RSS

Tefsir Dersleri MUHAMMED SURESİ (08-38) (160)

09 Ağu

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

                “BismillahirRahmanirRahıym

 

Sevgili Kur’an dostları bugünkü dersimize Muhammed sure-i Celilesinin 8. ayeti ile devam ediyoruz. Her ne kadar geçen ders 8. ayeti de işlemişsek de bugün başlayacağımız pasaj o ayeti birlikte okumamızı gerektirdiği için bir kez daha meallendirmek istiyorum.

 

8 -) Velleziyne keferu feta’sen lehüm ve edalle a’malehüm;
Hakikat bilgisini inkâr edenlere gelince, yüzleri üzere düşüp helâk olmak hakkıdır onların! (Allâh) onların yaptıklarını boşa çıkartmıştır! (A.Hulusi)

08 – Küfredenler ise yıkım onlara ne yapacaklarını şaşırtmaktadır. (Elmalı)

 

Velleziyne keferu küfürde direnenlere, küfürde ısrar edenlere gelince feta’sen lehüm ve edalle a’malehüm artık onları helak edici bir yıkım beklemektedir ve O, yani Allah yaptıklarını boşa çıkaracaktır. Küfürde direnenlerin iyilik yapmaları elbette mümkin, elbette iyilik yapmışlardır. Fakat onlar yaptıkları iyiliklerin karşılığını dünyada bekleyerek iyilik yapmışlardır. Onlara zaten inanmadıkları ve dolayısıyla bir karşılık beklemedikleri ahirette nasıl bir karşılık verilebilir ki. Onlar bekledikleri dünyada karşılığını almışlardır. O nedenle inanmadıkları bir ahirette karşılık almaları söz konusu değildir.

 

9-) Zâlike Bi ennehüm kerihu ma enzelAllâhu feahbeta a’malehüm;
Bunun sebebi şudur: Onlar Allâh’ın inzâl ettiğini nahoş gördüler… Bu yüzden (Allâh da) onların yaptıklarını boşa çıkarttı. (A.Hulusi)

09 – Öyle, çünkü onlar Allahın indirdiğini hoşlanmamışlardır, o da onların bütün amellerini heder etmektedir. (Elmalı)

 

Zâlike Bi ennehüm kerihu ma enzelAllâh bunun nedeni onların Allah’ın indirdiğinden nefret etmeleridir. Evet, açık ve net. Vahiyden nefret, aslında sorumluluktan nefrettir. Vahiyden nefret aslında rahmetten nefrettir, merhametten nefrettir. Vahiyden nefret vahyi gönderenden nefrettir. Dolayısıyla vahiyden nefret eden biri vahyin sahibinden nasıl ahiret ödülü bekler, beklemeye hakkı olur ki. O nedenle boşa çıkacaktır onların yaptıkları.

feahbeta a’malehüm işte bu yüzden boşa çıkacaktır yaptıkları.

 

10-) Efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim* demmerAllâhu aleyhim*ve lil kafiriyne emsâlüha;
Arzda seyretmediler (gezip dolaşmadılar) mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl oldu! Nazar edip (akıl gözü ile ders alarak) görsünler! Allâh onları dumura uğratmış! Bu hakikat bilgisini inkâr edenlere de onların benzerleri söz konusudur! (A.Hulusi)

10 – Ya Yer yüzünde bir gezmediler mi? Baksalar a kendilerinden evvelkilerin akıbetleri ne olmuş? Allah üzerlerinden tedmir eylemiş, o kâfirlere de öylesi yaraşır. (Elmalı)

 

Efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim* demmerAllâhu aleyhim Onlar yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı? Gezmediler mi? Görmediler mi? Kendilerinden önceki günahkârların sonlarının ne olduğunu. demmerAllâhu aleyhim Allah onları yerle bir etti, mahvı perişan etti. Kendilerinden önce inkârda direnenler Allah’ın gazabına uğradılar. Şöyle bir çıksın baksınlar, insanoğluna ebedi iktidarın verilmediğini, Malik el Mülk olanın, mülkün yegane sahibinin Allah olduğunu görmek isteyenler şöyle çıkıp bir baksınlar. Geçmişten bu güne kalan surlara baksınlar, şehirlere baksınlar, kalın kalın sur duvarlarına baksınlar. İnsanoğlu bunu nasıl yapar dedikleri kadiym yapılara baksınlar. O yapıları yapanların yerlerinde yeller esmiyor mu?

Şimdi onlarda geriye ne kaldı. Şimdi onlardan geriye kim kaldı. Bu binyıl sonuna dek, sonsuza dek yaşama iddiaları ile yer yüzünde iktidar kuranlardan geriye ne kaldı. Bir baksınlar, eğer bu gözle bakarlarsa hepsinin yerle yeksan olduklarını görürler, geriye Allah kaldı derler.

 ve lil kafiriyne emsâlüha bu vahyin muhatabı olan şu zamanın kafirleri de böyle bir sonu beklemektedirler. Yani onların başına gelecek olanda bu gibi bir şeydir, bunun örneğidir. Dolayısıyla bunun benzerini beklemektedirler başka bir şeyi değil. Yani hayatınız kimlere benziyorsa, akıbetiniz de onlara benzer. Önünüz kim gibiyse sonunuz da onlar gibi olur. Firavun gibi yaşayıp Musa gibi ölmek var mı? İbrahim gibi yaşayıp Nemrut gibi ölmekte yok. Dolayısıyla İbrahim gibi yaşamak, İbrahim gibi ölmenin ve İbrahim gibi ebedi gülmenin garantisidir. Nemrut gibi yaşayıp ahirette İbrahim gibi karşılanmayı beklemek hakikatle dalga geçmektir. Suyu getirenle testiyi kıranın bir tutulmasını beklemektir. İyi ile kötü arasındaki farkı yok saymaktır. Bu, bir insanın hakikate yapacağı en büyük zulümdür.

 

11-) Zâike Bi ennAllâhe Mevlelleziyne amenû ve ennel kafiriyne lâ Mevlâ lehüm;
İşte (gerçek durum) bu! Allâh, iman edenlerde Mevlâ’dır! Hakikat bilgisini inkâr edenlere gelince, onların mevlâsı yoktur! (A.Hulusi)

11 – Öyle, çünkü Allah iman edenlerin Mevlâ’sıdır, kâfirlere gelince onlar için Mevlâ yoktur. (Elmalı)

 

Zâike işte bu böyledir. Yani bu tartışılmaz. İyi ile kötü arasında ki fark tartışılmaz. Kötünün cezalandırılacağı, iyinin de ödüllendirileceği gerçeği tartışılmaz. Kötüye iyi muamele yapılmayacağı, iyiye de kötü muamele yapılmayacağı tartışılmaz. Allah’a sırt çevirenlerin akıbet ve ahiretlerinin perişan olacağı tartışılmaz. Suyu getirenle testiyi kıranın aynı tutulmayacağı tartışılmaz. Zalik; Bu böyledir, bu böyle biline, herkes bunu böyle bile.

Bi ennAllâhe Mevlelleziyne amenû çünkü, neden derseniz, neden bu böyledir derseniz çünkü Allah imanda sebat edenlerin dostudur. Kendisine düşmanlık gösterenlerinde düşmanıdır. Allah’ı düşman etmiş olanlar Allah’ı dost olarak bulamayacaklar. ve ennel kafiriyne lâ Mevlâ lehüm küfre saplananlarınsa, küfürde direnenlerinse dostu bulunmamaktadır. Çünkü onlar dünyada şeytanı kendilerine dost etmek için ebedi hayatta Allah’ın dostluğunu kaybetmişlerdir.

 

12-) İnnAllâhe yüdhılülleziyne amenû ve amilus salihati cennatin tecriy min tahtihel enhar* velleziyne keferu yetemette’une ve ye’külune kema te’külül en’amü vennaru mesven lehüm;
Kesinlikle Allâh, iman edip imanın gereğini uygulayanları, altlarından nehirler akan cennetlere dâhil eder… Hakikat bilgisini inkâr edenler ise (dünyadan, bedensel olarak) yararlanırlar ve en’amın (hayvanların) yediği gibi yerler! Ateş, onlar için kalacak yerdir. (A.Hulusi)

12 – Muhakkak ki Allah iman edip salih salih ameller işleyenleri altlarından ırmaklar akar Cennetlere koyacaktır, küfredenler ise zevk etmeğe bakarlar ve hayvanlar gibi yerler içerler, halbuki ateş ikametgâhı onların. (Elmalı)

 

İnnAllâhe yüdhılülleziyne amenû ve amilus salihati cennatin tecriy min tahtihel enhar şüphesiz Allah imanda sebat edipte salih amel işleyenleri, tabanından ırmakların çağladığı cennetlere koyacaktır. Öyle cennetler ki; Akıl, fikir ermez. Öyle cennetler ki insan tasavvur ve tahayyül dahi edemez. Güzelliğin üretildiği merkezler. Cennatü adn. Cennet, güzelliğin madeni, güzelliğin merkezi, kalıcı güzelliğin merkezi.

Bir önceki ayetle irtibatı var bu ayetin . Dostu Allah olanın akıbeti cennet olur diyor bu ayet. Cennete Allah sokar diyor, başka şey değil. Aynı zamanda zımnen bunları söylüyor. Yani iman eden ve salih amel işleyenleri Allah cennete sokacak. Dolayısıyla kişiyi cennete eylemi değil o eylemin değerini biçecek olan Allah sokacak.

Buradan belki şu kıyası yapmak mümkün. Bir ömürlük çabanızın karşılığı olarak boğaz kıyısında el kadar bir arazi alamazken, yeryüzünde ki hiçbir güzellikle kıyaslanamayacak kadar büyük bir güzellik olan, mutlak bir güzellik olan, güzelliğin üretildiği kaynak olan ve alanı, yüz ölçümü gökler ve yerler kadar olan Kur’an ın beyanıyla cennetleri, yeryüzünde ki bu kısacık bir ömürle nasıl alacağım diye soruyorsanız, almayacaksınız. Çünkü cennet bedel değil, ödüldür. Allah’ça bir ödüldür. Kul kul kadar yapar, Allah, Allah kadar yapar. Cennet Allah kadar ödüllendirmenin muhteşem bir ifadesidir.

velleziyne keferu yetemette’une ve ye’külune kema te’külül en’amü vennaru mesven lehüm Ama küfürde direnenler, yukarıda imanda sebat edenlerdi ayetin başı. Ayetin sonu ise küfürde direnenlere getirdi sözü. Küfürde direnenler geçici zevklerin peşine takılarak hayvanların yiyip içtiği gibi yiyip içerler de sonunda ateş onların meskeni olur.

Çok ilginç, Hayvanların yiyip içtiği gibi yiyip içerler. Kimler bunlar? yetemette’une. Aslında temette’ah bir güzelliği tüketime elverişli hale getirmek demektir. Tüketilebilir hale getirmek demektir. Yani geçici bir hazza dönüştürmek. Kalıcı bir güzelliğe dönüştürülmesi mümkünken, geçici bir hazza dönüştürmek. Ben bunu; Bir tohumu ekip meyvesini yemekle, tohumun kendisini yemek arasındaki farka benzetiyorum. Tohumu yemeniz de mümkün, tohumu ekip meyvesini yemeniz de mümkün. Tohumu yerseniz tohumu tüketmiş olursunuz Tohumu ekerseniz meyvesini yemiş olursunuz.

Allah’ın yer yüzünde insana sunduğu imkanları eğer yer yüzünü bir ekin olarak bilip Eddünya mezreatül ahire. (Hadis) Dünya ahiretin tarlasıdır hükmünce, siz dünyayı o tohumun çoğaltılacağı bir tarla olarak görürseniz ahirette biçersiniz. Fakat siz, size açılan o ilahi krediyi tüketirseniz tohumu yemiş olursunuz. Yani onu meta haline getirmiş, geçici bir hazza alet etmiş olursunuz.

Bu bakış açısı meselesidir, böyle yapmamanın garantili yöntemi ahirete iman etmektir. Öbür dünyanın varlığına iman etmeyen biri neden yer yüzünde ki hayatı ekin olarak görsün ki, neden eksin ki. İkinci bir dünyanın varlığına inanmıyorsa, dikeceğine de inanmayacaktır. Biçeceğine inanmadığı ekini eker mi kişi? Dolayısıyla biçeceğine inanmadığı için ekmediği bir ekinden ahirette bir şey beklemeye hakkı olur mu?

O nedenle hangi güzelliği koymuş olursa olsun ortaya, eğer bu dünyadan başka bir dünya olduğuna iman etmemişse, biçmek üzere ekmemiş insanın ahirette, ekmedim ama sen yine de bana ver demesine benzer. Ekmediğiniz bir şeyi talep edemezsiniz.

7. ayette ki in tensurullahe yensurküm eğer siz Allah’ın davasına yardım ederseniz o da size yardım eder ve yüsebbit akdameküm ve sizi ayaklarınızın üstünde sabit tutar, yani ayaklarınızı kaydırmaz ayetine bir atıf gibi geldi bana. Onda ifade edilenin zıddı aslında buradaki. Onda ifade edilen davası Allah olanın, derdi Allah olur. Derdi Allah olanın dermanı Allah olur. Kaygısı Allah olanı Allah’ta kaygı eder. Yani o da Allah’ın kaygısı olur. Fezkürûniy ezkürküm..(Bakara/152) budur. Siz beni kaygı edinin ki ben de sizi kaygı edineyim. Siz beni unutmayın ki ben de sizi unutmayayım. Siz beni anın ki ben de sizi anılacaklar listesinde tutayım.

İşte budur. Davası olmayan hayvanlaşır diyor ayet. Hayatın anlamı yitirilirse insanı insan eden fonksiyonlar atıl kalır. O zaman insan biyolojik varlığına indirgenir. Yani hayat insan için bir biyolojik hayata dönüşür. Dolayısıyla o diğer canlılardan farkı kalmayan biri olup çıkar. Yer, içer, uyur, çiftleşir ve ölür. Yani yemekhane, yatakhane, abdesthane ve iş hane arasında hortum olmak gibi bir basit işleve indirgenir.

Bu insanın kendi kendisine yaptığı en büyük hakarettir. Çünkü insan kendi türünün en üstünüdür. Çünkü insan kendisinden aşağı varlıklara nispetle değil, Allah’a nispetle anlaşılan ulvi, şerefli, ahseni takvim üzere yaratılmış muhteşem bir şah eserdir. İnsan ilahi bir şah eser oluşunu görmezden gelirse, kendisini bir solucanla, bir deniz yıldızıyla, bir sümüklü böcekle, bütün ömrü 60 – 65 gün olan bir sinekle eğer eşitlerse ona verilecek değerde ancak o kadar olur.

A. İmran/196-197 ayetlerini hatırladım;

Lâ yeğurrenneke tekallübülleziyne keferu fiyl bilad. (A. İmran/196) Doğrudan efendimiz A.S. a hitap ediyor vahiy. Şu ülkelerde gerine gerine, başlarını dike dike, bir elleri yağda bir elleri balda dolaşan kafirler seni aldatmasın. Yani onların böyle rahat yaşamaları seni aldatmasın.

Metaun kaliylün Bu çok geçici bir durum, kısa süreli bir zevk, kısa süreli bir saltanat, hepsi o işte. Gördüğünün hepsi o. Yani onların bir yatırımı yok. Kendilerine verilmiş tüm imkanı tüketen insanlar. Aslında onlara acımak lazım. Yarın eliboş kalacakları için. Kendilerine açılmış ilahi krediyi har vurup harman savurdukları için. Bir miras yedi gibi kötü hovarda bir miras yedi gibi mirası yedikleri için acımak lazım. Mirası yerken seyrederseniz sadece, belki imrenirsiniz. Fakat miras bitince ne olacak, bir de onu düşünün ve şimdiden acımaya başlayabilirsiniz.

Evet, Metaun kaliyl sümme me’vahüm cehennem* ve bi’sel mihad. (Ali İmran/197) Sonra dönecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir. Ayetini hatırladım.

 

13-) Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddü kuvveten min karyetikelletiy ahrecetke, ehleknahüm fela nasıre lehüm;
Seni şehrinden çıkartan kuvvetçe daha güçlü nice şehir (halk) vardı! Onları helâk ettik (düşünün?)! Onlara yardım eden yoktu. (A.Hulusi)

13 – Seni çıkaran karyenden daha kuvvetli ne karyeler vardı ki biz onları helâk ettik de onları kurtaran yok. (Elmalı)

 

Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddü kuvveten min karyetikelletiy ahrecetke, ehleknahüm fela nasıre lehüm ey peygamber seni yurdundan çıkaran toplumundan çok daha güçlü, kuvvetli, ve çok daha büyük olan nice yurtları helak etmişizdir de asla onlara yardımcı olan kimse olmamıştır.

Burada hicrete bir atıf var. Hatta bir rivayette eğer doğru ise bu sevr de inmiş bu ayet. Yani tam hicret sırasında. ..fenzur keyfe kâne akıbetül mücrimiyn. (A’raf/84)

Ya da biraz önce Efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim. (10) ayetine bir atıf. Onlar yer yüzünde gezmediler mi, öncekilerin nasıl helak olduğunu görmediler mi diyen ayete.

Sevr de geldiğini söyleyen rivayet doğru ise Bittim noktasında gelmiş bu ayet. Bu ayetin geldiği ortamı gözünüzün önünde canlandırabiliyor musunuz? Bittim noktası. Sevr dağı, sevr mağarası, Resulallah’ın bittim dediği yer. Oradan ötesi yok, Varabileceği son yer. Tırmanabileceği en yüksek tepe. Fiili ve fiziki olarak, coğrafi olarak ta öyle, o bölgede ki en yüksek tepe.

Oraya çıkmadan orada gelen yardım gelmez miydi? Soru bu. Yani Sevr’in tepesinde gelen yardım Sevr’in eteğinde gelmez miydi? Gelmez di. İlahi sünnet bu, ilahi gelenek bu. Bittim ya rabbi demeden yettim kulum yok. Bittiğinizi göreceksiniz. Acziyetinizi itiraf edeceksiniz. Alemlere rahmet olsanız da itiraf edeceksiniz. Ki yettim kulum diyecek. Ama bir şeyi hiç unutmayacaksınız ve zaten Alemlere rahmette O’nu hiç unutmadı. Ebu Bekir yanında ki yer yüzünün ufku için telaşlanırken; “Korkma ya Eba Bekir, Ey Ebu Bekir korkma diyordu. 3. sü Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir ki.”

İşte bu Allah’ın sünnetinin farkında olmaktır. İşte bu güvendir, işte bu imanın ahlaki anlamda güvene dönüştüğü yerdir. O kadar güveniyordu ki 3. sü Allah olan iki kişiye hiç kimse bir şey yapamaz. Eğer buna iman etmişseniz sizi yer yüzünde bunaltacak hiçbir güç yoktur. Hiçbir güç köşeye sıkıştıramaz. Hiçbir güç pes ettiremez. Eğer buna iman ediyorsanız söylersiniz. Eğer güneş sağ elime ay sol elime konulsa vallahi ben bu davadan vazgeçmem. (Hadis) İşte bu ancak böyle bir imanla söylenebilir.

 

14-) Efemen kâne alâ beyyinetin min Rabbihi kemen züyyine lehu sûü amelihi vettebe’u ehvaehüm;
Rabbinden bir açık delil üzere olan; yaptığı yanlışlar kendisine süslendirilmiş (keyif verici algılatılmış) ve sonu boş heves ve arzularına tâbi olmuş kimseler gibi midir? (A.Hulusi)

14 – Şimdi rabbinden bir beyyine üzerinde bulunan kimse hiç o kötü ameli kendine süslü gösterilmiş de hevâ ve hevesleri ardına düşmüş kimselere benzer mi? (Elmalı)

 

Efemen kâne alâ beyyinetin min Rabbihi kemen züyyine lehu sûü amelihi vettebe’u ehvaehüm. Hiç rabbinden gelen açık bir delile dayanan kimseyle, kötü eylemleri kendisine güzel görünen ve keyfine göre davranan kimse bir olur mu? Aynı sayılır bir tutulur mu?

Evet, ne dersiniz bu soruya? Kalıcı güzelliğin üretildiği merkezi, yani cenneti hak eden insanla cehennemi hak eden insan aynı hayatı yaşar mı? Allah’a kul olmak, kendini denetlemektir dostlar. Açığı budur. Allah’a kulluk, kendini denetlemektir. Kendini denetleyemeyen iç güdülerine, heva ve hevesine, keyfine kul olur. Bu ayetin zımnen söylediği bu.

Allah’a kul olun derken Allah’ın bundan hiçbir çıkarı yok. Kendinizi denetleyin, kendinize kul olmayın. Heva ve hevesinize, iç güdülerinize kul olmayın, potansiyelinizi gerçekleştiremezsiniz, büyüyemezsiniz, içinize kıvrılırsınız. Totolojinin iç dünyanızdaki karşılığı olur bu. Yani kendi kendinizi referans gösteremezsiniz. Hakikate mutlaka kendi dışınızda bir referans göstermeniz lazım. Bu bir şeyi oynatmak için destek aldığınız yere benzer. Bir yerden destek almadan hiçbir şeyi oynatamazsınız. Dolayısıyla Allah’tan destek almadan yaşayamazsınız. Onun içinde heva ve hevesinize kul olmamak istiyorsanız, kul olacak kapıyı doğru seçin. Burada söylenen bu.

 

15-) Meselül cennetilletiy vu’ıdel müttekun* fiyha enharun min main ğayri asin* ve enharun min lebenin lem yeteğayyer ta’müh* ve enharun min hamrin lezzetin liş şaribiyn* ve enharun min ‘aselin musaffâ* ve lehüm fiyha min küllis semerati ve mağfiretün min Rabbihim* kemen huve halidün fiyn nari ve süku mâen hamiymen fekatta’a em’aehüm;
Korunanlara vaat olunan CENNETİN TEMSİL (misal – benzetme) yollu anlatımı şöyledir: Orada, bayatlamayan SU’dan nehirler, tadı bozulmayan SÜT’ten nehirler, içenlere lezzet veren ŞARAP’tan nehirler, süzme-saf BAL’dan nehirler vardır! Onlar için orada her çeşit MEYVE ve Rablerinden mağfiret (örtme) vardır! (Bu misal nimetlerle yaşayanlar) ateşte sonsuza dek yanarak yaşayacak, sıcak – kaynar su içirilmiş de bu yüzden onların bağırsaklarını parçalamış kimse gibi midir? (A.Hulusi)

15 – Korunanlara vaad olunan Cennetin temsili: onda ırmaklar var bir sudan ki bozulması yok, ırmaklar var bir sütten ki tadı değişmez, ırmaklar var bir şaraptan ki içenlere lezzet, ırmaklar var bir baldan ki safi süzme, hem onlara semerelerini (hasılâtın) her türlüsünden var, hem de Rablerinden bir mağfiret var, hiç bunlar o ateşte muhalled olan ve kaynar bir mayi’den sulanıp da bağırsaklarını parçalamakta bulunan kimselere benzer mi? (Elmalı)

 

Meselül cennetilletiy vu’ıdel müttekun sorumluluk bilinci ile davrananlara vaad edilen cennetin örneği şudur. Hani kalıcı güzelliğin merkezi diye tanımlamıştı ya Kur’an; Cennatü adn. İşte o cennet insanın tahayyülünün çok ötesinde. Secde/17. ayetini tekrar hatırlayalım;

Fela ta’lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a’yün. (İsra/17) hiç kimse, ama hiç kimse kendisini cennette hangi sürprizlerin beklediğini asla tahayyül dahi edemez. Bilemez. Tasavvur dahi edemez. İşte bu. Cennet hakkında söylenebilecek aslında en son söz bu. Çünkü insanın tasavvur ve tahayyülü oraya ulaşmaz.

Peki nasıl bahsedilebilir cennetten; Şu dünyada gördüğümüz kopya güzellikler üzerinden anlatılabilir. Bu dünyada gördüğümüz güzellikler adeta cennette ki  güzelliklerin birer kopyası. Yani geçici olanı. Bu dünya geçici güzelliklerin üretildiği merkez. Cennet ise kalıcı güzelliklerin üretildiği merkez. O güzelliklerden adeta bir koku, küçücük bir koku yollanmış, işte o güzellikleri duyumsayalım diye. Bir nevi, bir nebze küçükte olsa hissedelim diye. Adeta sanki küçük bir damla değdirilmiş, bunun aslı orada dercesine. Aslını yakalamak istiyorsanız orayı hak edin dercesine. Burada da o tarif ediliyor, yerini okuyalım;

fiyha enharun min main ğayri asin* ve enharun min lebenin lem yeteğayyer ta’mühu içerisinde zamanla bozulmayan sudan ırmaklar, tadı hiç değişmeyen sütten ırmaklar ve enharun min hamrin lezzetin liş şaribiyn* ve enharun min ‘aselin musaffâ içene doyumsuz bir lezzet veren şaraptan ırmaklar, saf süzme baldan ırmaklar vardır.

Burada ki şarap aklınıza gelen bildiğiniz şarap değil manasına min hamrin. Nekira gelmiş, belirsiz gelmiş. Yani bilinen şarap değil anlamına. Sizin bildiğiniz şarap değil bu. Saffat/47 de zaten açılımı var bunun. Ne zahmet verir, ne de sarhoş eder diyor. Onun için sizin bildiğiniz, aklınızın erdiği değil bu, bu bambaşka bir şey, aklınızın ermeyeceği bir şey, bir şarap bu.

Neden böyle bir şey anılıyor? Şunun için yeryüzünde Allah’ın size yasakladığı, sizin için zararlı bulduğu bir takım keyif vericiler var ya, aslında onların zararsızını Allah ahirette, cennette hazırladı. Eğer siz, size zararlı olan yer yüzünde kinden vaz geçerseniz, size zararsız olan ahirettekini hak edersiniz. Verilen mesaj bu.

ve lehüm fiyha min küllis semerati ve mağfiretün min Rabbihim yine içerisinde tadacakları güzel davranışlarının tüm meyveleri, yaptıklarının meyveleri yani. Yaptıkları birer tohumdu, onları dünyada ektiler, meyvesi ahirette çıktı dercesine. Meyveleri ve rablerinden sınırsız bir bağış vardır.

kemen huve halidün fiyn nari ve süku mâen hamiymen fekatta’a em’aehüm Evet, şimdi ikinci bölümüne geçti ayet ve adeta cehennemden bir pencere açtı biraz önceki cennetten açtığı pencerenin tam karşısına ve dedi ki; Hiç bu cenneti hak eden biri ateşi mesken tutan ve yakıcı bir umutsuzluk içirilip de bağırsakları paramparça olan kimse gibi olur mu? Evet, Yani hiç yukarıdaki cenneti hak edenle, kendisine yakıcı bir umutsuzluk içirilen cehennemlik gibi olur mu?

Bu gibi den ne anlayacağız? İyi ile kötü bir olmaz. Bunu söylüyor kısaca ayet. Fakat bunun altında şunu söylüyor; Eğer iki akıbet varsa, iki ayrı hayat var demektir. İki ayrı son varsa, iki ayrı ön vardır. Dolayısıyla ey mü’minler sizler kafirlerin yaşadığı gibi yaşayıp mü’minlerin elde etmek istediği ahireti, akıbeti, cenneti istemeyin. Siz mü’min gibi yaşayıp o akıbeti hak edin. Bu iki kişinin ağlayışı, gülüşü, oturuşu, geliş, gidişi, yemesi içmesi, dünyaya bakışı, hayatı algılayışı, yaşayışı nasıl bir olur. Yaşama tarzı nasıl bir olur. Onun için iki ayrı akıbet varsa, iki ayrı hayat tarzı vardır. İşte Kur’an bunu veriyor. Hayat tarzınız farklı olsun. Aynı hayat tarzından iki ayrı akıbet çıkmaz. Size özgü hayat tarzı olsun ki cenneti halk etsin.

 

16-) Ve minhüm men yestemiu ileyk* hattâ izâ harecu min ındike kalu lilleziyne utül ılme mazâ kale anifa* ülaikelleziyne tabeAllâhu alâ kulubihim vettebeu ehvaehüm;
Onlardan kimi de (gelip) seni dinler… Nihayet senin yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiş olanlara dediler ki: “Az önce ne dedi?” (Anlatılan, taşa yağmış yağmur misali akıp gitti. A.H.)… İşte bunlar Allâh’ın kalplerini tab’ettiği (şuurlarını örttüğü – bilinçlerini kilitlediği); sonu boş arzu ve heveslerine tâbi olmuş kimselerdir. (A.Hulusi)

16 – Onlardan seni dinlemeğe gelen de var, hattâ yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiş olanlara derler ki: «o, demin ne söyledi?» Bunlar öyle kimselerdir ki Allah kalplerini tab’ etmiştir de hep hevaları ardına düşmektedirler. (Elmalı)

 

Ve minhüm men yestemiu ileyk Onların arasında sana kulak verir gibi yapanlar var. Sana kulak verenler veya seni dinleyenler, belki literal lafzi anlamı bu. Ama zımni anlamı sana kulak verirmiş gibi yapanlar ki sözü gelişinden bunu anlıyoruz zaten.

hattâ izâ harecu min ındike kalu lilleziyne utül ılme mazâ kale anifan nihayet senin yanından çıktıklarında mesajı kavramış olanlara, mesajı yüreğiyle dinlemiş olanlara; sahi, bu demin ne dedi diye sorarlar. Yani alay eder gibi, dalga geçer gibi. Hakikate omuz vermediklerini belli ederler, kulak vermediklerini belli ederler. Dinlermiş gibi yaparlar gerçeği ama aslında dinlemezler. Gerçekle bir ünsiyetleri yoktur. Daha doğrusu gönülleri yoktur gerçeği dinlemeye. Çünkü gerçeği yaşamaya gönüllü değillerdir, neden dinlesinler. Dertleri gerçeği aramak değildir ki onların. Onların dertleri şu kısa vadeli verilen ilahi krediyi kısa vadeli hazlarla tüketmek. Buna karşı olan şeyleri de dinlemezler.

ülaikelleziyne tabeAllâhu alâ kulubihim vettebeu ehvaehüm işte Allah’ın kalplerini mühürlediği ve keyiflerine göre davrananlardır bunlar.

Küfür ön yargıdır dostlar. Küfür en kötü ön yargıdır. Sahibini kör, sağır ve dilsiz eder. Dinleyemez artık, anlayamaz. Dolayısıyla şükredemez, ağlayamaz. Gözü, kulağı, kalbi mahveden bir virüstür. Gören göz değildir, işiten kulak değildir. Yani gören şu fiziki göz değil, işiten kulak kepçesi değildir. Yürektir. Yüreğin üstüne kalın bir perde çektikten sonra artık duymaz ve görmez.

İman da ön bilgidir dostlar. Küfrün aksine. Gözü, kulağı, kalbi açar. Onlara koordinat verir. Onlara açı sunar o koordinattan bakınca görünür bazı gerçekler. Doğru koordinattan bakmayanlar gerçeği göremezler. Onun için mü’minler dinlerler, sözü olana kulak verirler. Elleziyne yestemi’unel kavle feyettebi’une ahseneh. (Zümer/18) onlar ki, o mü’minler ki sözün tamamını dinlerler, en güzeline uyarlar. Fakat Ön yargı olan küfre sahip olanlar, yani inkarcılar sözü dinlemezler. Çünkü söze değer vermezler, kulak vermezler. Çünkü hakikati aramazlar. Aramadığı bir şeyi de neden bulsun insan, veya bulunca neden değerini bilsin onun içinde değer bilmezler. İşte bu ayette anlatılan o güruh gibi değer bilmezler. Konuşan alemlere rahmettir, fakat onlara zahmet olur. Kendilerine zahmet gibi gelir. İşte buradaki verilen örnek bu.

 

17-) Velleziynehtedev zadehüm hüden ve atahüm takvahüm;
Hakikate erenleri ise, hakikati yaşamanın getirisinde genişletmiş ve kendilerine (hakikat yaşamına uymayan hâllerden) korunma özelliğini vermiştir. (A.Hulusi)

17 – Hidâyeti kabul edenlere gelince Allah onların muvaffakıyetlerini artırmakta ve kendilerine (takvalarını) korunmalıklarını vermektedir. (Elmalı)

 

Velleziynehtedev zadehüm hüden ve atahüm takvahüm bu çok dikkat çekici bir ayet. Kur’an ın bir çok ayetini açıklayan bir ayet. O doğru yola yönelenlerin hidayetini artırır ve onların takvasını artırır. Daha doğrusu onlara korunma gücü bahşeder. Evet, doğru yola yönelenlerin hidayetini artırır.

Kur’an da ki tüm yehdiy men yeşa’ dilediğini doğru yola iletir ibarelerini bu ayet ışığında anlayacağız. Allah kimin doğru yola yönelmesini diler sorusunun cevabı, Muhammed/17. ayetinde verdi Kur’an. Nedir bu? Allah doğru yola yönelenin hidayetini artırır. Demek ki Allah’ın hidayetinden söz edilen her yerde kulun iradesinden söz ediliyor. Öncelikle süreci kulun iradesi başlatıyor. Velleziynehtedev zadehüm hüden kim ki hidayete erme iradesi gösterdi Allah’ta onların hidayetini artırdı. Bu kadar kolay açık ve net. Onun içinde bu ayet ışığında anlaşılmalıdır Allah’ın hidayet vermesi Kur’an da.

İman ve hidayet iradeli bir tercihe sunulmuş ilahi bir ikramdır. Süreci ilk başlatan bilinçli iradedir. Zadehüm hüden; o yolda yürüme kapasitesini artırır manasına gelir. Ki hatırlayalım yeziydü fiyl halkı ma yeşa’ (Fatır/1) yarattıklarının içinden dilediklerinin kapasitesini artırır. Dilediklerine ilave kapasite koyar.

Çok ilginç, Fatır/1 ayeti. Allah insanı yaratır, onda da bir kapasite yaratır. Buraya kadar anlaşıldı. Fakat diyelim ki bu kapasiteyi kullandı. Yani doldurdu ne olur? İlave kapasite ekler. Yani hafızası dolan bilgisayara rem eklemek gibi sonsuzca rem ekleme imkanı vardır. Dolayısıyla insanın bir mükemmel noktası yoktur. Ölünceye kadar yürüyüşü sürer. İnsanın kemali ölünceye kadar sürer. Onun için insanı kamil, insanı mükemmel demek değildir. Toplu, tüm, bütün insan demektir. Parçalanmamış, bölünmemiş, kendi cüzlerine ayrılmamış, kendi parçalarına bölünmemiş insan. Bütünlüğünü koruyan insan. Yoksa mükemmel insan değildir. Çünkü onun durduğu bir nokta hiç olmayacaktır. Va’bud Rabbeke hatta ye’tiyekel yekıyn (Hicr/99) budur. Ölüm gelinceye kadar kulluğunu sürdür. Emri budur.

 

18-) Fehel yenzurune illes Saate en te’tiyehüm bağteten, fekad câe eşratuha* feenna lehüm izâ câethüm zikrahüm;
İlle de O Saat’in (ölümün) ansızın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? Onun şartları gerçekten geldi! (O Saat) onlara geldiğinde, ne yapabilecekler ki! (A.Hulusi)

18 – Artık onlar yalnız o saate, onun birdenbire kendilerine gelivermesine bakıyorlar, çünkü işte alâmetleri geldi, fakat o başlarına geldiği vakit anlamaları kendilerine ne fayda verir? (Elmalı)

 

Fehel yenzurune illes Saate en te’tiyehüm bağteten şimdi onlar son saatin ansızın gelip kendilerini bulmasından başka bir şey mi bekliyorlar? fekad câe eşratuha işte ona işaret eden haberler gelip çatmıştır. Eşratüs sa’ah diye bildiğiniz kıyamet alametleri  rivayetleri genelde bu başlık altında anılırlar. Eşratüs sa’ah. Kıyamet alametleri.

Nasıl anlayacağız bu ayeti? Aslında kıyameti peygamberimizin bize anlattığı gibi tek boyutlu bir kozmik kıyamet değil, çok boyutlu kat kat, iç içe geçmiş kıyametler olarak anlarsak anlayacağız doğru olarak.

Ölüm bireyin kıyametidir. Onun için ölen insanın kıyameti Fekad kamed kıyametühu, (Hadis) kıyameti kopmuştur öldüğünde. O bireyin kıyametidir. Dolayısıyla bireyin kıyamet alametleri aldığı nefestir. O nedenle kalbinizin atış sesleri, mezara yaklaşan ayak sesleridir. Aslında sizi mezara yaklaştıran ayak sesleri. Aldığınız her nefes ölümünüze doğru attığınız bir adım. İşte kıyametinizin alameti. Başınıza düşmüş, saçınıza düşmüş her ak, kendi kıyametinizin bir alametidir. Aynaya bakın yüzünüzde gördüğünüz her yeni kırışık, kendi kıyametinizin alametidir. Kolunuza, gücünüze bakın azalan her güç, kendi kıyametinizin alametidir. Daha ne alametler Yani geçen her gün kendi kıyametinizin alametleridir. Geçen her hafta, her ay, her yıl kendi kıyametinizin alametidir.

Ve sosyal kıyamet, sosyal kokuşma, kıyametin alametidir. Toplumların da kıyameti vardır. Efendimizin İran toplumu için buyurduğu gibi. Onların kıyameti kopmuştur buyuruyordu İran da ki iç kargaşayı duyunca. Evet, onu kıyamet olarak adlandırıyordu, bu da bir kıyamet. Ahlaki kokuşma, yozlaşma, toplumsal bozulma. Bu da sosyal bir kıyamet. Bir toplumun kendi kıyametine doğru yaklaştığının alametlerini oradan anlarsınız. Toplumu ayakta tutan unsurlar çözülmeye başlamışsa, aile çözülmeye başlamışsa, birey çözülmeye başlamışsa, toplumun çimentosu çözülmeye başlamışsa o toplumum kıyameti yaklaşıyor demektir.

Ve bir de en büyük kıyamet, kozmik kıyamet. Efendimiz bu’istu ene ve’s-saatü kehateyn. (Hadis) iki parmağını birbirine sürterek; Ben ve kıyamet işte bunun gibi ba’s olundum. Ben kıyamete işte bu kadar yakın ba’s olundum, gönderildim demişti. İki parmağını birbirine sürterek.

Aslında bu insanlık ikindisidir. Resulallah’ın gönderilişi insanlık ikindisinin ezanıdır. Vel asr. Asra yemin olsun. Çağa, zamana, ömrün hasılatına çok daha etimolojisinden yol çıkarsak sözcüğün ve en çok en yaygın anlamından yola çıkarsak ikindiye and olsun Yani insanlığın ikindisine. İnsanlığın sabahında Adem olarak insanlık yola çıktı, öğlesinde İbrahim, ikindisinde Muhammed vardı. A.S. ecmain. Hepsine salâtu selâm olsun.

Evet, insanlığın akşamı yaklaşıyor. Dolayısıyla tedbirini almalı. İnsanlık akşamı olmadan tedbirini alıp ikindisinde duyduğu ezana koşmalı. Bu ezanı okuyan Alemlere rahmet Hz. Muhammed S.A.S. Bu ezana koşmayanlar insanlığın akşamında pişman olacaklardır. Belki kıyametle hatırlatılan bu gerçektir. Kozmik kıyametin ne zaman kopacağını kimse bilemez. Fiyme ente min zikraha. (Nazi’at/43) diyordu Kur’an. Onun haber vermek sana düşmez. Yani sen asla onun ne zaman geleceğini bilemezsin. Onu haber vermek nerede, sen nerede. Tam literal tercümesi bu.

Onun için peygamberimize bile böyle söyleniyorsa, onu haber vermek nerde, sen nerde deniyorsa kıyametten bahseden, kıyametin tarihini bir takım hesaplardan yola çıkarak söylemeye çalışmak ne kadar doğru olur takdirinize bırakıyorum.

feenna lehüm izâ câethüm zikrahüm hal böyleyken o geldikten sonra gerçeği hatırlamak onlara nasıl bir yarar sağlar ki.

 

19-) Fa’lem ennehu lâ ilâhe illAllâhu vestağfir li zenbike ve lil mu’miniyne vel mu’minat* vAllâhu ya’lemu mütekallebeküm ve mesvaküm;
Gerçek buysa bil ki, Lâ ilâhe illAllâh (Tanrı yoktur; sadece Allâh); kendi zenbin (beşer yanının getirdiği perdelilikten kaynaklanan kusurlar), iman eden erkekler ve iman eden kadınlar için mağfiret dile (bağışlanmaları için Hakikati kavramalarına çalış)! Allâh dönüp dolaştığınız yeri (hâllerinizi) de, varıp sonsuz yaşayacağınız yeri de bilir! (A.Hulusi)

19 – Şimdi bunu bil ki «başka tanrı yok ancak bir Allah», bil de günahına ve mü’minîn-ü mü’minata istiğfar eyle, Allah dolaştığınız yeri de bilir durduğunuz yeri de. (Elmalı)

 

Fa’lem ennehu lâ ilâhe illAllâh ve sen ey muhatap, unutma ki Allah’tan başka ilah yoktur. İşte kelime-i Tevhid in Kur’an da kullanıldığı yer geldi. Yalnız Allah tanrıdır. Bu ibarenin başka bir çevirisi böyle olabilir. Tanrı yalnız Allah’tır. Veya yalnız Allah ilahtır. Kelime-i tevhid işte burada ayete dönüştü. O’na kul olmayanlar her şeyi tanrılaştırmaya açıktırlar. O’na kul olmayanlar O’nun dışında ki her şeye kul olmak için hazır beklerler. Çünkü insan kul olacak bir mercii arar. Yaratılışında vardır bu. Allah onu kul olmaya müsait yaratmıştır. Kul olmaya müsait yaratmasının sebebi kendisine kul olmasıdır. Kendisine kul olsun diye kul olmaya müsait yarattığı bu varlık, o kendisine verilen emaneti giderde istismar ederek başkasına kul olursa ihanet etmiş olur. Sadece Allah’a değil kendisine de ihanet etmiş olur.

O nedenle Lâ ilâhe illallâh. Bu söz, bu kelime göklerden ve yerlerden ağır olarak nitelendirmiştir efendimiz bu kelimeyi. Neden göklerden ve yerlerden ağır? Bu kelimenin ifade ettiği hakikat, göklerin ve yerin ifade ettiği hakikatten çok daha keskin, çok daha net, çok daha etkilidir de ondan.

Lâ ilâhe İllallâh. Aslında bütün bir varlık bu kelimeyi şerh eder, bu kelimeyi tefsir eder, kendince bu kelimeyi söyler. Siz esere bakarsınız müessiri görürsünüz, sanata bakar sanatkarı görürsünüz. Sesi duyar sesi çıkaran birinin olduğunu anlarsınız. Işığı görür o ışığın bir kaynağının olduğunu bilirsiniz. İsterseniz onu görmeseniz bile. Ama eğer ışığı görür kaynağını inkar ederseniz, sesi duyar sesin sahibini inkar ederseniz, sanata hayran olur ama sanatkarı inkar ederseniz, bu durumda kendi kendinizi inkar etmiş olursunuz. Kendinizi aldatmış olursunuz.

Tevhid, işte bu kelimede özetlenir. Bu kelime aslında kâinatın anahtarıdır. Kâinatın tüm ifade ettiği hakikati bir tek cümleye dökün deseler bu cümle; Lâ ilâhe İllallâh olurdu. Kâinatı bana bir tek cümle ile özetle deseler bu cümle Lâ ilâhe İllallâh olurdu. Bütün bu varlığın verdiği mesajın özü nedir diye sorsalar, bütün bu varlık Lâ ilâhe İllallâh diyor derdik ve deriz ve diyoruz.

[Ek bilgi ALLAH BİR TANRI DEĞİLDİR

 

…”Allâh” yerine “Tanrı” kelimesini kullananlar, bunu ya cahillikten, bilgisizlikten kullanmaktadırlar; ya da kavrayış yani idrak yetersizliğinden konuyu değerlendiremedikleri için yapmaktadırlar.

İşte, böyle özel bir ismi olan ve “cüz” kavramından dahi münezzeh bulunan varlığa, kişi “Allâh” dediği zamanda, bu kavram yanı sıra bir de “cüz” tasavvur ederse; ya da bir “cüz” kabul ederse, bu hangi isim ve kavram altında olursa olsun, o kişi “Allâh”a şirk koşmuş olur; yani “Allâh” gerçeğini örtmüş ve bir “Tanrı” kabullenmiş olur! Ki bu durumda da şu âyetle uyarılır:

“ALLÂH YANI SIRA (kafanda) BAŞKA BİR TANRI OLUŞTURMA! YOKSA (şirk anlayışının sonucu) AŞAĞILANMIŞ VE KENDİ BAŞINA TERK EDİLMİŞ OLARAK OTURUP KALIRSIN!” (17.İsra’: 22)

İşte bu konuda ikinci bir uyarı daha:

“ALLÂH YANI SIRA TANRIYA (dışsal güce) YÖNELME! TANRI YOKTUR, SADECE ‘HÛ'” (28.Kasas: 88)

Yani var olan gerçek mutlak varlık “Allâh” iken; sen, “Allâh” kavramından gaflete düşüp, “Allâh” İsmiyle İşaret Edilen varlığı ötende bir tanrı sanıp; böylece bir tanrı edinmiş durumuna düşme!

Ötede ya da ötende bir tanrı kabul etmek suretiyle, farkında olmadan “Allâh” kavramı ve anlamı dışına çıkarak, “tanrı” kavramı içine girersin.

Böylelikle Kur’ân-ı Kerîm’in açıklamış olduğu “vahdet” idrakinden kendini mahrum etmiş olursun. Ve nefsine en büyük zulmü yapmış olursun!

Hz. Muhammed (aleyhisselâm), “ALLÂH RASÛLÜ” olduğunu, almış olduğu vahiy sonucu olarak açıklayıp, artık insanların tanrıya tapmaması için elinden gelen gayreti gösterdi.

“TANRI YOKTUR, SADECE ALLÂH VARDIR” mesajıyla insanlara gerçeği anlatmaya başlayan Hz. Muhammed’in vurguladığı bu gerçek, Kelime-i Tevhid şeklinde formüle edilmişti.

İslâm Dini’nin temelini, “LÂ İLÂHE İLLÂLLÂH” sözünün manası oluşturur.

“Lâ İlâhe İllâllâh” ne demektir? Bu söz basit olarak ele alınırsa; “Tanrı yoktur sadece ALLÂH vardır” anlamında değerlendirilir. Eğer kelimelerin anlamı üzerinde durursak. “Lâ İlâhe”… “Lâ”, yoktur; “İlâhe”, Tanrı demektir yani tapınılacak tanrı yoktur, demektir.

Şimdi burada şu noktaya dikkat edelim. Kelime-i Tevhid, “Lâ ilâhe” ile başlıyor. Ve başlangıçta, kesin bir hüküm vurgulanıyor. “Yoktur tapınılacak varlık!”; “Lâ ilâhe!..”

Akabinde bir açıklama geliyor. “İllâ”, sadece; “Allâh” vardır!

“İLLÂ ALLÂH” yani “sadece ALLÂH”!

Birinci mânâ olarak, bu cümleden açığa çıkan gerçek şudur. “Tapınılacak Tanrı yoktur”. Evet burada, kesin olarak tapınılacak bir öte tanrı olmadığını vurguladıktan sonra, “İLLÂ ALLÂH” diyor. “İllâ”, yukarıda açıklamaya çalıştığımız üzere, “ancak” mânâsına anlaşılabileceği gibi, buradaki kullanım şeklinde görüldüğü üzere “sadece” anlamında dahi kullanılır…. (A. Hulusi)]

vestağfir li zenbike ve lil mu’miniyne vel mu’minat İmdi kendi hatan için mü’min erkekler ve mü’min kadınlar içinde af dile. Zenb; Kasıtlı ya da kasıtsız hata, kusur hepsini kapsar. İfm kasıtlı günaha denir Kur’an da. Ama Zenb kasıtlı ya da kasıtsız, büyük ya da küçük, hata, kusur günah hepsine birden söylenebilir ıtlak olunur. Burada kirlenmeden korunma anlamına alınır. Çünkü Zenb iki türlüdür Ragıp El Isfahani’nin ifade ettiği gibi, açıkladığı gibi; Muttaki birinin günahına istiğfarı hatadan korunmak için yalvarmak. Günahkar birinin günahına af dilemesi ise affedilmek için yalvarmaktır. Peygamberimize böyle bir emir bu ana kadar olduğu gibi beni yine bundan böyle de muhafaza et, koru anlamına gelir, duasına gelir.

İstiğfar; günahın sonuçlarını ortadan kaldırmaktır. Gerçek bir istiğfar günahın sonuçlarını ortadan kaldırmaya irade beyanı demektir. Ben irade beyanında bulunuyorum ki, işlediğim bu günahın sonuçlarını ortadan kaldıracağım demektir gerçek bir istiğfar.

Efendimiz alemlere rahmettir, o masumdur. Onun masumiyeti Allah’ın onun için korumasını ifade eder. Allah onu korumuştur, çünkü Allah onu inşa etmiştir. O Allah’ın bizatihi ve fiili gözetimi altındadır. Onun masumiyetinin doğru bir biçimde anlaşılması içindir bu ayetler. Kur’an da bir başka yerde de gelir. Sanırım Mü’min/55. ayetinde olacak yanlış hatırlamıyorsam. Ve peygamberimizi inşa eden bu ayetlerin onda bıraktığı izi biz şu hadis suretinde görüyoruz.

İnniy le yuğanü ‘alâ kalbiyh. Bazen kalbime anlık bir gaflet gelir, küçük bir ibre oynarda yüreğimde Fe estağfirullahe fiyl yevmi seb’ine merra. Ben günde 70 kez, ya da 100 kez istiğfar ederim. Yani yüreğinde ki anlık bir oynamaya, anlık bir gaflete günde 100 kez, bu 100 aritmetik olarak değil de kesretten kinaye olarak ta anlaşılabilir, ki doğrusu da odur sanıyorum, yani akşama kadar, hani biz de böyle kullanırız ya, çok yaptığımız bir şeyi, akşama kadar söyledim sana, dilimde tüy bitti. 100 kez söyledim yine tutmadın. Yani ben o gün, bir bütün gün Allah’tan af dilerim anlık bir gaflet için.

{“Vallahi innî le estağfirullahe ve etûbu ileyhi fil yevmi eksera min seb’îne merraten” Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler,tevbe ederim.(Orijinal hali)}

Evet, O söz galiba yine kendini tekrar ediyor değil mi;

Hasenatül ebrar, seyyiatül mukarrabiyn. Çok hoşuma giden bir söz bu. İyilerin iyiliği, Allah’a yakın olanların günahıdır. Yani aslında günah nedir sorusu cevabını, Allah’a yakınlığınız nedir İle bulur. Sıradan insanlar için günah Allah’ın haram kıldıklarıdır. Fakat Allah ile dost olanlar için günah Allah’tan gafil alınmış bir nefestir. Allah ile dostluğunuz geliştikçe artık O’ndan gafil alınmış bir nefes bile sizin için büyük bir günaha eşdeğer olur. Bu O’nunla dostluğunun derecesine bağlı bir şey onun gibi.

vAllâhu ya’lemu mütekallebeküm ve mesvaküm zira Allah gezip dolaştığınız yeri de, gelip durduğunuz yeri de bilir. Önünüzü de bilir sonunuzu da bilir.

 

20-) Ve yekulülleziyne amenû levla nüzzilet suretün, feizâ ünzilet suretün muhkemetün ve zükira fiyhel kıtalü, raeytelleziyne fiy kulubihim meredun yenzurune ileyke nazaralmağşiyyi aleyhi minel mevt* feevla lehüm;
İman edenler: “(Savaş hükmünü ihtiva eden) bir sûre tenzîl edilmeliydi?” der. Hükümleri açık bir sûre inzâl edilip de, içinde savaştan söz edildiğinde; kalplerinde hastalık (şirk, nifak) olanları, ölüm korkusuyla baygınlık geçirenin baktığı gibi bakar görürsün! (Oysa) onlar için hayırlı olan budur. (A.Hulusi)

20 – İman edenler «bir Sûre indirilseydi» diyorlar, derken muhkem bir Sûre indirilip onda kıtâl zikredilince kalplerinde bir maraz bulunanları görüyorsun sana öyle bir bakış bakıyorlar ki: tıpkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı, o da onlara pek yakındır. (Elmalı)

 

Ve yekulülleziyne amenû levla nüzzilet sureh imdi iman edenler artık savaşa değinen bir sure indirilmesi gerekmez miydi derler. Enfal/6. ayette, Ayeti bitireyim de öyle değineyim. feizâ ünzilet suretün muhkemetün ve zükira fiyhel kıtalü, raeytelleziyne fiy kulubihim meredun yenzurune ileyke nazaralmağşiyyi aleyhi minel mevt fakat içinde savaştan söz edilen hüküm koyucu bir sure indirilmiş olsa kalplerinde hastalık olanların, sana ölüm korkusundan baygınlık gelmiş kimsenin bakışı gibi baktıklarını görürsün.

Enfal/6 ya bir atıf. keennema yüsakune ilel mevti ve hüm yenzurun. (Enfal/6)sanki sen onları göz göre göre ölüme sürüyormuşsun gibi bakarlar diyor. Bunlar kimler? Bize savaş yazılmalı, yani artık savaşa izin verilmeli diye yalvaranlar, savaşa izin verilince de böyle demeye başlarlar. Bu insanoğlunun garip bir tavrını gündeme getiriyor. Önce yalvarırlar, izin verilince de bu nereden çıktı derler. Kütibe aleykümül kıtalu ve huve kürhün leküm. (Bakara/216) savaş sizin hoşunuza gitmese de size farz kılındı.

Evet, Peki bu nedir, nasıl anlayacağız. Vahiy gibi, hele hele adı İslam olan, barış olan bir dinin vahyi gibi bir metnin içinde, Kur’an vahyinin içinde savaşı emreden ayetleri nasıl anlayacağız. Çok sade.

Kur’an vahyinin üstün gerçekçiliğini gösteren bir husus, savaş konusunda ki tavrıdır, gerçekçi yaklaşımıdır. O savaş gerçeğini yok saymaz. Pavlus Hıristiyanlığında ki gibi bir yanağına vurana, öbür yanağını dön hiç demez zaten. Kaldı ki onun ne kadar tutulduğunu bugünkü Hıristiyanlar da görüyorsunuz. Bırakın bir yanağına vurana öbür yanağını dönmeyi, hiçbir yanağına vurmayanı mahvetme, kahretmek, kitle imha silahlarıyla yok etmek için yer yüzünü 20 kere yok eden silahlar geliştiriyor. Şimdi o mesaja inandığını söyleyenler. Çünkü gerçekçi değil, çünkü hayatın hakikatini görmediği için o mesaja inandığını söyleyenler, şimdi tam tersini yapıyorlar, tam aksini.

Peki Kur’an vahyi nasıl bir tavır takınır? Savaş gerçeğini yok saymaz. Ne ki savaş ahlakını, yani güç ahlakını inşa eder.Savaşı yok saymaz ama, savaş ahlakı vazeder. Güç ahlakı vaz eder. Savaşı ahlaksızlıktan kurtarır, savaşın da bir ahlakı, savaşın da bir namusu, savaşın da bir ilkesi olmalıdır der. Saldırganlığı, zulmü, sömürüyü kesin bir dille reddeder.

Hac/39 ayette savaşa izin verildiği ifade buyrulur. Üzine lilleziyne yükatelune Bi ennehüm zulimu. (Hac/39) işte bu ayet aslında savaşın ne zaman meşru kılınacağının da delilidir. Saldırıya uğrayıp zulme maruz kalanlara savaş izni verildi. Saldırıya uğramak, zulme maruz kalmak. İşte Kur’an ın savaşa izin gerekçesi budur.

Peki savaş ahlakı Kur’an da nasıl yer alır? Bakara/190 ayet; Ve katilû fiy sebiylillâhilleziyne yukatilûneküm ve lâ ta’tedû. Sizinle savaşanlarla siz de savaşın. Ama sizinle savaşanlara, size savaş açanlara. Ama bir de ahlaki sınır var; ve lâ ta’tedû. Asla aşırı gitmeyin, sınırı aşmayın, haddi aşmayın.innAllâhe lâ yuhıbbul mu’tediyn. (Bakara/190) Allah sınırı aşanları sevmez. İşte bu.

Yine Feinintehev feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym. (Bakara/192) hemen deminki ayetten bir sonraki ayet, ama eğer onlar son verirse savaşa, savaşı bırakırlarsa Allah ğafurdur, rahıymdir, yani siz de merhametli davranın. Siz de onlarla savaşacağım diye atılmayın.

Yine; Savaşın amacını koyar Kur’an, savaşın gayesini. Hem de nerede koyar? Biliyorsunuz bu surenin 4. ayetinde. hattâ teda’al harbü evzareha (4) savaşın amacı İslam’da vahiyde, savaşın yükünü ortadan, yani savaşı ortadan kaldırmak olmalıdır. Savaşmamak için savaşılmalıdır. İşte bu surenin 4. ayetinde savaşın amacı; bir daha savaş olmasın diye, savaşı ortadan kaldırmak için savaşmak. Dolayısıyla vahiyde savaş ahlakı işte bu çerçeve içinde tutulur.

feevla lehüm (sonraki ayetle bitişik)

 

            21-) Ta’atün ve kavlün ma’ruf* feizâ ‘azemel emr, felev sadekullahe lekâne hayren lehüm;
(Bu konuda onlara düşen) itaat ve yerinde bir söz! Hüküm kesinleştiğinde, Allâh’a sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu. (A.Hulusi)

21 – Fakat bir tâat ve bir güzel söz, sonra emir katiyet kesp edince Allaha sadakat etselerdi elbette kendileri için daha hayırlı olurdu. (Elmalı)

 

feevla lehüm Ta’atün ve kavlün ma’rufun ne ki onlar, yani o bir sure indirilmeli değil miydi içinde savaş olan, savaşa izin veren diyenler için en hayırlısı vahyi izlemek ve emir verilince de olumlu bir söz söylemektir. Yani madem savaş izni istediniz, böyle bir emir gelince de, veyahut ta emir gelmeden de en hayırlısı nedir? Vahyi izlemektir. Gelen vahyi izleyin. Yani Allah neyin ne zaman olacağını sizden daha iyi bilir. Emir de gelince itaat edin. Bu durumlara düşen.

feizâ ‘azemel emr, felev sadekullahe lekâne hayren lehüm ve iş ciddiye bindiği zaman da Allah’a verdikleri söze sadık kalırlarsa kendileri için iyi olur.

 

22-) Fehel ‘aseytüm in tevelleytüm en tüfsidu fiyl Ardı ve tükattı’u erhameküm;
Geri dönerseniz, arzda bozgunculuk yapmak ve akrabalıkları da parçalamak beklenmez mi sizden? (A.Hulusi)

22 – Nasıl döner de Arzı fesâda verir ve rahimlerinizi doğratabilir misiniz? (Elmalı)

 

Fehel ‘aseytüm in tevelleytüm en tüfsidu fiyl Ardı ve tükattı’u erhameküm şimdi siz eğer sırtınızı dönerseniz, eğer sırt dönerseniz yer yüzünde bozgunculuk çıkarmış ta akrabalık bağlarınızı koparmış, dolayısıyla Allah’a isyan etmiş olmaz mısınız.

Bu belâğatı çok yüksek ayeti söz dizimine uygun olarak ancak böyle çevirebildim. Umarım isabetli çevirmişimdir. Saldırgan cezalandırılmalıdır. Vahyin savaş konusunda ki söylediklerinin özü budur. Saldıran cezalandırılır. Nedir? Eğer cezalandırılmazsa bu zulmü teşvik anlamına gelir. Saldırgan cezalandırılmazsa cesaret alır. Dolayısıyla saldırganı caydırmak ve durdurmak için savaş bir ödev, bazen de bir ibadet olur. Namaz gibi, oruç gibi, hatta ondan daha da ileri erfaz, farzın farzı olur. Farzların bir numarası olur. Bazen böyle gerekebilir. İşte o cihat olur, en büyük ibadet olur. Allah yoluna verilmiş her savaş cihattır, fakat cihat sadece savaştan ibaret değildir.

 

23-) Ülaikelleziyne le’anehümullâhu feesammehüm ve a’ma ebsarehüm;
İşte bunlar, Allâh’ın kendilerine lânet ettiği, kendilerini sağırlaştırdığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir. (A.Hulusi)

23 – Öyleler o kimselerdir ki Allah onları lanetlemiş de duygularını almış ve gözlerini kör etmiştir. (Elmalı)

 

Ülaikelleziyne le’anehümullâhu feesammehüm ve a’ma ebsarehüm işte böylelerini Allah’ın rahmetinden dışladığı, ardından sağırlaştırdığı ve gözlerini körleştirdiği kimselerdir böyleleri.

Saldırganı cesaretlendirecek her davranış, saldırganı yüreklendirecek her tavır, savaştan kaçmak gibi mesela 7 büyük günahtan biri olarak nitelendirilmiştir. Meşru savaştan kaçmak. Neden? Yani savaştan kaçmak sadece savaşın içinden kaçmak değil, aynı zamanda saldırgana karşı direnmekten geri durmakta savaştan kaçmaktır. Körlük ve sağırlık olarak adlandırıyor bunu vahiy. Neden körlük ve sağırlık? Devam edelim belki daha da açıklayacaktır bize;

 

24-) Efela yetedebberunel Kur’âne em alâ kulubin akfalüha;
Kurân’ı derinlemesine – sistemli düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri (şuurları) kilitlerle (yanlış değer yargıları ile) mi kilitli! (A.Hulusi)

24 – Öyle olmasa Kur’an ı bir tedebbür etmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde üst üste kilitleri mi var? (Elmalı)

 

Efela yetedebberunel Kur’ân onlar hiç Kur’an üzerine derin derin düşünmezler mi? em alâ kulubin akfalüha yoksa kilit vurulmuş bir kalplere mi sahipler.

İşte savaşla ilgili bir pasajın hemen arkasından gelen ayet. Yani Kur’an ın emirleri ve nehiyleri üzerinde yüzeysel biçimde durmayın. Derinliğine durursanız bunların, insanın hakikatine ne kadar uygun olduğunu, insanın saadeti için ne kadar gerekli olduğunu anlarsınız. Ama bu sadece ait olduğu pasaj için de değil, belki müstakil bir biçimde anlaşılması daha doğru olan bir ayet.

Onlar Kur’an üzerinde derin derin düşünmezler mi? Kur’an ın her talimatının satır aralarında ve satır arkalarında sayısız hikmet saklıdır. Kur’an sadece ne dediği ile değil, ne demek istediğiyle de okunmalıdır. İnsanlık için en iyi senaryo onu yaratanın senaryosudur. İnsanlığı yaratan Allah, bu Kur’an ı gönderen Allah’tır. O Allah buyuruyor ki Kur’an üzerinde onlar derinliğine düşünmez tedebbür etmezler mi?

Tedebbür; Arkasına geçmek demektir. Çünkü dübür arka demektir. Bir şeyin arka tarafı. Nasıl arkasına geçmek, ne demek bu? Bir şeyin arkasına geçmek. Eğer bu şey vahiy ise satırların arkasına geçmek, yani satırların içine nüfuz etmek, satırların aralarından dalmak, üzerlerinde ciddi ciddi kafa yormak. Belki hafakanlar geçirecek kadar kafa yormak, çatlatırcasına kafa yormak, yani vahye hakkını vermek ve söylediklerinin, vahyin hedeflerinin sadece söyledikleri ile sınırlı olmadığı olmadığını anlamak. Vahyin hedeflerinin söylediklerinden çok daha öte hedefler olduğunu anlamak. Bunun içinde sadece satırları değil, satırların aralarını, sadece satır aralarını değil, satırların arkalarını da okumak.

Tedebbür niçin edilir? Tedbir üretmek için. Tedbirle tedebbür aynı köktendir. Yani tedebbür etmeyenler gelecek için tedbir alamazlar. Geleceğe tedbir almak için tedebbür etmek lazım. Tedebbür; gelecek adına tedbir üretmek için düşünmek demektir. Tezekkür; Geçmişe yönelik düşünmek demektir. Taakkul geçmiş ile gelecek arasında bağ kurarak düşünmek demektir. Tefakkuh geçmiş ve gelecek hakkında bağ kurarak bugün için bir hayat planı elde etmek için düşünmek demektir. Tefekkür bunların hepsini yapmak demektir. Onun için tezekkür, tefekkür, taakkul, tefakkuh ve tedebbür beşi bir yerde olarak düşünülmeli, anlaşılmalıdır.

 

25-) İnnelleziynerteddu alâ edbarihim min ba’di ma tebeyyene lehümül hüdeşşeytanu sevvele lehüm* ve emla lehüm;
Hakikat kendilerine apaçık zâhir olduktan sonra arkalarına dönenlere (ikiyüzlülere) gelince, şeytan (saptırıcı fikirleri) onlara (bu yaptıklarını) sevdirmiş, onları boş ümitlerle oyalamıştır. (A.Hulusi)

25 – Haberiniz olsun ki o kendilerine hak tebeyyün ettikten sonra gerisin geri irtidâ da doğru gidenlere Şeytan fit vermiş ve kendilerini uzun uzun emellere düşürmüştür. (Elmalı)

 

İnnelleziynerteddu alâ edbarihim min ba’di ma tebeyyene lehümül hüde elbet doğru yol kendilerine açıklandıktan sonra ona sırtlarını dönenler olur. Her zaman olabilir bu. Her yerde olabilir bu. Yani herkes hakikate ta baştan boyun eğip de lebbeyk deyip koşmaz. Zaten imtihan sırrı budur. esşeytanu sevvele lehüm* ve emla lehüm şeytan onların tasavvurlarını yamultmuş ve onlara boş umutlar yüklemiştir.

Çok ilginç bir bağlantı var sevgili Kur’an dostları, farkında mısınız? Sevvele; tasavvuru yamultmak demektir, yamuk inşa etmek demektir. Bu surenin 2. ayetinin zıddıdır aslında. asleha balehüm (2) diyordu ve onların akıllarını inşa edecek Allah. Yani Islah ile, asleha ile sevvele; birbirinin zıddı. Tasavvuru inşa eden vahyin karşısında tasavvuru yamuklaştıran, bozan şeytan var. Çok ilginç. Böyle bir karşıtlık kuruyor bu ayet.

Öyle bir yamukluk ki bu tasavvurunuzu ters çeviriyor, amuda kaldırıyor. Mesela vahyin ölüm dediğine şeytanın inşa ettiği tasavvur hayat diyor. Vahyin hayat dediğine ölüm. Vahyin kar dediğine zara diyor, vahyin zarar dediğine kar. Vahyin iyi dediğine kötü diyor, kötü dediğine iyi. Vahyin güzel dediğine çirkin diyor, çirkin dediğine güzel. Vahyin kazanç dediğine kayıp diyor, kayıp dediğine kazanç. Yani kilonuzu ve metrenizi siz farkında olmadan değiştiriyor. Dolayısıyla yamuk kilo ve metreye göre tartıyorsunuz, satarken de alırken de yanlış yapıyorsunuz, haksızlık ediyorsunuz.

İşte sevvele bu. yani kilonuzu ve metrenizi yamuklaştırmak, şeytanın işi bu. Vahyin işi ne? Si,ze hiç aşınmamış bir kilo, hiç aşınmamış bir metre. Tam 1.000 gr. Bir kilo. Tam 100 cm, bütün 1 m. Vermek.

 

26-) Zâlike Bi ennehüm kalu lilleziyne kerihu ma nezzelAllâhu senutıy’uküm fiy ba’dil emr* vAllâhu ya’lemu israrehüm;
Bu duruma düşmelerinin nedeni; onların, Allâh’ın indirdiğini beğenmeyenlere: “Bu işin bir kısmında size itaat edeceğiz” demeleridir… (Oysa) Allâh onların gizlediklerini bilir. (A.Hulusi)

26 – Öyle, çünkü bunlar Allahın indirdiğini hoşlanmayanlara demişlerdir ki: biz, size bazı emirde itaat edeceğiz, Allah ise onların o gizli konuşmalarını bilip duruyor. (Elmalı)

 

Zâlike Bi ennehüm kalu lilleziyne kerihu ma nezzelAllâhu senutıy’uküm fiy ba’dil emr böyle olmuştur, bu böyledir. Çünkü onlar Allah’ın indirdiklerinden hoşlanmayanlara bazı konularda sizin talimatınıza uyacağız dediler.

Bu tür münafıklık tavrı, işte burada ki münafıkların bir tür nifak tavırları ortaya çıkıyor. Teslimiyet yok, içten pazarlık var. İçten pazarlıklarını da böyle beyan ediyorlar. Yani acaba ne yapsam, yani biraz ona biraz buna mı versem. Yere çakar iki çatal kazığı, ikiden birine eyler yazığı diyordu ya Seyrani: Yürekte çatal kazık geçmez. Bir yürekte iki sevda olmaz diyor. Bir kısmını şeytana vereyim, bir kısmını rahmana vereyim, ikisinin de gönlünü alayım şeklinde ki bir müzebzib tavır bu işte.

vAllâhu ya’lemu israrehüm Ama Allah onların gizlediklerini bilir.

 

27-) Fekeyfe izâ teveffethümül Melaiketü yadribune vucuhehüm ve edbarehüm;
Peki ya o Melekler, onların yüzlerine ve arka taraflarına vurarak kendilerini vefat ettirdikleri (bedenle bağlantılarını kestikleri) zaman nasıl olacak? (A.Hulusi)

27 – O halde Melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırlarken nasıl olacak bakalım. (Elmalı)

 

Fekeyfe izâ teveffethümül Melaiketü yadribune vucuhehüm ve edbarehüm iyi de melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alacakları zaman halleri ne olacak peki? O zaman ne yapacaklar. Yani o zamanda yarısını şeytanım mı alsın diyecekler. Ne yapacaklar?

 

28-) Zâlike Bi ennehümüt tebe’û ma eshatAllâhe ve kerihu rıdvaneHU feahbeta a’malehüm;
İşte budur! Onlar Allâh’ı öfkelendiren şeylere tâbi oldular; O’nun rıdvanını beğenmediler de, (Allâh) onların yaptıklarının karşılığını hiç etti! (A.Hulusi)

28 – Öyle, çünkü onlar Allahın hışmına sebep olan şeylerin ardına düştüler de onun rıdvanını istemediler, o da onların bütün amellerini heder etmiştir. (Elmalı)

 

Zâlike Bi ennehümüt tebe’û ma eshatAllâhe ve kerihu rıdvaneH böyle olacak, çünkü onlar Allah’ın lanetlediği her şeye sarıldılar ve O’nun hoşnutluğundan nefret ettiler. feahbeta a’malehüm ve böylece kendi emeklerini boşa çıkardılar.

Ayete dikkat buyurdunuz mu sevgili dostlar, Allah’ın lanetlediği her şeye sarılmak, Allah’ın sevdiği şeylerden de nefret etmek. Çok ilginç bir tavır. Allah ile zıtlaşmak diyoruz biz buna. Neyi seviyorsa Allah ondan nefret etmek. Neyi de lanetliyorsa ona deli gibi sarılmak. İşte Allah ile zıtlaşmak bu. Bu bir tür Allah’a savaş açmak aslında. Böyle bir insanın sonu ne olur, böyle bir tavrın sonucu ne olur..! Evet, vahiy inşa ederse ancak Allah ile zıtlaşmaz insan. Allah’ın gör dediği yerden bakar ve onu görür. Şeytanın inşa ettiği bir zihinle bakarsa Allah ile zıtlaşacaktır.

 

            29-) Em hasibelleziyne fiy kulubihim meredun en len yuhricAllâhu adğânehüm;
Yoksa hastalıklı düşünce sahipleri, onların (gizledikleri) amansız kinlerini Allâh asla ortaya çıkarmayacak mı sandılar? (A.Hulusi)

29 – Yoksa o kalplerinde bir maraz bulunanlar, Allah kendilerinin kinlerini asla meydana çıkarmaz mı sandılar? (Elmalı)

 

Em hasibelleziyne fiy kulubihim meredun en len yuhricAllâhu adğânehüm yoksa kalplerinde tarifsiz bir hastalık bulunanlar, kör kinlerini Allah’ın açığa çıkarmayacağını mı sandılar. Dğn aslında kötü bir şeyin, görünmesin diye üstünü örtmektir. Kök manası bu. Fakat daha sonra kin, nefret, kör kin manasına gelmiş. Bu kör kinin açıklaması ne? Bir üstteki ayettir. Allah’a karşı, O’nun dinine karşı kör kin nasıl anlaşılır? Allah’ın lanetlediği her şeyi sevmek, Allah’ın hoşnut ve razı olduklarındansa hiç hoşnut ve razı olmamak. İşte kör kin bu.

[Ek bilgi; Nitekim i’rabda veya tecvidde hataya da lahin denilir. Mesela zafer elde edildiği zaman “Biz de sizinle beraberdik.” (Ankebut, 29/10) demeleri, biraz sıkışınca “Şüphesiz bizim evlerimiz açıktır.” (Ahzap, 33/13) demeleri, yahut demin geçtiği üzere “o demin ne dedi?” demeleri gibi sözler hep sözün lahni cümlesindendir. Allah bütün amellerinizi bilir. Hepinizin niyetlerinize göre, iyiye iyi, kötüye kötü, uygun olan karşılığını verir.(Elmalı-Tefsir)]

 

30-) Velev neşau le ereynakehüm fele areftehüm Bisiymahüm* ve leta’rifennehüm fiy lahnil kavl* vAllâhu ya’lemu a’maleküm;
Eğer dileseydik elbette onları sana gösterirdik de onları sîmalarından kesinlikle tanırdın! Yemin olsun ki sen onları sözlerinin üslubundan tanırsın… Allâh yaptıklarınızı bilir! (A.Hulusi)

30 – Dilesek biz onları sana gösteriverirdik de kendilerini bütün simalarıyla tanırdın ve her halde sen onları lakırdılarının edasından tanırsın, Allah ise bütün yaptıklarınızı bilir. (Elmalı)

 

Velev neşau le ereynakehüm fele areftehüm Bisiymahüm eğer isteseydik onları sana kesin gösterirdik ve elbet sen de onları gerçek yüzleriyle tanımış olurdun. Söz geliminden, ama bunu yapmadık, yani istemedik denildiğini anlıyoruz, fahval hitaptan. Yani kimseye insanın kalbini okuma yetkisi vermedik demektir bu ayet. Bu sen dahi olsan ey peygamber. Sana bile insanların kalbini okuma yetkisi vermedik.

Üsame örneğini hatırlayın. Üsame, bir düşmanını kendisine karşı kılıç üşürmek üzere olan bir düşmanını, kendisi kılıcıyla tam haklarken o Allah’a iman ettiğini söylemiş, ama kılıç durmamıştı ve boynunun üzerine inmişti. Resulallah bunu haber aldığında; “Ya Üsame demek sen Rabbim Allah diyen birini öldürdün ha?” “Ama ya Resulallah o kendini kurtarmak için öyle söyledi.” Deyince;”Hel şakakta kalbeh.” “Onun kalbini açıp da baktın mı? Yarıp da baktın mı?”

Aslında Üsame’nin dediği gibi olmuş olması kuvvetle muhtemel. Ama peygamberimizin verdiği ders çok daha soylu bir ders. 1/100 ihtimal dahi olsa o bir ihtimali önemliydi. Efendimiz hep böyle hareket etmişti. Onun içindir ki; Lem ab as em eşukka alâ kulubinnas.  “Ben insanların gönlünü açıp bakmak için gönderilmedim.” Diyordu ve onların beyanlarına itibar ediyordu, işte bu yüzden münafıkların münafıklığını bilse dahi onların yüzlerine vurmadı bunu.

Bu vahyin inşa ettiği peygamberin tasavvuruydu işte. Ayet böyle inşa etmişti Resulallah’ın tasavvurunu. Onun içindir ki Ümmü ‘Ala’ya cevap verirken efendimiz: “Ve inniy vallahi ma edrıy ve ene resulullahi ve ma yuf’allu bihi.” Demişti.  “Ben peygamber olduğum halde, Allah’ın Resulü olduğum halde vallahi yarın bana ne yapılacağını bilmiyorum.” Çünkü Ümmü ‘Ala evlerinde vefat eden Keriym sahabe Osman’bin Maz’un un cenazesine dönerek; “Sana ne mutlu, Allah seni cennetine koyacak.” Demişti de peygamberimiz bunu duyunca ona böyle cevap vermişti. “Ben peygamber olduğum halde vallahi bana yarın ne yapılacağını ben bile bilmiyorum.” Buyurmuştu.

İşte böyle diyen peygamberin tasavvurunu bu tip ayetler inşa etmişti. Çünkü Ahkaf/9 da ..ve ma edriy ma yüf’alu Biy ve lâ Biküm. (Ahkaf/9) yani böyle demesi emr olunuyordu. Ben; bana da size de yarın ne olacağını bilmiyorum de diye emr olunuyordu.

ve leta’rifennehüm fiy lahnil kavl Ama, yani kalplerini açıp bakmazsın, bilemezsin. Allah sana bildirseydi bilirdin ama bilemezsin. Peki yine de bileceğin bir yer yok mu? Var. Sen onları sözün eda ve üslubundan mutlaka çıkarırsın. Yani yine de bilebilecek bir yer var.

Basiretli biri ses tonundan, edasından muhatabını çözebilir. Sen de çözebilirsin. Mesela onlar Ra’ina yerine ra’iyna derlerdi dillerini eğip bükerek. Bizi gözet, bize bak yerine, bizim çobanımız, yani bir tür hakaret manasına o anlama gelecek şekilde hiç belli belirsiz dillerini hafif kırıverirlerdi. Mesela yine “esselâmu aleyküm” yerine belli belirsiz “essem aleyküm” derlerdi. Sem, yani karşıdakine ilenmek, lanetlemek anlamına gelen bir söz bu.

Hatta peygamberimiz de onlara “Aleyküm.” Derdi. Bir kezinde peygamberimizin ince mesajını anlayamayan Hz. Aişe, Ya Resulallah onların selamını niye alıyorsun, baksana ne diyor, nasıl dilini eğip bükerek selam veriyor, anlamıyor musun.”. “Hayır ya Aişe anlıyorum, zaten ben de “ve aleyküm” dedim. Aynısı da size olsun dedim. Buyuruyorlar.

vAllâhu ya’lemu a’maleküm ama Allah bütün yaptıklarınızı bilir.

 

31-) Ve leneblüvenneküm hattâ na’lemel mücahidiyne minküm vessabiriyne ve neblüve ahbareküm;
Andolsun ki biz, sizden, mücahitler (Allâh yolunda mücahede edenler) ve sabredenler (sizce de) bilininceye kadar sizi (belâlarla) deneyeceğiz… Haberlerinizi duyuracağız! (A.Hulusi)

31 – Celalim hakkı için sizi imtihana sokacağız, tâ ki içinizden mücahitleri ve sabredenleri belli edelim ve haberlerinizi imtihan meydanlarına numune yapalım. (Elmalı)

 

Ve leneblüvenneküm hattâ na’lemel mücahidiyne minküm vessabiriyne ve neblüve ahbareküm içinizden Allah yolunda üstün çaba gösterenleri ve zorluklara karşı direnenleri ortaya koyuncaya kadar, hatta na’lem ibaresi aslında, kelime manası bilinceye, öğreninceye kadar. Allah’ımız bilmiyor muydu, bu; ortaya çıkarıncaya kadar anlamına alınmalı diye düşünüyorum. Ortaya çıkarıncaya kadar sizi sınayacağız. Sizin bütün iddialarınızı da sınayacağız.  Hatta na’lem i biraz daha durmak isterdim ama vaktimiz toparlanıyor, yine de daha önce işlediğimi hatırlıyorum Bakara/143. ayetinin tefsirine, Ankebut/3. ayetinin tefsirine bakılabilir.

 

32-) İnnelleziyne keferu ve saddu ‘an sebiliyllâhi ve şakkur Rasûle min ba’di ma tebeyyene lehümül hüda, len yedurrullahe şey’a* ve seyuhbitu a’malehüm;
Muhakkak ki hakikat bilgisini inkâr edenler, Allâh yolundan alıkoyanlar ve hakikat ilmi kendilerine açıklandıktan sonra Er Rasûl’e (Rasûlullâh’a) muhalefet edenler, Allâh’a asla hiçbir zarar veremezler! (Ama O) onların amellerini boşa çıkaracaktır. (A.Hulusi)

32 – Haberiniz olsun ki o küfredip Allah yolundan men’ eyleyen ve hak kendilerine tebeyyün ettikten sonra Peygambere karşı gelenler hiç bir zaman Allaha zerrece bir zarar edecek değiller, o onların amellerini heder edecektir. (Elmalı)

 

İnnelleziyne keferu ve saddu ‘an sebiliyllâhi ve şakkur Rasûle min ba’di ma tebeyyene lehümül hüda, len yedurrullahe şey’a şüphesiz inkarda direnen, Allah yolundan alıkoyan ve doğru yol kendilerine açıklandıktan sonra elçi ile yollarını, aralarını ayıran kimseler Allah’a hiçbir zarar vermiş olamazlar.

Ve şakkur Rasûl; Nebi ile yol ayırmak, elçi ile. Bugün bunun anlamı daha geniş olsa gerek. Onu vahiy postacısı gibi görmekte onunla yolları ayırmak anlamına gelir diye düşünüyorum. Onu ilahi inşanın bir modeli bir arke tipi, bir prototipi olarak görmek ve onu model almak yerine, onu sanki bir ara kablosu haşa gibi görmekte onunla yolları ayırmak olsa gerektir diye düşünüyorum.

ve seyuhbitu a’malehüm ne ki kendi, emeklerini boşa çıkarmış olacaklar böyleleri. Eğer Allah Resulü ile yollarını ayırırlarsa.

 

33-) Ya eyyühelleziyne amenû etıy’ullahe ve etıy’ur Rasûle ve lâ tubtılu a’maleküm;
Ey iman edenler! İtaat edin Allâh’a ve itaat edin Rasûl’e; yaptıklarınızın getirisini geçersiz kılmayın! (A.Hulusi)

33 – Ey o bütün iman edenler! Allaha itaat edin ve Resule itaat edin de amellerinizi iptal eylemeyin. (Elmalı)

 

Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman ailesinin fertleri, bireyleri.

Ya eyyühe; nida ve münada ibaresi aslında bir ailenin fertlerini, bireylerini ifade eden bir ifade tarzıdır. Onun için Ey iman ailesinin fertleri diye çevirmeyi uygun buldum.

amenû etıy’ullahe ve etıy’ur Rasûle ve lâ tubtılu a’maleküm Allah’a itaat edin. Elçiye itaat edin, peygambere itaat edin ve asla emeklerinizi boşa çıkarmayın. Burada aslında etıy’u 2 kere gelmeyebilirdi de. Dil kuralları gereği etıy’ullahe vel Resul diye de gelebilirdi. Ama iki kere gelmesi anlama farklı bir şey katar yan anlam olarak. Nedir o; Allah’a ve peygambere itaatinizin iki ayrı illeti, iki ayrı gayesi vardır. Yani peygambere itaatin de ayrıca getirisi vardır, gayesi vardır, illeti vardır. O nedenle ayrıca peygambere de itaat edin anlamına gelir.

[Ek bilgi; Diğer bir deyimle, amellerinin faydalı ve sonuç verici olması, tamamen Allah ve Resulü’ne itaate bağlıdır. İtaatten çıktıktan sonra yapılan hiçbir amel, kişinin ecir kazanmasına neden olan hayırlı amel değildir. (Ebu’l alâ Mevdudi- Tefhimu-l Kur’an.)]

 

34-) İnnelleziyne keferu ve saddu an sebiylillâhi sümme matu ve hüm küffarun felen yağfirAllâhu lehüm;
Muhakkak ki hakikat bilgisini inkâr edenler, (insanları dışsallık veya içsellik yüzünden) Allâh yolundan alıkoyanlar, sonra da hakikati inkârlarıyla ölenler var ya, Allâh onları kesinlikle bağışlamayacaktır! (A.Hulusi)

34 – Haberiniz olsun ki küfredip Allah yolundan sapan sonra da kâfir oldukları halde ölenleri Allah hiç bir zaman mağfiret buyurmaz. (Elmalı)

 

İnnelleziyne keferu ve saddu an sebiylillâhi sümme matu ve hüm küffarun şüphesiz inkarda direnen, Allah yolundan alıkoyan sonra da bu inkar üzere ölen kimselere gelince felen yağfirAllâhu lehüm evet, Allah onları asla bağışlamayacaktır, affetmeyecektir.

 

35-) Fela tehinu ve ted’u ilesSelmi, ve entümül a’levne, vAllâhu me’aküm ve len yetireküm a’maleküm;
Gevşemeyin ve siz üstünken selm’e (barışa, Hak ile bâtılı uzlaştırmaya) çağırmayın! Allâh sizinle “Bir”liktedir! Sizin yaptıklarınızı asla eksiltmeyecektir. (A.Hulusi)

35 – Onun için gevşeklik etmeyin de sizler daha üstün olacak iken sulha yalvarmayın, Allah sizinledir ve asla sizin amellerinize kıymaz. (Elmalı)

 

Fela tehinu ve ted’u ilesSelm artık gevşemeyin ve barış için yalvarıp yakarmayın. Yani bu Kur’an da nehy edilen barış adı altında zillet ve onursuzluktur. Aslında barış emredilir. A. İmran/139. ayetinde; (Hayır Enfal/61 olacak) Ve in cenehû lis selmi fecnah lehâ. (Enfal61)   Yani eğer barışa yanaşırlarda sen de barışa yanaş emri vardır.

ve entümül a’levn zira sizsiniz üstün olan vAllâhu me’aküm ve len yetireküm a’maleküm çünkü Allah sizinle beraberdir ve O sizin emeklerinizi  asla zayi etmeyecektir.

 

36-) İnnemel hayatüd dünya le’ıbun ve lehv* ve in tu’minu ve tetteku yü’tiküm ücureküm ve lâ yes’elküm emvaleküm;

Dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlencedir! Eğer iman eder ve korunursanız, hem ecirlerinizi verir ve hem de sizden bütün mallarınızı (bu yolda sarf etmenizi) istemez! (A.Hulusi)

36 – Dünya hayat bir oyun ve eğlenceden ibârettir, halbuki siz iman eder de iyi korunursanız size hem ecirlerinizi verir hem de sizden bütün mallarınızı istemez. (Elmalı)

 

İnnemel hayatüd dünya le’ıbun ve lehvun bu dünya hayatı, öte dünya olmaksızın açıklama bu; Bir oyun ve eğlenceden ibarettir. ve in tu’minu ve tetteku yü’tiküm ücureküm ama eğer iman eder ve sorumluluk bilinciyle yaşarsanız karşılığını mutlaka alırsınız. ve lâ yes’elküm emvaleküm üstelik sizden mallarınızın tamamını da istemez. Bir bağ veren Allah, sizden bir salkım ister yoluna.

 

37-) İn yes’elkümuha feyuhfiküm tebhalu ve yuhric adğâneküm;
Eğer sizden onların (tamamını) isteyip size baskı yapsaydı, cimrilik ederdiniz ve (böylece) kinlerinizi (açığa) çıkarırdı. (A.Hulusi)

37 – Eğer sizden onların hepsini ister de sizi çıplak bırakacak olursa buhl eder dayatırsınız, bütün kînlerinizi de meydana çıkarır(Elmalı)

 

İn yes’elkümuha feyuhfiküm tebhalu ve yuhric adğâneküm O sizden mallarınızın tamamını istese ve sizi köşeye kıstırsaydı cimrilik ederdiniz de böylece gizli tarafınızı ortaya çıkarmış olurdu. Yani zaafınızı ortaya çıkarmış olurdu.

 

38-) Ha entüm haülai tüd’avne li tünfiku fiy sebiylillâh* feminküm men yebhalü, ve men yebhal feinnema yebhalü an nefsih* vAllâhul Ğaniyyü ve entümül fükarâ’* ve in tetevellev yestebdil kavmen ğayreküm sümme lâ yekûnu emsâleküm;
İşte sizler, Allâh yolunda karşılıksız paylaşmak için davet olunanlarsınız! Sizden kimi de var cimrilik eder! Kim cimrilik ederse cimriliği yalnızca kendi nefsine yapmış olur! Allâh Ğaniyy’dir, sizler fakirlersiniz! Eğer yüz çevirirseniz sizden başka bir toplumu yerinize getirir; onlar sizler gibi olmazlar! (A.Hulusi)

38 – İşte siz şunlarsınız: Allah yolunda infak etmeğe (iktiza eden masrafı vermeğe) davet olunuyorsunuz da yine içinizden kimisi kıskanıyor, halbuki kim kıskanırsa kendine kıskanmış olur, Allah ganî, fukara sizsiniz (ihtiyaç sizin) ve eğer tersine giderseniz başka bir kavmi tutar yerinize getirir sonra onlar sizin gibi olmazlar. (Elmalı)

 

Ha entüm haülai tüd’avne li tünfiku fiy sebiylillâh bakın, sizler Allah yolunda infak etmeye çağrılarak ödüllendirilen kimselersiniz. Yani Allah sizden yolunda infak isterken sizi ödüllendirmek için bunu yapıyor. Muhtaç olduğu için değil. feminküm men yebhal fakat yine de sizin içinizden cimrilik edenler var. ve men yebhal feinnema yebhalü an nefsih ama kim cimrilik ederse kendi aleyhine cimrilik etmiş olur. Çünkü veren ödülü hak edecek. Çünkü veren aslında kendinden vermiyor, Allah’ın kendisine verdiğinden daha fazlasını vermek için veriyor.

vAllâhul Ğaniyyü ve entümül fükarâ’ zira Allah kendine yetendir. Siz ise O’na hep muhtaçsınız. ve in tetevellev yestebdil kavmen ğayreküm sümme lâ yekûnu emsâleküm evet son olarak; Eğer Allah’tan yüz çevirirseniz sizin yerinize başka bir toplum getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar.

Bir başka ayette; ..men yertedde minküm an diynihı fesevfe ye’tillâhu Bi kavm.. (Maide/54) kim Allah’ın dininden yüz çevirirse Allah onların yerine yepyeni bir toplum getirecektir.

Bir başka ayette; İn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd. (Fâtır/16) eğer isterse sizi sile süpürür, yerinize yepyeni bir varlık türü getirir. Neden? Eğer O’na kulluğu terk ederseniz unutmayın ki ona muhtaçsınız, O size muhtaç değil. Allah’a yapacağınız kulluk, aslında kendinize ikramınızdır.

Rabbim kulluğundan ayırmasın.

 

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
2 Yorum

Yazan: 09 Ağustos 2013 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

2 responses to “Tefsir Dersleri MUHAMMED SURESİ (08-38) (160)

  1. salih

    18 Ekim 2023 at 14:12

    değerli kardeşim 12 .ayetin tefsirinde bakara 197 değilde Ali imran 197 olacak. zaten yukarda 19. ayet verilmiş, peşine gelen ayette bu ayet. sehven bakara 197 yazılmış, haberin olsun düzeltirsin

     
    • ekabirweb

      18 Ekim 2023 at 16:41

      Düzeltmeyi yapıyorum. Teşekkür ederiz. Allah razı olsun.

       

Yorum bırakın