RSS

İslamoğlu Tef. Ders. TEVBE SURESİ (001-023)(61)

09 Eyl

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 

Sevgili Kuran dostları, bugün Kuran ülkesinin yepyeni bir sitesine daha girmenin heyecanını yaşıyoruz. Bu sitenin adı Tevbe.

Tevbe suresi adını 102. ve 118. ayetleri arasında Tebük seferinden geriye kalan 3 sahabinin öz eleştirisini ele aldığı için, tevbesini anlattığı için bu isimle adlandırılmış.

Aslında surenin daha başka isimleri de var. Bunlardan en meşhur olanı; Berae, Ki ilk sözcüğü, berae dir, Beraetün diye girer tevbe suresi söze. Bu müşriklerden bir ültimatom ve uyarı yoluyla el çekme, daha doğrusu onlarla ilişik kesme anlamına gelir. Sahabenin dilinde sureye başka isimler de verilmiştir.

Sure Kuran içerisinde besmelesiz başlayan tek suredir. Bu özelliği ile Kuranda biricik sure olma vasfını korur. Neden besmelesiz sorusu ise çok farklı cevaplara konu olmuş. Besmele olmaksızın başladığı konusunda hiçbir ihtilafa, hiçbir farklı görüşe yer verilmemişken bunun nedeni ve niçini konusunda çok farklı farklı düşünceler öne sürülmüştür.

Bunların tamamını bir tek sebep, bir tek başlık altında toplayacak olursak; Tevbe suresinin besmele olmaksızın başlamasına getirilen tüm yorumların temelinde, tevbe ile kendisinden önceki Enfal suresinin konuları arasındaki benzerliği söyleyebiliriz. Bu benzerlik, ki açıktır, benzerlikten kasıt konuların birbiri ile tamı tamına örtüşmesi değil belki ama, mesela Enfal suresi sözleşmelere, antlaşmalara riayetten söz ederken, ahde riayetten söz ederken, bu sure ise yapılmış bir sözleşmeyi ilga etmek, iptal etmenin hukuki sonuçlarını, hukuki düzenlemesini vermekte. Onun için böyle bir takım benzerlikler görülmektedir bu iki sure arasında.

Aslında İbn. Abbas der ki; Ben Osman’a sordum, Hz. Osman’ı kastederek neden tevbenin başına besmele koymadınız diye. Osman Şöyle dedi; Resulallah her sure indiğinde, her pasaj indiğinde şu ayetleri şuraya yerleştirin derdi. Bu sure, Kurandan en son nazil olan surelerden biridir. Dolayısıyla Resulallah bunun yerini bize söylemedi. Söylemeden ahirete göçtü. Biz de iki sure arasındaki Yani Enfal ile Tevbe arasındaki benzerliğe baktık, bu surenin müstakil bir suremi, yoksa Enfal’in bir devamı mı olduğu konusunda bir karara varamadık. Onun içinde Enfal suresinin arkasına yerleştirdik der.

Tabii bu bir rivayet. Ancak bütün bu rivayetleri toplayıp bir tek sebebe irca ettiğimizde Tevbe suresinin başında besmelenin yer almamasının en büyük nedeninin Enfal suresiyle konu bütünlüğü oluşturması olduğunu görüyoruz.

Konusuna gelince surenin, bu sure Uluslar arası ilişkilerden, bu günün hukuk terimleri ile konuşursak, uluslar arası ilişkilerden söz ederek başlayan bir sure ve daha sonra yine toplumlar arası, uluslar arası sözleşmelerle ilgili hukuki bir takım ilkeler koyuyor. Anlaşmaların iptal edilmesini dahi bir hukuka bağlayan sure, savaş hukukunu da ele alıp ayrıntılı bir biçimde işliyor.

Daha sonraki ayetlerinde iman ve nifak ayırımını temel hatlarıyla ele alıyor. Ki bakara suresinin ilk ayetlerinde olduğu gibi iman ve nifak arasındaki o temel farkı ortaya koyuyor ve en sonunda sure bir öz eleştiri nasıl yapılır sorusuna çok güzel bir örnek sunuyor.

Tebük seferine mazeretsiz olarak katılmayan 3 sahabinin dillere destan olan ve tarih içerisinde de belki de en tipik, en harika bir öz eleştiri örneği olan bu hadiseyi bize naklediyor. Ki, siz de öz eleştiri yaparken işte böylesine candan, böylesine yürekten, böylesine hatanızı savunmaksızın o hatanın bedelini ödeyerek öz eleştiri yapın., tevbe yapın, istiğfar edin diye öğüt veriyor.

1-) Beraetün minAllâhi ve RasûliHİ ilelleziyne ahedtüm minel müşrikiyn;

Ültimatomdur bu Allâh ve Rasûlünden, anlaşma yaptığınız müşriklere! (A.Hulusi)

001 – Bir ültimatom; Allah ve Resûlünden, muahede ettiğiniz müşriklere.(Elmalı)

Beraetün minAllâhi ve RasûliHİ ilelleziyne ahedtüm minel müşrikiyn; Bu, Allah ve onun elçisi tarafından şirk koşanlar içerisinden anlaşma yaptıklarınıza yönelik bir ilişik kesme ilanıdır.

Surenin ikinci ismi olan Berae, ilişik kesme ilanı anlamına gelir. Bu belki tek bir sözcükle aktarırsak, bir ültimatom, bir nota anlamını taşır.

Beraetün minel müşrikiyn; Aslında kimi hadislerde de yer alan, Resulallah’ın temel bir tavrı olarak şöhret kazanmıştır bu kalıpla. Hatırlayacaksınız, Mekke’de iken Resulallah ve ashabı ilk defa toplumsal bir eylem ortaya koyarak Kâbe den Mekke sokaklarına doğru imanı ilan eden bir ilk yürüyüş yapmışlardı. Bu yürüyüş tarihte; Beraetün minel müşrikiyn; yürüyüşü olarak şöhret buldu. Yani şirkten ve müşriklerden teberi etme, ayrışma, onlardan beri olduklarını ilan etme, onlarla alakamız yoktur, biz şirkten uzak bir toplumuz diye topluma deklare etme, ilan etme yürüyüşüydü bu.

Onun için bize beraet sözcüğü işte Mekke yıllarında, Müslümanların ilk sosyal, toplumsal, eylemi ve ilk defa sahneye bir sosyal grup olarak çıktıklarının ilanı olan Beraetün minel müşrikiyn; müşriklerden teberi etme, onlardan ayrışma yürüyüşünü hatırlatıyor.

Bu ayetler, bu 1. ayette dahil bu surenin ilk ayetleri, ki bu ayetlerin kaç olduğu konusu tartışmalı. İlk 13 ayet, ilk 20 ayet, ilk 37 ayet gibi bir takım farklı rakamlar, ama surenin ilk ayetleri, surenin tamamı gibi hicretin 9. yılında nazil oldu. Ama bu ayetlerin nazil oluş sebebi daha farklı idi. Özellikte bu yılda, Mekke’nin fethinden hemen sonraki hacc mevsiminde nazil olan bu sureler, Hz. Ebu Bekir önderliğinde Hacc kafilesi yola çıkmış idi ki Hz. Ali bu ayetleri Resulallah’ın emri ile yola çıkmış olan hacc kafilesine yetiştirdi.

Bu bir ültimatomdu, bu bir notaydı, bu bir ilişik kesme ilanı idi. Onun içinde bu ilanın tam Hacc zamanına rastlıyor olması, bölge insanlarının tamamına bu ilanı iletmek için bir fırsat bilinmişti ve Resulallah Hz. Ali ile bu ayetleri en kısa zamanda Hacc mevsimine yetiştirilmesi için Mekke’ye ilan için gönderdi.

İşte bu ayetler tarihsel olarak İslam’ın ilk defa bölgede, mutlak biçimde hükümranlığını ve iktidarını ilan ettiği ve artık şirki yok saydığı, şirkin artık Müslümanlar ve İslam için bölgede yok sayıldığının bir ilanı idi.

2-) Fesiyhu fiyl Ardı erbaate eşhürin va’lemu enneküm ğayru mu’cizillâhi ve ennAllâhe muhzil kafiriyn;

Yeryüzünde dört ay daha gezip dolaşın… İyi bilin ki, Allâh’ı âciz bırakamazsınız… Allâh (sonunda) hakikat bilgisini inkâr edenleri rezil rüsva eder. (A.Hulusi)

002 – Bundan böyle yer yüzünde dört ay istediğiniz gibi dolaşın, şunu da bilin ki siz, Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz, Allah her halde kâfirleri rüsvay edecek. (Elmalı)

Fesiyhu fiyl Ardı erbaate eşhürin bundan böyle işte size dört ay daha serbest dolaşım izni. va’lemu enneküm ğayru mu’cizillâh ama bilin ki siz Allah’ı asla atlatamayacaksınız.

Ültimatomda dört ay daha izin verilmişti. Niçin verilmişti, daha sonra gelen ayetler bu niçin i gösteriyor. Antlaşmalarına ihanet ettikleri için. Müminlerle yaptıkları tüm antlaşmalara sürekli ihanet eden müşrikler en son olarak Hudeybiye de yapılan ve yine Mekke’nin fethinde yapılan antlaşmalara ihanet ettikleri için onlara artık 4 ay süre tanınmış ve Allah’ı atlatamayacakları kendilerine haber verilmişti.

ve ennAllâhe muhzil kafiriyn; yine unutmayın ki ey Allah’a ait vasıfları Allah’tan başkasına yakıştıran yani şirk koşan kişiler. Yine unutmayın ki Allah inkarda ısrar ederseniz sizi onursuzluğa mahkum edecektir.

