RSS

Tefsir Dersleri ZARİYAT SURESİ (01-60) (165)

13 Eyl

5           “Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Allahümme amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün tefsir dersimize yeni bir sure ile devam ediyoruz. Zariyat suresi. Bu sure adını, girişindeki ayetten alır. Buhari, İbn Atıyye, Kurtubi gibi otoriteler: VezZâriyat olarak anarlar bu surenin adını. Tirmizi ve diğer müfessirler ise ezZariyat olarak anarlar. Sure daha ilk dönemden itibaren bu isimle meşhur olmuş olmalı ki, hiçbir kaynakta sureye ikinci bir isim konduğuna dair bir bilgi yer almamakta.

Surenin iniş zamanı ittifakla Mekki. Yani Mekke’de nazil olmuş surelerden biri Zariyat suresi. Cabir Bin Zeyd e göre, -Cabir Bin Zeyd tabiin alimlerinin büyüklerinden.- 66. sırada yer alıyor nüzul sıralamasında. Tüm nüzul tertiplerinde Ahkaf, Ğaşiye sureleri arasına  yerleştirilmiş. Ahkaf suresinin 11. yılın başında, ya da zayıf bir ihtimalle 10. yılın sonunda nazil olduğunu düşünürsek, bu surenin de onunla art zamanlı olduğunu kabul edebiliriz. Yani Zariyat suresi 10. yılın sonu, ya da 11. yılın ilk yarısında nazil olmuş olmalıdır Mekke döneminde.

Tüm ekollere göre sure 60 ayet. Surenin konusu baştan sona yaratılışın anlamlılığı ve amaçlılığı. Hiçbir şey anlamsız ve amaçsız yaratılmamıştır. Bu çerçeveden yola çıkarak insanoğlunun anlamlı ve amaçlı bir hayat yaşaması gerektiği üzerinde durulur. Ahiretin mutlaka hayatın öbür yüzü olarak algılanması, ahiret olmadan dünya hayatının bir anlam ve bir amaç taşımayacağı vurgulanır. Onun içinde Ahirete iman etmeyen birinin hayatını kendi elleriyle anlam ve amaçtan yoksun bıraktığı ima ve ihsas edilmiş olur.

Ve ma halaktül cinne vel inse illâ liya’budun (56) ayeti bu surede yer alır. Ben cinleri ve insanları, görünür görünmez, uzak yakın, tüm iradeli varlıkları bana, sırf bana kulluk etsinler diye, sırf bana iradeli bir tercihle kulluk etsinler diye iradeli yarattım. Açılımı böyledir. Dolayısıyla sure insana verilen iradenin ubudiyet amacıyla, yani insanın Allah’a kulluğunu yerine getirsin diye verildiğini. İnsan kulluk amacıyla emanet edilmiş iradeyi Allah’a isyanda kullanırsa iradeye ihanet etmiş olacağını böylece öğretmiş olur.

Hesabı inkar, Allah’tan kaçmadır. Ahireti inkar Allah’tan kaçma isteğidir. Onun içindir ki sure Fefirrû ilAllâh, 50. ayetinde; Ey insan Allah’tan kaçamazsın, hesaptan kaçamazsın. Eğer kaçmak istiyorsan bir tek istikamet var, Allah’a kaç der.

Girişle sonuç arasında muhteşem bir uyum görürüz bu surede. Hele girişte ki ayetlerin damağımızda bıraktığı o belgesel tadı gerçekten de unutulmaz bir tattır. İşte şimdi bu tadı almak için sureye giriyoruz.

 

Euzü Billahi mineş şeytanir racim, BismillahirRahmanirRahıym.

Kovulmuş, taşlanmış, mahrum bırakılmış, tard edilmiş, Allah’ın rahmetinden dışlanmış şeytanın şerrinden, şeytansıların şerrinden, şeytanın insanda meleke haline dönüşmüş kötü huyların şerrinden, şeytanın eline geçmiş bilinç altının şerrinden, şeytanın insanın iç dünyasında ki simetriği görevini görebilecek iç güdülerin şerrinden, yani onların seliym aklı çepeçevre kuşatıp ta onu aydınlıktan mahrum eden etkisinden Allah’a sığınırım.

Rahman, rahiym olan, özünde merhamet sahibi, işinde merhametli olan, merhameti bütün bir varlığa yayan, rahmetiyle bütün bir varlığı kuşatan ve rahmetini terbiyesiyle, daha sonra da varlığa indiren ve bu rahmetinin en büyük tezahürlerinden biri olan vahyin sahibi Allah’ın adına, Allah’ın adıyla başlarım.

 

1-) VezZâriyati zerva;

Andolsun o tozutup savuranlara. (A. Hulusi)

01 – O tozdurup savuranlara. (Elmalı)

 

VezZâriyati zerva baştaki “vav” kasem, yemin vav ı. Fakat cevabı olmayan yemin vav’ları ya düşün diye çevrilmeli, ya değerini bilin diye çevrilmeli. Bu bağlamda düşün diye çevirmek çok daha uygun. Onun için burada ki kasem “vav” ını yemin olsun ki yerine, and olsun ki yerine düşün şeklinde çevirirsek daha doğru olur diye düşünüyorum.

Düşün tozu dumana katarak saçıp savuranı, kaldırıp indireni, alıp götüreni, vurup yere sereni gibi anlamlar verebiliriz. Neden? Çünkü bu sıfat fiilin nitelediği isim bu cümlede yer almamakta. Sıfat fiiller var, fakat bu sıfatların nitelediği isimler yok ilk 4 ayette. Bu durumda bu sıfat fiiller hangi ismi niteliyor sorusu yorumun konusu olmakta. İşte tefsir burada gündeme gelmekte. Tefsirin yapmak zorunda olduğu şey bu olmakta. Yani sıfat fiil var, fakat sıfatın tavsif ettiği, nitelediği isim yok.

Nedir o isim? diye sorduğumuzda, önce peygamberimizden gelen bir rivayet var mı diye bakarız; Yok. Yani bu sıfat fiillerin nitelediği ismin ne olduğu konusunda peygamberimizden bir açıklama gelmemiş. Ondan sonra sahabeye bakarız. Usül böyledir.

Sahabe bir şey demiş mi? Baktığımızda dediğini görüyoruz. Hz. Ömer, Hz. Ali ve onların takipçileri olan İbn. Abbas, Mücahid, İkrime ve daha sonraki otoriteler burada ki sıfat fiilinin nitelediği ismin rüzgar olduğu yorumunu yapmışlar. Müteakip ayetlerle birlikte düşünüldüğünde, ki aynı sistem onlarda da var. Oralarda da sıfat fiiller var fakat onların nitelediği isimler yok. Rüzgar, bulut ve yağmur üçlüsünün sistematik bir biçimde nasıl rahmete dönüştüğünü, yani yerden yükselen buharların geri yer yüzüne hangi süreçlerden geçerek, hangi muhteşem müdahalelerden geçerek, yani nasıl ilahi bir plan dahilinde geri döndüğünün resmidir surenin ilk 4 ayeti. Bu ilk ayette rüzgâr ile bu sürece nasıl katkıda bulunulduğu anlatılmaktadır. Ki, Zemahşeri de buna vurgu yapar. Bu ayette ki sıfat fiilinin nitelediği ismin melek olduğu yorumu da yapılmıştır alternatif bir yorum olarak.

 

2-) FelHamilati vıkra;

O ağırlık taşıyanlara. (A. Hulusi)

02  – Derken bir ağırlık taşıyanlara. (Elmalı)

 

FelHamilati vıkra Üstelik ağır mı ağır bir yük taşıyanı düşün. 1. si VezZâriyati zerva tozu dumana katarak saçıp savuranı FelHamilati vıkra ağır mı ağır bir yük taşıyanı,

 

3-) FelCariyati yüsra;

O kolayca akıp gidenlere. (A. Hulusi)

03 – Derken bir kolaylıkla akanlara. (Elmalı)

 

FelCariyati yüsra buna karşın kolayca yağ gibi akıp gideni,

 

4-) FelMukassimati emra;

Hükmü taksim edenlere! (A. Hulusi)

04 – Derken bir emir taksim edenlere kasem olsun. (Elmalı)

 

FelMukassimati emra ve nihayet emre amade ilahi nimetleri taksim edip paylaştıranı düşün.

Aslında bir blok olarak bu ayetler birlikte anlaşılmalı, birlikte okunmalı. Zaten okurken insanın içinde bir efilti esmeye başlıyor. Sizi adeta kanatlarınızdan tutup kaldıran bir rüzgârla yükselmeye başlıyorsunuz. VezZâriyati zervan, FelHamilati vıkran, FelCariyati yüsran, FelMukassimati emra. (1-2-3-4) Bu belagat karşısında Arap’ın imansızı dahi secdeye kapanıyordu. Hatta bir kezinde şair bir bedevi Mekke’ye gelmiş buna benzer bir sureyi dinlediğinde secdeye kapanmış, Ona etrafında kiler; Ne oldu, yoksa iman mı ettin deyince; Hayır fakat bu hitabın belagatı karşısında dayanamadım, secde ettim. Demişti. Onun için bu belagat Arapça bilmeyen kimsenin dahi yüreğini hey heylendiren, hoplatan bir belagat. Bu belagat haddi zatında linguistik manada dil bilmese dahi onun ötesinde yürek diline hitap eden, kalbin kulağına hitap eden, tıpkı bir ormanın uğultusu, bir ırmağın şırıltısı, bir kedinin mırıltısı gibi tüm evrensel herkesin dinlediği, duyduğu, anladığı bir üst dil hükmündedir.

FelHamilati vıkra (2) ağır mı ağır bir yük taşıyanı diye çevirdiğimiz bu 2. ayet hamile hanımlardan, ya da ağır sözden, ki Müzemmil/5. ayetini hatırlayacak olursak;

İnna senulkıy ‘aleyke kavlen sekıyla. (Müzemmil/5) biz senin üzerine, senin yüreğine ağır bir söz indireceğiz. Diyordu. Ağır bir söz bırakacağız. O ağır sözden yola çıkarak vahiy meleği veya peygamber diye de anlayabiliriz.

Bu dörtlü ayetin son ayeti FelMukassimati emra. (4) emre amade ilahi nimetleri paylaştıran, taksim eden anlamını verdiğimiz bu ayet surenin 22. ayeti le irtibat halinde. 22. ayeti; Rızkınız ve size vaad edilenler göktedir diyordu. Bu ve bundan önceki ayetleri açıklar nitelikte bir ayet 22. ayet.

Hesap günü ile ilgili bir bağlam. Bu 4 ayet ne diyor? Rüzgâr, bulut, ve yağmur. VezZâriyati zerva saçıp savuran, katıp kovalayan, önüne katıp götüren, itip götüren anlamlarına gelen rüzgâr. FelHamilati vıkra ağır mı ağır bir yük taşıyan üstelik. Ağır yük taşıdığı halde; FelCariyati yüsra Yani hiç yük taşımıyormuş gibi kayıp giden, akıp giden bulutlar. Hakikaten düşen yağmurun tonajını, ağırlığını düşündüğünüz de bu bulutlar bu kadar ağırlığı nasıl, hangi güçle, hangi yakıtla, hangi benzinle, hangi nükleer yakıtla, neyle çekiyor, hangi depoda götürüyorlar diye sormamsak elde mi?

Bazen bir seferlik yağmurda bilmem kaç yüz milyon ton su düştüğü tespit ediliyor. Bu kadar yüksek miktarda ve ağırlıkta bir su kitlesini gökte bulutların üstünde taşıyan buluttur derseniz, taşıtan kimdir diye sormazlar mı? Eğer bu kadar miktarı siz bir araçla, uçakla taşımak isteseydiniz Orta çaplı bir şehrin üstünü kaplayacak kadar bir bulutun taşıdığı yağmuru 7.000 uçakla, kargo uçağıyla taşımanız gerekiyordu. 7.000 tane kargo uçağınız olacak, bunlarla orta çağlı bir şehir büyüklüğünde bir bulutun taşıdığı yükü taşıyacaklar. İşte bu. Onun için bu kadar ağır yük taşıdığı halde kayıp giden, sanki hiçbir şey taşımıyor muş, sanki pamuk tarlasıymış gibi atılmış pamuklar gibi kayıp giden FelMukassimati emra ve emre amade ilahi nimetleri taksim edeni düşün.

Peki neden düşünelim? Niye düşünelim? Düşünüp de nereye varalım diye sormak gerekmez mi? İşte bu soruyu sorarsanız bu ayetlerin bağlamını anlarsınız. Yağmur, bulut, rüzgâr. Ruh; tıpkı buharlaşan su gibi yok olmaz. Nasıl ki buharlaşan su geldiği yere geri döner veyahut ta geri döner ve dönüş yeri vardır; ruhun da mutlaka bir dönüş yeri vardır. Bir yerden ayrılır bir başka yere düşer. Su buharın, ruh yeniden dirilişin sebebidir.

Sözün özü şudur. Hayatın posası için geçerli olan yasa, hayatın özü için haydi haydi geçerlidir. Hayatın posası cesedimiz. Cesedimizi beslemek için rabbimiz böylesine karmaşık bir yaratma sürecini insanoğlunun emrine amade kılmış. O halde ruhumuzu besleme süreciyle ilgilenmesin mi? Nasıl ki su insanın bedenini besleyen kaynaksa, vahiy de insanın ruhunu besleyen kaynaktır. Onun için bu ayetler ahiretle doğrudan ilgilidir.

Ey insan bedenini ihmal etmeyen Allah ruhunu ihmal eder mi? Bedenini ihmal etmemek için kışlar ve baharlar yaratan, her kıştan sonra bahar yaratan Allah, ruhun içinde bir yeni bahar yaratmaz mı? Neden öbür, yani kabuk için yarattığı bahara inanıyorsun da öz için yaratacağı yeni baharı inkar ediyorsun. Aslında soru bu. Bu cevabın arkasına daha doğrusu şu ayetler tam da oturuyor;

[Ek bilgi; ZARİYAT SURESİ TEFSİRİ

Kur’an kâinata yaratıcı hesabına bakar ve yaratıcının varlığına ve birliğine, isimlerine ve sıfatlarına delil olarak eşyadan bahseder. İnsanı muhatap alırken de ahret hesabına ve uhrevi saadeti kazanmaya teşvik eder ve bunun sebeplerini ve kazandıracak amelleri gösterir.

Terimler ve Açıklamalar:

1. Zariyat: Savuran, tozu dumana katan rüzgârların durumu anlatılmaktadır. “Rüzgarın savurduğu” (Kehf, 18:45) ayeti bunu destekler. Hz. Ali (ra) bu ayetin açıklaması babında “volkanları püskürten, mahlûkatı kırıp geçiren” anlamına da vermiştir. Patlayıcı maddeleri bu kategoride değerlendirmek mümkündür.

2. Hâmilât: Yük taşıyanlar anlamına gelir. Her nevi ağırlığı kolayca taşıyanlar anlamına gelmektedir. Yağmur bulutlarını taşıyan rüzgârlar da buna dâhildir. Müfessirler “yağmur yüklü bulutları taşıyan rüzgârlar” olarak yorumlamışlardır. İbn-i Abbas (ra) “yük taşıyan gemiler” olarak da yorumlamıştır. Her nevi nakil vasıtalarına yorumlamak mümkündür. Karnında çocuk taşıyan hamile anneler de bu kategoride değerlendirilebilir.

3. Cariyat: Kolayca akıp gidenler manasına, gökte akan bulutlar, suda akan gemiler ve akışkan her nevi yük taşıyanlar dâhildir. Her nevi makine ve aletleri çalıştıran “cereyan” bu manayı daha da açık hale getirir. Taşıdığı elektrik ile her işin yapılmasını sağlayan cereyan elbette insanlığa faydası yanında fonksiyonları ile büyük bir değer kazanmıştır. İşlerin yapılması ve ihtiyaçların giderilmesi buna bağlıdır. Yörüngesinde kolayca hareket eden gezegenler ve yıldızlar da bu manada değerlendirilebilir.

4. Mukassimât: Yapılacak her nevi işleri yapmakla görevli olan meleklere ve onların aralarındaki taksimata/iş bölümüne işaret etmektedir. İnsan ihtiyacını karşılayan rızık, ecel ve her konuda Allah’ın emirlerini uygulayan görevlendirilmiş melekler kastedilmiştir. İş bölümü yaparak işler yapılmaktadır. Yağmuru çeşitli bölgelere dağıtan rüzgârlar da kastedilmiş olabilir. (M. Ali Kaya-Zariyat suresi tefsiri)]

 

5-) İnnema tu’adune le sadık;

Vadolunduğunuz elbette kesinlikle gerçektir! (A. Hulusi)

05 – Ki muhakkak o size vaad olunan her halde doğrudur. (Elmalı)

 

İnnema tu’adune le sadık hiç tartışmasız size vaad edilen elbet doğrudur, gerçektir.

 

6-) Ve inned diyne le vakı’;

Muhakkak ki Din (sistem) mutlaka bir realitedir! (A. Hulusi)

06 – Ve muhakkak ki ceza şüphesiz vaki’dir. (Elmalı)

 

Ve inned diyne le vakı’ ve hesap günü mutlaka, ama mutlaka gerçekleşecektir. Aslında burada ki ve inned diyn; inne yevmed diyne ve vakı’a şeklinde anlaşılmalı. Din günü, deyn günü, borç günü, borç ödeme günü, Allah’ın hesap sorma günü, adalet günü, deyyam günü mutlaka gerçekleşecektir, gelecektir.

İlk 4 ayette ki sıfatların ismini izah etmeye çalışmıştık. Ne olursa olsun bu isimler. Yeniden diriliş bağlamında ele alınmalıdır bu ilk 4 ayet. Yani bu ayetlerde ki sıfat fiillerin nitelediği isimlerin; Yağmur, bulut, rüzgâr, melek, hatta silahlar, ordular, orduların kullandığı araçlar ki o yorumlar da yapılmış, nasıl yorum yaparsak yapalım ilk 4 ayeti içine yerleştireceğimiz bağlam yeniden diriliştir, ahirettir.

 

7-) Ves Semai zatil hubük;

O (çeşitli düşüncelerden oluşmuş) yollarla dolu semâ (bilinç)! (A. Hulusi)

07 – O düzgün hâreli Semaya kasem ederim. (Elmalı)

 

Ves Semai zatil hubük düşün, bereketli, hareketli, oldukça cevval ve düzenli, hatta bir manaya göre asimetrik ve simetrik yollarla donatılmış semanın ihtişamını düşün.

El hubük; Hıbak, çöldeki kum tepelerinin ilk gün doğumunda gölgelerinin oluşturduğu haleler. Tepelerin dip noktalarında ki o kıvrım kıvrım, büklüm büklüm güzellikler. Hatta bundan dolayı dalgalı saçların dalga diplerine de hıbak denilmiştir. Onun için aslında bu simetrik değil asimetrik. Fakat oldukça da düzenli, oldukça güzel, çekici. Zaten simetrik olsa da belki de kopyalanabilir. Ama o asimetrik yapısı içinde, simetrik olmayan yapısı içinde insanın içini alan bir güzellik. Yani hepsine sanki orijinal bir kalemle yapılmış, emek verilmiş gibi. Hiç biri birbirine benzemeyen.

Gökte böyle. olağanüstü düzenlilikte bir asimetrik yapı. Aynı zamanda hareketli. Simetrik olsa bu hareketin neden herhangi bir kazaya yol açmadığını açıklayabilirsiniz. Onun için asimetrik yapı mutlaka ve mutlaka bir düzenleyiciyi, bir düzen sahibini, yani sürekli müdahaleyi gerektirir.

Çöldeki o tepelerin kıvrım kıvrım hareleri de aslında hareketlidir. Çölde kum tepeleri saatte 1 metre hareket ederler rüzgârda. Onun için bir gün önceki tepeyi bir gün sonra yerinde bulamaya bilirsiniz. Tıpkı deniz gibidir, ne var ki denizden daha yavaş hareket ederler. Çöl böyledir.

Gökteki yıldızlarda böyle. Onun için yörüngeleri sabit değildir, değişkendirler. Yani uzayda hiçbir yıldız aynı yeri iki kez dönmez. Bizim günlerimiz de öyledir. Dünya da uzayda hareket ederken, güneşin etrafında dönerken iki yıl uzay içinde ki koordinatlarda aynı yerde değildir. İki gün de aynı yerde değildir. Çünkü sistem akıp gitmektedir. Sistemin içinde olduğu galaksi akıp gitmektedir. Yıldız adaları, gök adaları. Gök adalarının birleştirilmiş şekli olan galaksiler çiftliği akıp gitmektedir. Dolayısıyla iki günümüz zamansal olarak dahi aynı değildir. Mekan olarak uzay koordinatları açısından aynı değildir. Yani yer yüzü iki günde aynı yörüngeyi takip etmez. Yer yüzünün yaratıldığı andan bu güne kadar aynı yörüngede iki kez gezmemiştir dünya. İşte bu muhteşem farklılığı düşün. Bu farklılık içinde ki uyumu düşün ve devam edelim;

 

😎 İnnekum lefiy kavlin muhtelif;

Muhakkak ki siz çeşitli görüşler içindesiniz! (A. Hulusi)

08 – Ki siz pek muhtelif bir kavl içinde bulunuyorsunuz. (Elmalı)

 

İnnekum lefiy kavlin muhtelif işte siz inanç hususunda gerçekten de farklı görüşlerdesiniz. Yani Allah uzayı nasıl farklı yaptıysa, sizi de farklı kıldı. İç uzayınızı da farklı kıldı. Onun için farklılık varlığın yasasıdır. Farklılığı yok etmek bu yasaya karşı çıkmaktır. Yok edemezsiniz zaten. Bunu önce böyle bilin. Ama buradan yola çıkarak Allah uzaya irade vermedi. Fakat insana irade verdi. Siz iradenizle Allah’a teslim olabilirsiniz, iradenizle Allah’ın verdiği koordinatta yürüyebilirsiniz. Onun içinde burada mevcut akidevi farklılıklar onaylanmış değil, sadece sebebi hikmeti izah edilmiştir.

Özellikle ahiret inancı konusunda insanların farklılıklarına bakın. Reenkarnasyona inananlar, ruh göçüne inananlar, yarı inkar edenler, tam inkar edenler, farklılıklar ahiret konusunda çeşit çeşit. Bir çok insanların ölümden sonra diriliş inancı var. Yani bu inançlar, ki tam inkar var, yarı inkar var, ruh göçü var, reenkarnasyon var, yer yüzünde diriliş var, bu dirilişin mahiyetleri konusunda tartışmalar var, kendi aralarında ihtilaflar var.

Neden? Çünkü insanoğlu bu konuyu bilgi ile çözemez. İnsanoğlu bu konuyu Allah’a teslimiyetle çözer. Çünkü öldükten sonra dirilip de bize anlatan olmaz. O halde tek bir yolu var Allah’a itimat etmek. O halde ahiret inancını Allah belirler. Allah nasıl inanmamızı istiyorsa öyle inanırsak ancak bu konuda kurtuluruz. Çünkü ahiret hakkında bize haber verecek ikinci bir kaynak yoktur. ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr. (Fatır/14) her şeyden haberdar olanın verdiği haber gibisini kim verebilir diyor. Kimse veremez. Her şeyden haberdar olan Allah haber verir. O nedenle de ahiret konusunda eğer insanoğluna bırakılırsa iş he insan sayısınca bir ahiret inancı çıkacaktır. Ahiret inancı konusunda Allah’a teslim olmaktan başka çaresi yoktur.

 

9-) Yü’fekü anhu men üfik;

Çevrilmiş kimse Ondan döndürülür! (A. Hulusi)

09 – Ondan çevrilen çevrilir. (Elmalı)

 

Yü’fekü anhu men üfik işte bunu açıklayan bir ayette geldi. Ama savrulan kendi aleyhine savrulur. Yani bu konuda ille de yalan söylemek istiyorsa insan kendini aldatmış olur, kendine yalan söylemiş olur. İstikametten sapan yalana sürüklenir. Ya da sapan sapıktır şeklinde de mana verebiliriz. Gerçekten sapan yalana sürüklenir. Bu konuda eğer Allah’ı dinlemezse insan sapar. Çünkü heva ve hevesine göre hareket etmiş olur. Manevi ve gaybi hakikatlerde akıl yürütmeyle gerçek bulunmaz. Akıl yürüterek ahireti nasıl anlayabilirsiniz. Çünkü akıl yürütülecek alan değil ki. Bu ancak iman alanıdır. Onun içinde bu konuda iman etmeyen kendisini yalana sürüklemiş olur. Yü’fekü anhu men üfik.

 

10-) Kutilel harrasun;

Ölsün o yalancılar! (A. Hulusi)

10 – O kahrolası yalancılar. (Elmalı)

 

Kutilel harrasun kahrolsun keyfi yargılarını kesin gerçekmiş gibi pazarlayanlar. Yani kahrolsun spekülasyon yapanlar ahiret konusunda. Bunu söylüyor.

 

11-) Elleziyne hüm fiy ğamretin sahun;

Onlar ki cehalet ve körlük içinde ne yaptığını bilmeyenlerdir! (A. Hulusi)

11 – O sarhoşluk içinde yaptığını bilmezler. (Elmalı)

 

Elleziyne hüm fiy ğamretin sahun ki onlar gömüldükleri bataklıkta debelenip durmaktadırlar. Debelenen gafillerdir. Sahun; Unutanlar, kendilerini unutanlar, kendilerini kaybedenler, kendilerinin uzağına düşenler.

 

12-) Yes’elune eyyane yevmud diyn;

“Din süreci ne zamandır?” diye sorarlar. (A. Hulusi)

12 – Soruyorlar: ne zaman o ceza günü? (yevmi dîn) (Elmalı)

 

Yes’elune eyyane yevmud diyn hesap günü ne zamanmış bakayım diye sorarlar. Tabii küçümseyerek, inkar iması içeren bir biçimde. Sanki hesap günü hiç gelmeyecekmiş gibi, sanki hesaba çekilmeyeceklermiş gibi, yani Allah’tan kaçmak mümkinmiş gibi. Sanki varlık çift yaratılmamış gibi. Varlığın çift yaratılma sisteminden hayat müstesna imiş gibi. Hayat ta oysa ki çift yaratılmış. Hayatın bir kutbu dünya ise öbür kutbu ahiret. Onun içinde hayatın tek kutbuna inanıp onu yaşayıp da, yani inanmak ne demek, onu yaşayacaksınız, ona sıkı sıkıya sarılacaksınız, hayatı çift kutuplu yaratanın yarattığı hayatı ikiye bölüp tek kutbunu alayım, diğer kutbunu inkar edeyim diyeceksiniz. Bu her şeyden önce o hayatın sahibine ihanettir. Yes’elune eyyane yevmud diyn.

 

13-) Yevme hüm alen nari yüftenun;

O süreçte onlar ateşte kıvranırlar! (A. Hulusi)

13 – Ateş üzerinde kıvranacakları gün. (Elmalı)

 

Yevme hüm alen nari yüftenun onlar o gün ateşte azap görecekler. Onlar o gün ateşte sınanacaklar. Yuftenun; el fetnu; potada madeni ergitip cevherini cürufundan, hamını hasından ayırmaya denilir. Arapça da bu kelimenin etimolojisi, kök anlamı bu. İnsanı bir maden sayıp, insan madenini Allah saflaştıracak, cevherini ortaya çıkaracak, bu madenin içinde cevher var. İşte rabbül alemin olan Allah’ın insanı terbiye etmesi bu. Yeryüzünde insan terbiye oldu oldu. Yani cevheri ortaya çıktı saflaştı. Saflaştıysa zaten doğrudan saf olanların arasına girecek. Çünkü güzele güzel yakışır. Cennet güzeldir, cennetlikte güzeldir. Saflaşanlar, cevherler girecek cennete, cüruflar değil. Cüruflu cennete girilmez.

O halde Yevme hüm alen nari yüftenun şöyle de anlaşılabilir. Dünyada saflaşmayanlar ahirette potaya atılıp bilmem kaç derece ateşte saflaştırılacaklar. Yani orada ergitilecekler, orada bu işlem yapılacak. Ama orada bu işleme tabi tutulmak çok daha ağır bir bedel ödemektir. Ey insanoğlu fırsat eldeyken burada gönüllü olarak saflaş. Nasıl olsa ele geçeceksin, nasıl olsa potaya gireceksin. Şimdi şu hayatı bir pota, saflaşma süreci olarak oku ve buradan cevher olarak git. Cüruf olarak giderken orada potaya atarlar. Orada atarlarsa bu senin için hiçte iyi olmaz manasına da alabiliriz.

Burada ki yuftenun iki anlamda da alınabilir Ahirette ceza çekecekler, ahirette saflaştırılacaklar, yani terbiye edilecekler manasına da alınabilir.

 

14-) Zûku fitnetekum* hazelleziy küntüm Bihi testa’cilun;

(Zebânîler der ki): “Azabınızı tadın! İşte o acele istediğiniz buydu!” (A. Hulusi)

14 – Dadın diye fitnenizi: bu, işte o sizin acele istediğiniz. (Elmalı)

 

Zûku fitnetekum* hazelleziy küntüm Bihi testa’cilun ve onlara azabınızı tadın. Fitnenin bir anlamı azap, bir anlamı da saflaşma demiştim. Ya da haydi dünyada madem potadan kaçtınız burada potaya girip eriyin bakalım. Cevheriniz cürufunuzdan burada ayrılsın denilecek. İşte bu sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. Yani hemen gelsin diyordunuz değil mi ahiret, hemen gelsin diyordunuz son saat. Çabuk getir diyordunuz peygamberlerinize inkarcılar. Hadi o vaad ettiğin son saati getirsene diyordunuz. İşte geldi denilecek.

 

15-) İnnel muttekıyne fiy cennatin ve ‘uyun;

Muhakkak ki korunanlar cennetlerde ve kaynaklardadırlar. (A. Hulusi)

15 – Şüphesiz ki muttakiler Cennetlerde pınar başlarındadır. (Elmalı)

 

İnnel muttekıyne fiy cennatin ve ‘uyun ne var ki sorumluluk bilincine sahip olanlar, akıl sır ermez cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar.

Muttakıyn; Takva sahibi olmak. Aslında duruş sahibi olmak, esas duruş, Allah’a karşı klas duruş sahibi olmak. Muttaki bir isim, fiil değil. Elleziyne yettekune değil burada gelişi; İnnel Muttakıyne diyor, isim olarak geliyor. İsim olarak gelmesi, onun ahlak haline dönüşmesidir. İsnada isim olması bir şeyin, insanda sürekli sabit halde bulunmasıdır, ahlak haline dönüşmesi, yani kesintisiz bulunması.

Nedir bu kesintisiz bulunan? Aslında takva; va’ka kökünden türetilir. Va’ka sakınmak, korunmak, korumak, elde tutmak, muhafaza etmek, tir tir titremek, üzerine düşmek, üzerine titremek, onu muhafaza etmek için tüm dikkatini üzerinde yoğunlaştırmaktır. Yani dikkat yoğunlaştırmak. Bir insanın zeka seviyesi dikkat süresi ile orantılıdır. Onun için çocuklar akıl seviyeleri yükseldikçe dikkat süreleri artar. Mesela küçük bir çocuk 8 – 10 saniyeden fazla bir şey üzerinde dikkat edemez. Yani dikkatini yoğunlaştıramaz. Onun içinde 7 yaşına kadar çocuklarınıza bir şey söylersiniz, o ancak onu söylediğinizi, dakikalar içinde tutabilir.  Ondan sonra oğlum sana 100 defa söyledim. 100 defa da söyleseniz onun dikkati o kadarlıktır.

İnsanın aklı büyüdükçe dikkatini yoğunlaştırma süresi de büyür ve Muttakıy dikkatini bir ömre yayandır. Dikkatini Allah üzerinde yoğunlaştırandır. Yani artık Allah ne der sorusunu, ömrünün tümünün sorusu yapandır. Muttakıy budur. Onun için Muttakıy biri her anında Allah kaygısıyla doludur. Dikkatini o konuda yoğunlaştırmıştır. Hangi hal içinde bulunursa bulunsun, hangi ortamda olursa olsun, başına hangi durum gelirse gelsin, sevinç ve keder. Verilmiş ya da alınmış. Azaltma ya da çoğaltma. Yoksulluk ya da varsıllık. Bütün hayatın hangi cilvesi gelirse gelsin her durumda dikkatini dağıtamaz. Onun dikkati Allah üzerinde o kadar yoğunlaştırmıştır ki, kendisine bir servet vermekle elindeki tüm servetini almak arasında bu manada fark olmaz. Yani dikkatini dağıtamazsınız. O oraya yoğunlaştırmıştır. Her hadiseye yoğunlaştığı noktadan bakar. Allah ne der. Allah nasıl bakar. Yani benim duruşum Allah’a hoş gelsin de gerisine nasıl gelirse gelsin. Onun için muttaki tanımı budur aslında. Yani rabbimiz takvaya çağırırken insanoğlunun aklını maksimuma çağırmaktadır, aklı büyütmektedir. Aklın saflaşması, aklın cevherinin cürufundan ayrılıp saf akıl haline gelmesi. İşte cennet o saf akılların olacak.

 

16-) Ahıziyne ma atahüm Rabbühüm* innehüm kânu kable zâlike muhsiniyn;

Rablerinin kendilerine verdiğini alıcılar olarak (içten dışa çıkış olarak)! Muhakkak ki onlar bundan önce muhsindiler. (A. Hulusi)

16 – Alarak rablerinin kendilerine verdiğini, çünkü onlar bundan evvel güzellik yapmayı âdet edinmişlerdi. (Elmalı)

 

Ahıziyne ma atahüm Rabbühüm rablerinin kendileri için takdir ettiğini derin bir şükranla alarak. Rablerinin kendileri için takdir ettiğini derin bir şükranla almak ne demek? Rablerinden razı olmak demek. Ya eyyetühen Nefsül Mutmainneh. İrci’ıy ila Rabbiki radıyeten mardıyyeten. Fedhuliy fiy ‘ıbadİY Vedhuliy cennetİY (Fecr/27-28-29-30)ey Allah’la tatmin olmuş nefis, ey Allah’tan aşağısıyla tatmin olmamış nefis. Ey cennetten aşağısına satılmamış, ucuza gitmemiş insan. Razı etmiş ve razı olmuş bir halde Rabbini razı etmiş ve rabbinden razı olmuş bir halde gir kullarımın arasına, gir cennetime. Fecr suresinin sonunda ki bu ayetler de gösteriyor ki Allah’tan razı olmadan Allah razı olmaz. İşte burada da Ahıziyne ma atahüm Rabbühüm onu diyor. Rablerinin kendisine verdiğinden razı olmuşlardır.

innehüm kânu kable zâlike muhsiniyn çünkü onlar zaten iyilerden idiler. Muhsiniyn i peygamberimizin açıklamasına göre çevirirsek eğer; Çünkü onlar Allah’ı görür gibi yaşamıştılar. İhsan; keenneke terahu Onu görüyormuş gibi yaşamandır. fein lemtekün terâhü ve innehû yerâke her ne kadar sen onu görmüyorsan da O seni hep görüyor diye tarif etmişti peygamberimiz. İşte muhsiniyn Allah’ı görür gibi yaşayanlar. Allah’ı görür gibi yaşarsa muttaki olur. Biraz önce takvayı izah etmiştim. Dikkatin Allah üzerinde sürekli yoğunlaşması. Rabbim ne der sorusunun hayata egemen bir soru haline gelmesi.

 

17-) Kânu kaliylen minel leyli ma yehce’un;

Geceden az bir bölümde uyurlardı. (A. Hulusi)

17 – Geceden pek az uyuyorlardı. (Elmalı)

 

Kânu kaliylen minel leyli ma yehce’un gecenin az bir kısmında uyurlardı. Ya da bu ayet iki şekilde de çevrilebilir, iki ayrı cümle olarak görülürse eğer: Kânu kaliylen bir zamanlar çok azınlıkta idiler mü’minler. Ma yehceun, o “ma” ya da olumsuzluk “ma” sı anlamını vererek uykularından vazgeçmişlerdi. Uykudan vaz geçmişlerdi. O azınlıklıkları dönemde. Ama birincisi daha tercihe şayan Kânu kaliylen minel leyli ma yehceun. Evet geceleri çok az uyurlardı.

Neden böyle bir ayet geldi? Zımnen manası şu. Uykunun denetimine girmezler, uykuyu denetimi altına alırlardı. Yani uykunun kendilerini denetlemesine izin vermezlerdi. Uykunun kendilerini esir ve teslim almasına izin vermezler, uykuyu teslim alırlardı, uykuya teslim olmazlardı. Bunun zımni anlamı bu. Çünkü uykusunu daha denetimi altına alamayan hangi nimetin üzerinde otorite olup da hesap verecek. Daha uykuya teslim olan bir insan nasıl kendi iç denetimini sağlayacak. Daha uykusunu denetim altına alamayan bir insan nasıl iç güdülerini, arzularını, isteklerini, hırsını denetim altına alacak. Onun için işte gece üzerine Kur’an ın bütün tavsiye ve emirleri uykuyu denetim altına alarak insanın; hayatın atı değil, hayatın süvarisi olmasını hedeflemektedir.

[Ek bilgi; Gece, nasıl güneşin parazit oluşturan ışınımı dünyanın arka yüzünde kaldığı için kesiliyor ve kısa dalga yayın çok net alınabiliyorsa; insan beyni de, özellikle gece yarısı ve sonrasında çok hassas hâle gelir ve kuvveti artar. Bu hem alıcılık (ilham) yönünden böyledir; hem de vericilik yani “dua” yönünden böyledir.. “İslam Dini”nde gecenin önemi buradan ileri gelir. (A.Hulusi- Dua ve zikir.)(Geniş bilgi İsra/79da)]

 

18-) Ve Bil eshari hüm yestağfirun;

Seherlerde istiğfar ederlerdi. (A. Hulusi)

18 – Ve seher vakitleri hep istiğfar ederlerdi. (Elmalı)

 

Ve Bil eshari hüm yestağfirun ve seher vakitlerinde Allah’a yalvarırlardı. Onlar yaşarken, hayattayken işte böyle bir hayat yaşadılar da cenneti hal ettiler.

Seher vakitlerinde Allah’a yalvarırlardı. Eshar; sahhar tekili, sühr ya da sehr ya da. Farklı farklı mastarlar halinde okunmuş. Şafakla güneşin doğumu arasında ki vakte  sahhar denilir. Aslında farkında mısınız bilmiyorum sihr ile aynı köktendir. Sihir, sihr, aynı köktendir ve anlam alanı aynıdır.

Neden sahhar, sihr ile aynı kökten? Çünkü insanın uykuyu büyülenmiş gibi uyuduğu vakit sabah namazının vaktidir. Sabah namazı onun için o vakitte farzdır. Büyülenmiş gibi uyur. Bedenin tabir caizse tüm kapılarını kapadığı, biyolojik saatin bile durduğu bir zamandır. İnsan hücrelerinin en ölmeye yattığı zamandır. Adeta ölüm uykusu, gecenin en ağır uykusu sabah namazı vaktidir. Ve en ağır olduğu zamanda kaldırmaktadır bizi Allah. Yani namaza kalkmamızı emrettiği zaman uykunun en sihirli olduğu zaman. Uykunun büyüsünü boz. Uyku seni büyülemesin, sen uykuyu büyüle.

Uykunun büyüsünü bozamayanlar nasıl hayatı denetim altına alırlar, nasıl hayatın efendisi olurlar. Nasıl gecenin ve gündüzün yiğidi olurlar, ağabeydi olurlar, mücahidi olurlar. Daha uykuyu bile denetimine almamışsa o tiryakidir. Tiryakinin tiryakisi olduğu nesne, tiryakinin öznesidir. Tiryakilik nesneliktir, eğer uyku tiryakisi ise uykunun nesnesidir. İnsan ise özne olmalıdır. Uyku ona bir nimet olarak verilmiştir. Nimet insanı esir almamalıdır. Nimet insanın atıdır. İnsan nimetin süvarisi olmamalıdır.

İşte burada Ve Bil eshari hüm yestağfirun derken ayet insana uykunun büyüsünü boz. Uykunun büyüsünü bozarsan hayatın süvarisi olursun, cenneti hak edenler hayatın atı değil, hayatın süvarisi olanlardır demek istiyor.

 

19-) Ve fiy emvalihim hakkun lissaili vel mahrum;

Onların mallarında talep eden ve sıkıntıda olan için bir hak vardı. (A. Hulusi)

19 – Ve mallarında sâil ve mahrum için bir hak vardı. (Elmalı)

 

Ve fiy emvalihim hakkun lissaili vel mahrum servetlerinde isteyebilen ve isteyemeyen muhtaçlarında bir payı olduğuna inanırlardı. O cennetlikler hayattayken, dünyada yaşarken böyle meziyetlere sahip oldukları için cennete kavuştular. Yani servetlerinde isteyen es saili vel mahrum; istemekten hazer eden, kaçınan isteyemeyen kimselerin de bir payı olduğuna inanırlardı ve tabii ki inanınca verirlerdi.

Mahrum; İnsan olması şart değil. Razi’nin de isabetle ifade ettiği gibi hayvan da dahil buna tüm canlılar girer. İsteyemeyen, istemekten aciz olan. İhtiyacı var fakat dili yok. Yani ille de dili olup isteyemeyen insan değil, aynı zamanda hayvan. Dili yok, ihtiyacını biliyorsun, görüyorsun, aç. O da dahildir buna.

 

20-) Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn;

İkân sahiplerine arzda (bedende) işaretler vardır! (A. Hulusi)

20 – Arzda da âyetler var ikan ehli için. (Elmalı)

 

Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn yer yüzünde gönülden inanmış olanların şahit olduğu, gördüğü ilahi işaretler vardır.

 

21-) Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun;

Nefslerinizde (Benliğinizin hakikati)! Hâlâ (fark etmiyor) görmüyor musunuz? (A. Hulusi)

21 – Nefislerinizde de, halâ görmeyecek misiniz. (Elmalı)

 

Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun ve sizin kendi varlığınızda da ilahi işaretler vardır. Hala bunu görmüyor musunuz? Hala bunun farında değil misiniz. Fussilet/53. ayeti hatırlayalım; Senüriyhim âyâtina fiyl afakı ve fiy enfüsihim hattâ yetebeyyene lehüm enneHUl Hakk. (Fussilet/53) biz onlara ufuklarda ve içlerinde. Dışlarında ve içlerinde. Dış dünyalarında ve iç dünyalarında. Akfakta ve enfüste ayetlerimizi göstereceğiz ki bunun bir hakikat olduğunu bizzat anlasınlar.

İç ve dış ayet; Enfüs ve afak. İnsan ve kainat ayetleri. Bu ayet ne diyor sevgili Kur’an dostları? Bu ayet şunu diyor; Varlık açılmış bir kitaptır. Eğer okursan oku. Varlığı kitap gibi bil. İnsan da bir kitaptır, kainatta. Makro kozmos, mikro kozmos. Evet, büyük alem küçük alem. El ‘alemül Kübra, el ‘alemüssura. Sen kendini de bir kitap gibi oku, kainatı da bir kitap gibi oku. İşte İkra diye başlayan ilk vahiy aslında Hz. Peygambere varlığı bir kitap bilip oku diyordu. Aslında o emir hepimize bir emir.

İnsan bir kitap. Kur’an vahyi insana inmiş bir kitap. O zaman Kur’an okuyan insan iki kitabın buluşmasıdır. Kitap kitabı okuyor. Okumak tüm öğrenme süreçlerini ifade eder. İşte burada bu gerçek söyleniyor. Hiç yakın dostlarınızı size Allah’ın nazil ettiği bir ayet gibi okudunuz mu, gördünüz mü. Hiç eşinizi Allah’ın bana nazil ettiği ayeti, gel bir okuyayım diye düşündünüz okudunuz mu. Hiç evladınızı Allah’ın size nazil ettiği bire ayet olarak görüp okudunuz mu. Bunu denediniz mi, böyle bir şey aklınıza geldi mi. Gelmediyse bu saatten sonra gelmeli. Ve; Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniynVe fiy enfüsiküm efela tubsırun (20-21) ayetlerini hiç aklımızdan çıkarmadan kainat ayetini ve içimizde ki, yani insan kitabını da nazil olmuş birer ayet gibi okumalıyız.

 

22-) Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu’adun;

Yaşam gıdanız da, vadedilen şey de semâdadır (bilincinizden yaşanacaktır)! (A. Hulusi)

22 – Semada da rızkınız ve o vaad olunduğunuz. (Elmalı)

 

Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu’adun Evet, ve fiys Semai rizkuküm diyor, ve ma tu’adun. Gök yüzünde maddi manevi rızkınız vardır ve size vaad edilen şeylerin kaynapğı vardır. Ve ma tu’adun. Size vaad edilen şeyler de oradadır.

Saadetiniz de, felaketinizde gökten iner. Rızık ya da bela, hatta cennetiniz de cehenneminizde gökten iner. Neden? Gökten vahiy iner cennetinizdir. Vahye karşı gelirseniz biraz sonra anlatılacak helak olmuş kavimlerde olduğu gibi gökten bela iner, cehenneminizdir. Burada tehdit amaçlıdır bu tu’adun. Vaad 2 manaya gelir. hem iyi şeyler ödül, hem kötü şeyler, cezayı içerir. Ama burada cezayı içerdiğini düşünmeliyiz, çünkü 24 ile 46. ayetler arasındaki kıssalar helak kıssalarıdır ve bu helak kıssalarında gökten inen vahye eğer sırt dönerseniz belanız inmeye başlar anlamına gelir.

Tabii buradan Ve fiys Semai rizkuküm ibaresinden para da gökten iner sonucuna varabiliriz. Buna hayatınızda çok rastlamışsınızdır. Hakikaten insanın çaba ve çalışması elbette müsellemdir, hakikattir. Fakat para gökten iner. Bu da bir hakikattir. Hakikatin 2. yarısı da budur.

 

23-) FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun misle ma ennekum tentıkun;

Semânın ve arzın Rabbine yemin ederim ki, kesinlikle o (bildirilen gelecektekiler), sizin konuşmanız kadar olağan bir gerçektir. (A. Hulusi)

23 – İşte o Göğün ve Yerin rabbine kasem ederim ki o şüphesiz haktır sizin nâtık olmanız gibi. (Elmalı)

 

FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun misle ma ennekum tentıkun göğün ve yerin rabbine and olsun ki bu yeniden diriliş en az sizin konuşma yeteneğiniz kadar gerçektir. Çok ilginç bir kıyas yapılıyor burada. Yeniden diriliş, sizin konuşma yeteneğiniz kadar gerçektir diyor. Benzetme ilginç. Konuşma yeteneği ile yeniden diriliş arasında nasıl bir benzerlik var.

Ahiret yaşama sürecin sonucu değil mi? Konuşma da düşünme sürecinin sonucudur. Düşünme sürecinin ahireti konuşmaktır. Yaşama sürecinin ahireti hesaptır. Zihninizde ki nesnelerin gerçeği nerededir? Hayatta. Hayatta ki nesnelerin zihnimizde gölgeleri vardır. Gerçeği hayattadır. Fakat gerçek dediğimiz bu hayatta ki nesnelerin hakikati nerededir? Cennettedir, ahirettedir. Dolayısıyla işte benzetilen ile benzeyen arasında ki irtibat, bu kıyas buradan yola çıkarak böyle bir sonuca ulaşabiliriz.

Yağmur bu hayatı, vahiy öbür hayatı yeşertir. Bu da bir benzetme aslında. Konuşmamız yeniden diriliş, konuşmamız mantıksal sürecimizin sonucudur, insan olduğumuzun ispatıdır. Yeniden dirilişte, manevi yani iman sürecimizin ispatıdır. İmanımız orada şahidini bulacaktır.

 

24-) Hel etake hadiysü dayfi İbrahiymel mükremiyn;

İbrahim’in şerefli kılınmış konuklarının haberi sana geldi mi? (A. Hulusi)

24 – Geldi mi sana İbrahim’in ikram edilen misafirlerinin kıssası? (Elmalı)

 

Hel etake hadiysü dayfi İbrahiymel mükremiyn şimdi yukarıda gökte dedi ya; rızkınız da belanız da, Şimdi bela nasıl gökten iner. Eğer gökten imanın manevi rızık olan vahye sırt dönerseniz neyle karşılaşırsınız onun cevabı olan kıssalar geldi.

İbrahim’in ilahi ikrama mazhar olmuş konukları hakkında ki kıssa sana ulaştı mı? Kıssayı Hicr ve hud surelerinde daha önce görmüştük aslında aynı kıssayı bu surede vurgu daha farklı yapılıyor, helak sürecine vurgu yapılıyor.

 

25-) İz dehalu aleyhi fekalu Selâma* kale Selâm* kavmun münkerun;

Hani Onun yanına girdiklerinde: “Selâm” dediler… (İbrahim de): “Selâm” dedi… “Rastlanmadık birileri (diye düşündü).” (A. Hulusi)

25 – O vakit ki üzerine girdiler de «selâm» dediler. «Selâm, görülmedik bir kavım» dedi. (Elmalı)

 

İz dehalu aleyhi fekalu Selâma hani elçiler İbrahim’in huzuruna girmişler ve sana selam olsun ey İbrahim demişlerdi. kale Selâm* kavmun münkerun o da; size de selam olsun, yani aleykümselam demiş ve içinden, hiç tanımadık bir topluluk demişti. Yabancı bir topluluk diye kaygısını ifade etmişti.

 

26-) Ferâğa ila ehlihi fecae Bi ‘ıclin semiyn;

Ailesine yöneldi de semiz (kızartılmış) bir buzağı eti getirdi. (A. Hulusi)

26 – Hemen bir bahâne ile ehline gitti, bir semiz daha getirdi de. (Elmalı)

 

Ferâğa ila ehlihi fecae Bi ‘ıclin semiyn sonra usulca; râğa fiili aslında hissettirmeden çekilmek anlamına gelir. Usulca onların huzurundan çekildi ve ailesine yönelerek kızarmış semiz bir buzağı getirdi önlerine ikram olarak. Burada ki “fe” takibiye “fe”si hızlılığı ifade eder. İkramda hızlılık cömertliğin kemalindendir. Onu da ima etmiş oluyor Kur’an aynı zamanda.

 

27-) Fekarrebehu ileyhim kale ela te’kûlun;

Onu onlara yaklaştırıp: “Yemeyecek misiniz?” dedi. (A. Hulusi)

27 – Onu yakınlarına koydu, yemeğe buyurmaz mısınız? Dedi. (Elmalı)

 

Fekarrebehu ileyhim kale ela te’kûlun derhal onlara dönerek buyurmaz mısınız diye önlerine koydu sofrayı.

 

28-) Feevcese minhüm hıyfeten, kalu lâ tehaf* ve beşşeruhu Bi ğulamin ‘aliym;

(Yemediklerini görünce İbrahim’in içine) onlardan bir korku düştü! “Korkma” dediler ve Onu Aliym bir erkek çocuk ile müjdelediler. (A. Hulusi)

28 – O vakit onlardan içine bir korku düştü Korkma dediler ve kendisine alîm bir oğlan tebşir ettiler. (Elmalı)

 

Feevcese minhüm hıyfeten, derken onlardan yana içini bir korku, endişe kapladı. kalu lâ tehaf* ve beşşeruhu Bi ğulamin ‘aliym onlar dediler ki endişeye gerek yok, endişeye mahal yok. Yani bizden korkma ve onu peygamberlik bilgisi verilmiş bir oğlan çocuğuyla müjdelediler.

Çift kutupluluğun hayata ki yansıması bu ayetler dostlar. Biri ifna, diğeri ihya. Bakınız gelen konuklar melekler, elçiler; İnne me’al ‘usri yüsrâ. (İnşirah/6) ayetini ifade edercesine bir toplumu helâk için gelmişken bir tarafa da müjde veriyor. Usr’un yanında yüsr, Yüsr ün yanında usr. Zorluğun yanında kolaylık, kolaylığın yanında zorluk. Yani dikenin yanında gül, gülün yanında diken. Lût kavmini helak için gelen elçiler İbrahim’e oğlan çocuğu müjdeliyorlar. Uzun süre çocuksuzlukla imtihan edilen bu aileye.

 

29-) Feakbeletimraetuhu fiy sarretin fesakket vecheha ve kalet ‘acûzun ‘akıym;

Bu yüzden (İbrahim’in) karısı çığlık içinde misafirlerin yanına döndü de, (ellerini utanarak) yüzüne kapatıp dedi ki: “(Ben) kısır bir ihtiyar kadınım!” (A. Hulusi)

29 – Bunun üzerine hatunu bir çığlık içinde döndü de elini yüzene çarptı ve akîm bir kocakarı, dedi. (Elmalı)

 

Feakbeletimraetuhu fiy sarretin fesakket vecheha ve kalet ‘acûzun ‘akıym bunun üzerine karısı ileri çıktı ve ellerini yüzüne vurarak: “Kısır bir koca karıdan ha?” diye vaveylayı bastı. fiy sarretin ibaresini ben öyle çeviriyorum, çığlığı bastı. Bir kısır koca karıdan ha? Dedi.

 

30-) Kalu kezâliki, kale Rabbük* inneHU “HU”vel Hakiymul ‘Aliym;

(İbrahim’in misafiri melekler) dediler ki: “İşte böyle! (Bunu) Rabbin dedi… Muhakkak ki O, Hakiym’dir, Aliym’dir.” (A. Hulusi)

30 – Dediler: öyle Rabbin buyurdu, şüphesiz alîm o, hakîm o. (Elmalı)

 

Kalu kezâliki, onlar dediler ki; “böyle”, yani bunun içinde o kadar büyük şeyler gizli ki Allah böyle istediyse böyle, bunun tartışması olmaz. İş bitmiştir. Allah dede mi bitti. Bu böyle. Onun için burada hayret edilecek bir şey yok, Ol dedi ve oldu. Yani öyle dediler. kale Rabbük* inneHU “HU”vel Hakiymul ‘Aliym rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O’dur hikmet sahibi her şeyi bilen O’dur.

 

31-) Kale fema hatbukum eyyuhel murselun;

(İbrahim): “Ey irsâl olunanlar. (Esas) işiniz (amacınız) nedir?” dedi. (A. Hulusi)

31 – İbrahim, o halde asıl memuriyetiniz nedir? ey mürselûn, dedi. (Elmalı)

 

Kale fema hatbukum eyyuhel murselun İbrahim; Peki ey elçiler dedi nedir bu olağan dışı ziyaretinizin gerçek sebebi? Olağan dışı ziyaret çünkü Melekler asli suretlerinde veyahut ta insan suretinde gelmeleri normal bir olay değil, sık görülen bir olay değil bir peygamber için bile. Onun için bu olağan üstü bir olaydı. Zaten hatb normal olaylara söylenmez. Yan anlam olarak, müthiş, sıra dışı, olağan üstü olaylar için kullanılan bir kelime.

 

32-) Kalu inna ursilna ila kavmin mucrimiyn;

Dediler ki: “Doğrusu biz suçlu bir toplum için irsâl olunduk!” (A. Hulusi)

32 – Biz, de dediler: Mücrim bir kavme gönderildik. (Elmalı)

 

Kalu inna ursilna ila kavmin mucrimiyn Onlar; Biz dediler günaha gömülüp gitmiş bir topluma gönderildik. Bu toplum bugünkü Lut gölünün Lisan diye bilinen kuzey ucunda ki sığ sulara gömülmüş parça üzerinde yaşayan Sodom ve Gomore başta olmak üzere 6 adet kentin üzerine inen belayı ifade etmektedir.

 

33-) Linursile aleyhim hıcareten min tıyn;

“Tepelerine balçıktan taşlar (lavlar) geçirelim diye.” (A. Hulusi)

33 – Üzerlerine çamurdan taşlar salmak için. (Elmalı)

 

Linursile aleyhim hıcareten min tıyn onların üzerine gökten yaşlaşmış çamur, taşlaşmış balçık yağdıralım.

 

34-) Musevvemeten ‘ınde Rabbike lilmusrifiyn;

“Rabbinin indînde, (hakikate ermeleri için verilmiş kuvveleri) israf edenler için işaretlenmiş (taşlar)!” (A. Hulusi)

34 – Rabbinin nezdinde damgalanmışlar müsrifler için. (Elmalı)

 

Musevvemeten ‘ınde Rabbike lilmusrifiyn kendini harcayanlara senin rabbinin katında hedefi belirlenmiş taşlar. Musevvemeten ‘ınde Rabbik Musevveme; aslında El hayrul Müsevveme ibaresi geçmişti Kur’an da. Yani favori atlar diye çevirdiğimi hatırlıyorum onları damgalı atlar. Burada da müsevveme aslında işaretli, damgalı, güdümlü mermi demek. Aslında güdümlü taşlar. Adrese teslim. Adeta adresi üzerine yazılmış adrese teslim. Adrese teslim bela. Eğer bir belanın üzerine adresi yazılmış senin adresin şu, var ve bul onu denmişse, işte o müsevvemedir.

 

35-) Feahrecna men kâne fiyha minel mu’miniyn;

Biz de, orada iman edenlerden kim varsa çıkardık. (A. Hulusi)

35 – Binnetîce orada bulunan mü’minleri çıkardık. (Elmalı)

 

Feahrecna men kâne fiyha minel mu’miniyn derken müminlerden orada bulunanları çıkarttık. Kuru ile yaşı birbirinden ayırdık., bunun anlamı bu.

 

36-) Fema vecedna fiyha ğayre beytin minel müslimiyn;

Zaten orada bir evden başkasında teslim olmuşlardan bulamadık! (A. Hulusi)

36 – Fakat bir haneden başka orada Müslüman da bulmadık. (Elmalı)

 

Fema vecedna fiyha ğayre beytin minel müslimiyn zaten orada bir hane dışında hiçbir Müslüman bulamadık. Teslim olanlar selamet bulurlar. Burada ki ğayre beytin minel müslimiyn bu. Yani Allah’a teslim olanları selâmete erdirdik, teslim olsalardı selamete ererlerdi diğerleri de.

 

37-) Ve terekna fiyha ayeten lilleziyne yehafunel azâbel eliym;

Orada o elim azaptan korkanlara bir işaret terk ettik. (A. Hulusi)

37 – Ve öyle elîm azab dan korkacaklar için orada bir âyet bıraktık. (Elmalı)

 

Ve terekna fiyha ayeten lilleziyne yehafunel azâbel eliym ve elem verici bir azaptan korkacak olan kimseler için orada bir işaret, bir remiz, bir simge, bir mesaj bıraktık. Nasıl bir işaret bu? Kavli mesaj işte bu ayetler. Tarihi mesaj işte oraya inen belanın insanlık dilinde anlatılması ve tabii ki fiili mesajda şu anda o helak bölgesinin gözle görülecek kadar belirgin olması Lisan isimli o parça, gölün derinliği 400 m. Olmasına rağmen, Lisan isimli o parça 40 metre de. Bıçakla kesmiş gibi duruyor. O dil isimli suyun 40 m. altında ki bittiği yerde, bu yüzyılda, 1965 yılında ki kazılarda 20.000 ölülük bir mezar bulundu. Mezar var fakat şehir yok. Yani bir şehrin, yada birkaç şehrin mezarlığı. Mezar bulundu ama şehir yok. Demek ki şehir helake uğramış şehrin eski mezarlığı bulunmuş. Bu da bunun tipik bir göstergesi.

 

38-) Ve fiy Musa iz erselnahu ila fir’avne Bi sultanin mubiyn;

Musa’da da… Hani Onu Firavun’a apaçık bir delil olarak irsâl etmiştik. (A. Hulusi)

38 – Bir de Musa’da: ki onu bir sultanı mübîn ile Firavuna gönderdik de. (Elmalı)

 

Ve fiy Musa aynı mesaj Musa kıssasında da var. iz erselnahu ila fir’avne Bi sultanin mubiyn hani biz ona açık ara muktedir kılan bir güçle firavuna göndermiştik. Sahibini muktedir kılan, sultan bu. Sahibine iktidar veren, muktedir kılan bir belge. Tabii bunların başında Hz. Musa’ya verilen mucizeler geliyor.

 

39-) Fetevella Bi rüknihi ve kale sahırun ev mecnun;

Erkânı ile birlikte yüz çevirdi ve dedi ki: “Bir büyücü yahut mecnun!” (A. Hulusi)

39 – O bütün kuvvetiyle tersine gitti: sâhir veya mecnun, dedi. (Elmalı)

 

Fetevella Bi rüknihi ve kale sahırun ev mecnun Fakat o iktidarına, gücüne, kuvvetine, dünyevi iktidarına güvendi, Musa’ya karşı çıktı. Üstelik; o ya bir büyücü, ya da bir delidir dediler. Yani kendilerine mucizelerle gelen peygamberin mucizelerini büyü ile karıştırdılar. Onu büyüye indirgediler ve peygamberin olağan üstü yetkilerini de deliliğine verdiler.

Fetevella Bi rüknih; Çok ilginç. İktidarına güvenerek sırt döndü diyor. Güç ve iktidara güvenmek. Ahlaksız güç, Allahsız güçtür. Aslında ayet bunu söylüyor.

 

40-) Feehaznahu ve cunudehu fenebeznahüm fiyl yemmi ve huve muliym;

Bunun üzerine onu ve ordusunu yakaladık da onları denize attık. O pişmanlıkla kendi kendini yeriyordu! (A. Hulusi)

40 – Onun üzerine biz de tuttuk kendisini ve ordularını deryaya fırlatıverdik: namertlik ederken o leîm. (Elmalı)

 

Feehaznahu ve cunudeh derken biz de onu ve ordusunu enseledik. fenebeznahüm fiyl yemmi ve huve muliym hepsini denize döktük, o hala kendisini kınıyordu. Ve huve muliym; veya kınanacak işler yapıyordu manasına da gelebilir. Tercihimiz Yunus/90. ayetine dayanıyor. Ölürken firavun kendisini kınıyordu ama bu firavun imanıydı, iman sayılmadı.

 

41-) Ve fiy ‘Adin iz erselna aleyhimur riyhal ‘akıym;

Ad’da da… Hani onların üzerine o hayır ve bereketi olmayan rüzgârı (hortum) irsâl etmiştik. (A. Hulusi)

41 – Bir de Âd de: ki üzerlerine o köklerini kesen rüzgarı salıvermiştik. (Elmalı)

 

Ve fiy ‘Adin aynı mesaj Ad kıssasında da var. iz erselna aleyhimur riyhal ‘akıym Hani onlara da köklerini kurutan fırtına göndermiştik.

 

42-) Ma tezeru min şey’in etet aleyhi illâ ce’alethu kerremiym;

Üzerine geldiği hiçbir şeyi ayakta bırakmıyor, onu un ufak kılıyordu! (A. Hulusi)

42 – Uğradığı bir şey’i bırakmıyor, mutlak onu çürütüp kül gibi ediyordu. (Elmalı)

 

Ma tezeru min şey’in etet aleyhi illâ ce’alethu kerremiym bu fırtına geçtiği yerde hiçbir şey, hiçbir canlı bırakmaksızın hepsini kül edip göğe savurdu.

 

43-) Ve fiy Semude iz kıyle lehüm temette’u hattâ hıyn;

Semud’da da… Hani onlara: “Bir süreye kadar yararlanın” denilmişti. (A. Hulusi)

43 – Bir de Semud da: ki onlara bir zamana kadar istifade edin denilmişti de. (Elmalı)

 

Ve fiy Semude iz kıyle lehüm temette’u hattâ hıyn yine aynı mesaj Semud kıssasında da vardı. Hani onlara da sınırlı bir süreliğine sizde bir safa sürün demiştik. Sizde sefanızı sürün, kâm alın bakalım. Böyle elinize verdiğimiz nimetleri istismar ederek.

Ad ve Semud kavmi hep bir arada gelir. Tarihsel olarak birbirinin devamıdır bu doğru. Çünkü Ad kavminin başına bela geldikten sonra geri kalanlar kuzeye göç etmişler. Bugün Medain i salih diye anılan Arabistan’ın kuzeyinde ki yerleşim bölgesine yerleşerek orada mesken tutmuşlardı.

Bu iki kavmin birbiri ardınca gelişi aslında daha derin bir nükteyi barındırır. Ad kavmi çölün bittiği yere, sahil şeridi boyunca, bugün Hadramevt, ölü yeşil diye bilinen yere muhteşem bir uygarlık kurmuşlardı. Ama yapı taşları, yapı malzemeleri kum idi, kerpiçten yapıyorlardı. Uygarlıklarının temel malzemesi kerpiçti, bela gelip de tüm uygarlıklarını yerle bir edip kendilerini helak edince kafalarını değiştirecekleri yerde malzemeyi ve vatanı değiştirdiler. Vatanı değiştirdiler, burada bela geliyor gidelim kuzeye, güneyde olmadı gidelim kuzeye. Yapı malzemesini değiştirdiler; Eskiden kerpiçten yapmışlardı uygarlıklarını, şimdi kayaları oydular. Yani altı kaya gibi üstü kaya diye reklam yapıyorlar ya, öyle bir şey. Yani her halde şöyle düşünmüş olacaklar; Malzemeyi değiştirdik, artık bela gelmez.

Ve bela Semud’da da yakaladı onları. Evet, anlaşıldı ki malzemeyi değiştirmekle olmuyor. Kafayı değiştirmek lazım, bakış açısını değiştirmek lazım. Onun için Kur’an da hep bu ikisi bir arada gelir. Yani kafayı değiştirmeden Allah’a karşı duruşunuzu değiştirmeden malzemeyi değiştirmek hiçbir şey ifade etmez demeye getiriyor.

 

 44-) Fe ‘atev ‘an emri Rabbihim feehazethümus sa’ıkatu ve hüm yenzurun;

Rablerinin emrine itaatten çıktılar! Bunun üzerine onlar bakıp dururlarken kendilerini yıldırım yakalayıverdi. (A. Hulusi)

44 – Rablerinin emrinden azgınlık ettiler, bu yüzden o sâika kendilerini yakalayıverdi, bakınıp duruyorlardı. (Elmalı)

 

Fe ‘atev ‘an emri Rabbihim nitekim onlar rablerinin emrine karşı gelmişlerdi feehazethümus sa’ıkatu ve hüm yenzurun ve onlar bön bön bakarken bir bela şimşeği kendilerini enseleyiverdi.

 

45-) Femesteta’u min kıyamin ve ma kânu muntasıriyn;

Ne ayakta kalmaya güçleri yetti ve ne de yardım gördüler! (A. Hulusi)

45 – O vaktı bir kalkınmaya da güç yetiremediler, bir yardım da görmediler. (Elmalı)

 

Femesteta’u min kıyamin ve ma kânu muntasıriyn ne yerlerinden doğrulmaya ne de yardım almaya fırsat bulabildiler. Hiç birine fırsatları kalmadı, mahvolup gittiler.

 

46-) Ve kavme Nuhın min kabl* innehüm kânu kavmen fasikıyn;

Daha önce de Nuh kavmi. Muhakkak ki onlar inancı bozuk bir toplumdu! (A. Hulusi)

 

46 – Daha evvel de Nûh kavmini, çünkü hep onlar yoldan çıkmış fâsık birer kavim idiler. (Elmalı)

 

Ve kavme Nuhın min kabl daha önce de Nuh kavmi helâk olmuştu. innehüm kânu kavmen fasikıyn çünkü onlarda yoldan çıkmış bir topluluk idiler.

Lût kavmi pişmiş toprak ile, Nuh kavmi ve Firavun su ile Ad kavmi rüzgârla, yani hava ile Semud kavmi ateş ile helâk oldu. burada bu örnekler bu dört unsura dikkat çekiyor. Kadim hikmette maddi varlığın 4 aslı var. Ateş, toprak, su, hava. Adeta maddenin aslı size bir emanet olarak bırakılan maddeye ihanet ederseniz ihanetinizin cezasını aynı maddeyi bela olarak göndeririz, çekersiniz mesajı veriliyor gibi.

 

47-) VesSemae beneynaha Bi eydin ve inna lemusi’un;

Semâya (Evren’e ve de beyin kapasitesine) gelince, onu elimizle bina ettik ve muhakkak ki biz genişleticileriz (boyutsal oluşumlarla – varlıklarla – idrakını genişletmek suretiyle, beyindeki kullanılır alanın genişlemesiyle)! (A. Hulusi)

47 – Bir de Semaya bakın biz onu kuvvetle bina ettik ve şüphe yok ki biz çok vüs’a malikiz. (Elmalı)

 

VesSemae beneynaha Bi eydin ve inna lemusi’un bütün bir göğü kendi, güç ve kudretimizle biz inşa ettik ve onu sürekli genişleten de biziz. Sema uzay burada, bu ayette. Bi eydin diyor el anlamına gelen yed in çoğulu olduğu gibi, te’yid’in türevi de olabilir. O zaman gücümüzle anlamına gelir.

Modern kozmolojinin genişleyen evren modeli burada lemusi’un, onu sürekli genişletmekteyiz şeklinde gelen ibareyle de destekleniyor olabilir ki İbn. Zey, Razi, İbn. Kesir gibi Kadiym otoritelerde bunu böyle anlamışlar. Yani bu yeni bir anlayış veya modern bilimin bir keşfine dayalı bir yorum değil. Bunu eski otoritelerimiz de böyle anlamışlar. Bu genişlemenin bir yerde duracağı ve geri döneceği de enbiya/104. ayetinden anlatılmış.

 

48-) Vel Arda feraşnaha fenı’mel mahidun;

Arzı da (enerji hatları – sinir sistemiyle) döşedik… Ne güzel döşeyenleriz! (A. Hulusi)

48 – Arzı da döşedik, bakınız biz ne güzel döşeriz. (Elmalı)

 

Vel Arda feraşnaha fenı’mel mahidun yine de biz göğü genişlettiğimiz gibi, yeri de yayıp döşedik. Ama sıradan döşemedik, ne muhteşem döşedik. Şimdi ve gelecekte daha güzel dünyalar inşa etmeye bir ima var gibi burada.

 

49-) Ve min külli şey’in halakna zevceyni leallekum tezekkerun;

Her şeyi iki eşten (pozitif – negatif güç; gen sarmalını oluşturan çiftten) yarattık. Belki hatırlayıp düşünürsünüz diye. (A. Hulusi)

49 – Hem her şeyden iki çift yarattık ki düşünesiniz. (Elmalı)

 

Ve min külli şey’in halakna zevceyni leallekum tezekkerun her şeyi çift, zıt kutuplu yarattık ki düşünebilesiniz. İlginç, üzerinde çok düşünülmesi gereken bir ayet değerli dostlar. Zevceyn; 3 şeye delalet eder. 1- Zıtlara. 2- Çiftlere, eşlere. 3- çeşitliliğe. Zımnen Allah dışında ki her şey anlamına gelir bu. leyse kemisliHİ şey. (Şûra/11) O bildiğiniz bir şeye benzemez, her hangi bir şey gibi değil. Dolayısıyla düşünme faaliyeti ancak zıtlarla mümkün. Zıtlar olmasaydı düşünemezdik. İnsan tasavvuruna daha baştan yerleştirilmiş zıtlar. Eşyanın mahiyetini idrak edilmemiz bu yüzdendir. Allah’ın mahiyetini idrak edemememiz zıddı olmadığı için, eşi olmadığı için, benzeri olmadığı içindir. Bu da böyle biline.

 

50-) Fefirrû ilAllâh* inniy leküm minhu neziyrun mubiyn;

“(Bedensellik dünyanızdan) Allâh’a firar edin! Ben kesinlikle, O’ndan size apaçık bir uyarıcıyım!” (A. Hulusi)

50 – O halde hemen Allaha kaçın, haberiniz olsun ki ben size ondan bir açık nezîrim. (Elmalı)

 

Fefirrû ilAllâh o halde Allah’a kaçınız. Ey insan Allah’tan kaçamazsın, bari Allah’a kaç. Şüphe yok ki ben onun katından size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım inniy leküm minhu neziyrun mubiyn.

 

51-) Ve lâ tec’alu meAllâhi ilâhen âhar* inniy leküm minhu neziyrun mubiyn;

“Allâh yanı sıra tanrı oluşturmayın! Ben kesinlikle, O’ndan size apaçık bir uyarıcıyım!” (A. Hulusi)

51 – Ve Allah’la beraber başka bir Tanrı uydurmayın, haberiniz olsun ki ben size ondan bir açık nezîrim. (Elmalı)

 

 Ve lâ tec’alu meAllâhi ilâhen âhar Allah’la beraber başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayın. inniy leküm minhu neziyrun mubiyn bir daha geldi aynı ibare; Elbet ben size onun katından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Yani ben sizin jandarmanız değilim, ben sizi O’ndan gelecek bir belâdan da koruyamam. Ben sadece size O’nun mesajını ulaştırırım.

 

52-) Kezâlike ma etelleziyne min kablihim min Rasûlin illâ kalu sahırun ev mecnun;

İşte (gerçek durum) böyle! Onlardan öncekilere de (Allâh’a, hakikatlerine çağıran) herhangi bir Rasûl geldiğinde, mutlaka: “Bu büyücü veya mecnun” dediler. (A. Hulusi)

52 – Böyle, bunlardan evvelkiler bir Resul gelince behemehal ya sahir dediler ya mecnun. (Elmalı)

 

Kezâlike ma etelleziyne min kablihim min Rasûlin illâ kalu sahırun ev mecnun İşte böyle, daha önce de gelmişti firavun anlatılırken, şimdi de benzer bir ibare geldi; Onlardan öncekiler kendilerine gelen her peygambere mutlaka sihirbaz ya da mecnun dediler. Mecnun’un da bir anlamı cinlerin tasallutuna uğramış, sihirbaz dediler, mucizeleri anlamazlıktan geldiler. Mecnun dediler peygamberin tek başına toplumu dönüştürme arzusunu anlamazlıktan geldiler. Yani bu kadar kararlılık, ancak peygamberliğini itiraf edemeyince ancak deli olmalı dediler. Zaten peygamberliğini itiraf etselerdi kurtulacaklardı. Yoksa menfaatini bilen bir adam koca bir toplumun inancını karşısına alıp tek başına dağlara karşı yürür mü? Onun için deli dediler, anlamadılar.

 

 

53-) Etevasav Bih* belhüm kavmun tağun;

Bunu (genetik olarak) birbirlerine tavsiye mi ettiler! Hayır, onlar taşkınlık içinde olan bir toplumdur! (A. Hulusi)

53 – Hep buna vasiyetleştiler mi? Hayır hep onlar azgın kavımlar. (Elmalı)

 

Etevasav Bih* belhüm kavmun tağun yoksa onlar bunu birbirlerine miras mı bıraktılar. Ama hayır, belli ki onlar azgın bir kavimdiler. Beklide birbirlerini hiç görmediler bile. Nasıl birbirlerine miras bırakacaklar ki. Fakat ne oldu? Haberdar bile değildiler. Fakat aynı tasavvur ve aynı bakış açısı onları aynı sonuca götürdü. Yani aynı yerden baktılar aynı gördüler. Aynı sonuca ulaştılar. Kalpleri birbirine benzedi diyordu ya Kur’an. teşâbehet kulûbühüm. (Bakara/118) kalpleri birbirine benzedi. Aynı düşününce farklı zamanlarda birbirlerinden hiç haberleri olmasa da aynı sonuca ulaştılar. Tabii ki aynı yaşayanlar aynı helak sürecine tabi olurlar. Ahirette de aynı yerde buluşurlar.

 

54-) Fetevelle anhüm fema ente Bi melum;

Onlardan yüz çevir! Sen (bu yüzden) kınanacak değilsin. (A. Hulusi)

54 – Onun için onlardan yüz çevir, artık sen levm olunacak değilsin. (Elmalı)

 

Fetevelle anhüm fema ente Bi melum artık onlardan yüz çevir. Böyle yaptığın takdirde kınanacak değilsin. Yani seni ayıplamayız. Onlardan yüz çeviri ben şöyle anlıyorum değerli dostlar. Gündemini düşmanın oluşturmasın. Kendi gündemini izle, gündemini onlar belirlemesin, işine bak, antitez olma, tezini sürdür. Ben böyle anlıyorum ve hepimize bu emir aynı zamanda.

 

55-) Ve zekkir feinnez zikra tenfe’ul mu’miniyn;

Hatırlat! Muhakkak ki hatırlatma iman edenlere fayda verir! (A. Hulusi)

55 – Onunla beraber vaaz-u nasihate devam et, çünkü vaaz, mü’minlere fayda verir. (Elmalı)

 

Ve zekkir feinnez zikra tenfe’ul mu’miniyn ve uyarmayı sürdür, uyarmaya devam et. En azından bu uyarının mü’minlere yararı vardır. Yani kafirlere yararı olmazsa uyarman, mü’minlere yararlı olur. Onun için Yahu bunlar küfrü inadi de bunlara hiçbir faydası olmayacak diyerek uyarıdan vazgeçme. Ey muhatap bildiğin doğruları ısrarla söyle. Çünkü hidayetin kime geleceği belli olmaz. Çünkü kimin yürek kapısının ne zaman açılacağını kimse bilmez. Hiç ummadığın yürek kapısı, ummadığın bir zamanda açılabilir. 40 kez söylersin olmaz da 41. kez söylediğinde kapılar ardına kadar açılıverir. Hem sonra senin görevin hakikati paylaşmak ve duyurmaktır. İnsanların yüreklerini evirip çevirmek senin işin değil, Allah’ın işidir.

İnneke lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa. (Kasas/56) sen sevdiğini hidayete ulaştıramazsın, fakat Allah dilerse dilediğini hidayete ulaştırır. Yani Tabii ki Allah aklını kullananları, iradesini kullananları, doğru kullananları hidayete ulaştırır. Onun için sen görevini yap, mutlaka birilerine fayda edecektir. Kafirlere etmezse mü’minlerin imanını artıracaktır.

 

56-) Ve ma halaktül cinne vel inse illâ liya’budun;

Ben cinni ve insi yalnızca (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle) kulluk etmeleri için yarattım! (A. Hulusi)

 

56 – Ve ben, Cinn-ü İnsi ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Elmalı)

 

Ve ma halaktül cinne vel inse illâ liya’budun ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye (iradeli bir varlık) olarak yarattım.  Bu ayet değerli dostlar insanın yaratılış amacını ele veren ayetlerden biri. Zımnen açılımı şöyle; Ben görünür görünmez, uzak yakın. İns ve cin bu anlama gelir. İns ve cinin tüm çağrışımları bu iki çifte toparlayabiliriz. Görünür görünmez, uzak yakın tüm bilinçli varlıkları. Neden ins ve cin gelmiş? Çünkü bu ikisi de bilinçli, bilinç ortak paydasında toplanıyor. Burada aslında söylenen tüm bilinçli varlıkları ben niçin yarattım biliyor musun ey insanoğlu? Niçin yarattım? Sırf kendi iradeleri ile bana kulluk yükümlülüğünü duysunlar diye iradeli bir biçimde yarattım.

Evet, Zemehşeri’den yola çıkarak böyle bir açılım yaptım. Her varlık O’na kul, öyle değil mi? Yer ve gökler de O’nun kulu. Yerleri ve gökleri yarattıktan sonra yerlere ve göklere yönelerek diyor ki: İster istemeyerek, ister isteyerek gelin. Onlar da; kaleta eteyna tai’ıyn. (Fussilet/11) biz isteyerek geldik dediler. Bu tabii ki mecaz olabileceği gibi iradesiz varlıkların hâl dili ile söylemeleri şeklinde bir dramatizasyon da olabilir. Ama onların ki ityan ile ifade ediliyor, taat ile ifade ediliyor. Fakat insanın Allah’a kulluğu ubudiyetle ifade ediliyor, ityan ile değil, tatla değil, ubudiyetle. Neden? Çünkü ubudiyet bilinç ister. Kulluk bilinç ister. Bilinçsiz kulluk olmaz onun içindir ki bilinçli varlıklar ubudiyetle mükelleftir. Bilincin insana verilmesinin hikmeti ubudiyettir, kulluktur.

             Burada söylenen şudur; İnsan mutlaka kul olacağı bir kapı arar. Çünkü her varlığın tabiatına Allah kendi görevini yüklemiştir. Yaratırken bir varlığın tabiatına görevini yüklemiştir. İnsanı da yaratırken tabiatına bir görev yüklemiştir, bu göre kulluktur. Bu görevden dolayı insan kul olur. Ama Allah’a kul olmak zorunda değil. Çünkü iradeli varlıktır kul olacağı bir kapı arar. Kendi nefsine kul olur, eşyaya kul olur, paraya kul olur, makama kul olur, kul olacağı bir şey bulur. Putlara kul olur. Onun içindir ki Allah iradeyi verdikten sonra kendinden başkasına kul olmayı da yasaklamıştır. İnsanın tabiatına yüklediği o kulluk cibilliyetine dikkat çeken bir ayettir bu ayet.

             [Ek bilgi;”Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”. Anlamındaki ayeti; Hasan El Basri, Mücahid, İbn.Cüreye başta olmak üzere bir çok İslam bilgini bu ayette ki “İbadet” kavramına; “Marifet” anlamını vermişlerdir. Buna göre ayetin anlamı; “Ben cinleri ve İnsanları ancak beni tanısınlar/bilsinler diye yarattım şeklinde olur. Bu yoruma; Ankebut/61-63 , Lokman/25 , Zümer/38 , Yûnus/31 , Zuhruf/9-87. ayetleri delil gösterilmiştir. (Doç. dr. İsmail karagöz. (Esma-i Hüsna önsöz)]

 

57-) Ma uriydü minhüm min rizkın ve ma uriydü en yut’ımun;

Ben onlardan yaşam gıdası istemiyorum; Beni beslemelerini de istemiyorum. (A. Hulusi)

57 – Ben onlardan bir rızk istemiyorum, bana yemek yedirmelerini de istemiyorum. (Elmalı)

 

Ma uriydü minhüm min rizkın ve ma uriydü en yut’ımun onlardan ne bir rızık bekliyorum, ne de beni beslemelerini, doyurmalarını bekliyorum.

58-) İnnAllâhe HUverRezzâku ZulKuvvetil Metiyn;

Muhakkak ki Allâh; “HÛ” Rezzâk’tır, Zül Kuvvet’il Metiyn’dir. (A. Hulusi)

58 – Şüphe yok ki Allah, Rezzak, kuvvet sahibi metîn o.(Elmalı)

 

İnnAllâhe HUverRezzâku ZulKuvvetil Metiyn çünkü Allah, evet bütün rızıkları veren sınırsız güç ve kudret sahibi O dur, Allah’tır.

Burada söylenmek istenen ne? Açık. Kulluktan çıkarı olan kim sorusunu sor ey insan. Allah’a kul olmaktan kimin çıkarı var? Allah’ın çıkarı var mı? Ya eyyühen Nas de ki ey insanlık entümül fukarâu ilAllâh Evet, siz Allah’a muhtaçsınız vAllâhu “HU”vel Ğaniyyül Hamiyd. (Fatır/15) Allah ise hiç kimseye muhtaç değildir, kendi kendine yetendir. Yani sırf Allah’a kulluk etmek emrinden çıkarı olan Allah değil, kuldur. Bundan çıkarı olan tek taraf kul tarafıdır.

 

59-) Feinne lilleziyne zalemu zenuben misle zenubi ashâbihim fela yesta’cilun;

Muhakkak ki zâlim olanlar, (kendilerinden önceki geçmiş) arkadaşlarının payları benzeri (azaptan) paylarını alacaklardır! Acele etmesinler. (A. Hulusi)

59 – Onun için muhakkak ki o zulüm edenlere arkadaşlarının payı gibi dolgun bir pay vardır, şimdi onu acele etmesinler. (Elmalı)

 

Feinne lilleziyne zalemu zenuben misle zenubi ashâbihim bakın elbette kendilerine kıyanların payına düşen, seleflerinin payına düşenin aynısıdır. fela yesta’cilun şu halde bu payı almak için acele etmelerine hiç gerek yok.

Zenub; sakaların su dağıttığı büyük su kabı. Burada bu kabı kevserle de, zehirle de doldurmak insanın iradesine kalmıştır. Birisi hayat verir, diğeri öldürür. Ey insan ne ile doldurmak istiyorsan onunla doldur. Fakat neyle doldurursan sonucuna katlanacaksın.

 

60-) Feveylun lilleziyne keferu min yevmihimülleziy yû’adun;

Kendilerine vaad olunan (uyarıldıkları) o süreçlerinin azabından dolayı yazıklar olsun o Hakikati inkâr edenlere!(A. Hulusi)

60 – Artık o vaad olundukları günlerinden vay o küfredenlere! (Elmalı)

 

Feveylun lilleziyne keferu min yevmihimülleziy yû’adun imdi sözün özü kendilerinin tehdit edildiği günden dolayı inkarda ısrar edenlerin vay haline.

Rabbim İnkarda ısrar edenlerden etmesin imanda sebat edenlerden etsin. Rabbim imanın tadına varıp, yaratılmanın temelinin sadece Allah’a kulluk olduğunun bilincini bize lütfetsin inşallah.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn” El Fatiha.

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
2 Yorum

Yazan: 13 Eylül 2013 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

2 responses to “Tefsir Dersleri ZARİYAT SURESİ (01-60) (165)

  1. Hakkan

    03 Şubat 2017 at 23:02

    Giriş kısmına dikkat edin o hz musa nin firavuna karsi Allahtan istediği arz ettiğiydi şimdi ne kadar iyi niyetli de olsa sizin yazınızı okuyana karşı sanki sizde karşınızda firavun varmış gibi Allahtan istiyosunuz tamam yol kuranin gösterdiği yoldur .ama bu başlangıç duası sıkıntı sıkıntı olur tabi sizin için selamlar

     
    • ekabirweb

      04 Şubat 2017 at 00:21

      Merhaba Tam olarak neyi kastettiğinizi anlayamadım. Sureye giriş duasını kastediyorsanız sizin de dediğiniz gibi Kur’an ın gösterdiği yol üzeredir. Her mü’min, her an tetikte olması gerektiğini, karşısına çıkacak muhatabının istek ve emirleri Allah’ın emirlerine karşı durum halinde ise o mü’min firavunla, şeytanla karşılaşmış demektir. Böyle bir durumda Allah’tan başka kime sığınacaksınız ki. Bunun neresi sıkıntı olur anlayamadım. Esen kalın Allah’a emanet olun.

       

Yorum bırakın