RSS

İslamoğlu Tef. Ders. NEML SURESİ (059-093)(120)

26 Eki

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Değerli Kur’an dostları bugünkü dersimize Neml suresinin 59. ayeti ile devam ediyoruz. Hatırlayacaksınız daha önceki dersimizde aynı surenin içerisinde yer alan Salih peygamber kıssasını işlemiştik. Haddi zatında surenin başından buraya kadar 3 kıssa nakledildi. Bir tanesi Musa peygamber kıssası, diğeri Hz. Süleyman ve Sebe melikesi kıssası, üçüncüsü de Salih peygamber kıssası. Surenin başına surenin konusuna değinirken demiştik ki bu surede anlatılan kıssalar doğrudan Hz. Peygamberin şahsiyetini, onun şahsında tüm müminlerin şahsiyetini inşa ediyor. İşte bu tespitimizi doğrulayan ve tasdik eden bir ayetle giriyoruz derse.

“BismillahirRahmanirRahıym”

59-) Kulil Hamdü Lillâhi ve Selâmün alâ ‘ıbadiHİlleziynestafa* Âllahu hayrun emma yüşrikûn;

De ki: “Hamd, Allâh’a aittir… Selâm, kullarından seçip sâfiyetine kavuşturduğu içindir… Allâh mı daha hayırlı yoksa ortak koştukları mı?” (A.Hulusi)

59 – De ki hamd Allaha, bir de selâm ıstıfa buyurduğu kullarına Allah mı hayırlı yoksa müşriklerin şirk koştukları mı? (Elmalı)

Kulil Hamdü Lillâhi ve Selâmün alâ ‘ıbadiHİlleziynestafa de ki; Tabii ki bu emir vahyin başta ilk muhatabı olan Resulallah’a daha sonra tüm vahyin muhataplarına yani hepimize. Vahyin modern muhatabı olan bizlere de. Ne diyelim? Elhamdülillah..! Elhamdülillah de. Hamd olsun Allah’a de. ve Selâmün alâ ‘ıbadiHİlleziynestafa yine selâm olsun onun seçip beğendiği kullarına de.

Neden böyle bir ayet kıssaların hemen arkasına? Çünkü bu kıssalar bir hikaye değil, bu kıssalar Allah’ın kendisini destekleyeni tarih içinde nasıl desteklediğinin birer canlı örnekleri. Onun içindir ki bu örnekler muhatabını inşa ediyor, muhatabında bir şahsiyet inşa ediyor ki o şahsiyet Allah’a teslim olmuş ve bu teslimiyetin karşılığını da güven biçiminde almış olan bir şahsiyet.

İşte ilk muhatabına ve tüm muhataplarına bu örneklerle verdiği ders Kur’an ın eğer sizde bu çizginin mensubu olursanız, bu çizgiye nasıl muamele edilmişse size de öyle muamele edilir. Tabii vahyin ilk muhatabı olan Hz. Peygambere nebilere selâm ile emredilmesi, Hz. Peygamberin selâm etmesinin emredilmesi çok manidar. Allah’ın seçtiği peygamberlere, kullara selâm et. Yani sen onların bir devamısın. Sen hiç kimsenin bilmediği bir şey getirmiyorsun, sen İslâm’ın bir peygamberisin. Senden önce de İslâm’ın peygamberleri geldi ve geçti. Sen onların çağrısını zirveye taşıyan son nebisin. Onun için senden öncekilere selâm et, onları an, onların hatıralarını yad et, onların hakkını ver. Onları;bu çizginin birer mensubu olarak selâmla. İşte nübüvvet müessesesinde ki, peygamberlik müessesesinde ki devamlılık ta burada bir nükte olarak yer alıyor.

Âllahu hayrun emma yüşrikûn şimdi söyle, ya da söyleyin bakalım Allah mı daha hayırlı, yoksa ortak koştukları mı. İlginçtir, bu ibarenin muhatabının öncesinden tamamen farklı olarak müşrikler olduğu açık. Aynı ayetin ortasında ibarenin muhatabı değişiyor. Adeta ayetin üst kısmı, üst pasaja girerken, son kısmı alt pasaja giriyor.

Onlar vahyi inkar ettikleri için onlara nakli delil olan yukarıda ki peygamber kıssaları kâr etmez, etmeyecektir. Fakat onlara kâr edecek olan farklı bir delil türü daha vardır Kur’an ın sunacağı. O da akli deliller, kâinat delilleridir. İşte buradan itibaren Kur’an farklı bir muhatap kitlesine, farklı bir delil ile hitap ediyor. Diğerleri gökleri, suları, bağları, bahçeleri yani kâinat kitabını delil olarak ileri sürüyor.

Bu belki bize şu üslubu ve usulü öğretiyor; Muhatabınızın tipine, cinsine, fikrine tavrına göre delilinizi ayarlayın. Yani her delil, her muhataba işlemez. Eğer muhatabınız inanan biri ise nakilden delil getirebilirsiniz. Fakat inkâr eden biri ise ona gördüğü kâinattan, yani inkâr edemeyeceği bir şeyden delil getirin, ki Kur’an da şimdi bunu yapıyor.

 

60-) Emmen halekas Semavati vel Arda ve enzele leküm minesSemai maen, feenbetna Bihi hadaika zâte behcetin, ma kâne leküm en tünbitu şecereha* eilâhun meAllâh* bel hüm kavmün ya’dilun;

Yoksa semâları ve arzı yaratan ve sizin için semâdan bir su inzâl eden mi? Onunla göz – gönül açıcı bahçeler yetiştirdik… Onun bir ağacını bile inbat etmeniz sizin için olacak şey değildi… Allâh ile beraber tanrı mı? Hayır, onlar Hak’tan sapan bir kavimdir. (A.Hulusi)

60 – Yoksa Gökleri ve Yeri yaratıp sizin için Semâdan bir su indiren mi? Bir su ki indirip de onunla gözler gönüller açan hadîkalar bitirmekteyiz, siz onların ağacını bitiremezdiniz, bir tanrı mı var Allah la beraber? Hayır onlar sapkınlık ediyorlar. (Elmalı)

 

Emmen halekas Semavati vel Arda ve enzele leküm minesSemai maen Allah değilse kimdir gökleri ve yeri yaratan ve gökten sizin için su indiren.

“em” bağlaç edatı, bir bağlaç. Fakat em’in istifhamı inkâri, yani inkara yönelik bir soru içeren boyutu da var. Onun için bu edatın o boyutunu önceleyerek böyle bir çeviri yaptım. Allah değilse kimdir gökleri ve yeri yaratan ve gökten size su indiren.

feenbetna Bihi hadaika zâte behcetin, ma kâne leküm en tünbitu şecereha üstelik onunla yani o su ile sizin bir tek ağacını bile yetiştiremeyeceğiniz göz kamaştırıcı bağlar, bahçeler yetiştirmişiz. Burada; hadaik, bahçe. Cennet te bahçedir, bahçe demektir. Fakat hadaik cennet sözcüğünden farklı olarak içinde su çıkan bahçedir. Onun için cennetten söz edilen yerlerde “tecriy min tahtihel enhar” açıklaması gelir. Tabanından ırmaklar çağlayan, sular çağlayan. Fakat hadaika’da ona gerek yok, zaten sulu bahçe demektir. Hatta Hadaika köken olarak göz bebeğinden türetilir. Hadkadül ‘ayn; göz bebeği demektir. Yani insana göz bebeği gibi sevimli bahçe. Gözünüzün bebeği gibi koruduğunuz bağlar, bahçeler.

eilâhun meAllâh Allah ile beraber başka bir tanrı ha? Düşünülebilir mi bu, mümkin mi bu. Adeta cümlenin, metnin altında böyle bir şey akıyor. Yani imkanı var mı böyle bir düşüncenin. Allah’la beraber başka bir tanrı ha? bel hüm kavmün ya’dilun yoo..! asla, hayır onlar yoldan sapmış bir toplumdurlar.

 

61-) Emmen ce’alel Arda karâren ve ce’ale hılaleha enharen ve ce’ale leha revasiye ve ce’ale beynel bahreyni haciza* eilâhun meAllâh* bel ekseruhüm lâ ya’lemun;

Yoksa arzı (bedeni) bir karargâh kılan, aralarında nehirler (lenf kan damarları) oluşturan, onun için onda sâbit dağlar (organlar) meydana getiren ve iki deniz (bilinç – beden) arasında engel kılan mı (hayırlı)? Allâh ile beraber tanrı mı? Hayır, onların çoğunluğu anlamıyorlar. (A.Hulusi)

61 – Yoksa Arzı bir karargâh kılıp aralarında ırmaklar akıtan ve onun için oturaklı dağlar yapıp iki deniz arasına bir hâciz koyan mı? Bir tanrı mı var Allah la beraber? Hayır ekserîsi ilim ehli değiller. (Elmalı)

 

Emmen ce’alel Arda karâren ve ce’ale hılaleha enhare Allah değilse kimdir yer yüzünü bir dinlenme, bir karar yeri yapan ve orada ırmaklar çağlatan, orada vadilerinden ırmaklar akıtan Allah değilse kimdir. ve ce’ale leha revasiye orada yerinden sökülmez dağlar inşa eden Allah değilse kimdir. ve ce’ale beynel bahreyni hacizen ve iki farklı su kütlesi arasına, iki farklı su arasına, boğaz olur, körfez olur, deniz olur, okyanus olur, her ne olursa iki farklı su kütlesi arasına görünmez bir engel koyan Allah değilse kimdir.

Tabii bu kadar şeyin arkasından şu soruyu sormak şart oldu. eilâhun meAllâh, Allah ile beraber başka bir tanrı ha?Öylemi, düşünülebilir mi? Yani bu kadar düzen, bu muhteşem nizam, bu mükemmel intizam Allah dışında kimin eseri olabilir.

Yer altından 10.000 yıl önce karşı karşıya konmuş iki düz taş çıkıyor, sadece taş. İki tane düz, hiçbir özelliği olmayan sıradan taş. Fakat karşı karşıya konmuş. Yani belli ki insan eli değmiş. Oradan yola çıkarak bu taşları birinin diktiğini anlıyorsunuz, söylüyorsunuz, bu sonuca varıyorsunuz. Sadece karşı karşıya dizilmiş iki taş. Bu kadar basit bir şeyden yola çıkarak siz insanlık tarihinde ki medeniyet sürecini çıkarmak için delil olarak kullanıyorsunuz. Ve diyorsunuz ki insan taşı şu kadar bin yıl önce kullanmış. Peki bu kadar basit bir şeyi bile yapanın insan olduğunu düşünüyorsunuz da, bu muhteşem şu mükemmel nizam ve intizamın nasıl kendiliğinden olduğunu düşünüyorsunuz, söyleyebilirsiniz. Nasıl tesadüf eseri olduğunu söyleyebilirsiniz. İki sıradan taşın karşı karşıya konmasını, ya, kendiliğinden tesadüf olmuş diyemiyorsunuz da nasıl bu muhteşem nizam ve intizama tesadüf tanrına atfediyorsunuz. Onun için burada aslında bu çarpık ve sapık aklın, mantığın içine düştüğü çelişkiyi yüzüne vuruyor.

bel ekseruhüm lâ ya’lemun yoo..! yo. Onların çoğu nereden bakacaklarını bilmiyorlar. Ya da; bu nereden bakacakları tefsiri bir açıklama. Ya da onların çoğu nasıl korkunç bir çelişkiye düştüklerini bilmiyorlar. Ya da onların çoğu nasıl çuvalladıklarını bilmiyorlar. Yani böyle düşünmekle kâinatta bir yaratıcının olmadığını düşünmekle, birden fazla yaratıcının olduğunu düşünmek neticede aynı kapıya çıkar. Onun için bu ayetler sadece bir müşrik akla cevap değil, aynı zamanda inkârcı, ateist akla da cevap olarak okunabilirler.

 

62-) Emmen yüciybül mudtarra (muzdarre) izâ deahü ve yekşifüssue ve yec’alüküm hulefael’Ard* eilâhun meAllâh* kaliylen ma tezekkerun;

Yoksa darda kalıp O’na dua ettiğinde icabet eden, sıkıntısından kurtaran ve sizi arzın halifeleri kılan mı? Allâh’la beraber edinilen tanrı mı? Bunları ne kadar az anıp düşünüyorsunuz? (A.Hulusi)

62 – Yoksa, sıkılan kendisine duâ ettiği zaman ona icabet edip fenalığı açan ve size Arzın halifeleri kılan mı? Bir tanrı mı var Allah la beraber? Siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)

 

Emmen yüciybül mudtarra (muzdarre) izâ deahü ve yekşifüssu’ Allah değilse kimdir dua ettiğinde darda kalanın yardımına yetişen ve sıkıntıyı anında gideren.

Burada dikkat buyurunuz üstteki ayette fiiller mazi kipiyle geldi. 4 kez ceale fiili kullanıldı. Hep mazi olarak, geçmiş zaman kipiyle. Ama burada kip değişti muzari fiiline; Hem geniş hem gelecek zamanı da içine alan muzari fiile geçti fiil. Emmen yüciybül mudtarra izâ deahü ve yekşifüssu’ Allah değilse kimdir dua ettiği zaman insanın çağrısına davetine yetişen, yetişecek olan, yetişiyor olan, yani her zaman bunu yapan ve tabii ve yekşifüssu’ ve ondan eziyeti, ondan o darlığı gideren, gideriyor olan ve gidermeye devam edecek olan.

ve yec’alüküm hulefael’Ard Burası daha ilginç ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve sizi yer yüzünün halifeleri kılacak olan. Yani sadece geçmişte olmuş bitmiş bir olay nakledilmiyor burada.aslında fiilin kipine bakarsak gelecekte olacak bir müjde veriliyor. Ey Kur’an ın muhatabı olan ümmeti Muhammed; Allah sizi yeryüzünün mirasçıları kılacak.

Bu ayetlerin indiği zaman dilimi, Mekke döneminin 5 ya da 6. yılları unutmayın. O zaman diliminde daha mü’minler Mekke de kendi hayatlarında dahi emin değiller. Bireysel yaşamlarını bile korumak konusunda sıkıntılılar. Onun için Habeşistan’a kadar hicret etmişler. Onun için birçok mü’min eza ve cefa altında imlemekte. Böyle bir dönemde böyle bir ayet geliyor. Gelecek zamanı da içine alan bir kiple sizi yeryüzünün iktidarıyla müjdeleyen Allah’tır diyor. Ve çok geçmiyor bu müjde bu tarihten yaklaşık 15 yıl sonra, daha çeyrek yüz yıl geçmeden müthiş bir biçimde gerçekleşe biliyor ve yer yüzünün süper güçlerinin hazineleri vahyin şahsiyetlerini inşa ettiği mü’minlerin ayalarına dökülüyor. Onun için adeta bu ayette bir mucizeye de işaret var.

eilâhun meAllâh Allah’la beraber başka bir tanrı ha? Yani bunu Allah’tan başka kim gerçekleştirebilir ki. Böyle bir şeyi düşünün, tabii düşünemezsiniz, hayal bile edemezsiniz. Ama sizin hayal edemeyeceğiniz, sizin hayalinizin ulaşmadığı yere Allah’ın meş’iyeti ulaşır. Sizin düşünmekten aciz kaldığınız şeyi Allah yapar. Onun için böyle bir Allah’a ortak koşmak öyle mi?

kaliylen ma tezekkerun  belleğinize ne kadar da az başvuruyorsunuz. Yani hafızanızı ne kadar da az kullanıyorsunuz. Oysa şöyle geçmişe baksanız Allah’ın bunu kaç kez yaptığını görürsünüz. Geçmişe baksanız zulmü anaların rahmine kadar uzanmış firavunun elinden kurtardığı İsrail oğullarına nasıl bir yer yüzü nimeti verdiğini görürsünüz. İşte şu Süleyman, işte şu Davud, işte bu baba oğul; Ataları firavunun elinde inim inim inleyen dedelerin torunları bunlar. Allah yeryüzünde böyle bir iktidar verdi onlara. Onun için tarihi okumayı bilirseniz yani hafızanıza başvurursanız, belleğinize başvurursanız bunun örneklerini geçmişte de görürsünüz. Fakat çok az baş vuruyorsunuz.

 

63-) Emmen yehdiyküm fiy zulümatil berri vel bahri ve men yursilürriyâha büşran beyne yedey rahmetiHİ, eilâhun meAllâh* teâlAllâhu amma yüşrikûn;

Yoksa karanın (madde boyutuna ait) ve denizin (ilim – fikir boyutuna ait) karanlıkları içinde size hidâyet eden (hakikatin yolunu gösteren) ve Rahmetinin önünde müjdeciler olarak rüzgârları (Rasûlleri) irsâl eden mi? Allâh yanı sıra tanrı mı? Allâh, onların ortak koştuklarından Yüce’dir. (A.Hulusi)

63 – Yoksa o kara ve deniz karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci gönderen mi? Bir tanrı mı var Allah la beraber? Yüksek, çok yüksek Allah onların şirk koştuklarından. (Elmalı)

 

Emmen yehdiyküm fiy zulümatil berri vel bahr Allah değilse kimdir karanın ve denizin zifiri karanlıklarında yol bulmanızı sağlayan.

Adeta İnne me’al ‘usri yüsrâ. (İnşirah/6) ayetini hatırlatıyor bu ayet. Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır. Yani her karanlığın arkasında bir aydınlık gizlidir. Her gecenin ardından mutlaka bir gündüz gelir. Evet her gece iki gündüz arasındadır bir başka ifade ile. Onun için burada bu metefor aslında gece ve gündüz meteforu kur’an da çok sık kullanılır. Bu meteforun kullanıldığı yerlerde bakıyoruz Hakk ve batıla bir atıf var. İman ve küfre bir atıf var. Küfür gecesinin arkasından iman gündüzünün gelmesi sizi niye şaşırtıyor.

Allah karanlıkların içerisin de bile size yol bulmayı nasip eder, buldurur diyor burada. Yani zifiri karanlıkların içerisinde yol bulmanızı sağlar. Öyle de manevi karanlıklarınızın içinde size vahiy aydınlığı göndermesine niçin şaşırıyorsunuz. Bakın, zifiri karanlığınızda yol bulmak için yıldızları size rehber yaptı. Ayı size ışık kaynağı yaptı. Allah sizin şu yeryüzü hayatınızı dahi böyle düşünürken ebedi hayatınızı düşünmez mi? Kararan yüreğinize bir ışık göndermez mi? Kaybolmuş yolunuzun önüne peygamberden bir kılavuz, yıldız gibi, kutup yıldızı gibi bir kılavuz koymaz mı.

ve men yursilürriyâha büşran beyne yedey rahmetiH ve rüzgârları rahmetinin önü sıra müjdeci olarak gönderen Allah değilse kimdir, başa atfedeceksek eğer. Yine rüzgâr, yağmur metaforu da karanlık ve aydınlık meteforu gibi Kur’an da kullanıldığı her yerde mecazen vahyin Mekke ve Medine’sine atıftır. Yani rüzgâr yağmuru müjdeler. Ama siz arkasından gelecek yağmuru unutursanız ortalığı bir birine katışına bakarak sanki bir felaket gibi algılarsınız. Fakat önce ortalığa haber verir. Önce ortalığı bir birbirine katar, ama ondan sonra yıkar pırıl pırıl eder, tertemiz eder. Mekke öyledir. Yani önden gelen rüzgâr gibidir. Ama arkasından mutlaka bir rahmet gelecektir. Yani Medine gelecektir. Onun için bunu yapan Allah değilse kimdir.

[Atlanan; ama tefsire dahil olan cümle. eilâhun meAllâh ]

teâlAllâhu amma yüşrikûn Allah onların ortak koştukları her şeyden aşkın, yüce ve münezzehtir.

 

64-) Emmen yebdeül halka sümme yu’ıydühu ve men yerzükuküm minesSemai vel Ard* eilâhun meAllâh* kul hatu burhaneküm in küntüm sadikıyn;

Yoksa yaradılmışları ibda edip (açığa çıkarıp) sonra onu (ilk hâline – hakikatine) iade eden; sizi semâdan ve arzdan yaşam gıdasıyla besleyen mi? Allâh yanı sıra tanrı mı? De ki: “Hadi getirin kesin kanıtınızı, eğer doğru söyleyenler iseniz?” (A.Hulusi)

64 – Yoksa halkı iptida yaratıp duran sonra onu iade edecek olan ve size Gökten ve Yerden rızık veren mi? Bir tanrı mı var Allah la beraber? De ki haydin getirin bürhanınızı (delil) sadıksanız. (Elmalı)

 

Emmen yebdeül halka sümme yu’ıydüh Allah değilse kimdir yaratılışı ilk defa başlatan ve onu tekrar tekrar yenileyen?

Hatırlayalım o ölümsüz Kur’anî ibareyi; ve “HU”vel Hallâkul Aliym; (Yasin/81) yaratmayı meslek edinen bir O. Yani devamlı yaratandır sürekli yaratandır.

Yine başka bir ayet; külle yevmin HUve fiy şe’n. (Rahman/29) O her an bir şa’nda dır, her an yaratmadadır. İlk yaratış ve sürekli yaratış. Yaratılışın çevrimsel yasasına bir atıf bu ayet. Yani ilk kez yarattı ve bu yaratılışı bir yasaya bağladı. Bağladığı bu yasa gereğince yaratılışı sürekli kıldı ve işte bu süreklilik içerisinde, bu çevrim içerisinde her şey akmakta, hayat O’nun takdir ettiği çevrime göre sürekli dönmekte. Unutmayınız gece ve gündüz, dünya ve ahiret işte bu çevrim çerçevesinde hayat deveran etmekte döne durmakta.

ve men yerzükuküm minesSemai vel Ard dahası kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah değilse. Yaratmakla yetinmedi yarattıklarını doyurdu. Yarattıklarının yaşaması için gerekli olan her şeyi de yarattı. Bu Er rab sıfatının bir gereği idi. Yaratan, yarattığını görüp gözeten, koruyup kollayan, yarattığını terbiye eden yarattığına hedef koyan, koyduğu hedefe ulaşması için aletler, araçlar veren, akıl gibi, irade gibi, nübüvvet gibi, risalet gibi, vahiy gibi maddi ve manevi bir yığın nimet veren ve o amaca peyderpey, aşama aşama ulaştıran Er rab budur işte. Yani sadece yaratmadı, yarattığı için bir de yaşaması için gereken her şeyi ortaya koydu, rızkını da yarattı, doyurdu.

eilâhun meAllâh şimdi ne yani Allah’tan başka bir tanrı öyle mi? Var mı böyle bir şey. Yani böyle yapan bir insan, Allah’tan başka birine yönelen bir insan aslında bütün bu şeylerin yaratıcısına nankörlük etmiyor mu? Allah versin de başkasına teşekkür etmeye kalksın, Allah versin de O’nu unutup yönünü başka tarafa çevirsin. eilâhun meAllâh Allah’la beraber başka bir ilah ha?

kul hatu burhaneküm in küntüm sadikıyn De ki; eğer doğru söylüyorsanız haydi delilinizi, belgenizi, ikna edici argümanınızı getirsenize? Yani eğer Allah’tan başka bir ilah olduğuna inanıyorsanız veya öyle görüyor öyle hareket ediyorsanız bu konuda ikna edici bir delil getirsenize.

 

65-) Kul lâ ya’lemu men fiysSemavati vel Ardıl ğaybe illAllâh* ve ma yeş’urune eyyane yüb’asûn;

De ki: “Semâlarda ve arzda gaybı Allâh’tan başka kimse bilmez… Ne zaman bâ’s olunacaklarına da şuurları yoktur!” (A.Hulusi)

65 – De ki: Göklerde ve Yerde Allah dan başka kimse gaybı bilmez, onlar da ne zaman ba’s olunacaklarını bilmezler. (Elmalı)

 

Kul lâ ya’lemu men fiysSemavati vel Ardıl ğaybe illAllâh De ki göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse insan idrakini aşan hakikatleri bütünüyle kavrayamaz.

Evet değerli dostlar burada özellikle el gayb kavramı, ki Kur’anî kavramlardan biridir. Belki Kur’an ın yeniden kavramlaştırdığı ıstılah olarak kullandığı kelimelerden biridir bu el gayb. Bu kavramı insan idrakini aşan hakikat diye çevirdim. Bu çevirim boşuna değil, bunun böyle açılıma sahip olduğunun en güzel gerekçesi bir sonraki ayettir. O ayeti tefsir ederken irtibatı da kurmaya çalışacağım.

Bu ibare aynı zamanda insan aklının sınırlılığına bir göndermedir. Yani göklerde ve yerde sadece sizin bildikleriniz değil bilmedikleriniz de var. Sırrına eremedikleriniz, bilginizin ulaşamadıkları. Bu manada, peki bu bağlamda niçin gelmiş diyecek olursak, unutmayınız ki bu bağlam Ahirete müteallik bir bağlamdır. Hep ahirete iman ile ilgili ayetler yer alıyor. Bu bağlamda ahiretle ilgili, Allah ile ilgili tüm anlatımlar mutlaka mecazi olmak durumunda. Bunun ötesinde mutlak hakikate insanın aklı kavramaz. Mutlak hakikati tümüyle kavramaz. Onun içindir ki Allah’ı zatıyla değil sıfatıyla biliriz. Allah’ı zatıyla düşünmemiz yasaklanmış hatta. Çünkü zatıyla düşünmeye kalktığınızda bildiğiniz nesnelerden bilmediğimizi çıkarmaya kalktığımız için, insan aklının düşünme mekanizması böyle olduğu için Allah’ı da şeyleştiririz. Cisimleştirmeye kalkarız. Onun içindir ki insan aklı gaybın künhüne vakıf olamaz. Gayba sadece atıflar yolu ile vakıf olur.

İşte burada haddi zatında göklerde ve yerde daha bir çok bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz, havsalamızın almayacağı, idrakimizin kapsayamayacağı bir çok varlık olduğu da ima edilmiş olur bu ayette.

ve ma yeş’urune eyyane yüb’asûn hiç kimse öldükten sonra ne zaman dirileceğini de bilemez.

[Ek bilgi; “Gayb oluşu algılayana GÖREdir! Allâh dilerse istediğine, gayb hükmünden çıkartır. (A.Hulusi 75. ayet.)]

 

66-) Belid dareke ılmuhüm fiyl ahireti, bel hüm fiy şekkin minha* bel hüm minha amun;

Hâlbuki sonsuz gelecek yaşam hakkında onların bilgileri birikmiştir. Hayır, onlar ondan kuşku içindeler… Hayır, onlar ondan kördürler! (A.Hulusi)

66 – Fakat Âhiret hakkında ılımları tevalî etmekte fakat onlar ondan bir şekk içindedirler, daha doğrusu onlar ondan kördürler. (Elmalı)

 

Belid dareke ılmuhüm fiyl ahireh değilse ahirete ilişkin hakikatler onların idrak edebileceği bir biçimde kendilerine sunulmuştur. Bu ibarenin nasıl anlaşılması gerektiği daha ilk nesilden itibaren problem olmuştur. Onun içinde bize tefsirler İbn. Abbas’tan ve diğer 2., 1. ve 3. neslin müfessirlerinden farklı okuyuşlar ve farklı anlayışlar taşırlar.

Bu ibarenin tam zıddı bir anlamda taşıdığını söylemek mümkün. Şöyle de çevirebiliriz. Hayır onların ahirete ilişkin bilgileri yeterli değildir. Benim çevirim ahirete ilişkin hakikatler onların idrak edebileceği bir biçimde kendilerine sunulmuştur şeklindeydi. Hayır onlar ahirete ilişkin bilgileri yeterli değildir. Yani ahirete ilişkin bilgi konusunda yeterli değillerdir şeklinde de çevrilebilir. Ama itiraz şöyle edilir bu çeviriye; “Bel” edatı sonrasını olumsuzlamaz. Dahası bereke yüksek bir şeyi alçak olan bir şeyin seviyesine indirmeye denir. İddareke, tedarük kelimesinin kökeni olan dereke yüksek bir şeyi alçak bir şeyin seviyesine indirmektir.

Aslında burada ayetin de anlamı ortaya çıkıyor. Yüksek hakikatler, yani kâinatın hakikatleri yüksek hakikatler. Allah’a ilişkin özellikler en yüksek hakikat. Allah’a ilişkin en yüce hakikati insan zihnine indirmeden insan zihni nasıl kavrayacak. O nedenle bu hakikati insan zihnine indirmiştir vahiy. Vahyin inmesi aynı zamanda böyle manevi bir inişe de tekabül eder. Yani sadece mekansal bir iniş değil, sadece makami bir iniş değil aynı zamanda, bir de insanın idrakine indirilmesi. Mutlak hakikatin mukayyet akla indirilmesi. Sınırsız hakikatin sınırlı aklın anlayacağı bir seviyeye getirilmesi. İşte aslında Berake bu.

Yine tedarük tedareke fiil olarak en arkadaki en öndekine yetişti demektir. Tebareke; en arkadaki en öndekine yetişti. Bu durumda burada söylenen şu; Onlara idraklerini aşan hakikatler bütünüyle, yani en arkadaki de dahil, baştan sona idraklerine indirildi. Zaten ayetin devamında ki ibare de bu tercümemizi doğruluyor onu da okuyalım;

bel hüm fiy şekkin minha ger gör ki onlar, ondan yana hala şüphe içindedirler. bel hüm minha amun daha beteri ondan yana kördürler.

Yine 66. ayetin ilk cümlesi İbn. Abbas tarafından farklı bir okumayla istihza içerdiği de söylenmiştir. Hatta soru içeriği ile anlayan da olmuştur. Bu ayeti. Bu ayetin söylemek istediği şey aslında açık. Eğer tabiata bakarsanız ey insanoğlu, eğer tabiata bakarsan hayatı okuyabilecek bir zihinle bakarsan o zaman ahiretin varlığına aklen kani olursun. Yani şöyle bak etrafına. Allah’ın varlığına ahiretin varlığına, yani gözünle göremediğin hakikatlerin varlığına eğer aklınla doğru biçimde okursan aklınla görürsün. Gözünle göremediğin mutlak hakikatleri aklınla kavrayabilirsin. Ama doğru bak.

Bak yere bak göğe. Suyu kimin indirdiğini düşün, bu yer yüzünü kimin dizayn ettiğini düşün. Bu geceyi ve gündüzü kimin dizayn ettiğini düşün. Bunların insana vermeye çalıştığı dersleri düşün. Bütün bunları doğru okursan eğer Allah’ı da layıkıyla bilirsin ahireti de. O zaman görür gibi inanırsın. Görmezsin, göremezsin, çünkü göz sınırlıdır. Fakat görür gibi inanırsın. Görmek için gitmen lazım, gidemezsin. O halde gidebileceğin bir yerin var; akıl. İntikal edebilirsin. Bilinç gözün aşamadığı duvarları aşar. Onun için bilincinle aşabilirsin. İşte burada bu ayetin hepimize söylediği gerçek bu.

 

67-) Ve kalelleziyne keferu eizâ künna türaben ve abaüna einna lemuhrecun;

Hakikat bilgisini inkâr edenler dediler ki: “Biz ve atalarımız toprak olduğumuzda, gerçekten çıkarılacak mıyız?” (A.Hulusi)

67 – Ve o küfredenler şöyle dediler: bir toprak olduğumuz vakit mı biz ve atalarımız? Hakikaten bizler mutlak çıkarılacak mıyız? (Elmalı)

 

Ve kalelleziyne keferu bu yüzden inkârda direnen kimseler şöyle dediler eizâ künna türaben ve abaüna einna lemuhrecun ne yani biz ve atalarımız toprağa karışıp gittikten sonra yeniden çıkarılacağız öyle mi? Yani bu mümkün olacak mı?

 

68-) Lekad vu’ıdna hazâ nahnu ve abaüna min kablü in hazâ illâ esatıyrul evveliyn;

“Andolsun ki biz de önceki atalarımız da bununla tehdit edildik! Bu eskilerin masallarından başka bir şey değil.” (A.Hulusi)

68 – Yemin ederiz ki bu bize de vaad olundu bundan evvel atalarımıza da, bu, eskilerin esatîrinden başka bir şey değil. (Elmalı)

 

Lekad vu’ıdna hazâ nahnu ve abaüna min kabl doğrusu bu vaad bize ve atalarımıza önceden de yapılmıştı. Yani daha önceden de böyle şeyler vaat edenler olmuştu. Demek ki bu ayetlerin ilk muhatapları daha önceden gelmiş olan vahiylere ilişkin azda olsa, kıt ta olsa bu bilgilere sahipler. Daha önce de yapılmıştı diyorlar. in hazâ illâ esatıyrul evveliyn bu eskilerin masallarından başka bir şey değil.

Kur’an da nerede eskilerin masalları ifadesi gelirse orada mutlaka bağlam olarak ahirete atıf vardır. Onun için çoğunluğun zannettiği gibi eskilerin masalları, Kur’an da anlatılan peygamber kıssalarına gitmiyor, ona ima içermiyor. Aksine ahiret hayatına ima içeriyor. Yani bunu söyleyen inkârcı mantık eskilerin masalları diye peygamber kıssalarına demiyor Ahiret hayatına diyor,ahiretin varlığına diyor.

Eskilerin masalları..! Yani insanoğlu neden ahireti inkâr için bu kadar direnir?Ahireti inkâr etmek insana ne kazandırır? Oysa ki aksine kaybettirir. Çünkü insan eğer üstünde düşünürse kendi varlığını bir sürüngenin, bir haşaratın bir solucanın varlığıyla eşitlemiş olur ahireti inkâr ederse. Yani insan yaratılmışların en zirvesinde oturan bu bilinçli, akıllı varlık, kendisi üzerine düşünebilen yegane varlık nasıl olurda yani mahlukat içerisinde kendisi üzerine düşünebilen, kendisi hakkında düşünebilen, nede, niçin, nasıl diye sorabilen ender varlık. Böyle bir varlık nasıl kendi varlığını haşaratlarla eşitleyebilir.

İşte bu sorunun cevabını bulmak için insanoğlunun ahireti neden inkar ettiğinin delillerine bakmak lazım. İnsanoğlu ahireti sorumluluktan kaçınmak için inkâr eder. Yani hesap vermemek için. Bu ne demektir? Kısacı bir hayatın hesabını vermemek için sonsuz bir hayatı reddetmek gibi büyük bir ahmaklık. Kısacık bir hayatın lezzetinden zevkinden mahrum kalmamak için ebedi hayatı satmak, aslında satamamaktır tabii. Satmaya kalkmaktır. İnsanın kısa lezzetleri uğruna, geçici hazları uğruna nasıl bir ihanet edebileceğinin de göstergesidir bu. Kendisine ihanet edebileceğinin. Çünkü ahireti inkâr insanın kendisine ihanettir, ruhuna ihanettir, ölümsüz tarafına ihanettir. Ölümlü olan tarafını hoşnut edeceğim diye, ölümsüz olan tarafını satıyor, satmaya kalkıyor.

Düşün, bu en değerli şeyini, en ucuza satan bir ahmak gibi. İnsan geçici dünya hayatını daha da lezzetleştirmek, daha da zevklendirmek için ebedi hayatını satabiliyor. Onun için inkâra yöneliyor. Yoksa ahireti inkârdan insanın çıkarı ne olacaktır. İnsan kendisine hakaret etmektedir aslında. Kendi varlığını sürüngenlerin varlığı ile eşitlemektedir. İşte vahiy ahireti inkâr üzerinde bu kadar şiddetle durması aslında insana bu gerçeği öğretmek için.

 

69-) Kul siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn;

De ki: “Arzda seyredin de, suçluların sonu nasıl oldu, bir bakın.” (A.Hulusi)

69 – De ki; hele, Arzda bir gezinin de bakın mücrimlerin akıbeti nasıl olmuş? (Elmalı)

 

Kul siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn de ki; yeryüzünde dolaşın da günahı tabiat haline getirenlerin sonu ne olmuş görün.

Kur’an da yaklaşık 7 – 8 yerde geçer, tam sayısını hatırlayamıyorum bu çağrı. Gezin yer yüzünü, dolaşın yeryüzünü, görün suçluların sonu ne olmuş, görün sahtekarların sonu ne olmuş, görün hainlerin sonu ne olmuş. Hep bu çağrıyı yapar. Aslında bu seyahati bir bilgi objesi olarak görmektir. Yani seyahati sadece zevk, sadece insana keyif veren bir şey olarak değil, amaçsız değil amaçlı bir bilgi objesi olarak görmektir seyahati. Seyahat aynı zamanda bir kitap okumaktan daha değerli bilgiler verebilir insana. İşte burada yıkılmış uygarlıkların kalıntısı ibret vesikası olarak okunursa insan için aslında hakikate doğru insanı yönelten bir parmak olur. Bir işaret, bir levha olur.

 

70-) Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekün fiy daykın mimma yemkürun;

Onlar üzerine mahzun olma… Kurmakta oldukları hilelerinden sıkıntı da duyma! (A.Hulusi)

70 – Ve onlara karşı mahzun olma, yaptıkları mekirlerden bir darlığa da düşme. (Elmalı)

 

Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekün fiy daykın mimma yemkürun yine de sen onlar için hüzünlenme. Ve lâ tahzen aleyhim onlar için kederlenme, hüzünlenme ve lâ tekün fiy daykın mimma yemkürun ve onların hile ve desiselerinden dolayı sıkıntılanma. Resulallah’ı teselli ediyor, aynı zamanda inşa ediyor. Yani hem onlar için hüzünlenme.

Hani daha önce işledik hatırlayacaksınız Lealleke bahı’un nefseke ella yekûnu mu’miniyn. (Şuârâ/3) mümin olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin diyordu ya. Öylesine üzülüyordu Resulallah, öylesine hüzünleniyordu. Bu teselliler ara ara geliyor. Ama bunun arkasından onların hile ve tuzaklarından dolayı da endişeye kapılma diyor. Bir garanti daha veriyor. Yani onlar hile ve tuzak kuracaklar, fakat unutma ki Allah seni koruyacak.

Tabii daha sonra Resulallah’a yönelik tüm suikast, hile ve tuzakların aslında Resulallah’ı hiç yıldırmayışı Kur’anî inşanın sonucudur. Hatırlayacaksınız Sevr mağarasında ayak sesleri mağaranın kapısına kadar yaklaştığında yanında ki Ebu Bekir Resulallah’a bir şey gelir endişesiyle tir tir titrerken sevgili nebi onun şöyle teselli ediyordu;

– Ya Eba Bekir telaşlanma, 3.sü Allah olan 2 kişiye kim ne yapabilir.

3. sü Allah olan 2 kişi..! Bu kadar garanti bilmek, bu kadar iman etmek, bu kadar5 Allah’a güvenmek. İşte vahyin inşa ettiği şahsiyet bu.

 

71-) Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn;

“Eğer doğru söylüyorsanız, bu tehdidiniz ne zaman?” derler. (A.Hulusi)

71 – Bir de ne zaman bu vaad gerçek iseniz? Diyorlar. (Elmalı)

 

Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn bir de diyorlar ki; azaba ilişkin bu vaadiniz ne zaman gerçekleşecek, daha doğrusu bu tehdidiniz ne zaman gerçekleşecek eğer doğruysanız haber verseniz ya?

 

72-) Kul asâ en yekûne radife leküm ba’dulleziy testa’cilun;

De ki: “Acele istediğinizin bir kısmı belki de sizin arkanıza takılmıştır!” (A.Hulusi)

72 – De ki: «belki o ivdiğinizin bir kısmı ensenize binmiş bulunuyor».(Elmalı)

 

Kul asâ en yekûne radife leküm ba’dulleziy testa’cilun onlara cevap ver, de ki; kim bilir belki de, -Kim bilir girişi bir ayet için uygun olmayabilir, Allah bilir tabii- beklide acele gelmesini istediğiniz o azabın bir kısmı çoktan peşinize düşmüştür bile.

Evet, radife lekûn, hemen arkanıza düşmüştür, peşinizden sisi kovalıyordur kim bilir. Hakikaten peşlerine düşen o belanın Bedir’de onları nasıl yakalayıp boğazladığını dünya tarihi gördü, şahit oldu.

 

73-) Ve inne Rabbeke lezû fadlin alenNasi ve lâkinne ekserehüm lâ yeşkürun;

Muhakkak ki senin Rabbin insanlara lütuf sahibidir… Fakat onların ekseriyeti şükretmezler. (A.Hulusi)

73 – Ve her halde rabbin insanlara karşı mutlak bir fazıl sahibidir ve lâkin onların ekserisi şükretmezler. (Elmalı)

 

Ve inne Rabbeke lezû fadlin alenNasi ve lâkinne ekserehüm lâ yeşkürun yine de unutma ki senin rabbin, rabbeke; senin rabbin formu daima Resulallah’ı teselliye yönelik bir ima içerir. Yani seni koruyan, seninle beraber olan, seni hiç bırakmayan, seni sımsıkı tutan rabbin. Hep böyle bir ima içerir. Evet, senin rabbin insanlığa karşı pek lütufkârdır. Ve fakat insanların çoğu lâ yeşkürun; şükretmemektedirler.

 

74-) Ve inne Rabbeke leya’lemu ma tükinnü suduruhüm ve ma yu’linun;

Muhakkak ki senin Rabbin onların içlerinde sakladığını da, açığa vurduklarını da bilir. (A.Hulusi)

74 – Halbuki sîneleri ne gizliyor ve ne ilân ediyorlar rabbin her halde hepsini biliyor. (Elmalı)

 

Ve inne Rabbeke leya’lemu ma tükinnü suduruhüm ve ma yu’linun Yine de unutma ki senin rabbin onların kalplerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da elbette çok iyi bilir. Demek ki muhataplar her zaman söylediklerini düşünmüyorlar. Vahye karşı inkâr eden, vahye karşı bir takım inkâri söylemler tutturan insanların, haddi zatında içine doğru bir yolculuk yapmak mümkün olsa o söylemlerinden bir çoğunu kendi içlerinde de kabul etmediklerini, haddi zatında sırf inatlarından dolayı o söylemlere sarıldıklarını belki görebilirdik. Fakat biz bunu göremiyoruz, ama Allah görüyor. Yani sadece inkarından, küfri inadından dolayı vahyin söylediği hakikatlere direnen bir çok insan var ki eğer kendi vicdanıyla baş başa kalsa orada, size söylediği o şeyleri söylemeyecek, veya size söylediği o şeyleri kendisine söyleyemeyecek, çünkü kendisini ikna etmeyecek. Ama Allah bunu biliyordu tabii ki.

 

75-) Ve ma min ğaibetin fiys Semai vel Ardı illâ fiy Kitabin mubiyn;

Semâda ve arzda, hiçbir gayb yoktur ki mubiyn kitapta (kâinat kitabında – varlıkta apaçık ortada) olmasın! (Gayb oluşu algılayana GÖREdir! Allâh dilerse istediğine, gayb hükmünden çıkartır.) (A.Hulusi)

75 – Ve Yerde, Gökte hiç bir gâyb yoktur ki açık bir kitap da olmasın. (Elmalı)

 

Ve ma min ğaibetin fiys Semai vel Ardı illâ fiy Kitabin mubiyn ne gökte ne de yerde gizli ve gizemli, ğaibe. Aslında hem her şeyi ile gizli olana tekabül eder hem de açık ama bazı boyutlarıyla gizli olan, gizemli olan şeylere tekabül eder. Onun için ne gökte ne de yerde gizli ve gizemli olan hiçbir şey yoktur ki açık ve açıklayıcı, mubiyn; hem açık, hem açıklayıcı olan kayıtlı bir yasaya tabi olmamış olsun. Burada; illâ fiy Kitabin mubiyn bu açık ve açıklayıcı kayıtlı bir yasa.

Aslında kitap; ilahi yasaların kayıtlı tabiatına bir atıftır. Yani ilahi yasalar. ve len tecide lisünnetillahi tebdiyla. (Ahzap/62) diye buyrulan Allah’ın yasasında bir değişme bulamazsın diye ifade buyrulan o yasalar kayıtlı. Allah onları kayıt altına almıştır. Onun için o kayıtlı yasalar çerçevesinde deveran eder her şey. Varlık o kayıtlı yasalara bağlıdır. Onun için ilahi yasaların kayıtlılığına bir atıf olarak bu fiy Kitabin mubiyn geliyor.

Belki şöyle de okunabilir şu ibare Ve ma min ğaibetin fiys Semai vel Ard ne gökte ne de yerde gizli ve gizemli hiçbir şey yoktur ki, ne insan üstü alemde, ne insan altı alemde. Bu gök ve yeri böyle bir mecazi anlama da gelebilir. Onun için ne insan üstü alemde ne de insan altı alemde hiçbir gizli ve gizemli şey yoktur ki Allah onu kayıtlı bir yasaya bağlamamış olsun.

 

76-) İnne hazel Kur’âne yekussu alâ beniy israiyle ekserelleziy hüm fiyhi yahtelifun;

Muhakkak ki şu Kur’ân, İsrailoğullarına, hakkında ayrılığa düştükleri şeyin çoğunluğunu hikâye edip açıklıyor. (A.Hulusi)

76 – Haberiniz olsun ki bu Kur’an Benî İsraîl’e ihtilâf edip durdukları şeylerin ekserisini anlatır. (Elmalı)

 

İnne hazel Kur’âne yekussu alâ beniy israiyle ekserelleziy hüm fiyhi yahtelifun hiç şüphesiz bu Kur’an İsrail oğullarını üzerinde ihtilafa düştükleri bir çok konuya açıklık getirmektedir. Tabii bu birçok konu nedir; Bunlar; bir takım metafizik konular olamaz. Ya da nihai tahlilde insan oğlunun karar veremeyeceği bir takım teolojik kelami tartışmalar da olamaz. Yani Allah’ın zatına ilişkin, mahiyete ilişkin bir takım kelâmi tartışmalarda olamaz çünkü bütün bunlar orada, ahirette tüm gerçekliğiyle Allah tarafından insana sunulacak.

Peki burada Kur’an ın bize haber verdiği o ihtilaflar  nerede? Hukuki ve ahlaki hükümlerde yaptıkları tahrifi tashih etmiştir Kur’an. Yani, İsrail oğullarının kendilerine gelen vahiy içerisinde hukuki ve ahlaki hükümlerde yaptığı bir takım tahrifat var. Onların gerçeğini onların özünü bize haber verdi bu konuda ihtilafı kesti, bu konuda sözü kesti Kur’an. Onun için haddi zatında İsrail oğullarına şunu söylemek lazım. Yahudilere şunu söylemek lazım; Gelin Tevrat’ı Kur’an dan okuyun. Gelin kendinizi Kur’an dan öğrenin. Bu ayet aslında bunu zımnen söylüyor.

 

77-) Ve innehu lehüden ve rahmetün lil mu’miniyn;

Muhakkak ki O (Kur’ân), iman edenler için hakikate erdirici ve rahmettir. (A.Hulusi)

77 – Ve hakikat o doğruyu gösterir katî bir hidayet ve mü’minler için mahzı rahmettir. (Elmalı)

 

Ve innehu lehüden ve rahmetün lil mu’miniyn çünkü o da inananlar için bir rahmet ve bir rehberdir.

 

78-) İnne Rabbeke yakdıy beynehüm Bi hükmiHİ, ve “HU”vel Aziyzül Aliym;

Muhakkak ki senin Rabbin aralarındaki hükmünü açığa çıkartır onlarda… “HÛ”; Aziyz’dir, Aliym’dir. (A.Hulusi)

78 – Elbette rabbin hükmiyle beyinlerinde kazasını infaz buyuracaktır, ve azîzdir o alîmdir. (Elmalı)

 

İnne Rabbeke yakdıy beynehüm Bi hükmiH elbette senin rabbin onlar arasında kendi verdiği hükmü uygulayacaktır. ve “HU”vel Aziyzül Aliym zira O en yüce olandır, her şeyi bilendir.

 

79-) Fetevekkel alAllâh* inneke alel Hakkıl mubiyn;

O hâlde Allâh’a tevekkül et! Muhakkak ki sen apaçık hakikat üzeresin. (A.Hulusi)

79 – O halde Allaha itimat et sen şüphesiz açık bir Hakk üzerindesin. (Elmalı)

 

Fetevekkel alAllâh en yüce olan ve her şeyi bilen bir rabbiniz varsa eğer size ne düşer? O’na, yalnızca O’na dayanmak düşer değil mi? O halde Fetevekkel alAllâh yalnızca Allah’a dayan. Eğer her şeyi biliyorsa ve yüce ise, yani sen O’na hiçbir zarar veremezsin, sana hiçbir şekilde muhtaç değil. İnsana muhtaç değil, varlığa muhtaç değil. Dolayısıyla sana yaptıklarından hiçbir çıkarı yok.

Bu şu demektir. sen O’nun rakibi değilsin. Sen O’nun hasmı da değilsin. O sana bir şey yapıyorsa mutlaka iyi niyetli olarak yapar, mutlaka. Çünkü rakip değilsin. Çünkü hasım değilsin senin iyiliğine yaptığından emin ol. Aksi mümkün değil. Çünkü aziyz dir, bir de aliym dir. Madem hiçbir şeyi gizleyemezsin, hiçbir şeyi kaçıramazsın, hiçbir şeyi saklayamazsın her şeyi bilir. Sana düşen bir tek durum var; O’na dayanmak. O halde yalnız O’na dayan.

Yani burada belki de mef’umu muhalifinden şöyle bir şey de çıkarmak mümkün olur mu acaba; aliym ve aziyz olmayan birine dayanmaya kalkma. Ne yapar? Ona dayanmaya kalkarsan o yıkılır sen de yıkılırsın. Veyahut ta seni istismar eder. Dayanırsın, el aziyz değil. Yani nihayetinde senin rakibin olabilir. Çünkü aynı düzlemdesiniz, aynı varlık düzlemine mensupsunuz. Önce kendisi için isteyecektir. Senin dayanmanı istismar edebilir. Senin dayanmandan menfaatle ne bilir. Senin dayanmanı yanlışa referans olarak sunabilir. Onun için eğer birine dayanacaksan o dayanacağın El aziyz ve El aliym olmalı. Yalnızca O’na dayan.

inneke alel Hakkıl mubiyn çünkü senin dayanağın doğruluğu açık ve kesin olan hakikat. Evet, inneke alel Hakkıl mubiyn yani sen apaçık bir Hakk üzeresin onun içinde El Hakk’a dayan. Sen madem açık ve kesin bir hakikatin üzerindesin. Yani kaynağın hakikat ise hedefin de hakikat olsun. Çıkış noktan hakikatse yaslandığın şey de Hakk olsun, El Hakk olsun.

 

80-) İnneke lâ tüsmi’ul mevta ve lâ tüsmi’us summed duae izâ vellev müdbiriyn;

Muhakkak ki sen ölülere (şuursuzca yaşayanlara) işittiremezsin; (Hakk’a) arkalarını dönüp gittiklerinde, sağırlara da işittiremezsin! (A.Hulusi)

80 – Şüphesiz sen ölülere işittiremezsin, arkalarına dönmüş kaçarlarken sağırlara da daveti işittiremezsin. (Elmalı)

 

İnneke lâ tüsmi’ul mevta ve lâ tüsmi’us summed duae izâ vellev müdbiriyn şu bir gerçek ki sen ölülere işittiremezsin. Dahası bu daveti sırtını dönüp uzaklaşan sağırlara da işittiremezsin.

Ölülere işittiremezsin diyor Kur’an, sağırlara da işittiremezsin,. Bilmem ilginizi veya dikkatinizi çekiyor mu vahiy muhatabının tasavvurunda kendine özgü kavramsal bir çerçeve ile, bir lügatla çok özel bir tasavvur oluşturuyor. Hayat ve ölüm tasavvuru. Bakınız ölülere işittiremezsin derken aslında ölü dediğine biz diri diyoruz. Yani bu ölü bizim diri dediğimiz ölü. Vahiy ise bizim diri dediğimiz tiplere ölü diyor.

Kim o tipler? Hakikati işitmeyen. Demek ki haddi zatında vahyin kendi kavramsal çerçevesinde kendine has bir hayat ölüm tasavvuru var. Eğer bizim tasavvurumuzu vahiy inşa ederse biz herkesin ölü dediğine ölü demeyeceğiz.

Ve lâ tekulû limen yuktelu fiy sebiylillahi emvât. bel ahyâün ve lâkin la teş’urûn (Bakara/154) Allah yolunda öldürülenler için ölüdür demeyin, onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz diyordu ya. İşte orada da bizim ölü dediğimize diri diyor vahiy. Bambaşka bir ölü ve diri tarifi yapıyor. Yani vahyin insana bakışı cesedinden değil, maddesinden değil manasından. Onun için insanoğlunun yamuk bakışıyla vahyin doğru bakışı arasında 180 derecelik bir fark oluyor. İnsan tam zıt bir bakış açısıyla bakıyor. Vahyin diri dediğine ölü diyor, ölü dediğine diri. Vahiy insana ölmez tarafından bakıyor. Yani insana insan tarafından bakıyor. İnsansa kendisine canlı tarafından, yani söyleyeyim mi? hayvan tarafından bakıyor.

Düşünün, şimdi söyler misiniz vahyin bakışı mı daha insani, insanın bakışı mı. Yani insan kendisine  hakaret ediyor, vahiy ona hürmet ediyor. İzzet ve ikram ediyor. Vahyin bakışına göre insan yüceliyor, insanın kendi bakışına göre insan alçalıyor. Onun için vahyin bakışıyla bakmak lazım insana. Vahiy insana insani değerden bakıyor, insanı insan eden tarafından bakıyor. Onun içinde insanda bir ölüm ve hayat tasavvuru inşa ediyor.

Yine vahiy insanda bir özürlü dili inşa ediyor bakınız; Sağır, ve bir sonraki ayette gelecek kör. Özürlü, sakat tasavvuru inşa ediyor. Demek ki vahye göre görmeyen göz özür değil. Olura, insan başından bir şey geçer görmez. Fakat bu özür değil vahye göre. Yani buna kör denmez vahiye göre. Vahye göre birine kör denmesi için hakikati görmeyen biri olması lazım hakikate gönül gözünü kapatmış biri olması lazım. İşte vahiy ona kör diyor. Bakınız, vahiy nasıl bir özürlü lügatı geliştiriyor.

 

81-) Ve ma ente Bi hadil ‘umyi ‘an dalaletihim* in tüsmi’u illâ men yu’minu Bi âyâtiNA fehüm müslimun;

Sen körlere doğru yolu gösteremezsin, saptıkları yanlış yoldan çıkarmak için! Sen sadece teslim olmuşlar olmaları dolayısıyla, varlıklarındaki işaretlerimize iman eden kimselere işittirirsin. (A.Hulusi)

81 – Sen o körleri delâletlerinden hidayete erdirecek de değilsin sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirirsin de onlar Müslüman olur selâmet bulurlar. (Elmalı)

 

Ve ma ente Bi hadil ‘umyi ‘an dalaletihim yine yoldan çıkan körleri doğru yola getirecek olanda sen değilsin in tüsmi’u illâ men yu’minu Bi âyâtiNA fehüm müslimun sen ancak ayetlerimize inananlara duyurabilirsin ki zaten onlar gönülden teslim olan kimselerdir.

Küfür önyargısı olmaksızın dinleyenler vahye itimat ederler. Küfür bir önyargıdır. İman bir ön bilgidir. İman önbilgisiyle yaklaşmayanlar vahye, küfür önyargısıyla yaklaşırlar. Onun için küfür önyargısıyla yaklaşanlara vahiy, sadece onların küfrünü artırır. lâ raybe fiyhi hüden lil muttekıyn. (Bakara/2) sorumluluk bilincine sahip olanlar için rehberdir. Yol gösterici bir kılavuzdur vahiy. Ama bu bilince sahip olmayanlar için hüsranını artırır.

Evet, Ve nünezzilu minel Kur’âni ma huve şifaun ve rahmetun lil mu’miniyne. şifa ve rahmettir Mü’minler için ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara. (İsra/87)zalimlerin ise aldanışını artırır başka bir şey değil.

 

82-) Ve izâ veka’al kavlü aleyhim ahrecna lehüm dabbeten minel Ardı tükellimühüm ennen Nase kânu Bi âyâtiNA lâ yukınun;

O hüküm (kıyametleri veya genel kıyamet öncesi) onlara eriştiğinde, onlar için Dabbet-ül Arz’dan (arzın {beden} bir tür konuşanı – bedenden ayrılık saati olan ölümün tadılma sürecinde) çıkarırız ki; onlara, insanların varlıklarındaki işaretlerimize (hakikatlerine) ikân sahibi olmadıklarını söyler! (A.Hulusi)

82 – Söylenen başlarına geleceği vakit da onlar için Arzdan bir dâbbe çıkarırız, nâsın âyetlerimize yakîn ile inanmaz idikler ini kendilerine söyler. (Elmalı)

 

Ve izâ veka’al kavlü aleyhim ve onlar, yani vahyi işitmeyen körler ve manevi ölüler. Yukarıya bir atıf bu giriş. Onlar, yani vahyi işitmeyen körler ve manevi ölüler aleyhinde ki söz gerçekleştiği zaman.

Ne sözü bu? azab sözü. Yani bir gün hesap vereceksiniz ve bir gün azaba çarptırılacaksınız. Bu o söz. Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn (Yunus/48)(Neml/71) diye sormuşlardı ya 71. ayette bu surenin. Onlar diyorlar ki haber verin eğer doğru söylüyorsanız. Bu sizin tehdit ettiğiniz azap ne zaman. İşte burada ki o Kavlü; o azap.

ahrecna lehüm dabbeten minel Ard onlar için; ahrecna lehüm; Onlar için, yani onlar adına hakikate kör sağır davranan o kimseler adınadabbeten minel Ard yerden bir canlı çıkarırız.

Tabii yerden çıkarılacak bu canlı ne? Aslında onlar için’e biraz daha açıklık getirelim. Neden onlar için yerden çıkarılacak bir canlı? Tükellimühüm onlara konuşacak, onlar için çıkacak canlı onlara konuşacak. Niye konuşacak, onlar konuşamıyorlar mı? Hayır. Onlar konuşamıyorlar. Onların dili tutulmuş olacak. Hani Yasin suresinde 65. ayette ifade buyruluyor ya;

Elyevme nahtimü alâ efvahihim biz o gün onların ağızlarını mühürleriz. ve tükellimüna eydiyhim ve teşhedü ercülühüm.. (Yasin/65) bize elleri konuşur ayakları şahitlik yapar diyordu ya işte o güne bir atıf. O gün onlar konuşamayacaklar, savunamayacaklar. Çünkü burada kör ve sağır davrandılar, orada dilsiz olacaklar. Maden burada kör ve sağır davrandınız, orada da dilsiz olun. Fakat bu vurdum duymaz tavrı bir biçimde dile getirilecek tabii. Onlar adına, onlara biri konuşacak.

Dabbeten minel Ard. Ayette yerden bir canlı diyor, da’bbe. Hareket eden, yavaş yürüyen demektir. Debi, hareket etmek,i yavaş yavaş yürümek manasına gelir. De’bbe, ye dü’bbü. İhtiyarın yürüyüşü içinde böyle söylenir. Aslında insan içinde kullanılır, fakat genellikle sürüngenler için, haşarat için, solucanlar ve böcekler için kullanılır. Kur’an da insan için kullanıldığı yerler enfal/22-55 ayetleri Yine Fatır/45. ayetinde insan için kullanılır.

Hz. Ali bu yerden bir canlı ibaresini havyam olarak anlayan kimseleri düzeltme babından, “Kuyruklusu değil, sakallısı.” Demiş, yani insandır demek istemiş bu canlının. Onun için bu canlının insan olduğuna daha ilk nesilden, sahabeden itibaren kail olan ve bu şekilde anlayan insanlar, alimler, otoriteler var.

Bu yerden çıkacak canlı meselesi etrafında bir çok rivayet gelmiş bize kadar. Tabii bu rivayetlerin öncelikle vahyin söylediği bu konu ile bire bir alakalı olması lazım ki bunu açıklayıcı kabul edilsinler. Eğer bu konuda anlatılan rivayetler vahyin söylediği bu çerçeveye girmiyorsa, bu ayeti tefsir sadedinde anlaşılamaz, okunamazlar. Bir ayeti tefsir sadedinde bir rivayeti okumak için, o ayetin tefsiri olduğunu söylemek için, o rivayetin o bağlamı kabul etmesi, o bağlamı zemin olarak alması lazım. Burada bağlam nedir? Dünya değil, bellidir ayetin başında; Onlara verilen tehdit vaadinin gerçekleştiği, sözün gerçekleştiği bir yerdir, bu açıktır. Ayetin başında;

Ve izâ veka’al kavlü aleyhim artık onlara verilen söz gerçekleştiğinde. Nedir bu söz? Azap sözüdür hak ettikleri. Yukarıdan itibaren zaten ayet aynı konuyu işleyerek geliyor ve devamında da zaten yine ahirete müteallik ayetlerle devam ediyor.

tükellimühüm ennen Nase kânu Bi âyâtiNA lâ yukınun mesajlarımıza öteden beri inananların, yürekten inanmamış olduklarını söyler bu yerden çıkacak canlı. Onlara neyi söylermiş? Mesajlarımıza yürekten inanmamış olduklarını kendilerine söyler.

Öldükten sonra dirileceğine kafası yatmayan inkârcı insana, içine düştüğü yaman çelişki veciz bir dille ifade ediliyor aslında burada. Yerden, yani topraktan yaratılan canlıların en gelişmişi olan insan, kendisine solucanların ve haşaratın akıbetini reva görüyor. Yerden çıkarılan varlıkların en yücesi olan insan, kendisine yerde debelenen haşaratın akıbetini mi reva görüyor. Öyleyse Allah ona bu gerçeği belki öyle bir canlının dilinden söyleyecek. Yani insana senin akıbetin benim gibi mi olsun, benim gibi mi olacağını düşünüyordun diye belki bir sürüngenin dilinden söyleyecek. Böyle bir ima da içeriyor olsa gerek.

Zaten bu dünyaya ilişkin mecazi anlatımların hakikatine ermeye, aklın kapasitesinin yetmeyeceği bir ayet sonra ifade ediliyor. 84. ayet. Onun için burada Allahu alem, en doğrusunu Allah bilir. İnsana ahireti inkâr eden, ahirete bir türlü kalıbı basmayan, kalbi basmayan, kafası basmayan insana ahirette bir biçimde Allah’ın bu ayetine elçilik yapacak bir elçi olarak insana bu hakikat; gördün mü, denilecek. Yani inanmıyordun, kalbin yatışmıyordu yer yüzünde insanlara, İşte şimdi gördünüz mü denilecek. O bir elçi. Yani Allah adına bu uyarıyı yapan bir elçi. Belki bilemiyorum ama o elçi insanın içine yerleştirilen fıtrat ve akıl olacak. Yani o insanın karşısına geçip; Aslında Allah bu ebedi hakikati senin fıtratına nakşetmiştir. Akıl insanın içinde ki elçi, peygamber insanın dışında ki akıl. Dolayısıyla şimdi gördün.

Sana vahiy bunu inandıramamıştı. Ben fıtrat olarak ta seni uyarmıştım. Bak, an be an ölümüne doğru gidiyorsun fakat yine inanmamıştın. Ama gördün. Adeta orada madem ağzı kilitlenip elleri, ayakları konuşacaktır insanın, eli ayağının konuştuğu ahirette fıtratı ve aklı konuşsa çok mudur. Onun için orada insanın dili duracak diğer yerleri konuşacaksa bu konuşacak olan şeylerin en başında akıl, selim aklı gelse gerektir.

[Ek bilgi; Dabbetül arz

Arzın dabbesi, işte buna Stephen Hawking diyenler var, bilgisayar diyenler var, bir garip yaratıktır diyenler var, hastalıktır diyenler var, zelzele diyenler var..vs. Hani kıyamet öncesi kıyametin alametleri olarak algılanan kavram. Dabbe; düp düp adım atan, debelenen canlı olarak algılanıyor ve ifade ediliyor.

Hani bunu böyle kıyametin öncesiyle, kıyametin alameti gibi ortaya koyunca bir takım sembolik üretimler kaçınılmaz oluyor. Fakat bir şeyi gözden kaçırmayalım istiyorum; Orada diyor ki rabbimiz; Neml/82. ayet; Ve izâ veka’al kavlü aleyhim. Şimdi bakın. Tartışılan ahrecna lehüm onlar için çıkartırız dabbeten bir canlı minel Ardı arzdan. Arzdan bir canlı çıkartırız, tükellimühüm onlara konuşur o canlı ennen Nase insanlar kânu Bi âyâtiNA lâ yukınun insanların bizim ayetlerimize yürekten inanmadıklarını söyler bu canlı.

Sadece buradan yani ahrecna dan itibaren gibi anlayınca kıyametten önce konuşan bir yaratık gibi algılanıyor ve sembolik düşüncelere yol açıyor. İşte bir sürü fikir üretiliyor. Ben daha esaslı bir bakış ortaya konulması gerektiğine inanıyorum. Ayetin başını görmeden dibinden, yarıdan aşağı okuyunca bunlar meydana geliyor. Oysa ayetin başında buyuruyor ki Ve izâ veka’al kavlü aleyhim onlar aleyhinde ki o söz gerçekleştiği zaman. Yani kıyamet kopmuş, azap tahakkuk etmek üzere, yargılama esnasında artık arzın canlıları konuşacak demek, bu ayette olduğu gibi arzın ortaya çıkardığı mahşer için hiçbir şeyin gizli kalmaması anlamında bir toprağın konuşması anlamında mecazi bir konuşmadan, azabın, yargılamanın hemen öncesinde söz meydana gelmiş, bitmiş artık. Yani kıyamet kopmuş, olay meydana geliyor artık, daha kaçacak bir tarafı yok, gizli saklı hiçbir şey kalmayacak, yer canlanacak, yer konuşacak. Yer hareketlenmiş, debelenmiş ve söylüyor ve diyor ki siz Allah’ın ayetlerine yakıyn ile yaklaşmadınız. Hani biz böyle bir şey dememiştik falan gibi. Bunun bir anlamı yok. Yani o insanın küfrüne şahit olan yer konuşacak demektir bu.

Böyle baktığınız zaman Dabbetül arz başka bir anlam kazanıyor. Ben bu ayeti okuyunca Yevmeizin tühaddisü ahbâreha, Bienne Rabbeke evha leha, (Zilzal/4-5) Çünkü burada artık kıyamet kopmuş, mahşer şartlarından söz ediyor. O ayetle bu ayetleri birbirinin müfessiri ve müfesseri olarak algılarsak mantıklı bir çözüm olur. (Prof.Dr. Mehmet Okuyan)]

 

83-) Ve yevme nahşüru min külli ümmetin fevcen mimmen yükezzibü Bi âyâtina fehüm yuze’un;

O süreç ki, her ümmetten işaretlerimizi yalanlayanları gruplar hâlinde toplarız… Onlar hep beraber sevk olunurlar. (A.Hulusi)

83 – Ve her ümmetten âyetlerimizi tekzip eden kimselerden bir fevç yaparak mahşere sevk edebileceğimiz gün artık onlar hep inzibat altında tevkif olunurlar. (Elmalı)

 

Ve yevme nahşüru min külli ümmetin fevcen mimmen yükezzibü Bi âyâtina fehüm yuze’un İşte o gün her bir ümmetten ayetlerimizi yalanlayanlara özgü birer bölük oluşturacağız ve onları öylece sürüp götüreceğiz.

 

84-) Hatta izâ cau kale ekezzebtüm Bi âyâtiy ve lem tuhıytu Biha ‘ılmen emma zâ küntüm ta’melun;

Nihayet geldiklerinde (Allâh) dedi ki: “İlminizin kapsamı dışında olduğu hâlde işaretlerimi yalanlamaya kalktınız? Neydi bu yaptığınız?” (A.Hulusi)

 84 – Nihayet geldikleri vakit: siz benim âyetlerimi ilmen kavramadığınız halde tekzip mi ettiniz? Yoksa ne yapıyordunuz. (Elmalı)

 

Hatta izâ cau ta ki huzura geldikleri zaman kale ekezzebtüm Bi âyâtiy ve lem tuhıytu Biha ‘ılmen emma zâ küntüm ta’melun Allah onlara aklınızın kapasitesi onları kavramaya yetmedi diye ayetlerimizi yalanlamaya mı kalktınız?

Evet, biraz önce ima etmiştim bu ayete. Aklınızın kapasitesi onları anlamaya yetmedi diye ayetlerimizi yalanlamaya mı kalktınız. Eğer öyle değilse bugüne dek ne hazırladınız diye soracak Allah onlara. Yani gayba iman neden şart; işte cevabı burada. Gayba iman şart, çünkü aklın kapasitesi yetmez onu kavramaya. Burada ancak iman çözer problemi. İman zaten gaybın olduğu yerde vardır. Gözünle gördüğün bir şeye iman etmekten nasıl söz edebilirsin. Gaybın olduğu yerde iman vardır.

 

85-) Ve veka’al kavlü aleyhim Bima zalemu fehüm lâ yentıkun;

(Nefslerine) zulmetmeleri dolayısıyla o hüküm onlara erişti! Artık onlar konuşamazlar! (A.Hulusi)

85 – Buyurur ve haksızlık ettikleri cihetle aleyhlerinde söz, Hakk olur (söylenen başlarına gelir) de artık nutukları tutulur. (Elmalı)

 

Ve veka’al kavlü aleyhim Bima zalemu fehüm lâ yentıkun işte onların tüm çarpıtmalarına rağmen kendileri aleyhindeki söz böyle yerini bulmuş olacak ve bu durum karşısında onlardan çıt çıkmayacak. fehüm lâ yentıkun ağızlarını açamayacaklar.

Yukarıda hatırlayınız Ve izâ veka’al kavlü aleyhim (82)demişti ayette, burada da o sözün gerçekleştiğine bir atıf var.

 

86-) Elem yerav enna ce’alnelleyle liyeskünu fiyhi vennehare mubsıra* inne fiy zâlike leâyâtin likavmin yu’minun;

Görmediler mi ki, biz geceyi onda sükûn bulsunlar diye ve gündüzü de görülesi kıldık… Muhakkak ki bu olayda iman eden bir toplum için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)

86 – Görmediler mi biz içinde sükûn bulsunlar diye geceyi yaptık, göz açmak üzere de gündüzü! Elbette bunda iman edecek bir kavim için siz âyetler var. (Elmalı)

 

Elem yerav enna ce’alnelleyle liyeskünu fiyhi vennehare mubsıran Hem onlar geceyi bağrında dinlensin diye karanlık, gündüzü de hayatın yasasını görsünler diye aydınlık kıldığımızı hiç mi düşünmediler. inne fiy zâlike leâyâtin likavmin yu’minun elbette bunda inanacak bir toplum için alınacak bir ders mutlaka vardır.

Gece ve gündüz bağlamına göre ya iman ve küfre, ya da bu dünya ve öte dünyaya ima içerir. Hayatın çift boyutlu yasası ayetin içinde açıklama cümlesi olarak yer verdim. Hayatın yasası neydi? Çift boyutu. Hayatın yasasının çift boyutluluğudur. Çift kutupluluğudur. Gece ve gündüz, iyi ve kötü, güzel ve çirkin, iman ve küfür, yüksek ve alçak, dünya ve ahiret, bura ve öte, yani işte hayatın çift boyutluluğu.

 

87-) Ve yevme yünfehu fiys Suri fefezi’a men fiys Semavati ve men fiyl Ardı illâ men şaAllâh* ve küllün etevhü dahıriyn;

O süreçte, Sur’da nefholunduğunda (bedenden nefholduğunda – ruhun bedene nefholması diye anlatılanın tersinin oluşması, yani ölümün tadılması; ya da mahşerde kişilerin kabirlerinden dışarıya nefholması), Allâh’ın diledikleri müstesna, semâlarda (bilinç boyutunda kendini bulmuş olan) kim var ve arzda (bedensel yaşamda) kim var ise dehşetle korkar! Hepsi boyun bükmüş olarak O’na gelirler. (A.Hulusi)

87 – Hele Sûr üfürüleceği, üfürülüp de bütün Göklerdeki kimseler, Yerdeki kimseler, Allahın dilediği müstesnâ olmak üzere hepsi feza’ ile ürperdiği ve her biri ona hor, hakir geldikleri gün ne müthiştir? (Elmalı)

 

Ve yevme yünfehu fiys Sur ve o gün sura üflenecek fefezi’a men fiys Semavati ve men fiyl Ardı illâ men şaAllâh Bunun üzerine Allah’ın dilediği kimseler hariç göklerde ve yerde bulunan herkes dehşete kapılacak ve küllün etevhü dahıriyn yine herkes başı önde onun huzuruna gelecek. Baş kaldıran ve teslim olmayan insan mecburen, mahkûmen teslim olacak o gün.

 

88-) Ve teral cibale tahsebüha camideten ve hiye temürru merres sehab* sun’Allâhilleziy etkane külle şey’* inneHU Habiyrun Bima tef’alun;

Dağları (bedenindeki organları) görür de, onları sâbit – değişmez sanırsın; onlar bulutların (fikirlerin) geçip gittiği gibi, geçip gider (çeşitli anlayışlara dönüştüğü) hâlde… (Bu nefh-i sur ve o sürece mahsus oluşlar) Allâh’ın sanatıdır ki, her şeyi yaşanası değişmez gerçeklik yapmıştır… Muhakkak ki O, yaptıklarınızı (onların yaratanı) Habiyr’dir. (A.Hulusi)

88 – Bir de o dağları görür câmid sanırsın, halbuki onlar bulut geçer gibi geçer, her şey’i itkan eden Allahın sun’u, o şüphesiz Habîr’ dir ne yapıyorsanız. (Elmalı)

 

Ve teral cibale tahsebüha camideten ve hiye temürru merres sehab şimdi hareketsiz ve sabit sandığın dağların, kayıp giden bulutlar gibi gittiğini görürsün..

Kıtasal sürüklenme dedikleri şey bu continantel Drift diyorlar buna. Son saat bağlamında olmasına rağmen dağların yok olup gittiğini söylemiyor. Ki bu meyanda ki bir çok ayet dağların toz duman olduğunu, pamuk gibi atıldığını yok olduğunu söyler. Bu durumda bağlamıyla münasebeti şöyle açıklanabilir bu ayetin dağların bilinçsiz hareketlerini dahi izleyen ve bir yasaya bağlayan Allah’ın, insanın eylemini göz ardı etmesini nasıl düşünebilirsiniz. Yani insandan gafil kalır mı. Dağların hareketini bile kale alan Allah insanın eylemini, amelini kale almaz mı?

sun’Allâhilleziy etkane külle şey’ her şeyi mükemmel bir nizama bağlayan Allah’ın sanatıdır bu. inneHU Habiyrun Bima tef’alun şüphe yok ki yaptığınız her şeyden haberdar olan da yine odur.

 

89-) Men cae Bil haseneti felehu hayrun minha* ve hüm min feze’ın yevmeizin aminun;

Kim güzel vasıflarıyla geldi ise, onun için ondan daha hayırlısı vardır… Onlar o süreçte korkulası şeylerden güvendedirler. (A.Hulusi)

89 – Her kim hasene ile gelirse o vakit ona ondan daha hayırlısı var ve onlar o günkü feza’dan emîn kalırlar. (Elmalı)

 

Men cae Bil haseneti felehu hayrun minha kim güzel eylemlerle huzura varırsa daha hayırlısıyla karşılığını bulacaktır. ve hüm min feze’ın yevmeizin aminun üstelik onlar o günün dehşetinden emiyn olacaklardır.

Lâ yahzünühümül feze’ul ekber.. (enbiya/103) te ki ayetini hatırlayın. Onlar o günün dehşetinden katiyen etkilenmeyeceklerdir.

 

90-) Ve men cae Bisseyyieti fekübbet vucuhühüm fiynnar* hel tüczevne illâ ma küntüm ta’melun;

Kim de kötülüğüyle geldiyse, onların yüzleri de ateşte tersine çevrilmiştir… “Sadece yaptıklarınızın sonucunu yaşarsınız!”… (A.Hulusi)

90 – Her kim de fenalıkla gelirse artık yüzleri ateşte sürtülür, başka değil sırf yaptığınız amellerin cezası. (Elmalı)

 

Ve men cae Bisseyyieti fekübbet vucuhühüm fiynnar kimde kötü maksatlı eylemlerle huzura gelirse artık onlarda yüz üstü ateşe atılacaklar, kapaklanacaklardır. hel tüczevne illâ ma küntüm ta’melun şimdi siz yapıp ettiklerinizin dışında başka bir karşılık mı bekliyordunuz, yani ne bekliyordunuz Allah’tan. Allah azab etmez, siz akıbetinizi kesp edersiniz. Suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmasını mı istiyorsunuz Allah’tan. İnsan geleceğini kendi elleriyle inşa eder diyor bu ayet.


91-) İnnema ümirtü en a’bude Rabbe hazihil beldetilleziy harrameha ve leHU küllü şey’* ve ümirtü en ekûne minel müslimiyn;

“Ben yalnızca şu beldenin Rabbine kulluk yapmakla emrolundum… Ki O (beldenin Rabbi) onu saygıdeğer kılmıştır ve her şey O’nun içindir! Ben teslim olmuşlardan (olduğumun farkındalığını yaşamakla) hükmolundum!” (A.Hulusi)

91 – Ben sâde emr olundum ki şu beldenin şanına hürmet veren, her şey de kendisinin olan rabbine ibadet edeyim, hem emr olundum ki halîs müslimînden olayım. (Elmalı)

 

İnnema ümirtü en a’bude Rabbe hazihil beldetilleziy harrameha ey peygamber de ki ben yalnızca O’nun mübarek kıldığı şu şehrin rabbine kulluk etmekle emrolundum. ve leHU küllü şey’ zira her bir şey sadece ona aittir. ve ümirtü en ekûne minel müslimiyn yine ben ona gönülden teslim olanlardan biri olmakla emr olundum. Unutmayın en ekûne minel müslimiyn gönülden teslim olanlardan biri olmak, yani Süleyman gibi, yani Musa gibi, Yani Salih gibi daha önce kıssası anlatılan peygamberlerin izini sürmek. Çünkü İslam tüm peygamberlerin getirdiği ortak mesajdır.

 

92-) Ve en etlüvel Kur’ân* femenihteda feinnema yehtediy linefsih* ve men dalle fekul innema ene minel münziriyn;

“Kurân’ı bildirmekle de!”… Artık kim hakikati kabul ederse, nefsinde hakikati yaşamak için bu yolda yürümüş olur… Kim de saparsa, de ki: “Ben yalnızca uyarıcılardanım!” (A.Hulusi)

92 – Ve Kur’an okuyayım, bunun üzerine her kim hidayeti kabul ederse sırf kendi lehine eder, kim de sapa giderse de ki: ben sâde tehlikeyi haber verenlerdenim. (Elmalı)


Ve en etlüvel Kur’ân bir de bu Kur’an ı insanlara okuyup iletmekle emr olundum. ..feinnema aleykel belağ.. (Ra’d/40= diyordu ya Kur’an sana düşen sadece  tebliğdir. Yani iletmektir. Gerisi mi femenihteda feinnema yehtediy linefsih bundan böyle kim doğru yola gelirse o kendisi için doğruyu bulmuş olur. Yani gerisi bu. Kim hakkı bulursa kendi lehinedir. ve men dalle fekul innema ene minel münziriyn kimde yoldan saparsa o zaman de ki ben sadece bir uyarıcıyım, gerisi insana kalmıştır de. Özgür tercihiyle kendi geleceğini insan belirleyecektir.


93-) Ve kulil Hamdü Lillâhi seyüriyküm âyâtiHİ feta’rifuneha* ve ma Rabbüke Bi ğafilin ‘amma ta’melun;

De ki: “El Hamdu Lillâh! O size işaretlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız!” Rabbin yaptıklarından bîhaber değildir.”(A.Hulusi)

93 – Ve de ki: hamdolsun Allaha: o size âyetlerini gösterecek de onları tanıyacaksınız ve rabbin ne yapacağınızdan gafil değil. (Elmalı)

 

Ve kulil Hamdü Lillâhi seyüriyküm âyâtiHİ feta’rifuneha nihayet en sonunda şunu söyle ey insanoğlu; Hamd olsun o Allah’a ki sizi size alametlerini gösterecek siz de o alametleri tanıyacaksınız. Yani sadece Allah’ın alameti göstermesi yetseydi şu ayetlere muhatap olan herkes iman ederdi. Bir de görmek lazım. Sadece ışık yetseydi görmeyenlerde görürdü. Ama sadece göz yetseydi o zaman göz mutlak karanlıkta da görürdü. İkisi de tek başına yetmez. Bir göz bir de ışık lazım. Vahiy ışıktır, o halde sizde gözünüzü açın.

ve ma Rabbüke Bi ğafilin ‘amma ta’melun ve rabbin yaptıklarınıza karşı asla duyarsız değildir, gafil değildir. Ey insanoğlu dağların hareketlerini bir yasaya bağlayan Allah, senin hareketlerini bir yasaya bağlamaz mı sanıyorsun. Seni başı boş mu bırakacak sanıyorsun. Seni başıboş bırakmadığı için sadece O’na yapacağın, söyleyeceğin bir tek söz vardır; Elhamdülillah..!

 Bizi başıboş bırakmayan Allah’a sonsuz sayıda hamd olsun.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Ekim 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın