RSS

İslamoğlu Tef. Ders. İBRAHİM SURESİ (01-23)(81)

27 Oca

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”
“BismillahirRahmanirRahıym”

El hamdü lillahi rabbil âlemin. Vessalatü vesselâmü Ala Resûlina muhammedin ve alâ âlihi vesahbihi ecmain.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni. Sadakallahul azim. Amin.

Değerli Kur’an dostları Kur’an ülkesinin muhteşem bir sitesine daha gireceğiz. O sitenin ismi İbrahim suresi.

İbrahim suresi adını 35 ile 41. ayetlerde geçen kıssadan alıyor. Mezkur ayetlerde Hz. İbrahim’in ailesini, çocuğunu ve eşini Allah’a emanet edişi, yani teslimiyeti dile getiriliyor ve İbrahim insanoğlunun Allah karşısında ki esas duruşuna örnek olarak gösteriliyor. Onun için teslimiyet sembolü olan Hz. İbrahim’in kıssası aynı zamanda bu sureye adını veriyor.

İbrahim suresi ittifakla Nuh suresinin ardından inen bir sure. Mekki bir sure. Bazı otoriteler sure içerisinde yer alan bazı ayetlerin, ki özellikle 28. ve 29. ayetlerin Medine’de indiğini söylemişlerse de, daha önce 6. surenin girişinde uyguladığımız kriterler böyle bir tezi doğrulamıyor. Dolayısıyla surenin tamamının Mekke’de inmiş olduğunu hem konu bütünlüğü açısından, hem de teknik kriterler açısından doğru buluyoruz.

İbrahim suresi resmi sıralamada 14. sure. Ra’d suresinden hemen sonra geliyor. Haddi zatında bu surenin de içinde yer aldığı Ra’d suresi, Yusuf suresi, İbrahim suresi gibi bu sure grubu birbiri ile konu bağlantısı olan, Mekke döneminin son yıllarının haleti ruhaniyesini veren, aynı zamanda imana karşı verilen mücadelenin artık zirvesini teşkil eden küfre karşı bir meydan okuma, bir cevap sadedinde. Onun için bu surede de özellikle vahyin önemi ve vahyin kaynağı beyan edilerek konuya giriliyor.

İnsanın Allah’a teslimiyeti dile getiriliyor. Hz. İbrahim örneğinde bu teslimiyet zirvesine ulaşıyor. Ve insanın Allah’a teslimiyet için araç olan, bağ kuran akıl üzerinde duruluyor. Bağ kuran İslam aklı. Bunun karşısında ise bağları koparan karanlık akıl dile getiriliyor. Ve ilginçtir bu bağlamda müteakip ayetlerde mesela 24. ve 27. ayetler arasında, kökle gövde, yine toprakla kök. Gövde ile meyve arasında bir ilişki kurularak, irtibat kurularak insanoğluna bağ kuran İslam aklının, Allah’ın ayetleri olan kainattan yola çıkarak ebedi hakikate nasıl ulaşacağının yol ve yöntemi gösteriliyor. Bu kısa girişten sonra şimdi sureye başlayabiliriz.

BismillahirRahmanirRahıym

1-) Elif Lâââm Râ* Kitabün enzelnahu ileyke li tuhricenNase minez zulümati ilen Nûri Bi izni Rabbihim ila sıratıl Aziyzil Hamiyd;

Eliif, Lââm, Ra… Sana inzâl ettiğimiz (hakikat ve Sünnetullâh) BİLGİ(si) (kitap), insanları, varlıklarını meydana getiren El Esmâ bileşimlerinin elvermesi hâlinde (Bi-izni Rabbihim), karanlıklardan (cehaletten) Nûr’a (ilme) ve Aziyz (hükmü karşı konulmaz olarak yerine gelen) ve Hamiyd’in (sadece kendi kendini değerlendiren) yoluna çıkarman içindir. (A.Hulusi)

1 – Elif, Lam, Ra. bir kitap ki sana indirdik insanları Rablerinin izniyle zulmetlerden nûra çıkarasın diye: doğru o azîz hamîdin yoluna ki bütün izzet-ü hamd onun. (Elmalı)

Elif Lâââm Râ bunlar huruf-u mukadda. Kur’an da başında geldiği hemen tüm surelerin ortak özelliği vahyin ilahi kaynağına atıf yaparak girmiş olmaları. Huruf-u Mukaddanın başında geldiği hemen tüm sureler; Allah’ın insana olan merhametinin, tenezzülünün bir ifadesi olan vahyin hakiki kaynağına, ilahi kaynağına atıftır. Aynı zamanda bu harfler sadece harf olarak değil, bir işlev olarak ta surelerin başında yer alır. İşlevleri belki dikkat çekmek, insanın dikkatini;

“Bakınız ey insanoğlu, Allah size, sizin konuştuğunuz dille konuşuyor. Bu vahiy başı gökte, ayakları yerde bir hitaptır.”

Bu dille konuşuyor fakat anlamları, bu konuşmanın içeriği ilahidir. Yani manası semavi, lafzı ise Arabi, başı gökte, ayağı yerde bir hitapla karşı karşıyasınız anlamı da taşıyor olsa gerek.

Kitabün enzelnahu ileyke li tuhricenNase minez zulümati ilen Nûri Bi izni Rabbihim ila sıratıl Aziyzil Hamiyd; Bu insanlığı rablerinin arzusu ile karanlıklardan aydınlığa, tüm övgülerin mutlak muhatabı O yüceler yücesinin yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir vahiydir.

Karanlıklardan aydınlığa minez zulümati ilen Nûr Kur’an da çok sık kullanılan bir ibare bu. Vahyin işlevini, vahyin amacını ifade etmek için, nübüvvetin amacını ifade etmek için sık sık bu ifade kullanılır. Karanlıklardan kasıt elbette karanlık akıldır. Cahili akıl. Sadece yer yüzünün, insanlığın bir zamanında ve bir mekanında var olan değil, kendisini hakikate kapatmış tüm akıllar karanlık akıldır.onun için karanlıklar diye gelir. Nûr ise tekil olarak aydınlık, ışık olarak gelir.

Karanlıklar neden çoğuldur? Çünkü batıl tek değildir. Batıl çoktur. Batılın sureti çoktur, batılın yüzü çoktur, maskesi çoktur. Batıl iki yüzlü değil, iki yüz yüzlüdür. Hangi surette hangi yüzle hangi maske ile geleceği belli olmaz. Batıl bazen sağdan, bazen soldan,bazen önden, bazen arkadan, bazen yukardan, bazen aşağıdan gelir. Bazen güzel bir maskeyle, bazen çirkin bir maskeyle, bazen korkutan maskeyle, bazen sempatik maskeyle gelir. Ama bütün bunlar onun batıl olma özelliğini yok etmez. Onun için karanlıklar, koyu karanlık, zifiri karanlık, alaca karanlık..! karanlıklar.

Ama Nûr, tek. Nûr biricik. Çünkü bir yerde ışık varsa o yerde ışığın kaynağı vardır. Aydınlığın kaynağı tektir. O nedenle aydınlık kaynağa nispet edilir. Karanlık her hangi bir kaynağa nispet edilmez. Çünkü karanlığın kaynağı olmaz. Onun için karanlık batıl demektir.

Ayet, El Hamiyd diye bitiyor. Küçük bir nükte, Hamiyd ile Mahmud arasında fark var. Mahmud; övülmüş demektir. Allah için Kur’an da hiç kullanılmaz. Çünkü öven olmazsa övülen mahmud olmaz, övülmüş olmaz. Yani övülenin övülme yeteneği övenden gelir Mahmud’da.

Fakat Hamiyd öyle değil. Özü itibarıyla övülmüştür. Dışardan biri övdüğü için değil, hiç kimse övmese, hiç kimse sena etmese, hiç kimse hamd etmese gene özü itibarıyla mutlak manada övgüye layık tek varlık demektir.

Burada şöyle bir nükte de var; Ey insanlar hep O’nun ışığına sırt çevirseniz O’nun nesi eksilir? Çünkü O bizatihi övülmüştür. Övgüye kendiliğinden layıktır. Siz O’nu övmeseniz, O’na hamd etmeseniz, hatta O’na küfretseniz ne geçer, ne yazar, ne eksilir nüktesini de içinde barındırır.

2-) Allâhilleziy leHU ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard* ve veylün lil kafiriyne min azâbin şediyd;

(Aziyz ve Hamiyd olan O) Allâh ki, semâlar ve arzda ne varsa O’nun içindir (El Esmâ ül Hüsnâ’sıyla işaret edilen özelliklerinin seyri için)… O hakikat bilgisini inkâr edenlere yazıklar olsun, kendilerini bekleyen şiddetli azap dolayısıyla! (A.Hulusi)

2 – O Allahın ki Göklerde ne var, Yerde ne varsa hep onun, şiddetli bir azâb dan da veyl kâfirlere. (Elmalı)

Allâhilleziy leHU ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard önceki ayetle aslında bu ibare arasında bağlantı var ve devamı mana olarak; O Allah’ki, Yani bizatihi övülmüş olan ve mutlak manada yücelik sahibi olan yüceler yücesi, övgülerin tamamının tek layığı olan o Allah’ki, göklerde ve yerde olan her şey kendisine aittir.

İşte İslam’ın bağ kuran aydınlık aklı hemen burada gündeme geldi. Karanlık akıl bu bağı kurmaz. İslam’ın aydınlık aklı gökler ve yer ile mutlak hakikat arasında bağ kurar. Göğe bakar, yere bakar eğer bir fiil varsa fail de vardır der. Eğer bir eser varsa müessir vardır der. Eğer bir sanat varsa sanatçısı vardır der. İşte bağ kuran İslam aklı budur. Onun için hemen 2. ayet Allah’ı tanımlama babından, yani O’na hamd etmek için, öyle başka şeyler aramaya gerek yok, göğe bakın, yere bakın yeter. Hamd etmek zorunda hissedeceksiniz dercesine İslam’ın bağ kuran, öte ile bura, dünya ile ukba, insanla eşya, insanla Allah, ruhla ceset, akılla kalp, duygu ile düşünce arasında bağ kuran aklını böyle inşa ediyor Kur’an.

ve veylün lil kafiriyne min azâbin şediyd; kendisini bekleyen şiddetli cezadan dolayı vay o kafirlerin haline..!

Yeniden karanlık aklın sahibine yöneldi. Çünkü karanlık aklın sahibi küfür içindedir. Eğer Allah’ın ışığı ile aydınlansaydı küfretmeyecekti. Küfretmeseydi şükredecekti, hamd edecekti, nankör olmayacaktı. Karanlık aklın sahibi olduğu için gözü bir işe yaramadı. Gözü olduğu halde göremedi. Çünkü göz ışıksız görmeye yetmez. Onun için karanlık aklın sahibine yöneldi vahiy ve onlara veyl olsun dedi. Yazıklar olsun. Çünkü o akıl onların başına çok şiddetli bir azap örecek.

3-) Elleziyne yestehıbbunel hayated dünya alel ahireti ve yesuddune an sebiylillâhi ve yebğuneha ‘ıveca* ülaike fiy dalalin be’ıyd;

Onlar (hakikat bilgisini inkâr edenler) ki, (sınırlı) dünya hayatını sonsuz geleceğe tercih ederler ve Allâh yolundan alıkoyup, o yolun sapmasını isterler… İşte onlar dönüşü zor bir sapkınlık içindedirler. (A.Hulusi)

3 – Onlar ki Dünya hayatı sever, Âhirete tercih ederler de Allah yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler, işte bunlar çok uzak bir dalâl içindedirler. (Elmalı)

Elleziyne yestehıbbunel hayated dünya alel ahireh o aklın sahibinin yer yüzüne bakışını, ahirete bakışını, dünyaya bakışını şimdi tarif ediyor Kur’an. Onlar ki, o karanlık aklın sahibi olan kafirler ki dünya hayatını tek sevgi nesnesi yaparak ahirete tercih ederler. Sevgilerini dünya hayatına teksif ederler. Yestehıbbun, istehabbe. Habbe sevmek, sevdi. İstehabbe bu bağlamda, bu örgü içerisinde Zemahşeri’ye göre, sevgisinin tamamını oraya yükledi. Sevgisini oraya teksif etti manasına geliyor.

Burada dünyevileşme, yani sekülerleşmeden söz ediliyor. İnsanın tüm muhabbetini dünyaya yatırması, ahirete sırt çevirmesi. Dünyayı sevgisinin tek nesnesi kılması. İşte karanlık aklın bağ kuramamasının en vahim sonucu. Bir üstteki ayette bağ kuran akıl, dünya ile Allah arasında bağ kurdu. Yerler ve göklerle Allah arasında bağ kurdu, dolayısıyla ahiretle dünya arasında bağ kurar. Ama burada bağ kuramayan akıl, yani bağ olmaktan çıkan akıl, Allah Bağ olarak yarattığı halde ki; akl kelimesi, akıl kelimesi lügatta bağ manasına ukaal, ki hayvanı bir yere bağlayan bağa da Arap dilinde ukaal denir. Bağ olması gereken akıl bağ olmaktan çıkmış.

İşte çıkınca burada olduğu gibi sevgisinin tek nesnesi dünya olur. Ahireti unutur. Artık onun için tek dünya vardır, o tek dünyalıdır. O dünyaya yönelik en ufak tehdit ve tehlike karşısında kendini kaybeder. Onun için başına en küçük bir dert sıkıntı, elem gelmeye görsün, kendini kaybetmiş görürsünüz. Çünkü elinde tek dünyası var. O tehdit altına girince her şeyini kaybetmiş gibi başlar çırpınmaya. İki dünyalı insandan farklı tepki verir. Çift dünyalı insan onun verdiği tepkiyi vermez. Çünkü bir dünyasını yitirmişse bir başka dünyası var.

ve yesuddune an sebiylillâhi ve yebğuneha ‘ıveca ve Allah’ın yolundan çevirirler. Dahası onu çapraşık, dolambaçlı kıvrım kıvrım göstermeye çabalarlar. İşte karanlık aklın faaliyetleri gündeme geliyor. Eğer kendisini hakikate kapatmışsa, aklını vahyin ışığı ile aydınlatmamışsa, sadece sevgisini dünyaya ve dünyevi olana teksif etmişse, ondan sonra hakikate yönelenlerin önüne gelmeye başlar.

ve yesuddune an sebiylillâh Allah yolundan çevirmeye çalışır insanları. Kendisi tek dünyalı olduğu için herkesi tek dünyalı yapmaya kalkışır. İnsanları Allah ve ahiretle olan bağlarını koparmaya kalkışır. Çünkü kendi verdiği tepkiler daha farklıdır. Onların verdiği tepki ise daha farklı. Kendisi onlar gibi olamadığı için, onları kendisi gibi yapmaya kalkar ve dahası Allah’ın yolunu çapraşık, kavranamaz, anlaşılamaz göstermeye çalışır. Yani zor gösterir. Müslüman olmak zor iş der. Allah’ın yolunu zorlaştırır. Hatta belki bu noktada hemen sevgili efendimizin o güzel tespitini hatırlamak gerekiyor. O güzel tavsiyesini daha doğrusu.

– Nefret ettirmeyin, müjdeleyin. Zorlaştırmayın kolaylaştırın.
Yessiru vela tuassiru, beşşiru vela tuneffiru.

İşte bu, kolaylaştırın. Yani Allah’ın koyduğu ilkelerden ıskonto yapın anlamı taşımıyor bu. Fakat Allah’ın çizdiği yol üzerinde bir takım suni engeller koymayın. Kendi kendinize zam da yapmayın. Cahil sofular gibi Allah’ın koyduğu sınırlar üzerine zam da yapmayın. Onun için Allah’ın yolunu çapraşık, dolambaçlı göstermeye çalışmak karanlık aklın bir sonucu.

ülaike fiy dalalin be’ıyd; işte onlar derin bir sapıklığa gömülmüşlerdir.

4-) Ve ma erselna min Rasûlin illâ Bi lisani kavmihi li yübeyyine lehüm* feyudıllullahu men yeşau ve yehdiy men yeşa’* ve “HU”vel Aziyzül Hakiym;

Biz her Rasûlü kendi toplumunun lisanı ile irsâl ettik ki, onlara en anlaşılır şekilde açıklasın… (Artık) Allâh dilediğini saptırır ve dilediğine de hidâyet eder… O, Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

4 – Ve biz her gönderdiğimiz Resulü ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki onlara iyi beyan etsin sonra da Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini de hidayete irdirir, ve öyle azîz hakîm o. (Elmalı)

Ve ma erselna min Rasûlin illâ Bi lisani kavmihi li yübeyyine lehüm İmdi, biz her peygamberi yalnızca kendi kavminin diliyle gönderdik ki, mesajı onlara açık ve net olarak iletsin.

Hani surenin girişinde vahiy için ayakları yerde başı gökte bir hitaptır demiştim ya, işte geldi; Biz buyuruyor ayet her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik. Bundan başka da olamazdı zaten. Eğer bundan başka olsaydı biz bunu anlamıyoruz ki derlerdi.

Yine Kur’an ın bir başka yerinde olduğu gibi Arap’a, Arap olmayanın dili ile konuşmak ha derlerdi. Ama kendi dilleri ile indiği halde yine anlamazlıktan geldiler, yine dinlemediler duymayacaklarsa yine duymadılar. Bir de kendi dilleri ile gelmeseydi ne yaparlardı. Dolayısıyla problem dil problemi değildir. Burada belki bu ibarenin altında, derinde yatan manada budur. Problem bakış problemi, anlayış problemidir.

Kendi dilinde gelir fakat anlamaz. Çünkü kördür, sağırdır dinlemez. Ama kendi dili ile gelmez o dile gider zihin verir, kulak verir, emek verir, çaba verir ve o mesajın arkasına düşer, bulur o mesajı, yad ve yabancı bir dili konuşsa da o mesaj, o hakikat onu çeker götürür. Onun için problem dil problemi değildir, problem yol problemidir. Dil problemi olsaydı Ebu Cehil anlıyordu. Dil problemi olsaydı Muhammed Esed anlamıyordu. O dili konuşmuyordu. Ama birini doğduğu topraklardan, doğduğu kültürden, içimde yaşadığı uygarlıktan koparıp arkasına düşüren bu mesaj sonuçta mükemmel bir imana erdiren bu mesaj, öbürünü kendi dilinde geldiği halde, bizzat vahyin inişine şahit olduğu, vahyin indiği ortama, vahyin indiği kişiye, Resulallah’a şahit olduğu halde o anlamadı.

Onun için Kur’an ın iki dili vardır. Biri beşeri olan dili, ki Arapçadır. Aslında artık Kur’an ın dili olması hasebiyle Kur’an cadır. O sıradan bir dil olmaktan çıkarılmış ve Kur’an onu yeniden dokumuştur. O dilin tüm klasik kavramlarının içini boşaltarak vahiy yeniden doldurmuştur. Yepyeni bir dil kurmuştur Kur’an Onun için ona Arapçada diyemiyorum. Kur’an ca diyorum. Arapça olsaydı Arapların tamamı anlardı. Kur’an ca diyorum.

İkinci dili Kur’an ın, diller üstü dil. İşte onun için Kur’an canın yerini hiçbir tercüme tutmaz. Kur’an ın o diller üstü dilini, hiçbir dile tercüme edemezsiniz. Manasını tercüme edersiniz. Zaten manasıdır evrensel olan. Ama bir de diller üstü dili var ki o orijinal halinde akar. Ne gibi? Tıpkı bülbül sesi gibi. Tıpkı orman uğultusu gibi, tıpkı ırmak şırıltısı gibi, tıpkı kedi mırıltısı gibi. O yeryüzünün her tarafında aynıdır. İngiltere’nin bülbülleri İngilizce ötmezler. Afrika’nın ırmakları huvasa ca akmazlar, Çin’in ormanları Çince uğuldamazlar. Dünyanın her tarafında bülbüller aynı dilden öterler. Dünyanın her tarafında ormanlar aynı dilde uğuldarlar, dünyanın her tarafında ırmaklar aynı dilde akarlar, dünyanın her tarafında Kur’an aynı üst dille okunur. Onun için siz Kur’an okunan bir yere vardığınızda okunan Kur’an ın manasını anlamasanız dahi, bir bülbülün sesinden ne hissediyorsanız onu hissedebilirsiniz. Kur’an ın üst dili entelektüel bir obje değildir. Kur’an ın üst dili kalbi bir objedir, hissedilir. Anlaşılması değil, hissedilmesi gereken bir dildir. Birinci dili anlaşılması, ikinci dili hissedilmesi gereken dildir.

feyudıllullahu men yeşau ve yehdiy men yeşa’ bundan sonradır ki Allah isteyenin sapmasını dileyecek, isteyeni ise doğru yola yöneltecektir. İsteyenin diye çevirdim, çünkü o yeşa’ fiili bir açık fail, bir de gizli fail taşır. Allah diler, dileyenin dilemesini diler. İsteyeni diler. ..ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn; (Bakara/26) İşte bu. O sapmış olanlardan başkasını saptırmaz. Fasıklardan başkasını saptırmaz diyen Kur’an ayeti, bakara suresinde ki o meşhur ayet bunu açıkça ifade buyuruyor.

ve “HU”vel Aziyzül Hakiym; Zira her yaptığını hikmetle yapan yüceler yücesi O’dur. Karanlık akıldan kurtulmak bakınız Allah’ın hidayeti sonucudur. Fakat karanlık akıldan kurtulmak için önce kişinin kendisini aydınlığa açması, aydınlığı talep etmesi, aydınlığı arzu etmesi, aydınlığı istemesi gerekir. Mesaja karşı tavırları hidayet ve delaletlerini belirleyecektir kişiler. Mesaja karşı nasıl tavır alıyorsunuz, nasıl duruşunuz var. İlahi hüküm tercihinize göre iniyor.

5-) Ve lekad erselna Musa Bi âyâtina en ahric kavmeke minez zulümati ilenNûri ve zekkirhüm Bi eyyamillâh* inne fiy zâlike le âyâtin li külli sabbarin şekûr;

Andolsun ki biz Musa’yı: “Kavmini karanlıklardan Nûr’a çıkar ve onlara Allâh hükmünün fark edileceği gelecekteki sonsuz süreci hatırlat” diye mucizelerle irsâl ettik… Muhakkak ki bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)

5 – Celâlim hakkı için âyetlerimizle Musâ’yı gönderdik ki: kavmini zulûmâttan nûra çıkar ve onlara Allah ğünlerile öğüt ver diye, şüphesiz ki bunda çok âyetler vardır: çok sabırlı, çok şükredici her kimse için. (Elmalı)

Ve lekad erselna Musa Bi âyâtina en ahric kavmeke minez zulümati ilenNûri ve zekkirhüm Bi eyyamillâh Nitekim Musa’yı da ayetlerimizle kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın günlerini hatırlat diye göndermiştik.

İşte bir örnek getirdi Kur’an. Yani iki aklı karşılaştırıyoruz burada başından beri. Karanlık akıl diyoruz, İslam’ın aklı. Karanlık akıldan kurtulmak için firavundan kurtulmanın yetmediği daha doğrusu bir başka ifadeyle söyleyelim, firavundan kurtulmanın daha zor olduğunu dile getiren bir örnek.

Evet, karanlık akıl firavundan daha beter bir beladır. Firavundan kurtulmuşlardı İsrail oğulları, fakat karanlık akıldan kurtulamadıkları için Hz. Musa aralarından vahiy almak için ayrılınca hemen kendilerini soy kırıma uğratan toplumun tanrısını, putunu yapıp tapmaya başladılar. İşte karanlık akıl, firavundan kurtulmaktan daha zor kurtulunan bir bela olarak gündeme getiriliyor.

Buradaki Bi eyyamillâh Allah’ın günleri. Bunu kolektif hafızadaki inişler ve çıkışlar olarak nitelendirebiliriz. Yani geçmişte sizinde haberiniz olan toplumların, uygarlıkların yükselişleri, altın dönemleri ve alçalışları, çözülüşleri ve yok oluşları. Her toplum tarihe sahiptir. Kendi tarihine ve başkalarının tarihine baktığında, yani insanlığın ortak hafızası olan tarihe baktığınızda bir çok yükseliş ve alçalış görürsünüz. Oradan ibret alın mesajı içeriyor bu.

Tabii bu Bi eyyamillâh ibaresi geleceğe bir atıfta olabilir. Allah’ın günleri, yani son gün, kıyamet ve hesap gününe de bir atıf olması mümkündür ki o zaman Kur’an okuyan tüm muhataplarını gelecekteki o günü unutma. Sahibi Allah olan ve hiç kimsenin hiç kimseye bir şey yapamayacağı ve Allah dışında hiç kimsenin hiç kimseye yarar sağlamayacağı o günü unutma uyarısı da olabilir.

inne fiy zâlike le âyâtin li külli sabbarin şekûr; Çünkü bunda sonuna kadar sabredecek ve şükredecek herkes için dersler vardır.

Sabbar gelmiş, sabır değil, sabûr değil, Sabbar. Çok ilginç, mübalağa vezniyle gelmiş. Sabrı ahlak haline getirmek, getiren kimse anlamına gelir. Sabrı, direnişi ahlak haline getiren kimse. Tabii ki sabrın olduğu yerde mutlaka direnilecek, sabredilecek bir şeylerin olması söz konusudur. Onun için burada sabrı ahlak haline getiren kimseler için ibret vardır diyor. Onlar eğer sabrı ahlak haline getirmemişlerse, hakikat üzerinde direnmenin bedelini ödememişlerse onlar ibret alamayacak demektir.

6-) Ve iz kale Musa li kavmihizkuru nı’metAllâhi aleyküm iz encaküm min ali fir’avne yesumuneküm suel azâbi ve yüzebbihune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm* ve fiy zâliküm belaün min Rabbiküm azıym;

Hani Musa kavmine dedi ki: “Üzerinizdeki Allâh nimetini hatırlayın… Hani (şunu da hatırlayın ki) sizi Firavun hanedanından kurtardı… Onlar azabın en kötüsünü size tattırıyorlardı; erkek çocuklarınızı boğazlıyorlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlardı… İşte bunda size, Rabbiniz tarafından büyük bir belâ vardı!” (A.Hulusi)

6 – Ve o vakit Musâ kavmine dedi ki: Allahın üzerindeki nimetini anın: bir vakit sizi Âli Firavundan kurtardı, sizi azâbın kötüsüne peyliyorlardı ve oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı diri tutmak istiyorlardı ve bunda rabbinizden size azîm bir imtihan var. (Elmalı)

Ve iz kale Musa li kavmihizkuru nı’metAllâhi aleyküm iz encaküm min ali fir’avn işte o zamanlar Musa kavmine demişti ki; Allah’ın üzerinizde ki nimetini hatırlayın. Hani O sizi Firavun yönetiminin elinden kurtarmıştı ya. yesumuneküm suel azâbi ve yüzebbihune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm o size işkencenin en bayağısını reva görüyor, oğullarınızı boğazlayıp evlat acısı çektirmek için kadınlarınızı sağ bırakıyordu.

Buradaki kızlarınızı değil. Çünkü burada kullanılan kelime nisae kelimesi kadın. Bendeniz oğullarınızı öldürüp kadınlarınızı bırakıyor ibaresinin arka planında o oğulların anneleri kasten sağ bırakılıyordu. Çünkü firavun gördüğü bir rüya üzerine İsrail oğullarının neslini yok etmek istiyordu. Yeni doğan tüm çocukları yok ediyordu.

Burada doğan çocuğa cezalandırıp ta hiçbir suçu olmadığı halde onu doğuran anayı niçin bırakıyordu sorusu gündeme gelebilir. İşte ona cevap olarak ki bizce bu ibare yeterli. Onların annelerini yani kadınlarınızın evlatlarını öldürdüğü halde, annelerini yani kadınlarını diri bırakıyordu ki acı çeksinler, evlat acısı çeksinler.

ve fiy zâliküm belaün min Rabbiküm azıym; Bu yaşananlarda rabbinizin sizi tabi tuttuğu dehşet bir sınama vardı. Olağan üstü yardım beklentilerinin mesajın kabulünde fazla bir rolü olmadığı ancak böyle ifade edilebilir. Ancak bu kadar güzel ifade edilebilir. Yani insanlar karanlık akıldan kurtulmadıkları sürece soy kırımdan kurtulmuş olmaları onları hakikate yaklaştırmadı.

Bu aynı zamanda vahyin ilk muhatabı olan Mekke’nin en acılı yıllarını yaşamakta olan sevgili efendimize ve etrafındaki müminlere bir ibret. Şu Mekkelilere olağan üstü bir şeyler göndermek herhangi bir şeyi değiştirmeyecektir. Bırakınız diğer kavimler daha önce kıssaları geçti mucize gönderildiği halde inkar ettiler. İnkar etmelerini bırakınız iman etseler, arkasına düşseler, mucizeyle gelenlerin sonu ortada. Peygamberleri aralarından ilk ayrıldığı anda hemen ellerindeki takılardan düşmanlarının tanrılarını, putlarını yapıp tekrar tapmaya başlayacaklar. Çünkü onlar hakikatin ardına takılmadılar. Olağanüstünün cazibesine kapıldılar. Bir cazibeye kapılmakla, bir bilinçle, aydınlık bir akılla gelmek arasında çok büyük fark var. Burada ifade edilen o derin hakikatte aslında bu. Açıkça söyleniyor.

7-) Ve iz teezzene Rabbüküm lein şekertüm le eziydenneküm ve lein kefertüm inne azâbiy leşediyd;

Ve hani (hatırlayın ki) Rabbiniz ilan etmişti: “Andolsun, şükrederseniz artıracağım… Şayet nankörlük ederseniz, muhakkak ki azabım kesinlikle şiddetlidir.” (A.Hulusi)

7 – Ve düşünün ki rabbiniz şöyle ilân buyurdu: Celâlim hakkı için şükrederseniz elbette size artırırım, ve eğer nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki azâbım çok şiddetlidir. (Elmalı)

Ve iz teezzene Rabbüküm lein şekertüm le eziydenneküm Hani rabbiniz size şunu duyurmuştu; Eğer şükrederseniz kesinlikle size olan nimetimi artırırım. ve lein kefertüm inne azâbiy leşediyd; Yok eğer nankörlük ederseniz iyi bilin ki cezalandırmam pek şedid olacaktır.

Şükrü eda edilen nimet saadet, şükrü eda edilmeyen nimet felakettir. Bu ayetin bize verdiği en büyük derslerden biri budur. Her nimetin şükrü kendi cinsinden olur. Dilin şükrüdür; şükür, ya rabbi şükür. Malın şükrü maldandır. Sıhhatin şükrü hayattandır, canın şükrü candandır. Servetin şükrü servettendir, şöhretin şükrü şöhretten, ilmin şükrü ilmindendir.

[Ek bilgi;     Rabbimiz biz kullarından şükür istiyor. Şükür az evvel de ifa-de ettiğimiz gibi verileni verenin yolunda kullanmaktır. Şükür hayatı o hayatın sahibinin istediği şekilde yaşamaktır. Şükür dünyayı, hayatı, canı, malı, zamanı, imkânları, fırsatları onu verenin yolunda harcamaktır. Allah’ın verdiği nîmetler cinsinden Allah hatırına Allah kullarına harcamada bulunmaktır şükür. Tüm sahip olduğumuz imkânlarımızı, geceyi, gündüzü, aklı, fikri, bilgiyi, zamanı, malı, mülkü sahibinin razı olduğu yolda kullanmaktır.  
Evet eğer böyle yaparsanız, Beni tüm nîmetlerin sahibi bilir, nîmet sahibi olarak Benim kadr-u kıymetimi bilir, Benim size sunduğum bunca nîmetlerime karşılık Benim istediğim bir hayata yönelirseniz, sahip olduklarınızı Bana kullukta kullanırsanız kesinlikle bilesiniz ki Ben de size artıracağım buyuruyor Rabbimiz. O zaman Beni de Şâkir bulacaksınız diyor. Beni kendinize şükreder, teşekkür eder bulacaksınız. Yaptıklarınızı karşılıksız bırakan değil, bilâkis yaptıklarınızdan ötürü size artıran olarak bulacaksınız. (Besâiru’l Kur’an)]

😎 Ve kale Musa in tekfüru entüm ve men fiyl Ardı cemiy’an feinnAllâhe le Ğaniyyün Hamiyd;

Musa dedi ki: “Şayet siz ve tüm arzdakiler küfür (hakikati inkâr, nankörlük) etseniz, (iyi bilin ki) Allâh elbette Ğaniyy’dir, Hamiyd’dir.” (A.Hulusi)

8 – Siz ve bütün Arzda bulunanın cemıisi küfran etseniz şu muhakkak ki Allah hepinizden müstağni ve zatında hamîd bir ganîdir. (Elmalı)

Ve kale Musa ve Musa dedi ki; in tekfüru entüm ve men fiyl Ardı cemiy’an feinnAllâhe le Ğaniyyün Hamiyd; siz ve yeryüzünde bulunan herkes topyekun nankörlük etseniz dahi, şunu unutmayın ki Allah övgülerin tümünün kendisine yöneldiği, kendi kendisine yeten bir zat’tır.

le Ğaniyyün, Ğaniyy kendi kendisine yeten, hiç kimseye muhtaç olmayan demek. Siz tümünüz nankörlük etseniz Allah’ın hiçbir şeyi eksilmez demeye getiriyor ayet, ki doğru olanda budur. Siz Allah’a, Allah’ın size olan ihtiyacından dolayı değil, sizin Allah’a olan ihtiyacınızdan dolayı şükredeceksiniz. İbadetiniz kulluğunuzda bu çerçevede olacak. Çünkü siz ona muhtaçsınız. Aslında şirk, insanın kendi kendisine yettiğini zannetmesidir. Kendi kendisine yeten tek varlık Allah’tır.

Hamiyd burada da gelmiş. Siz övmeseniz ne çıkar, şükretmeseniz ne çıkar, hepiniz inkar etseniz, ya da nankörlük etseniz ne çıkar. O özü itibarıyla zaten övülmüştür.

9-) Elem ye’tiküm nebeülleziyne min kabliküm kavmi Nuhın ve Adin ve Semude velleziyne min ba’dihim* lâ ya’lemuhüm illAllâh* caethüm Rusulühüm Bil beyyinati feraddü eydiyehüm fiy efvahihim ve kalu inna keferna Bima ursiltüm Bihi ve inna lefiy şekkin mimma ted’unena ileyhi muriyb;

Sizden öncekilerin, Nuh halkının, Ad’ın, Semud’un ve onlardan sonrakilerin haberleri gelmedi mi size? (Ki) onları Allâh’tan başkası bilmez! Onlara Rasûlleri delillerle gelmişti de; onlar ellerini ağızlarına götürüp (Arap âdetinde bir fikri ret jesti) şöyle dediler: “Doğrusu biz kendisiyle irsâl olunduğunuzu inkâr ediyoruz; gerçekten bizi kendisine davet ettiğine karşı, endişe verici bir kuşku içindeyiz.” (A.Hulusi)

9 – Size önünüzden geçenlerin haberleri gelmedi mi? Kavmi Nuh’un, Âdın ve Semud’un ve daha onlardan sonrakilerin ki tafsillerini ancak Allah bilir, onlara resulleri beyyinelerle geldiler de ellerini ağızlarına ittiler ve biz dediler: sizin gönderildiğiniz şey’i tanımıyoruz ve biz, sizin bizi davet ettiğiniz şeyden bir şekk içindeyiz. (Elmalı)

Elem ye’tiküm nebeülleziyne min kabliküm sizden öncekilerin haberi size gelmedi mi. Duymadınız mı sizden önce geçip giden uygarlıkları. kavmi Nuhın ve Adin ve Semude velleziyne min ba’dihim* lâ ya’lemuhüm illAllâh Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin başlarına neler geldiğini gerçekte Allah’tan başka kimse bilmez. Bu Allah’ın bilgisine bir atıf olmaktan daha çok, Ahh..! bir bilseniz başlarına neler geldi gibi bir vurguya sahip bu cümle.

caethüm Rusulühüm Bil beyyinati feraddü eydiyehüm fiy efvahihim ve kalu elçileri onlara hakikatin apaçık delilleriyle gelmiş, onlar ise ellerini ağızlarına götürmüşler ve demişlerdi ki, inna keferna Bima ursiltüm Bih şunu aklınıza koyun ki sizinle gönderilenleri reddediyoruz. İnkar ediyoruz. Sizinle gönderilen şeyin kaynağına aidiyetini inkar ediyoruz. Yani Allah’tan getirdik dediklerinizin, Allah’tan geldiğine inanmıyoruz anlamı da taşır, Allah’tan getirmiş olsanız dahi onları reddediyoruz anlamı da taşır.

ve inna lefiy şekkin mimma ted’unena ileyhi muriyb; zira biz senin bizi davet ettiğin şeyden dolayı kaygı verici bir kuşku içindeyiz. Kuşku içindeyiz; diye çevirmek lazım. Çünkü Muriyb, şekkin sözcüğünün bir nitelemesi olarak gelmiş olsa dahi, şekkin muriyb diye yan yana gelmesi mümkün iken ayetin sonuna atılmış. Bu şöyle de anlaşılabilir; Onların sözünün içinde değil, onların bu sözünü bize nakledenin onlar hakkındaki bir durum tespiti olarak ta anlaşılabilir. O zaman; Çünkü biz sizin davet ettiğiniz şeyden şüpheleniyoruz. Bunu derken de öyle bir kaygılılardı ki manasını verebiliriz. Yani bunu söylüyorlardı ama içlerinde de böyle kocaman bir kaygı duruyordu. Ya öyle ise..! Ki muriyb kelimesinin etimolojisi bize bunu veriyor zaten. Orada Rayb ile şekk arasındaki fark bu.

İslam bilgi sisteminde bilgi kategorileri şu sıralamaya göre yapılır.

1 – Heva; Hakikate hiç ihtimali olmayan, % 0 ihtimalli şey demektir heva. Ondan sonra;

2 – Vehm gelir. Bu %99 batıla %1 belki de hakikate, belki bir açıdan, zanni olarak bir ihtimali olan bilgi demektir. Üçüncüsü;

3 – Şekk; Burada geçtiği gibi. Kabul ve reddin tam ortası, aynı uzaklıkta. Ne kabul, ne red. İkisine de aynı uzaklıkta durma.

4 – Zan; Hakikat olma ihtimali çok yüksek. Ama küçük bir ihtimal de olmama ihtimali.

5 – Yakıyn; Batıl olma ihtimali hiç bulunmayan, % 100 gerçek.

İşte İslam bilgi sisteminde, İslam epistemolojisinde bilgi kategorileri böyle sıralanır. Burada Şekk, tam ortada yer alır. Fakat rayb daha farklı bir şey. Aslının olmadığına inanmak değil, aslı var fakat geliş yöntemi, geliş zamanı. Acaba muhatabı biz miyiz. Bela gelebilir, gelmiştir de geçmişte. Fakat bize bela niye gelsin ki. İşte bu Rayb’dır. Ama yine de bir kuşku var, olur ya..!

Yukarıda bir ibare geçti orada; feraddü eydiyehüm fiy efvahihim onlar ellerini ağızlarına götürmüşler. Bu Kur’an da farklı ayetlerde, mesela Furkan suresinde olduğu gibi;

..yevme ye’adduzzâlimü alâ yedeyh.. (Furkan/27)

O kendine zulmeden adam kıyamette, ahirette aldandığını, arkasına düştüğü kimselerin kendisine yardım etmeyeceğini görüp aldandığını anladığı anda eline dişlerini geçirir. Bu can sıkıntısının verdiği bir ruh hali.

İşte onu simgeliyor. Ama tabii başka bir manaya da gelebilir, eğer; feraddü eydiyehüm fiy efvahihim de efvahihim deki “him” zamiri peygamberlere giderse o zaman ellerini peygamberlerin ağızlarına kapatarak şeklinde de anlaşılabilir.

10-) Kalet Rusulühüm efillâhi şekkün FatırisSemavati vel Ard* yed’uküm li yağfire leküm min zünubiküm ve yuahhıreküm ila ecelin müsemma* kalu in entüm illâ beşerun mislüna* türiydune en tesudduna amma kâne ya’budu abaüna fe’tuna Bi sultanin mubiyn;

Rasûlleri demişti ki: “Semâlar ve arzın Fâtır’ı Allâh hakkında kuşku mu? (O), sizin beşeriyetinizin getirisi olan kusurlarınızı bağışlıyor ve ömrünüzün sonuna kadar size müsaade ediyor.” Dediler ki (Rasûllere): “Siz bizim gibi bir beşersiniz (bir mucizevî farkınız yok)… Atalarımızın tapındıklarından bizi alıkoymak istiyorsunuz… (O hâlde) bize apaçık bir sultan (mucizevî güç, kanıt) getirin.” (A.Hulusi)

10 – Resulleri hiç, dediler: Gökleri ve Yeri yaradan Allah da şekk edilir mi? O, sizi günahlarınızı mağrifet etmek için çağırıyor ve müsemmâ bir ecele kadar size müsaade ediyor, siz, dediler bizim gibi bir beşersiniz, bizi babalarımızın taptıklarından çevirmek istiyorsunuz, o halde bize sultası açık bir bürhan getiriniz. (Elmalı)

Kalet Rusulühüm efillâhi şekkün FatırisSemavati vel Ard elçileri onlara gökleri ve yeri var eden Allah hakkında kuşku ha? Dediler. Kaygılarını artırıcı, kaynağını açıklayan bir ifade bu. Yani gökleri ve yeri yaratan, var eden Allah, onların kaygılarını artırmaz mı bu. Gökleri ve yeri görüyorlar. Hani muriyd bir şekk duyuyorlardı. İçlerinde kocaman bir kaygıyla şüphe ediyorlar. Şüphe ediyorlar ama çok ta emin değiller. Ya gelirse. Onun için gökleri ve yeri örnek gösteriyor vahiy.

yed’uküm li yağfire leküm min zünubiküm ve yuahhıreküm ila ecelin müsemma o sizi günahlarınızdan arındırıp bağışlamaya ve sizin çöküşünüzü belirli bir süreye kadar geciktirmeye çağırıyor. Peygamberleri onlara böyle diyordu. Onun maksadı bu. Yani kendisine bir şey vermemizi istemiyor; Ma uriydü minhüm min rizkın.. (Zariyat/57) Ben sizden bir rızk istemiyorum, beni beslemenizi ve doyurmanızı istemiyorum diyordu ya Kur’an ın bir başka ayetinde rabbimiz. Onun için burada da onun bir başka biçimde ifadesi geliyor. O sizden başka bir şey istemiyor, sizin çöküşünüzü geciktirmek, sizin saadetinize saadet katmak, sizi iki dünyalı yaparak emniyet ve güvenliğe, özgürlük, güvenlik ve adalete kavuşturmak istiyor.

kalu in entüm illâ beşerun mislüna buna karşın buna da itiraz edemeyince bu kez farklı bir açıdan itiraz getiriyorlar. Ne diyorlar, dediler ki, şöyle bir itiraz ileri sürdüler; İyi ama siz de bizim gibi ölümlü birilerinden başkası değilsiniz. Siz de insansınız dediler. Yani inanmak eğer olağan üstü şeylerin eseri olsaydı, bakınız bu kavimlerin bir çoğu peygamberlerin mucizesiyle karşılaştılar. Burada ismi geçen Nuh Kavmi, Ad kavmi, Semud kavmi. Bunların Kur’an da ki kıssalarını okursak bizzat mucizelerle karşı karşıya geldiklerini görürsünüz. Ama yine de bir işe yaramadı. Çünkü bilinç, aydınlık bir akılla yaklaşmadılar. Çünkü gönülleri yoktu adam olmaya.

Onun için son tahlilde siz de bizim gibi insansınız dediler, melek peygamber talep ettiler. Allah’ın hayata karşı müdahalesine karşı düşünülmüş kurnazca bir tedbir aslında bu. Allah’ın kendi hayatlarına müdahale etmesini istememek için ancak böyle bir talepte bulunabilirlerdi. Eğer melek peygamber gelseydi, bu sefer söyleyecekleri açıktı; Biz insanınız, melek peygamberin söylediklerini nasıl yapalım. Veya biz insanız meleği nasıl örnek alalım diyeceklerdi.

türiydune en tesudduna amma kâne ya’budu abaüna siz bizi babalarımızın öteden beri tapa geldiği şeylerden vaz geçirmek istiyorsunuz ve sonunda dillerinin altındaki baklayı böyle çıkardılar. Yani siz bizi atalarımızın yolundan döndürmeye çalışıyorsunuz dediler. Suçlamaları böyle oldu en sonunda. Atalar yoluna sadık kalmak için Allah yoluna düşman oldular. Yani atalarının dinini Allah’ın dinine tercih ettiler. Atalarının ocağındaki külü, Allah’ın ocağındaki ışığa, köze tercih ettiler.

fe’tuna Bi sultanin mubiyn; Maden öyle bize apaçık gücü karşısında baş eğeceğimiz, çünkü sultan sadece delil, sadece belge anlamına gelmez, aynı zamanda keskin ve kesin güç anlamına gelir. Onun için güçlü bir belge, önünde baş eğeceğimiz güçlü bir belge getirsenize dediler en sonunda.

11-) Kalet lehüm Rusulühüm in nahnu illâ beşerun mislüküm ve lakinnAllâhe yemünnü alâ men yeşau min ıbadiHİ, ve ma kâne lena en ne’tiyeküm Bi sultanin illâ Biiznillâh* ve alAllâhi fel yetevekkelil mu’minun;

Rasûlleri onlara dediler ki: “Biz sizin misliniz bir beşeriz… Fakat Allâh, kullarından dilediğine (risâlet) nimetini ihsan eder… Allâh’ın izniyle açığa çıkması dışında (Bi-iznillâh), size sultan (mucizevî güç, kanıt) getirmemiz mümkün değildir… (O hâlde) iman edenler Allâh’a tevekkül etsinler (hakikatlerindeki El Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman etsinler).” (A.Hulusi)

11 – Resulleri onlara: evet, dediler: biz, sizin gibi bir beşerden başka bir şey değiliz ve lâkin Allah kullarından dilediğine nimetini ihsan buyurur ve Allâhın izni olmadıkça size bir sülta ve bürhan getirmek bizim haddimiz değildir, ve hep Allaha tevekkül etmelidir onun için müminler. (Elmalı)

Kalet lehüm Rusulühüm in nahnu illâ beşerun mislüküm Peygamberleri onlara şöyle cevap verdi; ve lakinnAllâhe yemünnü alâ men yeşau min ıbadiH ama Allah kullarından dilediği kimseyi onurlandırır, nimetini kullarından dilediğine verir. Yani siz bizim peygamberliğimizi inkar etmekle aslında Allah’ın, insanoğluna, hayata müdahil olmasını inkar ediyorsunuz. Allah’ın insanlar içinden bir insanı tercih etmesine itiraz ediyorsunuz. Bu çok ince, çok alttan alta karanlık aklın sahtekarlıklarından biri. Görüyorsunuz, deminden beridir dile getiriyorum karanlık akıl, Allah’ın hayata müdahil olmasına karşı. Çünkü karanlığını ancak öyle garantileyebiliyor. Neden? Karanlıklarda kotardığı iş, ışıkta ortaya çıkacak. Onun için karanlık akıl aydınlığı istemiyor.

ve lakinnAllâhe yemünnü alâ men yeşau min ıbadiHİ, ve ma kâne lena en ne’tiyeküm Bi sultanin illâ Biiznillâh üstelik Allah’ın izni olmaksızın size bu konuda güçlü bir belge sunmakta bizim üstümüze vazife değildir.

Ma kâne li; kalıptır Kur’an da, yani bize düşmez, şık kaçmaz, üstümüze vazife değildir, bizim yapacağımız iş değildir manasına gelir bu kalıp kullanıldığı her yerde hemen hemen.

ve alAllâhi fel yetevekkelil mu’minun; Ne ki yürekten inananlar yalnızca Allah’a güvenip dayanmalıdırlar. Evet, mesaj dışı bir delille, mesajı ispatlama kanıtlama talebi ne ahlakidir, ne de mantıki. İşte burada görüldüğü gibi. Aranacak hakikatin doğrudan mesajın kendisinde aranması gerektiğini ancak bu kadar güzel izah edilebilir. Gerçek tatmin istiyorsanız diyor işte burada bu ayette Kur’an, İbrahim suresinin 11. ayetinde Kur’an; gerçek tatmin istiyorsanız o tatmine ancak aklederek, aydınlık bir bilince kavuşarak, şuurla ulaşacaksınız ve bunun içinde mesajın muhtevasına bakacaksınız. Mesajın rehberliğine bakacaksınız. Onu kabul edeceksiniz. Mesajın rehberliği ile yetinmeyenlere işte böyle bir cevap veriyor. Mesaj dışı olağan üstü bir belge, bir delil isteyenlere Kur’an ın verdiği cevap 11. ayette. Ve ayetin bitiş cümlesi de çok çarpıcı;

ve alAllâhi fel yetevekkelil mu’minun; Yürekten inananlar yalnızca Allah’a güvensinler. Allah’a güvenmek O’nun mesajına güvenmektir, mesajını kabullenmektir.

12-) Ve ma lena ella netevekkele alAllâhi ve kad hedana sübülena* ve lenasbiranne alâ ma azeytümuna* ve alAllâhi fel yetevekkelil mütevekkilun;

“Hem bizi hakikate giden yola yönlendirmişken ne diye Allâh’a tevekkül etmeyelim ki? Bize eziyet etmenize elbette sabredeceğiz… Tevekkül edenler Allâh’a tevekkül etsinler (hakikatlerindeki El Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman etsinler). (A.Hulusi)

12 – Ve biz, neyimize Allaha mütevekkil olmayalım ki, o, bizlere yollarımızı dos doğru gösterdi, ve elbette bize yaptığınız ezalara karşı sabredeceğiz, ve hep Allaha tevekkül etmelidir onun için mütevekkiller. (Elmalı)

Ve ma lena ella netevekkele alAllâhi ve kad hedana sübülena Hem bize yollarımızı bulmada rehberlik ettiği halde Allah’a neden güven duymayalım ki. ve lenasbiranne alâ ma azeytümuna ve elbette sizin bize çektirdiğiniz eza cefaya rağmen direneceğiz, bir müminin tavrı böyle olur diyor Kur’an.

Her zaman ve her zeminde biz Allah’a güveniriz, çünkü Allah’a güvenimiz, Allah’ın güvenilecek tek kapı oluşundan kaynaklanıyor. Biz Allah’ın mesajına güvendik, onun için mesaj dışı bir belge artık aramaya kalkmadık. Mesajın doğruluğunu mesajın içeriğine bakarak anladık, muhtevasına bakarak anladık. Onun için de Allah’a güvendik. Dolayısıyla sizin bize olan eza ve cefanıza biz direneceğiz. ve lenasbiranne şiddetle direneceğiz.

ve alAllâhi fel yetevekkelil mütevekkilun; sağlam bir dayanak arayan herkeste sadece Allah’a güvenip dayansın. Başkasına değil. Çünkü Allah insanın güvenine ihanet etmeyen tek varlıktır. İnsan Allah’tan başka hangi kapıdan güvenlik garantisi, özgürlük garantisi alabilir ki. Hangi kapı insanın güvenini istismar etmeme hususunda sonsuz bir garanti verebilir ki. İnsanın hemcinsleri, insanın güvenini zedeleyebilir istismar edebilir. Çünkü insan zaaf sahibidir. İnsanın güvenini istismar etmeyecek tek zat Allah’tır, çünkü Allah’ın insana ihtiyacı yoktur. Çünkü insan Allah’ın rakibi değildir. Çünkü insan Allah’ın hasmı değildir. Çünkü insan Allah’ın severek yarattığı bir şerefli varlıktır.

13-) Ve kalelleziyne keferu li Rusulihim le nuhricenneküm min Ardına ev lete’udünne fiy milletina* feevha ileyhim Rabbuhüm lenühlikennez zâlimiyn;

Hakikat bilgisini inkâr edenler (egosuyla yaşayanlar) Rasûllerine dedi ki: “(Ya) sizi bölgemizden çıkaracağız yahut bizim inancımıza döneceksiniz”… Rableri, onlara vahyetti ki: “Zâlimleri elbette helâk edeceğiz.” (A.Hulusi)

13 – Küfredenler de resullerine dediler ki mutlak ve mutlak sizi toprağımızdan çıkarırız, yahut ki milletimize dönersiniz, rableri da onlara şöyle vahiy verdi ki muhakkak ve muhakkak zalimleri ihlâk edeceğiz. (Elmalı)

Ve kalelleziyne keferu li Rusulihim sonunda küfürde direnenler peygamberlerine dediler ki; le nuhricenneküm min Ardına ev lete’udünne fiy milletina ya bizim inanç sistemimize dönersiniz, -taktim tehirle çevirmeye çalışıyorum çünkü öyle daha iyi anlaşılır.- Ya bizim inanç sistemimize dönersiniz, ya da sizi yurdumuzdan sürüp çıkarırız.

Araf suresinin 88 ve 89. ayetlerinde Şuayb peygambere böyle dedikleri açıkça nakledilmişti. Küfrün tarih boyunca zorbalığa dayalı baskıcı tabiatı. İşte ayette verilen o. Ayet küfrün tabiatının baskıcı ve zorba olduğunu dile getiriyor. Tarih boyunca böyle olduğunu söylüyor.

feevha ileyhim Rabbuhüm lenühlikennez zâlimiyn; bunun ardından rableri kendilerine şöyle vahyetti; Zalimleri kesinlikle helak edeceğiz. İnanca baskı uygulayan zorbaları bekleyen kaçınılmaz akıbetin tarih boyunca yasası da bu. Onun için Tarih boyunca zorbalar var olmuş, onların akıbeti de hep birbirine benzemiş. Burada isim vermeksizin. Diğer kıssalarda bir peygamberi anlatırken anlatılan olaylar, burada tamamen mücerret bir biçimde, zaman ve mekandan ayrı olarak, koparılarak insanlığın tarihi boyunca yaşanan tüm olayların özeti biçiminde, yasası biçiminde veriliyor.

14-) Ve lenüskinennekümül’Arda min ba’dihim* zâlike limen hafe mekamiy ve hafe ve’ıyd;

“Ve onlardan sonra o bölgeye sizi iskân edeceğiz… İşte bu, benim konumumdan ve tehdidimden korkanlara mahsustur.” (A.Hulusi)

14 – Ve arkalarından sizi o Arza iskân eyleyeceğiz, bu işte makamımdan korkana, vaadimden korkana vaadim. (Elmalı)

Ve lenüskinennekümül’Arda min ba’dihim onların ardından boşalan yere sizi yerleştireceğiz. zâlike limen hafe mekamiy ve hafe ve’ıyd; işte bu benim makamımdan ve tehdidimden korkan kimselere has bir ödüldür.

Allah’ın makamından sakınmak. Allahın makamı.., Allah makamı…! İnsan bunun ne demeye geldiğini düşününce içi titreyecektir. İşte odur burada geçen havf.

15-) Vesteftehu ve habe küllü cebbarin ‘aniyd;

(Rasûller) fetih istediler… (Nitekim) her inatçı zorba kaybetti. (A.Hulusi)

15 – Hem fütuhat istediler, hem de haib oldu her cebbarı anîd. (Elmalı)

Vesteftehu ve müminler önlerinin açılmasını niyaz ettiler.

Feteha, açtı. İstefteha, açılmasını istedi, arzu etti, talep etti, açılması için gayret etti. Bunun için gerekli olanları yaptı. Anlamlarının tamamını içerir. Fetih için çaba gösterdiler diye çeviremez miyiz? Tabii ki. Hangi fetih? Gönüllerin fethi, yüreklerin fethi için gayret ettiler. Çünkü zorbalık vardı. Hemen bir üstteki ayeti hatırlayın, eza ve cefaya katlanıyorlardı. Sürgünle tehdit edildiler, ölümle bile tehdit edildiler ama onlar insanlarla birebir ilişkiye geçerek imanı yüreklere bir su gibi taşıdılar. İmanı yüreklere bir saka gibi taşıdılar ve insanların yüreklerini imana, imanı insanların yüreklerine açtılar ve sonuç;

ve habe küllü cebbarin ‘aniyd; inançtı zorbaların tümü ise yıkılıp gittiler.

İşte anahtar, İşte Kur’an ın bizim elimize tutuşturduğu yol haritası. İnsanların yüreklerine ulaşın. Tıpkı bu ümmetin tarihinde olduğu gibi. Tıpkı bu ümmetin Çin’e, Malezya’ya, Singapur’a, Açe’ye, Sumatra’ya, Endonezya’ya, Afrika’ya, Endülüs’e gönüller dolusu imanı taşıdığı gibi. Taşıyın, götürün. Ne diyordu efendimiz;

– Ülkeler silah zoru ile alınırlar, Fakat Medine fethedildi.

Oysa ki biz Medine’nin fethi bir kılıç kalkmadan, bir insanın canı yanmadan gerçekleştiğini biliyoruz. O halde fetih; Medine’nin gönlünün fethedilmesidir. Onun için burada fetih istediler, talep ettiler ve o talebe uygun davrandılar. Sonuçta zulmedenler yıkılıp gittiler.

16-) Min veraihi cehennemü ve yüska min main sadiyd;

Ardından da Cehennem… İrinli sudan (cehennem suyu) sulanır. (A.Hulusi)

16 – Arkasından Cehennem, neler olacak ve irin suyundan sulanacak. (Elmalı)

Min veraihi cehennemü ve yüska min main sadiyd; Onunda ötesinde cehennem vardır. Onlara orada iğrenç bir su sunulacaktır.

O inatçı zorbalar için bir tehdit geliyor burada. Özellikle sadiyd, tiksinti verici şey anlamına çevirdim ben burada. Yüz çevirdi, tiksindi, döndü manasına gelen sadde’den üretilmiş bir kelime. Sadde mastarından ki, cezanın tiksindiriciliğini mecazen ifade eden bir sözcük.

17-) Yetecerrauhu ve lâ yekâdü yusiyğuhu ve ye’tiyhilmevtü min külli mekanin ve ma huve Bi meyyit* ve min veraihi azâbun ğaliyz;

Onu yudum yudum içmeye çalışır, (fakat) neredeyse boğazından geçiremez… Kendisine her taraftan ölüm gelir fakat o ölmez! Onun ardından da ağır bir azap! (A.Hulusi)

17 – Yutmağa çalışacak, boğazından geçiremeyecek, her taraftan ona ölüm gelecek, halbuki ölmeyecek, arkasından da galiz bir azâb. (Elmalı)

Yetecerrauhu ve lâ yekâdü yusiyğuhu onu yutmak için yutkunacak fakat bir türlü yutamayacaktır. ve ye’tiyhilmevtü min külli mekanin ve ma huve Bi meyyit Derken ölüm her yandan gelip onu kuşatacak, ne ki o ölüm imkanından mahrum olacaktır. O inatçı zorbalar, yeryüzünde tanrılık iddiasına kalkışmış biri gibi ona buna sataşanlar, zulmedenler var ya, işte onları bekleyen feci akıbet budur diyor Kur’an.

Ölmekten dahi mahrum olacaklar. Burada ölme imkanından mahrum olacaklar diye çevirmem gramatik bir gerekçeye dayanıyor. Çünkü Nefyin haberi “B” harfi cerriyle gelirse burada olduğu gibi, ma huve Bi meyyit o zaman imkan ya da ihtimal yokluğuna delalet eder.

Kur’an bir başka ayetiyle diyordu ya;

Lâ ted’ul yevme süburen vahıden ved’u süburen kesiyra; (Furkan/14)

Lâ ted’ul yevme süburen vahıden O gün, veya işte bugün bir tek ölümü çağırmayın, size bir ölüm yetmez ey zorbalar, yeryüzünü kana bulayanlar, ışığa düşman kesilenler. Bir ölüm yetmez ved’u süburen kesiyra çok ölümü çağırın, ölümleri çağırın. Bir ölüm yetmez ki size.

ve min veraihi azâbun ğaliyz; ve onun da ötesinde çok ağır bir azap onları bekleyecektir.

18-) Meselülleziyne keferu Bi Rabbihim a’malühüm keremadinişteddet BihirRıyhu fiy yevmin ‘asıf* lâ yakdirune mimma kesebu alâ şey’in, zâlike hüved dalalül be’ıyd;

Rablerini (hakikatlerindeki Esmâ özelliklerini) küfür (inkâr) edenlerin yaptıklarının misali, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir küle benzer… Kazandıklarından bir şey elde edemezler… İşte bu, (hakikatten) en büyük sapmanın ta kendisidir! (A.Hulusi)

18 – Rablerine küfredenlerin meseli şudur: amelleri bir küle benzer ki onu fırtınalı bir günde rüzgar şiddetli savurmaktadır, kazandıklarından hiç bir şey ellerini geçmez, işte budur asıl o uzak dalâl. (Elmalı)

(Hatalı başlama; Meselülleziyne keferu Bi Rabbihim lâ yakdirune mimma kesebu alâ şey’in Rablerini inkarda ısrar edenlerin.)

Meselülleziyne keferu Bi Rabbihim a’malühüm keremadinişteddet BihirRıyhu fiy yevmin ‘asıf (Atlamışım..!) Rablerini inkarda ısrar edenlerin yapıp ettikleri, fırtınalı bir günde rüzgarın haşince saçıp savurduğu küle benzer.

Evet, harika bir benzetme. Rablerini inkarda ısrar edenlerin diyor, yapıp ettikleri, fırtınalı bir günde şiddetli bir rüzgarın saçıp savurduğu küle benzer. Onların yapıp ettikleri bu sonuçta. Allahsız bir eylem, anlamsız bir eylemdir diyor yani. Amaçsız bir eylemdir. Amaçsız ve anlamsız bir eylem küldür, yani atıktır, işi bitmiştir, değersizdir, özünde değeri yoktur. Özünde değeri olmadığı gibi, bir de savrulmaya açıktır. Yani hem kendisi değersizdir, hem de dışardan gelen her türlü müdahaleye açıktır. Onun için iflastır. Özünde anlamsız ve gayesiz olan her türlü eylem, ki bu manada içinde maksadı Allah olmayan bir eylem, gayesiz ve anlamsızdır.

lâ yakdirune mimma kesebu alâ şey’in onların eline kazandıklarından hiçbir şey geçmez. İnkar, iflastır demeye getiriyor ayet. Kendini kaybeden ne kazanır ki. Kendini bulan, kazanan ne kaybeder ki..! zâlike hüved dalalül be’ıyd; İşte budur telafisi mümkün olmayan büyük kayıp.

19-) Elem tera ennAllâhe halekas Semavati vel Arda Bil Hakk* in yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd;

Görmedin mi ki Allâh semâları ve arzı Hak olarak (El Esmâ’sı özellikleriyle, Esmâ bileşimleri hâlinde) yaratmıştır… Eğer dilerse sizi giderir ve yepyeni, orijinal bir yapı olarak yeni bir halk getirir. (A.Hulusi)

19 – Görmedin mi? Allah Gökleri ve Yeri Hakk ile yaratmış, dilerse sizi giderir yep yeni bir halk getirir. (Elmalı)

Elem tera ennAllâhe halekas Semavati vel Arda Bil Hakk görmez misin ki Allah gökleri ve yeri mutlak hakikate bir atıf olsun amacıyla yarattı.

Biraz önce amaçsız eylemi küle benzetmişti. Burada ise Bil Hakk ibaresi, yalana karşı hakikate atıf olan kalıcılığı temsil ediyor.

1 – Bil Hakk, eylemin mükemmelliğini ifade eder, bir.

2 – İkincisi, eylemi yapan öznenin, yani burada Allah’ın mutlaklığını temsil eder,

3 – Üçüncüsü, nesnenin yani burada gökler ve yer, amaçlılığına işaret eder.

Bil Hakk, Hakk ile yarattı. Sözcük olarak karşılığı bu, ama amaçlılığa bir işaret, bir amaç uğruna yarattı.

Belki buradan yola çıkarak şunu da diyebiliriz, bir amaç uğruna yaratılan gökler, bakınız rüzgarın savurduğu kül gibi değil, uzun süre, milyonlarca yıl duruyor. Çünkü bir amacı var. Amaçsız şeyler ise rüzgarın savurduğu kül gibidir.

 in yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd; eğer dilerse, (dolayısıyla parantez içi bir geçiş sözcüğü kullanmamız daha doğru olur.) (Dolayısıyla) eğer dilerse sizi silip süpürür, yerinize yepyeni bir yaratık, ya da yepyeni bir yaratılışla yaratılmış varlıklar getirir insan soyu yerine. Çünkü Maide/54 te daha küçük ölçekte, bu takasın yapıldığı insan soyunun içinde bir kavmi götürür yerinize, Allah’a sadık bir başka millet, bir başka toplum getirir manasına;

..men yertedde minküm an diynihı fesevfe ye’tillâhu Bi kavmin.. (Maide/54)

Kim O’nun dininden yüz çevirirse onların yerine O yepyeni bir topluluk getirir diyor ki orada kavm kelimesi kullanılıyor. Burada ise ilginçtir Bi halkın yepyeni bir yaratılış. Eğer insan tümüyle ihanete yönelirse Allah için; İnsanın yerine başka bir varlık getirmek zor değildir.

20-) Ve ma zâlike alAllâhi Bi aziyz;

Bu, Aziyz (hükmüne karşı gelecek olmayan) olan Allâh’a zor gelmez! (A.Hulusi)

20 – Ve Allaha göre bu, ehemmiyetli bir şey değildir. (Elmalı)

Ve ma zâlike alAllâhi Bi aziyz; bu Allah için erişilmesi güç bir şey de değildir. İşte geldi. Hiçte zor bir şey değildir.

21-) Ve berazu Lillâhi cemiy’an fekaled duafau lilleziynestekberu inna künna leküm tebe’an fehel entüm muğnune ‘anna min azâbillâhi min şey’* kalu lev hedanAllâhu le hedeynaküm* sevaün aleyna ecezı’na em saberna ma lena min mahıys;

Hepsi Allâh için, her yönleriyle, topluca ortadadırlar! Zayıflar, büyüklük taslayanlara: “Gerçekten biz, size tâbi olanlar idik… (Şimdi) Allâh’ın azabından bir şeyi bizden savabilir misiniz?”… (Büyüklenenler) dediler ki: “Eğer Allâh bize hidâyet etseydi, elbette biz de size hidâyet ederdik… (Şimdi) sızlanıp feryat etsek de yahut sabretsek de bize eşittir… (Zira) bizim kaçış yerimiz yoktur.” (A.Hulusi)

21 – Bir de hepsi toplanarak Allahın huzuruna çıkmışlardır, zuafâ kısmı büyüklük taslayanlara: şöyle demektedirler: bizler sizlere tabi’ idik, şimdi siz, bizden Allahın azâbından zerrece bir şey defi edebiliyor musunuz? Eğer, demişlerdir: Allah bize hidayet verse idi elbette sizi hidayeti erdirirdik, şimdi bizler sızlansak da sabretsek de müsavîdir, bizim için kurtuluş yok. (Elmalı)

Ve berazu Lillâhi cemiy’a derken hesap günü top yekun Allah’ın huzuruna çıkmışlardır. fekaled duafau lilleziynestekberu inna künna leküm tebe’an fehel entüm muğnune ‘anna min azâbillâhi min şey’ ve zayıflar büyüklük taslayanlara diyecekler ki; Şu bir gerçek ki biz zamanında size uymuştuk. Şimdi siz Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilecek durumda mısınız? O zayıf bırakılıp ta, zayıflıklarına rağmen efendilerinin ayağını yalayan o tipler. Yani zayıf olmaları sadece kendilerinin kişilik ve kimliklerini yok etmiş. Ama bir de baskı altında ezilmiş olanlar var, Kur’an onlardan da mustazaf olarak söz eder ama onları över. Fakat burada övülecek bir durum yok. Zayıflıklarını kabullenmişler ve öbürlerine yani kula kulluk etmişler, onları önder edinmişler.

kalu lev hedanAllâhu le hedeynaküm onlar cevap verecekler. Eğer Allah bize bir yol gösterirse biz de size kılavuzluk ederiz diyecekler. Veyahutta Zemahşeri bunu geçmişe yönelik, mazi olarak çeviriyor ve diyor ki; Eğer Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi erdirirdik ama gördüğünüz gibi durum hiçte iç açıcı değil.

sevaün aleyna ecezı’na em saberna ne olacak; İnleyip sızlasak ta başımıza gelene sabretsek te bizim için hepsi bir. Hiçbir şey değişmeyecek diyecekler, itiraf edecekler. ma lena min mahıys; Artık bizim sığınacak bir yerimiz de yok diyecekler.

22-) Ve kaleş şeytanu lemma kudıyel’emru innAllâhe veadeküm va’del hakkı ve veadtüküm feahleftüküm* ve ma kâne liye aleyküm min sültanin illâ en deavtüküm festecebtüm liy* fela telumuniy ve lumû enfüseküm* ma ene Bi musrihıküm ve ma entüm Bi musrihıyy* inniy kefertü Bima eşrektümuni min kabl* innez zâlimiyne lehüm azâbün eliym;

İş bitirildiğinde (hakikat ortaya çıktığında), şeytan der ki: “Muhakkak ki Allâh size Hak vaadi bildirdi… Ben de size vaatte bulundum, fakat hemen sonra vaadimden döndüm… Ben (zaten) sizin üzerinizde bir sultaya (zorlayıcı güce) sahip olmadım… Sadece size fikir ilham ettim, siz de benim verdiğim fikre (nefsinize hoş geldiği için) uydunuz! O hâlde beni suçlamayın, nefslerinizi suçlayın! Ne ben sizin imdadınıza koşarım, ne de siz benim imdadıma koşup kurtarabilirsiniz. Daha önce beni ortak tutmanızı da ben kesinlikle kabul etmemiştim! Muhakkak ki zâlimler için acı bir azap vardır.” (A.Hulusi)

22 – İş bitince Şeytan da der ki: doğrusu Allah size hak vaadi vaat buyurdu, ben de bir vaat yaptım size yalan çıktım, mamafih benim size karşı bir sültam yoktu, ancak sizi davet ettim siz de bana icabet eylediniz, o halde beni levmetmeyiniz nefislerinizi levmediniz, ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız, ben sizin bundan evvel beni şerik koşmanızı tanımadım, her halde zalimlerin hakkı elîm bir azâbdır. (Elmalı)

Ve kaleş şeytanu lemma kudıyel’emr ve hüküm kesinleşip iş bitince şeytan dedi ki; Şimdi sahneye kuşku çiftçisi şeytan girdi.

innAllâhe veadeküm va’del hakkı ve veadtüküm feahleftüküm işte hakikat ortaya çıktı, işte gerçek ortaya çıktı. Tabii ahiretten bir sahne, öbür hayattan bir sahne getiriliyor ve şeytanın itirafı. Allah size gerçekleşmesi kesin olan bir söz vermişti; “O geçekleşti.” Bir gün hesaba çekeceğim dedi. Yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz dedi ve işte gerçekleşti.

Size ben de söz vermiştim, fakat size verdiğim sözü tutmadım. Feahleftüküm tutmadım, yani tutamayacağımı bile bile bir söz verdim. Sadece söz ama. Siz bunu bilmeliydiniz. Kim sözünü tutabilir, kim tutamaz. Çünkü bunu bilebilecek şekilde yaratıldınız.

ve ma kâne liye aleyküm min sültan zira benim sizin üzerinizde bir yaptırım gücüm bulunmamaktaydı. Şeytana güç atfı batıl bir inançtır. Bir yerde şeytana, tanrılık izafesidir şeytana güç atfı. Şeytanı negatif yüceltmektir bir yerde. Yüceltmektir, negatifte olsa yüceltmektir şeytana güç atfı. Şeytan Allah’ın hasmı değildir, Allah’ın kuludur. İnsanın hasmıdır şeytan. Çünkü; ..en lâ ta’budüş şeytan* innehu leküm ‘adüvvün mubiyn; (Yasin/60) Kur’an böyle buyurur.

Şeytana Kulluk etmeyin. Şeytana kulluk etmek ona secde etmek anlamı taşımıyor. Onun yalanlarına aldanmak anlamını taşıyor. Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır diyen vahiydir.

illâ en deavtüküm festecebtüm liy ne ki sizi davet ediyordum, siz de benim davetime uyuyordunuz. Yani benim tüm yaptığım buydu. Bir gücüm yoktu sizin üzerinizde. Ordum yoktu. Sizi tehdit edemezdim çünkü etsem de bir şey yapamazdım. Fakat siz davetime uydunuz. Davet ettim siz de geldiniz. Yani zihninizin arkasında film oynattım, siz oynattığım filmi gerçek zannettiniz. Sizi korkuttum, fakat korkunuza esir oldunuz. Oysa ki beceremeyeceğim bir şeyle korkuttum.

fela telumuniy ve lumû enfüseküm dolayısıyla beni suçlamayın asıl kendinizi suçlayın.

Razi çok güzel bir ibare kullanmış burada esşeytanüs asli diyor. Neye? Asli şeytan, esas şeytan Razi’nin tefsirine göre; İnsanın arzusu, hevası, hevesi, içgüdüsüdür. Tutkularıdır diyor. Şeytan insanda ki bu zaaflara vesvese yolu ile ulaşıp insanı saptırıyor.

Dolayısıyla asıl suçlu, şeytandan öte insanda ki bu zaaflar, insanın kendisi. Bu zaaflarına kapılan insandır. Bir levhaya baksanız ve levhanın gösterdiği yere gitseniz, ama levha yanlış yönü gösteriyor olsa levhayı mı mahkemeye verirler, levhayı mı suçlarlar, sizi mi. Çünkü siz insansınız, levhaların yanlış gösterebileceğini bilebilecek durumdasınız. Çünkü aklınız var. Onun için şuurla, bilinçle yaklaşmalı, onu hesap etmeliydiniz. Ölçmeli, tartmalıydınız. Muhakeme vermiş Allah, bu muhakeme ile doğru hüküm vermeliydiniz. Bu nedenle levhaya değil insana yüklenir sorumluluk. Ve akletmeyen, bu yüzden aldanan, iç güdüleri ile bilincini esir alan insanın kendisidir suçlu olan.

ma ene Bi musrihıküm ve ma entüm Bi musrihıyy ne ben sizin imdadınıza yetişecek durumdayım, ne de siz benim imdadıma. inniy kefertü Bima eşrektümuni min kabl şu bir gerçek ki sizin daha önce beni Allah’a ortak koşma girişimlerinizi de hep reddetmişimdir. Adem ve Havva’yı, sizin rabbiniz demişti Adem ve Havva’ya hani şeytan. Araf suresi 20. ayetinde. Yine ben rabbinizim dememişti onlara. Ben Allah’tan korkarım demişti Enfal suresinin 48. ayetinde. İnniy ehafullah demişti. Yine fe bi izzetike diye Allah’ın şerefi üzerine yemin etmişti. (Sâd/82) kendisine tanrılık vasfını kabul etmemişti hiçbir zaman. Ama insan O’na böyle bir güç yakıştırdı.

 innez zâlimiyne lehüm azâbün eliym; Elbette zalimleri can yakıcı bir azap beklemektedir. Bu sözü Allah’a atfetmek daha doğru olur.

23-) Ve üdhılelleziyne amenû ve amilus salihati cennatin tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha Bi izni Rabbihim* tehıyyetühüm fiyha Selâm;

İman edip imanın gereğini uygulayanlar ise, Rableri olan Esmâ bileşiminin elvermesi sonucu (Bi-izni Rabbihim), içinde sonsuza dek yaşamak üzere, altlarından nehirler akan cennetlere dâhil edilmişlerdir… Onların orada birbirlerine hitabı “Selâm”dır. (A.Hulusi)

23 – İman edip Salih ameller işleyenler ise altından ırmaklar akar Cennetlere konulmuşlardır, rablerinin izniyle orada muhalled olarak kalacaklardır, tehıyyeleri orada selâmdır. (Elmalı)

Ve üdhılelleziyne amenû ve amilus salihati cennatin tecriy min tahtihel enhar fakat iman eden ve Salih amel işleyen kimseler, içlerinden ırmaklar çağlayan cennetlere alınacaklar. halidiyne fiyha Bi izni Rabbihim onlar orada rablerinin izni ile ebedi kalacaklar. tehıyyetühüm fiyha Selâm; Onların orada birbirlerine mukabeleleri, mutluluklar, ne mutlu size, selam olsun size şeklinde olacaktır.

Rabbimizden sonu cennet olan ve birbirlerine mutluluk dileyenler arasında biten bir akıl ve hayat bahşetmesini niyaz ediyoruz ve rabbimize karanlık akıldan O’na sığınıyoruz.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
6 Yorum

Yazan: 27 Ocak 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

6 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. İBRAHİM SURESİ (01-23)(81)

  1. Huseyin

    31 Ocak 2012 at 01:08

    Allah binlerce keznrazi olsun Bu dersleri yaziya döken kardeşimizden… Cok buyuk bir bizmetttir.. Bu yazilar ilerde Kitap olup din kardeşlerimizin raflarini dolduracagindan eminim… Heycanla ve sabirla devamini bekliyoruz…. Rabbim eline zihnine kuvvet versin…. Allah binlerce kez razi olsun senden kardeşim……

     
    • ekabirweb

      31 Ocak 2012 at 12:30

      Merhaba..:) Allah bizden razı da inşallah bizler de Allah’tan razı oluruz. Çünkü Allah’ın kararları ve isteklerine razı olamayan bizleriz..! Çalışmalarımı beğendiğinize sevindim. Aslında bunu kendim için yapıyorum. Üstelik kitaplaştırmanın benim hakkım olduğunu düşünmüyorum. Kendini geliştirmek gayesiyle belki benim gibi düşünenler olabilir diye de paylaşıyorum. Böylece bir Kur’an halkası gibi oluruz, daha bereketli olur diye düşündüm. Hatta okuyucu konularla ilgili orijinal, bilimsel bulgu ve belge hatırlarına gelirse yorum hanesinde bildirmelerini isterdim. Bilginin fazlalığının zararı olmaz değil mi. Esen kalın, Allah’a emanet olun.

       
  2. ihsan

    08 Şubat 2015 at 17:42

    büyük bir emek verildiği aşikardır emeğinizin karşılığını alırsınız inşallah

     
    • ekabirweb

      08 Şubat 2015 at 18:46

      Merhaba, bu çalışma şevkini verdiği için Rabbime hamd ediyorum, duanıza da amin diyorum. Allah cümlemizin gayretini artırsın. Esen kalın Allah’a emanet olun.

       
  3. Behiye

    20 Nisan 2017 at 23:53

    …devamı nerede acaba?

     
    • ekabirweb

      21 Nisan 2017 at 00:12

      Merhaba, Surenin devamını arşivden veya yazının hemen sağ üst köşedeki linge tıkladığınızda ulaşabilirsiniz. Allah gayretinizi artırsın. Esen kalın Allah’a emanet olun.

       

Yorum bırakın