıldığı gibi onlar hemen; li yüfsidu fiyl Ard ülkede anarşi çıkarmak için diye bir yafta yapıştırıverdiler Hz. Musa’ya.

Aslında ayeti kerimede; ve alihetek geçiyor. Seni ve senin ilahlarını, senin tanrılarını. Senin tanrıların ifadesi, bildiğimiz firavun portresi ile çelişiyor gibi. Firavun Kur’an da kendi dilinden;

..ene Rabbukümül’a’lâ; (Nâz’iat/24) gibi gerçekten haddini aşan bir iddiada bulunuyor. “Ben sizin en büyük rabbinizim.” Diyor. Ki Nâziat 24. ayette, ondan naklen.

Bununla firavunun tanrılarını nasıl telif edeceğiz, uyuşturacağız diye bir soru gelecek olursa, bir kez firavun ilah olduğunu iddia etmiyor. Rabb olduğunu iddia ediyor. Firavunun taşkınlığı, azgınlığı had bilmezliği, rububiyet alanında, uluhiyet alanında değil. O da biliyor yerleri ve gökleri yaratmadığını. O da biliyor istediği zaman yağmur yağdıramayacağını. O da biliyor istediği zaman istediği insanı diriltemeyeceğini.

Peki onun iddiası ne? Rububiyet alanında iddia olduğu için yeryüzünde benden başka kimse sizin üzerinizde hakimiyet iddiası güdemez. Yeryüzünde benim iktidarımı hiçbir güç paylaşamaz. Yeryüzünde mutlak manada söz sahibi benim. Dolayısıyla insan üzerinde de söz sahibi benim demeye getiriyor. İşte bu rububiyet alanındaki tanrılık iddiasıdır.

Ama buradaki ve alihetek ifadesi, yani senin tanrıların ifadesi firavunun taptığı tanrılar değil de daha çok firavunun taptırdığı, yani halkı uyutmak için taptırdığı, tapılmasına müsaade ettiği, izin verdiği totemler, ikonlar, bir takım canlı, cansız ve soyut, somut tanrılar. İşte bunlar arasında biz Keçi tanrısını görüyoruz. Bunlar arasında biz boğa, kutsal boğa tanrısını görüyoruz ki apis. Eski Mısır da ki çok tanrılı hayatın en ünlü tanrılarından biri, kutsal boğa tanrısı. Daha doğrusu kutsal sığır tanrısı, apis. Daha sonra bu tanrı, serapis adını alacaktır.

Onun için demek ki Mısır da firavunlar kendi dışlarındaki, kendilerinin iktidarına zarar vermeyecek bir takıp totemlere tapılmasına izin veriyorlardı. Bu bir uyuşturucu işlevi görüyordu. Çünkü Boğaya tapsınlar dursunlar, hiçbir boğa firavun iktidarına alternatif olamayacaktır. Firavuna karşı çıkıp ta ben sana muhalifim diyemeyecektir. Keçiye tapsınlar, koyuna tapsınlar, ki biraz önce söylediğim gibi bu tip tanrılarda vardı. Hiçbir koyun, hiçbir keçi firavun iktidarına alternatif çıkaramayacaktır. Yani firavunun hoşgörüsü buraya kadar. Eğer kendi iktidarına dokunmuyorsa, kendi zulmüne dokunmuyorsa, kendi çıkarlarına dokunmuyorsa herkes her şeye inanabilir.

İşte Mekke müşrik toplumunu tanımlıyor aslında Kur’an. Unutmayın ki bu ayetler Mekke döneminin sonlarına doğru, özellikle 10. yıldan sonra, nübüvvetin, peygamberliğin 10. yılından sonra indi. Mekke müşrik toplumu da aynen firavun toplumu gibiydi. Çıkarlarına dokunmadığı sürece her türlü ilaha hoşgörü gösteriyorlardı. Hatta 360 ilah vardı, put vardı. Bunlar içinde unutmayınız Hz. İsa ikonu ve İbrahim ikonu da vardı bu Mekke de ki 360 ikon arasında. Diyorlardı ki Resulallah’a ve Müslümanlara, bir tane de siz koyun. Yani 361 olsun ne çıkar. 360 a ses çıkarmayan 361 e de ses çıkarmaz.

Onlar tüm bölgede ki Kabe’ye gelen, hacca gelen ve bölgeye para bırakan bölgedeki ticarete katkı sağlayan tüm kabilelerin putlarını Kabe’ye koymuşlardı. Çünkü bunlarda çıkarları vardı. Yani mavi boncuk dağıtıyorlardı. Siz de gelin, sen de gel, ne olursan ol sen de gel gibi bir mantığa sahiptiler. Onun için Resulallah eğer bu tekliflerini kabul etseydi, bir ilah daha koyacaklardı Kabe’nin içine. Onlar için çok bir şey değişmeyecekti. Yeter ki iktidarlarına ortak olmasın, yeter ki istikrar adını verdikleri çıkarları sarsılmasın. Problem işte burada başlıyordu.

Onun için Musa peygamberin Mekke sinde olmuş bir olay, Muhammed peygamberin Mekke sinde anlatılıyor. İki Mekke karşılaştırılıyor. Hz. Musa’nın Mekke’si, firavun ülkesinde geçirdiği, verdiği mücadele yılları. Hz. Resulallah’ın Mekke si ise Mekke müşriklerine karşı mücadele ettiği bildiğimiz Mekke.

Burada Mekke ile Firavun başkenti, Mekke müşrik liderleri ile firavun ve etrafında ki çıkar şebekesi ve Hz. Musa ile Resulallah, Ümmeti Muhammed le, daha özelde, Resulallah’a iman eden müminlerle, Hz. Musa’ya iman eden müminler kıyaslanmakta ve burada bir ibretlik bir hadise, tarihi bir olay sunulmakta. Bu olaydan ibret alınması istenmekte. Onun için Resulallah’ın Mekke’sine, Hz. Musa’nın Mekke si ibret olarak takdim ediliyor.

kale senukattilu ebnaehüm ve nestahyiy nisaehüm Firavun, onların oğullarını öldürecek, kadınlarını sağ bırakacağız. Dedi. Etrafında ki çıkar şebekesi bu itirazı yapınca firavun onlara böyle bir vaatte bulundu. Meraklanmayın onlara ceza vereceğim, hem de öyle bir ceza ki, onları korkunç bir soykırıma uğratacağım. Dedi.

Burada; senukattilu ebnaehüm onların oğullarını öldürtecek ve nestahyiy nisaehüm kadınlarını, kızlarını değil. Nisa, kadın anlamına geliyor. Onun için şöyle bir eşleştirme yapılıyor birazda tarihi anlatılara dayanılarak. Oğullarını öldürüp kızlarını bırakacağım gibi. Aslında ayette geçen Kız değil. Ayette geçen kadın, Nisa. Benaat değil. Dolayısıyla buradaki oğullar, Arap dilindeki galibiyet, tağyip ilkesince, çocukların tamamını kapsıyor.

O halde bir açıklama koymak zorundayız. “Neden firavun çocukları öldürüyor da kadınları bırakıyor.” Parantez içinde en makul açıklama bizce şu olmalı; “evlat acısını çeksinler diye.” Kadınları bırakacağız, dokunmayacağız onlara.

Çünkü amacı onlar üzerinde ki baskıyı sürekli tutmak. Amacı onlara acı çektirmek, amacı zulüm ve işkence etmek. Yoksa çocuğun veya nesillerin devam etmesini istemese kadınları öldürmek en kestirme yol. Eğer kadınlar olmayınca çocukta doğmaz. Ama kadınları özellikle bırakıyor. Çünkü amacı acı çektirmek. Bir toplumu baskı altında işkence ile, zulümle baskı altında tutmak. Ki zaten hemen ayetin arkasından bu amaç açıkça söyleniyor.

ve inna fevkahüm kahirun; ve böylece biz onlar üzerindeki ezici baskımızı sürdürmüş olacağız diyor.

Evet, yani firavunun amacı ayetin bitişinde açıkça söyleniyor. Bu amaç onları yeryüzünden kazımak köklerini kazımak değil ki bu mümkün de değil,ü onları baskı altında tutmak. Sürekli bir acıya mahkum etmek.

128-) Kale Musa li kavmihiste’ıynû Billâhi vasbiru* innel Arda Lillâh* yurisüha men yeşaü min ıbadiHİ, vel akıbetü lil müttekıyn;

Musa kavmine dedi ki: “Allâh’tan (Ulûhiyeti dolayısıyla hakikatinizden; benliğinizi oluşturan El Esmâ’sındaki kuvveden) yardım isteyin ve sabredin… Muhakkak ki o yeryüzü, Allâh’ındır… Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar… Gelecek, korunanlarındır!” (A.Hulusi)

128 – Musâ kavmi ne siz, dedi: Allahın avn-ü inayetini isteyin ve acıya tahammül edip dayanın, her halde arz Allah’ındır ona kullarından dilediğini varis kılar, akıbet ise muttakilerindir. (Elmalı)

Kale Musa li kavmihi Musa toplumuna dedi ki onların bu tehdidi üzerine. iste’ıynû Billâhi vasbiru Allah’tan yardım isteyin ve dirençli olun. Başka ne denebilir ki..! Bu korkunç tehdit, bu korkunç zulme muhatap olmuş bir topluma başka nasıl bir teselli verilebilir ki. Bir peygamberin ağzından çıkabilecek en güzel teselli çıktı. O da Allah’a dayanın, Allah’a güvenin ve direnin. Vaspiru, vispiru, direnin. Sabredin i bu bağlamda açıkça, direnin anlamında algılamak gerekiyor.

innel Arda Lillâh* yurisüha men yeşaü min ıbadiH unutmayın ki yer yüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. vel akıbetü lil müttekıyn; gelecek, sorumlu davrananların olacaktır. Akıbet muttakilere aittir. Geleceğin inşa edicileri mutlaka Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olanlar olacaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Görüyorsunuz bu ümmete hitap eden, doğrudan bu ümmete hitap eden ayeti kerimelerde aynı kalıpla, aynı formla uyarılar kullanılıyor. Oysa bu ibare Hz. Musa’nın ağzından veriliyor. Bu da bu ümmete elbette hitap ediyor. Ama aynı zamanda bir şeyi öğreniyoruz. Demek ki insanlık tarihi boyunca tüm peygamberler aynı şeyle muştuladılar müminleri. Geleceği inşa etme gücü, geleceği inşa etme liyakati mutlaka sorumlu davranan, Allah’a karşı sorumluluğunun şuurunda olan toplumlara verilecektir.

İşte bu müjde sadece bu ümmete inen vahyin bu ümmete verdiği bir müjde değil, bu müjde insanlık tarihi boyunca vahyin temel müjdesidir, esprisidir.

129-) Kalu ûziyna min kabli en te’tiyena ve min ba’di ma ci’tena* kale ‘asa Rabbüküm en yühlike adüvveküm ve yestahlifeküm fiyl Ardı feyenzure keyfe ta’melun;

(Musa’nın kavmi) dediler ki: “Senin bize gelişinden önce de eziyet edildik, gelişinden sonra da”… (Musa) dedi ki: “Umulur ki Rabbiniz, düşmanınızı helâk eder ve (onların yerine) yeryüzünde sizi halifeler kılar da, neler yapacağınıza bakar.” (A.Hulusi)

129 – Biz, dediler: sen bize gelmezden evvel de eza edildik sen bize geldikten sonra da, umulur ki, dedi: Rabbiniz hasmınızı helâk edip de sizi yer yüzünde halife kılacak, sizin de nasıl işler yapacağınıza bakacaktır. (Elmalı)

Kalu ûziyna min kabli en te’tiyena ve min ba’di ma ci’tena Peki..! 3. bir taraf var. Firavun ve avenesi, çıkar şebekesi bir taraf. Karşısında Hz. Musa var, bir elçi bir ufuk insan. Ve 3. bir taraf ta bu acılara muhatap olan İsrail oğulları. Onların tepkisi ne oldu?

Onlar ilginç bir tepki verdiler. Adeta ilerde verecekleri tepkinin ilk işareti gibiydi bu. Ne dediler? Musa’nın toplumu dedi ki cevaben Hz. Musa’ya; Sen gelmeden önce de eza ve cefa görüyorduk, mucizelerle geldikten sonra da eza cefa görüyoruz. Diye çıkıştılar.

Bu doğru bir noktadan bakmamak demek. Aslında bu, bu toplumun kısmen de olsa ilerde Yahudileşeceğinin işaretlerini veriyordu. Yamuk bir yerden bakıldığı belli. Sen gelmeden önce de eza görüyorduk, geldikten sonra da.

Bununla Mekke de 2.000 yıl önce gerçekleşmiş bir olayın anlatılmasının sizce sebebi ne olabilir. Müminlere bir uyarı. Ama sizde Resule böyle demeyin. Demiyorlardı, demediler. Ne Sümeyye, ne Yasir, ne Ammar, ne Zinnire ve diğerleri demediler. Biz ne kazandık ki demediler. Aksine Resulallah Yasir ailesinin akşama kadar işkence gören, çölde yanan kayaların altında inim inim inletilen Yasir ailesinin yanına akşam geliyor, hallerini soruyor, Allah’ın selamını veriyor ve

– İspiru Ya ali Yasir Mev’edü kümül cenneh….

Sabredin direnin ey Yasir ailesi, randevunuz cennette diyor. Onlar sabaha kadar sanki tedavi görmüş gibi iyi oluyorlar. Rehabilite edilmiş oluyorlar. Daha sonra Ammar’dan öğrendiğimize göre bir tek bu müjde onların dayanma gücünü tekrar kazandırıyordu onlara. Ama Resulallah’a dönüpte ne kazandık ki demiyorlardı. Biz ne kazandık ki..! Cennet kazanacak olmalarını yeterli buluyorlardı.

Onun için de kurtar demiyorlardı, hiç kurtar demediler. Onların kurtuluşa verdikleri anlam bambaşka idi. Resulallah’ta o anlamı veriyordu zaten. Onun için cenneti gözlüyordu. O sebeple Mekke’de inen bu ayetler Mekke’deki eza ve cefa görenlere tarihi hatırlatıyordu. Demediniz ama yine de dikkat edin dercesine.

kale ‘asa Rabbüküm en yühlike adüvveküm ve yestahlifeküm fiyl Ardı feyenzure keyfe ta’melun; Musa cevaben dedi ki; Belki de rabbimiz düşmanımızı yok edip onların ardından sizi yer yüzüne varis kılacak. Ve sonuçta, Burası çok önemli sevgili dostlar, Ve sonuçta; feyenzure keyfe ta’melun; sizin tavır ve davranışlarınıza bakıp karar verecektir. Dedi. Yani siz de sıradasınız, sizi de göreceğiz. Allah yeryüzünde iktidarı size de devredecek. Firavun iktidarı yıkılacak, iktidar size geçecek. O zaman sizi de göreceğiz.

İşte o zaman nasıl bir muamele ile karşılaşacağınızı kendi eylemleriniz, davranışlarınız, tavırlarınız belirleyecek. Onun için sıranızı bekliyorsunuz. Adeta bu.

Allah bir indirerek, bir kaldırarak. Bir alarak, bir vererek,. Bir acı ile, bir sevinçle sınar. Tarihin yasasına bir atıf bu ayet.

..ve tilkel eyyamu nüdavilüha beynen Nas.. (Bakara140)

İşte bu dönemler, işte bu alt üst oluşlar, işte bu yükseliş ve alçalışlar, doğuş ve ölüşler, insanlar arasında, toplumlar arasında, uygarlıklar arasında döndürür dururuz. Bu bir yasa. Tarihin değişmez yasası. Ancak en son akıbet, istikbal ahirettir. Ahiret istikbali tabii ki bu sınavları başarı ile verenlerin olacaktır.

130-) Ve lekad ehazna ale fir’avne Bissiniyne ve naksın mines semerati leallehüm yezzekkerun;

Andolsun ki Âl-i Firavun’u, belki nedenini düşünürler diye, senelerle (kuraklık) ve ürün kıtlığıyla bunalttık. (A.Hulusi)

130 – Filhakika ali Firavunu tuttuk senelerce kıtlık ve hasılât eksikliğiyle sıktık, gerekti ki düşünüp ibret alsınlar. (Elmalı)

Ve lekad ehazna ale fir’avne Bissiniyne ve naksın mines semerati leallehüm yezzekkerun; Doğrusu biz firavunun halkını, akıllarını başlarına toplasınlar diye kuraklık ve ürün kıtlığına mahkum ettik.

Yeni bir pasaj ama eskimez bir yasa. Nedir o, Kozmik nizam, kozmos, aslında evrenin yapısından dolayı evrene kozmos denilir. Evrenin yapısındaki nizam ve intizam. Muhteşem uyum ve düzenden dolayı evrene kozmos ismi verilir. Kozmik nizam olan kozmosu, tesadüfle açıklamak, kozmosu kaosla açıklamaktır. Ki terörün ve anarşinin en korkuncu yürekteki terördür, inanç terörüdür. Bu da nedir, tesadüfle açıklamak varlığı. Varlığın işleyişini Allah’tan bağımsız tesadüfle açıklamak. Bu bir hayat tasavvurudur. Bu bir hayata bakış açısıdır. Varlığı tesadüfle açıklayanın sorumluluk duygusu olmaz.

Onun için bu ayette ürün kıtlığı ve kuraklığı tesadüfle açıklayacaksınız eğer, unutmayın ki iste bu mantığınız yüzünden siz bu hale geldiniz. Doğrudan bu inancınızı etkiliyor. Allah ile bağlantısız olmadığını anlayın artık. Artık Allah’tan bağımsız bir alan olmadığını bilin. Başınıza gelen kıtlık gibi, kuraklık gibi felaketlerin dahi Allah’tan bağımsız gelmediğine inanın.

Bu alandaki tesadüf açıklamanız sizi sonuçta insanlara korkunç zulümler yapan bir iktidar haline getiriyor. Çünkü problem orada başlıyor. Yüreğinizde başlıyor. Önce anarşi, önce zulüm, önce terör yüreğinizde ve zihninizde oluşuyor, siz yüreğinizde oluşan bu terörü toprağa aktarıyorsunuz. İktidarı elinize geçirince iktidarınız, terör  iktidarı haline geliyor.

Niçin, çünkü kainatta bir nizam olduğunu, intizam olduğunu, varlığın tesadüfle alakasının olmadığını, tesadüf tanrısını inkar edince Allah’a iman etmenin zorunlu olduğunu anlayacak, Allah’a iman ederseniz eşyaya, mahlukata, insana hürmet edeceksiniz. Muhterem olarak bakacaksınız. Onun hürmetini zedelemeyeceksiniz.

Bir insanın canına kıymayı, bir insanlığı öldürmek gibi göreceksiniz. O zaman bir otun, bir ağacın dahi yeryüzünde aktif bir rolü olduğunu anlayacaksınız ve kendi rolünüzü arayacak, o halde ben senaryodaki rolümü üstlenmeliyim diyecek ve sorumluluğunuzu üstleneceksiniz.

Gördünüz ya, zihinde başlayan terör nasıl en sonunda bütün bir toplumu terörize ediyor. O insanın eline verdiğiniz iktidarın gücü ve etkisi oranında toplumda yankısını gösteriyorsa, zihinde başlamış bir iman, yürekte başlamış bir iman da o insanın elindeki iktidar araçlarını imanın hizmetine veren bir nizam, muhteşem bir düzen, bir sevgi halesi ve bir sorumluluk bilinci içerisinde yer yüzüne yayıyor. Bu böyle, ayetinde söylediği bu.

131-) Feizâ caethümül hasenetü kalu lena hazih* ve in tusıbhüm seyyietün yettayyeru Bi Musa ve men me’ahu, elâ innema tairuhüm indAllâhi ve lâkinne ekserehüm lâ ya’lemun;

Onlara bir iyilik geldiğinde: “Bu bizim getirimizdir” dediler… Onlara bir kötülük geldiğinde de, Musa ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna yordular… Dikkat edin, onların uğursuzluk kabul ettiği, ancak Allâh indîndedir… Fakat onların çoğunluğu bunu kavrayamaz! (A.Hulusi)

131 – Fakat kendilerine iyilik geldiği zaman ha, bu bizim hakkımız dediler, ve başlarına bir kötülük gelirse Musâ ile maiyetindekilerden teşe’üm ediyorlardı, şum kuşları ise ancak Allah yanındadır ve lâkin ekserîsi bilmezlerdi. (Elmalı)

 

Feizâ caethümül hasenetü kalu lena hazihi

Bu yaptığım tefsirle çok doğrudan orantılı. Bu tefsiri gerçekten de temelde destekleyen bir ayetle sürüyor pasaj ve diyor ki; Oysa ki onlar kendilerine ne zaman bir iyilik ulaşsa, bu zaten bizim hakkımızdı derler. Mantık bu, biraz önceki yaptığım tefsir ne kadar oturuyor, örtüşüyor görüyorsunuz. Mantık bu, Allah’tan bağımsız düşününce zihin, Allah’tan bağımsız anlamlandırınca felaketi de saadeti de, belayı da nimeti de Allah’la irtibatsız bir biçimde değerlendiriyor. Ve diyorlar ki nimetler karşısında, zaten bu bizim hakkımızdı.

ve in tusıbhüm seyyietün yettayyeru Bi Musa ve men me’ahu zaten doğal olarak arkası böyle gelecekti. Fakat ne zaman da bir kötülük dokunsa firavun ve avenesine, halkına, Musa ve onunla birlikte olanların uğursuzluğuna yorarlardı.

Görüyorsunuz değil mi, 3.000 yılda değişen pek bir şey yok. Bana öyle geliyor sevgili Kur’an dostları. 3.000 yıl geçti aradan ama çok fazla bir şey değişmiyor. İmanın ve küfrün mantığında temelde. İmanın mantığı da Musa’nın mantığının bir devamı, küfrün mantığı da firavunun mantığının bir devamı.

İnkarın mantığı hep aynı. Allah’ın müdahalesini inkar eden bir mantık bu. Ama öbür tarafta Allah’ın eşyaya müdahalesini inkar eden korkunç biçimde, hem de gülünç biçimde uğura inanıyor, uğursuzluğa inanıyor. Yani bir hurafe, korkunç bir hurafe mantığı var. İnanılması gereken esaslara inanmayanlar, hurafeye inanırlar.

Bu tarih boyunca bir yasa gibidir ve her çağda bunu görürsünüz. Modern hurafelere baksanıza..! Rakamlara uğur ve uğursuzluk atfedenler, eşyaya uğur ve uğursuzluk atfedenler, canlılara hayvanlara uğur ve uğursuzluk atfedenler, yıldızlara, burçlara uğur ve uğursuzluk atfedenler..! Bakınız bunları dışarıdan; ”akılcı” , “Rasyonalist”, veya  “rasyonel”, “ilerici”, “modern” görürsünüz öyle görünümlüdür bunlar ama oldukça ilkel, oldukça klan tabiatlı, oldukça geri bir inanç dünyaları vardır. Hem de belki de yeryüzünün en ilkeli diyebileceğimiz, putperest, anemist kabilelerinde olan, ipe sapa gelmez inanç hurafeleri ile doludur yürek ve zihinleri.

Nasıl telif edeceksiniz, birbiri ile nasıl uyuşturacaksınız. Öyledir. Yürek boşluk kabul etmez. Tıpkı hayat gibi. Eğer imanı alırsanız, yerine şeytan gelir. Eğer imanı alırsanız yerini hurafe doldurur.

Onun için bakınız firavun toplumu da böyle. Nimetler için Allah’a şükretmiyorlar ama, felaketlerde Musa’nın uğursuzluğuna yoruyorlar.

elâ innema tairuhüm indAllâh bu cevap her çağ için geçerli. Yooo..! yoo.. hayır, onların uğursuzluğa yordukları şey Allah katındandır asıl. Evet, cevap bu. Yani siz hedef saptırıyorsunuz, gündem saptırıyorsunuz. Gerçeği görmek istemiyorsunuz. Allah’ı görmemek için Allah’ın yerine uğuru koyuyorsunuz.

Düşünebiliyor musunuz, alabora olmuş bir mantık, ters dönmüş bir mantık, korkunç bir mantık.Uğur diye bir tanrı, bir put icat etmektir bu. Başka bir şey değil ve Allah’tan bağımsız bir hayat olduğunu iddia etmek için bu kadar abesleşmeye, bu kadar mantıksızlaşmaya gerek var mı diyeceksiniz, ama küfrün mantığı yok ki,

ve lâkinne ekserehüm lâ ya’lemun; Fakat onların çoğu bunun farkında bile değil.

Taşı gediğine koydu ayet. Yani onların aslında düşünme melekeleri dumura uğramış, onun için bilmiyorlar, görmüyorlar, duymuyorlar. Adeta kör sağır davranıyorlar.

132-) Ve kalu mehma te’tina Bihi min ayetin li tesharena Biha, fema nahnü leke Bi mu’miniyn;

Ve dediler ki: “Bizi büyülemek için her ne mucize getirirsen getir, biz sana iman etmeyiz!” (A.Hulusi)

132 – Ve sen bizi büyülemek için her ne âyet getirsen imkânı yok sana inanacak değiliz derlerdi. (Elmalı)

Ve kalu mehma te’tina Bihi min ayetin li tesharena Biha Musa’ya dediler ki; Bizi büyülemek için hangi delil getirirsen getir, fema nahnü leke Bi mu’miniyn; yine de sana inanmayacağız.

Gerçekten azim bir çelişki. Uğura inan, mucizeyi inkar et. Biraz önce bilinç alaborası dedim ya, bilinç ters dönmesi işte bu. Uğura inan, git hurafeye inan, ama gözünle gördüğün mucizeyi inkar et. Bu böyle. Bilinç ters dönerse, insan eşyayı, hakikati amuda kalkarak algılamaya çalışırsa, her şey ters gelir. Onları düzeltmeye kalkar kendince. Tabii düzeltmeye kalktığı her şeyi de ters çevirir. İşte zulüm budur aslında.

Aslında zulüm bir şeyi yerinden etmek, bir şeyin konumunu bozmak demektir. Hayata ters bakanlar, hayatta müdahale ettikleri her şeyin konumunu bozarlar. İnsana müdahale ederler, insanın konumunu bozarlar. Eşyaya müdahale ederler, eşyanın konumunu bozarlar. Bakarsınız müdahale edebildikleri her yerde onun için anarşi vardır, huzursuzluk vardır. Onun için müdahale edebildikleri her yerde terör vardır. Zulüm vardır, işkence vardır.

133-) Feerselna aleyhimüt tufane vel cerade vel kummele veddafadia veddeme âyâtin mufassalatin festekberu ve kânu kavmen mücrimiyn;

Biz de onların üzerine tafsilâtlı işaretler olarak tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan yağdırdık! (Yine de) büyüklendiler ve suçlu bir topluluk oldular. (A.Hulusi)

133 – Biz de kudretimizin ayrı ayrı âyetleri olmak üzere başlarına tufan gönderdik, çekirge gönderdik, haşarat gönderdik, kurbağalar gönderdik, kan gönderdik yine inat ettiler ve çok mücrim bir kavim oldular. (Elmalı)

Feerselna aleyhimüt tufane Buradaki fee Ta’kıbiye dir, bütün işte bu tavırları yüzünden bunun üzerine ne oldu; Bizde onlara tufanı..!

Tufan, farklı farklı karşılıklar almış özellikle ıstılah kitaplarında. Ragıp el Isfahani; Kapsamlı felaket diye karşılamış. Tac-ul Aruz sahibi ise kitlesel ölüm getiren bir bela diyor. Ama açıktır ki tufan, sel ve su baskınları, ölümlere yol açan su ve sel baskınları olsa gerek. Ki Mısır’ın en büyük felaketlerinden biri Nil’in yılda birkaç kez kabarıp etrafında canlı adına ne varsa silip süpürüp götürmesi idi.

Onun içinde iğrenç bir gelenek oluşturmuşlar her yıl Nil kabarmasın diye içlerinden genç terütaze bir çocuğu, bir kız çocuğunu canlı canlı ırmağa atar boğarlar, ona kurban edip ırmak tanrısını teskin etmek için rüşvet vermiş olurlardı. Yani biraz önceki ayetlerle bu eski Mısır da ki gelenek arasında ne kadar ilginç bir irtibat var değil mi. Ayetlerin söylediği hakikatle. Yani gerçeğe iman etmezse insan, nasıl kendi soyuna hakarete yöneliyor, zulme yöneliyor. İşte bu Mısır geleneği, eski Mısır geleneği. Canlı canlı kız çocuğunu Nil’e atıp boğulmasını seyretmek. Hangi vicdan, hangi insaf, hangi insani duygu ile bir insan veya insanlık bunu izleyebilir.

İşte Allah belirlemezse hayatın esaslarını, insan kendi kısır aklı ile belirlemeye kalkar ve Allah’ı dışlarsa orada olacak olan budur.

Bugün olmuyor demeyiniz lütfen. Bugün modern tanrılara, modern yöntemlerle sunuyorlar insanları. Belki bu günün çağın modern tanrılarına öyle teker teker sunmuyorlar. Modern çağın modern tanrıları sırf 25 yıl içerisinde kopan iki dünya savaşında 60 milyon insanın kanını içiyor. Ama yine de doymuyor. Onun için bugün artık geliştik canım böyle şeyler olmaz demeyin lütfen. Modern çağın modern putları var, totemleri var, tanrıları var ve onların uğruna eskisinden çok daha fazla insan kurban ediliyor.

vel cerade vel kummele veddafadia veddeme kurbağa sürülerini, yani ondan önce cerad var, çekirge sürülerini, kurbağa sürülerini ve haşereleri vel kummel, bizde kınığ diye geçmiş, işte oradan geçen bir sözcük. Ve kan kırmızı suyu musallat ettik onlara.

Bunların hepsi firavun ve halkının başına gelen, Allah’ın vahyine karşı direndikleri için başına gelen belalar ve musibetler. Bu belaların ayrıntıları zaten Ahdi kadim’de, Kitab ı Mukaddes de ayrıntıları ile ele alınmış ve açıklanmış, anlatılmış.

âyâtin mufassalatin festekberu ve kânu kavmen mücrimiyn; Bunlar apaçık mesajlardı. Fakat yine de büyüklük tasladılar. Zira onlar günaha batmış bir toplumdu. Şeytanlaşmışlardı yani.

Musibet; müminin imanını, kafirin inkarını artırır sevgili dostlar. Onun için bu yasa o gün de geçerli idi. O günde müminlerin imanını artıran bu musibetler, kafirlerin inkarını artırmıştı.

[Ek bilgi; FİRAVUNA KARŞI GERÇEKLEŞEN BELÂLAR.

Kan Belası;

Musa’yla Harun RAB’bin buyurduğu gibi yaptılar. Harun firavunla görevlilerinin gözü önünde değneğini kaldırıp ırmağın sularına vurdu. Bütün sular kana dönüştü.(20)

Kurbağa belası;

Böylece Harun elini Mısır’ın suları üzerine uzattı; kurbağalar çıkıp Mısır’ı kapladı.(6)

Firavun Musa’yla Harun’u çağırtıp, “RAB’be dua edin, benim ve halkımın üzerinden kurbağaları uzaklaştırsın” dedi,

Sivrisinek Belası;

Öyle yaptılar. Harun elindeki değneği uzatıp yere vurunca, insanlarla hayvanların üzerine sivrisinekler üşüştü. Mısır’da yerin bütün tozu sivrisineğe dönüştü.(17)

Büyücüler firavuna, “Bu işte Tanrı’nın parmağı var” dediler. Ne var ki, RAB’bin söylediği gibi firavun inat etti, Musa’yla Harun’u dinlemedi.(19)

At Sineği Belası;

Halkımı salıvermezsen senin, görevlilerinin, halkının, evlerinin üzerine at sineği yağdıracağım. Mısırlılar’ın evleri ve üzerinde yaşadıkları topraklar at sinekleriyle dolup taşacak.(21)

RAB Musa’nın isteğini yerine getirdi; firavunun, görevlilerinin, halkının üzerinden at sineklerini uzaklaştırdı. Tek sinek kalmadı.(31)

Hayvanların Ölümü;

RAB İsrailliler’le Mısırlılar’ın hayvanlarına farklı davranacak. İsrailliler’in hayvanlarından hiçbiri ölmeyecek.’ ”(4)

Ertesi gün RAB dediğini yaptı: Mısırlılar’ın hayvanları büyük çapta öldü. Ama İsrailliler’in hayvanlarından hiçbiri ölmedi. (6)

Çıban Belası;

Kurum bütün Mısır’ın üzerinde ince bir toza dönüşecek; ülkenin her yanındaki insanların, hayvanların bedenlerinde irinli çıbanlar çıkacak.”(9)

Büyücüler çıbandan ötürü Musa’nın karşısında duramaz oldular. Çünkü bütün Mısırlılar’da olduğu gibi onlarda da çıbanlar çıkmıştı. (11)

Dolu Belası;

RAB Musa’ya, “Elini göğe doğru uzat” dedi, “Mısır’ın her yerine, insanların, hayvanların, kırdaki bütün bitkilerin üzerine dolu yağsın.” (22)

Şiddetli dolu yağıyor, sürekli şimşek çakıyordu. Mısır Mısır olalı böylesi bir dolu görmemişti.(24)

Yalnız İsrailliler’in yaşadığı Goşen bölgesine dolu düşmedi.(26)

Çekirge belası;

Musa değneğini Mısır’ın üzerine uzattı. Bütün o gün ve gece RAB ülkede doğu rüzgarı estirdi. Sabah olunca da doğu rüzgarı çekirgeleri getirdi. (13)

Toprağın üzerini öyle kapladılar ki, ülke kapkara kesildi. Bütün bitkileri, dolunun zarar vermediği ağaçlarda kalan meyvelerin hepsini yediler. Mısır’ın hiçbir yerinde, ne ağaçlarda, ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı.(15)

 “Lütfen bir kez daha günahımı bağışlayın ve Tanrınız RAB’be dua edin; bu ölümcül belayı üzerimden uzaklaştırsın.”(17)

RAB rüzgarı çok şiddetli batı rüzgarına döndürdü. Rüzgar çekirgeleri sürükleyip Kamış Denizi’ne döktü. Mısır’da tek çekirge kalmadı. (19)

Karanlık Belası:

Musa elini göğe doğru uzattı, Mısır üç gün koyu karanlığa gömüldü. (22)

Kitabı Mukaddes – Mısırdan çıkış.

http://incil.info/kitap/Misirdan+Cikis/7 ]

 

134-) Ve lemma veka’a aleyhimürriczü kalu ya Mused’u lena Rabbeke Bi ma ahide ‘ındek* lein keşefte annerricze lenu’minenne leke ve le nursilenne me’ake beniy israiyl;

Üzerlerine bu azap geldiğinde: “Ey Musa! Sözleşmene dayanarak, bizim için Rabbine dua et… Şayet bu azabı bizden kaldırırsan, muhakkak ki sana iman edeceğiz ve mutlaka İsrail oğullarını seninle beraber göndereceğiz” dediler. (A.Hulusi)

134 – Vaktaki azab üzerlerine çöktü, ya Musâ! dediler: Bizim için rabbine dua et, sana olan ahdi hürmetine, eğer bizden bu azâbı sıyırırsan kasem olsun ki sana katiyen iman ederiz ve Beni İsraîl’i seninle beraber mutlak göndeririz. (Elmalı)

Ve lemma veka’a aleyhimürriczü kalu Bu musibetlerin başlarına geldiği her zaman şu vaatte bulunurlardı.

İşte tam tipik bir küfür davranışı. Musibet başına gelince, yani başı sıkışınca şu vaatte bulunurlardı.

ya Mused’u lena Rabbeke Bi ma ahide ‘ındek ey Musa, seninle yaptığı peygamberlik hürmetine bizim için rabbine dua et, lein keşefte annerricze lenu’minenne leke ve le nursilenne me’ake beniy israiyl; eğer o musibeti bizden uzaklaştırırsa söz, sana inanacak ve İsrail oğullarının seninle gitmesine izin vereceğiz.

Her musibet gelişinde, başları her sıkışmada böyle bir vaade bulunuyorlar. Peki ya devamı?

135-) Felemma keşefna anhümürricze ila ecelin hüm baliğuhu izâ hüm yenküsûn;

Kendilerine verdiğimiz mühlet sona erene kadar onlardan bu azabı kaldırdığımızda, bir de bakarsın ki onlar yine sözlerinden dönmüşler! (A.Hulusi)

135 – Vaktaki erişecekleri bir müddete kadar azâbı kendilerinden sıyırdık derhal yeminlerini bozdular. (Elmalı)

Felemma keşefna anhümürricze ila ecelin hüm baliğuhu izâ hüm yenküsûn; fakat sözlerini gerçekleştirecekleri bir süre için musibeti kaldırdığımız her seferinde ise gerisin geri sözlerinden dönerlerdi.

Hiçte sürpriz değil, hiçte garip değil. Fıtrat sözüne ihanet eden musibet sözüne neden sadakat göstersin ki. Onlar bir kere var oluşlarına ihanet ettiler. Çünkü küfür var oluşa ihanettir. Kişi kendi var oluşuna ihanet ediyorsa, musibet sözüne neden sadakat göstersin. Onun için onlar da göstermediler.

136-) Fentekamna minhüm feağraknahüm fiyl yemmi Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn;

(Bu sebeple) onlara yaptıklarının sonucunu şiddetle yaşattık; mucizelerimizi – işaretlerimizi yalanlamaları ve onlardan gaflete düşmeleri dolayısıyla, onları denizde boğduk! (A.Hulusi)

136 – Biz de âyetlerimizi tekzip ettikleri ve onlara kulak asmadıkları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk. (Elmalı)

Fentekamna minhüm Göstermediler de ne oldu? Ne oldu, en sonunda bizde bunun acısını onlardan çıkardık. feağraknahüm fiyl yemmi Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn; Ayetlerimizi yalanladıkları ve onlara kayıtsız kaldıkları, dikkatinizi çekerim. ve kânu anha ğafiliyn; Onlara karşı kayıtsız kaldıkları, aldırmazlıkları, vurdum duymazlıkları yüzünden hepsini denizde boğduk.

Kayıtsız kalmak, bu önemli. Altını çizmeli bunun. Aldırmamak, karşı çıkmakla aynı görülüyor. Allah’ın tuttuğu karnede aldırmazlıkla karşı çıkmak, aynı suça, aynı nota tekabül ediyor. Onun için hakikat karşısında aldırmayanlar, sessiz kalanlar, zulme karşı sessiz kalanlar, zulmedenlere ortak olanlar gibi değerlendiriliyor. Buradan rahatlıkla bu çıkarılabilir.

137-) Ve evresnel kavmelleziyne kânu yüstad’afune meşarikal’Ardı ve meğaribehelletiy barekna fıyha* ve temmet kelimetü Rabbikel Husna alâ beniy israiyle Bi ma saberu* ve demmerna ma kâne yasne’u fir’avnü ve kavmühu ve ma kânu ya’rişun;

Hor görülüp güçsüz bırakılmış topluluğu, içinde bereketler oluşturduğumuz yeryüzünün doğularına ve batılarına mirasçı kıldık… Rabbinin İsrailoğullarına olan o en güzel sözü, sabretmeleri sonucu yerine geldi. Firavun ve halkının yapageldikleri şeyleri ve dikip yükselttiklerini de yerle bir ettik! (A.Hulusi)

137 – Ve o hırpalanıp ezilmekte bulunan kavmi ma’hud Arzın bereketlerle donattığımız maşrıklarına Mağribilerine varis kıldık ve Rabbinin Beni İsraîl’e olan o güzel kelimesi sabır etmeleri sebebiyle tamamen tahakkuk etti de Firavun ile kavminin yapa geldikleri masnûâtı ve yükselttikleri binaları yerlere serdik. (Elmalı)

Ve evresnel kavmelleziyne kânu yüstad’afune meşarikal’Ardı ve meğaribehelletiy barekna fıyha Bir zamanlar hor görülüp ezilen insanları, toprağını bereketli kıldığımız ülkenin en doğusundan en batısına kadar tamamına hakim kıldık.

Buradaki barekna fıyha ibaresi, isra suresinin 1. ayetinde, ki yaklaşık bir ifade olarak gelir. Kutsallıktan çok bize göre verimlilik, toprak bereketi anlamına gelir, alınmalıdır. Çünkü ikisinde de bereket toprağa izafe edilmiştir. Fiyha burada.

Subhanelleziy esra Bi abdiHİ leylen minel Mescidil Harami ilel Mescidil Aksalleziy barekna havlehu..(İsra/1) Orada da Havlehu, etrafını, etrafındaki araziyi anlamına. Onun için buradaki bereket, daha çok toprak bereketi, verimlilik olsa gerek.

Ali İmran/ 96 da ki Bekke’ye, Kabe’nin içinde bulunduğu vadi olan bekke vadisine atfedilen bereket ise daha farklı.

..Bi Bekkete mübareken.. Ali İmran/96 Yalın olarak geliyor orada ve Kabe vadisine atfediliyor, toprağa değil. Zaten toprağın bitek olmadığı, verimsiz olduğu İbrahim Suresinin 37. ayetinde açıkça zikredilmiş.

..Bi vadin ğayri ziy zer’ın ‘ınde.. İbrahim/37.

Hz. İbrahim Allah’a dua ederken; Ben neslimi, çocuklarımı, eşimi, bitek olmayan, verimsiz, hiç ot bitmeyen bir araziye bıraktım diyor.

Onun için adeta burada ki barekna,  ğayri ziy zer’ın ifadesinin karşıtı. Yani bitek olan, bitek olmayan gibi düşünülürse sanırım daha doğru olur.

ve temmet kelimetü Rabbikel Husna alâ beniy israiyle Bi ma saberu ve rabbinin İsrail oğullarına verdiği güzel bir gelecek vaadi, onların sabırlarına karşılık olarak işte böyle gerçekleşmiş oldu. Bu vaat hangi vaatti, bu surenin 128. ayetinde Musa peygamberin dilinden verilen vaat. İşte o vaat gerçekleşti.

ve demmerna ma kâne yasne’u fir’avnü ve kavmühu ve ma kânu ya’rişun;

Bu çok önemli, Firavun ve avenesinin mimarı olduğu kibir uygarlığını işte böylece tarihe gömdük.

Kibir uygarlığı diye çevirdim, Çok fazla müdahil olmuş değilim bu çeviriyi yaparken. Çok serbest bir çeviri de sanmayın bunu. Aslında literal olarak ya’rişun sözcüğünün anlam alanı içerisinde kalarak bu çeviriyi yaptım. Çünkü aş, aynı kökten gelir. Görkem, yüce, kalmış, dikilmiş anlamına gelir. Herhalde buradan firavun uygarlığının görkemini tasdik ediyor değildir, bu görkemin bir başkaldırı, bir kibir uygarlığı olduğunu söylüyor Kur’an. Yani kibir uygarlığı, Allah’a karşı başkaldırı uygarlığı. Elindeki iktidar imkanını Allah’a başkaldırmak için kullanan bir uygarlık. Onun için ben de oradan yola çıkarak ya’rişun ibaresini kibir uygarlığı olarak çevirdim ve tüm tarihin kibir uygarlıklarının akıbetini işte buradan yola çıkarak görebilirsiniz.

138-) Ve cavezna Bi beniy israiylel bahre feetev alâ kavmin ya’küfune alâ asnamin lehüm* kalu ya Musec’al lena ilâhen kema lehüm aliheh* kale inneküm kavmün techelun;

İsrail oğullarına denizi geçirttik… Kendilerine ait putlara tapınan bir topluluğa ulaştılar. Dediler ki: “Ey Musa… Onların sahip olduğu ilâhlar gibi bizim için bir ilâh oluştur”… (Musa) dedi ki: “Muhakkak ki siz çok cahilsiniz!” (A.Hulusi)

138 – Ve Beni İsraîl’e denizi atlattık, derken bir kavme vardılar, toplanmışlar kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı, ya Musâ! dediler: Bunların bir çok ilâhları olduğu gibi sen de bize bir ilâh yap, siz, dedi: Gerçekten cahillik ediyorsunuz. (Elmalı)

Ve cavezna Bi beniy israiylel bahre sonunda İsrail oğullarını denizden geçirdik.

Bu deniz, kızıl deniz denilir genellikle ama bizce daha büyük bir ihtimalle burada sözü edilen, geçilen deniz, firavunun da içinde boğulduğu deniz, bugün artık kara haline gelen ve daha sonradan üzerinde Süveyş kanalının açıldığı, ki Süveyş kanalı açılmazdan önce, binlerce yıl önce kanalın olduğu yer yine denizdi. Onun için oralar önce deniz iken sonradan yavaş yavaş suları çekilip önce sığ bir denize, sonra bataklığa, sonra sazlık ve kamışlığa dönüşecektir. İşte daha büyük bir ihtimalle hadise burada gerçekleşmiş olmalı.

Kur’an neden olaylar arasında bir bağlantı kurmadan sadece belli noktalara zum yaparak geçiyor derseniz eğer, Kur’an ın maksadı bize hadisenin öyküsünü, hikayesini sunmak değil. Kur’an tarih kitabı değil. Kur’an burada ahlaki ilkelere, ahlaki motiflere dikkat çekiyor. Bizim dikkatimizi, ibret alacağımız noktalara çekip geçiyor. Amacı da öğüt vermek ve ibret almamızı sağlamak. Yoksa olayın tarihi detaylarını bize aktarıp ta bir tarih kitabının yaptığını yapmak değil. Onun için de Kur’an bize bu gibi hadiseleri anlatırken, sadece anlattığı bağlamla ilgili kısımlarını alır, diğer kısımlarını bırakır ve anlatırken olaylar arasında zamansal bir bağlantı da kurmayabilir kimi zaman. Hatta bazen takdim-tehir yapar. Sonradan olmuş olayı önce, önceden olmuş olayı sonradan nakledebilir. Bunlar esasa ilişkin şeyler değildir. Kur’an ın maksadı bize, tarihte yaşanmış o hadiseden yola çıkarak Allah’ın yasalarını öğretmektir.

feetev alâ kavmin ya’küfune alâ asnamin lehüm Derken bir takıp putlara tapınan insanlarla karşılaştılar İsrail oğulları. Kurtuldular, bakınız Allah’ın rahmeti sayesinde düşmanlarından kurtuldular, yolda puta tapan bir topluma rastladılar.

Kalu ne deseler beğenirsiniz peygamberleri olan Hz. Musa’ya, ya Musec’al lena ilâhen kema lehüm aliheh Ey Musa dediler, onların tanrısı gibi bize de bir tanrı tedarik ediver.

İşe bakın, Allah’a şükredecekleri bir noktadalar. Korkunç bir zulümden kurtarılmışlar, muhteşem bir mucize ile ve geldikleri nokta burası. İşte Müslüman İsrail oğullarının Yahudileştiği nokta burası. Müslüman İsrail oğullarının Yahudileştiği nokta.

Bu ümmete taa..!  başından bir uyarı, daha baştan uyarı. Yahudileşmeyin ey Ümmeti Muhammed. Siz de Müslüman İsrail oğullarının yaptığı gibi Yahudileşmeyin.

Tabii şöyle bir soru gelebilir akla. Nasıl olabilir, bu kadar mı körler, bu kadar mı vurdum duymazlar, bu kadar mı sapmaya hazırlar. Yani yaşadıklarını hiç yaşamamış gibi davranmaları mümkün mü. Bunun açıklamasını belki ilerde gelecek ayetlerle vereceğiz, ama hemen şunu söyleyeyim ki onlar, muhtemelen Amâlika kavimlerinden birinin, putperest kavimlerinden birinin içinden geçtiler yerleşim merkezlerinden ve onların taptığı putları gördüler. Ama ilginçtir onların heykelini yaptıkları, daha sonra yapacakları, daha doğrusu heykelini yapacakları buzağıdan anlıyoruz ki, aslında onlar Mısır’a tapıyorlar. Düşmanlarına tapıyorlar. Onu ilerde göreceğiz.

kale inneküm kavmün techelun; Musa cevaben dedi ki; Siz sahiden de cahil bir toplumsunuz, ne kadar cahil adamlarsınız dedi.

139-) İnne haülai mütebberun mahüm fiyhi ve batılün ma kânu ya’melun;

“Muhakkak ki onların inanç ve uygulamaları helâkı oluşturur! Yapmakta oldukları da boştur.” (A.Hulusi)

139 –  Çünkü o gördüklerinizin, içinde bulundukları din helâke mahkûmdur, ve bütün yaptıkları batıldır. (Elmalı)

İnne haülai şunlara gelince, şu imrendiğiniz putperest topluma gelince; mütebberun mahüm fiyhi ve batılün ma kânu ya’melun; yaşam tarzları onları yok oluşa sürükleyecektir. Zira onların yaptıkları, saçmalıktan başka bir şey değildir.

Gerçekten de anlamsız, boş bir şeydi. Onun için mahüm fiyhi burada yaşam tarzı biçiminde çevirdim; ..alâ ma entüm aleyhi.. (Ali İmran/179) gibi tıpkı buda. Bu gibi kalıplar Arap dilinde hemen hemen üzerinde bulunduğumuz şey, yaşanılan şey, yaşanılan gerçek anlamlarına gelir ki, işte tam da yaşam tarzı, hayat tarzı demektir.

 

140-) Kale eğayrAllâhi ebğıyküm ilâhen ve HUve faddaleküm alel alemiyn;

“O sizi âlemlere (insanlara) üstün kılmışken (hilâfet hakikatini bildirmesi nedeniyle), sizin için Allâh’tan gayrı bir ilâh mı düşüneyim” dedi. (A.Hulusi)

140 – Hiç, dedi, Ben size Allah dan başka bir ilâh mı isterim? O, sizi âlemlerin üstüne geçirdi. (Elmalı)

Kale eğayrAllâhi ebğıyküm ilâhen ve ekledi, kim, Hz. Musa tabii ki. Size Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım şimdi, ve HUve faddaleküm alel alemiyn; Üstelik o bütün insanlar arasından vahyi taşıma onurunu size bahşetmişken.

141-) Ve iz enceynaküm min ali fir’avne yesumuneküm suel azâb* yükattilune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm* ve fiy zâliküm belaün min Rabbiküm azıym;

Hani (şunu da hatırlayın) sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık… (Hani onlar) azabın en kötüsünü size tattırıyorlardı; erkek çocuklarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlardı… İşte bunda sizin için, Rabbiniz tarafından büyük deneme vardı. (A.Hulusi)

141 – Hem düşünseniz, a sizi Ali Firavundan kurtardığımız hengâmı, size azabın kötüsünü peyliyorlardı, oğullarınızı boyuna katlediyorlar, kadınlarınızı diri tutuyorlardı, bunda size rabbiniz tarafından azîm bir imtihan var. (Elmalı)

Ve iz enceynaküm min ali fir’avne yesumuneküm suel azâb Dahası, hatırlayın ki size en berbat acıları yaşatan Firavun toplumunun elinden kurtarmıştık sizi. Yani Musa o kadar dedi ama ben dahasını hatırlatayım, diyerek sözü birinci ağızdan, yani rabbimizden naklen verilen bu söz, ben dahasını hatırlatayım diyor rabbimiz.

Size en iğrenç acıları yaşatan firavun toplumun elinden kurtarmıştık. yükattilune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm onlar oğullarınızı öldürtüp evlat acısı çektirmek için kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. ve fiy zâliküm belaün min Rabbiküm azıym; İşte bu rabbiniz tarafından tabi tutulduğunuz büyük bir sınavdı.

142-) Ve va’adna Musa selasiyne leyleten, ve etmemnaha Bi aşrin fetemme miykatü Rabbihi erbe’ıyne leyleten ve kale Musa liehıyhi Harunahlüfniy fiy kavmiy ve aslıh ve lâ tettebı’ sebiylel müfsidiyn;

Musa’ya otuz geceyi vadettik… Sonra ona on ekledik; böylece Rabbinin tayin ettiği süreç kırk geceye tamamlandı… Musa, kardeşi Harun’a: “Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et ve fesat çıkarmak isteyenlere uyma!” dedi. (A.Hulusi)

142 – Bir de Musâ’ya otuz geceye vaat verdik ve anı bir on ile tamamladık, bu sûretle rabbinin mîkatı tam kırk gece oldu ve Musâ kardeşi Harun’a şöyle dedi: kavmim içinde bana halef ol, ıslâha çalış da müfsitler yoluna gitme. (Elmalı)

Ve va’adna Bir başka enstantane sergileniyor aynı İsrail oğullarının Yahudileşme serüveninden ve devam ediyor ayetler;

Ve va’adna Musa selasiyne leyleten, ve etmemnaha Bi aşrin Ve Musa’ya 30 gecelik bir süre tayin ettik ve buna 10 gece daha ekledik.

Bu neden 30 ve 10 biçiminde geliyor, şöyle izah edebiliriz sahih rivayetlere göre ve İbn. Abbas’ın da görüşü bu. Tercüman ül Kur’an olan İbn. Abbas’ın; İlk 30 gün Resulallah’ın “hıra” sına bedel olan bir yürek hazırlığı. Vahyin iniş üssü olan kalp hazırlanıyor vahyin inişine. Son 1o gün ise 10 emir talim ettiriliyor. Musa A.S. a gelen on emir. Bunu sahih rivayetler bize böyle açıklıyorlar.

fetemme miykatü Rabbihi erbe’ıyne leyleten böylece rabbinin tayin ettiği süre 40 geceye tamamlanmış oldu. Aslında Miykad, hem ismi zaman, hem ismi mekan, hatta hem de mimli mastar formu olduğu için rabbinin tayin ettiği süre, rabbinin tayin ettiği yer. Gibi anlamlara da gelir.

 ve kale Musa liehıyhi Harun ve Musa kardeşi Harun’a dedi ki;

ahlüfniy fiy kavmiy ve aslıh ve lâ tettebı’ sebiylel müfsidiyn; Halkımın arasındaki görevimi sen üstlen, düzeni sağla, sakın bozguncuların yoluna sapma.

143-) Ve lemma cae Musa limiykatina ve kellemehu Rabbuhu, kale Rabbi eriniy enzur ileyKE, kale len teraniy ve lakininzur ilelcebeli feinistekarre mekanehu fesevfe teraniy* felemma tecella Rabbuhu lilcebeli ce’alehu dekken ve harra Musa sa’ıka* felemma efaka kale subhaneKE tübtü ileyKE ve ene evvelül mu’miniyn;

Musa, takdir ettiğimiz süreç tamamlandığında; Rabbi de Ona seslenince, (şöyle) dedi: “Rabbim, göster kendini, bakayım sana!”… (Rabbi) buyurdu: “Beni, asla göremezsin!.. Fakat dağa (benlik dağı) nazar et… Şayet (tecelli ettiğimde) dağ hâlâ durursa, beni görebilirsin!”… Rabbi dağa (benliğine) tecelli edince, onu yok etti… Musa da baygın (benliğini yitirmiş olarak) düştü! Kendine döndüğünde: “Subhansın sen (seni tenzih ederim)! Sana tövbe ettim… Ben iman edenlerin ilkiyim” dedi. (A.Hulusi)

143 –  Vaktâki Musâ mikatımıza geldi, ve rabbi onu kelâmıyla taltif buyurdu, ya rab! dedi: göster bana bakayım sana, buyurdu ki: beni katiyen göremezsin ve lâkin dağa bak eğer yerinde durursa demek beni göreceksin, derken rabbi dağa bir tecelli buyurunca onu un ufrâ ediverdi, Musâ da baygın düştü, sonra vaktâki ayıldı sübhansın, dedi: sana tevbe ile döndüm ve ben müminlerin evveliyim. (Elmalı)

Ve lemma cae Musa limiykatina ve kellemehu Rabbuh ve Musa tayin ettiğimiz vakitte, ki yukarıda Miykad’ı açıklamıştık, tayin, tespit ettiğimiz yere gelince Rabbi de onunla konuştu. Kale Dedi ki Musa;..

Tarihin ender rastladığı bir hadise gerçekleşiyor. Bu an, zamanın donduğu an adeta.Musa peygamberi, tüm peygamberler içerisinde bir özelliği ile öne çıkaran; Kelimullah, Allah’la konuşan peygamber olma özelliğiyle öne çıkaran, zamanın donduğu muhteşem bir an. İnsanın tüylerini diken diken eden bir an.  

Kale Musa dediki; Rabbi eriniy enzur ileyK Rabbim göster bana zatını, göreyim seni.

Kale Allah cevap verdi; len teraniy ve lakininzur ilelcebeli feinistekarre mekanehu fesevfe teraniy asla, asla göremezsin beni dedi Allah. Fakat şu dağa bak, eğer yerinde kalırsa Bu dağ,..

Hz. Musa ile Alemlerin evrenin yaratıcısı arasında geçen bu diyalog Kur’an a o kadar canlı biçimde alınmış ki, zamanı adeta dinlerken de donduruyor. Adeta insanı çamaşır gibi sıkıyor.

Burada bir imkansızlık ifade ediliyor. Hacc suresinin 73. ayetinde;

..len yahluku zübâben ve levictemu leh.. (Hacc/73)

Diyor ya, aynı, len edatı kullanılarak. len teraniy, Len yahlıku,Yani isterse hepsi bir araya gelseler bir tek sineği dahi yaratamazlar. Bu hiçbir zaman yaratamayacaklar anlamına geliyor zaten. Burada bir imkansızlığı, bu gözlerle Allah’ı görmenin imkansızlığı dile getiriliyor.

felemma tecella Rabbuhu lilcebeli ce’alehu dekken ve harra Musa sa’ıka Kelimelere bakın, hiç Arapça bilmeseniz yine yeter. Ne olduğunu ruhunuz anlar Arapça bilmenize gerek yok. İsterseniz bir kez daha okuyayım:

felemma tecella Rabbuhu lilcebeli ce’alehu dekken ve harra Musa sa’ıka kelimelerin fonetiği sesi bile ne olduğunu gösteriyor. Ve rabbi daha tecelli eder etmez onu toza dumana çevirdi. Param parça etti. Dekka..!

Musa ise baygın yere düştü. felemma efaka kale subhaneK kendine geldiği zaman dedi ki, şanın ne yücedir senin rabbim..! tübtü ileyKE ve ene evvelül mu’miniyn; Pişmanlık duyarak sana yöneldim ve ben inananların ilkiyim. Herhalde burada inananların ilki olmaktan kasıt, Allah’a onun varlıkla birliğine inanmak değil. Çünkü o inananların ilki değil. Burada inananların ilkinden kasıt,Senin görünmeyecek olduğuna bizzat şahit olanların ilkiyim. Çünkü ilkti gerçekten. Buna bizzat şahit olanların ilki o olmuştu.

144-) Kale ya Musa innistafeytüke alenNasi Bi risalatiy ve Bi kelamiy* fehuz ma ateytüke ve kün mineş şakiriyn;

Buyurdu ki: “Ey Musa! Muhakkak ki Ben seni, risâletlerim ve kelâmım ile insanlar üzerine seçtim… Al sana verdiğimi ve şükredenlerden (değerlendirenlerden) ol!” (A.Hulusi)

144 – Buyurdu ki: ya Musâ! Haberin olsun ben risaletlerimle ve kelâmımla seni o insanların üzerine intihab eyledim, şimdi şu sana verdiğimi al ve şükrünü bilenlerden ol. (Elmalı)

Kale ya Musa innistafeytüke alenNasi Bi risalatiy ve Bi kelamiy Allah buyurdu ki; Ey Musa, mesajların yolu ile ve hitabım sayesinde seni insanlar arasından seçip onurlandırdım.

fehuz ma ateytüke ve kün mineş şakiriyn; Öyleyse sana bahşettiklerime sımsıkı sarıl ve şükredenlerden ol.

Bu ayetten peygamberliğin o anda verildiği çıkarılmamalı. Çünkü daha önce Hz. Musa’ya ilahi emirlerin geldiği zaten söyleniyordu. Ama o anda adeta peygamberlik süreci içerisinde bambaşka bir aşamaya geçildiğini de görüyoruz bu ayetle.

145-) Ve ketebna lehu fiyl’elvahı min külli şey’in mev’izaten ve tafsıylen li külli şey’in, fehuzha Bi kuvvetin ve’mür kavmeke ye’huzû Bi ahseniha* seüriyküm darel fasikıyn;

Biz Musa için levhalarda, kaçınılması gereken şeyler hakkında öğüt ve yaşam için gerekli olan şeyleri detaylarıyla yazdık… “Bunları sıkıca tut ve kavmine, bunlara en güzel şekilde uyup muhafaza etmelerini emret… (Bu hükümlere uymayan) itaatten çıkmışların yurdunu göstereceğim size.” (A.Hulusi)

145 – Ve onun için elvahta her şeyden yazdık, mev’ızaya ve ahkâmın tafsiline dair her şey’i. Haydi, dedik: bunları kuvvetle tut, kavmine de emret onları en gözeliyle tutsunlar, ileride size o fasıkların yurdunu göstereceğim. (Elmalı)

Ve ketebna lehu fiyl’elvahı min külli şey’in mev’izaten ve tafsıylen li külli şey’in ve levhalara onun için her şey hakkında öğüt, ve her konuda net anlaşılır açıklamalar yazdık. Fehuzha bu levhalar Ahdi kadim de geçen on emir ve belki de onların ayrıntıları.

Tevrat bu anlamda 10 emir ve ayrıntıları Hz. Musa’ya bir seferinde inmiştir kanaati, inancı, işte bu ayette anlatılan o on günlük vahyi iletme sürecinde verilmesinden dolayı söylenir. Ki mahiyetini Allah bilir tabii.

fehuzha Bi kuvvetin ve’mür kavmeke ye’huzû Bi ahseniha artık onlara sımsıkı sarıl, halkına da emret iyi niyetle, onlarda sıkıca sarılsınlar. Vahye tabii ki. seüriyküm darel fasikıyn; Daha durun, size yoldan çıkmışların dünyasını da göstereceğim dedi Allah.

146-) Seasrifü an âyâtiyellezine yetekebberune fiyl Ardı Bi ğayril Hakk* ve in yerav külle ayetin lâ yu’minu Biha* ve in yerav sebiyler rüşdi lâ yettehızûhu sebiyla* ve in yerav sebiylel ğayyi yettehızûhu sebiyla* zâlike Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn;

Haksız olarak arzda büyüklenenleri, mucizevî kuvvelerimden uzak tutacağım; çünkü onlar hangi mucizeyi görseler, ona iman etmezler! Rüşd yolunu görseler, o yola girmezler… Sapıklık yolunu görseler, onu yol edinirler… Bu, onların (hakikate) işaretlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfiller olmaları dolayısıyladır. (A.Hulusi)

146 – Âyetlerimden uzaklaştıracağım yer yüzünde o haksızlıkla büyüklenenleri, ki her âyeti görseler de ona iman etmezler, rüşt yolunu görseler de onu yol tutmazlar, ve eğer sapıklık yolunu görürlerse onu yol tutarlar, öyle: çünkü onlar âyetlerimizi tekzip etmeyi âdet edinmişler ve hep onlardan gâfil olagelmişlerdir. (Elmalı)

Seasrifü an âyâtiyellezine yetekebberune fiyl Ardı Bi ğayril Hakk Yeryüzünde haddini aşarak büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım. ve in yerav külle ayetin lâ yu’minu Biha isterse onlar her türlü mucizeye şahit olsunlar. Yine de ona inanmazlar.

Burada çok önemli bir uyarı var. Yine de ona inanmazlar. İsterse her türlü mucizeye şahit olsunlar, onlar yine de inanmazlar. Neden? Çünkü alabora olmuş bir bilinçle bakıyorlar. Ayetler boyunca hep buna dikkat çektim; Alabora olmuş bir bilinç, ters dönmüş bir bilinç.

ve in yerav sebiyler rüşdi lâ yettehızûhu sebiyla yine onlar Hakk yolunu görüyor olsalar bile o yoldan gitmezler. * ve in yerav sebiylel ğayyi yettehızûhu sebiyla fakat sapık yolu görünce hemen onu kendilerine yol olarak benimserler.

Ne kadar açık değil mi? Tefsire falan gerek yok, tefsir edilmiş bir biçimde gönderilmiş zaten, mufassal, zâlike Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn; İşte bu onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlara karşı umursamazlıkları nedeniyledir.

Geldi mi şimdi? Dikkat buyurun, ayetin bu son cümlesi çok önemli. Kendi bireysel ve hevai yargılarını genel, geçer tek ölçü olarak gören ve dolayısıyla bireysel sorun, kaygı ve endişelerini, mutlak ahlaki ölçülerinin, ilahi değer yargılarının üzerinde gören kibirli insanların tamamınadır işte bu ayetteki ebedi hakikat. Kendi kişisel , sübjektif görüşünü, Allah’ın insanlık için koyduğu genel yasaların, objektif yasaları üzerinde görüp, kendi kişisel kaygılarını, kendi kişisel endişelerini mutlak ahlaki ölçülerin üzerinde tutmak. İşte bu, bunlara böylesine bir mesaj.

 147-) Velleziyne kezzebu Bi âyâtiNA ve Lıkail Ahireti habitat a’malühüm* hel yüczevne illâ ma kânu ya’melun;

(Hakikate) işaretlerimizi ve âhiret likâsını (sonsuz gelecek yaşamın getirisini) yalanlayanların yaptıkları boşa gitmiştir… (Onlar) sadece yapmakta olduklarının sonucunu yaşamıyorlar mı? (A.Hulusi)

147 – Halbuki ayetlerimizi ve Âhirete kavuşacaklarını tekzip edenlerin bütün amelleri heder ola gelmiştir, her halde çekecekleri sırf kendi amellerini cezasıdır. (Elmalı)

Velleziyne kezzebu Bi âyâtiNA ve Lıkail Ahireti habitat a’malühüm Nitekim ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayan kimselerin yapıp ettikleri boşa gidecek. hel yüczevne illâ ma kânu ya’melun; öyle ya, onların yaptıklarının karşılığından başka bir şeyle mi ödüllendirilmeyi bekliyorlar.

İlginç değil mi? Soru ilginç. Yani kötüyü tercih edip iyi sonuç bekleyenlerin gülünç tavrına örtülü bir istihza. Hem kötü yapacaklar, hem de iyi karşılık bekleyecekler. Onlar yaptıklarının karşılığını almayacaklarını mı sanıyorlar. Dahası, yaptıklarından başka bir karşılık mı verileceğini umuyorlar.

Görüyorsunuz ya Allah’a bigane kalınca insanın yaptıklarının mantığı da kalmıyor. Mantık ta yok oluyor. Kötüyü yapıp iyiyi beklemek, hiç çalışmayıp ücret günü ücret talep etmek gibi.

148-) Vettehaze kavmü Musa min ba’dihi min huliyyihim ‘ıclen ceseden lehu huvar* elem yerav ennehu lâ yükellimühüm ve lâ yehdiyhim sebiyla* ittehazûhu ve kânu zalimiyn;

Musa’nın halkı ondan sonra (yani Musa’nın Tur’a çıkışından sonra), kendilerinin değerli süs eşyalarından meydana gelen, (buzağı gibi) böğürebilen buzağı heykeli edindiler… Fark edemediler mi ki o (heykel) onlarla ne kelâm edebiliyor ne de bir yola hidâyet edebiliyor? Onu (ilâh) edindiler ve zâlimler oldular (nefslerine zulmettiler)! (A.Hulusi)

148 – Musâ’nın arkasından ise kavmi tutmuşlar huliyyatlarından bir dana: böğüren bir heykel edinmişlerdi, görmemişler miydi ki o, onlara bir söz de söyleyemezdi, bir yol da gösteremezdi, fakat onu idindiler ve zalim idiler. (Elmalı)

Vettehaze kavmü Musa min ba’dihi min huliyyihim ‘ıclen ceseden lehu huvar Ve Musa’nın halkı onun peşi sıra takılardan yaptıkları ses çıkaran bir buzağı heykelini tanrı edindiler.

Yeni bir pasaj. Yukarıda kestiği konuya yeniden girdi. Aslında yukarıda anlatmayıp buraya bıraktığım şey de buydu. Musa’nın ümmeti arkasına takılan, iman edenler o ayrılınca, kendi başlarına kalınca ses çıkaran bir buzağı heykeli yapıyorlar, tanrı ediniyorlar.

elem yerav ennehu lâ yükellimühüm ve lâ yehdiyhim sebiyla Onlar, onun kedileri ile konuşmayacağını, kendilerine vahiy indirmeyeceğini, ya da yol göstermeyeceğini görmüyorlar mıydı sanki. Çok ilginç değil mi? Rabbimizin, vahyin bu sorusu çok ilginç.

ittehazûhu ve kânu zalimiyn; yine de onu tanrı edindiler. Çünkü onlar alabora olmuş bir bilinç taşıyorlardı. Zulme gömülmüş kimselerdi.

Evet sevgili dostlar, İlginç..! El ‘icl, buzağı, yani sığır yavrusu anlamına. Türkçede de öyle kullanılıyor. Neden sizce buzağı yaptılar? Başka bir şey yapamazlar mıydı. Neden buzağıya tapmaya başladılar. Aralarında Samiri isimli, yine Kur’an dan öğreniyoruz, bir sanatkar, bir kuyumcu sanatkar. Takıları topluyor Hz. Musa ayrılınca. Onlardan güzel bir altın buzağı heykeli yapıyor. Üstelik firavunların halkı korkutmak için  tanrıları, özellikle bu totemleri, keçi gibi, koyun gibi. İşte bunlar hep bereket tanrısı, tanrıları. Öküz gibi, boğa gibi hayvanlardan olan totem tanrıları, bir de rüzgara karşı koyunca ses çıkaran bir düzenekle yapıyorlar. Ki halk gerçekten ses çıkarıyor zannedip te korksun diye. İşte böyle bir put yapıyorlar.

Neden buzağı sorusu önemli. Çünkü apis, kutsal sığır, bereket tanrısı idi Mısır’ın, firavunların. Biz biliyoruz ki kökeni Muvahhit, hermetik öğretiye dayansa da, daha sonra Mısır çok tanrılı bir hale gelmiş ve yüzlerce uydurma tanrıya tapar olmuştu Mısır’lılar.

İşte onlardan biri de apis idi. Boğa tanrısı, kutsal boğa. Ki kutsal boğalardan biri ölünce yerini alacak bir buzağı bulunur, şimdi antik bir kent olan Menfis teki apiyon tapınağına yerleştirilirdi. Sığır tapınağı demektir apiyon. Sığır mabedi yerleştirilirdi. Apis rahipleri, rahipleri vardı buranın. Yani boğa, inek tanrı, etrafında rahipler.

Ne yaparlardı? Tarihin bize verdiği bilgilere göre ineğin, boğanın hareketlerini tefsir ederlerdi. Kehanet çıkarırlardı. Kuyruğunu şöyle oynatırsa böyle olacak. Şöyle böğürürse bu felaket gelecek, sağa yatarsa böyle olacak, sola yatarsa böyle olacak. Etrafında da bir yığın sığır müfessirleri vardı.

Düşünebiliyor musunuz, bir sektör haline geliyor aynı zamanda. Çok ilginç ve bu adamlar sığırın.., inektir, boğadır, hayvandır yani, hayvan. Bilinçsiz.., nasıl olur demeyin. İnsan hakikatten uzaklaşınca böylesine mantıksızlaşır ve onun hareketlerine bakarak koca bir ülkeye yön verirlerdi Apis rahipleri.

Onun için ve Yeremya kitabında, Ahdi Kadim’de Mısır çok genç ve güzel bir inek diye bir cümle var. Ben buradan yola çıkarak aslında Musa peygamberin ayrılığında bir yavru inek heykeli yapıp ta tapanlar, Mısır’a tapıyorlardı. Özlemişlerdi Mısır’ı. Düşmanlarına tapıyorlardı. Toprağa olan bağlılıkları özgürlük, iman ve onur pahasına idi. İşte bu ayette Özgürlük, onur ve iman pahasına toprağa bağlılığın olmayacağını bize gösteriyor ve böyle bir sapmayı reddediyordu.

Onun için burada İsrail oğulları düşmanına aşık olan bir tipi gösteriyordu. Böylesine bir onursuzluk.

149-) Ve lemma sukıta fiy eydiyhim ve raev ennehüm kad dallu, kalu lein lem yerhamna Rabbuna ve yağfir lena lenekûnenne minel hasiriyn;

Düşünüp, hakikatten sapmış olduklarını fark ederek pişman olduklarında: “Yemin olsun ki, Rabbimiz bize rahmet etmez ve bizi mağfiret etmez ise, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz” dediler. (A.Hulusi)

149 – Vaktâki ellerine kırağı düşürüldü ve cidden sapmış olduklarını gördüler, kasem olsun ki, dediler: eğer bize merhamet etmez de rabbimiz, mağfiret buyurmazsa her halde hüsranda kalanlardan olacağız. (Elmalı)

Ve lemma sukıta fiy eydiyhim ve raev ennehüm kad dallu, kalu Pişmanlık içinde elleri yanlarına düşüp te satmış olduklarının farkına varınca şöyle dövündüler.

lein lem yerhamna Rabbuna ve yağfir lena lenekûnenne minel hasiriyn; Eğer rabbimiz bize acıyıp ta bağışlamazsa işte o zaman biz büsbütün kaybedenlerden olacağız.

150-) Ve lemma race’a Musa ila kavmihi ğadbane esifen, kale bi’sema haleftümuniy min ba’diy, eaciltüm emre Rabbiküm* ve elkal’elvaha ve ehaze Bi re’si ehıyhi yecurruhu ileyh* kalebne ümme innel kavmestad’afuniy ve kâdu yaktüluneniy* fela tüşmit Biyel a’dae ve lâ tec’alniy me’al kavmiz zalimiyn;

Musa halkına öfkeli ve üzgün olarak döndüğünde: “Arkam sıra ne kadar çirkin şeyler yaptınız! Rabbinizin hükmünü bekleyemediniz mi?” dedi… (Derken) levhaları yere bırakıp, kardeşinin başını tuttu ve onu kendine çekti… (Harun) dedi ki: “Anamın oğlu! Muhakkak ki bu topluluk beni zayıf – güçsüz buldu ve nerede ise beni öldüreceklerdi… Düşmanlarımı sevindirme ve beni şu zâlimler topluluğu ile bir tutma!” (A.Hulusi)

150 – Vaktâki Musâ kavmine gadabnâk, esefnâk, olarak döndü, bana arkamdan ne fena halef oldunuz? Rabbinizin emrini ivdiniz mi? dedi ve elvahı bırakıverip kardeşini başından tuttu, kendine doğru çekiyordu, Anam oğlu, dedi: inan olsun bu kavim beni hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı, sen de benimle düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavim ile beraber tutma. (Elmalı)

Ve lemma race’a Musa ila kavmihi ğadbane esifen, kale Ve Musa halkının yanına döndüğünde, hüzünle karışık bir öfke ile dedi ki;

bi’sema haleftümuniy min ba’diy Benim yokluğumda ne berbat bir yol tutturmuşsunuz öyle..!

Celalli bir peygamberdi. Sert bir micaza sahipti.

eaciltüm emre Rabbiküm Rabbinizin emrini çiğnemede bu ne acele böyle.  ve elkal’elvaha ve ehaze Bi re’si ehıyhi yecurruhu ileyh hemen levhaları fırlattı, attı, kardeşinin başını kavrayıp kendine doğru çekti.

Dikkatinizi çekiyor mu? Levhaları attı. Levhalarda ne yazıyordu? Allah’ın emirleri. Peki levhaları neden attı? Şimdi böyle bir soru resmen gündem değiştirmektir. Parmak ayı gösterirken aya değil de parmağa bakmaktı. İşte bazılarının zihni böyle ters çalışır. Levhaları atmak günah değil mi? Allah’ın emrini tutmak için levhaları attı. Onun için ters çalışırsa zihin nerelerden ne çıkarır ona bir örnek olsun diye sırf burada böyle gerçekten de gülünç kaçan bir soruyu sordum.

kalebne ümme innel kavmestad’afuniy ve kâdu yaktüluneniy Harun dedi ki ona; Anamın oğlu diye yakındı bu topluluk beni etkisiz hale getirdi, hatta az kalsın canıma kastedeceklerdi. fela tüşmit Biyel a’dae ve lâ tec’alniy me’al kavmiz zalimiyn; sakın ola ki düşmanlarıma karşı beni gülünç duruma düşürme. Aman bunu yapma bana ve beni bu zalimler güruhuyla bir tutma. Diye yalvardı.

İlginçtir, Tevrat’ta ki anlatım buzağı heykelini yapma ve ona tapma eylemini Hz. Harun’a atar. Böylesine bir iftira. Tevrat’ı sonradan yazanlar, yazan kalemler kendi peygamberler de olduğu halde Hz. Harun’un put yapıp ona taptığını söyleyecek kadar ileri gidebilmişlerdir. Kur’an bunun bir iftira olduğunu adeta zımnen söylercesine bir peygambere yakışmayacak hiçbir eylemi, peygambere nispet etmez. Ancak olayın gerçeğini işte böyle verir.

151-) Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn;

(Musa) dedi ki: “Rabbim… Beni de kardeşimi de mağfiret et ve bizi rahmetine dâhil et… Sen, Erhamur Rahıymiyn’sin.” (A.Hulusi)

151 – Dedi: rabbim bana ve kardeşime mağfiret buyur ve bizi rahmetinin içine koy, sen ki erhamürrahimînsin. (Elmalı)

Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn; Musa bir peygambere yakışanı yaptı o anda ve dedi ki; Rabbim, beni bağışla, kardeşimi de bağışla ve bizi koruyucu şefkat inle kuşat. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin. Hz. Musa’nın bu duasına ta yürekten biz de amin diyor ve buna şu duayı ekliyoruz.

Rabbim, Ümmeti Musa’nın Yahudileşip yoldan çıktığı gibi, ümmeti Muhammed’i Yahudileşmekten koru.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
1 Yorum

Yazan: 18 Ağustos 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

1 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. A’RAF SURESİ (127-151)(55)

  1. Sümeyra Akgün

    24 Aralık 2023 at 08:48

    Bu siteyi hep takip ediyordum
    yazilar boyle cok kuculmus

     

Yorum bırakın