Muhzil, onursuzluk, Hızy bu aslında hem utanç, hem onursuzluk, hem zillet ve hem de rezil etme anlamını taşır. Ki bütün bunları birbirinin yerine burada kullanabiliriz. Allah sizi zillete mahkum edecek, Allah sizi utanç içinde bırakacak, Allah sizi imana karşı, insanın mutluluğuna karşı sonuna dek direndiğiniz için utandıracak anlamını taşır.

Tabii değerli Kuran dostları, iman onur demektir. Onur = İman. İnkarcının onuru olmaz. Neden? Çünkü İnkar aslında insanın kendi onuruna yönelttiği en büyük hakarettir, kendisine yaptığı en büyük hakarettir. Kendisine karşı yabancılaşmış olanın, kendisine saygı duyması beklenemez. İman insanın kendisi ile tanışması, barışması, kendisi, ile güvenlik anlaşması imzalamasıdır. Onun için onur en çok bir Mümine yakışır, yaraşır. Çünkü en çok kendisi ile barışık olması gereken insan, mümin olan insandır. Bu noktada inkar bir onursuzluktur.

Tabii onlar antlaşmayı iptal etmişlerdi, yukarıda da söylediğim gibi. Ki geçen derslerimizde işlediğimiz Enfal suresinin 58. ayetinde de onların bu anlaşmaya karşı ihanetlerine, müminlerin onlarla yaptığı anlaşmayı iptal izni ile bir karşılık vermeleri teklif ediliyor, hatta emrediliyordu. Yani eğer muhatabınız sizinle yaptığı antlaşmanın şartlarına uymuyorsa, siz o antlaşmada ısrar etmek durumunda değilsiniz. Eğer bir ihanetle karşılaşmışsanız artık zaten o antlaşma kendi kendini feshetmiş bir antlaşmadır demeye getiriliyordu.

3-) Ve ezânün minAllâhi ve RasûliHİ ilenNasi yevmel HaccilEkberi ennAllâhe beriyün minel müşrikiyne ve RasûluHU, fein tübtüm fehuve hayrun leküm* ve in tevelleytüm fa’lemu enneküm ğayru mu’cizillâh* ve beşşirilleziyne keferu Bi azâbin eliym;

Haccı Ekber Günü, Allâh ve Rasûlünden insanlara bir ezandır (çağrı) ki, Allâh da, O’nun Rasûlü de müşriklerden berîdir! Eğer tövbe ederseniz, sizin için daha hayırlıdır… Şayet yüz çevirirseniz, iyi bilin ki Allâh’ı âciz bırakacak değilsiniz… O hakikat bilgisini inkâr edenleri, bunun sonucu acı bir azap ile müjdele. (A.Hulusi)

003 – Bir de Allah ve Resulünden haccı ekber günü insanlara bir ilân, ki Allah müşriklerden berîdir, Resulü de, derhal tevbe ederseniz o, hakkınızda hayırdır, yok eğer aldırmazsanız biliniz ki siz, Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz ve Allah’ı, Peygamberi tanımayanlara elîm bir azabı tebşir et. (Elmalı)

Ve ezânün minAllâhi ve RasûliHİ ilenNasi yevmel HaccilEkberi ennAllâhe beriyün minel müşrikiyne ve RasûluH Yine Allah’tan ve O’nun elçisinden büyük Hacc gününde bütün insanlara yapılmış bir duyurudur ki Allah, kendine has özelliklerde başkalarını O’na ortak koşanlardan ilişiğini kesmiştir. O’nun elçisi de ilişiğini kesmiştir.

Burada Haccı ekberden söz edilmekte ayetin içinde. Aslında el haccul ekber ne anlama gelir? Bunun bir çok yorumu olabilir fakat Arapların umre için, el haccul asgar ifadesini kullandıklarını hatırlarsak, yani küçük hacc ifadesini kullandıklarını hatırlarsak, el haccul ekber aslında bizim hacc olarak bildiğimiz ve yaptığımız büyük hacca tekabül etmekte. Ama Resulallah veda haccı için yine bu kalıbı kullanıyor, Haccul ekber ibaresini kullanıyor. Fakat bazı müfessirler bu ayette bahsedilen el haccul ekberin Hz. Ebu Bekir önderliğinde, hicretin 9. yılının hac mevsiminde Mekke’ye çıkan kafilenin yaptığı büyük hacc olduğunu söyler.

fein tübtüm fehuve hayrun leküm bundan böyle tevbe ederseniz işte bu sizin için daha hayırlıdır.

Tabii ki yaptıkları anlaşmalara ihanet eden, daha doğrusu fıtrat sözleşmesine, Allah’la yaptıkları anlaşmaya ihanet eden, Allah ile yaptığı anlaşmaya ihanet ettikten sonra insanla yaptığı anlaşmaya ihanet etse ne yazar ki. Bu çok görülmemeli. İnsan Allah’a karşı hainlik yapıyorsa, hem cinslerine karşı haydi haydi hainlik yapacaktır. Onun için burada ki anlaşmalara ihanet etme vasfının aslında en derin temelinde Allah ile insanın yaptığı o fıtrat sözleşmesine ihanete bir gönderme vardır gibime geliyor.

fein tübtüm fehuve hayrun leküm eğer geri dönerseniz tevbe vazgeçmektir, yani kendinize gelirseniz. Kendinizden uzaklaştınız. Fısk budur. İnsanın kendisinden uzaklaşmasıdır fısk. Küfür insanın fıtratının, vicdanının üzerini örtmesidir. Yani örtüyü kaldırırsanız, geri kendinize gelirseniz, kendinizle barışık, tanışık ve bilişik hale gelirseniz tabii ki bu sizin için daha hayırlı olur. Bu açık, insan için her açıdan hayırlı olur. Sadece ukba, ahire açısından değil, insan – insan ilişkileri açısından, insan – eşya ilişkileri açısından, insan – çevre ilişkileri açısından ve insanın kendisi ile ilişkileri açısından hayırlı olur.

ve in tevelleytüm fa’lemu enneküm ğayru mu’cizillâh fakat, yüz çevirirseniz iyi bilin ki siz Allah’ı asla, asla aciz bırakamaz, asla atlatamazsınız.

ve beşşirilleziyne keferu Bi azâbin eliym; Nitekim inkar ve ihanette ısrar edenleri can yakıcı bir azap ile müjdele.

Ve beşşir diyor, müjdele. Burada ince bir ironi, ince bir iğneleme görüyoruz. Yani müjdelenecek bir şey yok aslında. Azap ile insan müjdelenir mi? Ama onlar, o hakikati dalgaya aldılar. Tabir caizse. Onlar gerçeğe karşı dalga geçtiler. Onlar kendilerine gönderilen ayetlerle alay ettiler. Buyursunlar şimdi, kendilerine sen de şimdi bir müjde ver. Hayatı bir eğlenceye dönüştüren bu mantığa sen de cehennemi müjdeleyebilirsin. Kendi mantığı ile hitap et ve onlara sen de ağır bir azabı, çok acı bir azabı müjdele.

4. ayetin içeriği, buradaki ve 2. ayetteki kafir sözcüklerini akidevi anlamda değil de daha çok ahlaki anlamda kullandığı gibi bir çağrışım yapıyor. Ki küfür, kafir sözcüklerinin ahlaki ağırlıkta kullanılması, nankör, nankörlük anlamındadır. İşte hlaki küfürdür bu nankörlük.

Müşrikler akidevi olarak inkarcılık yapmadan önce Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük yapmışlardı. Her kafir önce nankördür ahlaken, sonra münkirdir. Önce nimeti inkar etmiştir. Nimetin en büyüğü olan vahiy nimetini inkar etmiş, bunu inkar ederken fıtrat nimetini inkar etmiş, akıl nimetini inkar etmiş, idrak nimetini inkar etmiş, irade nimetini inkar etmiştir. Bütün bunların inkarı zaten arkasından hemen peşinden akidevi küfrü getirmiştir.

4-) İllelleziyne ‘ahedtüm minel müşrikiyne sümme lem yenkusuküm şey’en ve lem yüzahiru aleyküm ehaden feetimmu ileyhim ahdehüm ila müddetihim* innAllâhe yuhıbbul müttekıyn;

Anlaşma yaptığınız müşriklerden, (anlaşma şartlarınızda) size karşı bir eksik uygulama yapmamış, sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar hariç… Anlaşmaların süresi kadarıyla sözünüzü yerine getirin. Muhakkak ki Allâh korunanları sever. (A.Hulusi)

004 – Ancak muahede yapmış olduğunuz müşriklerden bilahare size ahitlerinde hiç bir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinizde hiç bir kimseye muzaheret etmemiş bulunanlar müstesna, bunlara müddetlerine kadar ahitlerini tamamıyla ifa edin, her halde Allah, muttakileri sever. (Elmalı)

İllelleziyne ‘ahedtüm minel müşrikiyne sümme lem yenkusuküm şey’en ve lem yüzahiru aleyküm ehade Ne ki şirk koşanlar arasından kendileri ile anlaşma yapmış olduğunuz, daha sonra bu anlaşmayı herhangi bir biçimde ihlal etmeyen ve sizin karşıtlarınızdan hiç biri ile de dayanışma içine girmeyen kimseler bunun dışındadır. Yani istisna getirdi ayet. Yukarıdaki azap ile müjdelenecek olan müşriklerin dışında bir müşrik kitlesi daha olduğunu söyledi ki onlar, yapılan anlaşmaya ihanet etmeyen ve müminlere karşı onların düşmanlarıyla dayanışma içine girmeyen müşrikler.

Dikkatinizi çekiyor mu değerli Kuran dostları, Kuran müşrikleri bir tek kategoride değerlendirmiyor. Yani süpürmüyor. Tümünü aynı çuvala koymuyor. Kuruyu ve yaşı yan yana koymuyor. Müşriktir canım, hepsi bir değil mi demiyor. Sözleşmelerine sadakat gösteren müşriklerle, anlaşmalara ihanet eden müşrikleri ayırıyor ve onlara verilen sözlerin baki olduğunu ifade ediyor. Yani onlarla insani ilişki, ahlakiye devam edilmesi gerektiğini de zımnen söylemiş oluyor.

İşte bu noktada Kuran müşrikleri dahi ayırırken, onları dahi süpürmezken bizim bir çok zaman insanlar hakkında yargılarken onlar hakkında düşünürken, bir takım sonuçlara varırken süpürücü davranmamız, toptan süpürüp atmamız, ya da toptan süpürüp almamız, hiç kuşkusuz insana verilen en büyük nimet olan seçme nimetinin, temyiz kabiliyetinin kullanılmaması ile alakalıdır.

Onun için Kuran bize aslında temyiz yeteneğini öğretiyor. Daha doğrusu kazandırıyor. Yani seçme, ayıklama, ayırma. Diyor ki; Pirinci taşı ile yemeyin. Diyor ki karpuzun kabuğunu soyun. İşte Kuranın muhataplarının temyiz kabiliyetini ayırmak için, ortaya çıkarmak için, temyiz kabiliyetlerini geliştirmek için, onlarda seçme ve ayırmayı bir yetenek haline dönüştürmek için bakıyoruz hiçbir zümreyi süpürmüyor. Toptan yaklaşmıyor. Daima seçici davranıyor. Devam ediyoruz;

feetimmu ileyhim ahdehüm ila müddetihim işte bu da delili, artık onlarla olan anlaşmanıza süresi doluncaya kadar riayet ediniz. Yani eğer bir sözleşme yapmış, ahlaki bir tavır olarak anlaşmanıza riayet etmek durumundasınız. Eğer bir sözleşme yapmışsanız. Karşınızdaki muhatabınızın kimliği değil, sizin ahlaki davranıp davranmadığınızdır önemli olan. Çünkü sözleşmeler uyulmak için yapılırlar. Muhatabınızın kimliğini bahane ederek ahlaksızlık yapamazsınız demektir bu. Yani hiçbir gayri ahlaki davranışa, muhatabınızın kimliğini bahane kılamazsınız demektir.

innAllâhe yuhıbbul müttekıyn; Unutmayın ki Allah sorumlu davrananları sever.

Burada Müttaki’yi, sorumlu olarak çevirdim. Çünkü ahlaki davranmamak sorumsuzluktur. Bu anlamda insanın, insani ilişkilerde muhatabı ile bir ahlak zemininde muamele etmesi şarttır. O nedenle akide ayetlerinin hemen ardından Kuran, ahlakla ilgili ayetleri getirir.

Bakınız Mekke’nin ilk yıllarında, peygamberliğin ilk yıllarında nazil olmuş ayetlere açınız bakınız, şu ilginç gerçeği göreceksiniz. Oruç peygamberliğin yaklaşık 15. yılında. Hacc peygamberliğin yaklaşık 19. yılında, Cuma peygamberliğin yaklaşık 13. yılında, zekat peygamberliğin yaklaşık 12 – 15. yılları arasında, tesettür peygamberliğin yaklaşık 15. yılında emredilmişken; sözünde durmak, vaadinden dönmemek, anlaşmaya riayet etmek gibi ahlaki ilkeler Peygamberliğin, evet evet, sadece 1. yılında nazil olmuştur. Bu çok ilginçtir. Bu şunu gösterir; Din binasının akidenin üzerindeki 2. katını ahlak oluşturur ve ibadetten ve muamelattan önce ahlak gelmektedir. O nedenle ahlak din binasının çekme katı değildir. Bugün bizim yaptığımız gibi. Ahlak din binasının ana katlarından biridir ve hemen akidenin yani iman esaslarının üzerinde yer alır.

5-) Fe izenselehal eşhürulhurumu faktülül müşrikiyne haysü vecedtümuhüm ve huzûhüm vahsuruhüm vak’udu lehüm külle mersad* fein tabu ve ekamus Salâte ve atevüz Zekâte fehallu sebiylehüm* innAllâhe Ğafûrun Rahıym;

Haram aylar bitince, (anlaşmayı bozup size saldıran) müşrikleri nerede bulursanız öldürün; onları yakalayıp esir alın; onların yollarını gözetleyip, geçitleri kontrol altına alın! Eğer tövbe eder, salâtı ikame eder ve zekâtı verirlerse o takdirde yollarını açın… Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

005 – O haram olan aylar çıktımı artık o bir müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun, eğer tevbe ederler ve namaz kılıp zekâtı verirlerse sebillerini tahliye edin, çünkü Allah gafur, rahîmdir. (Elmalı)

Fe izenselehal eşhürulhurumu faktülül müşrikiyne haysü vecedtümuhüm anlaşmaya ihanet edenlere karşı çok, çok sert bir hüküm getiriyor Kuran ve diyor ki; ve bu yasak aylar çıktığında,  bu yasak aylardan kasıt, ya haram aylar olarak bildiğimiz o meşhur 4 aydır. Ya da yukarıda 4 ay mühlet verin demişti. O müminlerin anlaşmayı bozanlara verdiği mühlettir, süredir. Ama bendeniz bu ikisinin de aynı anlama gelebileceğini düşünüyorum. Yani haram aylara denk geldiği için, siz bu 4 ay, yani savaşılması yasak olan bu 4 ay, onlara süre tanıyın, dokunmayın anlamına geldiğini düşünmek mümkündür.

Fe izenselehal eşhürulhurumu faktülül müşrikiyne haysü vecedtümuhüm ve bu yasak aylar çıktığında artık müşrikleri tuttuğunuz yerde öldürün.

ve huzûhüm vahsuruhüm vak’udu lehüm külle mersadin yakalayın, çepeçevre kuşatın onları. Her gözetim noktasına kurulup gözetleyin.

Evet, çok şiddetli ve heybetli ifadeler. Bütün bunlar neden? Yani Kuran;  Lâ ikrahe fid Diyni.. (Bakara/ 256) Dinde zorlama yoktur, daha doğru bir çeviri ile, zorlamanın hiçbir türü dinde yoktur diyen Kuran burada bu ayette zorlamakta ve dolayısıyla o ayetle bu ayet çelişki mi içermektedir.

Elbette doğru anladığımızda hayır. Çünkü burada; dinde, inançta bir zorlama için değil bu. Bu bir cezalandırma. Neyin cezalandırması? Farklı inanışın değil, ihanetin, sözleşmeye ihanetin cezalandırmasıdır. İnsanlar arasında, toplumlar arasında bir hukukun olması ve bu hukuka göre davranması şarttır insanların. Eğer böyle bir hukuk, böyle bir adalet geçerli olmazsa, insanların oluşturduğu bir dünya, insan dışında hayvanların oluşturduğu dünyadan daha vahşi olacaktır. Onun için burada inanca yönelik bir baskı değil, insanlar arası anlaşmaya, yani insani davranışa karşı gelen tarafın cezalandırılması söz konusudur.

Bunlar mühlet verilen anlaşmaya ihanet edenlerdir. Bu öldürün, onları kuşatın, onları çepeçevre sarın ve gözetlenebilecek her yere kurulup onları gözetleyin. Dediği Kuranın kişiler, aslında sözleşmeye, anlaşmaya ihanet etme cezasına çarptırılmış kişilerdir.

fein tabu ve ekamus Salâte ve atevüz Zekâte fehallu sebiylehüm fakat eğer onlar tevbe eder, salatı ikame eder ve arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli öderlerse işte o zaman yakalarını bırakın. Literal olarak gönderin yollarına gitsinler. fehallu sebiylehüm diyor, yollarına bırakın gitsinler.

Tabii ki burada biraz önceki sözlerimi daha bir açmam gerekecek. Eğer diyor Kuran Tevbe ederlerse, vazgeçerlerse ihanetlerinden. Dahası, salatı ikame ederlerse, namazı kılarlarsa diye çevirmedim, çünkü namazı kılarlarsa anlamı zaten içeriyor bu. Ama ben salatı ikame etmeyi, namaz kılmanın, namazın insanı vardıracağı dik duruş, esas duruş olarak çevirmek istiyorum.  Onun içini yani Allah’a karşı esas duruşlarını bozmazlar, korurlarsa. Namaz bunun için kılınır. Onun için namaz bir araçtır. Allah’a karşı insanın esas duruşunu koruma aracı. Ben aracı değil, amacı da içine alacak bir çeviri olsun, bir anlayış olsun diye tam kendi kelimeleri ile naklettim. Çevirmeksizin naklettim. Yani, salatı ikame ederlerse.

Buradaki ikame, namazı dosdoğru kılmak diye çevrilen dosdoğru kelimesi ile karşılanamaz. Buradaki ikame haddi zatında müşriklerin ve tüm insanların kendilerince bir ibadet yaptığı, fakat ibadetin eğrisini ve doğrusunun haddi zatında kim için yapıldığı ile bilineceği. Dosdoğru namaz kılmaktan maksadın, tadili erkan üzere namaz kılmak değil, namazı sadece yaratıcıya hasretmek, sadece O’nun için kılmak ve bir başka şey için kılmamak olduğunu anlıyoruz.

Bir de zekattan söz ediyor ve biz; Lâ ikrahe fid Diyni.. (Bakara/ 256) ayetini yine hatırlıyoruz. Bu durumda bu ayeti dinde zorlama yoktur, zorlamanın hiçbir türü dinde bulunmamaktadır ayetiyle nasıl te’lif edeceğiz dediğimizde aslında burada müşriklerin yakalarını müminlerin ellerinden kurtarmalarının yollarından biri naklediliyor. Yani Allah indinde en tercihe şayan olan yol naklediyor. Böyle yaparlarsa onlar kendileri için en hayırlı olan yolu seçerek sizin ellerinizden yakalarını kurtarmış olurlar denilmeye getiriliyor. Ama bu yollardan bir tek yoldur. Eğer ihanetlerinden vazgeçerlerse bu da bir yoldur, o zaman da yakalarını kurtarırlar. Ki gelecekteki ayetler zaten bunu açıkça ifade edecektir.

Burada dikkatinizi çekmiştir, salatı ikame etmek ve zekatı vermek. Ben zekatı vermeyi de arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli öderlerse biçiminde çevirdim. Evet bu bedel. Tabii ki zekat bu bedelin farz olanıdır. Ama bu bedel sadece paraya hasredilemeyecek kadar geniş bir bedeldir. Peki zekat verecek malı olmayan hiçbir bedel ödemeyecek midir diye sorulduğunda işte doğru cevap bulunmuş olur.

İhanet etmiş sözleşmeye, ihanet etmiş Allah’a, ihanet etmiş kendisine, ama zekat verecek de bir mala sahip değil. Peki bu hiçbir bedel ödemeyecek mi. Çünkü zekat aynı zamanda yücelmek kökünden türetilmiş bir sözcük, yücelmek ve onun daha altında arınmak vardır ama öncelikle saflaşmakla yücelmek anlamına gelir zekat sözcüğünün kökeni. Bu durumda insan yücelmek için eğer servet sahibiyse elbette ki farz olan zekatını verecek, fakat değilse mutlaka sahibi olduğu şeylerden bedel ödeyecek. Sıhhatten, servetten, ilimden, hayattan, evlattan, yürekten, gözden, gönülden bilgiden, duygudan, zihinden her neye sahipse, kendisine her ne verilmişse ondan ödenmesi gerekli bedeli ödeyecek.

Şöyle bir nükte kendini açıkça gösteriyor, namaz kılmak; İnsan Allah ilişkisine tekabül eder, zekat ise insan – insan ilişkisine tekabül eder. Aslında burada Kuranın söylediği şey; Onlar Allah’la ve insanla ilişkilerini düzeltirlerse anlamını taşır bir bakıma. İşte yorum budur.

innAllâhe Ğafûrun Rahıym; unutmayın ki Allah çok bağışlayandır, esirgeyendir.

Tabii ki ya İslam, ya ölüm gibi bir ikileme mahkum eden bir ayet olmadığını biraz önce açıklamaya çalıştım. Bıçak sırtı bir seçenekle sizi karşı karşıya bırakıp mahkum etmiyor bu ayet. Bu ayeti doğru anlamak için Enfal suresinin 61. ayetine bakmak lazım en yakın sure o olduğu için ona atıf yaptım, yoksa Kuranda bir çok ayete atıf yapabilirim. Ne diyordu Enfal suresinde;

Ve in cenehu lisselmi fecnah leha.. (Enfal/61)

Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de barışa yanaş. Onlar dediği işte şirk koşmakta ısrar edenlerdir. Demek ki burada asıl maksat karşıdaki insanın saldırısını durdurmaktır. Onun saldırganlığının önüne geçmek, onun imanla insan arasına engel olmasına izin vermemektir, maksat budur.

6-) Ve in ehadün minel müşrikiynestecarake feecirhu hatta yesme’a kelamAllâhi sümme eblığhu me’meneh* zâlike Bi ennehüm kavmün lâ ya’lemun;

Eğer müşriklerden biri senden pes edip, koruman altına girmek isterse, onu koruman altına al ki (sana yakınlaşarak) Allâh kelâmını işitsin; sonra onu güvende olacağı yere ulaştır… Böyle (yapmalısın), çünkü onlar (Hakikati) bilmeyen bir toplumdur. (A.Hulusi)

006 – Ve eğer müşriklerden biri aman ile yakınına gelmek isterse ona aman ver, ta ki Allahın kelâmını dinlesin, sonra da onun me’menine kadar gönder, çünkü bunlar hakikati bilmez bir kavimdirler. (Elmalı)

Ve in ehadün minel müşrikiynestecarake feecirhu ve eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isterse ona sığınak ol.

Görüyorsunuz değil mi Kuran dostları, biraz önceki yaptığım tüm yorumları destekleyen bir ayet bu. Eğer müşriklerden biri senden, kendisine sığınak olmasını isterse, ona sığınak ol diyor. Sana sığınırsa kollarını aç.

hatta yesme’a kelamAllâh neden, neden böyle yap; Bakarsın, burada ki hatta, ta..! ki diye de çevrilebilir. Ama bendeniz en uygun karşılığı sözcüğün “bakarsın” olduğunu düşündüğüm için bakarsın Allah’ın kelamına kulak verir.

Bu çok önemli. Asıl olan diriltmektir, kazanmaktır. Savaşın amacı İslam ile insan arasındaki engelin kaldırılmasıdır demiştim, işte o dur. Onu göstermektedir bu ibare. İnsanın İslam ile buluşmasını, bilişmesini, tanışmasını temin etmektir asıl olan. Onun zorla Müslüman edilmesi değildir elbet. Onun İslam’ı, suya yanmış bir yürek gibi, bir ciğer gibi, bir dudak gibi karşılaması ve İslam’ın çeşmesine gönüllü olarak dudaklarını dayamasıdır. Budur asıl olan ve insana düşen, mümine düşen, onun Allah’ın kelamıyla karşı karşıya gelmesini sağlamaktır.

sümme eblığhu me’meneh Bu da çok ilginç bir ibare, sonunda onu kendini güven içinde hissedebileceği bir yere ulaştır. Yani güvenlik içinde hissedebileceği bir yere ulaştır onu. Senin görevinden biri de budur eğer senden sığınma hakkı isterse bir müşrik.

zâlike Bi ennehüm kavmün lâ ya’lemun; Böyle davran çünkü onlar hakikati bilmeyen bir topluluktur.

Evet değerli dostlar, bu ayetin bu son cümlesi bana Uhut’u hatırlattı. Uhut’tan bir manzarayı hatırlattı. Etrafında sadece, sadece bir avuç yiğit insan kalmış olan ve müşriklerin kılıçları eteğine değecek kadar kendine yaklaşmış olan, var olmak ya da olmamak anını yaşayan sevgili peygamber, Uhut’ta, özellikle de yara aldığında Hz. Saab’ın;

“Ya Resulallah onlara beddua etmeyecek misin” teklifi karşısında ellerini kaldırıyor ve ne diyordu biliyormusunuz;

– Allahümme mağfirli kavmihi İnnehüm la ya’rifun.

Allah’ım, onları bağışla, onlara doğru yolu göster, onları doğru yola yönelt, hidayet ver. Çünkü onlar bilmiyorlar.

İşte tam da bu ayetin dediğini diyordu. zâlike Bi ennehüm kavmün lâ ya’lemun; böyle davran çünkü onlar hakikati bilmiyorlar. Bilmeyen bir topluluktur.

Hiç kuşkusuz bu bölüm öldürme emrinin dini değil, savunma amacıyla olduğunu açıklıyor. Yukarıda ki özellikle 5. ayette geçen onları öldürün emrinin inançtan kaynaklanmadığını, sadece savunma amaçlı olduğunu ve cezalandırma amaçlı olduğunu, ihaneti cezalandırma amaçlı olduğunu açıkça ifade ediyor.

7-) Keyfe yekûnü lilmüşrikiyne ‘ahdün indAllâhi ve ‘ınde RasûliHİ illelleziyne ‘ahedtüm ‘ındel MescidilHaram* fe mestekamu leküm festekıymu lehüm* innAllâhe yuhıbbul müttekıyn;

Müşriklerin, Allâh ve Rasûlünün indînde bir anlaşmaları nasıl olabilir? Mescid-i Haram indînde sözleştikleriniz müstesna… Onlar size sözlerine bağlı olarak davrandıkça, siz de onlara dosdoğru davranın… Muhakkak ki Allâh, hükmüne boyun eğerek azabından korunanları sever. (A.Hulusi)

007 – O müşriklerin Allah yanında, Resulü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak mescidi haram yanında muahede yaptıklarınız var ki bunlar size doğru durdukça siz de onlara doğru bulunun, Allah, hıyanetten sakınanları elbette sever. (Elmalı)

Keyfe yekûnü lilmüşrikiyne ‘ahdün indAllâhi ve ‘ınde RasûliH şirk koşan kimselerin Allah’la ve O’nun elçisiyle anlaşma yapmaları nasıl mümkün olabilir ki.

Burada da ve daha bir çok ayette; ve O’nun elçisine” ibaresi geçiyor ki önceki ayetlerde de aynen bu kalıp geçti. Bu özel vurgu, elçiye zeval olmaz atasözünü hatırlatıyor. Yani O’na ve aracılık ettiği mesaja yönelik her saldırı, bizzat elçiliğini yaptığı Allah’a saldırıdır denilmeye getiriliyor. Yani müşriklerin anlamadığı buydu. “Biz Allah’a inanıyoruz” diyorlardı, putlara inanmakla birlikte. Biz O’nu seviyoruz, biz O’nun beytinin bekçileriyiz, biz O’nu koruyoruz, biz O’nu gözetiyoruz. Bizim Muhammed e karşı savaşımız neden Allah’a karşı çıkmak olsun gibi bir mantık yürütüyorlardı ve bu kalıp, özellikle indAllâhi ve ‘ınde RasûliHİ Allah’a ve O’nun elçisine kalıbı, elçiye zeval olmaz ata sözünü hatırlatırcasına, Allah’ın elçisine yapılmış her türlü hakaretin Allah’a hakaret olarak telakki edileceğini ifade etmek içindi.

illelleziyne ‘ahedtüm ‘ındel MescidilHaram Ne ki sizin mescidi haram yanında kendileriyle anlaşma yaptığınız kimseler müstesna, hariç. Yani burada da süpürmedi, burada da özellikle müşrikler içerisinden bir iki kavimle müminler sözleşme yapmışlardı. Onlar sözleşmelerine sadık kaldılar. İşte o birkaç kavmi bundan istisna tutuyor.

Yine burada da açıkça görüyoruz ki müminlere, saldırı izni verilen kesim müşriklerin tamamı değil, sadece sözleşmelerine ihanet eden kesimdi.

fe mestekamu leküm festekıymu lehüm Onlar, size verdikleri söze sadık kaldıkları sürece, siz de onlara verdiğiniz söze sadık kalın.

Bu ibare de çok anlamlı, yukarıdaki ayetlerde savaşılma talimatının gerekçesinin ihanet olduğunu gösteren en açık ibare burada geldi;

innAllâhe yuhıbbul müttekıyn; Unutmayın ki Allah sorumlu davrananları sever.

Dikkatinizi çekiyor mu Kuran dostları, aziz dostlar, burada, 7. ayetin sonunda da, yine 4. ayetin sonunda da Allah’ın sevmesinden söz ediliyor. Yani sevgiden söz ediliyor. Dikkat buyurunuz sevgi, belirleyici bir öğe olarak geçiyor burada. Neden?

Bu ayetler unutmayınız, nübüvvetin son yıllarında nazil olan, hicretin 9. yılında, peygamberliğin tam 21, 22. yılında nazil olan ayetler sonunda. Bu; Allah – insan ilişkilerinin en rafine halidir. Mekke’de gelen ayetler müminleri muhatap alan ayetler azap ile korkutur idi. Ama Allah’ın terbiyesi içerisinde uzun bir yürüyüşe çıkan bu bir avuç mümin, bu terbiyenin sonlarına yaklaştıklarında artık, Allah yakar, Allah yakmaz, Allah cennete atar, Allah cehenneme atar şeklinde değil, Allah sever, Allah sevmez şeklinde oldu. Burada olduğu gibi.

İşte gördüğünüz bu ayetler nübüvvetin son yılında ya da son yılından bir önceki yılda nazil olan ayetler. Bu haseple bu ayetler İnsan – Allah ilişkisinin zirvesini temsil ediyor. Bu zirve sevgi ile izah edilir. Allah sevmezse neyin var ki, Allah severse neye muhtaçsın ki dercesine. Allah sevmez, ya da Allah sever deyince akan sular duruyor orada her şey bitiyor. Allah seviyorsa problem yok dercesine.

😎 Keyfe ve in yazheru aleyküm lâ yerkubu fiyküm illen ve lâ zimmeten, yurduneküm Bi efvahihim ve te’ba kulubühüm* ve ekseruhüm fasikun;

(Onlarla antlaşma mı) nasıl? Eğer, size üstünlük sağlasalardı sizin hakkınızda ne yemin gözetirlerdi ne de zimmet (sözleşme sorumluluğu)! Lafla sizi razı ederler, ama kalpleri kaçınır! Onların çoğunluğu bozuk inançlıdır! (A.Hulusi)

8 – Evet, nasıl olabilir ki: size bir zafer bulsalar hakkınızda ne bir zimmet gözetirler ne de bir yemin, ağızlarıyla sizi hoşnut etmeğe çalışırlar, kalpleri ise iba eder durur, zaten ekserisi insanlıktan çıkmış fasıklar. (Elmalı)

Keyfe ve in yazheru aleyküm lâ yerkubu fiyküm illen ve lâ zimme düşmanlarınızın size galip gelmeleri halinde size bağlı ne bağlayıcı bir yükümlülük, ne de anlaşmadan doğan bir sorumluluk üstlenmemişken başka basıl olabilirdi ki.

Yukarıdakinin bir devamı olarak geldi ayet. Yani şirk koşan kimselerin, Allah ile ve O’nun elçisi ile anlaşma yapmaları nasıl mümkün olabilir demişti ya 7. ayetin girişi. İşte onu açıklar tarzda diyor ki, herhangi bir yükümlülüğe ve sizinle anlaşmadan doğan bir sorumluluğa sahip olmayan bu insanlarla başka tür nasıl ilişkiye girebileceksiniz ki. Hiçbir sorumluluk taşımıyorlar. Sözleşme yapıyorsunuz sözlerinde durmuyorlar. Antlaşma yapıyorsunuz antlaşmalarına uymuyorlar. Bu insanlarla ilişkiye girmenin zemini nedir, ahlaki bir zemin yok. Başka nasıl olabilir ki diyor ayet.

Ahlaki ilkeler uğruna savaşa bir işaret bu. Savaşı, yüce insani amaca amade kılmaktır. Yani insanı yok eden, insanı öğüten, belki de insanlığın en büyük, en kötü en zaaflı alışkanlığı olan savaş ve çatışmaya, bir ahlaki amaç kazandırıyor.

Ahlaki amaç kazandıracağına savaşı yok etseydi daha iyi olmaz mıydı diye akla gelebilir. Böyle bir soru sorulabilir. Böyle bir soru belki ideal bir taleptir ama, gerçekçi bir talep değildir. Bir rüyadır: İnsanı tanımayan, insanın zaaflarını bilmeyen biri ancak böyle bir talepte bulunabilir. Bu talebin insanla, hayatla, gerçeklikle hiçbir alakası yoktur. Onun için yeryüzündeki insanlık içerisinde ki, insanın tabiatında bulunan o eksi kutbu, o negatif kutbu söküp atmadan insanlar arasında mücadeleyi, kavgayı kaldıramazsınız.

O halde yapacağınız geriye ne kalıyor, bir tek şey. O da insanlar arasındaki bu kavgayı kemik kavgası olmaktan çıkarıp daha değerli, daha yüce, daha ulvi amaçlar uğruna yapılmış ve ilkeleri olan ahlaki zeminde yapılan bir kavgaya dönüştürmek. Yani ilkeler koymak, standartlar koymak, insani bir takım çerçeve getirmek suretiyle insanda var olan ve hiçbir zaman da yol olmayacak olan çatışma boyutunu, insani amaçların hizmetine kullanmak. Bunu yapabilirsiniz. Bu makul olandır, bu insani olandır. Öbürü hayaldir, ütopyadır.

yurduneküm Bi efvahihim ve te’ba kulubühüm sözleri ile sizi hoş tutmaya çalışırken yürekleri onları yalanlamaktadır. ve ekseruhüm fasikun; Zira onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.

Bendeniz burada ki yoldan çıkmayı, dikkatinizi çekerim, müşrikler için fasık dedi ayet. Oysaki fasık ibaresi daha çok, iman edipte günah işleyenler için kullanılır. Fakat müşrikler için de fasık dedi. Burada eğer müşrikler için fasık kullanılıyorsa bu, onlar günah işledi anlamından daha öte, onlar fıtratlarının yolundan çıkmış, yani Allah ile yapmış fıtrat sözleşmesini çiğnemiş insanlardır anlamına alınmak durumundadır. Yani ahlaki davranış standartları bozulmuştu onların manasına gelir.

9-) İşterav Biâyâtillâhi semenen kaliylen fesaddu an sebiyliHİ, innehüm sae ma kânu ya’melun;

(Onlar) Allâh işaretlerini az bir değer (dünyalık zevkler) karşılığında sattılar da O’nun yolundan engellediler. Yapmakta oldukları gerçekten ne kötüdür! (A.Hulusi)

9 – Allahın âyetlerini bir semeni kalile sattılar da Allah yolundan menettiler, hakikat bunlar ne fena şeyler yapmaktalar! (Elmalı)

İşterav Biâyâtillâhi semenen kaliylen fesaddu an sebiyliH Allah’ın ayetlerini az bir menfaat karşılığında değiştiler ve O’nun yoluna engel oldular.

Burada bilinç alaborasından söz ediliyor, yani geçici olanı kalıcı olana, değerli olanı değersiz olana, pahalı olanı ucuz olana tercih etmek, bir zihin ala borası, bir değer alt üst oluşundan söz ediliyor. Eğer insan hayata karşı amuda kalkmışsa, ters bakıyorsa hiçbir şeyi doğru görmesi mümkün değildir demeye getiriyor.

innehüm sae ma kânu ya’melun; Onlar ne berbat şeyler yapıp duruyorlar.

10-) Lâ yerkubune fiy mu’minin illen ve lâ zimmeten, ve ülaike hümül mu’tedun;

Yemin veya koruma sorumluluğu bir iman edene dönük ise, onu uygulamazlar! İşte onlar haddi aşanların ta kendileridir! (A.Hulusi)

10 – Bir mümin hakkında ne bir yemin gözetirler ne bir zimmet, bunlar öyle mütecavizler. (Elmalı)

Lâ yerkubune fiy mu’minin illen ve lâ zimme bir mümin için ne bağlayıcı bir yükümlülük, ne de anlaşmadan doğan bir sorumluluk gözetiyorlar. Evet, rabbimizin üzerinde durduğu şeye bakın. Dönüp dönüp bunu dile getiriyor. İman eden bir insana karşı hiçbir sorumluluk duymuyorlar.

Özellikle burada dikkatimizi çeken şey; insana ihanet ettikleri gibi karşılarındaki muhataplarının imanına da ihanet ediyorlar ve burada belki de ayette geçen mümin ifadesi; kendisine güvenilecek ve karşısındakine de güvenen insanın güvenini zedeliyorlar. Güvenini yok sayıyorlar anlamını çağrıştırıyor.

ve ülaike hümül mu’tedun; işte böyleleri haddi aşanların ta kendileridir.

11-) Fein tabu ve ekamus Salâte ve atevüz Zekâte fe ıhvanüküm fiyd diyn* ve nufassılül’ âyâti likavmin ya’lemun;

Eğer tövbe eder, salâtı ikame eder ve zekâtı verirlerse, artık Din’de kardeşlerinizdir… Bilen bir kavim için işaretleri detaylandırıyoruz. (A.Hulusi)

11 – Bundan böyle eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse dinde kardeşleriniz olurlar, bilecek bir kavim için biz âyetlerimizi daha tafsil ederiz. (Elmalı)

Fein tabu ve ekamus Salâte ve atevüz Zekâte fe ıhvanüküm fiyd diyn ama eğer kendisini düzeltir, salatı ikame eder, namazı kılar ve arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli öderse, zekatı verirse o zaman sizin dinde kardeşiniz olurlar.

Biraz önce hatırlatmıştım, namaz; İnsan – Allah ilişkisine, zekat; insan – insan ilişkisine tekabül eder. Yani insanın dikey ve yatay olarak insanla da, Allah’la ilişkisini tekrar kurması tevbenin en büyük şartı olarak görülüyor burada.

ve nufassılül’ âyâti likavmin ya’lemun; ve biz ayetlerimizi, onların değerini bilen bir toplum için işte böyle tüm boyutlarıyla ele alıyor, açıklıyoruz.

12-) Ve in nekesû eymanehüm min ba’di ahdihim ve taanu fiy diyniküm fekatilu eimmetelküfri, innehüm lâ eymane lehüm leallehüm yentehun;

Eğer sözlerinden sonra yeminlerini bozarlar ve Dininizi karalarlar ise, o takdirde küfrün önderlerini öldürün… Çünkü onların yeminleri yoktur… Umulur ki onlar vazgeçerler. (A.Hulusi)

12 – Ve eğer verdikleri ahitten sonra yeminlerini bozar ve dininize taarruza kalkarlarsa o küfür öncüllerini hemen öldürün, çünkü onların yeminleri yoktur, ola ki vazgeçerler. (Elmalı)

Ve in nekesû eymanehüm min ba’di ahdihim ve taanu fiy diyniküm Fakat eğer anlaşma yaptıktan sonra sözlerini bozar ve inanç sisteminize hakarete yeltenirlerse.

Dikkat buyurunuz lütfen, iki şey; Antlaşma yaptıktan sonra sözleşmelerine ihanet eden ve inanç sisteminize hakarete yeltenen kimselerden söz ediliyor. Eğer böyle yaparlarsa;

fekatilu eimmetelküfr Bu çok önemli; İşte o zaman küfrün öncülerine karşı savaş açın. Böyle yapanlar küfrün öncüsü olmuş olurlar demektir aynı zamanda bu. Küfrün liderlerine karşı savaş açın. Demek ki küfrün ayakları, küfrün kulakları, küfrün bacakları çok fazla önemli değil. Küfrün beyni, küfrü yönlendiren, küfrü sevk ve idare eden önderleri. Aslında arkalarında ki kitleleri saptıran bir işlev görüyorlar. Eğer onlarla insanlar arasındaki, insanlarla iman arasına gerilen bu önderleri kaldırırsanız, insanla iman arasındaki engeli kaldırmış olursunuz dercesine onlara savaş açın diyor.

innehüm lâ eymane lehüm leallehüm yentehun; Çünkü sözü sebatı olmayan bu tipler belki hainliklerine bu sayede bir son verirler diyor Kuran.

Küfrün önderlerine savaş açma şartı; insana ihanetle Allah’a ihanetin birlikte gerçekleşmiş olması. İnsana ihanet antlaşma bozma, Allah’a ihanet ise dine saldırı bu ikisinin birlikte gerçekleştiği bir yerde küfrün önderleri var demektir. İşte bu ikisini birlikte, bu iki tecavüzü birlikte işleyen insanlara Kuran’ın verdiği sıfat Küfrün önderi vasfıdır ve bunlara karşı savaş açın diyor Kuran.

13-) Ela tukatilune kavmen nekesû eymanehüm ve hemmu Bi ıhracir Rasûli ve hüm bedeuküm evvele merratin, etahşevnehüm* fAllâhu ehakku en tahşevhü in küntüm mu’miniyn;

Yeminlerini bozmuş, Er Rasûl’ü (Rasûlullâh’ı) yurdundan dışlamış ve üstelik sizinle ilk kez savaşa başlamış bir topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? Onlardan çekiniyor musunuz? Haşyet duymanızı hak eden Allâh’tır, eğer iman edenler iseniz. (A.Hulusi)

13 – Ya öyle bir kavme muharebe etmez misiniz ki yeminlerini bozdular ve Peygamberi çıkarmayı kurdular, hem de ilk evvel size taarruza onlar başladılar, yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer müminseniz daha evvel Allah dan korkmalısınız. (Elmalı)

Ela tukatilune kavmen nekesû eymanehüm ve hemmu Bi ıhracir Rasûli ve hüm bedeuküm evvele merra hala sözlerini bozan elçiyi kovuncaya kadar çabalayan ve saldırganlığı, daha doğrusu saldırı da öncelik hakkını size hiç bırakmayan, kaptırmayan bir toplulukla savaşmayacak mısınız, onlarla savaşmaktan geri mi duracaksınız etahşevnehüm yoksa onlardan korkuyor musunuz. Burada tahşev ifadesi, korku manası verdiğimiz sözcük, tahşev. Etahşevnehüm

Kuran da korku ile ilgili genellikle iki sözcük kullanılır. Havf ve haşyet. Havf, korkanın zayıflığından dolayı korkmak, haşyet ise korkulanın gücünden dolayı korkmaya denir. İkisi arasında çok temel bir fark vardır. Havf; korkanın zayıflığına delalet eder, bu sözcük kullanılıyorsa. Haşyet kullanılıyorsa korkanın zayıflığına değil, korkulanın büyüklüğüne, yüceliğine gücüne delalet eder. İşte burada da tahşev kullanılmış yani korkulanın yüceliğinden dolayı korku. O halde diyor;

fAllâhu ehakku en tahşevhü in küntüm mu’miniyn; ama eğer gerçekten imanda ısrarlıysanız unutmayın ki Allah kendisinden korkmanıza daha layıktır. Yani korkulanın büyüklüğünden dolayı bir korku duyuyorsanız eğer, daha büyük olan Allah’tır. Eğer korkulanın gücünden dolayı korkuyorsanız, daha güçlü olan Allah’tır. Eğer korkulanın size daha büyük bir şey yapmasından korkuyorsanız eğer, unutmayın size Allah’tan daha büyük hiç kimse bir şey yapamaz. Onun için her açıdan Allah korkmanıza daha evla, daha müstahaktır.

14-) Katiluhüm yüazzibhumullâhu Bi eydiyküm ve yuhzihim ve yansurküm aleyhim ve yeşfi sudûre kavmin mu’miniyn;

Savaşın onlarla (ki), Allâh elleriniz olarak onları azaplandırsın, rezil etsin onları; onlara karşı size zafer kazandırsın; (böylece) iman edenler topluluğunun içine şifa versin. (A.Hulusi)

14 – Muharebe edin onlara ki Allah sizin ellerinizle kendilerini muazzep kılsın, rüsvay etsin, nusratiyle sizi üzerlerine muzaffer buyursun ve mümin bir kavmin yüreklerine su serpsin. (Elmalı)

Katiluhüm yüazzibhumullâhu Bi eydiyküm ve yuhzihim onlarla savaşın. Allah onlara sizin ellerinizle azap edip onları da rezil eder.

Kuran’ın bir çok yerinde ifade edilen ki burada Allah azap eder dendi. Allah’ın azabından dünyada anlaşılması gereken işte budur. Yani dünyada Allah nasıl azap eder diye bir soru sorarsak, birilerinin elleriyle azap eder. Yani Allah aracılarla azap eder. Savaşlar, toplumsal yıkılışlar, alt üst oluşlar, terör, anarşi, doğal felaketler ve daha bir çok şeyler, işte Allah’ın azabıdır. Sizin bunu böyle görmeniz gerekir. Kuran işte bu duyguyu, bu bilinci vermeye çalışıyor.

Sosyal, ekonomik, ahlaki, siyasal çözülmeler hep vasıtalarla azabıdır başka bir şey değil. Eğer bu tip şeyleri Allah’tan bağımsız değerlendiriyorsa insanlar, onların imanında bir problem var demektir. Çünkü dünyada tüm oluş ve bitişler sebepler dairesinde cereyan etmektedir. Sebep sonuç ilişkisi içerisinde cereyan etmesi ise Allah’ın koyduğu bir yasadır. Yasaya uyan her türlü olgu ve olay Allah’ a atfedilir. Onun için Allah’ın koyduğu yasalardan dolayı başınıza gelen her şey, Allah’ın yaptığı şeydir. İşte azap burada onun için Allah’a atfedilmiştir.

ve yansurküm aleyhim ve yeşfi sudûre kavmin mu’miniyn; ve onlara karşı size yardım edip inananların gönlüne ferahlık verir.

Yukarıda ki Allah’ın azabının karşılığı burada Allah’ın yardımıdır, Allah yardımını da yine aynı yöntemle yapar. Ne yapar, inananların gönlüne ferahlık vermesi, onun müminlere yardımıdır.

15-) Ve yüzhib ğayza kulubihim* ve yetubullahu alâ men yeşa’* vAllâhu Aliymun Hakiym;

Kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin… Allâh dilediğinin tövbesini kabul eder… Allâh Aliym’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

15 –  Ve kalplerindeki gayzı gidersin, hem Allah dilediğine tevbe de nasip eder, Allah alîmdir, hakîmdir. (Elmalı)

Ve yüzhib ğayza kulubihim ve kalplerinde ki öfkeyi dindirir. Öfkeyi dindirmek, dikkat buyurunuz lütfen. Öfke sahibine yardımdır öfkeyi dindirmek. Neden, öfkeyle kalkan zararla oturur da ondan, akıl açığa çıkar. Öfke gelirse akıl izne ayrılır. Onun için akıl izne ayrılırsa o aklın sahibi zarar eder. Onun için öfkeyi dindirmek Allah’ın bir yardımı olur.

ve yetubullahu alâ men yeşa sonuçta Allah dilediğine affını tahsis eder. vAllâhu Aliymun Hakiym; zira Allah her şeyi bilendir, hikmetle edip eyleyendir.

16-) Em hasibtüm en tütrakû ve lemma ya’lemillâhulleziyne cahedu minküm ve lem yettehızu min dûnillâhi ve lâ RasûliHİ ve lel mu’miniyne veliyceten, vAllâhu Habiyrun Bi ma ta’melun;

Yoksa siz, Allâh sizden mücahede edenleri, Allâh’tan ve Rasûlünden ve iman edenlerden başkasını velî (sırdaş, dost) edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allâh yapmakta olduğunuz şeylere Habiyr’dir (nefsinizdeki Habiyr ismi mânâsı ile). (A.Hulusi)

16 – Yoksa siz zannettiniz mi ki halinize bırakılıvereceksiniz de Allah içinizden mücahede edenleri ve Allah dan, Resulünden ve müminlerden mâada sokulacak bir locaya tutunmayanları hiç de bilip görmeyecek? Halbuki Allâh bütün amellerinize habîrdir. (Elmalı)

Em hasibtüm en tütrakû ve lemma ya’lemillâhulleziyne cahedu minküm Yoksa siz Allah’ın, içinizden Allah yolunda tüm çabasını harcamakta ısrarlı olanları, ve lem yettehızu min dûnillâhi ve lâ RasûliHİ ve lel mu’miniyne veliyceten Allah’tan, O’nun elçisinden ve inananlardan başkasını can yoldaşı edinmeyecek kimseleri seçip ayırmadan. Kelime anlamıyla bilmeden ama seçip ayırmadan karşılığını vermemiz daha doğru. Kendi halinize bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz. Yani Allah sizi bütün bunlarla sınamadan, denemeden bırakacağınızı mı zannediyorsunuz diyor.

Burada cihat geçti ayetin içinde. Cihat aslında insanın tam kapasite faal olmasıdır. Evet insanın tam kapasite faaliyete geçmesidir ne olarak cihat. Ama insanın tam kapasite faaliyetini Allah’a hasretmesi işte Kuran da kavramlaşmış anlamıyla cihadın karşılığıdır. Bu ibare, bu ayet, insanın hayatı; bir sınav gibi görmesini teklif ediyor. Hayatta başınıza gelen her bir şey, hayatın kendisi bir sınav, dünya sınav alanı, siz de sınava girmiş bir Allah öğrencisisiniz demek istiyor. Bu müthiş bir şey ve Allah öğrencisi olan insanlığa sınav sorularını peygamberler açıklıyor.

vAllâhu Habiyrun Bi ma ta’melun; Oysaki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

17-) Ma kâne lil müşrikiyne en ya’muru mesacidAllâhi şahidiyne alâ enfüsihim Bilküfr* ülaike habitat a’malühüm* ve fiynnari hüm halidun;

Nefslerindeki inkârın bizzat şahidi olan müşriklerin, Allâh’a secde mahallerini imar etmeleri mümkün değildir… Onların tüm yaptıkları boşa gitmiştir… Onlar Nâr’da (yakan ateşte – radyasyon) sonsuza dek kalırlar! (A.Hulusi)

17 – Müşrikler vicdanlarına karşı kendi küfürlerine kendileri şahit olup dururlarken Allahın mescitlerini mamur etmeleri kabil değildir, onların hayır namına bütün yaptıkları heder ve ateş içinde onlar, muahlledlerdir. (Elmalı)

Ma kâne lil müşrikiyne en ya’muru mesacidAllâhi şahidiyne alâ enfüsihim Bilküfr İnkarlarına yine bizzat kendileri tanıklık edip dururken Allah’ın mescitlerini ziyaret edip onarmak, Allah’a ortak koşanlara düşmez. Onların üstüne lazım değil bu iş diyor. Allah’a ortak koştuklarını yine kendileri şahit olurken Allah’ın mescidini onarmakla ziyaret etmekle iftihar etmeye kalkıyorlar. Çelişkinin büyüklüğüne bakınız. İşte bu onlara düşmez diyor.

Burada ki; en ya’muru sözcüğünü hem, Umre buradan gelir. Umre ziyaret demektir. Sık sık, dönüp dönüp ziyaret edilen mekan demektir. Ama aynı zamanda bir başka anlamı daha var; İ’mar, yani imar etmek, orayı tamir etmek, onarmak, orayı ayağa kaldırmak, orayı şenlendirmek anlamına da gelir. İki anlamı da versin diye böyle çevirdim.

Burada ki inkar da öncekiler gibi ahlaki vurgusu olan, yani nankörlük anlamı öncelikli olan inkardır bu ayette ki Bil Küfr.

ülaike habitat a’malühüm onlar, yaptıkları boşa gidecek olan kimselerdir. ve fiynnari hüm halidun; Zira onlar ateşte yerleşip kalacaklardır.

Yani, Yaptığı boşa gitme neden. Aslında boşa gitmiyor. Karşılığını almış oluyor. Kimden, kim için yaptıysa ondan. Allah için yağmadığı için, insanların görmesi için yaptıklarından imarı, Kâbe ye olan hürmetleri, Kâbe de hacılara olan hürmetleri, onlara su vermeleri, onları doyurmaları, Kâbe ya örtü geçirmeleri v.s. bütün bunlar diğer kabilelere karşı caka satmak, tafra saymak için, yani el görsün diye yaptıklarından aslında boşa gitmiş olmuyor el de görüyor. Yani ücretlerini almış oluyorlar. Ama Allah için yapmış olsalardı o zaman Allah’tan bir şey beklemeye hakları olurdu. Bu gibi ibareleri doğru anlamak gerekiyor o nedenle.

18-) İnnema ya’muru mesacidAllâhi men amene Billâhi vel yevmil ahıri ve ekames Salâte ve atezZekâte ve lem yahşe illAllâhe fe’asa ülaike en yekûnu minel muhtediyn;

Allâh’a secde mahallerini ancak Esmâ’sıyla hakikati olan Allâh’a ve gelecekte yaşanacak sürece iman eden, salâtı ikame eden, zekâtı veren ve sadece Allâh’tan haşyet duyan kimse imar eder (Allâh’a secde edilir hâle getirir)… İşte bunların hakikate erenlerden oldukları umulur. (A.Hulusi)

18 – Allahın mescitlerini ancak Allaha ve Âhiret gününe inanan, namaza devam eden, zekâtı veren ve Allah dan başkasından korkmayan kimseler mamur eder, işte bunların muvaffak olmaları me’muldür. (Elmalı)

İnnema ya’muru mesacidAllâhi men amene Billâhi vel yevmil ahıri ve ekames Salâte ve atezZekâte ve lem yahşe illAllâh Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, salatı ikame eden, yani namazı kılan ve arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli ödeyen. Yani zekatı veren ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan kişiler ziyaret edip onarabilirler. Yani bunlara düşer bu iş diyor Kuran.

Dikkatinizi çekti değil mi, daha önce de vurgulamıştım salat; İnsan – Allah, zekat; İnsan – insan ilişkisine. Ama bir üçüncü vasıf daha geldi. ve lem yahşe illAllâh burada önemli bir vasıf bu, Allah’tan başka da hiç kimseden korkmamak, Haşye. Birincisi Allah – insan, ikincisi İnsan – insan, bu da insanın kendisi ile ilişkisi. Yani 3 ilişkiyi de doğru kuran kimselerin işidir bu mescitleri onarmak ve ziyaret etmek diyor.

fe’asa ülaike en yekûnu minel muhtediyn; nitekim yalnızda böyleleri doğru yolda olmayı umabilir.

19-) Ece’altüm sikayetelHacci ve ımaretel Mescidil Harâmi kemen amene Billâhi vel yevmil ahıri ve cahede fiy sebiylillâh* lâ yestevune indAllâh* vAllâhu lâ yehdil kavmez zâlimiyn;

(Ey müşrikler) siz, hacıların su ihtiyacını karşılamayı ve Mescid-i Haram’ı imar etmeyi, Esmâ’sıyla hakikati olan Allâh’a ve gelecekte yaşanacak sürece iman eden ve Allâh uğruna mücahede eden gibi mi kabul ettiniz? (Bunlar) Allâh indînde eşit olmazlar! Allâh, zâlimler topluluğuna hidâyet etmez. (A.Hulusi)

19 – Ya siz hacılara sakalığı ve Mescidi haramda umreciliği Allaha ve Âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihât etmekte bulunan gibi mi tuttunuz? Bunlar indallah müsavi olmazlar, Allah zalimler güruhuna hidayet vermez. (Elmalı)

Ece’altüm sikayetelHacci ve ımaretel Mescidil Harâmi kemen amene Billâhi vel yevmil ahıri ve cahede fiy sebiylillâh yoksa siz yalnızca hacıları suvarmayı, yani su vermeyi, sulamayı ve mescidi haramı ziyaret edip tamir etmeyi, Allah’ a ve ahiret gününe iman etmek ve Allah yolunda elden gelen gayreti göstermekle eş değerde mi tutuyorsunuz.

Çok ilginç bir yaklaşım, gerçekten nasıl şapı şekere karıştıranların nasıl yanıldıklarını gösteren müthiş bir yaklaşım.

lâ yestevune indAllâh Allah’a göre bunlar birbirine eş değer değildir. Dindarlık gösterisiyle germek müminlik arasında çok büyük bir fark vardır demek istiyor. İnsanlara dindarlık gösterisi yapmak, sofuluk gösterisi yapmak, el gördülük bir takım şeyler yapmakla, gerçekten, yürekten gelerek sırf Allah’a imandan dolayı kulluk etmek arasında dağlar kadar fark var, nasıl bir olabilir. İnsanlar bunu bir zan edebilir, ama Allah gönüllerin özüne sahip olan, gönüllerin özünü gören ve bilen Allah bunu bir değerlendirmez. Bunlar farklı şeylerdir.

vAllâhu lâ yehdil kavmez zâlimiyn; ve Allah değerleri yerinden etmiş bir toplumu doğru yola yönetmez. Zâlimiyn i değerleri yerinden etmiş olarak çevirdim. Çünkü zulüm sözlük anlamı olarak bir şeyi yerinden etmektir.

Değerleri yerinden ederse insan, insan için yaptıklarının karşılığını Allah’tan beklemeye kalkar ve Allah için yaptığını söyler.

Değerleri yerinden ederse insan dini törenselleştirir.

Değerleri yerinden ederse insan bakarsınız Allah’ın hiçbir not vermediği, karşılık vermediği amellere çok şey verir, ama Allah’ın yüksek not verdiği şeylere de hiçbir şey vermez.

20-) Elleziyne amenû ve haceru ve cahedu fiy sebiylillâhi Bi emvalihim ve enfüsihim a’zamü deraceten indAllâh* ve ülaike hümül faizun;

İman eden, hicret eden ve Allâh yolunda mallarıyla canlarıyla mücahede edenler, derece itibarıyla Allâh indînde daha azîmdir… İşte bunlardır kurtuluşa erenlerin ta kendileri! (A.Hulusi)

20 – İman edip hicret etmiş ve mallarıyla, canlarıyla fîsebilillâh cihat etmekte bulunmuş olan kimseler Allah indinde derece cihetiyle daha büyüktür ve bunlar işte o murada eren fâizîndir. (Elmalı)

Elleziyne amenû ve haceru ve cahedu fiy sebiylillâhi Bi emvalihim ve enfüsihim iman eden, hicret eden, Allah yoklunda mallarıyla ve canlarıyla her türlü çabayı gösterenler, a’zamü deraceten indAllâh Allah nezdinde daha yüce bir makama sahiptirler.

Yukarıda Haceru geçti. Aslında hicretin 9. yılında hicretten söz eden ayetlerle karşı karşıyayız. Nedir bu, zulüm ve kötülüğün diyarından da, zulüm ve kötülüğün kendisinden de hicret etmek anlamına gelir. Onun için hicret sadece bir mekan değişikliği değil, aynı zamanda insanın yüreğinde kötüden iyiye, aşağıdan yukarıya, dünyadan ukbaya, eşyadan Allah’a, öz benlikten ruha, inkardan imana doğru bitimsiz bir yolculuktur. 

Burada Allah’a göre daha yüce bir makama sahip olma, bir üstteki ayette belirtilen özelliklere sahip müminlerden daha üstün bir fark ortaya konuluyor. Farkında mısınız bilmiyorum, bir üstteki ayette de sayıldı bunlar aslında. Orada ne denilmişti; Allah yolunda elinden gelen çabayı harcayan. Yani cihat eden iman eden. Fakat burada bir fark var. Kötülüklerden ve kötülük diyarından hicret eden. İşte hicreti de bunlara katarsa o insanın Allah indindeki derecesi, makamı daha yücedir demeye getiriliyor.

ve ülaike hümül faizun; ve işte onlar başarının gerçek sahibidirler.

21-) Yübeşşiruhüm Rabbühüm Bi rahmetin minHU ve rıdvanin ve cennatin lehüm fiyha ne’ıymun mukıym;

Rableri onları “HÛ”dan (zâtlarından) bir rahmet, rıdvan ve içlerinde kendileri için kalıcı nimetler olan cennetler (mertebeler) ile müjdeler. (A.Hulusi)

21 – Müjdeler onların rabbi kendilerini kendinden bir rahmet ve bir Rıdvan ve Cennetler ile ki onlar için içlerinde, daimî bir Naîm var. (Elmalı)

Yübeşşiruhüm Rabbühüm Bi rahmetin minHU ve rıdvanin ve cennatin lehüm fiyha ne’ıymun mukıym; Rableri onları yüce katından bir rahmetle, rızai bari ile ve kendilerini içerisinde kesintisiz bir her tür nimetin beklediği cennetlerle müjdeler.

22-) Halidiyne fiyha ebeda* innAllâhe ‘ındeHU ecrun azıym;

Onlar orada sonsuza dek kalırlar… Allâh ki, çok büyük mükâfat O’nun indîndedir! (A.Hulusi)

22 – Ebedî kalmak üzere orada onlar, çünkü Allah, onun yanındadır ancak azîm bir ecir. (Elmalı)

Halidiyne fiyha ebeda onlar orada ebedi kalacaklardır. innAllâhe ‘ındeHU ecrun azıym; Çünkü katında yüce ödüller bulunan yalnızca Allah’tır.

23-) Ya eyyühelleziyne amenû lâ tettehızû abaeküm ve ıhvaneküm evliyâe inistehabbül küfre alel iyman* ve men yetevellehüm minküm feülaike hümüz zâlimun;

Ey iman edenler! Eğer hakikati inkârı imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin… Sizden kim onları velî edinir ise, işte onlar zâlimlerin ta kendileridirler. (A.Hulusi)

23 – Ey o bütün iman edenler: babalarınız ve ihvanınız eğer imana karşı küfrü hoşlanıyorlarsa onları evliya ittihaz etmeyiniz, sizden her kim onları veli tanıyacak olursa işte onlar nefislerine zulmedenlerdir. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, lâ tettehızû abaeküm ve ıhvaneküm evliyâe inistehabbül küfre alel iyman Eğer kalben küfre imandan daha çok sevgi ve meyil gösteriyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi sığınılacak dost bellemeyin. Neden, kan bağına dayalı bedevi ve ilkel bir toplumu, ebedi ahlaki değerlere dayalı yüce bir toplum haline getirmek için Kuran onları zulümattan nura, karanlıktan aydınlığa işte böyle çıkarıyor. Önce zihniyet devrimi yapıyor Kuran. Çünkü onlar kan bağından başka hiçbir bağ bilmiyorlar. Böyle bir topluma yüce bir bağ getiriyor. Fiziki değerlerin üzerine manevi ve ahlaki değerleri yerleştiriyor ve bedevi bir düşünceyi, medeni hale getiriyor.

Bu günde biz derken kan bağını kastedenler bedevi bir düşünceye sahipken, biz derken ahlaki bağları kastedenler bedevi bir düşünceye sahip olanlardır.

ve men yetevellehüm minküm feülaike hümüz zâlimun; içinizden kim onları sığınılacak dost olarak görürse işte onlar tam anlamıyla zalimce davranmış olurlar. Biraz önce de zulmü izah ettiğim gibi hakikati ters yüz etmiş olurlar. Hakikati yerinden etmiş olurlar. Yani Allah’ın kurduğu bağ yerine başka bağları getirmiş olurlar demektir ve bu ayetin içeriğini, daha da açan 24. ayeti gelecek ders işlemek üzere,

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Eylül 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın