RSS

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİNUN SURESİ (093-118)(109/1)

10 Ağu

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde mü’minun suresinin 92. ayetine kadar tefsir etmiştik. Geçen ders tefsir ettiğimiz ayetleri hatırlayacak olursak o ayetlerde inkârcı mantığın gerçeği sevmemesi dile getiriliyordu. Yani inkârcı mantık haddi zatında hakikati yalanlarken, ahireti yalanlarken, nübüvveti yalanlarken, vahyi reddederken bütün bunların temelinde hakikate, gerçeğe olan biganeliği, gerçeğe olan sırt dönmüşlüğü yatıyordu. Bugün 93. ayetle devam ediyoruz.

 “BismillahirRahmanirRahıym”

 93-) Kul Rabbi imma türiyenniy ma yu’adun;

 De ki: “Rabbim, eğer onlara tehdit olundukları şeyi bana göstereceksen…” (A.Hulusi)

 093 – De ki: rabbim! eğer onlara edilen vaadi bana behemehal göstereceksen. (Elmalı)

 

 Kul Rabbi imma türiyenniy ma yu’adun de ki; rabbim eğer ille de onları tehdit ettiğin azabı bana göstermek istiyorsan, benim şahit olmamı istiyorsan onları tehdit ettiğin azaba,


94-) Rabbi fela tec’alniy fiyl kavmiz zâlimiyn;

 “O zaman beni zâlimler kavmi içinde tutma Rabbim!” (A.Hulusi)

 094 – Beni o zalimler güruhunda bulundurma rabbim! (Elmalı)

 

Rabbi fela tec’alniy fiyl kavmiz zâlimiyn o takdirde rabbim beni bu zalimler güruhuna, bu zalimler çetesinin arasında kılma. Onlarla birlikte kılma.

 Zalimlerle birlikte yaşamak ilahi gazabın riski altında yaşamaktır. Peygamber, peygamber olduğu halde Allah’ın gazabından nasıl çekindiğini ve sakındığını işte bu ayette görüyoruz. Ama ondan da öte bu ayetlerin bize verdiği mesaj zalimlerle kendisine yabancılaşanlarla, tasavvuru ve aklı ters dönmüş olanlarla, kendi kendine kötülük edenlerle birlikte bulunmak, gazap riski altında bulunmaktır. Böyle bir risk altında bulunan bunun sonucuna da katlanacaktır.


95-) Ve inna alâ en nüriyeke ma ne’ıdühüm lekadirun;

 Doğrusu biz, onları tehdit ediyor olduğumuz şeyi sana gösterecek güce sahibiz! (A.Hulusi)

 095 – Şüphesiz ki siz, onlara yaptığımız vaadi sana göstermeğe elbette kadiriz. (Elmalı)

 

 Ve inna alâ en nüriyeke ma ne’ıdühüm lekadirun bu duaya peygamberin şahsında bütün davetçilerin yaptığı bu duaya verilen ilahi cevapta şu; Biz onları tehdit ettiğimiz azabı her hal ve şartta sana göstermeye elbette kadiriz. Yani ister onların arasında seni koruyarak, ister onların arasından ayrılmış olsan, istersen bu dünyadan ayrılmış ol, ama bir biçimde eğer onlar azabı hak ettilerse bu sana ulaştırılacak, sana gösterilecektir.


96-) İdfa’ Billetiy hiye ahsenüs seyyiete, nahnu a’lemu Bi ma yesıfun;

 Kötülüğü (bâtılı, göreselliği) en güzel olan (Hak, sistem bilinci) ile defet! Onların (seni) tanımlamalarını biliriz. (A.Hulusi)

 096 – Sen o kötülüğü en güzel olan hasletle defet, biz, onların ne halt edeceklerini daha iyi biliriz. (Elmalı)

 

İdfa’ Billetiy hiye ahsenüs seyyieh böyle bir ayetin arkasından, böyle bir ayetin gelmiş olması manidardır. Sana karşı yönelen her tür kötülüğe öyle bir savunma yap ki, o savunman en güzeli, en uygunu olsun. nahnu a’lemu Bi ma yesıfun biz onların yapıp yakıştırdıklarını elbette biliriz.

 Evet, bu ayette sana yönelik her çirkin saldırıya karşı öyle bir savunma yap ki en güzeli en uygunu, hiye Ahsen, o olsun buyruluyor. Muhteşem bir ilke veriliyor insana. Kötülüğe karşı kötülük değil, kötülüğe karşı iyilik ilkesi bu. Kötünün yerini bir başka kötünün aldığı mücadele kötü bir mücadeledir deniliyor. Ve eğer onlara suçlarının cezasını verecek biri varsa, yukarıda ki ayetlerde de gördüğümüz gibi bu Allah’tır deniliyor.

 Onun için bu ayetle fussilet/34. ayeti arasında ilginç bir benzerlik var. Bu ayette; ..idfa’ Billetiy hiye Ahsen.. (Fussilet/34) sana yönelik her türlü muameleye karşı en güzel biçimde savunma yap. Ya da bir başka şekilde çevirecek olursak; tezini güzel savun. Hangi tezi savunuyorsan onu iyi savun, güzel savun. ..feizelleziy beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün hamiym (Fussilet/34) olaki muhatabınla senin aranda bir düşmanlık, bir kin, bir husumet olabilir. Ama eğer tezini güzel savunursan muhatabın sana sımsıcak bir dost kesilecektir.

 Onun için tezi güzel savunmak, güzel tezlerin hakkıdır. Tezi güzel savunmak güzel bir hediyeyi güzel bir ambalaja koymaktır. Tezi kötü savunmak; Yer yüzünün en büyük elmasını çok çirkin bir ambalajla pazarlamaya kalkmaktır. Onun için güzelin ulaştırılma usulü de güzel olmalı. Güzelin takdimi de güzel olmalı. Güzelliğin tebliği de güzel olmalı. Bir güzel, güzel bir usul, güzel bir üslup, güzel bir ambalaj, güzel bir vizyon ile sunulursa hakkı verilmiş olur. Misyonu güzel olup ta vizyonu güzel olamayanlar, o misyonun değerini düşürmüş olurlar.

 Ayet onların yapıp yakıştırdıklarını biliyoruz diye bitiyor. Demek ki özellikle Allah’a yönelik müşrik mantığın her türlü inkarına karşı dahi, güzel bir usulle cevap vermek. Güzel bir usulle mücadele etmek burada tavsiye ediliyor.

 

97-) Ve kul Rabbi eûzü BiKE min hemezâtiş şeyâtıyn;

 Ve de ki: “Rabbim! (bedenselliğe çeken) şeytanların vesveselerinden sana (hakikatimdeki koruyucu Esmâ’na) sığınırım.” (A.Hulusi)

 097 – Ve de ki: sana sığınırım rabbim! O Şeytanların dürtüşmelerinden. (Elmalı)


Ve kul Rabbi eûzü BiKE min hemezâtiş şeyâtıyn ve de ki; Rabbim şeytanların ayartmalarından sana sığınırım.

 Bir önceki ayetle münasebeti çok açık. Bir önceki ayette güzel bir yöntem, güzel bir usul, güzel bir üslupla cevap verilmesi istenmişti. Bu güzel üsluba sahip olan insan şeytan tarafından ne güzel üslubun var, ne güzel iletiyorsun ne güzel tebliğ ediyorsun, ne mükemmel yapıyorsun şeklinde bir ayartmaya muhatap olabilir. İşte bir sonraki ayette onu dile getirerek böyle bir güzelliğe sahip olan insan dahi şeytanın ayartma yöntemlerinden kurtulamaz.

 Buna karşın böyle bir insanın, böyle bir müminin sığınacağı tek güç Allah’tır. Çünkü şeytan ve şeytansılar tüm şeytani güdüler ve güçler insanın yaptığı tüm iyilikleri bulandırmak onları amacından saptırmak, onların niyetini bozmak, onları birer sevap değil birer günaha çevirmek için çaba gösterirler. Ve devam ediyor;


98-) Ve eûzü BiKE Rabbi en yahdurûn;

 “Ve sana (hakikatimdeki koruyucu Esmâ’na) sığınırım Rabbim, çevremde bulunmalarından.” (A.Hulusi)

 098 – Ve sana sığınırım rabbim! huzuruma gelmelerinden. (Elmalı)


Ve eûzü BiKE Rabbi en yahdurûn onların yaklaşımlarından da rabbim sana sığınırım.

 Aslında yaklaşım diye çevirdiğim en yahdurûn yaklaşmalarındandır. Ama yaklaşımla yaklaşma arasında ki o çağrışımdan yararlanmak istedim böyle çevirirken. Çünkü şeytanlar ve şeytansılar olayla ve eşyaya şeytanın baktığı yerden baktırmak için yaklaşırlar. Yani bakış açımızı değiştirtmek için yaklaşırlar. Tasavvurumuzu, ki tüm kavramlar anlamını tasavvurumuzdan kazanır. Doğru, yanlış, iyi güzel, kötü çirkin, kâr zarar, kazanç kayıp, mutluluk bedbahtlık gibi tüm hayatımızı üzerine inşa ettiğimiz temel kavramlar anlamlarını tasavvurda kazanır. Bu kavramlarda yapılacak temel bir yanlış tüm hükümlerimizi, tüm akıl yürütmelerimizi, tüm davranışlarımızı yanlış etkiler.

 Onun için tasavvurda ki milimetrik bir sapma akılda kilometrelere, eylemde ise belki sonsuz sınırsız sapmalara sebep olacaktır.

 Onun için burada şeytandan ve onun yaklaşımlarından Allah’a sığınırken aslında müminin niyeti, çıkış noktası, bakış açısı yaklaşımı konusunda ki istikamet açısı, tashihi yapması isteniyor. Eğer bu istikamet açısında bir sapma varsa, bu sapmanın eylem düzeyinde çok daha büyük olacağı ima ediliyor.

 [Ek bilgi: CİNLER, geçmiş yaşam içinde Kur’ân öğretisine göre Eyyub Aleyhisselâm’a da büyük eziyetler vermişler ve O, aşağıda yazacağımız, gene Kurân’da öğretilen duaya devam ederek kendini kurtarmıştır.

Bu duanın tekrarı ile beynin yaydığı dalgalar, beyin çevresinde bir koruyucu manyetik kalkan oluşturduğu gibi; sivrisinek kovucu tabletlerin yaydığı kokunun sivrisinekleri zararsız hâle getirmesi gibi, CİNLERİ de tesirsiz bırakmakta ve onları rahatsız ederek uzaklaşmaya zorlamaktadır.

Gerek “Âyet’el Kürsî” ve gerekse “muavvizeteyn” denilen “Kul Eûzüler” pasif korunma sistemleridir. Kişinin beyin gücünü kuvvetlendirmeye, ruh gücünü kuvvetlendirmeye ve koruyucu manyetik kalkan içine almaya yarayan formüllerdir…

Aşağıda öğretmekte olduğumuz âyetlerden oluşan dua ise âdeta laser tabancasının ışınları gibi CİNLERİ vurmakta ve onları uzak durmaya mecbur etmektedir.

UZAYLILARA inanan, onların etkisinde olan kişilerin yanında bu duayı içinizden okumaya başladığınız zaman göreceksiniz ki, CİNLERİ onu, yanınızdan uzaklaşmaya mecbur kılacaktır. Ya da, onu ter basacak, sıkıntıya düşecek, düzgün konuşmasını yitirip, arada gereksiz kelime ve cümleler kullanmaya başlayacaktır.

Böyle güçlü baskı altına girmiş bir kişinin kurtarılması arzulanıyorsa, çevresindeki birkaç dostunun biraraya gelerek, aynı zaman zarfında ona yönelik bir biçimde 300 (üç yüz) defa Kurân’da bulunan bu duayı okumaları ve mümkünse günaşırı üç kere bu işlemi tekrar etmeleri tavsiye olunabilir…

Böyle bir kişi, bu duayı kendisi okursa, 30-50 defadan sonra kendisini sıkıntı basabilir, başına ateş çıkıyormuş gibi hissedebilir, uyku hâli bastırıp tespihi elinden bırakabilir. Ya da daha şiddet gösterileri arzusu duyabilir. Bu CİNLERİN etkisi altında olmasından; o duayı kestirip, okutmamayı arzu etmelerinden dolayı, yolladıkları impulslar sonucudur. Şayet kişi, okumaya devam ederse, bu tesirler bir süre sonra azalır ve o kişi rahatlar. Ama gene de bir ay kadar o duaya devamda yarar görülmektedir.

CİNNÎ olmayanlarda ise, ne kadar okunsa, bahsedilen hâller görülmez.

        Evet, bu konuda son uyarımızı yapalım. CİNLERDEN korunmanın yolu, bu konuda bilgilenmekten geçer. Öyle ise bilgilenelim ve çevremizi bu konuda uyaralım.

        KORUYUCU DUA

        RABBİ İNNİY MESSENİYEŞ ŞEYTANU Bİ NUSBİN VE AZÂB;  RABBİ EÛZÜ BİKE MİN HEMEZÂTİŞ ŞEYÂTIYN VE EÛZÜ BİKE RABBİ EN YAHDURÛN.  VE HIFZAN MİN KÜLLİ ŞEYTANİN MÂRİD.

                    (38.Sâd: 41 – 23.Mu’minûn: 97-98 – 37.Sâffât: 7)

                (A.Hulusi/RUH-İNSAN-CİN**DUA VE ZİKİR)]

 

99-) Hattâ izâ cae ehadehümül mevtü kale Rabbirci’un;

 Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde dedi ki: “Rabbim beni (dünya yaşamına) geri döndür.” (A.Hulusi)

 099 – Nihayet Her birine ölüm geldiği vakit diyecek ki: rabbim! döndür, döndür beni döndür. (Elmalı)

 

Hattâ izâ cae ehadehümül mevtü kale Rabbirci’un nihayet inkarcılardan birine ölüm gelip çatınca rabbim der, döndür, ne olur geri döndür beni.

 Evet, inkârcı mantığın ahirette ki akıbetini dile getiren bir ayet. Allah’tan başka kimsenin haber veremeyeceği bir noktadan haber veriyor, ahiretten. Döndür beni der, ne olur geri döndür. Ayetin sonunda ki irci’un, çoğul kipiyle gelmiş bir kelime. Döndürün manasına gelebilir. Ki bunun Allah’a tazim ifade ettiğini söyleyenler olduğu gibi, melekleri de dahil ederek, ölüm meleğini ve diğer melekleri, beni döndürün dünyaya demiş olabileceği yorumu da yapılmış. Bu yoruma ben bir şey daha ekleyebilirim; Bu mantığın Allah’tan başkasına Allah’a ait sıfatları yakıştıran bir müşrik mantığı olduğu hesaba katılırsa, beni döndürün dediği kimseler arasında meleklerinde olmasında şaşılacak bir şey yok. Çünkü Allah’a ait bir takım yetkileri meleklere yakıştıran bir mantık bu. Ama asıl en doğrusu Ebus Suud’un da ifade ettiği gibi buradaki döndürün; ırcı’niy beni döndür ya rabbi tekil ifadesinin ısrarı, tekrarı manasını, işlevini içeriyor. Beydavi de bu görüşte. Nitekim onun için ben bu görüşü esas alarak döndür beni, ne olur döndür Allah’ım der o. Şeklini tercih ettim.


100-) Lealliy a’melü salihan fiyma terektü kella* inneha kelimetün huve kailuha* ve min veraihim berzehun ila yevmi yüb’asûn;

 “Tâ ki (önemsemeyip) uygulamadığım şeylerde (iman üzere yaşamda, kuvveden fiile çıkarmadıklarımda) sonsuz geleceğime yararlı çalışmalar yapayım!”… Hayır (geri dönüş asla mümkün değil)! Öyle bir şey söyler ki geçerliliği yoktur (sistemde yeri yoktur)! Arkalarında yeniden bâ’s olunacakları sürece kadar, bir berzah (boyutsal farklılık) vardır (geri dönemezler; reenkarnasyon da {ikinci defa dünya yaşamı} mümkün değildir)! (A.Hulusi)

 100 – Belki ben o baktığımda salih bir amel işlerim, hayır hayır! O bir kelimedir ki onu o söyler, ötelerinden ise bir berzah vardır, tâ ba’s olunacakları güne kadar. (Elmalı)


Lealliy a’melü salihan fiyma terektü belki ben daha önce yapmadıklarımın yerine, doğru dürüst bir şeyler yaparım. Yani son pişmanlıktır, fayda vermez ama, son pişmanlığın fayda vermeyecek olduğunu önceden hesap etmemiş bir aklın işte dar-ı Beka da, ebedi yurtta düştüğü acınası durumu sergiliyor ayet.

 kella* inneha kelimetün huve kailuha yo..! hayır, zira onun dile getirdiği sadece muhatabı etkilemek için edilmiş bir laftır. Önce asla olmaz deniliyor. Olmayacak, ve arkasından da neden olmayacağı, onun dile getirdiği bu şeyin temelinde yatan gerçek söylenerek izah ediliyor. O da ne? Onun dile getirdiği şey sadece muhatabı etkilemek için söylenmiş bir laf.

 Bu tercümeyi Kelimetün sözcüğünün etimolojisine dayanarak yaptım. Kelime Arap dilinde tüm kombinezonlarıyla birlikte; ke l eme, me le ke, le ke me, le me ke, 6 kombinezonla birlikte ortak anlamı etki, te’sir yani. Etki ve şiddettir. Muhatabı etkilemeye yönelik bir söz olarak anlaşılmalıdır burada.

 ve min veraihim berzehun ila yevmi yüb’asûn nitekim bu tiplerin ardında diriliş gününe kadar aşamayacakları bir engel vardır.

 Aslında bu ibare 100. ayetteki şu okuduğum ibare tüm yeniden bedenlenme teorilerini içeren  reenkarnasyon inançlarının, tezlerinin hepsini kökten reddeden bir ibaredir. Yani ölen ve cesedini bırakan bir ruh, bir başka cesette, bir başka bedende tekrar dirilmeyecektir. O kıyamet günü gelinceye kadar gittiği yerde, olduğu yerde, eğer günahkarsa tutuklu olarak kalacaktır ki bu ibarenin aynı zamanda ima ettiği bir gerçekte ve min veraihim berzehun bu berzah adeta hapishane duvarı gibi anlaşılmalıdır. Yani günahkar insanların ruhlarının tutuklu kalacağına, mahkemeyi bekleme süresi içinde ki tutukluluklarına bir ima olsa gerektir.

 [Ek bilgi; Reenkarnasyon hakkında bir yazı; “Kainattaki adalet sistemi bütün kullara hak geçirmeden sunulur. Yaratılmış bütün Ruhlara aynı şartlar sağlanır. Sınavın sonuçları bir sonraki yaşam şeklini belirler. Eflatun’a göre; Tanrının kullarına sağlayacağı adalet, ancak reenkarnasyon yasası ile sağlanabilmesi mümkündür.”

http://ekabirweb.blogspot.com/2012/07/reenkarnasyon-meselesi.html ]

 [Ek bilgi- 2; BERZAH, ONUN SIFATI, NİCELİĞİ.

        – Berzah âlemi alt kısmından dar olup yukarıya doğru çıkıldıkça genişleyen ve zirvesine ulaşınca da üzerinde fener kubbesine benzer kubbe bulunan bir âlemdir. Bunu biz ağaçtan mamul büyük bir dibeğe benzetebiliriz. Nitekim dibeğin de alt kısmı dar, yukarıya yükseldikçe genişler. Böylece büyük bir dibeğin üzerine bir fener kubbesi koyacak olursak BERZAH âlemine benzetmiş oluruz. Tabii bu benzetme sadece şekildedir, büyüklükte değil. Çünkü BERZAH âleminin temeli dünya semasındadır. Bizden yana ondan bir şey çıkmamış ve uzanmamıştır.

        İkinci semayı delip geçecek kadar yüksektir. İkinci semadan da yükselip üçüncü semayı delip geçer. Sonra dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci semayı delip geçer ve oradan da sayılmayacak kadar yükselir ve kubbesi de üzrine konulmuştur. İşte bu BERZAH âleminin uzunluğudur. Bu anlatılan Berzah; Beyt-ül Ma’murdur.

        – Bilindiği üzere Bet-ül Ma’mur yedinci semadadır. Berzah ise temeli dünyada olup yedinci semayı da aşmaktadır. Böylece berzah her semada var demektir. (Böyle mi anlamalıyız.)

        – Yedinci göğün üstüne yükseldiğiyle yetinmelerinin sebebi çünkü orada sözü edilen kubbe mevcuttur. Şüphesiz ki bu yedinci semada olan en şerefli yerdir. Çünkü bu kubbede ancak önde gelenlerle sonra gelenlerin efendisi Resulallah (S.A.V.)in ruhu şerifleri bulunmaktadır.

        Ayrıca Cenab-ı Hakkın Resulallah’ın fazilet ve kerametiyle kendisine ikramda bulunduğu onun zevceleri, kızları ve zamanındaki nesli ondan sonra da onun soyundan Hakk ile gelip geçenlerin ruhları bulunmaktadır. Ayrıca o kubbede dört halifenin ruhları da bulunuyor.

        Bir de Resulallah’ın huzurunda Allah yolunda şehit olanların ve kendilerini O’nun yolunda seve seve verenlerin ruhları yer almaktadır. Bunların ruhlarında başkasında bulunmayan yüksek ölçüde bir güç ve kuvvet vardır ki onların güzel amellerine karşılık verilmiştir. Allah hepsinden razı olsun.

        Yine sözü edilen kubbede Resulallah’a varis olan Kâmil velilerin ruhları da bulunuyor. Gavs ve Kutup bu cümledendir. Şüphesiz ki Berzah âleminde en şerefli makam bu kubbedir.

        Berzah âleminin genişliğine gelince; Bu hususta dördüncü semada bulunan güneşin Berzah âleminin çevresinde tavaf yapan kimse gibi dönmesi ve bir yılda bu hareketini tamamlaması bilgi bakımından sana yeter sanırım. Berzah’ın her tarafı deliktir. Nitekim ileride cennetin sıfatları konusunda bu husustan söz edilecektir inşallah. Berzahta bulunan bu deliklerde ruhlar eyleşmektedir.

        Sözünü ettiğimiz kubbe yedi kısma ayrılmıştır, cennet tabakalarının sayısına eşittir. Her kısmı yedi cennetten birine benzer.

        Resulallah efendimizin ruh-u şeriflerinin makamı her ne kadar Berzah’ın kubbe kısmındaysa da orada devamlı bulunmaz. Çünkü ne o kubbe ne de başka bir yaratık Resulallah’ın ruhunu taşımaya güç yetiremez. Onun ruhunda sayılmayacak kadar esrar vardır. O ruhu ançak onun tertemiz zatı taşıyabilir.

        Berzah’ın dördüncü semada olan kısmındaki ruhların nurları yukarıya doğru yükselir. Üçüncü sema kısmında ki ruhların çoğu mahcup durumdadır, nurları yoktur.

        Berzahta bulunan delikler Adem yaratılmadan önce de mevcuttu ve ruhlara bayındır halde idi. O ruhların nurları vardı fakat bedenleri terk ettikten sonraki nurlarında daha düşük seviyede bulunuyordu. Adem babamızın ruhu inip zatına girince Berzahtaki yeri boş kaldı. Bunun gibi oradan ayrılıp yeryüzünde bedenlere giren her ruhun yeri boş kalmaktadır. Ölümden sonra ruh berzah âlemine dönünce daha önce ayrıldığı deliğe değil layık olduğu başka bir deliğe yerleşmektedir. Eğer mü’min ise daha yüce bir mevkie Kafir ise daha aşağı bir mevkie döner.

        (Şehy Abdülaziz Debbağ Hz. El İBRİZ 2. cilt/471-474)

http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=1400189670117803721#editor/target=post;postID=2264640837112850443 ]


101-) Feizâ nüfiha fiys Suri fela ensabe beynehüm yevmeizin ve lâ yetesaelun;

 Sur’a üflendiğinde (yeni bir bâ’s için süreç başladığında), o gün aralarında nispetler (beşerî mensubiyetler, akrabalıklar, etiketler; dünyada birbirlerini tanımalarını sağlayan görünümleri) olmayacak! Sualleşmezler de (dünyadaki nispetlere/iletişime göre birbirlerini sormazlar da). (A.Hulusi)

 101 – O vakit Sûr üfürüldü mü artık beyinlerinde o gün ne ensab vardır ne de soruşurlar. (Elmalı)

 

 Feizâ nüfiha fiys Suri fela ensabe beynehüm yevmeizin ve lâ yetesaelun ve kalk borusu çaldığı zaman artık o gün ne aralarında ki soy yakınlığı işe yarar, ne de birbirlerine olan iten hakkında soru sorabilirler.

 Soy yakınlığı, kan bağı, sıhriyet, akrabalık, hısımlık işe yaramaz. Diyor ayet. Sorumluluk şahsidir diyor yani. Ne peygamber oğlu olmanız sizi kurtarır Nuh’un oğlu Kenan gibi, ne peygamber babası olmanız sizi kurtarır Hz. İbrahim’in babası azer gibi. Ne peygamber karısı olmanız sizi kurtarır Hz. Lut’un karısı gibi. Ne peygamber amcası olmanız sizi kurtarır Hz. Muhammed’in amcası Ebu Lehep gibi.

Bir gün kızı Fatıma’ya yönelerek “Kızım Fatıma nefsini Allah’tan satın al, kendi varlığını Allah’tan satın al, yani Allah ile sözleşmene ihanet etme, babam peygamber diye güvenme. Vallahi yarın senin içinde bir şey yapamam.” demişti. İşte sevgili nebinin bu canhıraş haykırışları bu tür ayetleri doğru anlamış olup onu sindirmesinin bir sonucuydu. Bu ayetlerin inşa ettiği Hz. Peygamberin tasavvuru işte böyle sesleniyordu kızına. Kendini Allah’ın elinden satın al ey Fatıma, yarın senin içinde bir şey yapamam.


102-) Femen sekulet mevaziynuhu feülaike hümül müflihun;

 Kimin ölçüm değerleri (tartısı) ağır gelirse, işte onlar kurtulacakların ta kendileridir. (A.Hulusi)

 102 – O zaman her kimin tartıları ağır gelirse işte onlar o felâh bulanlardır. (Elmalı)

 

 Femen sekulet mevaziynuhu feülaike hümül müflihun kimin iyilikleri tartıda ağır gelirse işte kurtuluşa erenler onlar olacaktır. Yani biraz önceki ayetle birlikte düşünüldüğünde sorumluluğun kişisel, şahsi olduğu gerçeği. Herkes kendi eylemini kendisi hazırlayacak. Kendi eyleminin hesabını kendisi verecek. Hiç kimse bir başkasına fatura edemeyecek.

 Yevme yefirrulmer’u min ahıyh,

 Ve ümmihi ve ebiyh,

 Ve sahıbetihi ve beniyh. (‘Abese/34-35-36) O gün kişi kendi kardeşinden kaçacak. Annesinden, babasından, kaçacak. Kölesinden ya da efendisinden kaçacak. Yani herkes, herkesten kaçacak. Çünkü artık sorumluluk bireysel olarak insan canı derdine düşecek. İnsan kendi paçasını  kurtarmanın derdini yaşayacak.

 Kıyamet sahnesini anlatan bu ayetler aslında yine tek bir cümleye bizi gönderiyor o da insanın Allah karşısındaki sorumluluğu şahsidir.


103-) Ve men haffet mevaziynuhu feülaikelleziyne hasiru enfüsehüm fiy cehenneme halidun;

 Kimin ölçüm değerleri hafif gelirse, onlar da nefslerini hüsrana uğratanların ta kendileridir… Yanma ortamında sonsuza dek kalırlar! (A.Hulusi)

 103 – Her kimin de tartıları yeğni gelirse işte onlar kendilerine yazık edenler, Cehennemde kalanlardır. (Elmalı)

 

Ve men haffet mevaziynuhu ama kiminki de hafif gelirse, yani kimin iyilikleri tartısı hafif gelirse feülaikelleziyne hasiru enfüsehüm fiy cehenneme halidun cehennemde yerleşip kalmak üzere kendilerini harcayanlar da işte onlar olacak.


104-) Telfehu vucuhehümünnaru ve hüm fiyha kâlihun;

 Onların vechlerini o ateş yalar… Onların suratları orada azapla gerilip dişleri öne fırlar! (A.Hulusi)

 104 – Ateş yüzlerini yalar, o halde ki içinde dişleri sırıtır. (Elmalı)

 

Telfehu vucuhehümünnar ateş onların yüzlerini kavuracak ve hüm fiyha kâlihun sırıtan dişleriyle kavrulmuş yüzlerinden, dudaklarından sırıtan dişleriyle öylece kala kalacaklar.

 

105-) Elem tekün âyâtiy tütla aleyküm feküntüm Biha tükezzibun;

 “İşaretlerim size bildirilmedi mi? Ve siz onları yalanlamadınız mı?” (A.Hulusi)

 105 – Değil mi idi âyetlerim size okunuyordu siz onları tekzip ediyordunuz? (Elmalı)

 Elem tekün âyâtiy tütla aleyküm feküntüm Biha tükezzibun ve Allah diyecek ki ayetlerim size okunmamış mıydı? Gelmemiş miydi? Uyarmamış mıydım sizi peygamberlerim aracılığı ile. Ama siz onları ısrarla yalanladınız.

 106-) Kalu Rabbena ğalebet aleyna şıkvetüna ve künna kavmen dalliyn;

 Dediler ki: “Rabbimiz! Mutsuzluğa yol açan arzularımız ağır bastı; sapıp kaybolmuş bir topluluk olduk.” (A.Hulusi)

 106 – Rabbimiz! derler: bize şekavet imiz galebe etti ve biz bir sapkın bir kavim idik. (Elmalı)

  Kalu onlar şöyle savunacaklar kendilerini Rabbena ğalebet aleyna şıkvetüna ve künna kavmen dalliyn rabbimiz diyecekler talihimiz yaver gitmedi, bahtımız ağarmadı, şansımız yoktu bu yüzden biz de sapıtan bir güruh olup çıktık.

 İşte tasavvuru ters dönmüş bir insanın ahiret ve akıbeti bu. Mazeret ileri sürecek, yani alını dünyada kullanmayanlar, Allah’ın kendisine kullansın diye verdiği aklı doğru kullanmayanlar kötü akıbetle karşılaştıklarında kusuru şansa, talihe, uğura, kadere, kısmete, feleğe vs. ye  bulacaklar.

 Aslında bu mantık dünyada da böyle yapmıyor mu? Yatanlar, görevlerini yapmadıkları için çok kötü şeylerle karşılaşanlar. Üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmedikleri için başarılı olamayanlar, kaybedenler daima başarısızlıklarının faturasını yıkacak mevhum ya da müşahhas bir günah keçisi bulurlar. Ama hiçbir mazeret insanı sorumluluğundan kurtarmaz. Çünkü Allah’ın verdiği hür irade ve sorumluluk bilincinin yerini hiçbir sahte mazeret doldurmaz.

107-) Rabbena ahricna minha fein ‘udna feinna zâlimun;

 “Rabbimiz… Çıkar bizi oradan… Eğer döner (aynısını yapar) isek, muhakkak biz zâlimleriz.” (A.Hulusi)

 107 – Ey bizim rabbimiz! çıkar bizleri bundan, döner bir daha edersek her halde bizler zalimiz. (Elmalı)

  Rabbena ahricna minha ve yine devam edecek onlar. Dünyada Allah’a yalvarmaktan çekinenler, Allah’a tenezzül etmeyenler tabir caizse, Ukbada böylesine yerlerde adeta sürünerek yalvaracaklar; Rabbimiz diyecekler bizi buradan çıkar. fein ‘udna feinna zâlimun eğer tekrar dönersek, -burada bir açıklama yok ama neden dönersek? Sana verdiğimiz sözden tekrar dönersek anlamı. Neden tekrar? Çünkü daha önce bir kez döndüler.

 Peki daha önce söz mü vermiştiler? Evet söz vermiştiler. Buna Kur’an misak diyor. Söz vermiştiler aslında hayata gelmek Allah’ın açtığı kredi ile yaşamaktır. Allah’ın açtığı krediyi almak, Allah’a borçlu olduğunu bilmektir. Allah’a borçlu olduğunu bilen bir insan hiç olmazsa, borcunu ödeyemese dahi Allah’ın kendisine verdiği bu hayatın, bu varlığın, bu ömrün borcunu ödeyemese dahi en azından borcunu ödeyemediğinin bilincinde olun. Bundan dolayı Allah’a borçlu olduğunu unutmaz hep yalvarma makamında olur. Acziyetini itiraf eder. Boynunu büker ve kulluğunu bilir. Allah’ın da istediği budur zaten. Bunu dahi beceremeyen insanların fayda vermeyen son pişmanlık sonrasında işte yalvarışları-

 Tekrar döndür, eğer bir daha dönecek olursak bizler o zaman gerçek zalimlermişiz, o zaman anlaşılacak. Yani kendiler kendilerine karar verecekler. Ama tabii Allah onların öncelerini bildiği gibi eğer tekrar döndürmesi durumunda ne yapacaklarını,nasıl davranacaklarını da bilmekte. Çünkü tasavvurlarını, hayata yaklaşımlarını bakış açılarını çok iyi bilmekte. Öyle bir bakış açısının sonucu farklı olmaz. Eğer bir insan şu açıdan bakıyorsa mutlaka göreceği şey baktığı açıya dönük yüzüdür hakikatin. Onlar yanlış açıdan bakıyorlar. Şeytanın gör dediği yerden bakıyorlar, Allah’ın gör dediği yerden değil. 50 kez hayata döndürülseler yine de yapacakları şey farklı olmayacaktır. Çünkü kendilerini değiştirmeye aday değiller. Onun için cevaplarını şöyle alıyorlar;

 108-) Kalahseû fiyha ve lâ tükellimun;

 Dedi ki: “Sinin orada… Bana da yönelmeyin!” (A.Hulusi)

 108 – Buyurur ki sinin orada, söylemeyin bana. (Elmalı)

  Kalahseû fiyha ve lâ tükellimun Allah buyuracak ki; kalın tıkıldığınız yerde, bana cevap yetiştirmeye kalkmayın.

  109-) İnnehu kâne feriykun min ıbadiy yekulune Rabbena amenna fağfir lena verhamna ve ENTE hayrur Rahımiyn;

 “Gerçek şu ki kullarımdan bir kısmı: ‘Rabbimiz, iman ettik… Bizi mağfiret et ve bize rahmet et… Sen Rahıym olanların en hayırlısısın’ derlerdi (de)…” (A.Hulusi)

 109 – çünkü kullarımdan bir fırka vardı «Rabbena amenna fağfirlena verhamna fein udna feinna zalimun» diyorlardı da. (Elmalı)

  İnnehu kâne feriykun min ıbadiy çünkü kullarımın arasında bir grup vardı, onlar da sizi gibi insandı, onlar da sizinle beraber aynı toplumu paylaşıyorlardı. Onlara gelen peygamber size de geldi. Onlar da sizin gördüğünüzden fazlasını görmüş değillerdi. Ama onlar farklı davrandılar.

yekulune Rabbena amenna fağfir lena verhamna ve ENTE hayrur Rahımiyn peki; ne idi onların farklılığı; İşte bu ayet o farklılığı dile getiriyor. Yani onlar melek değillerdi. Onlar hiç günah işlemez değillerdi. Onlar mükemmel değillerdi. Fakat onların tek bir özellikleri vardı; Haddini bilen insanlardı. Allah’ın büyüklüğünü bilen, kendi yetersizliklerini bilen insanlardı. Onun içinde onlar şöyle diyorlardı; Biz iman ettik rabbimiz. O halde bizi bağışla, bize merhamet et. Zira merhametlilerin em hayırlısı sensin.

 İşte buydu haddini bilmek, işte budur günahını ve kusurunu bilmek. Mükemmel olanlar böyle demezler. Onlar mükemmel değildi, hiç günah işlemeyenlerin af dilemeye ihtiyacı olmaz. Onlar hiç günah işlemeyen insanlar değillerdi. Günah işleyebilirler di, işliyorlardı fakat işledikleri günahı savunmuyorlardı, suçu savunmuyorlardı. Onlar Adem gibi idiler iblis gibi değil. Ademle İblis arasında ki benzerlik ikisinin de Allah’a karşı hata etmiş olması, isyan etmiş olması. Ama Adem’i adam eden, İblisi şeytan eden şey ise, İblis’in hatasını savunup, Adem’in hatasından dolayı af dilemesiydi.

110-) Fettehaztümuhüm sıhriyyen hattâ ensevküm zikriy ve küntüm minhüm tadhakun;

 “Siz onları alaya aldınız! Hatta (bu hâliniz) Zikrimi (hakikatinizdeki varlığımı hatırlamayı) size unutturdu! Siz onlara gülüyordunuz.” (A.Hulusi)

 110 – Siz onları maskara yerine tuttunuz, hattâ size benim yâdımı unutturdular, onlara öyle gülüyordunuz. (Elmalı)

 

Fettehaztümuhüm sıhriyye ne var ki siz onlarla alay ettiniz. Evet, onlar Allah’a karşı hadlerini bildikçe siz onları dalgaya aldınız. hattâ ensevküm zikriy en sonunda onlarla alayınız size beni hatırlamayı unutturdu. Yani onlarla alay edeyim derken Allah’ı unuttunuz. Haddi zatında Allah ile alay etmiş gibi oldunuz. ve küntüm minhüm tadhakun üstelikte onların halini gülünç buluyordunuz. Yani belki zımnen söylenmek istenen şimdi onlar da sizin halinizi gülünç buluyorlar. Aslında gülünç olan sizdiniz.

 Tıpkı Abdullah İbn. Mes’ud o cüce yapısıyla, o sıska yapısıyla ilk defa açıktan Kâbe’nin önünde Mekke de Kur’an okurken, Ebu Cehil’in haşin ve gaddarca gelip de onu tokatlaması üzerine Resulallah’ın Cibril’i gülerken gördüm demesine benziyor, onu hatırlatıyor. Meğer, daha sonra Bedir savaşı meydanında aldığı ölümcül yaralarla can çekişmekte olan Ebu Cehil’in göbeğinin üstüne oturan Abdullah İbn. Mes’ud’u görür ve seyredermiş. Yani kimseyi ölmeden, mutlu diye adlandırma diyen Solon’un bu sözü herkesin kulağına küpe olmalı. İşte bu noktada küfrün, kafirin gülünç bulduğu öyle kimseler olacak ki hakikatte kendileri gülünç bulunacaklar. Hakikatte aslında kendileri gülünç duruma düşmüş olacaklar.

 Müminin bazı tavırlarını mümince bakmayan, olayı anlayamaz. Bazen saflık, hatta bazen enayilik diye nitelendirilebilir. Ama haddi zatında eğer hakikatlerin tümünün ortaya çıktığı bir dünyaya yüründüğünde orada kimin saf, kimin enayi olduğu daha iyi ortaya çıkacaktır.


111-) İnniy cezeytühümül yevme Bima saberu, ennehüm hümül faizun;

 “Muhakkak ki sabretmelerinin karşılığını onlara bugün Ben verdim… Ki onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (A.Hulusi)

 111 – İşte onlara ben sabretmelerine mukabil bu gün bu mükâfatı verdim, onlardır onlar, murada erenler. (Elmalı)

 İnniy cezeytühümül yevme Bima saberu bakın işte sabırlarından dolayı onları bugün ödüllendirdim ennehüm hümül faizun şüphesiz ki gerçek kurtuluşa erenler işte onlardır.

 Kurtuluş ve başarı tasavvurunun inşası yapılıyor burada. Hani ara ara anlatmışımdır Amir Bin Füheyre, Bir’i meunede, meune kuyusunun yanında 70 arkadaşıyla birlikte pusuya düşürülüp katledildiğinde onları pusuya düşüren çetenin elebaşlarından Cebbar isimli olan müşrik şahıs şaşırıyordu. Onu ben öldürdüm fakat ne dedi biliyor musun lekad füztu vallahi. Vallahi işte şimdi kazandım, işte şimdi başardım dedi ve dönüp soruyordu;

 – Ben öldüreyim, o ölsün de nasıl o başarsın…!

 Cebbar şaşırmasın da kim şaşırsın. İşte bu. Burada da bakınız ayet faizun diye bitiyor. Yani başarı ne? Kimin ki başarıdır, kiminki başarısızlık. Başarıyı nasıl tanımlayacağız. Başarıyı tanımlarken kimin bak dediği yerden bakacağız. Allah’ın bak dediği yerden bakınca başarısız olan öyle şeyler var ki..! Şeytanın bak dediği yerden bakınca da başarılı gibi duruyor.Faiz yiyip de, haram yiyip de onunla semiren insanlar kazandım diyorlar. Allah ona “kaybettin” diyor. Şimdi kim tanımlayacak kazancı ve kaybı?

 Başkalarının hakkını yiyenler kâr ettim diyorlar. Allah ona zarar ettin diyor. Ama aynı insanlar; zekat veren, malından tasadduk eden, infak edenlere kaybettin diyor. Malın eksildi. Fakat Allah kazandın diyor, kâr ettin diyor. Şimdi kimin bak dediği yerden bakacağız? Kimin bak dediği yerden bakarsanız öyle görürsünüz. Onun için Cebbar gibi bakarsanız Cebbar gibi görürsünüz. Amir Bin Füheyre’nin baktığı yerden bakarsanız öyle görürsünüz.

 Fakat ilginç olan ne biliyor musunuz Kur’an dostları Amir Bin Füheyre gibi Müslüman olduğunu söylemek, fakat Cebbar gibi düşünmek. İşte asıl acı olan da bu. Bu günün Müslüman’ı için düşündürücü olanda bu.


112-) Kale kem lebistüm fiyl Ardı ‘adede siniyn;

 Dedi ki: “Arz içinde (beden yaşamında) kaç sene kaldınız?” (A.Hulusi)

 112 – Arzda seneler sayısı ne kadar kaldınız? Buyurur. (Elmalı)

 Kale kem lebistüm fiyl Ardı ‘adede siniyn Allah azaptakilere diyecek ki; Kaç yıl kaldınız?


113-) Kalu lebisna yevmen ev ba’da yevmin fes’elil ‘addiyn;

 Dediler ki: “Bir gün ya da günün birazı kaldık… Sayanlara sor!” (A.Hulusi)

 113 – Bir gün veya bir günün birazı, sayanlara sor derler. (Elmalı)


Kalu lebisna yevmen ev ba’da yevm onlar cevap verecekler; Bir gün ya da bir günden daha az. fes’elil ‘addiyn istersen bu soruyu sayı sayabilenlere sor. Onlar cevap versinler.


114-) Kale in lebistüm illâ kaliylen lev enneküm küntüm ta’lemun;

 Dedi ki: “Ancak az (bir süre) kaldınız, eğer gerçekten bilseydiniz!” (A.Hulusi)

 114 – Buyurur ki bilmiş olsanız cidden pek az kaldınız. (Elmalı)

 

Kale in lebistüm illâ kaliylen lev enneküm küntüm ta’lemun Allah şöyle diyecek;İ Yalnızca kısa bir süre kaldınız. Keşke siz bunu olsun bilebilseydiniz.

 Ahirette geçen bu temsili diyalog, dünyada insanın algıladığı zamanın görece ve aldatıcı tabiatına bir atıf. Mutlak zaman, gerçek zaman bu dünya da olan değil, ahirette olandır. Dünya zamanını mutlak sananlar bir gün gelip aldandıklarını anlayacaklar ve bu zamanın aslında bir gün gelmesine de gerek yok. Geçirdiği zamana bakarsa insan, geçirdiği yıllara bakarsa söyleyeceği şey budur. Bir gün gibi geçti. Hangi yaşta olursanız olun. Kaç yıl yaşamış olursanız olun, şöyle geriye dönüp baktığınızda geçirmiş olduğunuz tüm ömrünüzün bir gün gibi ya da daha az geçtiğini görecektir.

 Ama bu asıl ukbada, ebedi hayatın kapısından içeri girdiğimizde anlaşılacak. Dünyada ki zamanın aldatıcılığı, yalancılığı, sahteliği, yüzünde ki o altın yaldız sıyrıldığında asıl orada görülecek. Demek ki bir molaymış denilecek. Aslında bunun bir mola olduğunu mukaddes kitaplar, vahiyler ve onları bize ulaştıran peygamberler haber vermişlerdi.

 Özellikle Peygamberlerin zirvesi olan Hz. Muhammed AS. hayatı bir yolculuk, dünya hayatını da bir mola olarak nitelendirmişti. Onun için hepimizi bu molada, sanki bir ağaç gölgesinde kısaca durup dinlenmiş biri olarak hayatı değerlendirmemizi istiyor. Böyle bakan biri, hayata mola olarak bakan biri hayatı sanki hiç ölmeyecekmiş gibi, sanki hiç tükenmeyecekmiş gibi, sanki dünyaya ebediyen gelmiş gibi düşünür ve algılar mı? Onun için bu dünyada bir garip yolcu gibi ol diyordu peygamber. “Kun, fiddünya keabir issebiyl”. Bir garip yolcu. Yani şöyle uğrayıp geçen, bir mola verip geçen bir yolcu. Keabir issebiyl. Hayatı bir mola bilen, bu hayatın da bir ötesi olduğunu, bu yürüyüşün bir menzili olduğunu bilir ve unutmaz.

 İşte o menzile kendisini hazırlar, yola yatmaz, yoldan çıkmaz, yolu satmaz, yol üzerine nutuk atmaz, yolda vur patlasın çal oynasın, çengi köçek kurmaz. Mola verdiği yolda inşaat malzemesi siparişi vermez. Ya ne yapar? Varacağı menzile hazırlanır. Yolcu olduğunu unutmaz, yolu unutmaz, yolsuz kalmaktan korkar ve yola revan olur. Yolda yatanlara, yolda tafra satanlara, yoldan çıkanlara, yoldan çıkarmaya çalışanlara, yola ev yapanlara aldırmaz. Yolcu olduğunu bilir. Hatta önü tıkanmışsa servis yolu yapar. Heyelanlar olmuşsa servis yolu yapar ve yolculuğunu sürdürür. Ne kadar zor, ne kadar uzun, ne kadar zorlu olursa olsun.

 [Ek bilgi; Size sorsam, kaç yaşındasınız, desem; diyeceksiniz ki meselâ, otuz yaşındayım! Acaba öyle mi? Neye GÖRE, otuz yaş? Veya gerçekten o kadar mı?

İşin önemli bir yanı burası! Gerçekçi düşünmeye çalışalım.

Şu anda madde bedenle yaşamınızı sürdürdüğünüze; madde bedeniniz de üzerinde yaşadığınız Dünya`ya bağlı olduğuna göre; dünya zaman birimi itibariyle otuz yaşında olduğunuzu varsayıyorsunuz!

        Bu hesapça otuz sene daha yaşarsanız, diyelim ki altmış yaşında dünyadan ayrılacaksınız! Peki, dünyadan ayrıldıktan sonra da hâlâ altmış yaşında olduğunuzu düşünebilecek misiniz? Hatırlayınız ki, Dünya, Güneş`in yörüngesinde ve çekim alanı içindedir!

        Dünya üzerinde var olan her canlı, hayatının kaynağı olan Güneş enerjisiyle var olmuştur!.. Ki, Din dilinde buna Allâh`ın “hayat sıfatının” sistemdeki zuhûr kaynağı “Güneş” isimli yıldızdır da denilebilir.. Ya da “Güneş enerjisi-ışınları” yerine “o yıldızın varlığını oluşturan olan melekî kuvvet” diyebiliriz!

        Güneş sistemi içindeki tüm uydularda bulunan canlılar, hayatiyetlerini ve yapılarını, Güneşin boyutsal derinliklerinde var olan bu melekî kuvvetten alırlar ve sürdürürler. Bireysel bilinci oluşturan beyin ise, çalışma kapasitesini yönlendiren algılama devrelerine göre çeşitli boyutları değerlendirir; ve o değerlendirmelere göre de kendini o boyutun mensûbu kabul eder!

        Dünya üzerinde var olan insan dahi, var oluş aşamasında her ne kadar biyolojik bir bedenle oluşmuşsa da; yaşamın daha sonraki evresinde, biyolojik beynin ürettiği astral-ışınsal bedenle hayatını sürdürür

        Güneş zaman biriminde bir yıl ne kadardır?

       Dünya`nın bir yılı, Güneş çevresindeki bir turudur; bilindiği üzere; Güneş`in bir yılı ise, Samanyolu adını verdiğimiz Galaksimizin merkezi çevresindeki bir turudur! Merkezden yaklaşık 32.000 ışık yılı uzaklıktaki yörüngede yapılan bir tur tam 255 milyon sene sürmektedir! Yani, bir Güneş yılı 255 milyon dünya senesi olmaktadır!

        Dünya üzerinde bir insanın, dünya zaman birimine göre 70 yıl yaşadığını kabul edersek; aynı insan gerçek boyutu olan Güneş zaman birimine göre sadece 8.6 saniye yaşamaktadır! Yani, bir insan yetmiş sene yaşadıktan sonra Dünya yaşamından ayrılıp; Dünya`nın manyetik çekim alanının içinde yer aldığı, Güneş yörünge ve enerji alanı olan platformdaki hayata geçtiği anda fark edecektir ki, sadece 8.6 saniye yaşamıştır geçmişte!

        İşte gerçekte bu üç-beş saniyelik Dünya yaşam süresi, -teknik nedenlerine girmek istemiyorum konuyu fazla yaymamak için- bize yıllar süren bir yaşam süreci gibi gelmektedir!

        Tıpkı en fazla 50 saniye civarında gördüğümüz rüyaların, o rüya içindeyken çok uzun süreler gelmesi gibi!.. Ne var ki bir de, uyanıp aradan bir zaman geçtikten sonra, o rüyanın ne kadar sürdüğünü hatırlamaya çalışın! 50 saniyelik bir rüya, uyandığımızda, hele ertesi gün ne ifade ediyor? Ya, 7-8 saniyelik bir “Dünya rüyâsı”, ölüm sonrası berzah âlemi -Güneş boyutu yaşamı- içinde ne ifade edecek?.. Bir düşünün!..

                                                               (Ahmed Hulusi)

 http://download.ahmedhulusi.org/download/pdf/tekinseyri-dunyamiruyami.pdf ]


115-) Efe hasibtüm ennema haleknaküm abesen ve enneküm ileyNA lâ turce’un;

 “Sizi boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten bize rücu ettirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (A.Hulusi)

 115 – Ya zannettiniz mi ki biz, sizi sırf bir abes yarattık? ve siz, bize irca’ edilmeyeceksiniz? (Elmalı)


Efe hasibtüm ennema haleknaküm abesen ve enneküm ileyNA lâ turce’un şimdi siz bizim sizi amaçsızca bir oyun olsun diye yarattığımızı, dahası hesap vermek için döndürülmeyeceğinizi tasavvur ediyorsunuz öyle mi?

 Bu ayet bu surenin berceste ayeti. Bütün bu surede anlatılan, ele alınan konuların merkezi bu ayet. Onun içinde bu ayet çok iyi anlaşılmalı. Hayatın amacına, hayatın amaçlılığına atıf yapan bir ayet. Ahirete yönelik her inkar hayatın amaçlılığını inkârdır diyor bu ayet. Hesap vermek istemeyen, ahirete yönelik inkâr eden, Allah’a, nübüvvete vahye yönelik her tür inkârcı duruşu temelde varlığın ve hayatın amaçsız olduğunu düşünmekten dolayı kaynaklanır.

 Onun için öncelikle bir inkârcı mantığın inkarının kaynağını doğru tespit etmek lazım. Her inkarın kaynağı, hayatın amaçsızlığı gibi sahte bir düşünceye yaslanır. Eğer hayat amaçsızsa ancak insan ahireti inkâr edebilir. Yoksa kâfir dahi olsa, inkarcı dahi olsa, ate dahi olsa; bir insan kendi varlığını, kendi hayatını nasıl bir sineğin hayatıyla eşitleyebilir. Nasıl varlığın; Yaratılmışların şah eseri olan insan ölünce her şeyin biteceğini düşünebilir. Yani bunu böyle düşünmek, değil bir mümin için, bir inkârcı için dahi çekilmez bir ıstıraptır. Katlanılamaz bir beladır.

 Peki bir inkarcı ölünce her şeyin biteceği gibi gerçekten katlanılamaz bir ıstıraba, böylesi bir düşünceye nasıl saplanabilir. Bu kendi kendisine yaptığı en büyük hakaret olduğu halde nasıl bir insan bu hakareti kendine reva görür?

 Bir tek nedenle, o da hayatın amaçsızlığını düşünerek. Peki bunun da altında yatan bir sebep var mı? Daha gizli bir sebep var o da hayatının hesabını verme sorumluluğunu üstlenmemek. Hesabı verilecek bir hayat yaşamayanlar, hesabı verilecek bir hayata inanmazlar. Ahireti inkârdan başka çıkış yolu yoktur onun. Hangi çocuk ahireti inkâr eder ki? Etmeye ihtiyaç duyar ki. Onun için dünyanın tüm çocukları kardeşimizdir. Onun için dünyanın tüm çocukları mümindir. Çünkü hesabını veremeyeceği bir hayat yaşadığını düşünmez.

 Ancak öyle bir hayat yaşamış ki hesabı verilemeyecek kadar kötü. Böyle biri bu hayatın hesabını vermek üzere ebedi bir mahkemede yüzleşeceğini kabul etmeyecektir. İşte ahireti inkârın temelinde bu yatar.

[Bir şiir; EY İNSAN BAŞIBOŞ DEĞİLSİN..!
Allah’ta insanı böyle en güzel yarattı,
Üstelik onun için özel alem yarattı.

Böyle bir eser nasıl başı boş bırakılır,
Böyle bir iddia varsa, nasıl bir mantıktır.

Yaratan öyle diyor; Sen başıboş değilsin, (1)
Vermese iradeyi söylesene sen nesin.

Tabi ki bunun bir sorumluluğu olacak,
Ödül de, ceza da karşılığını bulacak.(2)

Kabul etmese de insan sonsuz bir hayatı,
Yaşayacak çaresiz hak ettiği hayatı. (A.Akar)]

116-) Fete’âllellahul MelikülHakk* lâ ilâhe illâ HU* Rabbül ‘Arşil Keriym;

 Melik ve Hak olan Allâh pek yücedir! Tanrı yoktur, sadece “HÛ”! Keriym Arş’ın Rabbidir. (A.Hulusi)

 116 – Demek ki Allah, o hak padişah yüksek çok yüksek, başka tanrı yok ancak o, o Arşı kerîmin rabbi. (Elmalı)

 

Fete’âllellahul MelikülHakk ama bakın Allah sizin düşünebileceğinizden çok daha yüce ve uludur. Mutlak otorite ve aşkın gerçeklik sahibidir.

 Yani bir önceki mantığa verilmiş bir cevap aslında. O döndürülmeyeceğini zannediyordu. Aslın da bu zan Allah hakkındaki suizandır. Allah sizin; sizi döndüremeyecek kadar güçsüz değildir. Eğer böyle bir Allah tasavvuruna sahipseniz, Allah sizin düşündüğünüzden çok daha yücedir diyor.

 lâ ilâhe illâ HU ondan başka ilah yoktur, Rabbül ‘Arşil Keriym sınırsız lütuf ve merhamet tahtının tek sahibidir, rabbidir.

 

117-) Ve men yed’u meAllâhi ilâhen âhare lâ burhane lehu Bihi, feinnema hısabuhu ‘ınde Rabbih* innehu lâ yüflihul kafirun;

 Kim Allâh ile yanı sıra başka tanrıya yönelirse -ki o konuda hiçbir kanıtı olamaz- onun getirisi ancak Rabbinin indîndedir… Muhakkak ki hakikat bilgisini inkâr edenler kurtuluşa eremezler! (A.Hulusi)

 117 – Ve her kim Allahın beraberinde diğer bir tanrı davâ ederse onun ona hiç bir bürhanı yoktur ve ancak rabbinin indinde hesabı vardır, hak bu ki kâfirler felâh bulmazlar. (Elmalı)


Ve men yed’u meAllâhi ilâhen âhare lâ burhane lehu Bih şu halde her kim konu hakkında hiçbir ikna edici delili olmaksızın Allah ile beraber başka bir tanrıya dua ederse, yalvarıp yakarırsa feinnema hısabuhu ‘ınde Rabbih iyi bilsin ki bunun hesabını rabbinin huzurunda mutlaka verecektir. innehu lâ yüflihul kafirun şu kesin ki inkârı hayat tarzı haline getirenler asla mutluluğa, saadete, kurtuluşa eremezler.


 118-) Ve kul Rabbiğfir verham ve ENTE hayrur rahımiyn;

 De ki: “Rabbim, mağfiret ve merhamet et! Sen Rahıym olanların en hayırlısısın!” (A.Hulusi)

 118 – Hem şöyle de: «Râbbim! bana mağrifet, merhamet buyur, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.» (Elmalı)


Ve kul Rabbiğfir verham ve ENTE hayrur rahımiyn şimdi ey insan, ey bu vahyin muhatabı, ey böyle olmak istemeyen mümin de ki; Bu vahye teslim olduğun için, bu vahyi sana ulaştıran rabbine dön, sana tenezzül buyuran Allah’a yönel, aç yüreğini ve ellerini de ki; Rabbim, bağışla, merhamet et zira merhamet edenlerin en hayırlısı sensin.

 Sadakallahül azim.

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Ağustos 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın