RSS

İslamoğlu Tef. Ders. İSRA SURESİ (053-082)(91)

06 Nis

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

 “BismillahirRahmanirRahıym”


Sevgili Kur’an dostları bugünkü dersimize İsra suresinin 53. ayeti ile devam ediyoruz. Hatırlayacak olursanız geçen dersimizde işlediğimiz ayetler ahirete imandan söz ediyorlardı. Yani insanın dünyevileşmesinin Allah ile ilişkisini koparmasının, zulmetmesinin. Kendisi ile ilişkisini koparmasının, kendisi ile barışık olmamasının, kavgalı olmasının. Tabii ki tabiatla, çevresi ile, diğer insanlar ile ve mahlukatın yaratıcısı Allah ile barışık olmamasının temelinde yatan en büyük sebep olarak ahirete imansızlığı göstermişti.

 Yeniden diriliş ve hesap gününün hatırlatılmasının ardından işte bir ayet geliyor, diyalog çağrısı. Ki bu kadar geniş bir perspektif insanın ezeli mazisi ve ebedi istikbalini de içine alan bu kadar geniş bir perspektif ancak Allah’a layıktır ve ancak bir vahiyde görebiliriz biz bunu. İşte o perspektifin merkezinde yine Allah’ın insana olan rahmetini görüyoruz ve yeniden diriliş ayetlerinin ardından bir diyalog çağrısı ile devam ediyor Kur’an.


BismillahirRahmanirRahıym


53-) Ve kul li ıbadiy yekulülletiy hiye ahsen* inneş şeytane yenzeğu beynehüm* inneş şeytane kâne lil’İnsani adüvven mubiyna;

 Kullarıma de ki; en güzeli ne ise onu söylesinler! Muhakkak ki şeytan (nefs = bilinç = bedensellik kabulü vehmi) aralarına fit sokar… Muhakkak ki şeytan, insan için apaçık bir düşmandır! (A.Hulusi)

 053 – Kullarıma söyle ki: en güzel olan kelimeyi söylesinler çünkü Şeytan aralarını gıcıklar, çünkü Şeytan insana açık bir düşman bulunuyor. (Elmalı)


Ve kul li ıbadiy yekulülletiy hiye Ahsen imdi, söyle kullarıma birbirlerine karşı sözü en güzel biçimde söylesinler. Ya da, söyle kullarıma birbirleri arasında ki diyalog yolunu açık tutsunlar. Ya da söyle kullarıma birbirleri ile güzel bir diyaloga girsinler. İşte rabbimizin Peygamberine; kullarıma benden ilet diye emrettiği emir, diyalog çağrısı. Yani, sözün gücüne inansınlar. Bana inanıyorsanız sözün gücüne inanın. Söz güçlü olmasaydı Allah konuşur muydu. Vahiy varsa sözün gücü var demektir.

 Onun için aslında bu ayet, bu ibare Allah’ın has kullarına sözün gücüne inanma çağrısıdır. Ve tabii söyle kullarıma birbirleri ile iyi bir diyalog geliştirsinler dediği karşı taraf kim? Hiç kuşkusuz ki inanmayanlar. Ayetin bağlamı zaten bunu veriyor.

 Zümer/8. ayet ne diyordu?(hayır, 18)

 Elleziyne yestemi’unel kavle feyettebi’une ahsene.. (Zümer/18) Onlar ki, yani sözün gücüne inanan, buna inandığı için, Allah’ın sözüne inanan müminler, sözün tamamını dinlerler, en güzeline uyarlar. Ama, sözü dinlerler, tamamını dinlerler. yestemi’unel kavl oradaki el takısı, sözün tamamına delalet eder. Tamamını dinlerler, ama seçerler. Çünkü müminin aklı seçen akıldır, mümeyyiz akıldır. En güzeline uyarlar.

 İşte Kur’an ın bu prensibini hayatında bir melekeye dönüştüren sevgili efendimiz o yüce insan sözün tamamını dinlediği için, sözünü dinlediği münkirler ve putperestler tarafından ne diye isimlendirilmişti biliyor musunuz? Uzûn , kulak. Kulak diye isimlendirilmişti. Tevbe suresi/61. ayetinden öğreniyoruz bunu. Yani kulak diyecek kadar, kulak lakabını düşmanları verecek kadar söz dinleyen, söze önem veren, karşısındakinin sözüne değer veren biri.Çünkü Allah böyle istedi. Dinle, ondan sonra. önce dinle ondan sonra vuracaksan vur. Ama öce dinle. İşte ilahi vahiylerin özü Kur’an vahyinde böyle tecessüm etti.

  inneş şeytane yenzeğu beynehüm Neden diyalog geliştirsinler? Çünkü şeytan aralarını açmak ister. Görüyor musunuz, şeytanı aradan çekmenin formülü olarak diyalog yolunu açık tutmak öngörülüyor. Demek ki şeytan daha çok sözün aradan çekildiği durumlarda girer. İnsanların aralarını acar. Yani söze güvensizliğin olduğu yerde şeytan girer.

 Özellikle müminler kendi aralarında bu kurala riayet etmeleri gerekmiyor mu. Kur’an imandan mahrum kitlelerle dahi diyalogu emrederken, ya müminlerin birbirleri arasında kopukluğu, söze güvenmemesi, birbirleri ile sözlü diyaloga girememesi, birbirlerine kendilerini ifade etmemesi, bizzat muhatabının ağzından kendisini öğrenmemek, tanımamak, dinlememek. Affedilebilir bir cürüm mü bu. O zaman şeytan girer diyor. Şeytanın girmesini istemiyorsanız bizzat, yüz yüze, göz göze, öz öze . Ama söz söze olun, olun ki şeytan girmesin.

 inneş şeytane kâne lil’İnsani adüvven mubiyna gerçek şu ki şeytan sadece müminlere düşman değil, dikkat buyurun; Lil’insan, insan soyuna düşman. İnsan soyunun apaçık düşmanıdır. Burada ki el insan lam’ı tarif, cins içindir. Tüm insan cinsini kapsar. Yani insan soyuna Ademoğluna düşmandır şeytan. Onun için şeytanın askeri olmayın. Düşmanınıza fırsat vermek istiyorsanız sözün yolunu tıkayın. Eğer söz kanallarını açık tutarsanız şeytan, size olan ezeli düşmanlığını sizin üzerinizde uygulayamaz, zarar veremez.

 Ne diyordu Ankebut/46 da Kur’an ehli kitabı kastederek. Onlarla güzel tartış diyordu. Demek ki sadece burada değil, Kur’an ın diğer birçok yerinde sizin gibi inanmayan, inancınızın aynı olmadığı diğer inanç mensupları ile iyi bir diyalog kurmak emrediliyor. Neden? Çünkü sizin korkacak hiçbir şeyiniz yok. Kendine güveni olmayanlar diyalogdan kaçarlar.Söyleyecek sözü olmayanlar sözden korkarlar.

 Bir mümin sözden neden korksun çünkü o sözün şahını kendi elinde bulunduruyor. Çünkü o sözlerin sultanı olan vahye iman etmiş. Çünkü o kendisini hakikate nispet etmiş. Kendisini yalana nispet edenler korksun sizden. Siz korkmayın. Sizin iletecek çok şeyiniz var. Sizin ulaştıracak çok şeyiniz var. Çünkü güçlü olan söz sizde. Kavlül hak sizde, hak söz sizde. Hakkın sözü sizde. Onun için siz değil muhataplarınız tedirgin olsun.


54-) Rabbüküm a’lemü Biküm* in yeşe’ yerhamküm ev inyeşe’ yuazzibküm* ve ma erselnake aleyhim vekiyla;

 Rabbiniz, hakikatiniz olarak sizi çok iyi bilir! Dilerse size rahmet eder veya dilerse size azap eder! Biz seni, onlara vekîl olarak irsâl etmedik. (A.Hulusi)

 054 – Rabbiniz sizi daha çok bilir, dilerse size merhamet buyurur, dilerse size azâb eder, seni de üzerlerine vekîl göndermedik. (Elmalı)


Rabbüküm a’lemü Biküm rabbiniz kim ve ne olduğunuzu çok iyi bilmektedir. Kendinizi Allah’a ispat için din adına saldırganlık yapmayın, taşkınlık yapmayın, bu anlaşılıyor. Çünkü rabbiniz sizin ispatınızı istemiyor, O sizi biliyor, çok iyi biliyor kimin ne olduğunu. Yani onun için vitrinlik işlere soyunup ta saldırganlık yapmayın. Rabbiniz kimin ne olduğunu çok iyi biliyor. Ona ispat edecekseniz yüreğiniz yetiyor zaten. Onun için vitrine yatırım yapmayın. Yatırımınızı kişiliğinize, kimliğinize yapın.

 in yeşe’ yerhamküm ev inyeşe’ yuazzibküm dilerse size rahmetiyle muamele eder, dilerse cezalandırır. Yani bunları yine de yapıyorsunuz. İnsanoğluna hitap ediyor unutmayalım. Yani şu anda bu ayetler inananı ve inanmayanı, mümini ve münkiri ile tüm insan soyunu muhatap alıyor. Rabbimizin o engin merhamet denizi onları da kuşatıyor ki onlara da hitap var burada.

 Siz sözlerin şahına yan döndünüz, sözlerin sultanına inanmadınız, bu tavrınızla aslında cezayı hak ettiniz. Ama Allah yine de kapısını size kapatmıyor, açık tutuyor. Çünkü Allah kuluna diyalogu önerirken, teklif ederken kendisi kapatır mı. Kendisi kapısını kapatır mı. Onun için haydi siz de Allah ile diyaloga girin. O nedenle Kur’an okumak buyuruyordu efendimiz. Allah ile konuştum demek için yeterlidir. Evet, rabbisiyle kişinin konuşması gibidir. Zaten soranlar cevap alırlar. Sorarsınız Kur’an a, o da size cevap verir. Sormazsanız cevap vermez.

 ve ma erselnake aleyhim vekiyla bunun içindir ki biz seni onlara inanç dayatan bir sorumlulukla göndermedik. Burada ki vekiyl sözcüğünü; inanç dayatan bir sorumluluk, yani onların vekaletini üstlenmedin. Göndermedik buyuruyor Kur’an, tehdit etmeyin diyor, teklif edin, dahası temsil edin. Temsil etmiyorsanız tehdidinizin ne değeri olabilir ki. Teklif edin. En güzel teklif temsil etmektir.


55-) Ve Rabbüke a’lemu Bi men fiys Semavati vel Ardı ve lekad faddalna ba’danNebiyyiyne alâ ba’din ve ateyna Davude Zebura;

 Rabbiniz, semâlarda ve arzda bulunan varlıklarda olarak, daha iyi bilir… Andolsun ki, biz Nebilerin bazısını bazısına üstün kıldık (özellikleri yönünden)! Davud’a da Zebur (hikmetler ihtiva eden BİLGİ) verdik. (A.Hulusi)

 055 – Hem rabbin Göklerde ve Yerde kim varsa hepsine a’lemdir, celâlim hakkı için Peygamberlerin de bazısını bazısına tafdil ettik ve Davûd’a bir Zebûr verdik. (Elmalı)


Ve Rabbüke a’lemu Bi men fiys Semavati vel Ard buy hitabın ardından kevni ayetlere sözü getirdi Kur’an ve diyor ki; Göklerde ve yerde bulunan her varlığı rabbin çok iyi bilmektedir. Yani sizi biliyor, ama sizi bilmekle kalmıyor. Göklerde ve yerde bulunan tüm varlıkları da biliyor.

 Bu bir ima içerse gerektir ki gelecekte insanın yüceliğine ve onuruna atıf yapan ayet gelecek ve o ayetin arkasında da bir çoklarından üstün kılındığımız vurgulanacak. Ama her şeyden değil, tüm yaratıklardan değil. Adeta bu ibare göklerde ve yerde b ulunan her varlığı da çok iyi biliyor. Sizin alternatifleriniz varsa onları da biliyor. Ey insan Allah’ın tek alternatifi değilsin gibi bir ima seziyorum ben bundan. Devam edelim;

 ve lekad faddalna ba’danNebiyyiyne alâ ba’d dahası, rabbin peygamberlerden her birine diğerinden farklı olarak üstün nitelikler yerleştirmiş vermiştir.

 Sanırım bu ibare sevgili efendimizin tasavvurunu inşa eden bir ibare. Muhataplarının tasavvurunu değil, öncelikle peygamberimizin tasavvurunu. Çünkü muhtemelen onun bilincinde ki, zihninde ki bir soruya bir cevaptı bu. Kendisinden, vahyi dışarıdan destekleyen mucizeler isteniyordu. Ki bu surenin ileriki ayetlerinde istenilen tüm mucizeler ardı ardına sıralanacak. Rabbimiz ise bu mucizeleri göndermiyordu. Mucize olarak sadece Kur’an ı göndermişti, vahyi göndermişti. Niçin göndermediğini de açıkça ilan ediyordu 59. ayette. Biraz sonra tefsirini yapacağız.

 Dolayısıyla efendimiz daha önce ki peygamberlere risaletlerini destekleyen dışardan bir belge, dışardan bir kanıt vermişken kendisine verilmemesi konusunda bir soru işareti belirmiş olacak ki rabbimiz işte o soruyu işaretine bir cevap.Yani rabbin peygamberlerden her birine diğerinden farklı olarak üstün nitelikler bahşetmiştir. Sana da evrensel bir vahiy vermiştir. Önceki peygamberlere verine mucizeler sadece kendi zamanlarında, sadece o mucizenin muhatapları için geçerli idi. Çünkü sadece görenleri ilgilendiriyordu. Fakat sn peygambere verilen bu mucize öncekilerden farklı olarak ebedi bir mucize idi.Yni peygamber vefat etse dahi geriye kalacak, yaşayacak  bir mucize idi.

 Unutmayınız, ayat-ı beyyinat olarak nitelendirilen, önceki peygamberlere verilen mucizeler vahyi desteklemek için gelmişti. Yani onlar parmaktı, gösterdikleri ay ise vahiydi. Onlar zarftı, zarfın içinde ki mektup ise vahiydi. Atfeden mi, atfedilen mi daha üstündür. Elbette işaret edilen daha üstündür. Onun için işaret taşları yola işaret ederler amaç yoldur, amaç taş değildir. Demek ki önceki peygamberlere verilen fiili ve fiziki mucizeler vahye işaret ettiler. Oysa ki efendimize verilen mucize bizzat kendine işaret etti. Vahiy mucize oldu ona. Onun için işte burada hepsine farklı üstünlükler verilmiştir fakat sana çok çok farklı olan evrensel bir mucize verilmiştir denilmek istense gerektir.

 ve ateyna Davude Zebura nitekim Davud’a krallıkla birlikte hikmet yüklü sayfalar verdiğimizi hatırlayın. Yani burada bir örnek veriliyor. Neyin geçici, neyin kalıcı olduğuna dair bir örnek. Davud’un Krallılığından bu ibare söz etmiyor, ben parantez içinde, Davud bir kraldı, devlet başkanıydı. Fakat Davud’un krallığından geriye şimdine kaldı. Peki nesi kaldı geriye? Verdiğimiz hikmet kitabı kaldı. İşte bu söyleniyor.  Geriye kalanın, kalıcı olanın ne olduğuna bak ey resul, ey peygamber. Onun için sana kalıcı olan bir mesaj verdik. Krallık olsa ne yazardı ki. Adeta bir teselli, bir telsiye bu ayetler. Davud’un gök kubbeye saldığı sada hala çınlıyor. Ya Yüce Muhammed’imizin, efendimizin saldığı sada işte önümüzde.


56-) Kulid’ulleziyne zeamtüm min dûniHİ fela yemlikûne keşfeddurri anküm ve lâ tahviyla;

 De ki: “O’nun dûnunda varsandıklarınızı çağırın! Ne sizden sıkıntı kaldırmaya güçleri yeter, ne de hâlinizi değiştirebilirler.” (A.Hulusi)

 056 – De ki: ondan başka zulmettiklerinize çağırın, anlarsınız ki başınızdan sıkıntıyı ne defedebilirler ne de tahvil. (Elmalı)


Kulid’ulleziyne zeamtüm min dûniH de ki; O’nun dışında kendilerine güç vehmettiğiniz kimseleri çağırsanıza haydi. fela yemlikûne keşfeddurri anküm ve lâ tahviyla düş kırıklığı ile göreceksiniz ki sizden hiçbir zararı kaldırmaya ya da onu yararlı bir şeyle değiştirmeye güçleri yetmeyecektir.

 Tabii burada vahyi inkar eden muhataplara seslendi ve dedi ki; Haydi Allah’a ait bir takım nitelikleri kendisine yakıştırdığınız kimseleri. Kendisinde tanrısal güç vehmettiğiniz kimseleri yardıma çağırın. Düş kırıklığı ile göreceksiniz ki sizden hiçbir zararı gideremeyecek, ya da onu bir başka şeyle değiştirmeye güçleri yetmeyecek.

 Buradaki ilginçtir elleziyne zeamtüm. Elleziyne genellikle canlı ve bilinçli varlıklar için kullanılır. Yani peygamberler, veliyler, alimler, melekler, aziyzler. Sizin kendisine güç vehmettiğiniz, yani size yardım edeceğini düşündüğünüz büyük insanlar. Onu söylüyor burada. Kurtarıcı diye baktığınız büyük insanlar, onlar kendilerine gelecek bir zararı bile defedemezler. Sizden nerede kaldı ki bir zararı defedecekler.

 Bu konu üzerinde Kur’an çok çok duruyor. Allah’a ait bir niteliği, bir özelliği Allah’tan başka isterse peygamber olsun, isterse melek olsun birine vermek nedir? Tanrısını tahin hakkını kişinin kendisinde zannetmesidir. Korkunç bir cinayet. Yani siz Allah’ın kulu olduğunuz halde, siz kendi tanrınızı kendiniz yapmaya çalışıyorsunuz zihninizde, tasavvurunuzda, aklınızda. Bu aynı zamanda şudur; Allah’a ait bir vasfı çalmak demektir. Çalmaya kalkışmak, teşebbüs etmek demektir. Hakkınız var mı? Yapabilir misiniz.


57-) Ülaikelleziyne yed’une yebteğune ila Rabbihimül vesiylete eyyühüm akrebü ve yercune rahmeteHU ve yehafune azâbeHU, inne azâbe Rabbike kâne mahzûra;

 Onların dua ettikleri (şeyler), Rablerine yakınlaşmak için vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve O’nun azabından korkarlar! Muhakkak ki senin Rabbinin azabı, sakınılması gerekendir! (A.Hulusi)

 057 – Onların yalvarıp durdukları, rablerine hangisi daha yakın diye vesîle ararlar ve rahmetini umarlar azâbından korkarlar, çünkü rabbinin azâbı korkunç bulunuyor. (Elmalı)


Ülaikelleziyne yed’une yebteğune ila Rabbihimül vesiylete eyyühüm akreb bu çok çok daha önemli, aynı mevzuu devam ediyor. Kaldı ki diyor ayet, onların kendilerine yalvarıp yakardıkları kimseler var ya? Allah’a en yakın sandıkları hangisi ise, işte onlar bile rablerine yakın olmak için var güçleriyle çaba gösterirler. Yani sizin kendisinden yardım beklediğiniz kimseler; peygamberler, melekler, aziyzler, alimler, veliyler var ya. Şimdi kafanızda, zihninizde en büyüğü hangisi onu alın misal olarak, o bile Allah’a yakın olmak için var gücünü harcarken sana ne oluyor be adam, sen Allah’a yaklaşmak için kendi çabanı kullanmıyorsun.

 Evet, burada ki el vesiyle, unutmayalım ki; Kişinin tüm çabasını harcaması demektir. Yakın olmak için tüm çabayı harcamak. Vesiyle nin anlamı budur. Yani bir başka şeyi aracı koymak değil, Türkçeye geçtiği gibi. Asıl anlamı; Kişinin yakın olmak için var gücünü harcaması, elinden geleni ortaya koymasıdır. Sizin kendisinden yardım umduklarınız, Allah’tan yardım umuyorlar, ya siz? En azından onları örnek alın da siz de Allah’a yakın olmaya çalışın demekte bu ayet.

 ve yercune rahmeteHU ve yehafune azâbeH yine onlar, O’nun rahmetini dilenip cezasından da korkarlardı. inne azâbe Rabbike kâne mahzûra çünkü senin rabbinin azabı her daim kaçınılması gereken bir ceza, çok ağır bir ceza olmuştur. Akıllı insan rabbinin cezalandırmasından korkar ve sakınır.


58-) Ve in min karyetin illâ nahnu mühlikûha kable yevmil kıyameti ev muazzibuha azâben şediyda* kâne zâlike fiyl Kitâbi mestura;

 Hiçbir ülke yoktur ki, kıyamet sürecinden önce, biz onun yok edicileri yahut da şiddetli bir azap ile azap edicileri olmayalım! İşte bu, Kitap’ta (İLİM mertebesinde – Sünnetullâh’ta – levhi mahfuz’da) detaylarıyla yazılmıştır. (A.Hulusi)

 058 – Hiç bir memleket de yoktur ki biz onu Kıyamet gününden evvel helâk edecek veya şiddetli bir azâb ile ta’zib eyleyecek olmayalım, kitapta bu mestur bulunuyor. (Elmalı)

 

 Ve in min karyetin illâ nahnu mühlikûha kable yevmil kıyameti ev muazzibuha azâben şediyda  ve yoldan çıkmış hiçbir toplum yoktur ki biz onun helâkini kıyamet gününden önce kararlaştırmamış, ya da şiddetli bir azap ile cezalandırmamış olalım. kâne zâlike fiyl Kitâbi mestura bu, daha baştan kayıt altına aldığımız ilahi bir yasadır. Fiyl Kitâb, ilahi bir yasa. İlahi yasaların kayıtlı tabiatına bir atıf. Yani artık yasa olarak konulmuş, değişmez bir kanun.

 Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ayette, hem nahnu mühlikûha helâk var, hem de ev muazzibuha azab var. Aynı ayette iki kavram kullanılıyor. Helâk; Tabii yasalar kullanılarak ansızın verilen ceza. Azab ise toplumun kendi içinden insanlar kullanılarak belli bir süreç içerisinde, tarihin ve sosyolojinin yasaları çerçevesinde verilen ceza, çöküş, yok oluştur. Onun için aynı cümle içinde ikisi de kullanılıyor.

 Burada rabbimiz, Allah’tan başkalarının tanrılaştırıldığı tüm toplumlarda kula kul olanlar, insanı kul edinenler çıkar buyuruyor. Yani rabbimizin bize verdiği ders bu. Neden Allah’tan başkalarının tanrılaştırılmasına bu kadar ciddi itiraz yöneltiyor Kur’an?

 Süreç şöyle gelişir; Allah’tan başkalarına kul olan bir toplumda, kula kul olanlar ve kulu kul edinenler çıkar. Allah’ın sıfatları başkasına verilmeye başladı mı. Bunların olduğu yerde insan, insana tahakküm eder, zulmeder baskı altına alır. İnsanların bir kısmı diğer kısmını. Güç sahibi olanlar güçsüz olanları, servet sahibi olanlar servetsiz olanları baskı altına alır ve zulüm başlar. Zulüm bir toplumun kıyametidir. Zulüm başladı mı o toplumun kıyameti kopmuş demektir. İşte şirk ve şirkin her türü bunun için yasaktır.


59-) Ve ma meneana en nursile Bil’âyâti illâ en kezzebe Bihel evvelun* ve ateyna Semuden nakate mubsıreten fezalemu Biha* ve ma nursilu Bil âyâti illâ tahviyfa;

 Mucizelerimizi irsâl etmemize mâni olan, öncekilerin onları yalanlamış olmasıdır (siz de yalanlarsanız derhal azabını yaşardınız, sizi ortadan kaldırmak zorunda kalırdık)! Semud’a da aydınlatan olarak dişi deveyi verdik de (vahşice öldürerek) ona zulmettiler! Biz mucizelerimizi ancak korkutmak için irsâl ederiz. (A.Hulusi)

 059 – O istenilen âyetler (mucizeler) le risalet vermekten bizi meneden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzip ettiler, Semud’e gözleri göre göre o nakayı verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz. (Elmalı)


Ve ma meneana en nursile Bil’âyâti illâ en kezzebe Bihel evvelun Bizi, elçilerimizi mucizevi sembollerle göndermekten alıkoyan neden, yalnızca önceki toplumların onları yalanlamış olmalarıydı.

 Biraz önce değinmiştim, atıf yapmıştım bu ayete. Yani son peygambere neden önceki peygamberlere verilen mesela Semud kavmine verilen deve gibi. Musa peygambere verilen asa gibi bir mucize, yani dış delil, kanıt. Onun risaletinin dış kanıtı, delili verilmedi diye sorulacak olursa işte cevabı burada.

 Aslında bu cevap Kur’an ın diğer surelerinde ki ayetlerle işlendiğinde daha güzel anlaşılır. Ankebut/51 de;

 Evelem yekfihim enna enzelna aleykel Kitabe yütla aleyhim. (Ankebut/51) kendilerine okunan bu kitabı onlara indirmiş olmamız mucize olarak yetmedi mi diyor. Yetmedi mi?

 Ki, bu bir cevaptır aslında. Bu ayetin hemen bir üstünde yani Ankebut/50 de sorusu da soruluyor bunun. Neden ona rabbinden bir takım mucizeler indirilmiyor diyorlar. İşte cevabı böyle geliyor. Mucize olarak yetmedi mi diyor.

 Yine En’am suresinde eğer istedikleri gelse idi yine de inanmazlardı diyor. Rabbimiz biliyor. İlginçtir. Onun için aslında istediklerinin kendilerine verilmemesi Allah’ın kendilerine şefkat ve merhametinin bir sonucu ama bunu dahi takdir edemediler, edemiyorlar ve edemiyoruz biz insanlar.

  ve ateyna Semuden nakate mubsıreten fezalemu Biha Bir örnek verdi. Nitekim Semud’a risaletin görünür bir kanıtı olarak dişi deveyi vermiştik. Hatırlayın. Fakat temsil ettiği hakikati inkar yoluyla ona zulmettiler. Burada Biha da ki “B” edatından, harfi cerrinden yola çıkarak temsil ettiği hakikati inkar yoluyla açılımını yaptım tercümemde.

 Evet, aslında gönderilen mucizevi belgeleri, işaretleri inkar, O’nun atıf yaptığı hakikati inkardır. Elçiye zeval olmaz. Neden? Çünkü elçi kendisini göndereni temsil eden bir mümessildir. Onun için elçiye yapacağınız her hakaret ya da ikram, elçiyi gönderen makama yapacağınız hakaret ve inkardır. Dolayısıyla gönderilen mucizelerin niteliği deve olabilir, değnek olabilir sopa, asa, ya da el, yedi Beyza, ya da gemi, Nuh’un gemisi fark etmez. Fakat onların neye işaret ettikleri, neyi destekledikleri, neye kanıt olarak gönderildiklerini iyi bilmeniz gerektir. Onun için burada da o dile getiriliyor.

 ve ma nursilu Bil âyâti illâ tahviyfa zaten biz bu tür mucizevi kanıtları yalnızca korkutup uyarmak amacıyla göndeririz. Yani eğer böyle bir mucize talebi üzerine bu talep karşılanır da mucize gönderilirse süreç şöyle işliyor. Önce bir toplum yoldan çıkıyor. Allah o toplumu vahiyle uyarıyor. Vahiyle uyarınca o toplum vahye delil istiyor. Yani kendilerini uyaran Resule İman etmiyorlar, bir delil istiyorlar ve eğer Allah onların isteğini yerine getirir de bir delil, dışarıdan bir delil, ayat-ı beyyinat dediği Kur’an ın bir delil gelirse o zaman ya inanacaklar ya da helak olacaklar. Süreç böyle işliyor. Onun için de korkutmak ve uyarmak amaçlı göndeririz buyruluyor.

 İlk muhatap olan inkarcı topluma istedikleri apaçık kanıtların, -ki 90 – 93. ayetlerde yer alıyor İsra suresinde- gelmemesinin kendi lehlerine olduğu, helak olan Semud kavmi örnek gösterilerek anlatılıyor, tabii anlayan olursa.


60-) Ve iz kulna leke inne Rabbeke ehata Bin Nas* ve ma ce’alnerru’yelletiy ereynake illâ fitneten linNasi veşşeceretel mel’unete fiyl Kur’ân* ve nuhavvifühüm, fema yeziydühüm illâ tuğyanen kebiyra;

 Hani sana: “Muhakkak ki Rabbin insanları (BinNas = insanların hakikati olarak) ihâta etmiştir” dedik… Sende oluşturduğumuz o görüşü (mirâc’da yaşadığını) ve Kurân’daki mel’un şecereyi (uzaklaştırılmış ağaç – beden yaşamını) de insanlar için yalnızca bir fitne (sınav objesi) kıldık! Biz onları korkutuyoruz… Fakat (bu), onların büyük taşkınlıklarından başka bir şeyi arttırmıyor.

[Not: (Yasak ağaca dokunmak, Üflenen ruh = Esmâ {El Veliyy} açığa çıkışı = şuur varlık olarak kayıtsız şekilde yaşayan Âdem’in, bedenini {Havva} kendisi olarak kabullenmesi; cennet boyutunu Esmâ kuvveleriyle yaşarken, kendini beden vehmederek, bu kuvvelerden uzak düşmesi, beden kayıtlarıyla arzda – bedende yaşamak zorunda kalması. (A.H.) (A.Hulusi)]

 060- Ve unutma ki vaktiyle sana haberin olsun ki, dedik: rabbin o insanları ihata etmiştir, o sana gösterdiğimiz temaşayı ve Kur’an da lânet edilen ağacı da sırf insanlara bir imtihan için yapmışızdır, biz onları tehdit ediyoruz, o onlara büyük bir tuğyan artırmaktan başka netice vermiyor. (Elmalı)


Ve iz kulna leke inne Rabbeke ehata Bin Nas hani ey Muhammed biz sana demiştik ki tasalanma, senin rabbin insanları çepe çevre kuşatmıştır. Yani şöyle bir ima var gibi geliyor bu ibarede; Ya rabbi belki bunlar, onlar gibi yapmazdı. Eğer göndersen bizim toplum belki Semud toplumu gibi inkar etmeyip iman ederdi dersen eğer, unutma onların içini dışını rabbin çok iyi biliyor, çünkü onları kuşatmıştır. Onların nasıl davranacaklarını da çok iyi biliyor der gibidir bu ibare.

 ve ma ce’alnerru’yelletiy ereynake illâ fitneten linNas sana gösterdiğimiz o malum -er Ru’ya da ki “el” takısına malum karşılığı verdim- o malum müşahedeyi ise başka değil insanlar için yalnızca bir sınav  aracı, veşşeceretel mel’unete fiyl Kur’ân Kur’an da geçen lanetlenmiş ağacıda yine bir sınav aracı, sınav yaptık, deneme imtihan, kıldık.

 Evet, nedir bu gösterdiğimiz malum müşahede, rü’ya; Tabii ki çok açık. Çok özel müşahedenin surenin ilk ayetinde kısmen değinilen gece yolculuğunun ardından yaşanan miractır bu. Rü’ya; bize geçtiği gibi sadece düş değildir. Görme demektir, görüş demektir, müşahede demektir. Onun için 1. ayeti işlerken bu surenin isra ve miracı da ayrıntılarıyla işlemiştik. Onun için geri dönmüyoruz ve şu anda bu ayetin tefsirini izleyen değerli Kur’an dostlarına bu suretin 1. ayeti için yaptığımız tefsire bakmalarını, onu dinlemelerini öneriyoruz.

 Ama burada söyleyeceğimiz kısaca şu; Bu miracın mahiyeti, helak olan toplumlara verilen türden kesin bir kanıt mı diye bir soru akla gelebilir. Yani acaba, belki peygamberimizin de aklına gelmiştir. Salih peygamberin devesi gibi bu mirac ta bu topluma gönderilen ve inkar edildiğinde helâk arkasından gelecek olan bir ayet mi, bir mucize mi denilecek olursa işte cevap veriyor burası ve diyor ki illâ fitneten linNas hayır, öyle bir şey değil, ancak bir sınav. Sınav olduğu içindir ki kapalı, üzerinde tartışma noktalarını açık bırakan bir sembolik müşahededir ve Resulallah tarafından anlatılması da yine sembolik bir üslupla olmuştur. Onun için sahabe dahi bu hadisenin yerini, zamanını ve nasıl gerçekleştiğini, mahiyetini tartışmıştır. Ama oluşu, olduğu konusunda hiçbir müminin elbette ki kuşkusu olamaz.

 Burada ki; veşşeceretel mel’unete fiyl Kur’ân Kur’an da geçen lanetlenmiş ağacı da sınav kıldık diyor. Yani bu onun gibi bir şey diyor. Semud kavmine verilen deve gibi değil. Firavun toplumuna verilen o belalar, o çekirge, kurbağa, kan, tufan ve emsali yedi beyza asa gibi mucizeler değil. Bu cehennem ağacı da denilen veşşeceretel mel’une lanetli ağaç, ki; saffat/62 de, Duhan/43 te, bu ağaç cehennem ağacı olarak, ki Duhan/64 te böyle geçer oralarda da geçer. Fitne olarak nitelendirilir, ilginçtir. Yine Kur’an da fitne yani sınama aracı, sınav aracı olarak nitelendirilen bir şey daha var. 19. Müddesir suresinin 31. ayeti (hayır 30)

 ‘Aleyha tis’ate ‘aşer; (Müddessir/30) üzerinde on dokuz vardır ayetinde ki o on dokuzu da fitne kıldık diyor, sınav aracı kıldık diyor. Çok ilginç. Yani insanlar üzerinde tartışacaklar. Onun için rabbimizden iman etmemiz gereken şeylere iman edecek bir yürek, bilmediklerimizi de kendisine havale edecek bir bilinç ve şuur vermesini niyazlı yalım.

 ve nuhavvifühüm, fema yeziydühüm illâ tuğyanen kebiyra işte onları bu tür fitnelerle, sınav araçlarıyla korkutarak uyarıyoruz. Ne var ki bu onların sadece küstahça azgınlaşıp böbürlenmelerini artırıyor. Yani yine de akıllanmıyorlar. Biz uyarıyoruz. Dolayısıyla yine biraz önce yaptığımız tefsiri doğruladığını görüyoruz bu ibarenin. Miraç ve isra hadisesi Semud kavmine verilen deve gibi inkarı halinde arkasından belanın geleceği bir mucize olmaktan daha çok bir uyarı anlamını taşıyordu.

 Kur’an yeni bir konuya giriyor. Tabii bir önceki pasajla bağlantılı olarak ve diyor ki;


61-) Ve iz kulna lil Melaiketiscüdu liAdeme fesecedu illâ ibliys* kale eescüdü limen halakte tıyna;

 Hani (yeryüzü) meleklerine (bedendeki Esmâ kuvvelerine): “Âdemî şuura boyun eğin” dedik de İblis hariç, doğal olarak boyun eğip gereğini uyguladılar (bu kuvveler kullanılmaya başlandı)… (İblis): “Balçık (su + toprak; maddeden oluşmuş beden {dabbe}) olarak yarattığına secde eder miyim?” dedi. (İblis’in insandaki varlığı, insandaki vehim kuvvesidir ki aklın {bilincin} hükmü altına girmeyen kuvvedir; “var”ı yok, “yok”u var kabul ettirir. A. Ciylî) (A.Hulusi)

 061 – Yine unutma ki bir vakit Melâikeye Âdem için secde edin demiştik derhal secde ettiler, lâkin İblîs hiç dedi: ben bir çamur halinde yarattığın kimseye secde mi ederim? (Elmalı)


Ve iz kulna lil Melaiketiscüdu liAdeme fesecedu illâ ibliys Hani bir zamanlar meleklere; Adem’e secde edin demiştik te iblis dışında tümü secde etmişlerdi.

 Dikkat buyurunuz. Yeni bir konu dedim, yeni bir pasaj. Fakat öncesiyle alakasız değil. İnsanoğlunun Allah’a karşı nankörlüğünü dile getirdi. Allah’ın merhametinin bir eseri olan vahye, insanın sırt dönüşünün nedenleri üzerinde durdu Kur’an, şimdi döndü başta da söylediğim gibi insanın ebedi mazisi ve ebedi istikbali ile ilgili olarak insan neslinin ta başına götürdü bizi ve insanoğluna Allah’ın şefkat ve merhametinin, daha doğrusu Allah’ın insana bakışlının nasıl olduğunu bize vahiyle işte böyle bildiriyor.

 kale eescüdü limen halakte tıyna o, yani iblis; Ne yani, şimdi çamurdan var ettiğin birine mi secde edeceğim ben diyerek;


62-) Kale eraeyteke hazelleziy kerramte aleyye, lein ahharteni ila yevmil kıyameti leahtenikenne zürriyyetehu illâ kaliyla;

 “Benden şerefli kıldığın şu kimseye bak! Andolsun ki, eğer bana kıyamet sürecine kadar zaman verirsen onun neslini, pek azı hariç, mutlaka boyunduruğum altına alacağım” dedi (İblis). (A.Hulusi)

 062 – Baksan a dedi: şu benim üzerime tekrim ettiğine, kasem ederim ki eğer beni Kıyamet gününe kadar tehir edersen ben onun zürriyetini pek azı müstesna olmak üzere mutlak kumandan altına alırım. (Elmalı)


Kale eraeyteke hazelleziy kerramte aleyye itirazını şöyle sürdürdü; bula bula şuncağızı mı buldun bana üstün tutacak? Küstahlığa bakın, Rabbimiz nereden örnek veriyor bakınız, çok ilginç. Yani diyor ki ne yani şimdi çamurdan var ettiğin birine mi secde edeceğim ben. Eğileceğim, onun üstünlüğünü tasdik edeceğim. Buradaki secde bu anlama gelir, saygı duyacağım.

 İnsana Allah’ın biçtiği değere bir atıftır bu.İlerde gelecek 70. ayeti hatırlatayım hemen Ve lekad kerremna beniy Adem Kur’an da bu hakikati, bu kadar açık ve çıplak biçimde veren tek ayettir. Ve lekad kerremna beniy Adem biz Ademoğullarını, onurlu, üstün ve ikram edilmiş kıldık. İşte ona da bir atıf. Allah’ın biçtiği değere bir atıf bu. İnsanın bu değeri bilmemesini rabbimiz işte böyle eleştiriyor. İnsanoğlu, ben sana ne değer verdim, sen kendine ne değer verdin. Neden bu pasaja giriliyor sorusunun cevabı da burada saklı.

 Neden böyle bir konuya hemen giriverdi? İnsanın yaratılışına girdi? Çünkü ey insan şeytanlaşma. Unutma şeytan bir zamanlar senin konumundaydı. Ama Allah ile ayaklaşınca, teslimiyetini kaybedince, daha doğrusu kibrinden dolayı tard edildi, küstahlaştı. Sen de şeytanlaşma, dikkat et. Şeytanın akıbetine uğramamak istiyorsan şeytanlaşma. Çünkü şeytan Allah ile senin yüzünden takıştı. Senin yüzünden şeytanlaştı. Şimdi kalkıp sen ona kul olmaya çalışıyorsun Allah’a değil de. İşte burada ima edilen hakikatler bu.

 Bakara suresinin 30-34. ayetlerinde bu olay daha ayrıntılı olarak anlatılmıştı. Yine A’raf suresinin 11-18. ayetlerinde, Yine Hicr suresinin 26 ve 41. ayetleri arasında bu olay farklı boyutlarıyla, farklı vurgularıyla dile getirilmişti. Burada da daha farklı vurgusuyla dile getiriliyor, o vurgu; Ey insan Allah’ın gözünde değerlisin sen, değerini beş paralık etme vurgusudur bu.

 lein ahharteni ila yevmil kıyameti leahtenikenne zürriyyetehu illâ kaliyla eğer bana kıyamet gününe kadar izin verecek olursan çok azı dışında onun soyunu elbet kendime boyun eğdirecek, onun soyunun kafasına zincir takacak, ağzına gem vuracak ve ipini elime alacağım.

 Yok bunlar tefsir değil. Bunlar; leahtenikenne sözcüğünün tam karşılığı. Hanek, alt çene demektir. Ihteneke hayvanın, atın çenesine gem geçirdi, ip taktı anlamına gelir. Yani ben onun soyuna ip takacağım, gem geçireceğim ağzına, yani atım yapacağım onları, binek yapacağım, sırtına bineceğim, iplerinin ucunu elime alacağım diyor. Evet, eğer bana izin verirsen. Onun için ipinin ucunu şeytana verme uyarısıdır bu. Allah’a kul olmaktan kaçan insanın şeytana köle oluşuna bir atıftır.

 Ey insan Allah’a kul olmamak için bin bir dereden su getiriyorsun, fakat ipinin ucunu şeytanın eline veriyorsun. Bu uyarı. Yani kul olmuyorsun ama şeytana merkep oluyorsun. Kendi iç güdülerine tutsak oluyorsun. Seni kendi günahınla vuruyor şeytan. Şimdi seninki si nasıl iştir dercesine insanı uyarıyor bu ayet.


63-) Kalezheb femen tebiake minhüm feinne cehenneme cezaüküm cezaen mevfura;

 (Allâh) buyurdu: “Git! Onlardan kim sana tâbi oldu ise, muhakkak ki cehennem sizin yaptığınızın sonucudur! Tam karşılık!” (Vehmine tâbi olarak kendini yalnızca beden sanıp şuurunu = hakikatini inkâr eden, bedenselliğin cehennemini yaşar.) (A.Hulusi)

 063 – Allah buyurdu ki: defol haydi onlardan her kim sana tabi’ olursa haberiniz olsun ki Cehennem de sizin cezanızdır, mükemmel bir ceza. (Elmalı)


Kalezheb femen tebiake minhüm Allah buyurdu ki; defol, git onlardan sana uyanlarla birlikte feinne cehenneme cezaüküm cezaen mevfura unutma ki tümünüzü bekleyen bir ceza olarak cehennem, yaptıklarınızın mükemmel bir karşılığı olacaktır.


64-) Vestefziz menisteta’te minhüm Bi savtike ve eclib aleyhim Bi haylike ve recilike ve şarikhüm fiyl emvali vel evladi ve ıdhüm* ve ma yaıdühümüşşeytanu illâ ğurura;

 “Onlardan gücün yettiğini seslenişinle (vesveseyle) yerinden oynat; atlıların ve yayalarınla onların üzerine çullan; mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol ve onlara vaatte bulun! (Ne var ki) şeytan onlara aldanıştan başka bir şey vaat etmez!” (A.Hulusi)

 064 – Hem onlardan gücün yettiğini sesinle oynat, süvarilerin ve piyadelerinle üzerlerine bas gürültüyü, ve mallarına evlatlarına ortak ol ve onlarla vaatler yap, fakat Şeytan onlara bir aldanıştan başka ne vaat eder? (Elmalı)


Vestefziz menisteta’te minhüm Bi savtik ve onlardan gücünün yettiklerini sesinle yoldan çıkar. ve eclib aleyhim Bi haylike ve recilik atlarını ve adamlarını sal üzerlerine. Ya da, buradaki Vav’ı beyaniye vav’ı olarak alacak olursak, atlarını, yani adamlarını sal üzerlerine. Hani biraz önce leahtenikenne demişti yani çenelerine gem geçireceğim ağızlarına, kafalarına ipimi takacağım demişti ya. Atlarını, yani adamlarını, senin adamın, senin atın haline gelmiş. Gem geçirdiğin, yularını eline aldığın adamlarını sal üzerlerine.

 ve şarikhüm fiyl emvali vel evladi ve ıdhüm servet ve evlat edinirken onlara ortak ol, bir de kalk onlara yapmayacağın vaatlerde bulun. Evet, buradaki sevet ve evlada ortak olmadan kasıt haram kazanç ve zinaya atıf. Ama şunu hiç unutmayalım ki, ebeveynin günahından dolayı evlat, zina mahsulü de olsa hiçbir biçimde İslam’da sorumlu tutulmaz.

 ve ma yaıdühümüşşeytanu illâ ğurura nasıl olsa şeytanın vaadi aldatmadan başka bir şey ifade etmez.


65-) İnne ıbadİY leyse leke aleyhim sultan* ve kefa Bi Rabbike Vekiyla;

 “Muhakkak ki Benim kullarım (Hakikatlerine = şuur varlık olduklarına iman etmiş olanlar) üzerinde senin bir sultan (zorlayıcı gücün) yoktur! Rabbin Vekiyl olarak kâfidir.” (A.Hulusi)

 065 – Doğrusu o benim kullarım yok mu! Senin onlar üzerine hiç bir saltanatın yoktur, vekîl ise rabbin yeter. (Elmalı)


İnne ıbadİY leyse leke aleyhim sultan ama unutma ki gerçek kullarım üzerinde senin etkin bir gücün olmayacaktır. Sultan, sahibinin otorite olduğunu gösteren yetki ya da belge anlamına gelir. İbn. Farisi’nin Dakâyık-ı lüga sın da. Böyle tanımlanıyor.

 Şeytanın gücü yoktur insanın üzerinde. Kur’an bunu defaatle dile getirir. Peki ya şeytan gücünü nereden alır? Şeytan gücünü sizden alır. Şeytana güç transfer edersiniz, sizin verdiğiniz gücü size karşı kullanır. Onun için burada, ki İbrahim suresi/22. ayetinde, Hicr/42. ayetinde şeytanın insan üzerinde hiçbir gücü olmadığı tekrar tekrar vurgulanır. Dediğim gibi şeytan gücünü sizden alır ve size karşı kullanır.

 ve kefa Bi Rabbike Vekiyla zira senin rabbin kullarına koruyucu otorite olarak yeterlidir. Yani bu manada şeytandan Allah’a sığınman yeter. Allah’ı vekiyl edinmen yeterlidir. Onun için başka bir şeye gerek yok. Euzü Billahi mineş şeytanir racim deme sadece, bunu yaşa, bunu yap.

 Kul e’ûzü BiRabbil felak.(Felak/1) De emri de var,

 festeız billâh..(Fussilet/36) Allah’a sığın emri var. Yani hem söyle, hem de yap. Yapmayıp sadece söyleme.


66-) Rabbükümülleziy yüzciy lekümül fülke fiylbahri litebteğu min fadliHİ, inneHU kâne Bi küm Rahıyma;

 Rabbiniz ki, lütfunu arayasınız diye gemileri (bedenlerinizi) sizin için deniz (ilim) içinde yüzdürüyor! Muhakkak ki O, sizden Rahıym’dir (El Esmâ mânâlarının özelliklerini açığa çıkaran)! (A.Hulusi)

 066 – Rabbiniz o kadirdir ki fadlından nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler sevk ediyor, hakikaten o size rahîm bulunuyor. (Elmalı)


Rabbükümülleziy yüzciy lekümül fülke fiylbahri litebteğu min fadliH Rabbiniz O’dur ki Lütfû kereminden payınızı arayasınız diye sizin için denizde gemileri yüzdürdü.

 Yeni bir pasaja daha girdi Kur’an. Biraz önce insana olan bakışını vermişti rabbimizin Kur’an. Yani Allah indinde insanın ne kadar değerli olduğunu, fakat insanın kendi değerini beş paralık ettiğini söylemişti. Şimdi insanın ne kadar değerli olduğunu rabbimiz, etrafındaki tabiatı insanın emrine amade kılışını örnek göstererek aktarıyor.

 inneHU kâne Bi küm Rahıyma  yine bitimsiz bir merhametle sizi kollayan da O’dur. İşte bütün bunlar Allah’ın size şefkat ve merhametinin bir eseridir demeye getiriyor.


67-) Ve izâ messekümuddurru fiylbahri dalle men ted’une illâ iyyaHU, felemma neccaküm ilel berri a’radtüm* ve kânel insanu kefura;

 Denizde size sıkıntı dokunduğunda, O’ndan gayrı çağırdıklarınız kayboldu… Sizi kurtarıp karaya çıkardığında ise yüz çevirdiniz… İnsan çok nankördür! (A.Hulusi)

 067 – Denizde size bir tazyik elverdiği vakit ondan başka yalvardıklarınız gaib olur, derken o sizi kurtarıp karaya çıkarınca da yüzü çeviriverirsiniz. İnsan da çok nankör bulunuyor. (Elmalı)


Ve izâ messekümuddurru fiylbahri dalle men ted’une illâ iyyaH İmdi, siz denizde bir tehlike ile karşılaştığınızda O’ndan başka yalvarıp yakardığınız kimseler sizi yüz üstü bırakırken felemma neccaküm ilel berri a’radtüm fakat O sizi kurtarıp karaya çıkardığı zaman bu kez de siz yüz çevirirsiniz. Yani ey insan nasıl nankörlük yapabiliyorsun bak. Olağan üstü zamanlarda içinin sesini dinleyip rabbine yönelirken, başından bela savuşuverince onu böyle çabuk unutuyor ve nankörlük ediyorsun diye soruyor adeta Kur’an. ve kânel insanu kefura zira insanoğlu kat kat nankördür. Çok nankör.

 Kefur; sadece kafir değil, kefur bir abartı veznidir, mübalağa veznidir. Çok nankör. Neden?Çünkü Allah ona kat kat ikram etti. Allah’a yapılan nankörlük kat kat nankörlüktür. İşte Ve lekad kerremna beniy Adem (70) da ki kerremna’nın karşıtı kefur’dur, onun için öyle.

 İnsanın iç çelişkilerine bir atıf yapıyor bu ayet. Onu en iyi tanıyandan öğrenin demek istiyor. O’nun perspektifinden bakınca insan nasıl görünüyor. Allah’ın gör dediği yerden bakmak. Ve yine unutmayalım, Allah insanı en iyi tanıyan, insanın ustasıdır. Prospektüsünü O yazar, yani kullanım kılavuzunu O yazar. Çünkü O, yarattığını çok iyi bilir.

 Elâ ya’lemu men halâk.. (Mülk/14) Allah yarattığını bilmez mi?

 Onun içindir ki işte prospektüs, işte kullanım kılavuzu. Yer yüzünde hayatın inşası için yaratılan insanın da inşasını Allah yapar ve vahiyle inşa eder, nasıl inşa ettiğini işte bu ayetler gösteriyor.


68-) Efeemintüm en yahsife Biküm canibel berri ev yursile aleyküm hasiben sümme lâ tecidu leküm vekiyla;

 Sizde yerin dibini (bedenselliğin en beterini) yaşatmayacağından yahut üzerinize bir hortum (yaşamınızı allak bullak eden olaylar) göndermeyeceğinden emin mi oldunuz? Sonra kendinize bir vekîl de bulamazsınız. (A.Hulusi)

 068 – Ya çıktığınızda kara tarafında sizi yere geçirivermesinden veya üzerinize çakıllı bir rüzgâr salıvermesinden sonra da kendinize hiç vekîl bulamamanızdan emniyete mi erdiniz? (Elmalı)


Efeemintüm en yahsife Biküm canibel berri şimdi O’nun sizi bulunduğunuz kara parçasının bir kısmıyla birlikte yerin dibine geçirmeyeceğinden, ev yursile aleyküm hasiben sümme lâ tecidu leküm vekiyla yahut taşı toprağı üzerinize uçuran bir kasırga göndermeyeceğinden, sonunda bu halinizle kendinize hiçbir otorite bulamayacak olduğunuz halde nasıl emin olabilirsiniz diyor O’nun sizin üzerinde bulunduğunuz kara parçası ile birlikte yerin altına geçirmeyeceğinden, ya da taşlı toprağı üzerinize salan bir kasırga göndermeyeceğinden. Yani kâinat, tabiat yasaları Allah’a bağlıdır. Nasıl korkmuyorsunuz, çekinmiyorsunuz. Allah bir helâk ile helâk edebilir. Çünkü Helâk tabiat yasaları kullanılarak yapılanlardır unutmayın. Azap ise insanlar aracılığı ile yapılan bela. Yine devam ediyor;


69-) Em emintüm en yuıydeküm fiyhi tareten uhra feyursile aleyküm kasıfen minerriyhı fe yuğrikaküm Bima kefertüm sümme lâ tecidu leküm aleyna Bihi tebiy’a;

Yoksa sizi o denize tekrar döndürüp, üzerinize bir kasırga göndermesinden ve böylece nankörlüğünüzün sonucu olarak sizi suda boğmasından emin mi oldunuz? Sonra kendinize, bize kafa tutacak birini de bulamazsınız! (A.Hulusi)

 069 – Yoksa sizi bir defa daha oraya iade edip de üstünüze kırıp büken bir fırtına salıvererek hepinizi ettiğiniz küfrân ile gark edivermesinden, sonra da bize karşı onun bir öcünü alacak bulamamanızdan emin mi oldunuz? (Elmalı)


Em emintüm en yuıydeküm fiyhi tareten ya da sizi bir defa daha denize, tareten uhra feyursile aleyküm kasıfen minerriyhı fe yuğrikaküm Bima kefertüm ya da sizi bir defa daha denize döndürüp üzerinize ortalığı kasıp kavuran bir fırtına göndererek nankörlüğünüze karşılık sizi boğmayacağından emin misiniz, buna dair bir garantiniz var mı diyor. Yine aynı tehdit bu, tabiat olaylarının kullanılarak Allah’ın insanı cezalandırması.

 sümme lâ tecidu leküm aleyna Bihi tebiy’a eğer böyle olursa bunun ardından sizin adınıza bize hesap soracak hiç kimse bulamayacaksınız. Ey insanoğlu, eğer Allah böyle yaparsa sizin adınıza kim gelipt5e Allah’tan hesap soracak söyler misiniz.


70-) Ve lekad kerremna beniy Ademe ve hamelnahüm fiyl berri vel bahri ve razaknahüm minet tayyibati ve faddalnahüm alâ kesiyrin mimmen halekna tefdıyla;

 Andolsun ki, Âdemoğullarını (şuur boyutunda yaratılmışın oğullarını) ikramlarla şerefli kıldık! Onları karada (beden) ve denizde (bilinç boyutunda) taşıdık… Onları temiz – yararlı yaşam gıdalarıyla besledik… Onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün tuttuk! (A.Hulusi)

 070 – Şanım hakkı için biz benî ademi tekrîm ettik karada ve denizde binitlere yükledik ve hoş hoş nimetlerden besledik, yarattıklarımızdan çoğunun üzerine geçirdik. (Elmalı)


Ve lekad kerremna beniy Adem işte berceste ayet geldi, sözün özü buydu ve buraya getirmek için bu ayetler hazırlık yapıyordu. Ama şu, doğrusu şu ki; biz ademoğullarına kat kat ikram ederek onları üstün ve şerefli kıldık. Kat kat ikram, kaç kat nasıl sayayım Yokluktan varlığa çıkarması bir ikram, varlıktan can vermesi bir ikram, canlılar içinden seçip ruh vermesi, unutmayınız ruh; insanı beşerlikten çıkarıp insan yapan şeydir. Yani canlılarla paylaştığımız bir şey değil. Bizi insan eden bir şeydir. Onun için yanlış anlaşıldığı gibi hayvanlarla paylaştığımız şey değildir, can değildir. Çünkü;

 ve nefahtü fiyhi min RuhİY feka’u lehu sacidiyn. (Hicr/29) Ne zaman ki ruhumdan üfledim, o zaman secde et. Ben bir beşer yaratacağım diyor. Ruh üflenmeden evvel ki haline Kur’an da beşer diyor rabbimiz. Ama üflenince insan diyor. Onun için hayvanlarla paylaştığımız şey değildir ruh. Onun için hayvanların cenneti yoktur. Ruh; insanı insan eden şeydir.

 Canlardan seçip ruh verdi demiştim. Yine akıl verdi, irade verdi, bilinç verdi. İnşa etmek ve inşa olmak için vahiy verdi. İman verdi. Kaç kat ikram görmüyor musunuz. Devam ediyoruz;

 ve hamelnahüm fiyl berri vel bahri ve razaknahüm minet tayyibat karada ve denizde onlara ulaşım imkanı sağladık. Temiz ve helal besinlerle onları rızıklandırdık. ve faddalnahüm alâ kesiyrin mimmen halekna tefdıyla ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün tuttuk, hepsinden değil. Eşref-i mahlukat iddiası tüm yaratılmışlar çapında ise eğer, işte bu ayet tarafından reddediliyor. Sadece yer yüzü ölçeğinde doğru olabilir. Yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık diyor ama hepsinden değil. Onun için insanın biricikliği iddiası, efdaliyet tezi, kendi iddiasıdır. Yer yüzü ölçeğinde geçerlidir. Ama Allah’ın bizden üstün kıldıkları da olabilir. Bu ibare o imayı da içerir zaten.


71-) Yevme ned’u külle ünasin Bi imamihim* femen utiye Kitabehu Bi yemiynihi fe ülaike yakreune Kitabehüm ve lâ yuzlemune fetiyla;

 O süreçte, her insan grubunu kendi önderleriyle çağırırız… Kimin kitabı (kaydedilmiş bilgisi) sağındaki kuvvesiyle verildi ise, işte onlar yaptıklarının bilgisiyle yüzleşirler (okurlar) ve bir hurma lifi (kıl) kadar haksızlıkla karşılaşmazlar! (A.Hulusi)

 071 – Günün birinde her sınıf insanları imamları ile çağıracağız, o gün her kime kitabı sağ eliyle verilirse işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve kıl kadar zulüm edilmeyecekler. (Elmalı)


Yevme ned’u külle ünasin Bi imamihim bir gün gelecek bütün insanları eylemlerine önderlik eden bilinç ve tasavvuruyla birlikte huzurumuza çıkarıp hesap soracağız.

 Bu ifadeyi, bu ibareyi şöyle de çevirebiliriz. Bir gün gelecek onları önderleri ile, liderleri ile birlikte huzurumuza çıkarıp hesap soracağız. Fakat burada ki İmam’ı Büyük imam Razi; Kişinin bilinçli olarak yaptığı ahlaki eylemler şeklinde tarif etmiş. Zaten bir çok ilk müfessirimiz de Kur’an biçiminde tefsir etmiş. Ama anlaşılıyor ki insanların eylemleri tasavvur ve aklının ürünüdür. Yani kişiye eylemini yaptıran merkez imamdır ve burada imam dışından biri değil, insanın içinde kendisine emir komuta eden merkez olan tasavvur ve aklıdır. Yani akleden kalbidir. Onun için burada kişi kendi eylemleri ile yargılanacaktır.

 Kişinin cezalandırması kendi eylemlerinin bir sonucu, ahlaki eylemlerinin bir sonucu olacaktır ve biz de işte kendisine emir komuta eden o aklıyla, tasavvuru ile çıkaracağız huzurumuza. Bak diyeceğiz şu kötü işleri böyle akıl yürüterek yaptın. Önce ahireti unuttun, kısayı uzun, uzunu kısa sandın. Geçiciyi kalıcı, kalıcıyı geçici sandın, geçiciye kalıcı değeri yükledin, kalıcı değeri yükleyince geçiciye yatırım yaptın. Dünyevileştin. İşte böyle, bu noktaya öyle geldin.

 femen utiye Kitabehu Bi yemiynihi fe ülaike yakreune Kitabehüm ve lâ yuzlemune fetiyla artık kimlerin karnesi sağ ellerine verilirse işte onlar karnelerini sevinç içinde okuyacaklar ve onlara kıl kadar haksızlık edilmeyecektir.


72-) Ve men kâne fiy hazihi a’ma fehuve fiyl ahıreti a’ma ve edallu sebiyla;

 Kim bu dünyada âmâ (hakikati göremeyen) ise o, gelecek sonsuz yaşamda da âmâdır (kördür)! (Düşünce) yolu (tarzı) itibarıyla daha da sapmıştır! (A.Hulusi)

 072 – Her kim de bu Dünyada körlük ettiyse o artık Âhirette daha kör ve gidişçe daha şaşkındır. (Elmalı)


Ve men kâne fiy hazihi a’ma fehuve fiyl ahıreti a’ma ve edallu sebiyla Ne ki bu dünyada kalp gözü kör olan kimse, ahirette de kör olacak. Öyle ki yolunu büsbütün kaybedecek. Unutmayınız bir üstteki ayette ki imamı, akleden kalp olarak, kişinin kumanda merkezi, komuta merkezi olarak çevirmiştim. İşte şahidi bir sonraki ayet. Dünyada kalp gözü kör olanlar, ahirette gerçek kör olarak kalkacak diyor.

 Ahiret dünya hayatının doğal bir uzantısı gibi takdim ediliyor bu ayette. Kişinin tavır ve davranışları öyle yerleşik hale gelen bir kişiliğe dönüşüyor ki, yani kişinin tavır ve davranışları insanda meleke haline geliyor. Bu kişiliği organik anlamda ahirete yansıyor adeta. Yani dünyada ruhuna verdiği şekil, aklına verdiği şekil, ukbada, ahirette organik bir biçim alıyor adeta. Burada söylenen bu. Onun için ahirette siz nasıl doğacağınızı adeta yer yüzünde ki ahlaki eylemlerinizle belirliyorsunuz.

[Ek bilgi: Beynin çalışması

…Esasen din dediğimiz olgunun temeli de beynin yeni bölümlerinin devreye girmesi ve bu bölümlerin çalışması suretiyle elde edilecek yeni güçler gerçeğine dayanır.

Beyinde ki tüm fonksiyonlar beyin hücreleri arasında ki bir bio elektrik faaliyetten başka bir şey değildir.

Ruh’ta oluştuğu iddia edilen tüm haller aslında ruhta değil beyinde oluşmakta. Ruh ise beynin tüm hasılatını her an yüklemekte olduğu halogramik yapılı, bir tür hologramik ışınsal beden.

Zikir dediğimiz zaman yani Allah’a ait olarak bilinen bir manayı tekrar ettiğimiz zaman; Beyinde ilgili hücre grubunda bir bio eletrik akım meydana geliyor. Ve bu bir tür enerji şeklinde bir tür hologramik ışınsal bedene yükleniyor. Aynı zamanda siz bu manayı tekrara devam ederseniz, yani bu kelimeyi tekrara devam ederseniz bu defa bu kelimenin tekrarından oluşan bio elektrik enerji daha güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor. Bu tekrara daha uzun süre devam ettiğinizde ise devreye giren yeni  hücre grupları dolayısıyla beyninizde yeni manalar oluşmaya başlıyor. İşaret ettiği yeni mana istikametinde yeni anlamlar beyninizde açığa çıkmaya başlıyor.

Ayrıca bu tekrarlardan oluşan hem mana hem de enerji bir tür hologramik ışınsal bedenimize yüklendiği için fizik beden ötesi yaşamımız daha farklı bir düzeye erişiyor.

Dünyada ama olan ahirette de amadır (İsra/72 ayetinde işaret edilen gerçek, anladığımız kadarıyla bu noktayı bize fark ettirmeye çalışmaktadır.

Zira beyin ne düzeyde çalışır ne düzeyde gerçekleri görmeye geçerse; O açılımı aynen bir tür hologramik ışınsal bedene, yani ruha yükleneceği için Ve ruh da beynini yitirdikten sonra asla yeni bir kaqyıt alamayacağı için Dünyada açılmayan beyinlerin meydana getirdiği ruhlar için ölüm ötesi yaşamda asla açılma imkanı yoktur. denilmek istenmiştir.(İnsan ve sırları bölümler. C/1 – Ahmed Hulusi)]


73-) Ve in kâdu leyeftinuneke anilleziy evhayna ileyke li tefteriye aleyna ğayrehu, ve izen lettehazuke haliyla;

 Neredeyse seni bile, sana vahyettiğimizin gayrını bizim aleyhimize uydurasın diye, fitneye düşüreceklerdi! (Başarsalardı) işte o takdirde seni dost edinirlerdi! (A.Hulusi)

 073- Az daha seni bile, sana vahiy ettiğimizden gayrisini bize karşı iftira edesin diye, fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni Halîl ittihaz edeceklerdi. (Elmalı)


Ve in kâdu leyeftinuneke anilleziy evhayna ileyke li tefteriye aleyna ğayreh işte o tipler eğer ellerinden gelse bizim adımıza sana vahy ettiğimizin dışında bir takım şeyler tedarik edesin diye seni dahi baştan çıkararak tuzağa düşürmeye kalkışacaklar. Evet, yani burada söylenen açık. Mekkeli putperestlerin Hz. peygambere yaptıkları uzlaşma ve taviz tekliflerinden birini dile getiriyor ayet.

 ve izen lettehazuke haliyla ve seni ancak bunu başarabildikleri zaman dost edinecekler. Yani inancından taviz verdiğin, gemi su aldığı zaman seni dost kabul edecekler fakat gemi batmış olacak. Dost kabul etseler yani sen onların dininden olmadıkça onlar seni dost edinmezler diyen ayete bir atıf gibi adete. Onun için inancından taviz verirsen onlar seni dost edinirler. Kendilerine benzetirlerse, zaten benzettikten sonra dost edinmelerine de gerek yok çünkü hiçbir kopye aslın yerini tutmaz.


74-) Ve levla en sebbetnake lekad kidte terkenü ileyhim şey’en kaliyla;

 Eğer biz seni, direnç verip sarsılmaz kılmasaydık, neredeyse onlara birazcık meyledecektin! (A.Hulusi)

 074 – Ve eğer biz sana sebat vermemiş olsa idik sen onlara az bir şey meylede yazdındı. (Elmalı)


Ve levla en sebbetnake lekad kidte terkenü ileyhim şey’en kaliyla fakat biz eğer kalbini iman üzere perçinlememiş olsaydık belki o zaman birazcık olsun onlara eğilim göstermen mümkün olabilirdi. Sözün gelişinden anlıyoruz ki, fakat bu imkansızdır. Bu mümkün değildir. Yani sen Allah’ın koruması altındasın.


75-) İzen leezaknake dı’fel hayati ve dı’fel memati sümme lâ tecidü leke aleyna nasıyra;

 İşte o takdirde biz sana hayatın da, ölümün de (sıkıntılarını) kat katını tattırırdık! Sonra kendine, bize karşı bir yardımcı bulamazdın. (A.Hulusi)

 075 – Ve o takdirde biz sana muhakkak hayatın da katmerli, mematın da katmerli acısını tattırdık, sonra bize karşı kendin için hiç bir yardımcı bulamazdın. (Elmalı)


İzen leezaknake dı’fel hayati ve dı’fel memat o zaman da sana, eğer bunu becerebilselerdi, buy mümkün olsaydı yani. Mümkün değil ama farzı muhal, mümkün olsaydı ne olurdu biliyor musun? İşte sana hayatın da, ölümün de acısını kat kat tattırırdık. Yani söylenen şu. İsterse din adına verin tavizi. Dünyada inancınızdan verdiğiniz, bir yarar umarak verdiğiniz taviz sonucunda dünyevi bir yarar bulamazsınız, hiçbir çıkarınız olmaz. Bir de ahiretinizi kaybedersiniz. Hem dünyada zillet, hem ahirette ceza olarak döner size inancınızdan verdiğiniz taviz.

 sümme lâ tecidü leke aleyna nasıyra üstelik bize karşı sana yardım edecek birini de bulamazsın.

 Değerli dostlar, diyalogu emreden bugünkü ilk ayetimizle bu ayetleri birlikte okuduğumuzda inancınızı paylaşmayan insanlarla diyalogu emreden, fakat inancınızdan taviz vermemeyi emreden ayetleri birlikte okuduğunuzda Kur’an ın ne müthiş bir dengeye çağırdığını görürsünüz.


76-) Ve in kâdu leyestefizzuneke minel Ardı li yuhricuke minha ve izen lâ yelbesûne hılafeke illâ kaliyla;

 Seni oradan (Mekke’den) çıkarmak için taciz edeceklerdi… İşte o takdirde onlar da senin ardından (dünyada) pek az kalacaklardı. (Bunu yaptılar ve Bedr’de öldürüldüler. A.H.) (A.Hulusi)

 076 – Ve az daha seni bu Arzdan çıkarmak için iz’ac edeceklerdi ve o takdirde kendileri de arkandan pek az kalacaklardı. (Elmalı)


Ve in kâdu leyestefizzuneke minel Ardı li yuhricuke minha fakat bunun imkansız olduğunu gören berikiler bu kez oradan çıkarmak için senin toprağında ısrarla seni taciz ve tedirgin etmeye çalışıyorlar. ve izen lâ yelbesûne hılafeke illâ kaliyla ama seni çıkardıkları zaman senin ardından onlar da pek fazla kalamayacak.Ayetin neye işaret ettiği açık. Ayet aslında gelecekten haber veren bir mucize. Mekke de inen ayetler arasında yer aldığı kesin. Geleceği ihbar ediyor. Bu ihbar sadece hicrete veya bedirde bu teklifi yapan ele başıların ölümüne değil, aynı zaman da ondan yıllarca sonra gerçekleşecek Mekke nin fethine de bir delalet, bir atıf, bir ima içeriyor. Fetih müjdesi yani. Onun için ültimatom o zaman gelecekti.

 Tevbe suresi unutmayınız, berae suresi. Hicretin 9. yılında Mekke fethedildiğinde bu ayette yıllar önce verilen bu ihbar o zaman geçekleşecek ve bundan böyle artık bu beldeye ayak basmasınlar diyecekti Kur’an.


77-) Sünnete men kad erselna kableke min Rusulina ve lâ tecidü li sünnetina tahviyla;

 Senden önce irsâl ettiğimiz Rasûllerimiz ile de ilgili sünnetimizdir! (Rasûller doğdukları yerden çıkarılırlar; ardından da onları çıkaran toplumlar helâk edilir!) Bizim sünnetimizde değişiklik bulamazsın. (A.Hulusi)

 077 – Senden evvel gönderdiğimiz bütün Peygamberlerin sünneti veçhile ki: sen bizim sünnetimize bir tahvil bulamazsın. (Elmalı)


Sünnete men kad erselna kableke min Rusulina elçilerimizden sizden önce gönderdiğimiz kimselere uygulanan yöntem de buydu. ve lâ tecidü li sünnetina tahviyla ve sen bizim uyguladığımız yöntemin niteliğinde bir farklılaşma bulamazsın. Yani Allah’ın sünneti değişmez. Bu sadece senin başına gelmedi. Senden önceki tüm peygamberler de yurtlarından yuvalarından inançları uğruna çıkarıldılar. Yollara düştüler. Muhacir oldular. Ama sonuçta kazananlar hep muttakiler oldu. İman kazandı, küfür kaybetti. Onun için Allah bu sünnetini senin için de değiştirmedi, değiştirmez.

 Tahvil; bir şeyin özünün değişmesi demektir. Nitelik değişimine tahvil denir. Çünkü tağiyr, nicelik değişimidir. Kabuktaki değişime tağiyr, özdeki, değişime tahvil denilir. Odunun küle dönüşmesi gibi. Artık o odun değildir, kimse ona odun diyemez. Onun için yani ve lâ tecidü li sünnetina tahviyla ayeti kerimesi özüne yönelik bir değişiklik bulamazsın bizim sünnetimizde, uygulamamızda anlamına gelir. Yine Resulallah’ın şahsiyetini inşa eden yeni bir pasaja giriyor Kur’an.


78-) Ekımıs Salate lidülukiş Şemsi ila ğasekılleyli ve Kur’ânel fecr* inne Kur’ânel fecri kâne meşhuda;

 Güneş’in, batıda gözden kaybolmasından gecenin kararmasına kadar ki süreçte salâtı ikame et. FECİR KURÂN’ını da (sabah salâtını da)… Muhakkak FECİR KUR’ÂN OKUMAsı şahitlen dirilmiştir. (A.Hulusi)

 078 – Güneşin kaymasından gecenin kararmasına kadar namazı güzel kıl, bir de kıraatiyle mümtaz olan sabah namazını, zira sabah Kur’an ı hakikaten meşhuddur (şühuda mazhardır). (Elmalı)


Ekımıs Salate lidülukiş Şemsi ila ğasekılleyl güneşin zirveyi aşıp batıya ağmasına, gecenin ağmasından, gecenin karanlığının iyice çökmesine kadar geçen zaman dilimlerinde namazını hakkıyla yerine getir.

 Dülukiş şems; Peygamberimiz tarafından zeval, güneşin yer yüzüne dikey durduğu andan sonrası olarak tefsir edilmiş.

 Yine ğasekılleyl; zifiri karanlık anlamına geliyor. Ki burada lidülukiş Şemsi ila ğasekılleyl ibaresi 4 vakti birden kapsıyor. O anlaşılıyor zaten. Öğle namazından tutun yatsı namazına kadar 4 vakti de kapsayan bir atıf ve işaret var.

 ve Kur’ânel fecr* inne Kur’ânel fecri kâne meşhuda özellikle de sabah namazının okuyuşunu unutma. Unutma ki sabahın okuyuşu insanı oldum olası her tür manevi etkiye açık hale getiren çok özel bir andır.

 İşte burada Meşhuda geçiyor. Meşhud; Şahit olunan demek. Aslında insanın iç dünyasının Allah’a en açık olduğu zaman demektir. İnsanın ayna gibi göründüğü zaman. Yüreğin duvağının sıyrıldığı zaman diyebiliriz. İşte o müstesna vakitte gecenin sonuna doğru şafak vaktinde insanla Allah arasındaki o ilişki zirveye tırmanır. Ona bir işaret olsa gerektir.

 Sabah okuyuşu diyor burada. Namazın mazrufu kıratmış demek ki. Yani zarfı namaz, içi kıraat. Kıraat aslında üzerinde durarak, düşünerek, fark ederek, hissederek okumak demektir. Çünkü tilavetten ayrılan tarafı budur. Tilavet ardı ardına devam edip gitmek, yani bir kağıttan okumaya tilavet denilir. Fakat kıraat, üzerinde durarak düşünerek okumaktır. Onun için Kur’an bunu pekiştirircesine. Zaten Müzemmil suresinde bunu açıkça dile getiriyordu.

 ..ve rattililKur’âne tertiyla. (Müzemmil/4) Kur’an ı üzerinde dura dura. Düşüne düşüne, sindire sindire, içselleştirerek oku.

 Devam ediyoruz;


79-) Ve minelleyli fetehecced Bihi nafileten leke, ‘asa en yeb’aseke Rabbüke Mekamen Mahmuda;

 Ayrıca gecenin bir kısmında, yararını göreceğin, Kurân’la teheccüde kalk (uyanarak salâtı yaşa)! Umulur ki Rabbin sende Makam-ı Mahmud’u bâ’seder (sende o makamın özelliklerini açığa çıkartır… {Ve çıkartmıştır da “İnna fetahnaleke” âyetinde bildirilen husus ile. A.H.})! (A.Hulusi)

 079 – Geceden de sana mahsus fazla bir namaz olarak uykudan kalk, Kur’an ile teheccüd kıl, yakındır ki rabbin seni bir makamı mahmuda ba’sede. (Elmalı)


Ve minelleyli fetehecced Bihi nafileten leke, ‘asa en yeb’aseke Rabbüke Mekamen Mahmuda ve gecenin bir vaktinde uykuna ara vererek sana özgü bir armağan olarak namaz kıl. Umulur ki rabbin seni övgüye değer bir makama yüceltir.

 Hecede, sükûn ve vakf demektir. Arapça lügatlarda karşısında böyle yazar. Yani ara vermek, kesmek, durdurmak demektir. Uykuya ara verip namaza geçmek anlamına gelir teheccüt. Uykuya ara verip namaza geçmek. Burada ki nafile; armağan demektir ve hemen hatırlayalım Müzemmil suresini;

 Ya eyyühel müzzemmil (Müzemmil/1) ey içine kapanan nebi, peygamber.

 Kumilleyle illâ kaliyla (2) gecenmin bir kısmı hariç kalk namaz için.

 Nısfehû yarısında. Evinkus, ya da ondan daha da eksik bir zamanda. minhu kaliyla (3) ondan azalt veya fazlalaştır fark etmez. Ama gecenin bir yarısında kalk.

 Ev zid ‘aleyhi ya da bunu artır. ve rattililKur’âne tertiyla;(4) ve Kur’an ı üzerinde dura dura, sindire sindire. Geceyi zamanı, Allah’ı, melekleri şahit kılarak oku.

 Unutmayınız 5 vakitten önce; İlk önce diyor Hz. Aişe farz kılınan namaz gece namazı idi. Yine Hz. Aişeye göre Resulallah 12 ay yani Müzemmil suresinin 20. ayeti, son ayeti ininceye kadar 12 ay bu namazı farz olarak kıldı diyor.Fakat tabii ben 5 vakit namazın farz olduğunu, ama onun yanında ilk müminlere gece namazının da bir eğitimi, bir ruh teskiyesi, bir nefis teskiyesi, iç arınması, iç imarı olarak talim ve terbiye kılındığını düşünüyorum.

 Belki aynı anda başlamamış olabilir, ama gece namazı üzerinde bu kadar durulması ve daha ilk inen surelerde Resulallah’a sana özgü bir nafile, eğer gece namazı diğer müminlere de emredilmiş olsaydı nafileten lek sana özgü bir armağan denmezdi. Ama diğer müminlerde Resulallah’ın armağanını kendileri üzerlerine aldılar ve onlar da armağan ettiler.

 Düşüne biliyor musunuz, ömürleri cahiliyenin kiri ve pası içinde geçmiş insanlar, hiç kimsenin görmediği bir gece yarısı rableri ile baş başa saatlerce talim ve terbiye görüyorlar. İşte bu insan da bir şahsiyet oluşturmaktır. İnsan Allah ilişkilerini yeniden kurmaktır. Onun için gece namazı gerçekten müstesna bir ibadettir. Geceyi Allah’a şahit kılmak, geceyi imana şahit kılmak, geceyi insana şahit kılmaktır.


[Ek bilgi. {Muhakkak ki Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında veya üçte birinde kalktığını biliyor… Seninle beraber olanlardan bir grubun da!

Geceyi ve gündüzü Allâh takdir ediyor! (Allâh) onu asla değerlendiremeyeceğinizi bildi de tövbenizi kabul etti.

Kurân’dan kolaylaşanı okuyun (idrak edin)! (Allâh) bilir ki, sizden hastalar, arzda dolaşıp Allâh’ın lütfundan talep eden kimseler ve Allâh yolunda savaşan kimseler olacaktır.

Artık Ondan kolaylaşan kadarını okuyun; salâtı ikame edin (yönelişi kaîm kılın müşahede ile), zekâtı verin ve Allâh’a güzel bir ödünç verin.

Kendiniz için (önceden) hayırdan ne takdim ederseniz, Allâh indînde onun çok daha büyük ve hayırlısını bulursunuz. Allâh’tan mağfiret dileyin! Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (Müzemmil/20)(A.Hulusi)

 Rabbinin ismini zikret (hatırla) ve her şeyden kesilip sırf O’na yönel! (Müzemmil/8)

 (Gece) yataklarından kalkıp; korkarak ve umarak Rablerine dua ederler. Kendilerini beslediğimiz yaşam gıdalarından Allâh için karşılıksız bağışta bulunurlar! (Secde/16)

 (Böylesi mi) yoksa gecenin bir kısmında kalkıp secdeyi yaşayan ve (Kayyum’un varlığıyla) kaîm olarak, sonsuz geleceğin gereklerine hazırlanan; Rabbinin (hakikatindeki Esmâ kuvvelerinin) Rahmetini (çeşitli özelliklerini açığa çıkarmayı) uman mı? De ki: “Hiç bilenler ile bilmeyenler eşit olur mu? Sadece derin düşünebilen akıl sahipleri bunu anlayabilir.”(Zümer/9)

 Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek (“yok”luklarının farkındalığıyla) ve kıyamda (varlıklarında kâim olan Kayyum’un müşahedesinde) geçirirler. (Furkan/64)

 Ey iman edenler, hakikatinizin açığa çıkartacağı sabır (dayanma kuvvesi) ve salât (hakikatiniz olan Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede) ile yardım isteyin. Muhakkak ki Allâh sabredenlerledir (Es Sabûr Esmâ’sıyla – mâiyet sırrı).(Bakara/153)

 Bu ifadeye göre ayeteki Namazdan maksat gece kılınan namazdır Bu namaza katlanarak nefse karşı verilen cihatta destek sağlanmış olur.

 Peygamber efendimiz;

 – Şeytan uykuda yatınca her birinizin ensesine: “Haydi uyu, sana uzun geceler.” Diyerek üç düğüm atar. İnsan uyanır ve Allah’ın adını anınca düğümlerden biri çözülür. Eğer kalkar abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Namaz da kılarsa bir düğüm daha çözülerek şevki huzur içinde sabaha erer. Aksi halde bozuk bir halet-i ruhiye içinde ve miskin olarak sabahı bulur.

 Yine peygamber efendimiz;

 – Şeytanın burun damlası, afyonu ve göz damlası vardır. O birisine burun damlası akıttığı zaman kötü huylu olur. Ona afyon yutturduğu zaman dili kötü konuşur. Gözüne damla akıttığı zaman da sabaha kadar uyur.

 Yine peygamber efendimiz;

 – Geceleyin kılınan iki rekatlık namaz, insanoğlu için dünyadan ve dünya da bulunan her şeyden daha hayırlıdır. Ümmetime zor gelmese iki rekat gece namazını üzerlerine farz kılardım.

 İmam Buhari’nin sık sık aşağıda ki iki beyti okuduğu söylenir.

 “Fırsat eldeyken rükuun faziletini değerlendir,

Ölüm ansızın olabilir,

 Nice hastalıksız sapasağlam kimseyi gördüm ki,

Sağlam ruhu kuş gibi uçuverdi.

                                        Mükaşefet’ül Kulûp- İ. Gazali}

 { “Gece, nasıl güneşin parazit oluşturan ışınımı dünyanın arka yüzünde kaldığı için kesiliyor ve kısa dalga yayın çok net alınabiliyorsa; insan beyni de, özellikle gece yarısı ve sonrasında çok hassas hâle gelir ve kuvveti artar. Bu hem alıcılık (ilham) yönünden böyledir; hem de vericilik yani “dua” yönünden böyledir.. “İslam Dini“nde gecenin önemi buradan ileri gelir.} (A.Hulusi- Dua ve zikir.)]


80-) Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra;

 Rabbim, girdiğim yere sıdk hâlinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart; ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende! (A.Hulusi)

 080 – Ve de ki: rabbim beni sıdık girdirimi girdir ve sıdık çıkarışı çıkar ve benim için ledünnünden bir sultanı nasîr kıl. (Elmalı)


Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra ve de ki; Rabbim beni girdiğim ve giriştiğim her yere ve işe doğrulukla, dürüstlükle girmemi, Yine doğruluk ve dürüstlükle çıkmamı sağla. vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra yüce katından beni destekleyecek etkin bir güç ver.


81-) Ve kul cael Hakku ve zehekal batıl* innel batıle kâne zehuka;

 De ki: “Hak geldi, bâtıl yok oldu gitti! (Hakikat bildirildi, asılsız boş görüşler geçerliliğini yitirdi) Muhakkak ki bâtıl yok olmak zorundadır.” (A.Hulusi)

 081 – Ve de ki: hak geldi bâtıl zevale erdi hakikaten bâtıl pek zavallıdır. (Elmalı)


Ve kul cael Hakku ve zehekal batıl* innel batıle kâne zehuka yine de ki; Gerçeğin ta kendisi geldi, sahte olan ise yıkılıp gitti. Çünkü her sahtelik zaten yıkılıp gitmeye mahkumdur. Batıl asli değil, arızidir. Tabii değil, sentetiktir, sunidir. Onun için yıkılıp gitmeye mahkumdur.


82-) Ve nünezzilu minel Kur’âni ma huve şifaun ve rahmetun lil mu’miniyne, ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara;

 Kurân’dan, iman edenler için şifa (sağlıklı düşünme bilgileri) ve rahmet (Hakikatlerindeki özellikleri hatırlatma) olan şeyleri inzâl ediyoruz (hakikatinden şuuruna yansıtıyoruz)! (Bu), zâlimlerin (nefsinin hakikatini inkâr ederek nefsine zulmedenlerin) ise sadece hüsranını arttırır. (A.Hulusi)

 082 – Biz de Kur’an dan peyderpey öylesini indiririz ki müminler için o bir şifâ ve bir rahmettir, zalimlerin ise ancak hasarını artırır. (Elmalı)


Ve nünezzilu minel Kur’âni ma huve şifaun ve rahmetun lil mu’miniyne, ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara İşte biz Kur’an dan ona inananların iç dünyasını onaran bir şifa ve rahmet olan. Kendi kendine kıyanlarınsa sadece yıkımını artıran şeyler indiriyoruz. Yani Kur’an müminin imanını, münafıkın nifakını, kafirin küfrünü artırıyor. Kur’an kendisine iman eden, ön bilgi ile yaklaşanların imanını artırırken, ön yargı ile yaklaşan, yani küfürle yaklaşanların da inkarını artırıyor. Çünkü Kur’an bir ilahi eczanedir ki, eğer Allah’ın verdiği reçete ile yaklaşırsanız deva, eğer şeytanın verdiği reçete ile yaklaşırsanız sizin için ölüm olacaktır.

 Rabbim Kur’an eczanesine rabbimizin verdiği reçeteyle yaklaşan kullardan kılsın.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 İddiamızın, davamızın, ömrümüzün tüm hasılatı ve son sözümüz Rabbimize “Hamd” dir.

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Nisan 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın