RSS

Tefsir Dersleri HADİYD SURESİ (01-24)(171)

25 Eki

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Rabbim Kur’an ı bize aç, bizi Kur’an a aç. Kur’an ın abı hayatını susuz gönüllere ellerimizle saç. Çünkü insanlık bu suya muhtaç ya rabbi. Amin.

Değerli Kur’an dostları bugün stüdyo da çekilen tefsir derslerimizin tam 171. sini çekiyoruz. Bu 8.5 yılı doldurup 9. yılına girmiş olan, 8.5 yılı dolduran uzun bir maraton. Gerçekten yorucu ve yer yerde insanın bazen enerjisini tüketici bir faaliyet, bir çaba, bir çalışma. Ama rabbimize hamd ediyoruz, şükrediyoruz ki bizi Kur’an a kurban etti. Hayatımızı Kur’an a adamayı lutfetti. İşte bu çerçeve de 171. derse kadar getirdiği için ona sonsuz hamd ederek ben bugünkü tefsirime başlamak istiyorum.

Bugünkü dersimizin konusu Hadiyd suresi. Hadiyd suresi 57. sure tedvinde. Adını 25. ayetinden alıyor, ki 25. ayet aynı zamanda bu surenin taç ayeti. Özellikle kitap, mizan ve Hadiyd. Vahiy, adalet ve güç. İlim, hikmet ve hüküm üçlüsünü yan yana dizen bu ayetin sureye adını vermiş olması gayet anlamlı. Bu adı daha sahabe zamanında almış olmalı ki bazı kaynaklar da  sahabeden gelen rivayetler için de sure Hadiyd olarak anılıyor.

[Ek bilgi; Hadiyd; demir demektir. 25. ayetinde demirin yararlarına işaret edildiği için Hadiyd adını alan bu surede…. (Prof Dr. Süleyman Ateş-Yüce Kur’an ın çağdaş tefsiri)]

Surenin iniş zamanı hiç tereddüt yok, muhtevasına baktığımızda ki bence surelerin iniş zamanını tespitte rivayetlerden önce muhtevaya bakmalı, muhteva en güvenilir tespit ölçüsü olmalı. Bu çerçeve de düşündüğümüzde, gördüğümüzde sure Medeni bir sure. Aksine bazı rivayetler bulunsa da. Kendisi gibi Sebbeha ile başlayan, Haşr ve Saff sureleri yine; Yüsebbihu, sebbeha nın muzari formu olan, Yusebbişhu ile başlayan Cumu’a ve Teğabün sureleri de Medeni. Yani aslında sebbeha ve Yusebbihu ile başlayan surelerin tamamının Medeni olduğunu görüyoruz.

10. ayetinde ki Fetih; Aslında yüreklerin İslam’a ısındırılmaya  başlandığı, yüreklerin İslam’a açıldığı, düşünelim Fetih suresi Hudeybiye Antlaşmasının arkasından inmişti. Kur’an fetih derken yüreklerin fethini, yüreklerin İslam’a açılmasını ima eder, ihsas eder, kasteder hatta. İşte bu çerçeve de bu surenin 10. ayeti de surenin iniş zamanına ilişkin bize bir bilgi veriyor. Fetihten söz ediyor, demek ki sure 6. yılda, ya da yaklaşık 5. veya 7. yıllar arasında inmiş olmalı hicretten sonraki 6. yıl civarında inmiş olmalı. Muhtemelen bu surenin iniş zamanı Hicretten sonrasının ortalarına tekabül etmiş oluyor böylece.

Surenin konusuna gelince, eğer bu sureye kendi adının dışında konusuna bakarak bir isim bulmak durumunda olsaydık bu isim infak suresi olurdu. Gerçekten de Hadiyd suresi bir infak suresidir. Mülkiyet tasavvurunu inşa ederek girer söze onun için. Muhatabının zihninde bir mülkiyet tasavvuru inşa eder. Mülkiyet nedir, mülk kime aittir, varlık kimindir, benim dediğimiz şeyler gerçekten benim mi, bizim dediğimiz şeyler gerçekten bizim mi. Bizim değilse kimin, bize nispeti ne kadardır sahicimidir, mecazi midir, yoksa gerçekte varlığın maliki Allah mıdır. İşte bu suallerin cevabını verir surenin girişi.

Nifak, infak karşıtlığını buluruz bu surede. Gerçekten de infakın, karşılıksız yardım yapmanın, paylaşmanın, Allah’ın bize sınama maksadıyla verdiği serveti, ona muhtaç olanlarla paylaşmanın nifakın karşıtı olduğunu, nifak hastalığını yenmenin ilacının infak olduğunu bu sure de görürüz. Açık ve net bir biçimde. Ki infakla ilgili bir pasajın tam göbeğine, yani 13. ayete neden nifakın ve münafıkların yerleştirildiğini de buradan yola çıkarak anlayabiliriz.

İnfaktan kaçışla ilgili ayetler içerir müteakiben sure. Ki Yahudileşme alameti adını verdiğim bir tavır bu. Dünyevileşmenin en tipik tarihsel örneği Yahudileşmedir, İsrail oğullarının Yahudileşmesi. İşte bu çerçeve de bize onları ibreti alem olarak sunar sure ve surenin başta da söylediğim gibi taç ayeti 25. ayetidir. Ki kitap, mizan ve Hadiyd. Yani vahiy, adalet, adil yargılayabilecek bir muhakeme, dengeli bir muhakeme. İnsanda baktığına doğru bir ölçüyle, doğru bir kiloyla, doğru bir metreyle bakacak, tartacak, alacak, satacak bir doğru muhakeme, mizan. Bu aslında ve demir.

Aslında surede mizanın söz edilmesiyle, Hıristiyanlar la ilgili ayetler arasında ruhbanlıktan söz edilmesi ince bir imadır. Arasında bir bakışımlılık var. Nedir bu? Ruhbanlık mizanı olmayan bir dindarlık. Kantarın topuzu kaçmış bir dindarlık. İşte böyle bir göndermesi de var surenin sonunda yer alan ruhbanlıkla ilgili ayetlerin. Onun için taç ayeti olan 25. ayeti kitaptan, mizandan ve Hadiyd den yani demirden söz eder. Bu ilim, hikmet, hüküm, ya da tevhid, adalet ve cihada tekabül eder. Ki İslam’ın 3 esasıdır bunlar. İnsandan Allah’a ulaşan ilginin merkezinde tevhid, insandan insana ulaşan ilişkinin merkezinde adalet ve bu ikisinin yer yüzünde hakimiyetini sağlayan da cihattır. İşte kitap mizan ve Hadiyd üçlemesi bunu ifade eder. Bu kısa özet girişten sonra şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.

 

BismillahirRahmanirRahıym

 

1-) Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd* ve “HU”vel’AziyzülHakiym;

Semâlarda ve arzda olan her şey Allâh’ı (işlevleriyle) tespih etmektedir! “HÛ” Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A. Hulusi)

01 – Tesbih etmekte Allah ı Göklerde ve yerdeki, o öyle azîz, öyle hakîmdir. (Elmalı)

 

Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd* ve “HU”vel’AziyzülHakiym göklerde ve yerde her ne varsa hepsi Allah’ın yüceliğini dillendirmektedir. Bu ibarenin, bu ayetin bir başka çevirisi de şöyle yapılabilir; Göklerde ve yerde ne varsa, yani bu varlık alemi içinde, bütün bir varlık siferi içinde, bu alemde ne varsa her biri, her şey Allah adına hareket eder. Çünkü Sebbeha, sebeha kökünden türetilmiş, hareket etti, merkezinden hedefine doğru yol aldı, bağından sıyrıldı, tutulduğu yerden bırakıldı anlamlarına gelir. Zaten kelimenin kendisini ters çevirdiğimizde manayı da ters çevirebiliriz. Sebeha yı ters çevirdiğimizde habese çıkar. Yani kelimenin şeklini ters çevirelim, manayı da ters çevirmemiz lazım. Sebeha hareket ettirdi, Abese, hareketsiz bıraktı, hapsetti, tuttu, mahkum etti manasına gelir. Onun için hareket etti manasından yola çıkarak Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd ifadesini göklerde ve yerde her ne varsa hepsi Allah adına hareket eder diye anlayabiliriz, çevirebiliriz.

Aslında bu insanoğluna bir uyarı. Ey insan akılsız, yani şuur dışı varlıklar Allah adına hareket ederler. Şu cansız gibi gördüğün tüm varlıklar da Allah adına hareket eder. Onların içine yerleştirilmiş atomlar bile Allah adına hareket eder. yani her şey kendi Kâbe’sini dönmekte, kendi Kâbe sini tavaf etmektedir. Bir tek sen, sen akıllı varlık, sen iradeli varlık, sen şuurlu varlık, sen Allah akıl verdi, imtihan etmek için akıl verdi diye Allah’a sırtını dönebiliyorsun. Allah adına hareket etmeyebiliyorsun, yani isyan edebiliyorsun. Gel ey insan şu varlık korosuna sende katıl. Şu varlığın ilahisine sem de gir. Bu koroda çatlak ses çıkarma. Sen de varlık korosuna katılırsan varlık gibi Allah adına hareket edersin. Sen de varlık korosuna katıl ki şu varlık içinde çatlak ses çıkaran biri konumuna düşme. Aslında zımnen insana söylenen bu.

ve in min şey’in illâ yüsebbihu Bi hamdiHİ ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm. (İsra/44) ayetini hatırlayalım: Şu alem içinde her şey, ama her şey onu hamd ile tespih etmektedir. O’nun adına hareket etmektedir. O’nun kendisini koyduğu vazifeyi yapmaktadır. O’nun kendisini koyduğu yerde durmaktadır. Fakat ey insanoğlu bunu sen anlamamaktasın. Onların tespihini anlamamaktasın. Bu tespihi biz duyulacak bir şey gibi anlamamamız için zaten işitmemektesin denmiyor ayette. Anlamamaktasın. ve lâkin lâ tefkahune tesbiyhahüm bu işitilecek bir ses değil, bir görev, bir vazife, bir eylem tipidir. Onun için tespih Allah adına hareket etmek diye çevrilirse daha doğru çeviri olur.

Aynı zaman da tespih soyutlamayı da içerir. Çünkü; kaynağından uzaklaştı,i çıktığı yerden uzaklaşarak yol aldı anlamına da gelir. Bu anlam çerçevesinde Aklın yüceltmesi, tespih yüceltme anlamına gelir. Aklın yüceltmesi nasıl olur? Soyutlayarak olur. Zaten soyutlayamayan akıl şirke düşer. Tarihin en büyük sapması olan şirk, aslında aklın soyutlama yeteneğini kazanamamasıdır. Soyutlayamayınca alemlerin rabbini somutlaştırmaya kalkar. Eşyaya hapsetmeye kalkar. Zihni O’na doğru yükseltemeyince onu kendi yaşadığı dünyaya indirir. Ona eşya içinde bir yer biçer. Ona zaman ve mekan içinde yer biçer.Ona boyut biçer. Dolayısıyla putçulukların, putların tamamı böyle ortaya çıkar. Soyutlayamayan zihin tanrıyı nesneleştirmeye kalkar. İşte bu tespih aynı zamanda soyutlama anlamını da içerir. Eğer soyutlayamazsa şirk kaçınılmaz olur, ki soyutlayamayan aslında uzak tanrı inancına sapar. Uzak tanrı inancı da şirki doğurur.

Tanrıya yaklaşmak, Allah’a yaklaşmak için ne gerekir? Aracılar gerekir bu sefer haydi aracılar bulalım demeye kalkar insanoğlu. Onun için Sebbeha Lillâhi ma fiysSemâvati velArd ayeti kerimesi insanın zihninin Allah’a yücelmesi, zihnin soyutlaması, aynı zamanda Allah’ın insan zihnine nüzul etmesi anlamına da gelir.

[Ek bilgi 1; “Bir rivayette; müezzinin sesinin ulaştığı her yerde ki kuru-yaş, (canlı-cansız) eşyanın, onun lehinde tanıklık edeceği bildirilmiştir.

Ayet ve hadisler bu tarz bilgilerle doludur Biz ise böyle rivayetlere inanmakla birlikte bu inanca keşfi de ekledik. Bu meyanda gözümüzle görerek ve kulaklarımızla duyarak tşların Allah’ı dille zikrettiğini duyduk. Taşlar Allah’ın yüceliğini bilen kimselerin konuşması olarak her insanın algılayamayacağı şekilde bize hitap etmiştir.

O halde Allah’ın yaratıklarından her cins belirli bir ümmettir. Allah onları kendilerine özgü bir ibadete göre yaratmış nefislerinde bu ibadeti onlara bildirmiştir. (İbn. Arabi F.Mekkiye/1-426)]

[Ek bilgi 2; İNSAN HAKKINDA ANTİÇEKİM YASASI

Şayet beyinde, 120. günde “antiçekim” dalgaları üretim devresi açılmış ise, bu kişinin ruhu dediğimiz taşıyıcı dalgalar, “antiçekim” dalgaları ile yüklenmiş olarak beden örgüsünü oluşturur. Yok, eğer “antiçekim” dalgaları devresi açılmaz ise, bu defa “ruh” dediğimiz “taşıyıcı dalgalar” sadece kendi başlarına meydana gelirler.

Antiçekim” dalgalarının özelliği; yüklenmiş olduğu dalga bedeni, yüklenmiş olduğu ruhu, Dünya’nın ve Güneş’in çekim alanından bağımsız hâle kavuşturmaktır.

Aynı zamanda “antiçekim” dalgalarının ikinci bir özelliği de, ruha “pozitif enerji” sağlayan dalgaları yüklenmektir. Yani, üçüncü tür dalgalar, bu ikinci tür dalgalara yüklenmektedir. Şayet beyin, ikinci tür dalgaları üretmiyorsa, bu takdirde, üçüncü tür dalgalar yüklenecek mahal bulamayacakları için, üreten birime hiçbir fayda sağlamayacaktır ölüm ötesi yaşantısında!..

Antiçekim” dalgalarının üretilmesi konusunda insanın kesinlikle hiçbir dahli yoktur!….

Bahsettiğimiz “antiçekim” dalgalarını üreten beyinler “SAÎD” kelimesiyle, yani “saadete ermiş” anlamında anlatılmaktadır!.. Buna karşılık “antiçekim” dalgalarından mahrum olarak meydana gelen insan ruhlarına ise “ŞAKΔ denilmektedir!.. Yani, şekavet hâlinde olan! (A. Hulusi- İNSAN RUHU ÜZERİNE AÇIKLAMALAR)]

ve “HU”vel’AziyzülHakiym Zira O’dur mutlak üstün ve güçlü olan, hikmetle edip eyleyen, her işinde hikmetli olan. Ayetin bu isimlerle bitmiş olması tesadüf değil hiç şüphesiz. El Aziyz ve El Hakiym tespih ile ilgilidir. Yani Allah’ın izzetini yüceliğini anlamak için insanın tespih modunda olması lazım. Onun için zihnin yücelmesi lazım, zihnin mirac etmesi lazım ki Allah’ın yüceliğini kavrayabilsin. En azından El aczü an derkil idraki, idrakün… Onu idrak etmek, O’nu idrakten aciz olduğunu idrak etmektir. En azından bunu bilsin. İşte bunu bildiğinde El Aziyz olduğunu bilir, yüceler yücesi, mutlak yüce. Ve El Hakiym olduğunu da bilir.

Neden Allah kendisini yüceler yücesi kılmış, neden insan idraki Allah’ı anlamaktan, kavramaktan daha doğrusu acizdir? O’nu tümüyle kavramaktan, özellikle zatıyla kavramaktan acizdir diye sorarsa insan El Hakiym ismi ile karşılaşır. Hikmeti vardır. Çünkü insan aklı yaratılmıştır, yaratılmış olan mutlak olanı tam kavrayamaz. Mukayyet olan mutlak olanı kavrayamaz, kapsayamaz, kuşatamaz. Akıl önce sınırlandırır, sonra anlar, göz gibidir. Göz de önce sınırlandırır sonra görür. Sınırsız olanı göremez, sınırsız olanı kavrayamaz, sınırsız olanı duyamaz. Onun için İnsanın Allah’ı bilmesi şu manaya gelir; Kendi küçüklüğünü, O’nun büyüklüğünü. Kendi sınırlılığını, O’nun sınırsızlığını. Kendi mukayyetliğini, O’nun mutlaklığını bilmek. Zaten büyüğü, sonsuzca büyüğü insan zihni kavrayamaz. İnsan zihninin kavraması kendi küçüklüğünü kavradığında O’nun büyüklüğü kavranır.

 

2-) LeHU mülküsSemâvati vel’Ard* yuhyiy ve yumiyt* ve HUve ‘alâ külli şey’in Kadiyr;

O’na aittir semâların ve arzın mülkü… Diriltir ve öldürür! O, her şeye Kaadir’dir. (A. Hulusi)

02 – Göklerin ve yerin mülkü onun, hem diriltir hem öldürür, hem o her şey’e kadîrdir. (Elmalı)

 

LeHU mülküsSemâvati vel’Ard O’na aittir, göklerin ve yerin mülkü yuhyiy ve yumiyt* ve HUve ‘alâ külli şey’in Kadiyr O yaşatır ve o öldürür. Her şeye güç yetiren de Kadiyr olan da O’dur.

Vahyin mülkiyet tasavvurunu inşası burada gözüküyor. Muhatabında bir mülkiyet tasavvuru inşa eder. Varlık, servet emanettir. Benim dediğimiz şeyler aslında bizim değil, bize verilmiş bir emanettir. İnsan da dahil tüm varlık Allah’ın mülküdür. Yani insan da Allah’ın mülküdür. Bize verilenler de O’nun mülküdür. Dolayısıyla Allah bize verdiği servetin mülkünü, mülküne vermiştir. Allah’ın insana servet vermesi mülkünü, mülküne vermesidir. Gerçek malikin verince elinden çıkmaz. Ama sahte malikin verince elinden çıkar. Biz bir şeyi verdiğimizde o artık bizim değildir, verdiğimizindir. Fakat Allah bir şeyi verdiğinde onun elinden çıkmaz, çünkü verdiği de onun mülküdür. Bu bir cebinden öbür cebine, bir elinden diğer eline koymuş gibidir, koymak gibidir. Allah insana verdiği serveti mülkünü mülküne vermektir aslında. Böyle algılamak lazım.

 

3-) “HU”vel’Evvelu vel’Âhıru vezZâhiru velBâtın* ve HUve Bi kulli şey’in ‘Aliym;

“HÛ”dur, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın (“HÛ”dan gayrı olarak hiçbir şey yoktur)! O Bi-küllî şey’in (Esmâ’sıyla her şey’i yaratmış olan olarak) Aliym’dir (Bilen’dir şeylerin tamamını)! (A. Hulusi)

03 – Odur, evvel-ü âhir ve zâhir-ü bâtın, hem o her şey’e alîmdir. (Elmalı)

 

“HU”vel’Evvelu vel’Âhıru vezZâhiru velBâtın O öncesiz öndür, El Evvel. Sonrasız sondur. Mutlak öndür, mutlak sondur. Mutlak ilktir, mutlak sondur. Vel Ahir.

Mutlak ilki kavrayabilir miyiz? Kavrayamayız. Çünkü dedim ya insan zamanla merbuttur ve insan zihni zamanla mukayyet olarak düşünür. Zamansız düşünemez. Onun için Allah’ın ilahi takdirini kavrayamıyoruz. Zamansız düşünemiyoruz. Mutlaka ne zaman oldu diye düşünüyoruz. Önce mi, sonramı, şundan evvel mi, şundan sonramı. İnsan zihni böyle kavrar. İnsan zihni zamanla mukayyettir. Ama Allah zamanla mukayyet değil, zamanın hâlıkıdır O. Zamanın mahkumu değil, zamanın hakimidir. Onun içinde öncesiz ilktir, sonrasız sondur. Biz bunun mahiyetini kavrayamayız. Çünkü zamansız düşünemeyiz.

VezZahiru, zahirdir. Yani her bir şeyin görünen illetidir, her bir varlığın. Zahir aslında bu Zahiri nasıl algılamak lazım sualine verilebilecek en güzel cevap; Allah’ın şu gördüğümüz varlık tecellisidir. Yani O’nu gösteren bir parmak hükmündedir. Tüm varlık Allah’a referans veren bir parmak hükmündedir. İnsan varlığın gösterdiğini görünce varlık hakkında ki bilgisi ilme dönüşür. Yoksa veridir, data dır, malumattır ama ilim değildir. İlim olması için varlığın alamet olduğunu bilmesi lazım. İlim de alamet mastarından türetilir. Nedir? İşaret, nedir? Gösterge. Varlık, alem bir göstergedir. Alem bir alamettir. Alemin gösterdiği görüldüğünde o şey hakkında ki bilgimiz ilm olur. İşlim zaten budur. O öyle zahirdir ki ariflerin dediği gibi; O’nun görünmemesi zuhurunun şiddetindendir. Zuhurunun şiddetinden gaiptir O.

[Ek bilgi; VARLIĞIN HAKİKATİ

İNSAN, gerçeği itibarıyla bir İSİMLER TERKİBİDİR!

Her insanda, Allâh ismiyle toplu olarak işaret edilen isimlerin tümü, yani bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok Allâh ismi bir terkip oluşturur… İşte bu terkibe, biz insan deriz!.. Allâh, bu Esmâ terkibine “insan” adını takmıştır.

İnsanın Rabbi, kendi varlığını meydana getiren bu “Allâh” isimlerinin işaret ettiği ilâhî güçtür!

Her insanın yapısının bir diğerinden farklı olması, her birinin terkibindeki “Allâh” isimlerinin farklı güçlerde olmasındandır. ( A. Hulusi- Dua ve zikir.)]

Aynı zamanda Batındır, yani bunu nasıl anlayacağız? Görülemeyen içkin hakikat. Varlığın görülen aşkın sebebi, varlığın görülemeyen içkin hakikati. Bu ikisi de çift kutupludur dikkat buyrulursa eğer. “HU”vel’Evvelu vel’Âhıru vel’Evvel, vel’Ahir. Öncesiz ilk, sonrasız son. Çift kutup. Bunların biri olmadan diğerini kavrayamayız. 2. çiftte vezZahiru, vel’Bâtılu zahir ve batın. Çift kutuplu kavramlarla beşer idrakine Allah nüzul ediyor adeta. Çünkü insan tek kutupla kavrayamıyor. Ancak böyle çift kutuplu kavramlarla kavrıyor. Aşkın hakikatleri kavramanın mümkin olan yolu budur insan için.

ve HUve Bi kulli şey’in ‘Aliym ve O her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilir.

 

4-) “HU”velleziy halekasSemâvati vel’Arda fiy sitteti eyyamin sümmesteva ‘alel’Arş* ya’lemu ma yelicu fiyl’Ardı ve ma yahrucu minha ve ma yenzilu minesSemâi ve ma ya’rucu fiyha* ve HUve me’akum eyne ma küntüm* vAllâhu Bima ta’melune Basıyr;

O, semâları ve arzı altı süreçte yaratan, sonra da arşa istiva edendir! Arza gireni ve ondan çıkanı; semâdan inzâl olanı ve onun içinde urûc edeni bilir… Nerede olursanız O sizinle (hakikatinizin Esmâ ül Hüsnâ’sıyla varolması sonucu) beraberdir! (Mâiyet sırrına işaret). Allâh yaptıklarınızı (yaratan olarak) Basıyr’dir. (A. Hulusi)

04 – O odur ki Gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arş üzerine istiva buyurdu, Yere gireni ve ondan çıkanı, Gökten ineni ve ona yükseleni hepsini bilir ve her nerede olsanız sizinle beraberdir, hem Allah her ne yaparsanız görür. (Elmalı)

 

“HU”velleziy halekasSemâvati vel’Arda fiy sitteti eyyamin sümmesteva ‘alel’Arş O gökleri ve yeri 6 günde yarattı. Bu 6 gün aslında 6 sürece tekabül eder. Bizim bildiğimiz gün ile alakası elbette yoktur. Aslında gün bir süreçliliği, bir süreç içinde yapmayı ifade eder. Onun için bizim bildiğimiz gün izafidir, görecedir. Yer yüzünün kendi etrafında bir tur atması bizim için bir gündür. Ama bir başka gezegene gittiğimizde onun günü farklıdır. Daha başkasına gittiğimizde onun günü farklıdır. Güneşin günü farklıdır, dünyanın günü farklıdır. Mars’ın günü farklıdır Ayın günü farklıdır. Dolayısıyla gün izafidir. Belki makro planda galaksimizin günü farklıdır. Galaksimizin bir günü bizim belki milyarlarca yılımız a bedeldir. Dolayısıyla günü, nispi, rölativ, görece olarak algılamak be burada ki ifadesinin sürece tekabül ettiğini bilmek lazım. 6. aşamada yarattı gökleri ve yeri. Bu aslında nedir? İlahi bir sünneti göstermektir.

..izâ erade şey’en en yekule lehu kün feyekûn. (Yasin/82) Bir şeyi olmasını istediği zaman ona “ol” der. Kün fekân değil, işte bu Kin feyekûn yani fiil muzari fiil olarak gelmiş. Bu da süreç içinde, sürece delalet eder. o da olma sürecine girer. O “ol” der o da oluş sürecine girer. Adeta bu ilahi sünneti, ilahi adeti, ilahi geleneği ifade ediyor ki Allah eşyaya böyle bir sünnet koymuştur. İsterse ol der ve o da hemen oluverirdi. Anında oluverirdi. Ama ol dedi o da oluş sürecine girdi. Bu sürece onun içine koyduğu yasalarla girdi. Allah yasalar koyar ve koyduğu yasanın elbette hakimidir, mahkumu değil. Fakat yasasına kendisi de ”saygı duyar” ve bizim de saygı göstermemizi ister. Nasıl ki kendisi için ilkeler koymuşsa. Rabbimiz kendisine de ilkeler koyar. ketebe alâ nefsiHİr rahme. (E’nam/12) Allah kendi zatı için rahmeti ilke olarak koymuştur, rahmeti yazmıştır diyor bu ayette. Bu önemli. Söylediklerimle birlikte düşünüldüğünde daha bir önem kazanıyor.

Allah tasavvurumuz inşa ediliyor burada. Hayata her an aktif ve aktüel olarak müdahil olan bir Allah inancı yerleştiriliyor. Yaratmakla kalmayıp yarattıklarını çekip çeviren, yöneten, düzene koyan onları terbiye eden, onları taşıdıkları potansiyele doğru ulaştıran, onları yücelten, onların içindeki potansiyeli birer birer gerçekleştirmeleri için gerekli olan şeyleri de yaratan bir Allah tasavvuru veriliyor burada.

sümmesteva ‘alel’Arş sonra arşa istiva etti. Yani bunları yaratıp, bunları yönetme makamına kuruldu. Yaratıp ta bırakmadı. Yaratıp ta bazılarının dediği gibi (haşa) emekli olmadı. Yarattı ve yarattığı üstündeki hükümranlığını da devam ettirdi. Onları çekip çevirdi. Onları yönetti. Allah tasavvurumuz inşa ediliyor.

ya’lemu ma yelicu fiyl’Ardı ve ma yahrucu minha ve ma yenzilu minesSemâi ve ma ya’rucu fiyha O hem toprağa giren ve orada çıkan her şeyi, hem de gökten inen ve orada yükselen her şeyi bilir.

İnsanın mülkiyet iddiası mecazidir, bu ibarenin bize fısıldadığı şey bu. Mutlak mülkiyet iddiası Allah’a aittir. Mutlak mülkiyet iddiasında eğer insan bulunursa Allah’tan rol çalmış olur. Çünkü sahip olduğunun mutlak maliki değildir ki. Seninse ölünce götür. Öldüğünde götüremediğin senin değildir. Aslında yaratanındır, yaratan sen değilsin, unutma sen de yaratılansın. Senin değilsin, sen O’nunsun. Onun için bu ifade, ayetin bu cümlesi insanın mutlak mülkiyet iddiasının Allah’tan rol çalmak demeye geldiğini ifade ediyor.

ve HUve me’akum eyne ma küntüm siz, nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Zımnen ne diyor bu ifade? Yakın Allah tasavvurunu inşa ediyor. Çünkü insanın tanrılık iddiası, insanın Allah’tan uzaklaşması, insanın Allah’tan rol çalmaya kalkması, insanın şirke sapması hep uzak Allah inancının bir sonucu. Eğer bana şah damarımdan daha yakın bir Allah inancım varsa ben O’na ulaşmak için, putlar, aracılar ittihaz etmem. Aracılara ihtiyaç duymam. Ona ulaşmak için torpil ihtiyacına da girişmem. Çünkü bana şah damarımdan yakındır. Bana şah damarımdan yakın olana ulaşmak için benim kendime dönmem yeterli, kendime gelmem yeterli. Kendimden uzaklaşmayayım yeter. Onun için Allah’ın yakın olması, insana sen de kendine gel, kendine gelirsen Allah’a gelmiş olursun anlamını verir.

İşte burada ve HUve me’akum eyne ma küntüm siz nerede olursanız olun O sizinle birliktedir, beraberdir ifadesi, yakın Allah tasavvurunu inşa eder.

[Ek bilgi; GÜZEL BİR YORUM.

 Soruyorsunuz adama, Allah ne derse doğru mu? Doğru. Kur’-an ne derse doğru mu? Doğru. Peki o zaman “Allah sana şunu dedi! Hadi bakalım!” denince de oradan fırlarlarmış. Yani tümden inandım dediği Kur’an’ın tek tek âyetleriyle karşı karşıya gelince yan çizerlermiş. Allah korusun, sanki bizim de zaman zaman bir kenara attığımız bir âyet bu….

Siz neredeyseniz Allah sizinle beraberdir. Siz neredeyseniz? Hangi ortamdaysanız, zamanın ve mekânın hangi bölümündeyseniz Allah sizin yanı başınızdadır, sizinle beraberdir. Gerçekten mi? Gerçekten öyle mi inanıyorsunuz? Yani her an, her zaman Allah’ın sizinle beraber olduğuna gerçekten inanıyor musunuz?

            Arabayla yolda giden kişiye arkanda trafikler var denince, tavrı nasıl hemen değişiyor değil mi? Veya dükkanında ticaretle meşgul olan birine, “maliyeciler burada!” denince nasıl değişiyor değil mi? Veya “şu anda radar kontrolü altındasınız!” filân denince adamın hareketlerini nasıl kontrol altına aldığını bilirsiniz.

Peki şu anda Allah yanında, yanı başında, seninle beraber denince de insan değişmeliydi değil mi? Besâiru’l Kuran- Ali Küçük)]

vAllâhu Bima ta’melune Basıyr  ve Allah yaptığınız her bir şeyi en ince ayrıntısına kadar görmektedir.

 

5-) LeHU MülküsSemâvati vel’Ard* ve ilAllâhi turce’ul umûr;

O’na aittir semâların ve arzın mülkü! İşler Allâh’a rücu ettirilir. (A. Hulusi)

05 – Bütün Göklerin ve Yerin mülkü onundur, ve bütün işler Allaha irca’ olunur. (Elmalı)

 

LeHU MülküsSemâvati vel’Ard göklerin ve yerin mülkü O’na aittir, O’na hastır, O’na mahsustur. “Lâm” aynı zamanda tahsis içindir. O’na mahsustur. Yani yine mülkiyet tasavvurumuz inşa olunuyor. Ey insanoğlu sana verilen servet, sana mahsus olsun diye verilmedi. Senin üzerinden ona ihtiyaç duyanlara da senden pay verildi. Bakalım verecek misin, vermeyecek misin. Servetle sınanıyorsun. Varlık ta sınanmaktır, yoklukta sınanmaktır. Yoklukla sınananlar bazen sınavı geçtikleri halde, varlıkla sınanmaya başladıklarında sınavda kalırlar. Aslında servetin bir imtihan aracı olduğunu beyan eden ve mülkiyet tasavvuru inşa eden bir ayet bu.

ve ilAllâhi turce’ul umûr ve her iş sonunda döner, dolaşır Allah’a varır. Yolların sonu Allah’a çıkar diyor. Burada söylediği şey ayetin ilk cümlesinin aslında bir devamı mahiyetinde. Benim dediğim her şey, benim dediğin kendi varlığınla birlikte geldiği yere dönecektir. innâ Lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn. (Bakara/156) Biz Allah’a aidiz ve sonunda yine O’na döneceğiz. Bu dönüş elbette ki fiziki bir dönüş değil, bu dönüş tamamen mahiyetini bilmediğimiz ama ruhani bir dönüş. İşte bu manada Allah varlığın merkezidir. Varlık Allah’a aiddir. Allah dışında bir aidiyet reddedebilinmesi gereken bir aidiyettir. Zaten eğer insan mutlak mülkiyet iddia ederse, servetinin mutlak maliki olduğunu iddia ederse aslında aidiyetini Allah dışında bir kaynağa yaslamış olur.

Nedir bu? Mülkünün elinde esir olmak. Yani servetinin atı olmak, servetinin kölesi olmak. Allah’tan kopardığınız her eşya sizi esir alır. Allah’tan kopardığınız her varlık sizi kendi karşısında nesneleştirir. Siz onun karşısında nesneleşir, o sizin karşınızda özneleşir. Dolayısıyla burada aslında ve ilAllâhi turce’ul umûr derken her iş sonunda döner dolaşır Allah’a varır kaçamayacaksınız. Allah’tan kaçırmaya kalkanlar, serveti Allah’tan kaçırmaya kalkanlar, Allah’tan rol çalmaya kalkanlar kaçamayacaksınız anlamını verir.

 

6-) Yuliculleyle fiynnehari ve yulicunnehare fiylleyl* ve HUve ‘Aliymun Bi zatissudur;

Geceyi gündüze dönüştürür, gündüzü de geceye dönüştürür! O, sadırların zâtı olarak (içlerindekilerin Esmâ’sıyla hakikati olarak) Bilen’dir! (A. Hulusi)

06 – Geceyi gündüze sokar, gündüzü geceye sokar ve bütün sînelerin künhünü bilir. (Elmalı)

 

Yuliculleyle fiynnehari ve yulicunnehare fiylleyl geceyi O kısaltıp, gündüzü O uzatıyor. Daha doğrusu geceyi gündüzün başına sarıyor. Belki literal bir, lafzi bir tercümeyle ve yulicunnehare fiylleyl gündüzü de geçenin başına sarıyor. Gündüzü O kısaltıp geceyi de o uzatıyor.

Evet, nedir bu aslında; Gündüz ve gece üzerinden bize verilen bir hisse var. Bu hisse karanlıkta aydınlık üzerinden yoksunluk ve aydınlık yani varlığın iki kutbu veriliyor. Aslında Allah’ın zamana müdahil oluşu dile getiriliyor. Allah zamana müdahildir, zaman için bile bir ölçü koymuştur. Bakın zamanın da iki kutbunu koymuştur, gece ve gündüz. Onlara verdiği görevi onlar yerine getiriyorlar. Kimi zaman gece uzuyor gündüz kısalıyor, kimi zaman gündüz uzuyor, gece kısalıyor.

Buradan yola çıkarak servet insan ilişkisinde bazen servetiniz artıyor. Bakıyorsunuz, bazen azalıyor. Toplumsal ilişki de ise birilerinin serveti uzarken, birilerinin serveti kısalıyor. Allah bunu birbiri ile dengeliyor. Sizi de öyle imtihan ediyor, onu da öyle imtihan ediyor. Şimdi siz Allah’ın gece ve gündüze müdahil olup ta servete müdahil olmadığını mı düşünüyorsunuz. Yani size serveti verecek, ondan sonra hiç müdahale etmeyecek, hiç karışmayacak öyle mi? Ne yaparsam yaparım diyeceksiniz öyle mi?

Hayır. Yere ve göğe, gece ve gündüze müdahil olan, yerin ve göğün rabbi olan, gece ve gündüzün rabbi olan Allah yoksulun ve zenginin de rabbidir, bunu unutmayın.

ve HUve ‘Aliymun Bi zatissudur O göğüslerin özünü, kalplerin en iç yerini, 40. odasını çok iyi bilir, bilendir. Böyle bir ayetin ardından böyle bir ibarenin gelmiş olması da biraz önce ki yorumlarımı destekler.

Neden kalplerin özünü bilir, Niye böyle bitti ayeti kerime. Geceyi gündüze gündüzü geceye sarıyor diyen bir ayet niye böyle bitti, kalplerin özü ile ne alakası var derseniz işte bu Geceye ve gündüze müdahil olan Allah, varlığa ve yokluğa, zengine ve yoksula müdahil olmasın mı. Kendi başına mı bıraksın. Serveti dağıtsın da ondan sonra hesap sormasın mı.

 

7-) Aminu Billâhi ve RasûliHİ ve enfiku mimma ce’alekum mustahlefiyne fiyh* felleziyne amenû minküm ve enfeku lehüm ecrun kebiyr;

Esmâ’sıyla hakikatiniz olan Allâh’a ve Rasûlüne iman edin… Sizi halife kıldığı şeylerden (O’nun namına) infak edin! Sizden iman eden ve infak eden kimseler var ya, onlar için çok büyük karşılık vardır. (A. Hulusi)

07 – İman edin Allaha ve Resulüne de sizi istıhlaf buyurduğu şeylerden infak eyleyin ki iman edip de infak eyleyenleriniz için azîm bir ecir vardır. (Elmalı)

 

Aminu Billâhi ve RasûliHİ Allah’a ve O’nun elçisine iman et. ve enfiku mimma ce’alekum mustahlefiyne fiyh sizi kendisine emanetçi kıldığı şeylerden infak edin. Bakınız, her bir ayeti ilk bakışta infakla, yardımla, karşılıksız vermeyle, paylaşmayla hiç alakası yokmuş gibi duran her bir ayeti infaka getirip getirip bağlamamın sebebi, servetle ilişki kurmamın sebebi buydu işte. Bu ayet konunun merkezini teşkil ediyor ve diyor ki; Allah’a ve elçisine, Resulüne iman edin ve Allah’ın sizi emanetçi kıldığı mallardan infak edin. Allah’a iman, maldan infak. İmanla infak yan yana.

Görüyorsunuz değerli Kur’an dostları. İman – infak Bu ikili çok önemli. İmanla infakın ne alakası var diyen çıkmaz umarım. mustahlefiyne fiyh ayette ki bu ibare de çok dikkat edilmesi gereken bir ibare. Emanetçi kıldığı mustahlefiyne fiyh yani mülkiyetini size vermediği, sizi emanetçi kıldığı mallar. Demek ki servet emanetmiş. Servet mülkiyet değilmiş. Mülkiyet iddiamız mecazidir. Mecazendir, geçicidir. Aslında parayla satın aldığımız toprağı biz yaratmadık ki, toprağın gerçek sahibi toprağı yaratandır değil mi? Parayla alan değil. Onun aldığı kimden almıştı? Silsile olarak arkaya doğru gidin, hiç kimseden, Allah’tan yani. Onun için suyun sahibi Allah, toprağın sahibi Allah, yeri göğü yaratan, onların sahibi Allah’tır.

Gerçek sahibini unuttuğunuzda insan Allah’tan rol çalmaya kalkar, insan tanrılık iddiasına kalkışır. Ya da insan şirke düşer. Allah ile arasına aracılar katmaya kalkar. Onun için burada servet tasavvurumuzun mihferi yerleştiriliyor ve servetin emanet olduğu dile getiriliyor. Servet emanettir. Emanete ya sadakat gösteririz, ya ihanet ederiz. Sadakat gösteren sıddıyklar ve sadıklarla beraber olur, ihanet edende hainlerle beraber olur. Hainlere layık bir hayat mı, sadıklara layık bir ahiret mi. Tercihimiz bu olmalı. Hangisini seçeceksek sonucuna katlanacağız.

felleziyne amenû minküm ve enfeku lehüm ecrun Kebiyr sizden iman eden ve onun uğrunda infak eden kimselere büyük bir ecir, büyük bir ödül vardır. İman – İnfak. Yan yana. Neden iman ve infak, sanki biri, diğeri olmazsa olmaz gibi gelmiş?

İmanın iki manası var değerli Kur’an dostları. Akidevi manası inanmak, ahlaki manası güvenmektir. İnfakta güvenle ilgilidir zaten. İnfak güvenmekle alakalıdır. Allah’a güvenen infak eder. Çünkü Allah yoluna vermek Allah’a güvenle alakalıdır. Mülk Allah’ındır. İman güvendir, servette emanettir. O zaman insana düşlen Allah’a güvenmek ve Allah’ın kendisine güvenini harcamamaktır. Allah güvenmiş ve size kredi açmıştır. Aslında verdiği her şey ilahi bir kredidir. Hem de karşılıksız. Gözünüz, eliniz, diliniz, dudağınız, eliniz, ayağınız, aklınız, hayatınız, aldığınız her nefes bunların hepsi bize açılmış bir kredi.

İnsanı eğer bozdursaydık, teker teker fiyatlandırmaya gitseydik, yer yüzünün tüm serveti bir insan alabilir mi. Bir aklın fiyatı kaça? Borsası var mı. Dolayısıyla Allah’a insanın ne kadar borçlu olduğunu öğrenmek için uzağa gitmeye hacet yok, bunu düşünse yeter. Aynaya baksa ve kendine fiyat biçmeye kalksa rakamların iflas ettiğini görecektir insan. İşte din o zaman gündeme girer. Din; deyn dir, borçtur, din borçluluk bilincidir. Dindarlık borçluluk bilincidir. Allah’a borçlu olduğunu bilmek, itiraf etmektir.

Peki ödemek? Borç borçla ödenir mi? Ödemek için alacağınız her nefeste borçtur. Allah’ımız ödememizi değil, itiraf etmemizi istiyor. İnkar etmememizi istiyor. İnkar edilmediği zaman ödenmiş sayacaktır biz buna inanıyoruz.

İnfakta 3 tavsiye vardır, Kur’an ın tavsiyesi bunlar.

1 – Elleziyne yünfikune fiys serrai ved darrai. (A. İmran/134) Onlar ki bollukta da infak ederler darlıkta da. Sadece bollukta değil darlıkta da infak etmemizi ister Kur’an. İnfak konusunda ki 3 tavsiye, 3 edep. Bollukta da, darlıkta da. Hatta insanın eli sıkışınca infak eder. çünkü servetin sahibinin Allah olduğunu bilen Allah’tan ilave kredi istiyorsa Allah için vermeyi bilmelidir. Çünkü Allah sizden bir şey istediği zaman almak için istemez, vermek için ister. Alıp ta ne yapacak, O’nun ihtiyacı yok ki vermek için ister. İnfak aslında darlıkta yapılır, bollansın diye bolarsın diye. Birincisi bu.

2 – Gizli ve açıktan da infak edilir. Gizli veya açık fark etmez Kur’an ın ifadesiyle.

3 – Verdiğini çok görmez insan. Kur’an infakta bunu esas alır ki Müddessir suresinde; Ve lâ temnün testeksir. (Müddessir/6) Allah için yaptığını çok görme. Veyahutta; Allah için yaptığını geçim kapısı haline getirme. Bir başka ayeti kerime hatırlıyorum Ya eyyühelleziyne amenû lâ tubtılû sadekatiküm Bil menni vel ezâ. (Bakara/264) ey iman edenler sadakalarınızı başa kakarak, karşıdakinin başına kakarak, onu minnet altına alarak, ona fatura çıkararak bir eziyete dönüştürmeyin, iptal etmeyin. Yani sevabını heba etmeyin, boşa vermeyin. İşte infakın adabı da bunlar.

 

😎 Ve ma leküm lâ tu’minune Billâhi, verRasûlu yed’ukum litu’minu BiRabbiküm ve kad ehaze miysâkaküm in küntüm mu’miniyn;

Esmâ’sıyla hakikatiniz olan Allâh’a niçin iman etmiyorsunuz? Rasûl, Esmâ’sıyla sizi yoktan var kılan Rabbinize iman etmeniz için davet ederken ve üstelik de sizin mîsakınızı almışken! Eğer iman edenlerseniz! (A. Hulusi)

08 – Hem neye iman etmeyesiniz Allaha ki Peygamber sizi Rabbinize iman edesiniz diye davet edip duruyor, hal bu ise mîsakınızı da aldı? Gerçek mü’min olacaksınız? (Elmalı)

 

Ve ma leküm lâ tu’minune Billâh neden siz Allah’a inanıp güvenmeyesiniz ki? Hani imanın Ahlaki karşılığı güven demiştim. Akidevi karşılığı inanmak, ahlaki karşılığı güvenmek. Siz neden Allah’a güvenmeyesiniz ki ey insanoğlu. verRasûlu yed’ukum litu’minu BiRabbiküm ve kad ehaze miysâkaküm Resul sizi rabbinize imana sizi davet ederken ve kad ehaze miysâkaküm ve sizden o bir misak, bir söz, bir ahit almışken siz neden rabbinize güvenmeyesiniz? in küntüm mu’miniyn tabii ki eğer inanmaya gönüllü iseniz. Eğer inanmaya yani imanın ahlaki karşılığının güven olduğuna bir daha dikkat çeken bir ibare bu.

İnanıp güvenmemek nasıl bir şey? Allah’a inanıyor, ben mü’minin diyor ama Allah’a güvenmiyor. Modern dünyada böyle bir Müslüman tipiyle karşı karşıyayız. Allah’a iman ettiğini iddia ediyor, fakat Allah’a güvenmiyor. Hali bunu gösteriyor, tavrı bunu gösteriyor. Güvenemiyor, güvenemediği belli. Onun için başka kapı arıyor. İman edip güvenememek. Bu yumurtasız omlet gibi bir şey. Kafeinsiz kahve gibi bir şey. Nasıl bir şey bu. İçinde güven olmayan bir iman. Böyle bir imandan sahibine hayır gelir mi?

Unutmayalım Allah’ın esmasından biri de El Mü’min’dir. El Mü’min; siz Allah’a iman ettiniz, biz Allah’a iman ettik mü’min olduk. Peki Allah neye iman etti de El Mü’min oldu? Bunun karşılığı güvendir. Allah kuluna güvendi ve kulunun da kendisine güvenmesini istedi. Onun için Allah güven veren ve güvenilmeyi isteyendir. El Mü’min dir.

 

9-) “HU”velleziy yünezzilu ‘alâ ‘abdiHİ âyâtin beyyinatin liyuhriceküm minezzulümati ilenNûr* ve innAllâhe Biküm leRaûfun Rahıym;

O, sizi (cehalet) karanlıklarından Nûr’a çıkarmak için apaçık işaretleri kuluna tenzîl edendir (tafsilen)… Muhakkak ki Allâh sizden Raûf’tur, Rahıym’dir. (A. Hulusi)

09 – O odur ki sizi karanlıklardan nura çıkarsın diye kuluna parlak parlak âyetler indiriyor. Muhakkak ki Allah size çok re’fetli bir rahîmdir. (Elmalı)

 

“HU”velleziy yünezzilu ‘alâ ‘abdiHİ âyâtin beyyinatin liyuhriceküm minezzulümati ilenNûr O Allah ki kuluna apaçık ayetleri indirmiştir. Hakikatin apaçık belgesi olan ayetleri indirmiştir. Niçin indirmiştir biliyor musunuz ey muhataplar liyuhriceküm minezzulümati ilenNûr sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için. Sizi karanlık akıldan aydınlık akla, karanlık kalpten aydınlık kalbe, zihnin, fikrin, aklın, muhakemenin, müdebbirenin her ne ise insanın manevi ve akli fakülteleri onların karanlığından vahyin ışığının altına çıkarmak istemiştir. Vahyin maksadını ele veren bir ayet. Vahyin maksadı nedir? İnsanı karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır. İnsan eğer vahiysiz kalırsa, ışıksız kalmış göz gibidir. Işık göz için görmenin şartıdır. Işık yoksa gözün görüyor olması işe yaramaz. Allah’ın kılavuzluğu yoksa aklın çalışıyor olası da işe yaramaz. Onun için vahiy aklın ışığı, ışık gözün vahyidir. Bu böyle bilinmelidir. Konu ile alakası nedir bu ibarenin, bu ayetin? Serveti insanın sırtından indirip altına at diye vermek az şey midir. Aslında söylenen budur. Allah size bu yolla ikram etmiştir. İşte bu ikramı da ayetin sonunda görüyoruz:

ve innAllâhe Biküm leRaûfun Rahıym hiç şüpheniz olmasın ki Allah size çok şefkatli, çok merhametlidir. Servetinizin altında at olabilirsiniz. Eğer Allah yol göstermezse, Allah’ın ışığı size erişmezse, servetiniz sırtınızda bir yük olur. Ama Allah’ın ışığı erişirse servetiniz altınızda Burak olur, siz sırtına biner miraca çıkarsınız. Servetinizin sırtında cennet yolculuğuna çıkarsınız, bu az şey mi?

 

10-) Ve maleküm ella tunfiku fiy sebiylillâhi ve Lillâhi miyrasüsSemâvati vel’Ard* lâ yesteviy minküm men enfeka min kablilfethı ve katel* ülaike a’zamu dereceten minelleziyne enfeku min ba’du ve katelu* ve küllen ve’adAllâhulHüsna* vAllâhu Bima ta’melune Habiyr;

Ne oluyor size ki, semâların ve arzın mirası Allâh’a ait olduğu hâlde (sonunda her şeyinizi dünyada terk edeceğiniz hâlde), Allâh yolunda infak etmiyorsunuz? Sizden, fetihten önce infak etmiş ve savaşmış kimse (bunu yapmayanla) bir olmaz! Bunlar derece itibarıyla, (fetihten) sonra infak etmiş ve savaşmış kimselerden daha büyüktür! Allâh hepsine en güzeli vadetmiştir. Allâh yaptıklarınızda Habiyr’dir. (A. Hulusi)

10 – Hem Allah yolunda neye infak etmeyesiniz ki. Göklerin, yerin mirası zaten Allah’ın. (Hepsi O’na kalacaktır.) Fethinden evvel infak edip çarpışanlarınız diğerlerine muüsavi olmaz. Onlar sonradan infak edip çarpışanlardan derece itibarıyla daha büyüktür. Bununla beraber hepsine de Allah Hüsna’yı vaad buyurdu. Allah ne yaparsanız da habirdir. (Elmalı)

 

Ve maleküm ella tunfiku fiy sebiylillâh yine size ne oluyor da Allah yolunda infak etmeyesiniz. Neden Allah yolunda infak etmeyecekmişsiniz ki?

Kur’an da Allah yoluna 3 şey nispet edilir.

1 – İnfak, fiy sebilillah Allah yolunda infak.

2 – Hicret. Fiy sebilillah Allah yolunda hicret.

3 – Cihad. Fiy sebilillah Allah yolunda cihad.

Neden Allah yolunda? Allah’ın yolunda hicret, Allah’ın yolunda infak, Allah’a infak gibidir. Allah yolunda yürüyenlerle, yolunda yatanları, yolunda yürüyenlerle yolunda oturanları, hatta koşanlarla yürüyenleri bile ayrı ayrı kaydetmektedir. Onun için dünya imtihan dünyasıdır ve hayatta bir yolculuktur. Eğer hayat bir koşuysa ..festebikul hayrat. (Bakara/148) emri verilmiş hayırlarda yarışınız emri verilmişse insanlar bu yolda yarışmak durumundadır. İşte bu yarışın unsurlarından biridir infak.

ve Lillâhi miyrasüsSemâvati vel’Ard göklerin ve yerin mirası Allah’a mahsustur, Allah’a aittir. Öyle değil mi? Göklerin ve yerin mirası O’na ait değil mi. İnsan öldükten sonra kime kalır, İnsan nesli yer yüzünden tümüyle çekildiğinde kime kalır bütün bu servet? Aslında varlığın mirası Allah’a aittir.

Burada zımnen söylenen açık, Allah kuluna bağ bağışlamıştır, kulundan yeni bağlar bağışlamak için bir salkımı bir başkasıyla paylaşmasını istemektedir. Kendisi için, kendi rızası için. Kulu, kendisine bağlar bağışlayan Allah’ın bir salkım istemesini çok görüyorsa eğer işte orada problem vardır demektir. Orada aslında kim kimin sahibi diye sormak lazım. Bağın sahibimi, bağ onun sahibimi. Veremediğinizin sahibi değilsiniz. Sahibi olsaydınız verirdiniz. Veren sahiptir veremeyen değil.

lâ yesteviy minküm men enfeka min kablilfethı ve katel içinizden kalpleri İslam’a açılmadan önce infak edenler ve savaşanlar la bunu yapmayanlar asla bir olmaz. Zor zaman dostlarıyla kolay zaman dostları bir olmaz diyor yani. Zor zamanda infak eden, yoklukta infak eden, sıkıntılı dönemlerde infak eden, İslam’ın iktidarında değil, muhalefetindeyken, Müslümanların acı çektiği dönemlerde infak edenin infakı elbette başka.

Zor zaman dostlarını ayırt ediyor ayet. Sabikun dan olmak yani. Hani vakıa suresin başında vardı ya, üçe ayrılıyordu. Sağ ehli, yani iyilik severler. Fakat bir de Ves sabikunes sabikun, (Vakıa/10) öne geçenler deniliyordu. Öncülük yapanlar. İyilikte öne çıkanlar bile iyi taraftakilerden ayrılacak, onların ödülü çok daha farklı olacak. Bu onu gösteriyor.

ülaike a’zamu dereceten minelleziyne enfeku min ba’du ve katelu işte onlar daha sonra infak eden ve Allah yolunda savaşanlardan daha yüksek dereceler elde edecekler. Yani daha sonradan infak eden, daha sonra Allah yolunda mücadele eden kimselerden daha yüksek ödülü onlar hak edecekler. Önceden, zor zamanda, kıtlık zamanında yapanlar daha büyük ödül alacaklar. Hani halk arasında o güzel deyim vardır ya; “kıtlıkta verilen sokum unutulmaz.” Evet, zor zaman dostları unutulmaz. Onun için Bedr ehli özel olarak müjdelenmişti. Allah Resulü onun içindir ki sahabem dediklerine çok farklı muamele ederdi.

ve küllen ve’adAllâhulHüsna ve böyle davranan herkese Allah en güzeli vaad etmiştir. vAllâhu Bima ta’melune Habiyr Allah yaptığınız her bir şeyden haberdardır.

 

11-) Men zelleziy yukridullahe kardan hasenen feyuda’ıfehu lehu ve lehu ecrun keriym;

Kim ki, Allâh’a karz-ı hasen (güzel bir ödünç) versin de, Allâh da onu, katlayarak ona artırsın! Onun için cömert bir ecir de vardır. (A. Hulusi)

11 – Hani kim? o Allaha bir karzı hasen takdim edecek kimse ki Allah onu ona katlayıversin, hem onun için çok hoş bir ecir de var. (Elmalı)

 

Men zelleziy yukridullahe kardan hasenen Allah’a kim güzel bir borç verir? Evet öyle soruyor ayeti kerime kimdir Allah’a güzel bir borç verecek olan. feyuda’ıfehu lehu onun kendisine kat kat fazlasıyla geri dönmesini kim ister. Yani Allah’a güzel bir borç versin de, o borç kendisine kat kat fazlasıyla geri dönsün. ve lehu ecrun keriym ve işte böylelerini muhteşem bir ödül beklemektedir.

Allah’a güzel bir borç vermek; Hemen insanın aklına şu geliyor değil mi Haşa ya rabbi senin bir şeye ihtiyacın mı var, sen kendi kendine yeten, her şeye yetendir. Sen ganiysin, sen müsteansın. Ben yetmeyenim dolayısıyla insandan Allah niye borç ister. Aslında infak bu mecazla anlatılıyor. Yani Allah için birine bir şey vermek, Allah için servetini bir başkasıyla paylaşmak, Allah için birinin ihtiyacını gidermek Allah’a borç vermek gibidir demeye getiriyor ayet. Çünkü güvenirseniz verirsiniz değil mi.

İnsan kime kredi açar? Kime kredi açılır? Güvenilene kredi açılır. Geri, ödeyeceğine inanırsanız borç verirsiniz. Aslında verdiğiniz borçtan yola çıkarak ona güvendiğinizi ispat edersiniz. Geri ödemeyecek olana borç vermezsiniz. Allah’a güvenin ispatı böyle olur. Eğer Allah size kat kat fazlasıyla ödeyeceğine iman etmişseniz, bu imanınızı ifade etmenin yolu infaktır. Bunu söylüyor ayet. Allah’a imanınızın içinde güven varsa infak edersiniz diyor. İnfak ederseniz bu Allah’a güvendiğinizin delaleti olur, işareti olur.

 

12-) Yevme teralmu’miniyne velmu’minati yes’a nuruhüm beyne eydiyhim ve Bieymanihim buşrakümülyevme cennatun tecriy min tahtihel’enharu halidiyne fiyha* zâlike huvelfevzul ‘azıym;

O gün iman eden erkekleri ve iman eden kadınları, nûrları önlerinde ve sağlarında koşarlarken görürsün… “Bu süreçte sizin müjdeniz, içinde sonsuz yaşamak üzere, altlarından nehirler akan cennetlerdir! İşte bu çok büyük kurtuluşun ta kendisidir!” (denilir). (A. Hulusi)

12 – O gün ki göreceksin o mü’minleri ve mümineleri, önlerinde ve sağlarında nûrları koşuyor, müjde size diye bugün o Cennetler ki Altlarından ırmaklar akıyor, içlerinde muhalled kalacaksınız, işte fevzî azîm odur. (Elmalı)

 

Yevme teralmu’miniyne velmu’minati yes’a nuruhüm beyne eydiyhim ve Bieymanihim bütün mü’min erkekleri ve bütün mü’min kadınları. Önlerini ve sağ taraflarını aydınlatan nûrlarıyla hızla ilerlerken gördüğün gün onlara; buşrakümülyevm bugün size müjde var denilecek. Aslında orada eliptik bir ifade olduğu için denilecek bile denilmemiş. “gıyl” bile denilmemiş. Bugün size müjdeler olsun.

Şu yalan dünyanın yalan starları var değil mi? sahte starlar. İnsanlar bazen ellerini onlara değebilmek için cahil insanlar, cahil kitleler birbirini eziyorlar değil mi? Ahiretin de starları olacak. Ahiretin de yıldızları. Ama onlar gerçek yıldız olacaklar. İşte onlar ışık saçacaklar. Ahiret ehlinin, mahşer ehlinin içinde ışık saçarak ilerleyecekler. Koşarcasına cennete yürüyecekler.

Burada ahiretten bir sahne açıldı gözümüzün önüne ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr. (Fatır/14) her şeyden haberdar olanın verdiği haber gibi bir haberi kim verebilir diyor. Kim verebilir bize ahiretten bir haberi. Hangi muhabir, hangi medya verebilir. Ahiretten haberi ancak Allah verir.

cennatun tecriy min tahtihel’enharu halidiyne fiyha o müjde neymiş? Tabanından ırmakların çağladığı ve içinde ebedi kalınacak olan cennetler. zâlike huvelfevzul ‘azıym işte budur büyük başarı, büyük getiri, büyük kazanç.

Kariyer planlaması yapan dostlar, Kariyer planlaması nasıl yapılır Allah’tan öğrenelim. Başarı ne demektir, başarısızlık ne. Kâr nedir zarar ne. Rabbimizin tarifi farklı, bizim tarifler ona uymuyor. Onun için burada kariyer planlaması yapanlara dahi bir kılavuzluk yapılıyor, başarının tarifi yapılıyor. Büyük başarı budur. Onun için Solon doğru söylüyor. Ölmeden kimseyi mutlu diye adlandırma. Büyüyünce ne olacaksın diye soran büyüklere sormalı, ölünce ne olmayı düşünüyorsunuz. Herkes aynaya bakarak bu soruyu kendine sormalı. Ey nefsim ölünce ne olmayı düşünüyorsun.

 

13-) Yevme yekulül münafikune velmünafikatu lilleziyne amenûnzuruna naktebis min nurikum kıylerci’u veraekum feltemisu nûra* feduribe beynehüm Bisurin lehu bab* batınuhu fiyhirrahmetu ve zahiruhu min kıbelihil ‘azâb;

O gün ikiyüzlü (münafık) erkekler ve ikiyüzlü kadınlar, iman edenlere: “Bizi bekleyin ki nûrunuzdan yararlanalım” der! “Geriye dönün de bir nûr araştırın” denildi. Derken aralarına kapısı olan bir sur (geçilmez perde) çekilir ki, onun bâtını (iç âlemi) içinde rahmet vardır, onun zâhiri azap tarafındandır. (A. Hulusi)

13 – O gün ki o münafıklar ve münafıkalar o iman edenlere şöyle diyecek: Bize bakınız nurunuzdan iktibas edelim, denilecek ki dönün gerinize de bir nûr araştırın, derken aralarına bir sur çekilmiştir, bir kapısı vardır: İçi: rahmet onda, dışı ise o cihetten azâb, (Elmalı)

 

Yevme yekulül münafikune velmünafikatu lilleziyne amenû işte o gün münafık erkekler ve münafık kadınlar iman edenlere diyecekler ki ûnzuruna naktebis min nurikum kıylerci’u veraekum feltemisu nûra bize bakın da, ışığınızdan biz de yararlanalım, bir pay alalım. Işığınızdan istifade edelim diyecekler.

İlginç değil mi? İnfak ile ilgili bir pasajın göbeğine, ortasına münafıklarla ilgili, nifak ile ilgili bir ayetin ne işi var. Evet, hemen söyleyelim; Formül. Kafiri müminden iman ayırır, münafığı mü’minden infak ayırır Müminle münafık arasında ki ayrımın gerekçesi infaktır. Mü’minle kafir arasında ki ayrım imandır. Mü’minle münafık arasında ki ayrım infaktır. Neden derseniz, çünkü Allah’a güvenmeyen infak etmez.

İnfakla nifak arasında ki kelime benzerliği dikkatinizi çekmiştir, aslında aynı köktendir. İnfak adeta dünyadan verince ahi,rette sizin adınıza bir hesaba geçtiği için köstebek yuvasına verilen isimden türetilmiştir. İki deliği olan görünmez bir menfez. Metroya da enfak denir Arapça da onun için. Yani yer altından bir menfez var, bir metro var, bir tünel var; Bir ucundan veriyorsunuz öbür ucunda birikip sizi bekliyor. Yani gideceksiniz ve sizi bekleyen o servet sizin için birikim olacak, tasarruf olacak.

Peki nifak, münafıklık anlamına gelen nifak niye aynı kökten? İki deliği var. Nereden çıkacağı belli olmaz, nereden gireceği belli olmaz. İki yüzlü onun için. Münafık; iki yüzlülük, iki yüzlü, nifakta iki yüzlülük anlamına geliyor. Peki bu ikisi arasında ki fark; Münafığın tek dünyası olduğu için çift yüzü vardır. Ama iki dünyalı olanlar infak ederler. Öbür dünyada geri alacağına iman etmeyen infak eder mi? Onun için münafığın tek dünyası vardır iki yüzü vardır. Mü’minin ise iki dünyası vardır, tek yüzü vardır. Mü’min imanını ve Allah’a güvenini infakla ispat eder. İşte mü’minle münafık arasında ki fark bu yüzden infaktır.

kıylerci’u veraekum feltemisu Nûran onlara denilecek ki dönün. Kimlere? Münafıklara denilecek. Dönün ardınıza, ardınıza bakın, yani onlardan medet ummayın. Dönün ardınıza, eğer ışık arayacaksanız arkanızda arayın. Bu ne demek? Bu şu demek; Hayattayken yaptığınız salih amellerin ışığını arayın. Varsa yaşıyorken yaptıklarınızı, dünya hayatında yaptıklarınızı arayın. Arkanıza dönün derken, arkanızda bıraktığınız hayata, dünya hayatına dönün. Orada varsa ışık size orada yardımcı olacak. Onun için adeta infak bugünden yarın insanların karanlık içinden çıkmak için enerji biriktirmesine, aydınlığı saplayacak enerji biriktirmesinin bir vesilesi olarak ifade ediliyor.

feduribe beynehüm Bisurin lehu bab derken onlarla mü’minler arasına kapısı olan bir sur çekilecek. Dikkat buyurun lütfen. Münafıklarla mü’minler arasına kapısı olan bir sur çekilecek. Sur da ki kapı ne işe yarıyor? Bu günahkarlar eğer içlerinde zerre kadar iman varsa bir gün günahları kadar yanıp daha sonra Allah resulünün yorumladığı gibi cennete girecekler mi sorusunun cevabını veriyor. Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan günahı kadar yandıktan sonra cennete girecek diyen haberleri işte bu ayet doğruluyor. O haberler aslında bu gibi ayetlerin bir yorumu.

İçinde kapı olan bir duvar, bir sur. Bu kapı ne işe yarayacak? Cehenneme giren bir daha çıkabilir mi sorusunun cevabı olduğunu düşünmeliyiz bu ayeti. Cehennem darut terbiye mi, yoksa darül karar mı. Yani terbiye mekanı mı, yoksa karar mekanımı o sorunun da cevabı aslında burada. İşte bu kapı açılmayacak olsaydı oraya konulmazdı. Demek ki Allah Resulünden gelen  yüreğinde hardal tanesi kadar iman olan yanıp, pırıl pırıl, tabir caizse temizlendikten ve ayıklandıktan, cevheri cürufundan ayrıştıktan sonra cevheriyle cennete girecek. Aslında cennet kirlilerin yeri değil, temizlerin yeri. Cennet güzelliğin merkezi. Cennet mutlak güzelliğin üretildiği merkez. Onun için cennete kirli girilmez tabii ki. İşte bu ayet aynı zamanda bir müjdeyi de veriyor bize.

batınuhu fiyhirrahmetu ve zahiruhu min kıbelihil ‘azâb onun iç tarafında rahmet bulunacak dış tarafında ise azab bulunacak.

 

14-) Yunadunehüm elem nekün me’aküm* kalu bela ve lakinneküm fetentum enfüseküm ve terabbastüm vertebtüm ve ğarretkümül’emaniyyu hattâ câe emrullahi ve ğarreküm Billâhil ğarur;

(İkiyüzlüler) onlara (iman edenlere): “Sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. “Evet ama siz, Allâh’ın emri (ölüm) gelesiye kadarki süreçte, nefslerinizi fitneye düşürdünüz (imanı yaşamadınız), gözetleyip durdunuz, şüphe ettiniz, kuruntular da sizi aldattı ve o çok aldatıcı da (bilincinizdeki şartlanmışlık fikirleri) Allâh’la (siz O’ndan var oldunuz ne yapsanız bir şey olmaz size, kuruntusuyla) sizi aldattı!” (A. Hulusi)

14 – Onlara şöyle bağrışırlar: Bizler sizinle beraber değil miydik? Evet, derler: Ve lâkin sizler kendilerinize fitne yaptınız, gözettiniz, işkillendiniz, o kuruntular sizi aldattı, tâ Allahın emri gelinciye kadar, hem sizi Allaha mağrurlandırdı o aldatıcı mağrur. (Elmalı)

 

Yunadunehüm elem nekün me’aküm Münafıklar seslenecekler; Sizinle birlikte değil miydik biz dünyada. Hani öyle diyorlar ya bakara suresinde biz de sizdeniz diyorlar, biz de sizinleyiz. Onun için münafıklık yaparak yüzlerine mü’min maskesi takarak biz de sizdeniz dediklerini hatırlatacaklar. Sizinle değil miydik diyecekler.

kalu bela ve lakinneküm fetentum enfüseküm onlara diyecekler ki mü’minler; Evet aksine bizimle değildiniz ve lakinneküm; yani bizimle birlikteyseniz de siz kendi, kendinizi tuzağa düşürdünüz. Yani münafıklık yapmakla sureta bizimleydiniz, fakat yüreğiniz bizden farklıydı. Dışınız bizimle görünüyordu, içini ise kafirlerle. Onun için kendi kendinizi tuzağa düşürdünüz. Veya bura da belki de tam inkar etmiş değil, ikircikli. Müzebzebiyne beyne zâlike, lâ ila haülai ve lâ ila haüla’. (Nisa/143) yani müzebzipler, zıplayanlar, zıpır zıpır zıplayanlar. Ne oraya ait diyor Kur’an, ne de oraya ait. Bir orada görünür, bir orada görünür. Yani çıkarı nerede görünürse orada olur. Bakarsınız çıkarı oradaysa Müslüman’dır, çıkarı öbür taraftaysa değildir. İşte böyle bir tipi çiziyor.

Bencillik, ben idrakine manidir. İnsanın kendi kendisini aldatması, en kötü aldatma biçimidir. Başkası sizi aldatırsa bu katlanılabilir bir şeydir. O onun problemidir. Ama siz, sizi aldatırsanız bunu nasıl fark edersiniz. İşte aldanmanın en ağırı, aldanmanın en kötüsü kişinin kendisini aldatmasıdır ve bu da ahirette ortaya çıkar.

ve terabbastüm böylece güya kendinizi gözettiniz. Yani kendinizi gözettiğinizi, kendi menfaatinizi desteklediğinizi düşündünüz ama, aslında nifak menfaat değil mazarrattır. Nifak aslında büsbütün kaybetmektir. Siz küçük çıkar için büyük faydayı feda ettiniz. Siz dünya da ki küçücük çıkarlarınız için ebedi hayatınızı feda ettiniz.

vertebtüm ve ğarretkümül’emaniyyu hattâ câe emrullah kuşkuya kapıldınız, Allah’ın emri gelinceye kadar malum kuruntularla avundunuz durdunuz. ve ğarreküm Billâhil ğarur dahası o kafa, bu akıl sizi Allah ile aldatarak gurura sürükledi. Allah hakkında da yanlış düşündünüz. Yani içinizi görmez sandınız. Maskenize bakar sandınız, insanları aldattığınız gibi Allah’ı da aldatacağınızı düşündünüz. Allah’ın; yüreklerin özünü görmeyeceğini düşündünüz. İçinizin çok boyutlu filmini çekmeyeceğini düşündünüz. Ama aldandınız. Allah ile aldatmaya kalktınız, Allah’ı aldatmaya kalktınız, en büyük aldanışı siz yaşadınız.

 

15-) Felyevme lâ yu’hazu minküm fidyetun ve lâ minelleziyne keferu me’vakümünnar* hiye mevlaküm* ve bi’sel masıyr;

Bugün artık ne sizden (münafıklar) ve ne de hakikat bilgisini inkâr edenlerden bir kurtuluş bedeli alınır! Sığınağınız Nâr’dır. O (Nâr) sizin mevlânızdır… Ne kötü dönüş yeridir o! (A. Hulusi)

15 – Artık bugün ne sizden, ne de o küfredenlerden fidye kabul edilmez, sığınacağınız yer ateştir, layığınız odur, ona gidiş de ne fenadır! (Elmalı)

 

Felyevme lâ yu’hazu minküm fidyetun ve lâ minelleziyne keferu artık bugün ne sizden, ne de küfürde ısrar edenlerden fidye alınmaz, kurtuluş akçesi istenmez, alınmaz. me’vakümünnar* hiye mevlaküm sizin varıp duracağınız yer ateştir. O ne kötü bir dosttur sizin için. Yani can dostunuz ateş olacak, can dostunuz cehennem olacak. Allah’ı dost edinmediniz, Mevla edinmediniz ateş sizin mevlânız olacak. ve bi’sel masıyr o ne kötü varış yeridir.

 

16-) Elem ye’ni lilleziyne amenû en tahşe’a kulubühüm lizikrillâhi ve ma nezele minelHakkı, vela yekûnu kelleziyne ûtülKitabe min kablu fetale ‘aleyhimul’emedu fekaset kulûbühüm* ve kesiyrun minhüm fasikun;

İman edenler için, Allâh’ın zikri (hatırlanışı) ve Hak’tan inzâl olana bilinçlerinin huşû duyması vakti gelmedi mi? Ki daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar (ibadetleri âdete dönüşmesin, çalışmalarını düşünerek hissederek yapsınlar)! Onların (İsrailoğullarının) üzerlerinden uzun müddet geçmişti de (ibadetleri âdete dönüşmüştü), bu yüzden kalpleri katılaşmıştı (yaptıklarını düşünüp hissedip yaşamadan, âdet diye yapmaya başlamışlardı)! Onlardan (Yahudilerden) çoğunun inançları bozuktur! (A. Hulusi)

16 – Ye o iman edenlere çağı gelmedi mi? ki kalpleri Allahın zikrine ve inen hak aşkına huşu’ ile coşsun ve bundan evvel kendilerine kitab verilmiş sonra üzerlerinden uzun zaman geçip de kalpleri katılaşmış ve ekserîsi fiska dalmış bulunanlar gibi olmasınlar. (Elmalı)

 

Elem ye’ni lilleziyne amenû en tahşe’a kulubühüm lizikrillâhi ve ma nezele minelHakk iman edenlerin, Allah’ı ve indirilen hakikati anınca ta kalplerinde, ta yüreklerinde ürperti duymalarının, ta içten titremelerinin vakti hala gelmedi mi?

İbn. Ömer ne zaman bu ayeti okusa gözlerinden yaşlar boşanır; Geldi rabbim, geldi de geçiyor derdi. Kur’an la diyaloga girerdi. Sanki o an rabbi kendisine soruyormuş gibi.

Resulallah’ta Kur’an la diyaloga geçerdi. EleysAllâhu Bi kâfin abdeH. (Zümer/36) ayetini okuduğunda Allah kuluna yetmez mi, hiç yetmez olur mu diye cevap verirdi ve böyle diyaloga geçerdi. Kur’an ı canlı olarak, Kur’an a inşa olunurlardı. Efendimiz ve sahabe Kur’an la diyalog kurarlardı. Kur’an la konuşurlardı. Adeta rabbimiz kendilerine doğrudan konuşuyormuş gibi sahabe Kur’an ı okur ve cevap verirlerdi.

vela yekûnu kelleziyne ûtülKitabe min kablu fetale ‘aleyhimul’emedu fekaset kulûbühüm ta ki kendilerine daha önce vahiy verilip te üzerinden uzun zaman geçtiği için kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Böyle olmamak için ne lazım? Kalplerinde ürperti duyarak Kur’an a muhatap olmaları lazım.

Yahudileşme tehlikesine dikkat çekiyor bu ifade. Sümme kaset kulûbüküm min ba’di zâlike, fehiye kelhıcareti ev eşeddü kasveh. (Bakara/74)daha sonra işte Yahudileşen İsrail oğullarıyla ilgili bir ayet bu. Daha sonra kalpleriniz katılaştı. Öyle katılaştı ki taş gibi katı oldu. Devamında taştan da daha katı oldu. Nice taşlar vardır ki barından ırmaklar çağlar denilecektir bakara suresinin 74. ayetinde.

ve kesiyrun minhüm fasikun ki onların bir çoğu yoldan sapmıştır. Dikkat buyurun ehli kitaptan bahsediyor ayet, onların bir çoğu yoldan sapmıştır. Yani mümeyyiz akıl inşa ediyor. Bir çoğu yoldan sapmış olsa da içlerinde az da olsa sapmamış olanlar da olabilir, vardır. Onları ayırt ediyor ayet. Ehli kitabın tamamını dışlamıyor. Kategorik değil analitik düşünmemizi istiyor ve biz de mümeyyiz akıl inşa ediyor.

 

17-) I’lemu ennAllâhe yuhyiyl’Arda ba’de mevtiha* kad beyyenna lekümül’âyâti le’alleküm ta’kılun;

İyi bilin ki Allâh, ölümünden sonra arzı diriltir! Aklınızı kullanasınız diye size işaretleri açık – seçik beyan ettik. (A. Hulusi)

17 – İyi biliniz ki Allah Arzı ölümünden sonra diriltir, işte sizi âyetleri beyan ettik gerek ki aklınız ersin. (Elmalı)

 

I’lemu ennAllâhe yuhyiyl’Arda ba’de mevtiha iyi bilin ki Allah ölümünden sonra toprağa can verir. Neden böyle bir ayet geldi bu bağlam içinde? Bir önceki ayetle alakası ne bunun? Ölü toprağa can veren, ölü gibi olan ehli kitabın içinden bazılarına da can verebilir. Ban bu ima var gibi geldi bu ayette. kad beyyenna lekümül’âyâti le’alleküm ta’kılun doğrusu biz ayetleri böyle açıkladık ki ayrıntılı bir biçimde beyan ettik ki; le’alleküm ta’kılun akleder, üzerinde düşünür yola gelir, kafanızı kullanırsınız diye.

 

18-) İnnel mussaddikıyne velmussaddikati ve akredullahe kardan hasenen yuda’afu lehüm ve lehüm ecrun keriym;

Muhakkak ki sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allâh’a güzel bir ödünç verenler var ya, onlara kat kat artırılır… Onlar için cömert bir bedel de vardır. (A. Hulusi)

18 – Şüphesiz sadaka veren erkekler ve dişiler ve Allaha öyle karzı hasen takdim edenler, verdikleri kendileri hesabına kat kat katlanır, bir de onlara pek hoş bir ecir vardır. (Elmalı)

 

İnnel mussaddikıyne velmussaddikat imana sadakati bedelini ödeyen erkekler, ve imana sadakatin bedelini ödeyen kadınlar. Aslında bu ibare şöyle de okunmuş İnnel musaddikıyne; şeddesiz tahfifen de okunmuş. Böyle okunursa mana değişir. Musaddikıyn okunuşuna dayanarak hakikati tasdik eden erkekler ve hakikati tasdik eden kadınlar.

ve akredullahe kardan hasenen yuda’afu lehüm ve lehüm ecrun keriym ve Allah’a güzel bir borç veren kimseler. Ne olacak bunlara? Yuda’afu lehum onlara kat kat geri ödenecek. ve lehüm ecrun keriym ve onlar için ayrıca büyük bir ödül olacak. Onları büyük bir ödül bekleyecek. Ve saddeka BilHüsna Fesenüyessiruhu lilyüsra. (Leyl/6-7)ayetini hatırlatıp geçiyorum.

 

19-) Velleziyne amenû Billâhi ve RusuliHİ ülaike hümussıddiykune, veşşühedau’ ‘ınde Rabbihim* lehüm ecruhüm ve nuruhüm* velleziyne keferu ve kezzebu BiâyâtiNA ülaike ashâbul cahıym;

Esmâ’sıyla hakikatleri olan Allâh’a ve Rasûlüne iman edenlere gelince, işte onlar sıddıkların ve Rablerinin indînde şehîdlerin (Âl-u İmran: 18’de belirtilen şehâdet; halk anlayışına göre şehit değil. A.H.) ta kendileridirler! Onların mükâfatları ve nûrları vardır (hem Nebiye hem Rasûle iman etmişler)… Hakikat bilgisini inkâr edenler ve varlıklarındaki Esmâ işaretlerimizi yalanlayanlar var ya, işte onlar cahîm (cehennem)in ashabıdırlar. (A. Hulusi)

19 – Hem Allaha ve Resulüne iman edenler hep onlar aynî sıddîkler ve şehitlerdir, Rablerinin indinde onlara onların ecirleri ve nurları vardır, âyetlerimizi tekzip edenlere gelince işte onlar hep Ashabı cahîmdir. (Elmalı)

 

Velleziyne amenû Billâhi ve RusuliHİ ülaike hümussıddiykun Allah’a iman eden ve onun elçilerine iman eden kimseler var ya işte onlar, Allah’a sadakatlerinin bedelini ödemişlerdir. Yani doğruluk ve dürüstlük sembolü olanlardır onlar. veşşühedau’ ‘ınde Rabbihim ve yine onlardır rableri katında tanıklığına değer verilecek olanlar. Burada ki şüheda; Model olanlar, Şehiyd olanlar, Hani ayeti kerimede de;

Ve kezâlike cealnâküm ümmeten vesetan litekûnû şühedâe alenNâs. (Bakara/143) biz sizi böylece dengeli bir ümmet kıldık ki insanlığa model olasınız diye ayetinde olduğu gibi.

lehüm ecruhüm ve nuruhüm ödül de onların ışıkta onların olacak. velleziyne keferu ve kezzebu BiâyâtiNA ülaike ashâbul cahıym inkarda direnen ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar gözleri fal taşı gibi açan bir ateşin ehli olacaklar.

 

20-) I’lemu ennemelhayatüddünya le’ıbun ve lehvun ve ziynetün ve tefahurun beyneküm ve tekasürun fiyl’emvali vel’evlad* kemeseli ğaysin a’cebelküffare nebatuhu sümme yehiycü feterahu musferren sümme yekûnu hutama* ve fiyl’ahıreti ‘azâbün şediydun ve mağfiretun minAllâhi ve rıdvan* ve melhayatüddünya illâ meta’ulğurur;

İyi bilin ki dünya hayatı sadece bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür; aranızda bir büyüklenme ve mallarda ve evlatta çoğalma yarışıdır! (Bunlar) şu misaldeki gibidir: Yağmurun yeşerttiği ekinle mutlu olurlar ama sonra bakarsın ki o yeşillikler kurur, sararır ve toprak olur hepsi! Sonsuz gelecek yaşamda ise ya şiddetli bir azap veya Allâh’tan bir mağfiret ve Rıdvan vardır. Dünya hayatı nesneleri, kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. (A. Hulusi)

20 – Biliniz ki: Dünyâ hayât bir oyun, bir eğlence, bir süs ve aranızda bir tefahur ve mal-ü evlat da bir çokluk yarışından ibarettir, bir yağmur temsili gibi ki otu rençperleri imrendirmiştir, sonra heyecana gelir, bir de görürsün sararmıştır, sonra da olur bir çör çöp, âhirette ise şiddetli bir azâb bir de Allah dan bir mağfiret ve Rıdvan vardır. Dünya hayât bir aldanış metâından başka bir şey değildir. (Elmalı)

 

I’lemu ennemelhayatüddünya le’ıbun ve lehvun ve ziynetün ve tefahurun beyneküm (iyi bilin ki,) tek başına -bu ibare de yok ama biz mutlaka bunu böyle anlamalıyız, parantez içi böyle bir ifade varmış gibi okumalıyız.- iyi bilin ki tek başına bu dünya hayatı bir oyun ve oynaştan, albenili bir gösteri ve birbirinize karşı övünme yarışından ve tekasürun fiyl’emvali vel’evlad ve mal ve evlat çoğalma hırsından ibaret olurdu eğer tek başına bu dünya hayatı olsaydı.

Cümlenin yapısı gereği tek başına dünya hayatı diye anlamamız gerekiyor bunu. Öbür dünya göz ardı edildiğinde bu dünya tüm anlam ve amacını yitirirdi. Dünya; cife, talibi de köpekler değil yani. Hint fakirliğine özendirmiyor bu ayetler. Yani dünyayı bire kir ve pislik saymamızı gerektirmiyor.

Dünya bir tarla zaten Allah Resulünün dediği gibi. Tarla olmazsa hasat olur mu? Dünya olmazsa ahiret olur mu? Onun için delil de arkadan geliyor bu söylediğim. Yani hint fakirliğini özendirmiyor Fakr nedir dediğimizde Cüneyd’in tarifi; “Fakr; senin hiçbir şeye sahip olmaman değil, dünyalara sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir.” Diyordu ya.

İşte burada ayette arkadan gelen ruhbanlığın iyi bir şey olmadığına dair ayette aslında bize bunu veriyor. Yani burada Hint fakirliği özendirilmiyor. El kârda gönül yarda olan bir çalışma hayatı özendiriliyor. Elinde çok olsun, gönlünde yok olsun denilmeye getiriliyor. Hani Celâleddin Rûmi’nin misaliyle; Dünya bir deniz, kâlp bir gemi. Eğer su geminin içine girerse batar. Su geminin dışında olursa, yani dünyalıklar kâlbin dışında olursa, yüreğe konmazsa dünyalık yol olur, geminiz yol alır. Bunun gibi.

kemeseli ğaysin bunun sonu şu yağmur meseline benzer. a’cebelküffare nebatuhu sümme yehiycü feterahu musferren sümme yekûnu hutaman o yağmur çiftçileri, aslında a’cebelküffare, küffar; çiftçiler manasına da gelir. Kafir toprakla tohumu örttüğü için çiftçiye de denir. Ama ben burada tevriye var gibi geliyor. Hem çiftçileri hem de nankörleri gibi çifte bir anlam var gibi geliyor. Ben yine de buna değinerek geçeyim. Çok sevindirir çiftçileri veya nankörleri. Sonra kurur ve sen onu sararmış görürsün ve sonunda toz toprak olur, karışır gider.

ve fiyl’ahıreti ‘azâbün şediyd ama ahirette böyle olmayacak. Yani dünyada sahip olduğun şey eğer tek dünyalıysan sadece dünya hayatından müteşekkilse servetine bakışın, işte bu sonunda böyle olacak. Yani ne kadar yeşil olursa olsun bir bahçe, bir bağ, bir tarla, bir orman sonunda kuruyacak çöp olacak, talaş olacak, toprağa karışacak ve bitecek. Bir bahar ne kadar gümrah olursa olsun mutlaka onu bir kış bekler. Öyle değil mi. Ama eğer  ahireti varsa işte böyle olmayacak diyor. Ahiret böyle olmayacak, ya ne olacak;

ve fiyl’ahıreti ‘azâbün şediyd ya şiddetli bir mahrumiyet, azabı kelime anlamıyla, kök anlamıyla çevirdim, ve mağfiretun minAllâhi ve Rıdvan veya Allah’tan bir mağfiret ve hoşnutluk olacak. Bir mağfiret ve hoşnutluk. Hoşnutluk; razılık diye çevirebiliriz. Razı oluşun tüm olumlu anlamlarını içerir Rıdvan. Kip olarak fu’lan vezninden. Kuldan razı oluşun en kesin delili nedir? Allah’ın birinden razı olduğunu en kesin delili nedir? O kişinin Allah’tan razı olması. Allah; kendisinden razı olanlardan razı olur. İşte Rıdvan’ın içinde bu anlam da var.

ve melhayatüddünya illâ meta’ulğurur zira tek başına bu dünya hayatı aldatıcı ve geçici bir tatmin aracından başka bir şey değildir. Yine tek başına bu dünya hayatı. Tek başına dünya olduğu zaman hayatın anlam ve amacı yok oluyor. Hayatın anlam ve amacı ahirettir. ahiret siz bir dünya anlamsız ve amaçsız bir hayattır.

[Ek bilgi; Müteahhir alimlerden birisi şöyle demiştir:

“Bir oyundur” çocukların oyunu gibi. “Bir eğlencedir” gençlerin eğlenmesi gibi. “Bir süstür” kadın­ların süsü gibi. “Bir öğünüştür” birbirine denk şahısların karşılıklı öğünüşleri gibi. “Çokluklarıyla bir yarıştır” tacirlerin mallarının çokluklarıyla Öğünüşleri gibi.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Dünya, sonunun gelmesi ve yok oluşu itibariyle bu şeylere benzer. Ali (r.a)’den rivayete göre Ammar’a şöy­le demiştir:

“Dünyaya üzülme! Çünkü dünya altı şeyden ibarettir: Yiyecek, içe­cek, giyecek, koklanacak şeyler, binecek ve evlenilecekler. En güzel yiye­ceği baldır, o ise bir tür sineğin tükürüğüdür. En bol içeceği sudur, bütün can­lılar bu hususta birbirine eşittir. En üstün giyeceği ipektir, bu ise bir kurtçu­ğun dokumasıdır. En üstün kokusu misktir, bu da bir farenin kanıdır. En üs­tün bineği attır, yiğitler onun sırtında öldürülür. Nikâhlanacaklara gelince, on­lar da kadınlardır. Bu ise bir sidik yolunun, bir sidik yolunda olması demek­tir, Allah’a yemin ederim, Kadın en güzeli yerini süslemekle birlikte, onun en çirkin yeri arzu edilir.(El Camiu Li-Ahkâmi’l-Kur’an– İmam Kurtubi)]

 

21-) Sabiku ila mağfiretin min Rabbikum ve cennetin ‘Arduha ke’ArdisSemâi vel’Ardı, u’ıddet lilleziyne amenû Billâhi ve RusuliHİ, zâlike fadlullahi yü’tiyhi men yeşa’* vAllâhu Zülfadlil ‘Azıym;

(O hâlde) Rabbinizden bir mağfirete ve Esmâ’sıyla hakikati olan Allâh’a ve Rasûllerine iman edenler için hazırlanmış olan, genişliği semâ ve arzın genişliği gibi olan bir cennete, yarışarak koşun! İşte bu Allâh’ın fazlıdır ki onu dilediğine verir! Allâh, Zül Fadlil Aziym’dir (büyük lütuf sahibidir). (A. Hulusi)

21 – Siz Rabbinizden bir mağfirete ve eni Yerle Gök ün eni gibi bir Cennete yarışınki Allaha ve Resullerine iman edenler için hazırlanmıştır, o Allahın fadlıdır, onu dilediği kimselere verir, ve Allah, çok büyük fadıl sahibidir. (Elmalı)

 

Sabiku ila mağfiretin min Rabbikum ve cennetin ‘Arduha ke’ArdisSemâi vel’Ard rabbinizin mağfiretine nail olmak ve alanı gök ve yerin alanı gibi uçsuz bucaksız cennete kavuşmak için birbirinizle yarışa girin. Dünya için değil ahiret için yarışın. Siz dünya için yarışıyorsunuz. u’ıddet lilleziyne amenû Billâhi ve RusuliH bu Allah’a iman eden ve O’nun elçilerine iman edenler için hazırlanmıştır. O uçsuz bucaksız cennetler. zâlike fadlullahi yü’tiyhi men yeşa’ bu Allah’ın dileyen kimseye vermeyi dilediği bir ihsanıdır, bir ikramıdır. Dileyen kimseye vermeyi dilediği diye çevirdim yeşa’ fiilini iki özneyi gören bir biçimde anlamak, yarışın emriyle ve külli, cüzi irade bakışıyla doğrudan alakalıdır. vAllâhu Zülfadlil ‘Azıym Allah büyük ikram sahibidir, büyük kerem sahibidir, lütuf sahibidir.

 

22-) Ma esabe min musıybetin fiyl’Ardı ve lâ fiy enfüsiküm illâ fiy Kitabin min kabli en nebraeha inne zâlike ‘alAllâhi yesiyr;

Arzda (bedeninizde – dış dünyanızda) ve nefslerinizde (iç dünyanızda) size isâbet eden hiçbir musîbet yoktur ki, bizim onu yaratmamızdan önce, bir kitapta (ilim boyutunda oluşmuş) olmasın! Muhakkak ki bu Allâh üzerine çok kolaydır! (A. Hulusi)

22 – Ne Arzda, ne de nefislerinizde bir musibet başa gelmez ki biz onu fiile çıkarmazdan evvel bir kitap da yazılmış olmasın, şüphesiz bu Allaha göre kolaydır. (Elmalı)

 

Ma esabe min musıybetin fiyl’Ardı ve lâ fiy enfüsiküm illâ fiy Kitabin min kabli en nebraeha ne yer yüzünü ne de sizin başınıza daha önceden kayıt altına aldığımız bir tasarımımız olmadıkça asla bir musibet gelmez, isabet etmez. Fiy kitabin yani hayat için koyduğumuz yasalar demektir bu. inne zâlike ‘alAllâhi yesiyr bu Allah’a çok kolaydır. İlahi takdiri anlamakta zorlanırız değil mi. Çünkü biz ölümlüyüz ve zihnimiz zamana bağlı olarak algılar her şeyi. Ancak Allah için zaman, önce, sonra yok. Bu ona çok kolay, ama size imkansız gelebilir. Allah hayata müdahildir diyor bu ayet. Hayatı yaratmadan yasalarını yaratmıştır gibi bir ima da içeriyor.

 

23-) Likeyla te’sev ‘alâ ma fateküm ve lâ tefrahu Bima ataküm* vAllâhu lâ yuhıbbu külle muhtalin fehur;

(Bunu bildiriyoruz) ki elinizden kaçana üzülmeyesiniz ve size verdiği ile de sevinip şımarmayasınız! Allâh çok övünen kibirli hiçbir kimseyi sevmez! (A. Hulusi)

23 – Şunun içinki kaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmeyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez. (Elmalı)

 

Likeyla te’sev ‘alâ ma fateküm ve lâ tefrahu Bima ataküm böyle takdir etmiştir ki elden kaçırdıklarınıza aşırı üzülmeyesiniz, ele geçirdiklerinize de aşırı sevinmeyesiniz diye. Yani bütünü asla göremezsiniz, O görür. Parçayı görene düşen tek şey var, bütünü gören Allah’a teslim olmak. vAllâhu lâ yuhıbbu külle muhtalin fehur Nitekim Allah hiçbir kendini beğenmiş, şımarığı sevmez.

 

24-) Elleziyne yebhalune ve ye’murunenNase Bilbuhl* ve men yetevelle feinnAllâhe “HÛ”velĞaniyyulHamiyd;

Onlar (zenginliğiyle övünen kibirliler) cimrilik yapan ve insanlara cimriliği emreden kimselerdir! Kim (Allâh’tan) yüz çevirirse, muhakkak ki Allâh Ğaniyy’dir, Hamiyd’dir. (A. Hulusi)

24 – Onlar ki hem behıllik ederler hem de halka behıllik emrederler, her kim de ardını dönerse haberi olsun ki Allah, ganiy Hamîd o. (Elmalı)

 

Elleziyne yebhalune ve ye’murunenNase Bilbuhl cimrilik yapan ve insanlara da cimriliği öneren kimselere gelince ve men yetevelle kim Allah’a sırtını dönerse, yani cimrilik yapan Allah’a sırtını dönmüş kabul edilir. Allah’a sırtını dönen ise feinnAllâhe “HÛ”velĞaniyyulHamiyd iyi bilsin ki Allah kendi kendine yetendir ve hamdlerin tümüne layık olandır. Yani eğer sen cimrilik yaparsan kendine yapmış olursun. Adeta bununla Allah’a Ya rabbi bana verme demiş olursun. Çünkü unutma Allah kulundan her ne istedi, almak için istemez, vermek için ister. İbrahim’den İsmail’i ni istedi İsmail’ini almadı, İshak’ı da verdi. Eğer insanoğlu akıllıysa Allah’ın ver dediği yere, ver dediği zaman ve zemini bir fırsat bilir Allah kendisine daha fazla versin istiyorsa verir. Çünkü infak hem insanı nifaktan korur, hem de Allah’ın lütfunu önüne uçsuz bucaksız açar. Rabbim kendisini layıkıyla tanıyan Lûtfuna layık olan infak ile nifaktan korunan kullarından kılsın bizleri.

(sonraki ayetler 172. videoda)

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Ekim 2013 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın