RSS

İslamoğlu Tef. Ders. KASAS SURESİ(60-88)(123)

16 Kas

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 

Değerli Kur’an dostları geçtiğimiz ders Kasas suresinin 59. ayetine kadar işlemiştik. Eğer hatırlayacak olursak söz konusu ayetlerde vahiyle insan ilişkisi ele alınıyor, insanın vahye sırt dönmesi, Allah’a sırt dönmesi olarak tanımlanıyordu.

Yine bu çerçevede geçmiş vahyin mensuplarının eğer samimilerse, eğer bilgiye dayalı bir iman sahibi iseler o zaman bu vahye de iman etmeleri gerektiği, hatta bunun zorunlu olduğu dile getiriliyordu ve 59. ayette Allah’ın toplumsal bir yasasına vurgu yapılıyordu ve deniliyordu ki; senin rabbin toplumları bireyleri birbirlerine zulmetmedikçe asla helak etmez. Yani helâkin sebebi küfür değil, onunda sonucu olan zulümdü. İnsanların yeryüzünde birbirlerine zulmetmeleri. Bugün 60. ayetle kasas suresine devam ediyoruz.

“BismillahirRahmanirRahıym”

60-) Ve ma utiytüm min şey’in femeta’ul hayatid dünya ve ziynetüha* ve ma indAllâhi hayrun ve ebka* efela ta’kılun;

Size verilen şeyler, ancak dünya yaşamının dünyalığı ve onun bir süsüdür (keyiflendiricisidir)! Allâh indîndeki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır… Aklınız almıyor mu? (A.Hulusi)

60 – Hem size hangi bir şey verilmişse sırf Dünya hayatın geçici metaı ve ziynetidir, Allah yanındaki ise hem daha hayırlı hem bekalıdır, artık akıl etmez misiniz? (Elmalı)

 

Ve ma utiytüm min şey’in femeta’ul hayatid dünya ve ziynetüha ve size her ne verilmişse eksiksiz, hepside dünya hayatının kısa vadeli süsü, hazları ve lezzetidir. Yani siz şu yeryüzünde sahip olduğunuz hazların kalcı olduğunu sanmayınız. Bunlar gerçeğinin birer kopyası, onun içinde geçicidir. Geçicidir çünkü dünya hayatı geçicidir. Geçicidir; çünkü dünya misafirhanedir. Sıla değildir, gurbettir. Ruh dünyaya gelmekle gurbetine gelmiştir ve bir gün, ama mutlaka bir gün sılasına dönecektir. Onun için gurbeti sıla sanma gibi büyük bir yanlışa düşmeyin.

ve ma indAllâhi hayrun ve ebka Allah katında olanlar sa daha hayırlıdır ve daha kalıcıdır. Yani insan Allah ilişkisinde dünya sadece bir sınav aracıdır, kalıcı olan lezzet, kalıcı olan tat, kalıcı olan haz Allah’ın ötede vereceği lezzet ve haz olacaktır. efela ta’kılun hala akletmeyecek misiniz, hala kafanızı kullanmayacak mısınız, hala eşyanın kabuğundan öte geçip de özünü göremeyecek misiniz. Hala gördüğünüz şeyin dışına bakıp da içine kör mü kesileceksiniz. Hala kavanozdaki balı dışından mı yalayacaksınız, hala akıllanmayacak mısınız.

Ayet açık, dünya ve ahireti ancak bu ikisiyle birlikte hayatın bütününü gören bir bakış açısıyla böyle verilebilirdi. Bu ayette onu verdi. Yani iki dünyayı gören bir bakış açısı kazandırmak istedi muhatabına bu ayet. Tasavvur inşa etti, iki dünyayı gören bir tasavvur. Burada başlayıp ama burada bitmeyen bir bakış açısı. Burada başlayan, ama buraya çakılmayan bir gözlem. Bura ile başlamış, fakat bura ile sınırlı olmayan, burayı aşan, öteye geçen, maveraya geçen yani katı maddenin sınırlarını aşıp sonsuzluğa ulaşan bir bakış açısı. Bir derin göz kazandırmak istedi insana.

 

61-) Efemen ve’adnahu va’den hasenen fehuve lakıyhi kemen metta’nahu metaal hayatid dünya sümme huve yevmel kıyameti minel muhdariyn;

Kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz, böylece de ona kavuşan kimse; dünya yaşamının geçici dünyalığı ile kendisini faydalandırdığımız, sonra da kıyamet sürecinde zorunlu geleceklerden olan kimse gibi midir? (A.Hulusi)

61 – Ya şimdi kendisine güzel bir vaad ettiğimiz ve binaenaleyh ona irecek olan kimse hiç o kendisine Dünya hayatın geçici zevkine yaşattığımız, sonra Kıyamet günü o ihzar edilenlerden olacak kimse gibi olur mu? (Elmalı)

 

Efemen ve’adnahu va’den hasenen fehuve lakıyh şimdi, kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz ve sonunda O’na kavuşan kimsenin durumu, kemen metta’nahu metaal hayatid dünya sümme huve yevmel kıyameti minel muhdariyn kendisine dünya hayatının tadımlık hazlarını tattırdığımız ve kıyamet günü yargı önüne çıkarılacaklardan olan kimsenin durumuyla bir midir, aynı olabilir mi? Yani kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz ve en sonunda vaadimize kavuşan kimse ile; sadece dünya hayatının tadımlık hazlarını tattırdığımız ve en sonunda da bu hazlara kapılıp Allah’ı unutan, öteyi unutan, ebediyeti unutan, misafirhaneyi kalacak yer zanneden, gurbeti sıla zanneden bir yamuk mantığın sahibi bir olur mu? Bu iki ayrı bakış açısının sahibinin hayatı, yaşam tarzı bir olur mu? Eşyayı okuyuşu bir olur mu? İnsan Allah ilişkisi bir olur mu? İnsan- insan ilişkisi bir olur mu? İnsan – eşya ilişkisi bir olur mu?

Yukarıdaki ayette söylediklerimizle bütünleşiyor bu ayet. İki insan tipi;

1 – İki dünyalı insan,

2 – Tek dünyalı insan.

İki tip insan, aslında şu yeryüzünde yaşayanların hepsini ikiye ayırabilirsiniz. Tek dünyalı olan zavallılar, çift dünyalı olan talihliler. Tek dünyalı olan zavallı ne yapsın. Tek dünyalı olduğunu zannedenler elinde kalan bu dünyaya sıkı sıkıya sarılmak zorundadırlar. Bu dünya için ödemeyecekleri, onurda dahil, şerefte dahil, keramette dahil, insanın kerameti, Hz. İnsanın yüceliği de dahil her şeyi satabilirler.

Fakat ya çift dünyalı insan, bu insanın fiyatı nedir? Bu iki insan arasındaki farkı görmek istiyorsanız fiyatına bakınız. Tek dünyalı olanı, o tek dünyadaki hazzı vererek satın alabilirsiniz. Çünkü arkasında bir başka dünyanın olmadığını düşünüyor. Fakat çift dünyalı insanın fiyatı nedir? Ona dünyaları verseniz ahiretini satın alabilir misiniz? İşte iki dünyalı insanla tek dünyalı insanın farkı bu. Tek dünyalı insan kendisini haşaratla özdeşleştiren bir insan. Sonunu, akıbetini solucanla, solucanın akıbeti ile özdeşleştiren bir insan. Çift dünyalı insansa Allah’ın kendisine yüklediği değeri bilen ve bu değeri korumaya çalışan insan. Yani fiyatı olmayan insan. Daha doğrusu Allah’tan bir başkasının fiyat biçemeyeceği, Allah dışında kimsenin fiyatını ve bedelini ödeyemeyeceği bir insan.

 

62-) Ve yevme yünadiyhim feyekulü eyne şürekâiyelleziyne küntüm tez’umun;

O süreçte onlara (Allâh’a inandıklarını söyleyip yanı sıra tanrılar edinenlere) şöyle hitap edilir: “Ortaklarım sandıklarınız nerede?” (A.Hulusi)

62 – Hele onlara haykırıp da «nerede o zulmettiğiniz şeriklerim» diyeceği gün… (Elmalı)

 

Ve yevme yünadiyhim feyekul işte o gün Allah onlara seslenecek ve; eyne şürekâiyelleziyne küntüm tez’umun öteden beri bana ortak olduğunu düşündükleriniz hani? Nerede onlar? Diye seslenecek, soracak.

Her şirk, insanı ya kula kul eder, ya da eşyaya. Burada, bu ayette de şirkin haddi zatında Allah’a zararı yok. Şirkin tüm zararı şirk koşan insana. Çünkü Allah’a ait bir niteliği bir sıfatı Allah dışındaki bir varlığa yakıştırdığında o, onun tanrısı olmaya başlıyor. Asıl felaket oradan sonradır. Nedir o? Eğer bu insansa o insana kul olmaya başlar. Eşya ise daha kötüsü o eşyaya kul olmaya başlar. Onun için şirkin en büyük ziyanı şirk koşan insanın kendisinedir. Şirk koştuğu şey karşısında nesneleşir, onun kulu kölesi olmaya başlar. Aslında şirki yasaklayan tüm ayetler temelde insanın onurunu ve şerefini korumaya yönelik ayetlerdir.

Peygamber ya da melek fark etmez. Aziyz, ya da bir başkası fark etmez. Yani Allah’a ait, yalnız Allah’a has bir niteliği Allah’tan başka birine atfetmek, O’nun gibi, Allah’ı sever gibi bir başkasını sevmek, Allah’tan korkar gibi bir başka şeyden korkmak. Allah’tan ümit eder gibi Allah dışında bir varlıktan ümit etmek. Çoğaltabilirsiniz. Bu işte yasaklanan bu. Çünkü insan Allah gibi korkmaya başlarsa birinden o onun için tanrı yerine geçer. Eğer Allah’ı sever gibi sevmeye başlarsa o zaman Allah’a vereceğini Allah dışında bir varlığa verdiği için onu tanrılaştırmak gibi bir cinayet işler.

 

63-) Kalelleziyne hakka aleyhimül kavlü Rabbena haülailleziyne ağveyna* ağveynahüm kema ğaveyna* teberre’na ileyk* ma kânu iyyaNA ya’budun;

Bildirilen sözü hak etmiş olanlar dedi ki: “Rabbimiz… İşte şunlar saptırıp azdırdığımız kimseler… Kendimiz sapıp azdığımız gibi onları da azdırdık… Sana yöneldik, hüküm senin… Zaten onlar bize tapınmıyorlardı.” (A.Hulusi)

63 – Aleyhlerinde söz Hakk olmuş olanlar şöyle demektedir: ey bizim yegâne rabbimiz! daha işte şunlar: o azdırdığımız kimseler, biz onları kendi azdığımız gibi azdırdık sana teberru ettik onlar bizlere tapmıyorlardı. (Elmalı)

 

Kalelleziyne hakka aleyhimül kavlü Rabbena aleyhlerinde ki sözün gerçekleştiğini gören kimseler; Rabbimiz derler. haülailleziyne ağveyna işte şunlar var ya bunlar. Bizim azdırdıklarımız. Oradaki vagonları gösterirler. Kendilerinin arkasına vagon gibi takılıp ta kendileriyle birlikte ateşe sürüklenen yığınları, kitleleri akletmeyen, yukarıdaki 60. ayet efela ta’kılun diye bitmişti. Akletmiyor musunuz. Akletmeyen kimselerin düşeceği tuzak, lokomotiflerin arkasına takılmaktır. Yani gideceği yer ateş olan lokomotiflerin arkasına vagon olmaktır onun için onları gösterecek ve diyecekler ki; işte şunlar bizim saptırdıklarımız.

ağveynahüm kema ğaveyna kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Yani böyle bir de “meziyetleri” var. Hiç olmazsa suçlarını itiraf ediyorlar. Hiç olmazsa yaptıklarını söyleyebiliyorlar. teberre’na ileyk onlarla ilişiğimizi kesip sana sığınıyoruz Allah’ım diyecekler. Yani bilemiyorum şöyle bir yorum acaba yapılabilir mi?

Sapmış lokomotifler sapmış vagonlardan daha “onurlu” olacaklar. Yani hakikati görme hususunda hiç olmazsa iş işten geçmiş olsa da, artık hiçbir işe yaramayacak olsa da ahirette ilk defa fark eden onlar olacaklar diyebilir miyiz acaba? Ki bu ayette onu görüyoruz.

ma kânu iyyaNA ya’budun işte burası püf noktası işin. Zaten onlar aslında bize tapıyor değildiler. Onlar gerçekte bize tapmadılar hiç. Zımnen onlar kendi heva ve heveslerine, arzu ve tutkularına, iç güdülerine taptılar. Hani Kur’an ın Furkan/43. ayetinde buyrulduğu gibi. Eraeyte menittehaze ilâhehu heva.. (Furkan/43)arzusunu, tutkusunu, bireysel keyfini, hevasını tanrı edinen kimseyi görmüyor musun? Baksana bir şu adama. Tutkusunu tanrı edinen kimseyi..! İşte burada söylenen tip adeta bu ayette ki tiple özdeş.

 

64-) Ve kıyled’u şürekâeküm fede’avhüm felem yesteciybu lehüm ve raevül azâb* lev ennehüm kânu yehtedun;

Denildi ki: “Ortaklarınızı çağırın!” Bunun üzerine onları çağırdılar… (Fakat çağırılanlar) kendilerine cevap vermediler ve azabı gördüler! Onlar doğru yolu bulsalardı! (A.Hulusi)

64 – Bir de haydin yalvarın bakalım şeriklerinize denilmiştir, binaenaleyh yalvarmışlardır fakat kendilerine icabet etmemişler ve azâbı görmüşlerdir, vaktiyle hakkı görselerdi ya. (Elmalı)

 

Ve kıyled’u şürekâeküm ve onlara; Haydi çağırın ortaklarınızı denilecek fede’avhüm ve onları yardıma çağıracaklar. felem yesteciybu lehüm fakat kendilerine asla karşılık verilmeyecek. Yani yardıma gelen olmayacak. Dar-ı Ukba da, Hakimi Allah olan mahkemede hiç kimsenin yardımına hiç kimse koşamayacak. Çünkü ora herkesin nefsiy dediği, herkesin kendi canı derdine düştüğü, herkesin kendi başının kaygısına düştüğü bir makam. Çünkü ora

Yevme yefirrulmer’u min ahıyh. (‘Abese/34) o gün kişi kardeşinden kaçacak, firar edecek. Ve ümmihi ve ebiyh (‘Abese/35) hatta annesinden, öz annesinden, öz babasından kaçacak. Öyle bir gün o gün. Onun için bu doğal. Yardıma gelen olmayacak.

ve raevül azâb ama azabı görüverecekler. Yani şirk koştukları, ya da beni bunlar kurtarır ahirette dedikleri o kişiler yardıma gelmeyecekler fakat çağrılarına bir şey koşup gelecek. Kinaye var burada; Ateş. Azap koşup gelecek beni mi çağırdın diye. Galiba beni çağırdın. Çünkü çağrı burada yapılır. Aslında insanın amelleri ahiretteki çağrısıdır. Kişinin amelleri ahirette çağıracak. İyi eylemleriniz cenneti çağıracak ve ayağınıza gelecek. Kötü eylemleriniz cehennemi çağıracak. Birinin başka birini çağırmasına gerek yok. Beni mi çağırmıştın, veyahut ta kesinlikle beni çağırmışsın sen diye ayağına gelecek. Burada böyle bir kinaye görülüyor.

lev ennehüm kânu yehtedun ne olurdu sanki daha önceden doğru yolu bulmuş olsalardı..! Allah Allah..! Rabbimiz böyle diyor. Allah’ın şefkatine bakın, insanoğluna şefkatine. Ne olurdu sanki doğru yolu daha önceden bulmuş olsalardı. lev ennehüm kânu yehtedun keşke iş işten geçmeden doğru yolu daha önceden bulmuş olsalardı olmaz mıydı.

Allah’ın kulları için dileği bu dostlar. Allah bunu istiyor. Aslında Allah azap etmiyor. Azap cezadır. İnsan kendi kendisine ceza veriyor. Yoksa Allah ceza vermiyor. Allah sadece adaletini uyguluyor. Suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmuyor. Tutmaması da adaletini bir gereğidir. Ama zorlamıyor tabii. Allah sapmayı istemiyor. Hiç kimsenin sapmasını arzu etmiyor. Fakat irade verdiği için onu mahkum da etmiyor doğruya. Doğruya mahkum etseydi insana verdiği en büyük değerlerden biri olan iradeyi yok saymış olacaktı. O zaman imtihanın, sınavın ne değeri kalırdı ki. O zaman insanla meleğine farkı kalırdı. O zaman cennet ve cehennemin ne gereği olurdu. O zaman bu dünya hayatının ne gereği olurdu.

İşte yeryüzünde bir hayata sahip olmak, iradenin imtihana tabi tutulmasından başka bir şey değil. İmtihansa herkesin bildiği gibi mutlaka bir seçime dayalı olur.

 

65-) Ve yevme yünadiyhim feyekulü ma zâ ecebtümül murseliyn;

O süreçte onlara nida eder de şöyle der: “Rasûllere ne cevap verdiniz?” (A.Hulusi)

65 – Ve hele onlara haykırıp da gönderilen Peygamberlere ne cevap verdiniz diyeceği gün. (Elmalı)

 

Ve yevme yünadiyhim feyekulü ma zâ ecebtümül murseliyn işte o gün Allah onlara seslenecek ve gönderilen elçilere nasıl bir karşılık verdiniz diye soracak. A’raf/6. ayetine bir atıf görüyorum burada; Felenes’elennelleziyne ürsile ileyhim velenes’elennel murseliyn (A’raf/6) kendilerine peygamber gönderilen, elçi gönderilen, davetçi gönderilen toplumlardan, kitlelerden mutlaka hesap soracağız. Dönüp onlara gönderilen elçilerden de hesap soracağız.

Burada bir yarısı var. Bu A’raf/6. ayetin yarısı burada Ve yevme yünadiyhim feyekulü ma zâ ecebtümül murseliyn yani kendilerine elçi gönderilenlerden hesap sorulacağı burada ifade buyruluyor. Ama ilerde 75. ayette diğer yarısı gelecek. Gönderilen elçilerin tanıklığı gelecek. Burada elçi gönderilen toplumların tanıklığı. Yani elçilere nasıl karşılık verdiniz. Sizi onlar davet edince siz ne dediniz.

Resulallah’ın o endişesini gözünüzün önüne bir an için getirsenize. Veda hutbesinde iyice ortaya çıkan hutbelerinde iyice ortaya çıkan o endişelerinde artık gözlerinde yaşa dönüşmüştü efendimizin. Nerede hutbeye çıksa her konuşmasının sonunda; “Ey insanlar dikkat edin elâ hel Bellağt..! tebliğ ettim mi” diye onlardan onay istiyordu. Onlar; “Sen risaletini tebliğ ettin ebbeytel emâne, emaneti eda ettin diye şahitlik yapınca Nebi yaşlı gözlerini yukarı kaldırarak Allahümme şeht, Ya rabbi, Allah’ım şahit ol.” Bu endişe peygamberlerin görevlerinden hesaba çekileceğini ifade eden bu ayetlerin, nebinin iç dünyasında nasıl yankılandığının açık bir göstergesidir.

Ya biz? O görevini yaptı, onun arkasından 1400 yıl geriden gelen biz şahitler onun görevini tam yaptığının tanıklarıyız. Ya biz? Onun getirdiği emanete kendi görevimizi yaptık mı aslında belki sorulması gereken bu ve Kur’an da bu soruyu soruyor.

 

66-) Fe’amiyet aleyhimül enbaü yevmeizin fehüm lâ yetesaelun;

Oysa o süreçte tüm geçmişin haberleri onlara kapanır! Onlar birbirlerine de soramazlar! (A.Hulusi)

66 – Artık o gün onlara bütün haberler kör olmuştur, o vakit onlar artık birbirlerine de soruşmazlar. (Elmalı)

 

Fe’amiyet aleyhimül enbaü yevmeizin fakat artık onların haber kaynakları kuruyup körelmiş olacak. Madem elçinin ötelerden getirdiği habere itibar etmeyecekler, artık haber kaynağı da onlara körelmiş olacak, hiçbir haber alamayacaklar. Yani kendilerini mazur kılacak bir haber alamayacaklar, bir şey söyleyemeyecekler. fehüm lâ yetesaelun dahası onlar birbirlerine soru bile soramayacaklar. Yani dönüp te konuşamayacaklar bile.

 

67-) Feemma men tabe ve amene ve amile salihan fe’asâ en yekûne minel müflihıyn;

Fakat kim yanlışından pişmanlıkla geri dönüp, iman edip imanının gereğini uygularsa, (işte onun) kurtuluşa erenlerden olması umulur. (A.Hulusi)

67 – Amma tevbe ve iman edip salâh ile çalışan kimse işte o felâh bulanlardan olmayı umabilir. (Elmalı)

 

Feemma men tabe ve amene ve amile salihan fakat tevbe eden iman eden ve salih amel işleyen doğru, iyi, yararlı ve güzel davranışlar üreten kimselere gelince. 3 şey; Tevbe, iman, Salih amel. Tevbe Allah’a yöneliş, yani önce arınma, “Lâ ilâhe” önce temizleme, önce süpürme, önce enkaz kaldırma. Ondan sonra iman; “İllallah” İman temizlenen yere iman binasını inşa etme. Ondan sonra amel. Bu binayı güzelleştirme, çevresini süsleme, yeşillendirme, musluklarından su akıtma, lambasından aydınlatma, içini pırıl pırıl etme ve onu diri ve ayakta tutma, onu sürekli bakımlı kılma. Yani işte kök işte gövde, işte meyve. Çünkü iman bir ağaçtır ki amel o ağacın meyvesidir.

fe’asâ en yekûne minel müflihıyn İşte böylelerinin kurtuluşa erenlerden olmaları beklenecek. Bu iman ağacını doğru ekip, doğru sulayıp, doğru gübreleyip, doğru bakıp ondan meyve alanların işte müjdesi bu. Kurtuluşa ereceği umulacak. Demek ki Kur’an bir kurtuluş tarifi yapıyor.

Bizim kurtuluş tarifimizden farklı. Biz kurtuluşa farklı şeyler yüklüyoruz, anlamlar yüklüyoruz. Kur’an sa kurtuluş deyince ebedi kurtuluşu anıyor. Bunu kastediyor. Bizim kurtuluşla kastettiğimiz şeyler, Kur’an a göre kurtuluş olmuyor. Kur’an eğer ebedi hayatta kurtulmuşsanız sem kurtuldun diyor. fekad fe’ase, fakat kurtuldun demiyor.sizin kurtulduğunuzu zannettiğiniz bir çok noktada; battın sen, bittin sen diyor Kur’an. Onun için kendi lügatını, kendi sözlüğünü Allah’ın lügatıyla eşitleyen, Allah’ın gör dediği yerden bakar.

 

68-) Ve Rabbüke yahlüku ma yeşau ve yahtâr* ma kâne lehümül hıyeretü, subhAnAllâhi ve tealâ ‘amma yüşrikûn;

Rabbin dilediğini yaratır ve seçer! Onların ihtiyârı (seçim hakkı) yoktur! Allâh Subhan’dır! Şirk koştukları şeylerden Âli’dir! (A.Hulusi)

68 – Rabbin dilediğini yaratır ve ihtiyar eyler, muhayyerlik onların değil, sübhan o Allah ve çok yüksek onların şirkinden. (Elmalı)

 

Ve Rabbüke yahlüku ma yeşau ve yahtâr ne ki dilediğini yaratan ve elçi seçen senin rabbindir. ma kâne lehümül hıyere zaten bu konuda onların seçim hakkı asla olmamıştır.

Bu iki cümlenin farklı bir çevirisi de şöyle yapılabilir; Dilediğini yaratan ve insanlar için hayırlı olanı seçen yalnızca senin rabbindir. Ki; Taberi ve Zemahşeri bu tür bir okumadan yanadırlar. Bu tür bir okuma da “ma” ismi mensul olarak görülmüş ve okunmuştur. Yani ilgi zamiri. Ellezi ilgi anlamına okunmuştur. Fakat benim tercih ettiğim çeviride “ma” nafiyedir yani olumsuzluk edatı olarak okunmuştur.

Aslında Taberi ve ona katılanlar bu ayeti cüz’i irade, Külli irade bağlamında okumuşlardır. Onun içinde ma kâne lehümül hıyere cümleciğini cüz’i iradeyi, insan iradesini reddetmeye eğilimli akımlar kullanmasınlar, istismar etmesinler diye bu okumayı tercih etmiştir. Fakat bu ayetin bağlamı yukarıdaki 65. ayetten yola çıkarak risaletle ilgilidir. Yani genel değildir özeldir. Peygamberlikle onun içinde burada ki hıyera, seçim peygamberin seçimiyle alakalıdır. O nedenle Allah peygamberi kendisi seçer.

Burada hatta bazı tefsirlerimizin ki onların başında elimize kadar ulaşan ilk tam tefsir olan Mukatil’in tefsirinde bir de sebeb-i nüzul zikredilir, iniş nedeni. Orada Velid Bin Muğire şöyle bir söz söyler. Eğer bu vahiy gelecek idiyse şu iki şehrin iki büyüğünden birine gelmeliydi. O iki büyükten biri kendisidir Velid Bin Muğire. Öbürü de Urve Bin Mes’ud Ettekafi yani sakif kabilesinin Taif’te yaşayan büyüğü Urve Bin Mes’ud’dur onun için onun söylediği bu söz Zuhruf/31 ayetinde nakledilir. Onun için Zuhruf/31 le bu ayeti açıklamak daha doğru bir yaklaşım olsa gerektir. Yani özetle burada ki seçim peygamber seçimidir ve elbette Allah’tan başka kimse peygamberi belirleme hakkına sahip değildir.

subhAnAllâhi ve tealâ ‘amma yüşrikûn yüceler yücesi Allah’ın aşkın olan zatı onların şirk koştukları her şeyin çok ötesinde, çok üstündedir. Sad/5 ayetiyle açıklanır yine Mukatil tarafından bu cümle.

 

69-) Ve Rabbüke ya’lemu ma tükinnü suduruhüm ve ma yu’linun;

Senin Rabbin onların içlerinde sakladığını da, açıkladıklarını da bilir. (A.Hulusi)

69 – Hem rabbin bilir onların sîneleri ne saklıyor ve de ilân ediyorlar. (Elmalı)

 

Ve Rabbüke ya’lemu ma tükinnü suduruhüm ve ma yu’linun onların göğüslerinde sakladıklarını da, açığa vurduklarını da en iyi senin rabbin bilir.

 

70-) Ve HUvAllâhu lâ ilâhe illâ HU* leHUl Hamdu fiyl ula vel’ahireti, ve leHUl hükmü ve ileyHi turce’un;

“HÛ” Allâh’tır, tanrı yoktur; sadece “HÛ”! Baştan sona Hamd O’na aittir ve dahi hüküm O’na aittir; O’na rücu ettiriliyorsunuz. (A.Hulusi)

70 – Allah o, başka tanrı yok ancak o, önünde sonunda hamd onun, hüküm onun, nihayet döndürülüp ona götürüleceksiniz. (Elmalı)

 

Ve HUvAllâhu lâ ilâhe illâ HU zira o kendisinden başka tanrı olmayan tek Allah’tır. leHUl Hamdu fiyl ula vel’ahirah bu dünyada da öte dünyada da hamd bütünüyle O’na mahsustur. Övgü ve sena yalnızca O’nadır. Yada; lafzen çevirirsek önünde de, sonunda da fiyl ula vel’ahirah hamd, övgü, sena sadece Allah’a mahsustur. Neden? Çünkü varlığın gerçek sahibi O’dur. Varlığın gerçek sahibi dururken onun dışında varlığı ona borçlu olanlara minnet etmek bir mü’mine yakışmaz. İşte burada hatırlatılan odur ki zaten biraz sonra gelecek olan ve Karun kıssasının en can alıcı boyutuyla anlatıldığı bu ayetler bir girizgah hükmü taşıyor o olaya. Şu anda işlediğimiz ayetler o olaya doğru hazırlıyor bizi. Yani mülkün sahibi kim. Kime minnet duyacaksın ey insanoğlu.

ve leHUl hükm nihai yargıda sadece O’na aittir. Yani son sözü Allah söyler. Sen söylersin, o söyler, tamam. Senin amaç saydığın aslında araçtır. Görebildiğin yere kadardır. Fakat unutma ki insanların iradelerinin tamamını birleştirseniz Allah’ın mutlak iradesi içerisinde sadece bir nokta kadar. Onun içinde son söz O’na aittir. Bu manada kozmik irade O’nundur. ve ileyHi turce’un zira sonunda O’na döndürüleceksiniz. Yani O’na döndürülecekseniz eğer;

Burada bir tek şeye dikkat etmemiz gerekiyor; hesabını verebileceğiniz bir hayat yaşamak. Eğer O’na döndürülecekseniz ki O’ndan geldiniz; sonuçta hesaba çekileceksiniz. Hesabını verebileceğiniz bir hayat yaşayın.

 

71-) Kul eraeytüm in ce’alAllâhu aleykümül leyle sermeden ila yevmil kıyameti men ilâhun ğayrullahi ye’tiyküm Bi dıya’* efela tesme’un;

De ki: “Düşünün bakalım… Eğer Allâh geceyi kıyamet sürecine kadar üzerinize sürekli kılsa, Allâh dışında size ışık olacak tanrı mı var? İşitmiyor musunuz?” (A.Hulusi)

71 – De ki: söyleyin bakayım eğer Allah üzerinizde geceyi Kıyamet gününe kadar sermedî kılarsa size bir zıya getirecek Allahın gayri tanrı kim? Halâ dinlemeyecek misiniz? (Elmalı)

 

Kul eraeytüm in ce’alAllâhu aleykümül leyle sermeden ila yevmil kıyameh de ki; hiç düşündünüz mü eğer Allah geceyi üzerinizde kıyamet gününe kadar sürekli kılsaydı, hiç kesmeseydi, gündüz hiç olmasaydı, Allah böyle takdir etseydi yani, men ilâhun ğayrullahi ye’tiyküm Bi dıya’ Allah’tan başka size aydınlık getirecek, sizi aydınlatacak, sizi ışıtacak bir tanrı var mıydı, ya da kimdi tam metine uyarak çevirirsek eğer. Allah’tan başka sizi aydınlatacak tanrı kimdi efela tesme’un hala bu sese kulak vermeyecek misiniz. Hala bu çağrıyı dinlemeyecek misiniz.

 

72-) Kul eraeytüm in ce’alellahu aleykümün nehare sermeden ila yevmil kıyameti men ilâhun ğayrullahi ye’tiyküm Bi leylin teskünune fiyh* efela tubsırun;

De ki: “Düşünün bakalım… Eğer Allâh gündüzü kıyamet sürecine kadar üzerinize sürekli kılsa, Allâh dışında, içinde sükûn bulacağınız bir gecenizi oluşturacak tanrı mı var? Bunu görmüyor musunuz?” (A.Hulusi)

72 – De ki: haber verin bakayım eğer Allah üzerinizde gündüzü kadar sermedî kılarsa size içinde dinleyeceğiniz bir gece getirecek Allahın gayri tanrı kim? Hâlâ görmeyecek misiniz? (Elmalı)

 

Kul eraeytüm in ce’alellahu aleykümün nehare sermeden ila yevmil kıyameh deki hiç düşündünüz mü eğer Allah gündüzü üzerinizde kıyamet gününe kadar sürekli kılmış olsaydı men ilâhun ğayrullahi ye’tiyküm Bi leylin teskünune fiyh Allah’tan başka size bağrında dinlendiğiniz geceyi getirebilecek tanrı kimdi efela tubsırun hala bu gerçeği görmeyecek misiniz.

Bu iki ayet birbiri ile bir bütün. Hakkı gören bir göz ve vahyin, ve konuşan kainatın sesini duyabilecek bir kulak var mı diyor, soruyor muhatabına. Yani bu ayetler aslında insanoğluna doğru yolu gösteren tek işaretler değil, eğer insanoğlu aklını doğru kullanırsa şu kainatta gördüğü, içinde yaşadığı gece ve gündüz dahi okunmayı bekleyen birer ayettirler. Bu ayetleri doğru okursa eğer o zaman inen vahyin gösterdiği hakikati kainattaki ayetlerde gösterir. Eşyanın çift kutupluluğuna bir atıf var bu ayetlerde. Gece ve gündüz, yani kozmik denge.

Tabii burada belki bir müddet sonra anlatılacak olan Karun kıssasında servet dengesinin nasıl dünya lehine bozulduğu dile getirilecek. Burada gece ve gündüzle insanın hayatında ki dengeyi Allah’ın nasıl sağladığını, hayatı oluşturan denge mekanizması bozulunca, veya bozulursa, farzı muhal bozulsaydı, olmasaydı insanın mevcut huzurunun kalmayacağı, mevcut değerleri üretemeyeceği güzel bir üslupla,muhteşem edebi bir üslupla anlatılarak aslında insana mesaj veriliyor. Dengeyi koru. Gecenin hakkını ver, gündüzünde. Gündüzün hakkı çaba göstermek, gecenin hakkı dinlenmek. Dinlenmeyi suç sayma, eğer iyi dinleniyorsan iyi bir sabaha hazırlanıyorsun demektir. Onun için;

Es Salâtu Hayrun mine’n Nevm. Namaz uykudan hayırlıdır. Yani uyku hayırlıdır da namaz uykudan daha hayırlıdır. Onun için daha hayırlı bir şey geldiğinde daha az hayırlı olanı terk edip ona geçin. Ama unutma ki Allah eğer gece ya da gündüzden birini vermemiş olsaydı bu ikisi bir birinin işine yaramazdı. Yani diğerinin işlevi de yok olurdu.

Belki hayata bakışı öğretiyor. Şöyle hayata bak eğer Allah küfrü vermeseydi, yani ne geziyor bu küfür, hiç olmasa olmaz mıydı dersen o zaman imanın değeri nasıl bilinecekti. Geceyi vermeseydi gündüzün değeri nasıl bilinecekti. Karanlığı yaratmasaydı aydınlığın değeri nasıl bilinecekti. O nedenle hayata dengeli bir bakışla oku. Hayatta var olan hiçbir şey  boşuna değildir. Ama sen hikmetini bulamıyor ve bilemiyor olabilirsin.

 

73-) Ve min rahmetiHİ ce’ale lekümül leyle ven nehare liteskünu fiyhi ve litebteğu min fadliHİ ve lealleküm teşkürun;

Rahmetinden sizin için geceyi ve gündüzü oluşturdu ki, (gecede) dinlenesiniz, (gündüzde) O’nun lütfundan talep edesiniz ve şükredesiniz (değerlendirerek müteşekkir olasınız). (A.Hulusi)

73 – Rahmetinden o sizin için hem geceyi hem gündüzü yaptı ki hem içinde dinlenesiniz ve hem çalışıp fazlından isteyesiniz de şükredesiniz. (Elmalı)

 

Ve min rahmetiHİ ce’ale lekümül leyle ven Nehar evet O size olan rahmetinin bir ifadesi olarak geceyi ve gündüzü var etti. Zaten burada da kendisi yukarıdaki ayetleri açıklıyor vahiy. liteskünu fiyhi ve litebteğu min fadliH ilkinde bağrında dinlenesiniz diğerinde O’nun lûtfundan payınıza düşeni arayasınız diye ve lealleküm teşkürun belki böylece şükretmiş olursunuz.

 

74-) Ve yevme yünadiyhim feyekulü eyne şürekâiyelleziyne küntüm tez’umun;

O süreçte onlara hitap eder, şöyle der: “Nerede o ortaklarım zannettikleriniz?” (A.Hulusi)

74 – Ve hele onlara haykırıp ta nerede o zulmettiğiniz şeriklerim diyeceği gün. (Elmalı)

 

Ve yevme yünadiyhim feyekulü eyne şürekâiyelleziyne küntüm tez’umun ve o gün Allah onlara seslenecek ve öteden beri bana ortak olduğunu düşündükleriniz hani neredeler diye soracak.

 

75-) Ve neza’na min külli ümmetin şehiyden fekulna hatu burhaneküm fealimu ennel Hakka Lillâhi ve dalle anhüm ma kânu yefterun;

Her ümmetten bir şahit (Rasûl) çıkartıp dedik ki: “Hadi kesin delilinizi getirin!” Bunun üzerine bildiler ki Hak Allâh içindir! Uydurdukları şeyler de, kendilerinde kaybolup gitti! (A.Hulusi)

75 – Hem her ümmetten birer şahit çıkardık ta haydin bürhanınızı dedik mi o vakit Hakk Allahın olduğunu bilmişler ve o uydurdukları şeyler kendilerinden kayıp olup gitmişlerdir. (Elmalı)

 

Ve neza’na min külli ümmetin şehiyde zaten, yani burada şöyle bir ara cümle fahval hitaptan söz geliminden anlıyoruz; O demeye kalmadan, o sorduğu cevap vermeye kalmadan biz her ümmetten bir şahit çıkarmış olacağız.

Hani biraz önce 65. ayette tefsir ederken demiştim ki yarısı ilerde gelecek 75. ayette o işte bu. A’raf/6. ayetini ikiye bölelim, birinci kısmını 65. ayet 2. kısmını 75. ayet temsil ediyor. İşte burada ikinci bölüm geldi. Ne bu?

Ve neza’na min külli ümmetin şehiyde yani biz her ümmetten bir tanık çıkarmış olacağız o ağzını açmadan. Kim o tanıklar? Elbette ki öncelikle peygamberler. Peygamberler gönderildikleri ümmetlerine tanıktırlar, şahittirler. Allah onların tanıklığını dikkate alacaktır. Onun için de şehiyddirler. fekulna hatu burhaneküm ve dönüp; Haydi getirsenize delilinizi diyeceğiz. fealimu ennel Hakka Lillâhi ve dalle anhüm ma kânu yefterun sonuçta onlar fena bir biçimde anlayacaklar ki gerçek bütünüyle Allah’tan yanaymış. Evet, ennel Hakka Lillâh gerçek meğerse Allah’tan yanaymış. Ve çarpık tasavvurlarının ürettiği sahte tanrılar kendilerini yalnız bırakmış olacak. Yani çekilip gidecekler. Veya görünmeyecekler ve dalle anhüm ma kânu yefterun.

Yefterun burada üretilen şey, ürettikleri şey demektir. Yani yok aslında, aslı yok. Fakat üretmişler. Sanal tanrılar, simülatif tanrılar. Yok aslında. Sanal tanrı. Yani tanrı zannettikleri, tanrı işlevi yükledikleri. Ama değil. Buna iftira diyor Kur’an. Hem de iftiranın en büyüğü Allah’a iftira. Bu manada biz yamuk tasavvurun ürünü diyoruz buna. Tasavvurlarında imal ettikleri. Yok ama varmış gibi imal ettikleri şey.

Çarpık tasavvur sahte tanrıların imalathanesidir. Eğer bir tasavvur çarpılmışsa, yamulmuşsa, şaşırmışsa sürekli sahte tanrı üretir. Kendi ürettiği tanrıya kendisi kul olmaya başlar. Korku üretir, endişe üretir, tutku üretir. Kara, ak değil kara sevda üretir. Her ne ise, ama ürettiğine döner kendisi tapınmaya başlar.

Yeni bir pasaja giriyoruz. Bütün bu ayetler aslında bu pasajda verilen örneğe bir giriş hükmü taşıyordu. İşte bu surenin en çarpıcı örneklerinden biri. Servet ahlakıyla ilgili bir tarihi örnek.

 

76-) İnne Karune kâne min kavmi Musa febeğa aleyhim* ve ateynahu minel künuzi ma inne mefâtihahu letenuü Bil usbeti ülil kuvveti, iz kale lehu kavmühu lâ tefrah innAllâhe lâ yuhıbbül ferihıyn;

Muhakkak ki Karun, Musa’nın kavminden idi de onlara haddi aşıp zulmetti… Ona öyle hazineler vermiştik ki onların anahtarları güçlü bir gruba ağır gelirdi… Hani yurttaşları ona dedi ki: “Şımarma, muhakkak ki Allâh şımarıp taşkınlık gösterenleri sevmez.” (A.Hulusi)

76 – Hakikaten Karûn Musâ’nın kavminden idi de onlara karşı bağyetmiş idi, ona öyle hazîneler vermiştik ki anahtarları cidden güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu, o vakit kavmi ona şöyle demişti: güvenme çünkü Allah güvenenleri sevmez. (Elmalı)

 

İnne Karune kâne min kavmi Musa Unutmayın ki Karun da Musa kavmine mensup biriydi.

Karun bazıları Tevrat’ın sayılar bölümünde hikayesi anlatılan Korah la özdeşleştirirler Karun’u. Kur’an da anlatılan Karun’u ki Kur’an da da sadece burada geçmez aslında. Mü’min suresinde de geçer, ankebut suresinde de geçer , hatta üçlü olarak geçer. Firavun, Haman, Karun oralarda. Nedir bu üçlü. Bu üçlü; üç erke delalet eder tarih boyunca. Siyasal erk; firavun. Bürokratik erk Haman. Ekonomik erk Karun. Bu üçü tarih boyunca küfür ve zulüm merkezleri bu üç alanı hedeflemişlerdir. Siyaset, bürokrasi ve ekonomik. Bu üç alanda birden eğer küfrün ve zulmün eline geçerse artık orada, o toplumda zulüm payidar olur. O toplumu zulüm yönetmeye başlar. Onun için siyasal erki firavun, bürokratik erki Haman, ekonomik erki Karun’la temsil ediyordu firavun zulmü ve işte bunların üçüncü ayağı olan ekonomik ayağı olan Karun’un o Karunlaşma mantığı, süreci burada ele alınıyor.

Tevrat’ta geçen Korah’la Kur’an da anlatılan Karun bazı müfessirler benzeştirse de, hatta aynılaştırsa da iki olay arasında fark var.

1 – Ankebut ve Mü’min, Ahkâf, suresinde Karun Firavun ve Haman ile birlikte işbirlikçi olarak anılır. Çok ilginçtir Hz. Musa’nın kavmindendir. İsrail oğullarındandır, onlara mensuptur bu ayette söylendiği gibi. Hatta tüm yorumcular Hz. Musa’nın akrabası olduğunu söylüyorlar. Amca çocuğu, ya da yeğeni olduğu söylüyorlar. Yani bu kadar yakın bir akraba. Fakat ilginçtir, İsrail oğullarına mensup olmasına, kendisini ezen firavuna yardakçılık ve işbirlikçilik yapıyor. İsrail oğullarına mensup olmasına rağmen. Hz. Musa’ya yakın olmasına rağmen. Böyle bir işbirlikçinin hayatı anlatılıyor. Servet uğruna, serveti elde tutmak uğruna ait olduğu iman kitlesinden kopup, kendisine zulmeden insanın iktidarına payanda olmak, koltuk değneği olmak. İşte bu ilginç bir tarihsel örnek, ibretlik bir sahne bu aslında.

2 – İkincisi Yani Karun, Haman’la birlikte, firavunla birlikte anılıyor, oysa Korah olayı mısırdan çıkıştan sonra. Tevrat’ta anlatılan korah olayı. Çıkıştan sonra İsrail oğulları içerisinde meydana gelmiş bir olay. İkincisi Karun olayı mal mülk eksenli olarak Kur’an da ele alınıyor, Korah olayı Tevrat’ta ki Hz. Musa’ya ufak çaplı bir siyasal isyan olarak ele alınıyor. Müşterek tek noktası akıbetleri, yere batma biçiminde. İki olayda da sonuç yere batma biçiminde gerçekleşiyor ki bu mecazdır aslında. Bu insanların sonuç alamamaları ve en sonunda kaybetmeleri anlamına geliyor.

Tefsirlere göre Hz. Musa malının sadakasını istemiştir Karun’dan, fakat Karun vermeyi reddetmiştir. Yine bir başka yoruma göre tefsirde bunun üzerinde Hz. Musa’ya Karun, iftira komplosu kurmuştur. Yani bütün bu olaylar olmuştur veya olmamıştır tefsirlerin naklettiği bu olaylar, ama Karun Kur’an da açıkça ifade edildiği gibi İsrail oğullarına mensup biridir, buna rağmen zulmün işbirlikçisidir. Kendisine zulmeden bir gücün koltuk değnekliğine gönüllü olmuştur ve burada da o dile getiriliyor.

Ayetten ibret alınacak nokta şu; Hz. Musa’ya akraba olacak kadar yakın bir insan azabiliyor ve Hz. Musa ona hidayet edemiyor. Yani hidayet elinde olmuş olsaydı bu akrabasına ve kavminin bu seçkin insanına ederdi. Burada 56. ayete de zımni bir gönderme var. Yani sen sevdiğini doğru yola iletemezsin;

İnneke lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa’ (56) fakat Allah isterse dilediğini doğru yola ulaştırır ayetine de bir zımni atıf var gibi. Aynı zamanda bu atıf Yahudilerin kutsal ırkçlığını ret. Ey kutsal ırkçılığı, yani ırki değerlerini imanlarıyla karıştıran kavim. Bakın Karun’da İsrail oğullarından dı ama ihanet etti. Sizin en büyük düşmanınızın koltuk değneği oldu. O halde siz kutsal ırk teranesine, yalanına nasıl sarılabiliyorsunuz. Eğer ırk belirleyici olsaydı Karun’un ırkı da sizdendi. Ama görüyorsunuz belirleyici değil.

febeğa aleyhim fakat onların omuzlarında yükselerek haddi aştı. Beğa aleyhi câr ve mecruru ile birlikte gelince ekonomik bir sömürüye bir atıf. Yani Febeğa aleyhim onların omuzlarına çıktı, onların omuzlarından onlara zulmetmeye başladı. Beğa; haddi aştı, sınırı geçti, taşkınlık yaptı anlamına. Ama aleyhim ibaresi ile birlikte onların omzuna basarak yükseldi, fakat bunu onların aleyhine kullandı sonucunu çıkarabiliriz.

Etrafınızda görebilirsiniz bu örnekleri. Siz yüceltirsiniz, daha doğrusu sizi sömürerek bir yere gelir, veya sizin sayenizde, veya sizin yardımınızla, desteğinizle bir yere gelir, geldiği yerde sizin kafanıza ayaklarıyla vurmaya başlar. Böyle bir tipi canlandırıyor aynı zamanda.

ve ateynahu minel künuzi ma inne mefâtihahu letenuü Bil usbeti ülil kuvve zira biz kendisine öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını taşımak bile güçlü kuvvetli bir müfrezeye, yani bir manga adama zor gelirdi. Bil Usbe. Aslında kırka kadar insan topluluğuna denilir. Burada mafâtihahu; hem anahtar anlamında ki miftah, yada Miftah, yani hemzesiz. Hem de korumaya alınan şey hazine. Anahtar kilit altındaki şey anlamına gelen meftah’ın çoğuludur. Onun için iki anlama da alınabilir aslında.

Bu ayetler serveti yermiyor, dikkat buyurun. Biz vermiştik diyor rabbimiz biz vermiştik. Kötü bir şey olduğunu söylemiyor servetin. Fakat servetle şımarmayı ve paylaşmamayı yeriyor.

Cüneyd-i Bağdadi’nin fakr tarifini hatırlayın lütfen. Ne diyordu? Fakr’ı tarif ederken; fakirlik nedir fakr nedir; Her şeye sahip olduğun halde hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir. Evet, bazı insanlar vardır ki hiçbir şeye sahip değildir, fakat en ufak bir şeye sahip olsalar kendisine onun sahip olmasının önüne geçemezler. Hatta hatta bazıları sahip olmadıkları şeyin kölesidirler. Lafıyla dahi kölesi olduklarını gösterirler. Sahip değildir ama, mesela zenginin malı züğürdün çenesini yorar hesabı, sahip olmadıkları şeyler onların gece rüyalarını gündüz hayallerini süsler.

İşte budur bela. Fakr nedir? Her şeye sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir. Yani aracı araç olarak tutmandır. Serveti binek olarak tutmandır, servetin bineği olman, daha doğrusu serveti sırtına bindirmen değil.

iz kale lehu kavmühu bir gün kavmi ona dedi ki; lâ tefrah innAllâhe lâ yuhıbbül ferihıyn şımarma, çünkü Allah şımarıkları sevmez.

 

77-) Vebteğı fiyma atakellahüd darel’ ahırete ve lâ tense nasıybeke mined dünya ve ahsin kema ahsenAllâhu ileyke ve lâ tebğıl fesade fiyl Ard* innAllâhe lâ yuhıbbül müfsidiyn;

“Allâh’ın sana verdiklerinden, gelecek yurdunu (kazandıracaklarını) iste, dünyadan da nasibini unutma! Allâh sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et! Yeryüzünde bozgunculuk yapma! Muhakkak ki Allâh bozgunculuk yapanları sevmez!” (A.Hulusi)

77 – Ve Allahın sana bu vergisi içinde sen Âhiret evini ara ve Dünyadan nasîbini unutma da Allahın sana ihsan ettiği gibi ihsan et ve Yer yüzünde fesat arama, çünkü Allah müfsitleri sevmez. (Elmalı)

 

Vebteğı fiyma atakellahüd darel’ ahıreh gel, sen Allah’ın sana verdiklerini doğru yolda harcayarak ahiret yurdunun mutluluğunu ara. Bakınız aslında birilerinin dilinden rabbimiz tüm servet sahiplerine böyle nasihat ediyor. Yani gel şu serveti doğru kullan. Gel şu serveti Allah’ın rızasını elde etmede araç olarak kullan, amaçlaştırma. ve lâ tense nasıybeke mined dünya dengeye bakınız, harika dengeye. Üstelik dünyadan da nasibini unutma. Yani yine şu duayı et;

Rabbenâ âtina fid’dünyâ haseneten ve fil’âhireti haseneten ve kınâ azâbennâr. (Bakara/201) Bu duayı bize Kur’an öğretti çünkü. Ey rabbimiz bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellikler ver. De. Onun için dengeli ol. Buradaki dünya ahiret dengesi aslında asıl servet; sana ebedi serveti kazandırandır. İyi bir istikbal kurmak için araç olandır.

İstikbal, yani mobilya markası değil lütfen. İstikbal, hatta dünya hayatının sonu da değil, İstikbal ahirettir. Gerçek istikbal ölüm ötesidir. İyi bir istikbal deyince  mü’min bunu anlar. Çocuğun istikbalini kurtar cümlesini, duyduğunda bir Müslüman, çocuğun ahiretini kurtarmayı anlar.

ve ahsin kema ahsenAllâhu ileyk Allah’ın sana iyilikte bulunduğu gibi sen de başkalarına iyilik yap ve lâ tebğıl fesade fiyl Ard ve sakın ola yeryüzünde haddi aşarak bozgunculuk çıkarayım deme, paylaş, tahakküm aracı kılma serveti.

Bu öğütler bunu söylüyor. Paylaşmayı öğren. Allah sana vermişse sınav için vermiştir. Paylaşırsan sınavı geçersin. Unutma sana verirken birilerini de sana yüklemiştir, senin defterine yazmıştır. Onlara senin elinle vermek istemiştir. Dur bakalım, benim onlar için kendisine verdiğimi o da onlara verecek mi diye seni sınamaktadır. Eğer paylaşırsan sınavı geçersin. Yoksa serveti tahakküm aracı olarak kullanırsın.

innAllâhe lâ yuhıbbül müfsidiyn çünkü Allah bozguncuları asla sevmez.

[Ek bilgi; KARUN KISSASI; Karun, Musa (a.s.)’mn amcasının oğlu olup son derece zengindir. Bundan dolayı kendisini halktan üstün görüp büyüklenmiş, kibirlenmiştir. Firavun ve kavminin helakinden sonra, Musa (a.s.) ve kavmi Mısır’a onların yerlerine ve yurtlarına yerleşmişler, Karun da orada kavminin en zengini olmuştur.

İsrail oğulları Mısır’a yerleşince Musa (a.s.) başkanlığı ve kurban işlerini kardeşi Harun (a.s.)’a vermiştir. Bunu hazmedemeyen Karun, Musa (a. s.)’ya şöyle der: «Ey Musa, sen peygamber oldun, kardeşini de reis yaptın, bize bir şey yok mu?»

Bunun üzerine Musa (a.s.) ona şu cevabı verir: Ey Karun, bunu ben kendi arzum ile yapmadım, Allahü Teâlâ’nm emriyle yaptım.» Karun da «bu sözlerin doğru olduğunu bana ne ile ispat edeceksin» der. Musa (a.s.) sözlerinin doğruluğunu Karun’a ispat etmek için kavminin ileri gelenlerini toplar, onlara «herkes benim yanımdaki asasını alsın ve sabaha kadar yanında saklasın» der. Herkes asasını alır, geri kalanları da Musa (a.s.) bir araya toplar. Sabahleyin Harun (a.s.) ‘un asasının yeşerip hareket ettiğini görürler.

Musa (a.s.) kavmine ve Karun’a «bu âsânın yeşermesi ve hareket etmesi benim sözümün doğruluğunu ve Harun’un üstünlüğünü gösterir» der.

Karun, peygamberini yalanlayarak «bu senin yapmış olduğun bir sihirdir, ondan dolayı Harun’un âsâsı yeşermiştir» der. Onun bu hareketine çok üzülen Musa (a.s.) oradan ayrılır, kavmi de kendisini takip eder.

İbn Abbas (r.a.) da Karun hakkında şöyle der: Allahü Teâlâ, Musa (a.s.)’ya zekâtı emrettiği vakit Karun’a gider ve «Allah bana zekâtı emretti. Malının her iki yüz dirhemine mukabil beş dirhemini, zekât olarak vereceksin» der. Karun bunu kabul etmez. Bu defa Musa (a.s.), «her iki yüz dirhem karşılığı bir dirhemini zekât olarak vereceksin» der.

Karun bunu da kabul etmez ve halkı Musa (a.s.) ‘ya karşı kışkırtarak şöyle konuşur: «Ey kavmim. Mûsa sizin elinizdeki mallara da göz koydu, onları da sizden alacak. Bu hususta ne düşünüyorsunuz, ne yapmamız lâzımdır?»

Kavmi de «biz seninle beraberiz, ne dersen onu yaparız» derler. Kavminden cesaret alan Karun «biz ona iftira ederek zina isnat edelim, kendisini temize çıkaramayınca zina suçundan dolayı recmederek öldürelim ve böylece onu aramızdan çıkartalım» der.

Kavmi de Karun’un bu görüşünü kabul eder. Daha sonra Mûsa (a.s) ‘ya iftira atmak-için tuzak hazırlarlar. Ve bir zâniye kadın bulup onu kandırarak «Mûsa benimle zina etti» diye halkın içinde bağırmasını isterler. Kadın da bunu kabul eder.

Bunun üzerine Karun ve arkadaşları, Mûsa (a.s.)’nın yanma gelip «Ey Mûsa, bir insan hırsızlık yaparsa bunun cezası nedir?»’ diye sorarlar. Mûsa (a.s.) da «hırsızın cezası elinin kesilmesidir» der. Onlar «bunu sen yapsan da hüküm aynı mıdır?» diye tekrar sorarlar. Mûsa (a.s.) da «evet» cevabını verir. Onlar daha sonra zina hakkındaki hükmü sorarlar. Mûsa (a.s.) da «zina yapan kadın olsun erkek olsun, eğer başlarından nikâh geçmiş ise ceza olarak recmedilmeleri gerekir der. Onlar yine «bu sen olsan da hüküm aynı mıdır?» diye sorarlar. Mûsa (a.s.) da «evet» cevabını verir.

Bunun üzerine Karun ve arkadaşları «Ey Mûsa, sen zina ettin» diye bağırmaya başlarlar. Hiç beklemediği bir anda böyle bir iftiraya maruz kalan Mûsa (a.s.)’nın canı çok sıkılır ve “ben mi zina ettim?» diye onlara sorar ve kendilerini ispata davet eder.

Onlar da kandırdıkları o zâniye kadını çağırırlar ve Mûsa (a.s.)’nın huzuruna getirerek «işte sen bununla zina ettin» derler. Mûsa (a.s.)’nm huzuruna giren zâniye kadın onun azametli bakışları karşısında donakalır, dili tutulur, bir şey söyleyemez. Mûsa (a.s.) bunun kendisine bir tuzak olduğunu anlar ve kadına *ey kadın, denizi ikiye ayırıp İsrail oğullarını selâmete çıkaran, Firavun ve kavmini helak eden, bana Tevrat’ı Hak kitap olarak gönderen Allah hakkı için doğru söyle. Bunlar niçin bize iftira ediyorlar?» der.

Mûsa (a.s.)’nın bu ifadesi karşısında sarsılan kadın, şaşkına döner ve şöyle der:

«Ey Mûsa, sen gerçekten peygambersin. Bunlar beni kandırıp sana iftira etmemi istediler. Sen bütün bunlardan berisin. Halbuki ben yanılmışım, bunlar yalancılar ve müfterilerdir.»

Bunun üzerine Mûsa (a.s.) secdeye kapanıp Rabbine yalvararak gözyaşı döker. O gözyaşı dökerken Yüce Halik vahy edip şöyle buyurur: «Ey Mûsa, niçin ağlıyorsun? Yeri senin emrine verdim, ona hükmet ne dilersen onu yapsın.»

Sonra Mûsa (a.s.), Karun’un yanına gelir, o sırada adamları da oradadır. Karun’a kızarak «ey Allah’ın düşmanı, bana iftira edip halk arasında fesat çıkardın» der.

Gurur içinde tahtında oturan Karun, Mûsa (a.s.)’ya daha ağır söz söyler. Buna çok üzülen Musa (a.s.) yere; «ey yer, bunları yut» der. Yer yarılır Karun ve arkadaşları dizlerine kadar toprağa gömülürler.

Bu meyanda evleri ve sarayları da toprağa gömülür. Karun ve arkadaşları kurtulmaya çalışırlar, fakat kurtulamazlar. Kurtulamayacaklarını anlayınca Musa (a.s.)’ya yalvarmaya başlarlar ve «Ey Musa, bizi kurtar» diye nida ederler.

Onlar yalvardıkça Musa (a.s.)’nın kızgınlığı daha da artar «ey yer, bunları yut» diye emreder. Bu defa yer biraz daha açılır ve göbeklerine kadar batarlar. Kendi uğraşmalarıyla kurtulamayacaklarını anlayınca, Musa (a.s.)’ya daha fazla yalvarmaya başlarlar.

Bu defa Musa (a.s.) «ey yer, onları yut» diye tekrar nida eder. Yer biraz daha yarılır, koltuğa kadar yere batarlar. Aynı nispette evleri ve sarayları da yere batar. Artık kurtulma şansları azalan insanlar avaz avaz Musa (a.s.)’ya yalvarmaya devam ederler. Fakat Musa (a.s.) onların yalvarışına aldırmaz ve «ey yer, bunları yut» der. Bu defa yer, biraz daha açılır, boyunlarına kadar onları yutar.

Her şeyden ümidini kesen Karun «Ey Musa, Allah hakkı için bana acı, beni kurtar, sana yalvarıyorum» der. O anda Karun’a ne malı, ne serveti, ne sarayı fayda verir. Musa (a.s.) yalvarmasına aldırmaz ve yere «ey yer, bunları yut» diye nida eder. Yer biraz daha açılır, onları evleriyle, saraylarıyla yutar, yok eder. Yerlerinde hiçbir şey kalmaz.

Bunu gören Musa (a.s.) oradan sevinçle ayrılır, gider. O anda Allahü Teâlâ vahy edip şöyle buyurmuştur: «Ey Musa, sen ne kadar katı kalplisin. Kullarım yetmiş kere senden medet dilediler de sen onları bağışlamadın. Azametim ve celâlim hakkı için benden bir defa medet dileselerdi onları bağışlardım.»

Bundan sonra Hâlik-ı Mutlak yeri kimsenin emrine müsahhar kılmamıştır. Karun ve adamları kıyamete kadar her gün yerin dibine aşağı boyları nispetinde batacaklardır.

(Tefsirü’l-Kur’an- Ebü’l-Leys Semerkandi)]

 

78-) Kale innema utiytühu alâ ılmin ındiy* evelem ya’lem ennAllâhe kad ehleke min kablihi minel kuruni men hüve eşeddü minhu kuvveten ve ekseru cem’a* ve lâ yüs’elü an zünubihimül mücrimun;

(Karun) dedi ki: “O (hazineler) bana bildiklerimin sonucu olarak verilmiştir!” Bilmedi ki Allâh, ondan önce, kuvvetçe ondan daha güçlü ve çok daha zengin nice nesiller helâk etmiştir! Suçlulara, suçları sorulmaz (yalnızca sonuçlarını yaşarlar)! (A.Hulusi)

78 – Ben ona, sırf bendeki bir ilim sayesinde nâil oldum dedi, Allahın ondan evvel o kurûn içinden kuvvetçe ondan daha şiddetli ve cemiyetçe daha kesretli nice kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Mücrimler günahlarından suâl de olunmaz. (Elmalı)

 

Kale bakalım ne dedi Karun mantığı, Karun aklı. Burada kişiler değil. Bir mantık, bir akıl ele alınıyor. Çünkü kişiler tarihseldir, ölürler giderler. Fakat mantık tüm zamanlarda yaşar. O mantığın bu günkü sahipleri de vardır. İşte onlara hitap ediyor.

innema utiytühu alâ ılmin ındiy herkes bilsin ki ben bu servete kendi bilgim ve becerim sayesinde ulaştım dedi.

Evet, Kutsalla bağını koparan her servet, sahibini saptıran bir şeytan işlevi görür. Kutsalla bağını koparan her servet sahibi için bir şeytandır. Neden onu saptırır? Karun; Mülkün, servetin emanet olduğunu unuttu, hatta reddetti. Problem burada. Emaneti kendi mutlak mülkü zannetti. Mutlak sahiplik iddiasında bulundu. Fakat sahibi olsaydı gerçekten verirdi değil mi? Veremeyenler, aslında sahibi olamayanlardır. Kişi sahibi olduğu şeyi verir. Kişi sahibini veremez. Malınız sizin sahibinizse o sizi verir. Siz malınızın sahibi iseniz siz onu verirsiniz. Onun için sahibi olursanız paylaşabilirsiniz.

evelem ya’lem ennAllâhe kad ehleke min kablihi minel kuruni men hüve eşeddü minhu kuvveten ve ekseru cem’a o bilmez miydi ki Allah kendisinden öneki kuşaklar içerisinden ondan daha güçlü kuvvetli, ve maddi birikimi daha fazla olan nicelerini helâk etmiştir. Hatırlamıyor mu bu gerçeği.

ve lâ yüs’elü an zünubihimül mücrimun artık suçu tabiat haline getirenlerin günahlarından sual olunmaz. Niçin sual olunmaz. Bakın suçu tabiat haline getirenler diye çevirdim el mücrimun’u. El Mücrim, mücrimun; çünkü isim olmuş. Artık birine isim olmuş, suç adı haline gelmiş adamın. Suçu tabiat haline getirmiş. Suçu öyle içselleştirmiş ki, öyle yüreğine giydirmiş ki iki ayaklı suç olmuş. Onun içinde mücrim olmuş. Onun için böyle çevirdim değerli dostlar.

Suçu tabiat haline getirenlerin günahlarından sual olunmaz. Neden olunmaz? Rahman/41. ayetini hatırlayalım;

Yu’reful mücrimune Bi siymahüm..(Rahman/41) suçlular yüzlerinden tanınırlar. Sual olunmaz gerek yok.

 

79-) Feharece alâ kamihi fiy zinetih* kalelleziyne yüriydunel hayeted dünya ya leyte lena misle ma utiye Karunü, innehu lezû hazzın azıym;

(Karun) zenginlik göstergeleriyle yurttaşlarının arasına çıktığında; dünya hayatını (en sefil yaşamı) arzulayanlar dedi ki: “Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı… Şüphesiz büyük bir keyif ehlidir o!” (A.Hulusi)

79 – Derken ziyneti içinde kavmine karşı huruç etti, Dünya hayati arzu edenler ah, dediler, ne olurdu şu Karûn’a verilen gibi bizim de olsa! O cidden büyük bir bahtiyar. (Elmalı)

 

Feharece alâ kamihi fiy zinetih ve işte bu kişi günlerden bir gün kavminin karşısına görkem ve gösteriş içinde çıkar. kalelleziyne yüriydunel hayeted dünya ya leyte lena misle ma utiye Karun Evet, kitlelerin nasıl bir davranış sergilediğine harika bir örnek. Yalnızca dünya hayatını isteyen kitleler, yığınlar, kalabalıklar ona bakıp; A..! Keşke ne olurdu Karun’a verilen kadar bize de verilseydi. innehu lezû hazzın azıym şu kesin ki o gerçekten de çok şanslı biriymiş derlerdi. Öyle demişler.

Kitlelerin, yığınların servete bakışı, şaşı bakışı bu. Her şey şimdi ve burada için kitlelere göre. Yani yaldızına bakıyorlar. Arkasına değil. Onun içinde yaldızın arkasında ki affedersiniz tenekeyi görmüyorlar. Altın yaldıza batırılmış bir teneke. Fakat altın zannediyorlar. Onun içinde keşke diyorlar, ah keşke bize de bu kadar verilseydi. Akıbeti düşünecek kadar ufukları yok onun için bugünkü dersimizin girişinde kabuğu geçen bir bakışa atıf yaptı ayetler. Eşyanın kabuğuna değil özüne bakmaya teşvik etti. İşte bu örneği getirecekti de onun için.

 

80-) Ve kalelleziyne utül ılme veyleküm sevabullahi hayrun limen amene ve amile saliha* ve lâ yülekkahâ illes sabirun;

Kendilerine ilim verilenler ise dedi ki: “Yazıklar olsun size! İman edip imanının gereğini uygulayanlara, Allâh’ın vereceği karşılık daha hayırlıdır… Ona da ancak sabredenler kavuşturulur!” (A.Hulusi)

80 – Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise yazıklar olsun size dediler: Allahın sevâbı iman edip salâh ile çalışan kimseler için daha hayırlıdır, ona ise ancak sabredenler kavuştular. (Elmalı)

 

Ve kalelleziyne utül ılm fakat kendisine hakikat bilgisi verilmiş olanlar, utül ilm; Bilgi verilenler. El ilm; Aslında sadece bilgi data, veri anlamına gelmiyor. Bilgiyi hikmetle işleyenler, bilginin amacını keşfedenler. Bilgi; ilim, alametten gelir. Bilginin maksada atıf olduğunu bilenler. Yani eşyanın bir parmak olduğunu anlayıp parmak ayı gösterirken parmağa değil aya bakanlar. Kabuğuna değil illet ve akıbetine bakarlar. Servetin sınav olduğunu bilenler bu bağlamda.

veyleküm sevabullahi hayrun limen amene ve amile salihan Yazıklar olsun size, iman eden ve salih amel işleyen kimselere Allah’ın verdiği ödül çok daha hayırlıdır ve lâ yülekkahâ illes sabiru ama ona sabredenlerden başkası kavuşamaz. Derlerdi.

Evet, gerçek servet nedir sorusunun cevabını veriyor bu ayet. Elbette yere batmayan bir servet gerçek servettir değil mi, Yere batan servet gerçek servet midir. Servet dediğiniz yer sarsılınca yıkılmayacak olandır. Servet dediğiniz siz ölünce ölmeyecek olandır. Servet dediğiniz toprakta çürümeyecek olandır. Servet dediğiniz onun bunun elinde çar çur olmayacak olandır. Yani ki servet sizinle beraber ebediyete intikal edendir. Onun için sevgili Nebi Akıllı zengin kimdir biliyor musunuz diye sormuştu bir gün. Kimdir Ya Resulallah dediklerinde; Kazandığını götürendir ve tersini de ahmak zengin olarak tarif etmişti. Götüremeyeceğine yatırım yapandır. Ömrünün tamamını götüremeyeceği şeylere harcayandır. İşte servet tanımı bu.

 

81-) Fehasefna Bihi ve Bidarihil’Arda fema kâne lehu min fietin yensurunehu min dunillâh* ve ma kâne minel muntasıriyn;

Nihayet onu (Karun’u) da onun mekânını da yerin dibine geçirdik! Allâh dûnunda ona yardım edecek birileri de yoktu… O kendini kurtaranlardan olmadı! (A.Hulusi)

81 – Derken biz onu hem de sarayı ile yere geçiriverdik o vakit Allaha karşı yardımına gelecek taraftarları da olmadı, kendini kurtaracaklardan da değildi. (Elmalı)

 

Fehasefna Bihi ve Bidarihil’Ard Nihayet onu da, onun evini barkını da yerin dibine geçirmiştik. Fehasefna, yerin dibine geçirdik biz onu diyor. Yere geçme; her şeyi yitirdiğinin deyimsel bir ifadesi olabilir. yani nihayetinde o ömrünü uğruna harcadığı şey yok oldu. Zaten bizde de deyimsel olarak bu kullanılır. Yerin dibine geç, yerin dibine geçsin servetin. Serveti yere batsın derler. Aslında bu yere batsın anlamı taşımıyor, elinden alınsın, yok olsun, ondan mahrum olsun anlamına kullanılan mecazi bir ifade.

fema kâne lehu min fietin yensurunehu min dunillâh artık Allah’tan başka kimse onun yardımına yetişemezdi.

İbarenin manası bu. Fakat devamında ki cümle ile bu ibare arasında zihnimiz tarafından doldurulması istenen bir cümle olması lazım.  O cümle de Allah’u alem şu; Ne ki ona Allah’ta yardım etmedi. Yani onun yardımına Allah’tan başkası yetişemezdi, fakat ona Allah’ta yardım etmedi, ve ma kâne minel muntasıriyn zira o yardımı hak edenlerden değildi.

Evet, yardımı hak etmediği için Allah’ta onun yardımına yetişmedi. Araç amaçlaşırsa insan nesneleşir dostlar. Alet maksat olursa, insan nesne olur. Ne demek bu; Allah onu öznesinin eline mahkum eder. Eğer siz kendinizi servetin nesnesi kılarsanız, Allah sizi öznenizin eline mahkum eder. Bu şu demektir; Siz servetin kölesi olursunuz. Allah sizi onun kölesi eder. Zincirinizi onun eline verir, ipinizi. Artık sizi servetiniz yönlendirir, siz servetinizi değil. Artık sizi servetiniz idare eder, siz servetinizi değil. Artık sizin sırtınıza servetiniz biner, siz onu taşıyan bir binek olursunuz. O altınızda sizi miraca taşıyan bir Burak olmaz. Yani servet sizin için bir araçken, siz onun için bir araç olmaya başlarsınız.

Böyle olursa sonuç ne olur? Siz servetinizi harcayacağınıza, servetiniz sizi harcar, sizi..! Bozuk para gibi. İşte insanın Allah’a sığınması gereken şey servet değil, servetin bu fitnesidir. Onun için bir gün Halife iken Ömer; Mescitte dua eden birini; “Ya rabbi, servetten sana sığınırım, evlattan sana sığınırım, eşten sana sığınırım” diye dua ederken ona sert bir biçimde çıkışmış; “Be adam ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin, ne diyorsun, evlatsız mı kalasın. Şu yalan dünyada eşsiz mi kalasın, ekmeğe muhtaç mi olasın. Böyle dua edilmez.” Adam; “ya ne diyeyim?” Demiş; “Bunların belasından ve fitnesinden sana sığınırım.

Yani evladın fitnesinden, yani saptırmasından, servetin saptırmasından, eşin saptırmasından sana sığınırım de diye öğüt vermiş. Gerçekten Kur’an ın mantığını anlamış insanların nasıl doğru yerden baktığının bir örneği bu.

 

82-) Ve asbehalleziyne temennev mekanehu Bil emsi yekulune veykeennAllâhe yebsütur rizka limen yeşau min ıbadiHİ ve yakdir* levla en mennAllâhu aleyna lehasefe Bina* veykeennehu lâ yüflihul kafirun;

Daha dün onun (Karun’un) yerinde olmak isteyenler, şöyle diyerek sabahladı: “Vay, demek ki Allâh kullarından dilediğinin yaşam gıdasını arttırıyor ve (dilediğine de) kısıyor! Allâh bize lütfedip korumasaydı, elbette bizi de yerin dibine geçirirdi… Vay, demek ki hakikat bilgisini inkâr edenler kurtulamazlar!” (A.Hulusi)

82 – Dün onun mevkiini temenni edenler de bu sabah şöyle diyorlardı: vay be, demek ki Allah rızkı kullarından dilediğine seriyor ve kısıyor, eğer Allah bize lûtuf etmese idi bizi de batırmıştı, ây demek ki hakikat bu: kâfirler felâh bulmayacak. (Elmalı)

 

Ve asbehalleziyne temennev mekanehu Bil ems daha dün onun yerinde olmaya can atan o yığınlar, kalabalıklar var ya, onlar; yekulune veykeennAllâhe yebsütur rizka limen yeşau min ıbadiHİ ve yakdir vay canına dediler o yığınlar, vay be..! Demek ki kullarından dilediğinin rızkını genişleten, dilediğininkini de sınırlayan gerçekten de Allah’mış. levla en mennAllâhu aleyna lehasefe Bina eğer Allah lütuf etmemiş olsaydı elbet bizi de yerin dibine geçirirdi. veykeennehu lâ yüflihul kafirun Vay be..!vay canına be, görünen o ki meğer nankörler asla iflah olmazlarmış dediler.

Allah’a karşı nankörlük yapan herkesi bekleyen zorunlu akıbet bu. Ayette ki lâ yüflihul kafirun u nankörler diye çevirdim. Kur’an da kafir bire bir nankör anlamına kullanıldığı yerler vardır açıkça. Zaten kafirin ahlaki tanımı nankör, akidevi tanımı inkarcı, inkar eden anlamına gelir. Fakat aslında her inkar Allah’a yapılmış bir nankörlüktür.

 

83-) Tilkeddarul’ahıretü nec’alüha lilleziyne lâ yüriydune ulüvven fiyl’Ardı ve lâ fesada* vel akıbetü lilmüttekıyn;

İşte Gelecek Yurdu (ölümsüzlük boyutu)! Onu, dünyada (beden yaşamında) başkalarına üstünlük taslamayan ve düzene uyanlar için oluştururuz… Mutlu gelecek (Allâh için) korunanlarındır! (A.Hulusi)

83 – O Âhiret evi (son yurt) biz onu öyle kimselere veririz ki yer yüzünde ne bir kibir ne de bir fesat istemezler, ve o akıbet korunan muttakilerindir. (Elmalı)

 

Tilkeddarul’ahıretü nec’alüha lilleziyne lâ yüriydune ulüvven fiyl’Ardı ve lâ fesada işte beri yanda bir de ahiret yurdu var ki, biz orayı yeryüzünde büyüklük taslamayan ve hesap çıkarmak istemeyen kimselere tahsis ettik.

Tabii vahiy doğru bir bakış açısının nasıl olacağına ilişkin koordinat veriyor. Zaten vahiy muhatabının aklına koordinat verir, koordinatları gösterir. Tıpkı uçsuz bucaksız bir okyanusta yolunu kaybetmiş bir gemiye enlem ve boylamın verilmesi gibi doğru enlem ve boylam. Yarı soyut bir mekandır uçsuz bucaksın bir okyanus. Hatta çöl de öyledir. Yarı soyut bir mekan. Yer kum, gök atlas. Yer su, gök atlas. Yok, hiçbir işaret yok ki o işareti izleyebilesin.

Yarı soyuttur çünkü en azından gökteki yıldızlar var. Kutup yıldızı var. Güneş var. Fakat insan zihninin, insan tasavvurunun onu da yok. İnsan tasavvurunun kutup yıldızı fıtrattır. Eğer fıtrata doğru bakarsa onu izleyerek yolunu bulur.

İşte burada aslında insana verilen koordinatlar, insanın tasavvurunu doğru istikamete döndürürler. Tasavvurdaki milimetrik bir sapma, eylemde kilometrelere tekabül eder. Onun içinde tasavvurda ki sapmayı yok etmek ister ki vahiy, amelde kilometrelerce bir sapmaya dönüşmesin. Burada da onu söylüyor ve koordinat veriyor.

vel akıbetü lilmüttekıyn zira mutlu son sorumluluk bilinci sahiplerinin olacaktır. Mutlu son, servetle alınmaz. Servetin alamayacağı şeydir mutlu son. Ömer Bin Abdülaziz; Halife olduğu günden öldüğü güne kadar bu ayeti okur okur göz yaşı dökermiş. Kim ona; “Allah’tan kork Ya Ömer.” Derse o bu ayeti okurmuş. Yani ben zaten korkuyorum. Farkındayım işin dercesine bu ayeti diline pelesenk etmiş.

 

84-) Men cae Bil haseneti felehu hayrun minha* ve men cae Bisseyyieti fela yüczelleziyne amilüsseyyiati illâ ma kânu ya’melun;

Kim güzellikleriyle (açığa çıkardığı Esmâ kemâlâtıyla) gelirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır… Kim de kötülük ile (kendini toprak olacak beden kabullenerek yaşamanın getirisi olan davranışlarla) gelirse, yaptığı kötülüklerin sonuçlarından başka bir şeyle karşılaşmaz! (A.Hulusi)

84 – Her kim hasene ile gelirse o vakit ona ondan daha hayırlısı var, her kim de seyyie ile gelirse seyyiat yapanlar hep yaptıklarıyla cezalanırlar. (Elmalı)

 

Men cae Bil haseneti felehu hayrun minha kim huzura iyiliklerle çıkarsa işte ona getirdiğinden daha hayırlısı vardır. ve men cae Bisseyyieti kimde huzura kötülüklerle çıkarsa fela yüczelleziyne amilüsseyyiati illâ ma kânu ya’melun işte kötülük yapan o kimseler sadece yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Yani huzura kötülükle çıkan her kimse o mutlaka fazla bir şey görmeyecek.

Biraz önce azabı Allah etmez insan eder demişti. Yani insan kendi cezasını hak eder. Sadece Allah yasasını koyar. O nedenle yaptığından fazlasını görmeyecek, yaptığının karşılığını bulacak. Bulacak ki iyilerle kötüler aynı gözede buluşmamış olsunlar. Bu ayetle yukarıda ki Karun örneği tarihsel olmaktan çıkarılıp tüm zamanlar için bir ibret vesikasına dönüşüyor şu son ayetle.

 

85-) İnnelleziy ferada aleykel Kur’âne le raddüke ila me’âd* kul Rabbiy a’lemu men cae Bil hüda ve men huve fiy dalâlin mubiyn;

Kurân’ı (Hakikat bilgisi ve Sünnetullâh’a uymayı) sana farz kılan, şüphesiz ki seni nihai hedefine de ulaştıracaktır! De ki: “Rabbim daha iyi bilir kimin Hakikat rehberi olarak geldiğini ve kimin apaçık sapık inanç içinde olduğunu.” (A.Hulusi)

85 – Her halde sana o Kur’an ı farz kılan seni muhakkak bir maâda kadar geri getirecektir, de ki: rabbim daha iyi bilir! Hidayetle gelen kim? Açık bir dalâl içinde olan kim? (Elmalı)

 

İnnelleziy ferada aleykel Kur’âne le raddüke ila me’âd bu ayetlerin muhatabı kim; Bu ayetleri eğer sadece sevgili efendimiz A.S. a hasredeceksek ve ey Muhammed diye bir muhatap takdir edeceksek o zaman müteakip ayetlerde gelen ve lâ tekûnenne minel müşrikiyn (87)asla şirk koşanlardan olma gibi, yine onun üstünde ki; fela tekunenne zahiyren lilkafiriyn (86) kafirlere asla arka çıkma gibi ayetleri nasıl açıklayacağız. Resulallah’ın böyle bir ihtimali elbette yoktu. Kaldı ki ikinci bir mahsur, o zaman bize ne diyor bu ayetler.

Bu ayetlerin başına takdir edilecek muhatap bu ayetlerin tüm muhataplarıdır. Ey bu vahyin muhatabı olan insan, senin hayatına Kur’an ın kuşatıcı mesajıyla istikamet tayin eden Allah elbet seni yepyeni bir hayata döndürecektir. Biraz serbest mealle bu ayetin, bu ibarenin söylemek istediği, söylediği hakikati verdiğimi düşünüyorum.

Bazı müfessirler bu ibareyi tarihsel bir okumaya tabi tutarak, seni çıkarıldığın Mekke’ye geri döndürecektir şeklinde anlamışlar. Zaten bu ayetin tefsirine Taberi den mesela baktığınızda bir çok görüş olduğunu görürsünüz. Bir çok farklı okuma olduğunu görürsünüz bu ibarenin. Fakat bu sure Mekki dir. Yani Hicretten çok önce inmiştir. Bir de bu ibarede ki me’ad belirsizdir. Yani ahirete yönelik olarak sadece anlaşılamayacağı gibi, dünyaya yönelik olarak ta anlaşılmaz. Yani bir tek manaya mahkum edilemez, belirsiz gelmiştir. Ama dönülecek tüm akıbetleri içeren bir kelimedir aynı zamanda. Bu ayetin içinde yer aldığı pasajın bütünü dikkate alındığında muhatap hepimizdir diye uyarmıştım.

kul Rabbiy a’lemu men cae Bil hüda ve men huve fiy dalâlin mubiyn Şu halde de ki Kimin hidayete erdiğini ve kimin apaçık bir sapıklığa gömüldüğünü asıl bilen rabbimdir.

Neden böyle bir ibare; Servet sahibi olmak, hidayet üzere olmanın garantisi değildir. Yani Karun mantığına bir gönderme. Çünkü Karun’la Karun gibiler şöyle düşünüyorlar, Mekke’liler de öyle düşünüyorlardı, putperestler. Allah bize bu serveti, bu iktidarı, bu gücü verdiğine göre demek ki biz doğru yoldayız. Yani içinde bulunduğu nimetleri doğru yolda olduğunun garantisi olarak görmek. Karun’ca bir akıl Karun’ca bir yaklaşım. Oysaki servet imtihandır. İktidar imtihandır, güç imtihandır, nimet bir imtihandır. Bunu bilselerdi eğer; Allah bizi bununla sınıyor, hakkını vermezsek ihanet etmiş oluruz derlerdi. İşte o mantığa bir cevap bu.


86-) Ve ma künte tercu en yülka ileykel Kitabü illâ rahmeten min Rabbike fela tekunenne zahiyren lilkafiriyn;

Kitabın (Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsinin) sende açığa çıkarılacağını ummuyordun; Rabbinden bir rahmet oldu! Sakın hakikat bilgisini inkâr edenlere arka çıkma! (A.Hulusi)

86 – Sen, sana kitap indirileceğini ümit eder değildin fakat rabbinden bir rahmet, o halde sakın kâfirlere zahîr olma. (Elmalı)

 

Ve ma künte tercu en yülka ileykel Kitab Yine sen ey bu vahyin muhatabı olan insan, bu ilahi mesajı sana kadar ulaşacağını ümit etmezdin, ama ulaştı. Sana da ulaştı. Şu anda okuyoruz bize de ulaştı. illâ rahmeten min Rabbik sadece rabbinin rahmeti sayesinde oldu bu. Bu Allah’ın sana olan bir rahmetidir, şu anda bu vahyin muhatabıysan, bu ayetin de muhatabısın. Bu ayeti okuyorsan, bu Allah’ın sana olan bir rahmetidir unutma. fela tekunenne zahiyren lilkafiriyn o halde artık kafirlere asla arka çıkma.

Çağları aşıp son muhatabını, uyardığı ilk muhatabına bağlayan bir ayet bu. Son muhatabı ile ilk muhatabını uyardığı kadar sıcak ve canlı ilişki kuran bir ayet. Böyle bir vahiyle karşı karşıyayız. Özetle söylediği şu; Ey insan Karunlaşma.

 

87-) Ve lâ yesuddünneke ‘an âyâtillâhi ba’de iz ünzilet ileyke ved’u ila Rabbike ve lâ tekûnenne minel müşrikiyn;

Sana inzâl olunan Allâh işaretlerinin gereğini yerine getirmekten seni engelleyemesinler! Rabbine davet et ve müşriklerden olma! (A.Hulusi)

87 – Ve sakın sana indirildikten sonra Allahın Âyetinden seni çevirmesinler, hemen rabbine davet et ve sakın müşriklerden olma. (Elmalı)

 

Ve lâ yesuddünneke ‘an âyâtillâhi ba’de iz ünzilet ileyk ve sana indirilmiş olduğu bir vakitten sonra, onların seni Allah’ın ayetlerinden alıkoymalarına asla izin verme. ved’u ila Rabbik aksine onları rabbine çağır. ve lâ tekûnenne minel müşrikiyn sakın ha Allah’a ait nitelikleri O’ndan başka hiçbir varlığa yakıştıranlardan olma.

Bu ayetlerin muhatabının ulaştığı herkes olduğunu daha önce vurgulamıştım, bir kez daha bu ayetle anlaşılıyor.

 

88-) Ve lâ ted’u meAllâhi ilâhen âhar* lâ ilâhe illâ HU* küllü şey’in halikün illâ vecheHU, leHUl hükmü ve ileyHi türce’un;

Allâh yanı sıra tanrıya (dışsal güce) yönelme! Tanrı yoktur, sadece “HÛ”; Her şey (şey’iyeti itibarıyla) yoktur sadece O’nun vechi (mevcuttur)! Hüküm O’nundur… O’na (hakikatiniz olan Esmâ mertebesinin farkındalığına) döndürüleceksiniz!(A.Hulusi)

88 – Allahın yanında diğer bir tanrıya daha çağırma, başka tanrı yok ancak o, onun veçhinden başka her şey helâktedir, hüküm onun ve nihayet döndürülüp ona götürüleceksiniz.(Elmalı)

 

Ve lâ ted’u meAllâhi ilâhen âhar ve asla Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarıp yakarma. lâ ilâhe illâ HU O’ndan başka tapılmaya layık hiçbir varlık yoktur, ilah yoktur, tanrı yoktur. Sadece Allah’tır tapılmaya layık olan. küllü şey’in halikün illâ vecheH her şey ama her şey yok olacak geriye sadece rabbimin zatı baki kalacaktır. Ne servet, ne güç, ne insanı Karunlaştıran servet, ne insanı firavunlaştıran iktidar, ne insanı Hamanlaştıran yetki ve güç. Hiç biri kalmayacak. leHUl hükmü nihai yargı, son yargı yalnız ona aittir. ve ileyHi türce’un ve hepiniz sonunda O’na döndürüleceksiniz.

Rabbim huzuruna yüzü ak, alnı açık, gönlü pak, hayatı temiz bir biçimde dönmeyi hepimize lûtfet.

 

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 16 Kasım 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın