RSS

Tefsir Dersleri KÂF SURESİ (01 – 45) (164)

06 Eyl

5            “Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Allahümme amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün muhteşem Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha gireceğiz. Bu sitenin adı Kaf. Kaf suresi elimizde ki mushafta 50. sırada yer alır. Adını girişinde ki mukadda harfinden, yani alfabe harfi olan Kaf’tan alır. Sure bu adı daha ilk nesilden itibaren kazanmış, sahabe onu bu adla anıyor. Hatta Ümmü Hişam isimli bir annemiz bu sureyi efendimizin arkasında dinleyerek ezberlediğini söyler. Bu sureyi peygamberimizin bir rivayette sabah namazlarında, diğer bir rivayette cemaate hutbe biçiminde Kur’an ı okuyarak sık sık bu sure ile konuştuğunu, yani Resulallah’ın Kur’an la konuştuğunu, hutbe diye Kur’an ı okuduğunu, insanlara nasihat olarak Kur’an ı verdiğini biz bu rivayetten öğreniyoruz. Yine Hz. Ömer’den gelen bir rivayette bu sure efendimizin bayramlarda sık sık okuduğu surelerden.

Sure Mekke’de nazil olmuş. Hatta yaklaşık nüzul yılına ait bir veriye de sahibiz. 4 ya da 5. yılda, peygamberliğin 4. ya da 5. yılında nazil olduğu kesin. Bu da nispeten nübüvvetin ilk döneminin sonlarına ait bir sure olduğunu gösterir. Tüm kronolojilerde vahiy nüzül dizimlerinde Murselat suresi ile Beled suresi arasına yerleştirilir. Nüzul sıralamasında 34. sıradadır.

Surenin konusuna gelince; tek cümleyle sure yeniden diriliş ve ahiret suresidir. Baştan sona sure ahiret tasavvurumuzu, adalet tasavvurumuzu, yani yeniden diriliş inancımızı inşa eder.

Yeniden dirilişi inkarın temelinde ne yatıyor sorusu gerçekten meraka değer bir soru. Kur’an yeniden dirilişi, hesap gününü inkarın en temelinde yatan saikin uzak tanrı inancı olduğunu bu surede dile getirir be o meşhur ayet, o bizi yüreğimizden titreten, sarsan berceste ayet bu surede yer alır. ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd (16) Biz insana şah damarından daha yakınız.

Sözün özü insanoğlu kaçınılmaz akıbetine hazır olmak zorundadır. Neden mi? Nedeni açık çünkü ve ileynel masıyr (43) tüm yollar Allah’a çıkar, dönüş Allah’a dır. Bu kısa özetten sonra kaf suresinin tefsirine girebiliriz.

[Ek bilgi;SÛRE HAKKINDA ÖZET BİLGİ

Kaf Sûresinde: Kaf’ın sırrı,

Kur’an-ı Meciyd,

Yaratılış ve neş’etler,

Yalanlayıp helak olan kavimler,

Şah damarından yakın olan?

Sağında ve solunda bulunan yazıcılar,

Sekeratul mevt,

Sevkedici ve şahid melekler,

Ölüm perdeleri açar,

Keşfi şakk ve basiretin keskinliği,

Kavl değişmez,

Cehennem dolmaz,

Cennet muttekıylere yaklaştırılmıştır…

Ğaybı olan Rahman’dan haşyet ve yönelen kalbin ecri,

Kur’an, beş duyu ve ona tabi kayıtlı bilinçle değil daha üzt düzey bir algılama mekanizması (kalb, ruhani müşahade) ile anlaşılır,

Semavat ve Arz’ın altı günde yaratılması,

Tebliğci cebbar (zorba) olmaz,

İlahi uyarıdan korkanların Kur’an ile uyarılması, gibi pek çok önemli konu açıklanmaktadır. (A. Hulusi- Kur’an ı Kerim “B” meali]

 

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, Rahiym olan, özünde merhametli, işinde merhametli olan. Bizatihi merhamet kaynağı ve tüm eylemlerinde de merhametle iş gören Allah adına.

 

1-) Kaaaf* vel Kur’ânil Meciyd;

Kaf (KAF harfi {ENE} Eniyet’e işaret eder. İnsan Zâtının üç mertebesi olan Ahadiyet, Eniyet ve Hüviyet tecellilerinden ilk açığa çıkış olan eniyet = ene = ego = BEN noktasına işaret eder. Kaf Dağı, Benlik dağı olarak tasavvufta sembolleştirilir. Dağ, benliğin sembolüdür. Allâhu âlem. A.H.)! Kur’ân-ı Meciyd (açıklanan muhteşem Bilgi)! (A. Hulusi)

01 – Kaf ve Kur’ani mecîd hakkı için. (Elmalı)

 

Kaaaf başında geldiği her sure doğrudan ya da dolaylı vahye atıftır mukattaat harfleri. Hemen hemen yaklaşık Kur’an ın ¼ i suresinin başında gelir bu harfler, mukattaat harfleri. Başında geldiği her sure çoğunlukla doğrudan, sadece 3 tanesi dolaylı olarak vahye atıfla başlar. Bunun da bir nüktesi var elbet. Bu harfler alfabe harfleri. Adeta bunlarla şöyle söylenmiş olabilir. İlahi manalar bu harflerden oluşan beşeri kelimelerin içine, kalbine indi. Ey insan o ilahi manalar Allah tarafından sizin zihninize böyle indirildi. Yani Allah gök sofrasını size inzal etti, önünüze açtı ki merhametinin sonsuzluğunu göresiniz. Size olan sevgisini anlayasınız diye.

Bu harflerin yorumuna ilişkin bir çok görüş var. Ki bu görüşlerin hepsinin güçlü ya da zayıf tarafları da var. Aslında bu görüşlerin -ki 36 ya yakın bir görüş bu, 36 çeşit görüş- bunların her birisi gerçeğin bir boyutunu ifade eder. Ama belki de bu manada Hz. Ebu Bekir’in bu harfler hakkında ki o yaklaşımı tüm görüşlerin tacı hükmündedir. “Her kitabın bir sırrı vardır, bu da Kur’an ın sırrıdır.”

[Ek bilgi; Örnek görüşlerden.

Kaf; Şahadet ve ceberut alemindendir. Çıkış yeri dilin sonundan genzin üzerine doğrudur. Sayısal değeri 100 dür. Yalınları Elif, fe, Hemze ve Lâm dır. Feleği ikinci felek, feleğin hareket süresi 11.000 senedir. Seçkinlerde ve seçkinlerin seçkinlerinde belirginleşir ve ortaya çıkar. Mertebesi 4. mertebedir. Otoritesi Cinlerde ortaya çıkar. Doğası ilk analardır. Sonu sıcak, kuru; diğer kısımları soğuk ve yaştır.

Unsuru su ve ateştir. İnsan ve anka ondan var olur. Haller ona aittir. Hareketi karışıktır. Ünsiyet verir, çifttir. Alâmeti ortaktır, kendisine ait harfler Elif ve Fe dir.

Farklı mertebelere göre (Zat, sıfat ve fiil isimleri) Kaf harfine ait isimler ise başında yalın harflerinden birisinin bulunduğu isimlerdir. Sırlar ehline göre Zat, nurlar ehline göre ise zat ve sıfatlar Kaf harfine aittir. (İbn. Arabi/Fütuhât-ı Mekkiyye – C-1/s-185)]

Kaf suresi ile Sad suresi arasında çok ilginç benzerlikler olduğunu gördüm. Hem zaman açısından indirildiği zaman açısından, hem girişleri açısından, hem de konuları açısından. Sad suresi tevhid, Kaf suresi ahiret hakkında.

vel Kur’ânil Meciyd bu şanlı, şerefli mecid olan,şanlı ve şerefli, aynı zamanda okuyana şeref veren, okuyanı onurlandıran, okuyana itibar katan, okuyanı Allah’ın nazarında ve nezdinde değerli kılan Kur’an ın değerini bilin. Orada ki “vav” yemin vav ı, kasen vav ı. Fakat kasemlerin Arap dilinde söz diziminde cevabı olması lazım, burada cevabı yok. Cevapsız gelen kasemlerin değerini bilin, ya da onun üzerinde düşünün anlamına geldiğini düşünüyorum. Böyle bir meallendirme daha doğru bir meallendirme olur.

Değerini bilin. Neden? Çünkü o size değer ekliyor. Vahiy size onur veriyor. Vahiy sizin haysiyet ve itibarınızı koruyor. Onun için siz de vahyin değerini koruyun, vahyin değerini bilin. Hem şerefli özünde, hem de okuyana şeref ve onur bahşeden anlamı var meciyd formunda. Yani bu bir özne anlamı. Vahiy öznedir. Biz bunu çıkarıyoruz el Meciyd kelimesinin formundan vahiy öznedir. Özne inşa eder. Vahyin muhatabı kimdir? İnsan. O zaman vahiy insanı inşa etmektedir. Vahiy ilahi bir inşa projesidir. İnsanın onur ve haysiyetini korumanın yollarını insana vahiy öğretir.

Nasıl mı? kula ve eşyaya kul etmeyerek. Vahiy insanı Allah’a kulluğa çevirirken Allah’a bir katkı sağlamış olmaz. İnsana bir katkı sağlamış olur. Vahiy insanı yalnız Allah’a kulluğa çağırırken, aslında insanı kula kul olmaktan korumuş olur. Eşyaya, mala ve dünyaya kul olmaktan korumuş olur. Hepsinden öte kendi iç benine, egosuna, nefsine kul olmaktan korumuş olur. İşte vahiy insana böyle şeref ve itibar katar. Vahyin el Meciyd olmasının anlamı budur. Vahiyle şereflenen insan Allah’tan başkasına kul olmaz. Çünkü insanın gerçek bedelini ancak Allah öder.

 

2-) Bel ‘acibu en caehüm munzirun minhüm fe kalel kafirune hazâ şey’un ‘aciyb;

Bilakis aralarından bir uyarıcı onlara geldi diye hayret ettiler de, o hakikat bilgisini inkâr edenler şöyle dedi: “Bu çok acayip bir şey…” (A. Hulusi)

02 – Doğrusu şaştılar da kendilerine içlerinden korkutucu bir Peygamber geldiğine dediler ki kâfirler bu acîb bir şey. (Elmalı)

 

Bel ‘acibu en caehüm munzirun minhüm fe kalel kafirune hazâ şey’un ‘aciyb onlar içlerinden bir uyarıcının kendilerine gelmesine şaştılar ve işte bu acayip bir şeydir, şaşılası bir şeydir dediler. Yani bu ne acayip bir iş dediler.

Rabbimiz Kur’an da ilk defa insanın insana resul olarak gönderilmesine muhatapların şaştığını burada dile getiriyor. Acayip şey, insan peygamber olmuş oluyor. Taptıkları putlar, biliyorsunuz ilk muhatapların melekler ve cinlerin sembollerine tapıyorlar. Allah’a aracılar, yani Allah’a elçiler olarak görüyorlar oları. Onun içinde onların zihninde ki elçi tasavvuru melek ya da cin. Bir insanı Allah’ın elçisi olarak kabul etmiyorlar. Ama mantığa bakın melek ve cinin putunu yapıyorlar ve taşlara tapıyorlar. Taşlara tapacak kadar soyut düşünceden mahrum olan bu adamlar bir insanın Allah’a elçi olmasını acayip görüyorlar.

Çelişki, yaman çelişki. Aslında arka planında yatan sebep belli. Hayatlarına müdahil bir Allah istemiyorlar. Çünkü kendileri gibi yer yüzünde dolaşan, yiyen, içen, yaşayan ölümlü bir elçi olursa model almaları gerekecek. Yani hayatlarına müdahil olacak, bahane bulamayacaklar ..mali hazer Rasûl..bu ne biçim elçi diyorlardı ye’külüt taame ve yemşi fiyl esvak (Furkan/7) yiyip içiyor çarşılarda dolaşıyor. Onlar ayakları yerde olmayan bir elçi istiyorlar. Ayakları yerde olursa ne olur? izleyin denilir. Ayağı yere basmayanlar izlenmezler. Onun için Kur’an da Allah’ı izleyin emrini bulamazsınız. Ama Resulü izleyin emrini bulursunuz. Evet, eğer Allah’ı seviyorsanız beni izleyin ki Allah’ta sizi sevsin ayetinde (A. İmran/31) olduğu gibi.

 

3-) Eizâ mitna ve künna turaba* zâlike rec’un be’ıyd;

“Öldükten ve toprak olduktan sonra mı (bâ’s olunacağız)? O, çok uzak (dönüşü mümkün olmayan) bir geri dönüştür.” (A. Hulusi)

03 – Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit ha? Bu baıyd bir irca’. (Elmalı)

 

Eizâ mitna ve künna turaben ölümümüzün ve toza toprağa karışmamızın ardından dirilmek ha? Öyle mi? zâlike rec’un be’ıyd bu dönüşü imkansız bir son diyorlar inkarcı muhataplar. Yeniden dirilişi kabullenemiyorlar. Bu cehaletin eseri. İnsanın formülü eğer tüm ayrıntılarıyla bilinseydi, yeniden diriliş laboratuarda ispat edilmiş olacaktı. O zaman kimse inkar edemeyecekti. Cenabı Hakk bu formülü vermediği için inkarcılar yeniden dirilişi inkar ediyorlar. Oysa formülü sen bilmiyorsun diye Allah’ta mı bilmiyor. Eğer o formülü verseydi, şu topraktan elde ettiğimiz bitkiler kadar kolay olduğunu görecektik insanın yeniden dirilişini.

Zaten o gelecek, bitki kadar kolay olduğunu açıkça ifade edecek bu surede ayet. Onun için yeniden dirilişi inkarı insanın cehaletine bağlı bir inkar. Fakat bu cehalet ancak imanla yenilir. Eğer bilmeniz mümkin olmayan bir şeyle karşı karşıyaysanız bu durumda size düşen tek şey imanla o cehaleti aşmaktır. İman cehaleti aşmanın en sağlıklı yoludur.

 

4-) Kad alimna ma tenkusul Ardu minhüm* ve ‘ındeNA Kitabun Hafiyz;

Arzın onlardan noksanlaştırdığı şeyi (yaşlılığın eksilttiklerini) gerçekten bilmişizdir… Kitab-ı Hafiyz (koruyup kayıt eden kitap = memory) indîmizdedir (varlığın ruhunda). (A. Hulusi)

04 – fakat Arz onlardan neyi eksiltir bize malûmdur ve nezdimizde hıfzedici bir kitab vardır. (Elmalı)

 

Kad alimna ma tenkusul Ardu minhüm doğrusu biz yerin onları nasıl çürütüp toz toprak edeceğini bilmekteyiz. Yani yeri de ben yarattım, insanı da ben yarattım, yasaları da ben koydum. Ban insanın toz toprak olacağını mı hatırlatıyorlar. Yarattığım insanın toz toprak olacağını, çürüyeceğini ben bilmiyor muyum. Biz bilmekteyiz diyor rabbimiz.

Buradan yola çıkarak falanca çürümemişse iyidir, iyi ise çürümemiştir gibi bir takım yaklaşımların da doğru olmadığını görüyoruz. Onun için çürümek Allah’ın insana, insan bedenine ve toprağa koyduğu yasadır.

ve ‘ındeNA Kitabun Hafiyz zira katımızda korunmuş bir yasa mevcuttur bu konuda. Yani her ölümlü varlık, nesi nereden geliyorsa oraya döner. Badeni toprağa döner, oradan gelmiştir. Ruhu ise Alem-i ervaha yani geldiği yere. Dolayısıyla her şey aslına rücu eder. Bu yasadır ve bu yasa korunmuştur. Bu yasayı Allah koymuştur.Yeniden diriliş vaadi Allah’ın hayat için koyduğu yasalar gözetilerek yapılmaktadır. Bunun zımnen ifadesi de budur. Yani rabbimiz ben vaadlerimi yaparken, koyduğum yasaları gözeterek yapıyorum. Belki o yasalarımı yasalarımla, daha üst yasalarımla aşarak yapıyorum. Yani yine yasasız yapmıyorum, ilkesiz yapmıyorum anlamına gelir.

 

5-) Bel kezzebu Bil Hakkı lemma caehüm fehüm fiy emrin meriyc;

Hayır, onlara geldiğinde Hakikatlerini yalanladılar! Onlar pek karışık bir iş içindedirler. (A. Hulusi)

05 – Doğrusu hak kendilerine geldiği zaman tekzip ettiler de şimdi karma karışık bir ızdırap içindeler. (Elmalı)

 

Bel kezzebu Bil Hakkı lemma caehüm dahasınıda yaptılar. Bel, daha beterini yaptılar diyor. Ne yapmışlar? kezzebu Bil Hakkı lemma caehüm ayaklarına kadar geldiği halde gerçeği yalanladılar, hakikati yalanladılar. fehüm fiy emrin meriyc hasılı onlar derin bir iç karmaşa yaşıyorlar. Meriyc; Karışıklık, bulanıklık, karmaşa, içinden çıkılamayacak kadar karmaşa hali, kaos hali. İç dünyalarında derin bir kaos yaşıyorlar. İç dünyasında kaos yaşayan dış dünyasında ki kozmosu fark etmez. O muhteşem dizaynı fark etmez. O muhteşem eli fark etmez. Sanatta ki o muhteşemliği fark etmeyince sanatkarın ihtişamını, büyüklüğünü fark etmez. Onun içinde yaratmayı Allah’a bile çok görür.

Kafaya bakın, Allah tasavvuruna bakın. İnsanın Allah tasavvuru, insanın zihnini yüceltmesi gerekirken, onlar yüce bir tasavvur olan Allah tasavvurunu insan hizasına çekmeye, indirmeye çalışıyorlar. İşte onun için algılayamıyorlar.

 

6-) Efelem yenzuru iles Semai fevkahüm keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min furuc;

(Kendilerini arz – beden kabullendikleri içindir ki) üstlerindeki semâya (bilinçlerine) bakmadılar mı ki, onu nasıl oluşturduk ve (duyularla) bezedik! Onun hiçbir kusuru da yoktur! (A. Hulusi) 

06 – Artık üstlerindeki Semâya bir baksalar a, biz onu nasıl bina etmişiz ve ziynetlemişiz hiç bir gediği yok. (Elmalı)

 

Efelem yenzuru iles Semai fevkahüm ama onlar üzerlerinde ki göğe dönüp de  bakmazlar mı? Baksalar ya. Yani Allah’ın yeniden yaratışı, yeniden yaratılışı, öldükten sonra dirilişi Allah’a bile çok gören bu insanlar şöyle başlarını kaldırıp yukarı bir baksalar ya? keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min furuc üstelik onu nasıl inşa etmiş ve ışıl ışıl bezemişiz. Ve zeyyennaha; Işıl ışıl. Yani göz kamaştırıcı bir biçimde tezyin etmişiz süslemişiz. Dahası hiçbir eksik gedik bırakmamışız. ve ma leha min furuc Burada ki “ma” farklı da algılanabilir. Kem anlamı verirsek eğer ki bu mümkindir edatlarda, Arap dilinde. Yani nice geçiş noktaları yerleştirdik anlamına ulaşabiliriz. Alternatif bir anlam olarak sunuyorum.

 

7-) Vel Arda medednaha ve elkayna fiyha revasiye ve enbetna fiyha min külli zevcin behiyc;

Arzı (bedeni) geliştirdik; onda sâbit dağlar (organlar) oluşturduk! Onda her güzel çiftten (çift DNA sarmalından) bedenin nebatî özelliklerini meydana getirdik. (A. Hulusi)

07 – Arza da: bir imtidad vermişiz ve ağır baskılar oturtmuşuz ve her çeşitten çiftler bitirmişiz ki temaşasına doyulmaz. (Elmalı)

 

Vel Arda medednaha yer yüzünü ise yayıp genişlettik. Nasıl? Genişlettik, yaydık, uzattık. Nasıllığı arkasından geliyor. ve elkayna fiyha revasiye zira oraya kalkmaz kımıldamaz dağlar yerleştirdik. Ben burada ki “vav” ı zira diye çevirdim boşuna değil, bir öncesini açıklayan, beyan eden, manasına bir vav bu. Neden? Dağlar yerleştirerek yer yüzü nasıl uzar? Efendim anlaşılmayacak ne var: Yuvarlak ve düz bir sathı uzatmak istiyorsanız engebe koymanız lazım. Vadiler ve zirveler. Düz bir sathı uzatmış olursunuz. O düz alanı iki katına, 3 katına çıkarırsınız. Eğer enginli yüksekli yaparsanız. İşte cevabı Hakk o düz satıhta enginli yüksekli dağlar ve vadiler yerleştirerek muhteşem bir uzama gerçekleştirdi. Genişletti.

[Ek bilgi; DAĞLARIN OLUŞUMU

Yer küresinin teşekkülü; Çok yüksek derecedekibir sıcaklığın hüküm sürdüğü ve özellikle – kayaların erime halinde olduğu- merkezi bir tabakayı ihtiva eden derin bir tabaka ile katı ve soğu olan yer kabuğundan yani yüzey tabakasından meydana gelmektedir. Bu tabaka çok incedir. Yerin yarıçapı 6.000 Km.den fazla olduğu halde bu yüzey tabakası birkaç Km. ile 10 Km. arasında bir kalınlık teşkil eder. Bu da yer kabuğunun ortalana olarak yer küresinin yarı çapının1/100 bile olmadığı anlamına gelir.

Jeolojik olaylar işte – denilebilirse- bu ince deri üzerinde meydana gelmiştir. Bunların temelinde dağ silsilesinin esası olarak kıvrılmalar bulunur. Dağların oluşumuna jeolojide orogene’se (Dağ oluşması denilir. Bu oluşum sürecinin büyük bir önemi vardır. Çünkü bir dağı meydana getirecek olan engebeye, yer altında, yer kabuğunun aynı oranda ki bir gömülmesi tekabül eder ki, bu yere çakılmada, alt tabakada una bir temel sağlar. (Maurıce Bucaılle-Kur’an ve bilim)]

Aslında buradan, Kur’an ın genel üslubu budur. Fiziki şeylerden bahsederken hep aslında ahlaki, manevi noktalara imada bulunur. Yani dağ diyorsa Kur’an, yer yüzü diyorsa biz hemen bunu insanın iç dünyası olarak anlayacağız. İnsanın iç dünyasının kapasitesini de artırır. Nasıl artırır? Tıpkı yer yüzünün kapasitesini, yer yüzünün yüz ölçümünü, alanını engebeler koyarak, girintiler ve çıkıntılar, dağlar ve vadiler koyarak artırdıysa, insanın iç kapasitesini de bereketlendirir, mübarek kılar ve insanın iç kapasitesini artırır, böyle artırır Allah.

ve enbetna fiyha min külli zevcin behiyc üstelik orada her tür çiftten güzel, alımlı bitkiler yeşerttik. Zevcin behiyc, zevc; Varlığın çift kutupluluğuna atıftır. Aslında vahyin değişmez karakterlerinden biri de çift kutupluluktur. Vahyin içinde bile bu çift kutupluluğu görürüz. Bir maddeye atıf yapar bir manaya. Bir dünyaya atıf yapar, bir ukbaya, ahirete. Bir korkuya atıf yapar bir umuda. Bir cennete atıf yapar bir cehenneme. Bir insana atıf yapar bir şeytana. Bir benliğe atıf yapar bir imana, nefse imana. Yani vahiy de kendi içinde çift kutuplu bir üslubu benimser. Hatta vahiy Allah hakkında konuşurken bir celal sıfatına atıf yapar bir cemal sıfatına. Bir kahrı ilahiye atıf yapar, bir de lûtfu ilahiye. Böylece vahiy bize çift kutupluluğun, varlığın yasası olduğunu dile getirmiş olur.

Dünya hayatı hayatın bir yüzü. Bununla yukarıdan beri gelen, açılan pasajın konusu arasında nasıl bir alaka var? Zevcin behiyc; Çift kutuplu güzellik, göz alıcı güzellik. Ahireti inkarla ilgilidir bu pasajın konusu. Ey ahireti inkar eden inkarcı muhatap varlık çift kutupludur. Dünya bu kutbun bir tanesidir. Öteki kutbu nerde? İşte ahirette öteki kutbudur. Sen aslında ahireti inkar etmekle varlığın yasasını, senin de tabi olduğun yasasını inkar ediyorsun, kendini inkar ediyorsun. Kendine bak sen bile ceset ve ruh gibi bir çift kutuptan, hatta belki üç kutuptan müteşekkilsin. Ceset, can, ruh. Onun için sen kendini mi inkar ediyorsun. Bir de ötesi var. Yani tek kutup dünya, sen tek dünyalı olmayı kendine nasıl sindiriyorsun.

 

8 – ) Tebsıraten ve zikra li külli ‘abdin muniyb;

(Hakikatine) dönen her kula basîretini açmak ve hatırlatıp öğüt vermek için. (A. Hulusi)

08 – Gözler gönüller açar, yaratanın kudretini ihtar eder, dersler verir birer nişanei basîret ve nümunei ibret olmak üzere, hakka yüz tutan her kul için. (Elmalı)

 

Tebsıraten ve zikra li külli ‘abdin muniyb gönüllü olarak O’na yönelen her kul için bir bilinç kaynağı ve bir uyarı vesilesi olsun diye. Evet, Tebsıra; aslında ampirik bilgiye delalet eder. Yani gözlem yoluyla, deney yolu ile elde edilen dış bilgiye, veriye, dataya delalet eder. Zikra ise iç bilgiye, iç aydınlanmaya, tefekküre, düşünceye delalet eder. Yani bu kısacık ayette bilginin iki temel kaynağı da dile getiriliyor. Tebsıraten ve Zikra li külli ‘abdin muniyb gönüllü olarak Allah’a yönelen her kimse için, her bir kimse için hem bir gözlem yoluyla elde edilen dış bilgi, hem de tefekkür yoluyla elde edilen iç bilgi olarak olsun diye bu vahyi gönderdi ve böyle yarattı. Bu vahyin gönderiliş ve şu kainat ayetinin okunuş sebebi bu olmalı.

Yani dönüp bakmıyorsunuz ya nassı duyun, sem’iyyat yolu ile, yani ya kulağınızı çalıştırın, ya da görün. Ya kitapta ki ayeti okuyun, ya da kainat ayetini. Siz ne onu okuyorsunuz, ne onu okuyorsunuz.  Ne dönüp göğe bakıp göğü kitap gibi okuyorsunuz, ne indirilen vahye inanıyorsunuz. Peki siz ne işe yararsınız. Aslında zımnen söylenen bu.

 

9-) Ve nezzelna mines Semai maen mubareken fe enbetna Bihi cennatin ve habbel hasıyd;

Semâdan bereketli bir su (ilim) indirdik de onunla cennetler (hakikatindeki kuvvelerin güzelliğini hissettirdik) ve hasat edilen taneler (çeşitli marifetler) bitirdik. (A. Hulusi)

09 – Bir de Semadan mübarek bir su indirip de onunla bağlar Bahçeler bitirmekteyiz ve biçilecek taneler. (Elmalı)

 

Ve nezzelna mines Semai maen mubareken fe enbetna Bihi cennat dahası biz gökten bereketli bir su indirdik ve onunla has bahçeleri yeşerttik. Yemyeşil cennete döndürdük.

Mübarek su, mübarek ürün; Bu çifti gördüğünüz her yerde hemen ahlaki ve manevi suya bakacaksınız. Vahiy suya benzetilir. Nasıl gökten su nazil etmişse Allah, semadan da, yani manevi semadan da vahiy nazil etmiştir. Nereye? Suyu kurumuş topraklara can versin, vahyi de kurumuş yüreklere can versin diye. Mübarek Kur’an, mübarek su; Gökten mü’min bir kalbe, akla nazil olursa ne yapar? Orayı cennete çevirir. Aslında mü’minin cenneti ilk defa yüreğinde tohumlanır. Mü’minin gireceği cennetin prototipi yüreğindedir. Orayı çölken cennete çeviren de vahiy rahmetidir.

[Ek bilgi; Yer altı sularının yağmur sularının süzülmesinden ileri geldiğini düşünmek basit bir iş sayılabilir. Fakat eski zamanda İ.Ö. 1. yy. da Roma’da Vitruve adını taşıyan bir şahsın bu fikri savunduğu bir istisna olarak nakledilir. Aynı şekilde Kur’an ın vahy edildiği zamanı da içine alan uzun asırlar boyunca suların düzeni konusunda insanlar tamamen yanlış telakkilere sahip bulunuyorlardı.

Bu meselenin uzmanlarından olan G Castany ile B. Blavoux; Eneyelopedia Universalis’te yazmış oldukları “Hydroge’ologie” makalesinde konunun tarihi yönü hakkında şu ibretli bilgileri veriyor.

İ.Ö. 7. yy. da Milet’li Thales, kara parçalarında ki rüzgarların etkisiyle deniz sularının itildiği, toprağa düşüp yere girdiğini düşünüyordu. Platon’da bu fikirleri paylaşıyordu. Suyun denizlere dönüşünün Tatar denilen bir büyük uçurumun sayesinde gerçekleştiği kanaatindeydi. Bu teori Deskartes de dahil 18. yy. a kadar sayısız taraftar bulacaktır.

Aristo ise yerdeki su buharının dağların soğuk oyuklarında yoğunlaştığını ve böylece kaynakları besleyen yer altı gölleri oluşturduğunu tahmin ediyordu. Bu nazariye 1. asırda Sene’gue tarafından benimseneceği gibi, 1877 ye kadar O.Volger’in içlerinde bulunduğu bir çok taraftar bulacaktır.

Suyun dolaşımı konusunda ilk vazıh anlayış, 1580 de Bernard Palissy tarafından yeniden ortaya konulacaktır. Bu şahıs ta yer altı sularının, yağmur sularının süzülmesinden meydana geldiğini kabul ediyordu.. Bu teori 17. asırda E Mariotte ve P Perrault tarafından desteklenecektir.

Hz. Muhammed devrinde geçer akçe olan bu yanlış telakkilerinKur’an da hiçbir etkisine rastlanmaz.(Maurıce Bucaılle – Kur’an ve Bilim)]

 

habbel hasıyd (Sonraki ayetle bitişik)

 

10-) Ven nahle basikatin leha tal’un nadıyd;

Salkım salkım meyveleriyle yüksek hurma ağaçları da. (A. Hulusi)

10 – Ve Semaya ser çeken hurma ağaçları ki sıvama dizilmiş bir tal’ı vardır. (Elmalı)

 

ve habbel hasıyd, Ven nahle basikatin leha tal’un nadıyd dahası hasat edilen tahılı ve sıra salkımlı meyveleriyle boylu poslu, fidan gibi hurma ağaçlarını,

 

11-) Rizkan lil ıbadi, ve ahyeyna Bihi beldeten meyta* kezâlikel huruc;

Kullara yaşam gıdası olması için. Onunla ölü bir beldeyi dirilttik. İşte huruç (dünyalarından – kozalarından çıkış) böylecedir. (A. Hulusi)

11 – Kullara rızk için, ve onunla ölü bir beldeye hayat vermekteyiz, işte o huruç da böyledir. (Elmalı)

 

Rizkan lil ıbad bütün kullara bir rızık olarak verdik. ve ahyeyna Bihi beldeten meyta* kezâlikel huruc evet, biz ölü bir beldeye o su ile can verdik. İşte insanın yeniden dirilişi de böyle olacaktır. Muhataplara Allah’ın indirdiği ayetleri okumuyorsunuz, bari kainat ayetini okuyun da yeniden dirilişin belgelerini görün diyor. 4 mevsim nedir? Yeniden dirilişi inkar eden bir insan, bir kışın baksın tabiata bir de baharın. İkisi arasında ki farkı nasıl izah edecek.

Aslında 24 saat bile yeterli yeniden diriliş için. Her gündüz ömrünüzdür, he akşamınız kabrinizdir. Her yatağa girişiniz kabre girişinizdir. Her sabahınız ba’sü ba’del mevt inizdir, yeniden dirilişinizdir. Gündüzü nasıl geçerse bir günün gecesi de öyle geçer. Gündüzü felaketlerle dolu olan bir ömrün gecesi kabustur. Gündüzü saadetle geçen bir ömrün gecesi Rü’ya es Salihadır. Cennet ise sabahın habercisidir.

 

12-) Kezzebet kablehüm kavmu Nuhın ve Ashabur Ressi ve Semud;

Onlardan önce Nuh’un kavmi, Ress Ashabı ve Semud da yalanladı (vefat sonrası ölümsüz ebedî yaşamı). (A. Hulusi)

12 – Tekzip etti onlardan evvel Nuh’un kavmi ve ashabı ress ve Semûd. (Elmalı)

 

Kezzebet kablehüm kavmu Nuhın ve Ashabur Ressi ve Semud onlardan önce Nuh kavmi Ress sakinleri ve Semud. Ress sakinleri daha önce de geçmişti kuyu demektir ress. Hatta Bi’r den farklıdır. Bi’r; Merdivenle içine inilen, üzeri kapalı kuyular. Ama Ress dediği kuyu tipi Anadolu da çok olan derin kuyu, etrafı taşla örülü olan veya olmayan derin kuyu. Hatta kör kuyu da diyebilirsiniz buna. Bu kuyu.

Neden Ress sakinleri dendiği konusunda farklı yorumlar var. Hanzala isimli bir peygamberleri var imiş bu Ress lilerin. Ki bu Ress’in nerede olduğu konusu da ihtilaflı. En yoğun görüş Necran’da, yani Mekke ile Yemen arasında, Necit ile Yemen arasında bir bölge olan Necran da olduğu. Ama bir başka görüş Azerbeycan’da olduğu, yine Irak’ta olduğu v.s. gibi farklı görüşler var. Her neredeyse bu kavim kendilerine gönderilen peygamberi kuyuya atmış bir rivayette. Onun için Ress sakinleri denilmiş. Peygamberini kuyuya atıp ondan kurtulan azgın kavim anlamında kullanılmış.

ve Semud (Sonraki ayete bitişik)

 

13-) Ve ‘Adun ve fir’avnu ve ıhvanu Lut;

Ad, Firavun ve Lût’un kardeşleri de (yalanladı). (A. Hulusi)

13 – Ve Âd ve Firavun ve ihvanı Lût ve ashabı. (Elmalı)

 

ve Semud, Ve ‘Adun ilginçtir Kur’an da nerde ‘Ad dan bahsedilirse orada Semud dan bahsedilir. İkisi adeta ikizdir. Neden biliyor musunuz? Sebebi çok belli. ‘Ad; Hadramevt’te yani güney Arabistan da yerleşik olan büyük bir uygarlık. İreme zâtil ‘ımâd. (Fecr/7) Yüksek sütunlar sahibi irem diyor ya Kur’an, gerçekten de muhteşem bir uygarlık kurmuşlardı. Refah düzeyi çok yüksekti. Fakat bir çöl kum fırtınasıyla bugün kazılar sonucu ortaya çıkarılan buluntulara göre 7 ile 12 m. Kumun altına gömüldüler ve bir bela, büyük bir belaydı.

Oradan kurtulanlar Kuzeye göç ettiler ve Medain-i Salih diye bugün kalıntıları olan, yine Arabistan’ın kuzeyinde bulunan Ürdün sınırına yakın bir yerde yeni bir uygarlık kurdular. Fakat Eski uygarlık olan ‘Ad; çöle kurulmuştu. Yani çölün yeşillikle birleştiği bir yere ve düzlük bir mekanda kurulmuştu. Evlerini çöl kumuyla, o kumdan malzemelerle yaptılar. Helake uğrayınca Hata bizde, hata Allah ile ilişkimizde diye düşünecekleri yerde, malzemede dediler ve yeni geldikleri yerde kayalardan ev yaptılar. Kaya gibi ev diyorlar ya, altı kaya üstü kaya gibi falan diye reklam yapıyorlar ya. Kayanın, taşın içine oydular muhteşem evlerini. Hala kalıntıları vardır o evlerin.

Yani suçu kendilerinde bilmediler, suçu malzemede buldular. Ama ne oldu? Yamuk baktıkları için doğruyu göremediler. Bela orada da yakaladı. Yani yamuk baktınız. Allah ile ilişkinizi düzelteceğiniz yerde, mimari, inşa unsurunu değiştirdiniz. Sorun mimaride değildi ki, sorun yapı malzemesinde değildi ki, sorun kafanızdaydı, sorun kalbinizdeydi, sizin ahlakınızı değiştirmeniz gerekirken yapı malzemesini değiştirdiniz. Allah bu malzemeyi helak etmez mi sandınız. Yine helak oldunuz. İşte onun için ‘Ad ve Semud bir arada anılır.

ve fir’avn ilginç yine firavun ve ıhvanu Lut ve Lût’un kardeşleri. Dikkat buyurun firavun diyor. kavminden söz edilmiyor, sadece yalın olarak firavun geliyor. Neden? Firavun o kadar baskıcı ve zorbaydı ki kavmini silikleştirdi, şahsiyetsizleştirdi, artık firavunun kavmi denilecek şahsiyet kalmadı ortada. Yani hepsi bir sürü. Bir çobanın bir parmağına bakan, veya çobanın elinde ki bir tutam otun arkasına dökülmüş bir sürü. Onun için şahsiyeti yoksa Kur’an onlara adam demiyor.

 

14-) Ve Ashabul’ Eyketi ve kavmu tubbe’* küllün kezzeber Rusule fehakka va’ıyd;

Ashab-ı Eyke ve Tubba kavmi de (yalanladı)… Hepsi Rasûlleri yalanladı da bu yüzden duyurulan azabım hak oldu. (A. Hulusi)

14 –      Eyke ve tübbe’in kavmi, her biri gönderilen Peygamberleri tekzip etti de Hakk oldu veîd. (Elmalı)

 

Ve Ashabul’ Eyketi ve kavmu tubbe’ Evet, Ashabül’ Eykete diye de okunur. Yine ormanlık vadinin sakinleri ve tubbe’ kavmi. Daha önce bunlarda geçmişti Tubba’ kavmi Kudretli Himyer krallarına verilen isim ki, bir dönemde Himyer devleti, Himyer uygarlığı ta Derbent’e kadar, Kafkaslara kadar uzanmıştı. küllün kezzeber Rusul bunların hepsi de elçileri yalanladılar. fehakka va’ıyd sonunda vaad ettiğim, tehdit ettiğim ceza gerçekleşti.

 

15-) Efe ‘ayiyna Bil halkıl evvel* bel hüm fiy lebsin min halkın cediyd;

İlk yaratmada yetersiz mi kaldık? Hayır, onlar halk-ı cedîd’den (yeni yaratılış’tan) kuşku içindeler. (A. Hulusi)

15 – Ya artık birinci yaratış ile yoruluverdik mi? Doğrusu onlar, yeni bir yaradılıştan iltibastalar. (Elmalı)

 

Efe ‘ayiyna Bil halkıl evvel* şimdi biz ilk yaratış sırasında bitkin düşmüşüz öyle mi? İlginç bir noktaya getirdi vahiy. bel hüm fiy lebsin min halkın cediyd asla, asla, kesinlikle böyle bir şey iftira olur. Ama onlar yeniden yaratmanın imkanından kuşku duymaktalar. Yani bu ayet Yahudilerin Allah’a iftirası ile, müşriklerin Allah’a iftirasını zemin olarak aynı temele yerleştiriyor. Yahudilerin iftirası neydi? Ki Tevrat’ta bu açıkça yer alıyor tahrif edilmiş bölümünde diyelim. Tekvin bölümünün 2. bab 2. ayetinin cümlesi orada yer alıyor.

Allah yerleri ve gökleri 6 günde yarattı ve 7. gün dinlendi. Onun için cumartesi biz de ona ittibaen hiçbir iş yapmayacağız. Madem o yoruldu, biz de onun için yorulalım gibi bir mantıkla yola çıktılar. (Haşa tabii ki)

Bu aslında müşriklerin yeniden yaratılışı çok gördükleri sınırlı Allah tasavvurlarına benziyordu. Oysa ki Allah mutlak olandır. Her ne mükemmellik aklınıza geliyor, o Allah’a aittir. Her ne noksanlık aklınıza geliyor, Allah ondan münezzehtir. Allah inancı budur. Seliym bir Allah inancının olmazsa olmazıdır bunlar. Bunlar yoksa orada seliym bir Allah inancından söz edilemez. Dolayısıyla müşriklerle Yahudilerin bu yamuk inançlarının aynı temele ilişkin olduğunu yani ikisinin de ortak bir hastalığı olduğunu söylüyor burada. Nedir o ortak hastalık? Uzak Allah inancı. İşte şimdi oraya geldik.

 

16-) Ve lekad halaknel İnsane ve na’lemu ma tuvesvisu Bihi nefsuh* ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd;

Andolsun ki insanı biz yarattık… Ona (bilincinin oluşturduğu) nefsinin vesvese verdiği şeyi (kendini beden kabullenme fikrini) biliriz… Biz ona, şah damarından daha yakınız! (A. Hulusi)

16 – Hem şanıma kasem ederim ki hakikat insanı biz yarattık ve biliriz: nefsi onu ne ile vesveselendirir ve biz ona «habli verîd» den daha yakınızdır. (Elmalı)

 

Ve lekad halaknel İnsane ve na’lemu ma tuvesvisu Bihi nefsuh Doğrusu insanı yaratan biziz ve iç beninin, nefsinin bir başka ifadeyle, ona neler fısıldadığını, içinde nasıl fiskoslar yaptığını, neler üfürdüğünü çok iyi bilir.

Bu üzerinde ısrarla durulması gereken bir ayet değerli dostlar. Kur’an ın çivi ayetlerindendir bu ayet. İnsanı, insana tanıtan aynalardandır. Ey insan kendini, ta görünmez tarafını seyretmek istiyor musun, Allah’ın tuttuğu aynada kendine bak. İçine bak. Yani sen başka hiçbir ayna da burayı göremezsin. Hiçbir ayna sana ta içindeki zaafları göstermez. Allah’ın aynası ancak gösterir çünkü kalplerin özünü O bilir. Çünkü, evet çünküler burada gelecek;

İnsanı en iyi kim bilir? Allah. Neden? Nedeni var mı, çünkü O yarattı. Açık. Elâ ya’lemu men halâk.. (Mülk/14) yaratan bilmez mi diyor mülk suresinde ya rabbimiz. Elâ ya’lemu men halâk yaratan bilmez mi?

Bu ayet insanın gizemli iç dünyasından söz ediyor. İç ben, nefis ve onun ayartılmasından söz ediyor. Ayette ki eylem vesvese, açık. Yani insanı biz yarattık, onun içi beninin kendisine ne vesvese verdiğini de çok iyi biliriz. Diyor.

Vesvese= eylem. Peki bu eylemin öznesi kim? Nefs diyor ayet. ma tuvesvisu Bihi nefsuh öznesi nefs, iç ben. Peki nesnesi kim? İnsan. O zaman burada bir özne bir nesne bir de eylem var. Özne vesvese veriyor fiil vesvese, nesne de insan. Yani insanın içinde iki kutup var, bir kutup öbür kutbu baskı altına alıyor. Ne ile? Fiskosla, vesveseyle, ayartıyla, fısıldamayla burada ondan söz ediliyor. İnsanın içinde ki iki odaktan söz eden bir ayetle karşı karşıyayız. Nefs ve insan diyor ayette Ayet insanın nesneleşme sorununu ele alıyor. Ayetin konusu şu anda ortaya çıktı. Ayetin konusu insanın nesneleşmesidir. Ve zımnen şöyle diyor ayet;

İnsan Allah için kendisine bırakılmayacak kadar önemlidir. İnsan Allah nezdinde kendi kendisine bırakılmayacak kadar önemlidir. Allah insanı kendisine bırakamaz, bırakmaz. Neden bırakmadığını merak ediyorsanız işte bunun için bırakmaz. Çünkü insan kendisine kıyar kendisine bırakıldığı zaman. Onun için Allah insana sahip çıkar, çıkarsa Allah büyük bir rahmet etmiştir. Ama eğer Allah’tan insan ille de benim yakamı bırak diyorsa insan Allah’a kötülük yapmış olmaz, kendine kötülük yapmış olur.

Dışarıdan hiçbir müdahale olmasa içinde ki imkanı zaafa dönüştürerek insan kendisini kul köle haline getirir. Bunun sonucunda içinde ki insan eden sesi duyamaz hale gelir. Kendisini insan eden vicdanın sesinin üstüne perde gerilir. O ses Allah’ın fıtrat sesidir. Fıtrattan verdiği sestir. Fıtratın üzerinden konuşmasıdır Allah’ın. O sesi duymak, insanın kendisini aşarak özüne ulaşmasıyla mümkündür. İşte vesvese bu sesi duymamamız için parazit yapmaktır. Alıcılarımızın Cenabı Hakkın fıtratımız ve yaratılışımız üzerinden verdiği mesajları duymamamız için iç benimiz bir parazit yayar.

İrade ve vesvese ters orantılıdır. Bu cümle tüm vesveseler için geçerlidir. İrade ve vesvese ters orantılıdır. Vesvese arttıkça irade azalır, irade arttıkça vesvese azalır. Eğer bir insan vesveseliyse iradesiz demektir. Ona yapılacak en ciddi tavsiye iradeni artır vesvesen azalsın. %100 irade kullan %0 vesveseye ulaş denilir.

[Ek bilgi; BAĞIRSAKLARDAKİ 2. BEYİN

Bazı bilim adamlarının ‘’ikinci beynimiz’’ olarak adlandırdıkları, çoğu kez dikkate alınmayan, bağırsaklarımızın içini kaplayan bir nöronlar ağıdır.

Önemli nörotransmitter’larla dolu olan bu nöral doku kütlesinin daha derin anlayışı, onun sadece sindirimi idare etmekten veya ara sıra olan ani sinir spazmını vermekten çok daha fazlasını yaptığını gözler önüne sermektedir.

 

Kafataslarımızdaki büyük olanla bağlantı halinde olan bağırsaklardaki küçük beyin, zihinsel durumumuza kısmen karar verir ve vücudun her tarafında belirli hastalıklarda anahtar roller oynar. Onun etki alanı geniş olsa da; ikinci beyin, herhangi bilinçli düşüncenin veya karar vermenin merkezi değildir.

New York Presbyterian Hastanesi/Columbia Üniversitesi Tıp Merkezi’nde Anatomi ve Hücre Biyolojisi Departman başkanı, yeni oluşan Nörogastroenteroloji alanında uzman ve 1998 yılı kitabı ‘’İkinci Beyin’’ (HarperCollins Yayınevi) in yazarı olan Michael Gershon, “İkinci beyin, büyük düşünce süreçlerine yardımcı olmamakta. Din, filozofi ve şiir, baştaki beyine bırakılmış’’ demiştir….(Çeviri Esin Sezer)]

ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd zira biz insana şah damarından daha yakınız. Evet, ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd zira biz insana şah damarından daha yakınız. Yani ona iç beninin hangi fısıltıları yaptığını biliriz. İnsanı biz yarattık Onun içinde nefsinin verdiği vesveseleri biliriz, çünkü biz insana şah damarından daha yakınız.

Bu bir Allah tasavvuru inşasıdır, bu muhteşem cümle, Kendini bilen rabbini bilir. İnsana şah damarından daha yakınız diyen rabbini bilmesi için içine yönelmesi lazım. İçine, derinliğine,i kendini aşması lazım. Çünkü Allah şah damarından daha yakınsa kendini aşarak oraya ulaşacak. Kendini aştığı yerde rabbiyle karşılaşır ve o zaman teslim olacaktır, beni ben bilmem, beni sen bilirsin Allah’ım diyecek ve o zaman Allah’ın kendisi için gönderdiği kullanma kılavuzuna uyacak. Prospektüsü uygulayacak. Resulallah işte bu gerçeği bildiği için ara, ara; İlahi, Allah’ım lâ tekiluniy, ilâ nefsiy tarfete ayn. Beni kendimle bir lahza, göz açıp kapayıncaya kadar olsa dahi baş başa bırakma. Diyordu. Dert ne? Dert insanın kendisi ile baş başa kalınca kendisine kıyması. İnsanın Allah’tan kopunca kendisinden de kopmaz. İnsanın kendini unutunca Allah’ı da unutması. Haddini bilmeyince Allah’ın kadrini de bilmemesi.

[Ek bilgi; Bir hikaye; GARİP ÇOBAN

…..Musa Aleyhisselâm ona, dua etmesini, namaz kılmasını öğretmiş… Ve yoluna devam etmiş.

Çobanın içinde bulunduğu hâli düşünerek dalgın bir halde yürürken farkında olmadan bir gölünde üzerinde; birden arkasından bir ses işitmiş “Musa! Musa!” diye.

Dönüp bakmış arkasına ki, kim sesleniyor diye, ne görsün! Garip çoban gölün üstünde yürüyor suya batmadan, kendisine doğru!

İşte o esnada vahy olmuş Musa’ ya.

-Ey Musa, tüm varlığıyla bana yönelmiş, benden başka düşüncesi olmayan dostumu benden uzaklaştırdın!.. Aramıza büyük duvarlar ördün!.. Hemen o ördüğün uzaklık duvarını yık, ve bizi birleştir! Bana böyle kullarım da gerek!

Fark etmiş Musa Aleyhisselâm yaptığı işin sonucunu!

Hemen dönmüş dediklerinden!… Anlamış, Allah’ın kimine tüm azâmeti ve haşmetiyle kendini tanıtırken, kimine de samimiyet ve sâfiyetine göre tecelli ettiğini.

Ve dönüp, demiş bir garip çobana:

-Sen bırak benim dediklerimi de, gene bildiğin, içinden geldiği gibi O’na yönel, O’nunla konuş!… O seninle!. Hattâ senden bile yakın sana!.. Sen bir garip çobansın, nereden bileceksin O’nun haşmet, azâmet ve saltanatını!… Gene bildiğin gibi sev, övmeye, hamd etmeye devam et!.”

Evet, ya bir garip çoban gibi, sâfiyet ve samimiyetle O ‘nu övüp, O ‘na hamdedeceğiz. Ya da, gerçekçi olup ; “HAMD ALLAH’a mahsustur; biz bu konuda âciziz!” deyip, “yok“luğumuzu, “hiç“liğimizi farkedip haddimizi aşmayacağız!… Zira Allah , bilgiçlik taslayıp haddini aşanları sevmez..! (Okyanusum.com dan)]

 

17-) İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemiyni ve aniş şimali ka’ıyd;

Sağından ve solundan kayıtla görevli iki kaydedici kuvve, kaydederler! (A. Hulusi)

17 – İki zabıt memuru zabıt tutarlarken: biri sağdan oturmuş biri soldan. (Elmalı)

 

İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemiyni ve aniş şimali ka’ıyd zıt kutuplarda konuşlanmış olan o iki unsur, Hangi iki unsur? Bir üstte denildi ya vesvese veren, vesvese verilen. İki kutup var. Bir tarafta o kutbu yolundan çıkarmaya çalışan vesveseci, yani nefs diyor ayet, iç ben, ego. Öbür tarafta da vesvese verilen, Allah’ın kendisi için verdiği koordinatlardan çıkarılmaya çalışılan. Ya da parazitle sesi susturulmaya çalışılan fıtrat. Aklı seliym, irade. İşte bunlar. Bir tarafta aklı seliym, yani sağ duyu, öbür tarafta ise ego. İşte bu iki unsurdan söz edilecek bu pasaj boyunca artık. Biz artık iki unsur denilince hep bunu anlayacağız. Zıt kutuplarda konuşlanmış olan o iki unsur sağdan ve soldan karşı karşıya geldiği zaman, evet;

 

18-) Ma yelfizu min kavlin illâ ledeyhi rakıybun ‘atiyd;

(İnsanın) her düşüncesini gözleyen (kaydeden) bir gözcüsü vardır! (A. Hulusi)

18 – Her ne söz atarsa mutlak yanında hâzır bir gözcü vardır. (Elmalı)

 

Ma yelfizu min kavlin insandan her hangi bir söz çıkmaya görsün illâ ledeyhi rakıybun ‘atiyd illa ki onu kendi içinde gözetleyip kaydeden biri vardır.

Hemen bir önceki ayetin sonuna gelip orada bir açıklama yapmam lazım ‘atiyd diye bitti ayet.  Aslında iki unsur insanın negatif ve pozitif tarafı. İnsanın aklı selimi ve egosu. ‘atıyd; Hem özne hem nesne formundadır. Hem fail, hem mef’uldür bu form. Faiyl formu Arapça da ikisini birden içerir. Hem etkendir, hem edilgendir, hem öznedir hem nesnedir. Hem faildir, hem mef’uldür. Onun için ikisini birden bünyesinde barındırır bu form. Bu boşuna değildir, bununla bir şey söylenilmek isteniyor.

Nedir o? Yerleşik güdüler ve aklî melekeler. Bir tarafta güdüler, bir tarafta aklî melekeler. İki melek diye yorumlayanlar da olmuş bunu. Sağdan ve soldan gelenler. Fakat ilerde gelecek karşılıklı konuşmalardan bunların iki melek olduğu yorumunun çokta isabetli olmadığı görülüyor ki bu yorum hemen kadiym müfessirlerin tamamının katıldığı yorum olmasına rağmen ilerde ayrışıyorlar. İki melek mi? yoksa bir tarafı melek, bir tarafı şeytan mı. Bir kısım müfessir şeytan, bir kısmı da melek der. Şeytanla melek arasında baya fark var.

Dolayısıyla burada biz insanın içinde ki iki odak. Çünkü yukarıda 16. ayette zaten ma tuvesvisu Bihi nefsuh derken o iki odağa dikkat çekti. Onun için bu pasaj boyunca o ikili yapı devam edecek. Biz de o ikili yapı çerçevesinde anlayacağız. Burada sembolik bir dil var. Efendimiz de zaten o diyor melek olarak adlandırılan o kaydedicilerin kalemi, konuşan kişinin dili, mürekkebi de tükürüğü diyor. Bu sembolik bir ifade tarzı. Efendimiz bu sembollerle açıklıyor.

Bilinç, bilinç altı karşıtlığını biz burada görüyoruz. Ben idrakini hangi kutup inşa edecek aslında soru bu. Sorun da bu. Kişinin ben idrakini hangi kutup inşa edecek Ego mu inşa edecek nefis mi. Yoksa aklı seliym mi. Fıtrat mı inşa edecek Ben lik mi inşa edecek. “Ben” idrakini kim inşa edecek. Şimdi savaş o savaş aslında. İşte sağdan ve soldan gelip bir biri ile çatışan da onlar. ‘atıyd oturmuş güdüler bunlar.

Oturmuş aklı Seliym, oturmuş güdü. İkisi de bir birini yok edemez. Fakat biri diğerini bastırır ve inşa eder. Biri diğerinin sesini bastırır. ‘atıyd aslında oturmuşluğa tekabül eder diyor. Yani ya melekler meleke olmuştur insanda, ya şeytanlar meleke olmuştur. Melek, meleke haline geldiyse o aklı seliym. Şeytan meleke haline geldiyse o da ego olarak konuşacaktır. Artık biz bu konuşmayı dinleyeceğiz bu ayetin ardından. Devam ediyoruz;

[Ek bilgi; YAZICI MELEKLER

İnsanoğlu bir söz söyler söylemez, biri sağında, biri solunda duran iki melek hemen onu yazarlar. Hayır olsun-şer olsun onlar aksama dek yazarlar. Akşam olunca o iki melek defterlerini alırlar ve ‘Allah’a arz etmeğe giderler. Onları biri sağında, biri solunda görevli gece melekleri izlerler. Hayır veya şer gece ne söylerse insanın bu sözlerini hemen yazarlar.

Sağındaki fereşteh (melek) solundaki meleğe âmirdir. Günah işlediği zaman soldaki görevli melek hemen yazmaz. Altı saat bekler. Kul tevbe ederse günahı yazılmaz, bağışlanır. Yoksa bir günah yazılır.

Aklı-fîkri olana şu yaraşır: Defterine neler yazıldığını göz önüne alır. Gündüzden Allah Telâ’ya hangi defteri gönderiyor. Kurtuluşuna mı sebep oluyor, yoksa helâkime mi? Eğer yüzünü ağartacak amellerle dolu ise mutluluk onun içindir.

Eğer kendisinin Allah katında, bütün enbiyâ, evliya, yer-gök ehli arasında rüsva olmasını istemiyorsa, yüzünün kararıp, başının günahın mahcubiyetinden eğik kalmasını istemiyorsa, “tevbe suyu” ile günahlarına fırsat kaybolmadan pişman olsun, vazgeçsin, Allaha az günahlı defterler yollasın. Böylece yarın hesap gününde dili dolaşıp cümle varlıklara rüsva olmasın. (Ebü’l-Leys Semerkandi Tefsirü’l-Kur’an)]

[Ek bilgi-2; “Bir taraftan biz doğrudan doğruya insanın her çeşit hareket ve davranışlarını ve düşüncelerini biliriz. Diğer taraftan da her insan üzerine iki melek gönderilmiştir. Onlar tek tek her sözü not ederler. Onun hiç bir söz ve hareketi onların yazmasından kurtulamaz.”

Bunun manası şudur: İnsan Allah’ın adaletinde hesaba çekildiği zaman, bizzat Allah Teala kimin ne yaptığını bilmesine rağmen ona şahitlik yapmak için amellerini zapt edip gözü önüne serecek olan iki tane de şahit olacak. Bu zapt edip yazılan (amel defteri) nasıl olacak ve ne cinsten olacak?

Bunu doğru bir şekilde tasavvur etmemiz zordur, ama gözümüz önünde cereyan eden gerçeklere bakarak kesin olarak anlamaktayız ki; İnsanın yaşadığı ve hareket yaptığı çevrenin her tarafında seslerinin, şekillerinin, davranışlarının izleri her zerreye yerleşmektedir ve onların hepsi tamamen o şekli ile ve o ses tonları içinde tekrar aslında zerre kadar farkı olmadan öne sürülecektir.

İnsanlar, aynı işi son derece sınırlı ölçüdeki aletler yardımı ile yapmaktadır. Fakat Allah’ın melekleri ne bu aletlere muhtaçtırlar ne de bu kayıtlara bağlıdırlar. İnsanın kendi vücudu ve çevresindeki her şey onun her sesini ve şeklini (bütün konuşmalarını ve hareketlerini) en ince ayrıntıları ile zaptedip içine alan bir film ve teyp gibidir. Kıyamet günü insanoğlu kendi kulağı ile, dünyada söylediği sözleri kendi sesi ile işitecektir. Ve kendi gözü ile, yaptığı bütün işlerin canlı tasvirlerini görebilecektir. Bunların doğruluğunu inkar etmesi de mümkün olmayacaktır. (Ebu’l Alâ Mevdudi – Tehhimu’l Kur’an)]

 

18-) Ma yelfizu min kavlin illâ ledeyhi rakıybun ‘atiyd;

(İnsanın) her düşüncesini gözleyen (kaydeden) bir gözcüsü vardır! (A. Hulusi)

18 – Her ne söz atarsa mutlak yanında hâzır bir gözcü vardır. (Elmalı)

 

Ma yelfizu min kavlin onu açıklamam lazım; Söz; Tasavvurla eylemin ortasındadır. Neden? Ağzından çıkan her sözü diyor ayette. Ma yelfizu min kavlin ağzından çıkan her sözü kaydedecek bir kaydedici mutlaka vardır. Neden söz diyor? Söz tasavvurla eylemin ortasında bulunur. Düşüncenin meyvesidir, eylemin tohumudur. Düşüncenin oğludur, çocuğudur, eylemin ise anasıdır, babasıdır. Onun için sözden bahsettiğimiz zaman hem niyet ve düşünceyi, hem de eylemi ortaya koymuş oluruz. O nedenle eğer sözü kaydediyorsa, eylemi de niyeti de kaydediyor demektir.

[Atlanan kısım; illâ ledeyhi rakıybun ‘atiyd tefsire dahil edildi)]

 

19-) Ve caet sekretul mevti Bil Hakk* zâlike ma kunte minhu tehiyd;

Hak olarak Sekrat’ül Mevt (ölüm sarhoşluğu) yaşanmaya başlanmıştır! İşte bu senin kendisinden kaçıp durduğun şeydir. (A. Hulusi) 

19 – Ve ölüm sekeratı Hakk ile geldikte: işte diye: o senin kaçıp durduğun. (Elmalı)

 

Ve caet sekretul mevti Bil Hakk derken ölüm kâbusu tüm gerçekliğiyle çıkagelir. zâlike ma kunte minhu tehiyd ki işte bu ey insan senin köşe bucak kaçtığın şeydir. Hani kaçıyordun ya ölümden, tek dünyalı bir bakışla bakarsan ölümden kaçarsın. Ama iki dünyalı olsaydın ölümden bu kadar kaçmazdın. Ölen bir kez ölür, ölümden kaçansa her ölümü hatırladığında ölür. Sen kaç kez öldün? Kendini öldürdün? Onun için işte geldi kaçıyordun.

 

20-) Ve nufiha fiys Sur* zâlike yevmul va’ıyd;

Sur’a (bedene) üflenmiştir (üflenme içten dışadır; ruh, bedenden çıkmıştır)! İşte bu uyarıldığınız süreçtir! (A. Hulusi)

20 – Ve Sur üfürüldükte: ki işte o veîd günüdür. (Elmalı)

 

Ve nufiha fiys Sur nihayet diriliş için sura üflendi. zâlike yevmul va’ıyd işte bu da ey insan kendisine karşı uyarıldığın gündür. Allah seni uyarmıştı ya? Yani Allah’ın uyarması için ille de vahyin sana ulaşması şart değil. Aslında bedenin seni uyarmıştı. Saçındaki ağaran her siyah kıl, her sarı kıl bir uyarıydı aslında. Yüzünde oluşan her yeni kırışık bir uyarıydı. Aslında her geçen gün bir uyarıydı. Ömrünün böyle her geçen gün bir sayfasının dürülmesi bir uyarıydı. Şu her bahar bir uyarıydı, her kış bir uyarıydı. Ey insan senin de bir kışın gelecek. Her gece bir uyarıydı senin de ömrünün gecesi gelecek.

[Ek bilgi; ÖLÜMÜN TADILMASI

ÖLÜM tadıldıktan sonra neler olup bitiyor? Şimdi de kısaca bunu anlatalım.

ÖLÜM tadıldığı anda kişi bir süre çevresindeki dünyayı algılamaya devam eder. Çevresinde olup bitenleri, yapılan konuşmaları, üzüntü ve feryatları aynen biyolojik bedenle yaşıyormuşçasına algılar. Bu devrede âdeta bitkisel hayattaki bir insan gibidir. Dışarıda tüm olup bitenleri algılıyor, fakat dışarıya hiçbir mesaj veremiyor.

İşte bu anda sıra cenazenin yıkanmasına gelir. Cenaze niçin yıkanıyor?

Cenazenin yıkanmasının bilebildiğimiz kadarıyla hikmeti, henüz hücresel canlılığı devam eden biyolojik bedenin sudan ozmos yoluyla biyoelektriksel takviye almasıdır. Böylece kişi, kısa bir süre daha beden aracılığıyla yaşamış olduğu dünya ile iletişimini tek yanlı da olsa sürdürebilecektir.

ÖLÜMÜN TADILDIĞI andan itibaren başlayıp, mahşere kadar devam edecek olan yaşam boyutuna BERZAH âlemi denilir. (A. Hulusi – Ölüm nedir)]

 

21-) Ve caet küllü nefsin meaha saikun ve şehiyd;

Her nefs (bilinç), birlikte olduğu sevk edici (doğal bedensellikle oluşmuş kişiliği) ve bir şahit (içindeki Hakk’ın sesi olan vicdanının seslenişi) ile gelmiştir! (A. Hulusi)

21 – Ve her nefis gelmiştir: beraberinde bir sevk memuru ve bir şahit vardır. (Elmalı)

 

Ve caet küllü nefsin meaha saikun ve şehiyd ve her can kendisini yönlendiren unsurlar ve tanıklarla birlikte huzura gelir.

Saik ve şehiyd gerçekten çok harika anlamlarla dolu iki kavram. Saik; Modern Arapça da şoföre denilir. Bilenler bilir. Şoföre saik denilir. Aslında özne ve nesneden bahsediliyor. Saik fail formunda. Şehiyd ise iki formu birden kapsar ama fail geldiğine göre orada mef’ul öne çıkıyor, yani nesne. Bu nedir? İnsanın bünyesinde ki iki kutuptan hangisi özne hangisi nesnedir. Aklı mı, güdüsü mü. Bilinci mi, bilinçaltı mı. işte bu, ayet bundan söz ediyor.

Ve caet küllü nefsin meaha saikun ve Şehiyd ve her can kendisini yönlendiren unsurlar ve tanıklarla huzura gelir derken, insanın şoförü kim. Bedeninizin şoförü kim. Ruhunuzun şoförü kim, sizin şoförünüz kim. Huzuru ilahiye çıktığınızda ya rabbi beni süren nefsimdi diyecek bazı canlar. Ama bazıları da beni süren aklı seliymimdi. Şoförünüz kim. Yani ayyaş mıydı, ayıkmıydı. Şoförünüz doğru yolda mı sürdü sizi yanlış yolda mı. Allah’ın verdiği koordinatlara göre mi, yoksa şeytanın verdiği koordinatlara göre mi. Kime göre bu hayat arabasını sürdünüz bu hayat yolunda.

İşte bu insanı süren şoför kimdir o ortaya çıkacak, tanık ta ortaya çıkacak. Çünkü el tanık, ayak tanık, göz tanık, kulak tanık, di tanık dudak tanık. Her şey tanık. Eğer bastırmışsa iç ben, aklı seliymi o artık nesne olarak kalmıştır. Özne iç bendir, nefistir. O zaman nesneleştirilmiş olan, yani Şehiyd olan o aklı seliym; şahit olacak. Ya rabbi beni buna verdin fakat o bana ihanet etti. Fıtrat; Ya rabbi benim gibi seliym bir fıtrat koydun, o bana ihanet etti. Vicdan; Ya rabbi ban bağırdım, çağırdım ama o iç beni ile öyle bir parazit yaptı ki benim sesim kayboldu, duymadı. Ya rabbi o benim üzerime öyle bir kalın perde örttü ki küfür işte budur. Vicdanın üzerine sesi duyulmasın diye kalın bir perde  örtmek. Benim sesimi duymadı. Evet.

 

22-) Lekad kunte fiy ğafletin min hazâ fekeşefna ‘anke ğıtaeke febasarukel yevme hadiyd;

“Andolsun bundan gaflet içinde (kozanda yaşıyor) idin… Senden perdeni kaldırdık! Bugün artık görme kuvven pek keskindir!” (denilir). (A. Hulusi)

22 – Celâlim hakkı için (denir) sen bundan bir gaflette idin: şimdi senden perdeni açtık, artık bu gün gözün keskindir, (Elmalı)

 

Lekad kunte fiy ğafletin min hazâ doğrusu sen denilir buna karşı gaflet içindeydin. Yani insanın kendi kendini gözetleyen bir varlık olduğunu dile getiriyor bu ifade. Doğrusu sen buna karşı gaflet içindeydin. Neye? Kendine karşı gaflet içindeydin. Vicdanının sesini duymak istemedin. Hani ayeti kerime de öyle buyuruyor ya; Belil’İnsanu ‘alâ nefsihi basıyreh.(Kıyamet/14) bilakis insan kendi kendinin gözetleyicisidir. Yani insan kendi kendini gözetleyebilir. Fakat o gözü kör etmişseniz Summun bükmün umyün.. (Bakara/18) olur. Görmez, işitmez ve dilsiz olur. O zaman fehüm lâ yerci’ûn dönemez.

fekeşefna ‘anke ğıtaek işte artık önünden perdeyi kaldırdık. Aslında şöyle çevirsem daha doğru olur. İşte artık senin perdeni senden kaldırdık. Senin perdeni diye çevirmem daha uygun, çünkü senin örttüğün perde bu. Küfür perdesi. Ahirette örttüğün küfür perdesi kaldırılacak o zaman gerçeği anlayacaksın ama iş işten geçmiş olacak. febasarukel yevme hadiyd şimdi gözün daha bir keskindir. Haydi. Aslında burada ince bire istihza da var, ironi var. Haydi bakalım, perdeni kaldırdık, gördün inkar ettiğin şeyleri. Fakat neye yarar.

 

23-) Ve kale kariynuhu hazâ ma ledeyye ‘atiyd;

Onun karîni (bedeni – cinnden olan dost) dedi ki: “İşte benim yanımdaki hazır.” (A. Hulusi)

23 – Ve karîni demiştir: işte bu yanımdaki hâzır. (Elmalı)

 

Ve kale kariynuhu hazâ ma ledeyye ‘atiyd onu güdümüne alan şeytani öteki kişiliği der ki, yani iç ben’i der ki; İşte benim emrimde pervane gibi dönen, bana ayarlanmış, benim güdümüme girmiş biri. Emrimde pervane gibi dönen manası verdim, ma ledeyye ‘atiyd de, aslında bu her şeyiyle birinin emrine girmek, onun emri altında, onun gölgesi gibi hareket etmek anlamlarına gelir. Onun için işte benim emrime amade olmuş biri der o.

 

24-) Elkıya fiy cehenneme külle keffarin ‘aniyd;

(Denilir): “Her inatçı hakikati reddedici nankörü, atın Cehennem’in içine!” (A. Hulusi)

24 – (Buyrulur:) atın atın Cehenneme her nankör anud, (Elmalı)

 

Elkıya fiy cehenneme külle keffarin ‘aniyd Allah emreder inkarda ısrar eden her inatçı kafiri, uydusu olduğu odakla birlikte cehenneme fırlatıp atın.

 

25-) Menna’ın lil hayri mu’tedin muriyb;

“O her hayrı (Hakkanî olanı) engelleyen, şüpheciyi.” (A. Hulusi)

25 – Hayra engel, haşarı işkilci kâfiri. (Elmalı)

 

Menna’ın lil hayri mu’tedin muriyb her hayra engel olanı, her haddini bilmez saldırganı ve kuşku yayanı atın cehenneme der. Burada ki menna’in lil hayr; insanın özündeki hayır ve iyiliği bastıranı diye anlamak lazım. Yani şer, aslında senden değildi. Fakat sen seni öldürdün, sen içindeki imkanı şerre alet ettin içinde ki cenneti yeşertmek yerine cehennemin ateşini tutuşturdun. Onun için hayrı engelledin. menna’in lil hayr her hayrı engelleyeni diyor.

 

26-) Elleziy ce’ale meAllâhi ilâhen âhare feelkiyahu fiyl azâbiş şediyd;

 “O ki, Allâh yanı sıra başka tanrı oluşturdu! Artık atın onu şiddetli azabın içine!” (A. Hulusi)

26 – Ki Allahın yanında başka ilâh tutmuştur, haydin ikiniz bir atın onu o şiddetli azâb içine. (Elmalı)

 

Elleziy ce’ale meAllâhi ilâhen âhar Allah dışında başka tanrılar peydahlayanı feelkiyahu fiyl azâbiş şediyd haydi özne ve nesnesiyle birlikte, el kıya, oradaki tensiye zamirini böyle çevirdim. Özne ve nesnesiyle birlikte hepsini şiddetli azabın bağrına fırlatıp atın.

 

27-) Kale kariynuhu Rabbena ma atğaytuhu ve lâkin kâne fiy dalâlin be’ıyd;

Onun karîni (“insan” olarak hitap bilince olup; karîni, beden olarak da anlaşılabilir veya cinn dostu) dedi ki: “Rabbimiz, onu ben tuğyan ettirmedim (azdırmadım), ne var ki o (inanç olarak) uzak bir sapkınlık içinde idi.” (A. Hulusi)

27 – Arkadaşı der: ya Rabbenâ onu ben azdırmadım velâkin kendisi uzak bir dalâl içinde idi. (Elmalı)

 

Kale kariynuhu Rabbena ma atğaytuhu ve lâkin kâne fiy dalâlin be’ıyd güdümüne girdiği şeytani öteki kişililik, iç beni; Rabbimiz der onu azdıran ben değilim, onu saptıran ben değilim. Ya ne? ve lâkin kâne fiy dalâlin be’ıyd o zaten derin bir sapıklığın içindeydi. Yani kendisi sapmaya hazırdı benim yardımımı istedi ben de yardım ettim. Tercihini yaptı sapma yönünde, ben de yardımımı esirgemedim. Koordinatlarını bıraktı ya rabbi, senin koordinatlarını, ben de ona yeni koordinatlar sundum. Evet.

 

28-) Kale lâ tahtasımu ledeyYE ve kad kaddemtu ileyküm Bil va’ıyd;

(Allâh) buyurdu: “Huzurumda hasımlaşıp tartışmayın (huzurumda tartışma yoktur)! Sizi başınıza gelecekler konusunda önceden uyarmıştım!” (A. Hulusi)

28 – Buyurur ki: huzurumda çekişmeyin, ben size önceden veîd göndermiş iken. (Elmalı)

 

Kale lâ tahtasımu ledeyYE Allah buyuracak; Benim huzurumda hesaplaşmayın. Belki şöyle de anlamak mümkün, İç Muhasebenizi benim huzurumda yapmayın. Nefis muhasebesini benim huzurumda yapmanın ne çıkarı var artık, bitti. Onu yaşarken yapacaktınız. ve kad kaddemtu ileyküm Bil va’ıyd zira ben sizi azabımla vakti zamanında uyarmıştım.

 

29-) Ma yubeddelul kavlu ledeyYE ve ma ene Bi zallamin lil ‘abiyd;

“Benim katımda hüküm değiştirilmez! Ben kullara zulmedici değilim!” (A. Hulusi)

29 – Benim indimde söz değiştirilmez ve ben kullara zulüm kar değilim. (Elmalı)

 

Ma yubeddelul kavlu ledeyY benim katımda verilen bir söz değişmez, asla değişmez. ve ma ene Bi zallamin lil ‘abiyd evet, geldi büyük cümle: Ve benim, ben kullarıma zulmetmem diye çevirmiyorum. Çünkü ma nın haberi B ile gelmiş. Bu Allah için kullanıldığında ihtimal yokluğuna delalet eder. Benim kullarıma zulmetme ihtimalim asla yoktur. Evet, Rabbimizin kullarına zulmetme ihtimali asla yoktur. Neden;

ve ma zalemnahüm ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun. (Nahl/118) onlara biz zulmetmedik, onlar kendi kendilerine zulmettiler diyor ya Kur’an. Evet; Aslında kutsi hadis olarak nakledilen sahih bir haberde de ifade edildiği gibi; İnniy harramtü zulmü ‘alâ nefsiy. Ben zulmü kendime haram kıldım. İfadesi ile de örtüşüyor, bunu açıklıyor. Rabbimiz zerre kadar zulmetmez, insan kendi kendine zulmeder. Rabbimiz insanın zulmünü önlemek için müdahale eder, vahiy gönderir.

 

30-) Yevme nekulu li cehenneme helimtele’ti ve tekulu hel min meziyd;

O süreçte Cehennem’e: “Doldun mu?” deriz… (Cehennem de): “Daha var mı?” der. (A. Hulusi)

30 – O gün ki Cehenneme doldun mu? diyeceğiz, o, daha ziyade var mı? Diyecek. (Elmalı)

 

Yevme nekulu li cehenneme helimtele’t o gün cehenneme doldun mu diyeceğiz. ve tekulu hel min meziyd ve cehennem cevap verecek; Daha var mı?

Aslında burada şöyle boş boğazlara da bir cevap var. Cehenneme özne muamelesi yapılıyor farkında mısınız, konuşan özne. Konuşuyor cehennem, konuşturuluyor, konuşuyor. Bu kadar adam cehennemlik. Dünyanın çoğu cehennemlik. Bu kadar adamı nasıl alacak diye boş boğazlık yapanlara, cehennem işte böyle diyecek diyor. Yani sen onu merak etme, kendine bak, adam olmaya çalış, cennetini yeşert deniliyor.

 

31-) Ve uzlifetil cennetu lil müttekıyne ğayre ba’ıyd;

Korunanlar için de cennet yaklaştırılmıştır… Zaten uzak değildir. (A. Hulusi)

31 – Cennet de muttakilere uzak olmayarak yaklaştırılmış bulunacak. (Elmalı)

 

Ve uzlifetil cennetu lil müttekıyne ğayre ba’ıyd ve cennet muttakilerin ayağına getirilecek ve asla uzaklaşmayacak. İlginç, cennetten nesne olarak, cehennemden özne olarak söz edildi. Cehennem konuşan şey olarak tasvir ediliyor, Cennetse getirilen ayağına. Neden? Çünkü cennet sizin amelinizin nesnesi olacak. Cennetin öznesi sizsiniz. Sizin hak etmeniz halinde o ayağınıza gelecek. Cennette ki nimetlerde sizin nesneniz olacak. Siz cennetin öznesi. Neden? Çünkü siz aklı seliyminizle iç beninizin öznesi oldunuz. Yani nefsin ve şeytanın sizin özneniz olmasına izin vermediniz. Madem öyle Allah’ta size cenneti nesne kıldı. Bu mesajı alıyoruz.

 

32-) Hazâ ma tuadune li külli evvabin hafiyz;

“Bu vadolunduğunuzdur” denir, hakikatine yönelip bu hâlini koruyanlara. (A. Hulusi)

32 – İşte bu, diye: o sizin vaad olunduğunuz: her bir tövbekâr, vazifesine riayetkâr olan. (Elmalı)

 

Hazâ ma tuadune li külli evvabin hafiyz işte size vaad edilen budur. O’na dönük bir gönülle onu hiç hatırdan çıkarmayan herkese. Devam edelim aslında;

 

33-) Men haşiyer Rahmâne Bil ğaybi ve cae Bi kalbin müniyb;

Gaybı olarak Rahmân’dan haşyet eden ve (hakikatine) dönük şuurla gelen kimse için. (A. Hulusi)

33 – Gayb de rahmana haşyet duyan ve inâbeli bir kalb ile gelen kimselere. (Elmalı)

 

Men haşiyer Rahmâne Bil ğaybi ve cae Bi kalbin müniyb aşkın bir varlık olduğu halde, idrak edilemeyen bir varlık olduğu halde, gayb olduğu halde Rahman karşısında içi titreyen ve O’na adanmış bir yürekle gelen herkese bu cennet.

 

34-) Udhuluha Bi Selâm* zâlike yevmul hulud;

Selâm olarak (Selâm isminin işaret ettiği özelliği yaşayarak) girin ona… İşte bu sonsuz yaşam sürecidir! (A. Hulusi)

34 – Girin ona bir selâm ile, bu işte o hulûd günü. (Elmalı)

 

Udhuluha Bi Selâm oraya tarifsiz bir huzur içinde buyurun girin zâlike yevmul hulud işte bu ebedi ikamet günüdür denilecek.

 

35-) Lehüm ma yeşaune fiyha ve ledeyNA meziyd;

Onda, onlar için diledikleri her şey var! Katımızda ise fazlası var! (A. Hulusi)

35 – Orada onlara ne dilerlerse var, bizim nezdimizde ise ziyade var. (Elmalı)

 

Lehüm ma yeşaune fiyha ve ledeyNA meziyd onlar orada arzu ettikleri her şeye kavuşacaklar ve ledeyNA meziyd ama katımızda daha fazlası da var. Onu söylemiyor rabbimiz. Yani sürprizler var. Hani ayette öyle deniyordu ya ayette;

Fela ta’lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a’yün. (Secde/17.) cennetlik bir mü’mini orada hangi göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini kimse bilemez, tasavvur dahi edemez hangi sürprizlerin beklediğini. ma uhfiye lehüm. Evet.

 

36-) Ve kem ehlekna kablehüm min karnin hüm eşeddu minhüm batşen fenakkabu fiyl bilad* hel min mahıys;

Onlardan önce nice nesil helâk ettik ki onlar güç itibarıyla bunlardan daha çetindiler! Bu yüzden beldelerde delik aradılar (sığınacak). Kaçıp sığınacak bir yer var mı? (A. Hulusi)

36 – Hem önlerinde nice karn helâk ettik, onlar tutumca onlardan daha çetin idiler, beldelerde delik aradılar: var mı bir kaçamak? (Elmalı)

 

Ve kem ehlekna kablehüm min karnin biz onlardan önce nice nesilleri helak etmişiz hüm eşeddu minhüm batşen onlar güç ve kudret olarak bunlardan çok daha üstün, çok daha ileri düzeydeydiler. fenakkabu fiyl bilad* hel min mahıys ilginç, fakat bir sığınak yok mu diye sığınacak delik aradılar. Tabir caizse fellik fellik kaçacak yer aradılar.

Zımnen Allah’tan kaçmaya çalıştılar. Fakat başaramadılar. Gücün sözünü dinlediler, sözün gücünü dinlemediler, boyun eğmediler. Güce sahip oldular, ama güç ahlakına sahip olamadılar. Onun içinde dünyada ki güçleri ahirette aleyhlerine kullanıldı. Kendilerini azdırdı. Dünyada güç ve imkan sahibi olmaları aslında şeytanları haline geldi ve cehennemleri oldu.

 

37-) İnne fiy zâlike le zikra limen kâne lehu kalbun ev elkas sem’a ve huve şehiyd;

Şüphesiz ki bu hatırlatıcı, şuur sahibi yahut uyanık olarak dinleyen kimse içindir! (A. Hulusi)

37 – Şüphesiz ki bu söylenende kalbi olan yahut Şuhut halinde kulak tutan kimse için uyandıracak bir ihtar vardır. (Elmalı)

 

İnne fiy zâlike le zikra limen kâne lehu kalb elbet bunda Akleden bir kalbe sahip olanlar için ibretlik bir uyarı vardır. Dikkat buyurun bu ibareye. Bu ibare gösteriyor ki. Kur’an kalp derken fiziki bir organı, yani kan pompasını kastetmez. Akletme ve inanma yetisini kast eder. Bir kalbe sahip olanlar için bir uyarı ve öğüt vardır diyor bu Kur’an da. Oysa ki her insan, yaşayan herkes kalp taşıdığını düşünüyor değil mi. Ama Kur’an ın kalp dediği şeyi taşınmıyor. Kur’an ın kalp dediği şey farklı. Akletme yeteneği. Zaten akıl çalışmıyorsa Kur’an yok hükmünde sayıyor onu. Aktif ve aktüel değilse akıl yok hükmündedir.

ev elkas sem’a ve huve Şehiyd ya da pür dikkat bir şahit olarak verenler için. Yani bir kalp taşıyanlar, ya da pür dikkat bir şahit olarak kulak verenler için. Bu ya seliym bir akla, ya da sağlıklı bir gözlem ve bilgiye, nakle işaret eder, iki bilgi kaynağına ki daha önce bunu yine söylemiştik. Mülk/10. ayetinde ki ikili bilgi kaynağı burada da dile getirilmiş oluyor.

 

38-) Ve lekad haleknes Semavati vel Arda ve ma beynehüma fiy sitteti eyyamin ve ma messena min luğub;

Andolsun ki semâları, arzı ve ikisi arasında olanları altı süreçte yarattık! Bize yorgunluk dokunmadı! (A. Hulusi)

38 – Şanım hakkı için biz o Gökleri ve Yeri ve aralarındakileri altı günde halk ettik, bize bir yorgunluk da dokunmadı. (Elmalı)

 

Ve lekad haleknes Semavati vel Arda ve ma beynehüma fiy sitteti eyyamin ve ma messena min luğub gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri 6 aşamada yarattığımızı, fakat bize asla bir yorgunluk, (bıkkınlık, bezginlik) arız olmadığını bilenler için. Yani bu vahiy kimin için öğüttür sorusu cevaplanıp devam ediyor, bir de bunu bilenler için. Yani burada Yahudileşmiş İsrail oğullarına zımnen bir gönderme var, atıf var.

6 evre ifadesinin Kur’an da ilk geçtiği yer burası. Aslında  6 evre diye çevirdiğimiz, 6 aşamada diye çevirdiğimiz bu ibare; sitteti eyyam, 6 gün. Eyyam; günler. Fakat buradaki gün bizim bildiğimiz gün olmadığı açık. Çünkü biz dünyada gün derken yer yüzünün kendi etrafında bir kez dönüşünü kastediyoruz. Oysa ki burada gökler ve yerin yaratılışından bahseden bir ayet bu. Henüz daha yer yüzü yaratılmamış, ya da yaratılma aşamasında derken gün hangi gün olabilir. Düşünsenize Saman yolunun bir günü 260.000.000 yıldır dünya günü ile. Onun için Kainatta günler  çok farklı. Şu fiziki alemde bile günler arasında bu kadar farksa metafizik alemde ki gün nedir acaba. Ona akıl fikir yetmez galiba.

 

39-) Fasbir alâ ma yekulune ve sebbıh Bi Hamdi Rabbike kable tulû’ış Şemsi ve kablel ğurub;

Onların dediklerine sabret! Güneş’in doğuşundan önce de gurubundan önce de Rabbinin Hamdi olarak (işlevini yerine getirip) tespih et! (A. Hulusi)

39 – O halde onların lâflarına karşı sabret de rabbine hamd ile tesbih eyle güneş doğmadan evvel ve batmadan evvel. (Elmalı)

 

Fasbir alâ ma yekulun öyleyse artık onların söyleyeceklerine karşı sabırlı ol, dirençli ol. 17. ayetle bağlantılı olarak okumak lazım bu onların söyleyeceklerine karşı sabırlı ol emrini. Zira Allah onların ağzından çıkanı kaydetmektedir. 17. ayette öyle buyruluyordu. Onların ağzından çıkanı kaydeden bir Allah var. O zaman sen onların ağzından çıkanlara bakma. Onun hesabını Allah tutuyor, sen sabret. Aldırma ve işine bak. Onların sözüne bakma. Bu mealde anlıyoruz.

ve sebbıh Bi Hamdi Rabbike kable tulû’ış Şemsi ve kablel ğurub bir de güneşin doğuşundan ve batıştan önce rabbinin aşkın olan yüce zatını hamd ile an. Tesbih et, yücelt. O Ulular ulusunun ululuğunu dillendir.

Namazın teşri sürecinde 5 vakti ifade eden Tâhâ/130. ayetinden bir önceki adım bu. Unutmayalım ki bir çok ibadet gibi Namaz da belli bir süreç içinde olgunlaşmıştır. Yani mü’minler hem zihnen, hem manen, hem aklen, hem de bedenen namaza alıştırılmışlardır. Rabbimiz böyle bir tedrici geçiş süreci tayin etmiştir. İşte o süreçte sondan bir evvelki adım gibi gözükmektedir. Ki 5 vaktin zımni olarak içinde yer aldığı ayet bu sureden sonra inmiş olan Tâhâ/130. ayeti olsa gerektir.

 

40-) Ve minel leyli fesebbıhhu ve edbares sucud;

Gecede O’nu tespih et, secdelerin ardından da! (A. Hulusi)

40 – Geceden de tesbih et ona hem de secde arkalarında. (Elmalı)

 

Ve minel leyli fesebbıhhu ve edbares sucud yine geceleri ve secdelerin ardından O’nun aşkın olan zatını an. Geceleri değerlendir. Geceler boyu Rabbinin huzurunda dur. Biz neden böyle anlıyoruz?

Ya eyyühel müzzemmil,

Kumilleyle illâ kaliyla.

Nısfehû evinkus minhu kaliyla.

Ev zid ‘aleyhi ve rattililKur’âne tertiyla. (Müzemmil/1-2-3-4) Ey örtünüp sarınan, ey yatağının içinde büzülen, artık at yorganı. Kalk içini inşa et, büyük bir iman hamlesine girişeceksin. Allah seni inşa edecek. Geceni ihya et. Yani gece senin için bir mektep olsun, bir okul olsun, bir medrese olsun. Biz o ayetlerle bu ayeti yan yana düşündüğümüzde Allah Resulünün şahsında ilk mü’minlerin yer yüzünün en büyük iman hamlesine nasıl bir ilahi terbiye ile hazırlandıklarını Buradan çıkarıyoruz. Hatta bu tavsiye ve emirleri öylesine ciddi tuttular ki sahabe bu dönemde kendisini geceleri direklere bağlayarak ibadet ederlermiş. Yani gece onlar için iman hamlesini omuzlarında taşıyacak bu dağ yürekli insanları yetiştirmede ilahi bir okul olarak kullanılıyor.

 

41-) Vestemı’ yevme yunadil munadi min mekânin kariyb;

Seslenenin, içinden sesleneceği süreçte dinle! (A. Hulusi)

41 – Ve dinle o münadînin bağıracağı günü yakın bir yerden. (Elmalı)

 

Vestemı’ yevme yunadil munadi min mekânin kariyb imdi sen, ey insanoğlu. Sana çok çok yakın bir yerden o güne ilişkin çağrı yapan Allah’ın nidasını, çağrısını duy, ona kulak ver. Çok çok yakın bir yerden. Min mekânin kariyb. Nereden? ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd (16) şah damarından daha yakın yerden. Ne kadar yakın? Benden dahi yakın. Benden bana yakın olan Allah’ım senin çağrını duyuyorum de. Çünkü ben sana oradan sesleniyorum. Ben sana fıtratından, vicdanından sesleniyorum. Onun üstünü örtersen bu perde küfür perdesi olur. Küfür zaten örtmek demektir. Küfür Allah’ın sesini sana duyuran vicdanın üzerini bir perde ile örtmek, o sesi duymamaktır.

 

42-) Yevme yesme’unes sayhate Bil Hakk* zâlike yevmul huruc;

Hak olarak o sayhayı işitecekleri süreçtir! İşte o, (kozalarının dışındaki gerçekliği fark etme) çıkış sürecidir! (A. Hulusi)

42 – Hakka çağıran o sayhayı işitecekleri gün, işte o, huruç günüdür. (Elmalı)

 

Yevme yesme’unes sayhate Bil Hakk tüm gerçekliğiyle o malûm çığlığı herkesin işiteceği güne. Evet, zâlike yevmul huruc işte bu bir başka hayata dönüş günüdür. Yani o güne ilişkin sesini duy Allah’ın. Sana olan çığlığını duy, çağrısını duy. Allah bu çağrıyı çok farklı biçimlerde yapıyor. Etrafında, kainatta, gecede, gündüzde, içinde yani enfüste ve âfâkta Allah sana bu çağrıyı yapıyor. Bunu duy ve hazırlıklı ol. Yani bu bir başka hayata dönüş günüdür.

 

43-) İnna nahnu nuhyiy ve numiytu ve ileynel masıyr;

Muhakkak ki biz, evet biziz dirilten, öldüren! Dönüş de bizedir! (A. Hulusi)

43 – Şüphesiz ki biz biziz hem diriltiriz, hem öldürürüz ve dönüş bizedir. (Elmalı)

 

İnna nahnu nuhyiy ve numiytu ve ileynel masıyr ölümü ve hayatı yaratan biziz ve her yol sonunda bize çıkar. Yani Allah’a. Tüm yollar Allah’a çıkar. Bu ne demektir? Yamuk ve yanlış yollara düşsen de Allah’tan kaçamazsın Eynel nefer diyen kişi, nereye kaçmalı diyen kişi. Fefirrû ilAllâh. (Zariyat/50) Allah’a kaç.

 

44-) Yevme teşakkakul Ardu anhüm sira’â* zâlike haşrun aleyNA yesiyr;

O süreçte arz (beden) onlardan hızla kopup ayrılır! İşte bu bizim üzerimize kolay bir haşr’dır. (A. Hulusi)

44 – O gün ki Arz onlardan ayrılır süratle koşarlar, o, bir haşirdir ki ancak bize kolaydır. (Elmalı)

 

Yevme teşakkakul Ardu anhüm sira’â yer ayaklarının altından kayıp paramparça olduğu gün her şey son sürattir. zâlike haşrun aleyNA yesiyr işte bu akıl sır ermez bir toplanıştır, bizim için çok çok kolaydır.

 

45-) Nahnu a’lemu Bi ma yekulune ve ma ente aleyhim Bi cebbarin fe zekkir Bil Kur’âni men yehafu ve’ıyd;

Biz, onlarda olarak, neler söylediklerini daha iyi biliriz! Sen onlar üzerinde zorla yaptırıcı değilsin! Azap uyarımdan korkana, Kur’ân olarak (hakikati) hatırlat! (A. Hulusi)

45 – Biz pek alâ biliyoruz ki ne diyorlar, mamafih sen onlara karşı bir cebbar değilsin, şimdi sen benim Velidlerimden korkacaklara bu Kur’an ile Öğüt ver. (Elmalı)

 

Nahnu a’lemu Bi ma yekulu biz onların neler dediğini çok iyi biliyoruz. Neler ürettiklerini, hangi dedikoduları yaydıklarını. Biz onların aslında neler düşündüğünü. Şah damarından yakınız. İçlerinde hangi tilkilerin gezdiğini, neleri, neleri düşünerek yaptıklarını çok iyi biliyoruz. ve ma ente aleyhim Bi cebbar ne ki sen onları zorla inandıracak bir zorba değilsin.

Zımnen burada öyle derin anlamlar var ki Aslında biz onların seni inkar ederken, ta içlerinde nasıl çelişki yaşadıklarını, nasıl tutarsızlıklar yaşadıklarını, kendi kendilerini nasıl yalanladıklarını, aslında ta vicdanlarının derinliklerinin derinliklerinde nasıl boğuştuklarını çok iyi biliyoruz. Sana söyledikleri gerekçelerde samimi olmadıklarını çok iyi biliyoruz. Yani kendilerinin Allah’a sevgili olmadıklarını çok iyi bilmekteler onlarda. Allah bizi desteklemeseydi biz böyle zengin ve refah içinde olmazdık diyorlar. Fakat refah ve zenginliğin hiçte hak etmedikleri bir şey olduğunu, Kol büküp, kol kırıp, yankesicilik yapıp, onun bunun hakkına geçip elde ettiklerini de çok iyi biliyorlar. Bunu bilmiyorlar mı?

ve ma ente aleyhim Bi cebbar ne ki sen onları zorla inandıracak bir zorba değilsin. İman özgürlüktür, hür iradeye dayanır. Dayanırsa imandır. İman özgürlük, güvenlik ve mutluluktur. Özgürlüğün olduğu yerde iman da gürleşir. Onun için sen zorla inandıracak değilsin.

fe zekkir Bil Kur’âni men yehafu ve’ıyd şu halde sen benim tehditlerimden korkanları bu Kur’an aracılığı ile uyarmaya devam et, uyananlar uyansın. Uyananlara ne mutlu. Uyanmayanlarsa akıbetlerine katlansınlar. Rabbim bu Kur’an ile uyananlardan kılsın.

 

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Eylül 2013 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın