RSS

Tefsir Dersleri MÜLK SURESİ (13 -30)(179-A)

07 Şub

5

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

ve ufevvidu emriy ilAllâh* innAllâhe Basıyrun Bil ‘ıbad. (Mü’min/44)

Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Allahümme amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün dersimize Mülk suresinin kaldığımız ayetinden, yani 13. ayetinden devam ediyoruz. Mülk suresi sizin de hatırlayacağınız gibi rabbimizin büyük hükümranlığından, insan, kâinat ve Allah ilişkisinden ezcümle, sözün özü bahsediyordu. Ve biz daha önce ahirette ki inkarcıların itirafını dinlemiştik bu sureden. Demişlerdi ki;

Ve kalu lev künna nesme’u ev na’kılu ma künna fiy ashabisse’ıyr (10) eğer vahyi işitseydik veya Allah’ın bahşettiği aklı kullansaydık şimdi şu kışkırtılmış ateşte, aslında ne kadar az ödemiş olursak olalım yine de pahalı almış olduğumuz se’ıyr den ateşte bulunmayacaktık dediklerini okumuştuk. Şimdi bir başka pasaj önümüzde 13. ayet şöyle diyor:

 

Bismillah

13-) Ve esirru kavleküm evicheru Bih* inneHU ‘Aliymun BiZâtissudur;

Düşündüğünüzü ister içinizde tutun ister açığa vurun! Muhakkak ki O, sadırların (içinizin – bilincinizin – şuurunuzun) zâtı olarak Aliym’dir. (A. Hulusi)

13 – Sözümüzü ister sır tutun ister açığa vurun, çünkü o bütün sînelerin künhünü bilir. (Elmalı)

 

Ve esirru kavleküm evicheru Bih imdi ey insan, ey muhatap, ey lebbeyk ya rabbi diyen, inancınızı ister açıklayın ister gizleyin inneHU ‘Aliymun BiZâtissudur iyi bilin ki, hiç aklınızdan çıkarmayın ki O yani Allah göğüslerin en mahrem sırlarını bilendir. O’ndan hiçbir şey saklayamazsınız. Sadece açıkladıklarınızı değil, sadece maskenizi değil maskenizin altındaki yüzünüzü de bilir. Sadece zihninizi değil, kalbinizin içinde sakladıklarını da bilir. Sadece onu değil bilinç altınızı da bilir. Yani ilahi kamera öyle bir kameradır ki 3 boyutlu değil 3.000 boyutlu çeker. Bir eylemi, mesela namaz kılıyorsunuz, namaz kılarken bedeniniz namazdayken o anda aklınız nerde. Onu da çekmiş, onun yanına koymuş. Yetmedi, bitmedi, O anda kalbinizden hangi duygular geçiyor. Öyle bir kamera ki onu da çekmiş, onu da yanına koymuş. Bitmedi, o anda bilinç altınızda neler var, yani sizi güdüleyen şeyler neler, onu da çekmiş, onu da yanına koymuş. Bitmedi, bütün bunların altında hangi temel tasavvurlar, hangi alışkanlıklar, hangi iç güdüler, hangi dürtüler var, onları da çekmiş, onları da koymuş. Ve daha bilmediğimiz, sayamayacağımız bir sürü şey. Yüreğinizin 40. odasının filmini de çekmiş yani. İşte bu ayet bunu dile getiriyor.

Aslında inancınızı derken ben takribi bir ifadeyle çevirdim, yoksa kavkeküm; lafzen sözünüzü. Burada söz inancı temsil ettiği için inancınızı diye çevirdim.

Bir önceki ayet ile bağlantısı var bu ayetin. Allah gaybi bir hakikattir demiştik ya, daha doğrusu bir önce ki 12. ayet demişti ya, hatırlayalım o ayeti;

İnnelleziyne yahşevne Rabbehüm Bilğaybi lehüm mağfiretun ve ecrun Kebiyr (12) evet, rablerinden haşyet duyan kimseler, rablerinden O’nun sevgisini kaybetme korkusuyla tir tir titreyen. Dikkat buyurun, korkan değil, sevgisini kaybetme korkusuyla titreyen kimseler. Hem de o rableri ki; O gaybi bir hakikattir.

Nasıl, ne demek gaybi bir hakikat?Mesela rabbimizin zatını gözümüzle görmeyiz. Peki gördüğümüz nedir? Gördüğümüz esmasının tecellisidir. Sanatı görür sanatkârı biliriz. Eseri görür müessiri biliriz, fiili görür faili biliriz. İnanırız ki ortada bir sanat eseri varsa onu yapan bir sanatkâr vardır. İnanırız ki ortada bir ses varsa o sesi çıkaran bir ağız vardır. İnanırız ki ortada bir akan su varsa o suyun bir kaynağı vardır. İnanırız ki ortada bir eylem varsa o eylemi yapan biri vardır. Onun içinde rabbimizi istidlâl yoluyla biliriz.

Eğer aklımızı yememişsek anlarız ve biliriz ki şu kâinatta ki bu muhteşem nizam ve intizam kendiliğinden olmaz. Bu kâinata bu nizamı veren bir sanîi alem var. Bu kâinatı böylesine muhteşem bir düzene koyan bir el var. Bu eli inkar edersek kendimizi inkar etmiş oluruz, aklımızı inkar etmiş oluruz. Yer yüzüne dikey iki tane taş, bir de yer yüzüne paralel üzerine bir taş bulmuş olalım. Bu taşların tarihi de 15.000 yıllık olsun. Dünyaya ilan etmez miyiz. İnsanlığın ilk yapısını buldum diye. Yahu bulduğumuz aslında yer yüzüne dikey iki taş, bir de paralel üstüne bir taş. Yani 3 taşı böyle bir birine denk bir biçimde koyup bize gösterdiklerinde yer yüzünün ilk insan eliyle yapılmış yapısını buldum diye ilan eden bir mantığın, şu akıl sır ermez kâinatta ki muhteşem düzen ve nizamı kendi kendine oluşmuş, tesadüfen oluşmuş olarak nitelemesi sizce de bir çelişki teşkil etmiyor mu. Komik olmuyor mu. Evet daha ötesini konuşmaya bile gerek yok.

Allah gaybi bir hakikattir. Fakat siz O’nun Zatını bilemezsiniz. Yani Allah’ı zat olarak bilemezsiniz, kavrayamazsınız. Biz insanların aklı buna yetmez. 12. ayette söylenen bu. Hatta 10. ayette ki cehennemliklerin itirafının geleceği tan yansıtmadığını ama sadece onların vahye ve akla ihanetlerini değil, bunların altında ki gerçek sebebi de belirtir aslında.

Nedir o? O gerçek sebep tasavvurdur. Yani Bi zatis sudur kalplerin özü. Ben tasavvur diye de çevrilmesi gerektiğini düşünüyorum bunun. Tasavvurat, orada ki yanlış dile, ele göze, kulağa her tarafa ele ayağa yansıyor. Yani tasavvurda ki metre ve kilonuz bozuksa, düşünürken yanlış kilo ile tartıyor, yanlış metreyle ölçüyorsanız bu eyleminize yanlış yansıyacaktır. Değerlendirmeniz yanlışsa eyleminiz de yanlış olacaktır. Başlangıçta ki mm. lik bir sapma açısı, eylemde Km. lere bali olacaktır. Onun içinde düzelteceksek tasavvur da düzeltmemiz lazım. Yani elimizde ki o kiloyu düzeltmemiz lazım. 800 gr. Lık bir kilo ile 1.000 gr diye alıp 1.000 gr. Diye satarak dürüstlük yapamayız. 80. cm. lik, 90 cm lik bir metreyle 1 m. Diye alıp 1 m. Diye satarsak hem kanarız, hem kandırırız.

O zaman kilolarımız ve metrelerimizi kime ölçtüreceğiz? Aşınıp aşınmadığını nerden kontrol edeceğiz? Kimin tezgâhına, kimin iktisat Md. Lüğüne götüreceğiz? Elbette vahyin. Vahiy akıl kilomuzun aşınıp aşınmadığını ölçtüreceğimiz en muhteşem iktisat Md. Lüğüdür. Bunu unutmayacağız.

 

14-) Elâ ya’lemu men haleka, ve “HU”vel Latıyful Habiyr;

Yarattığını bilmez mi! O, Latiyf’tir, Habiyr’dir. (A. Hulusi)

14 – Bilmez mi o yaradan ki o öyle latîf öyle habîr. (Elmalı)

 

Elâ ya’lemu men halek hiç yarattığını bilmez mi. veya yaratan bilmez mi. men halâk, ya’lemu fiilinin hem faili, hem mef’ulü olur. Onun içinde iki manayı birden de verebiliriz. Ya o yarattığını bilmez mi manasını da verebiliriz, yaratan bilmez mi manasını da. Yaratan bilmezse kim bilir. Yaratana kendimizi öğretmeye çalışıyoruz bazen (haşa) sanki bize ne kadar dert yükleyeceğini bilmiyormuş gibi. Sanki bizim istiap haddimizi, sanki bizim ne kadarı götürebileceğimizi bilmiyormuş gibi iniliyoruz, sızlanıyoruz, yakınıyoruz. Oysa ki bizi O yarattı, yarattığını bildiği içinde ne kadarını götüreceğimizi çok iyi bilir. Bize ne kadar yükleyeceğini de çok iyi bilir. Bir güvenebilseydik, zaten imanın ahlaki anlamı güvendi. Güvendiğimiz an iman da etmiş olacağız. ama güvenden yoksun bir iman ahlakı olmayan bir imandır ve maalesef modern insanın imanı, iman ahlakından yoksun bir iman. Genelde problem budur değerli Kur’an dostları.

Elâ ya’lemu men halâk yaratan bilmez mi, yarattığını bilmez mi ve “HU”vel Latıyful Habiyr zira o ilmiyle her şeye nüfuz edendir. Lâtıyf ve El Habiyr. El Lâtıyf ve el Habiyr i bir arada tercüme ettiğim için birbirini tamamlayan esmadan iki isim. Kesifin zıddıdır lâtıyf. Veya 2. bir anlamı var. Lütuftan geldiğini kabul edersek mübalağa ile ismi faildir. Yani bol lütuf sahibi, lûtfu sınırsız olan manasına gelir. Ama letafetten geldiğini söylersek sıfat-ı müşebbehe olur bu durumda da o zaman şu manaya gelir. Lûtfuna, daha doğrusu O’nun bizim üzerimizde ki tasarrufuna akıl sır ermez. Yani her şeyi ilmiyle, ince bir nüfuz ile nüfuz eden, geçen manasına gelir ki, lâtayıf derler mesela, insanın manevi hassalarına. Yine lâtife derler ince espriye. Biz de deriz, biz de kullanırız. Yine çaktırmadan hissettirmeden muhataba sırrını öğrenmeye de iltifat denilir Arap dilinde. Aslında iltifatın kök manası budur. Yani karşıdakine hissettirmeden onun sırrını, veya onun iç dünyasını öğrenmek, onu açmak, onu söyletmek. Görüyorsunuz aslında hissettirmeden en ince yerine kadar girmek, sırrına kadar ulaşmak manasına geldiğini de öğrenmiş olduk.

 

15-) “HU”velleziy ce’ale lekümül’Arda zelûlen femşû fiy menâkibiha ve kûlu min rizkıh* ve ileyHİnnuşur;

O, arzı (bedeni) size (bilincinize) tâbi oluşturdu! Onun omuzlarında yürüyün ve O’nun yaşam gıdasından nasiplenin! Yeniden varoluşunuz O’na dönük olacaktır! (A. Hulusi)

15 – O Hâliktır ki o, size Arzı zelûl (munkad) kıldı, haydin, o Arzın omuzlarında yürüyün de o yaradan lâtîfi habîrin rızkından yiyin, onadır fakat nihayet nüşûr. (Elmalı)

 

“HU”velleziy ce’ale lekümül’Arda zelûlen yer yüzünü sizin için emre amade kılan, boyun eğdiren, emrinize veren O Allah’tır. Zelûl; Zûl kökünden gelir, zelil ise onursuz, alçak manasına zelil ise Zill kökünden gelir. İkisi farklı. Mesela at zelûldür, katır zelildir. At Zelûldür ana zelil değildir, onursuz değildir at. Onurlu bir hayvandır, fakat zelûldür. Neden boyun eğmiştir insana. İnsanın terbiyesine girmiştir. Yani insana gemini vermiş, ipini vermiştir. Fakat katır zelildir. Neden çünkü hiç güven olmaz. Ne zaman ne yapacağı bilinmez teper. Okun için de katır gibi tepme denilir. Yani ne zaman vuracağını kimse bilemez, terbiyeye pek gelmez. O nedenle zelûl ile zelil arasında fark var.

 “HU”velleziy ce’ale lekümül’Arda zelûlen yer yüzünü sizin için emre amade kılan O’dur. Emre amade kıldı, zelil kılmadı yani. femşû fiy menâkibiha ve kûlu min rizkıh artık onun her tarafını katedin ve onun rızkından nasiplenin ve ileyHİnnuşur ama O’na döndürüleceksiniz. Yani O’na döndürülerek O’nun huzurunda toplanacağınızı asla unutmayın, aklınızdan çıkarmayın.

 

16-) Eemintüm men fiysSemâi en yahsife Bikümül’Arda feizâ hiye temur;

Semâdakinin sizi arzınıza geçirmesinden güvencede misiniz? Birden o harekete geçip çalkalanmaya başlar! (A. Hulusi)

16 – Emîn misiniz o Semâdakinden; sizinle Arzı göçürüvermesinden? O vakit bakarsınız ki o Arz çalkalanıyordur. (Elmalı)

 

Eemintüm men fiysSemâi en yahsife Bikümül’Ard gökte olanın sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin misiniz. Burada gökte olan demiş. Aslında nasıl anlamalı men fissema gökte olan. İki şekilde anlaşılabilir.

1 – Allah’ın makamı makami yüceliktir, mekani yücelik değil yani gökte olan ile rabbimiz kast edilmişse bununla mekan kastedilmez. Çünkü gök diye bir şeyin üstüne, yücesine ulvi olanına denilir. Hakiki manada gök bir şeyin yukarı kısmıdır. Mecazi manada gök yüce olan ulvi olan aşkın olandır. Burada da mecazi olarak zikredilmiştir, burada ki gökten kasıt makamıdır mekani değildir yani mekansal bir cihet değil, makami, Allah’ı makamının yüceliğini ifade eder.

2. İkinci ihtimali melek te olabilir. Yani gökte olandan kasıt melekte olabilir ki Ankebut/34. ayetiyle karşılaştırarak anlamak lazım.

feizâ hiye temur o zaman bir de bakmışsınız ki arz çalkalanmaya başlamış, sarsılmaya başlamış. Yani eğer gökte olan bizi yerin dibine geçirmeye karar vermişse o zaman yeri kim tutar. Yeri bir salladı mı kim mani olur buna. Şu büyük depremlere hangi güçle karşı koyarsınız. Hangi makine mani olur. Hangi iple baplarsınız yer yüzünü, hangi halat tutar, kim teskin eder bu toprakları İnsanlık bunu çok yaşadı, hala da yaşıyor. Onu soruyor.

 

17-) Em emintüm men fiysSemâi en yursile ‘aleyküm hasiba* feseta’lemûne keyfe neziyr;

Ya da semâdakinin, üzerinize bir kasırga – hortum irsâl etmesinden güvencede misiniz? Uyarımın anlamını bileceksiniz! (A. Hulusi)

17 – Yoksa emîn misiniz o Semâdakinden: üzerinize bir mermîler yağdırıcı gönderivermesinden? O vakit bilirsiniz ki nasılmış inzarım? (Elmalı)

 

Em emintüm men fiysSemâi en yursile ‘aleyküm hasiba ya da gökte olanın sizin üzerinize bir bela kasırgası hasıba, bir bela rüzgârı, rüzgâr hafif geldi, bela kasırgası salmayacağından emin misiniz. feseta’lemûne keyfe neziyr artık uyarım nasıl olurmuş o zaman anlayacaksınız. O zaman bileceksiniz. Yani eğer şimdi bu dünyada iyilikle benim uyarımı, vahyimi duymazdan gelirseniz, eğer vahyime kulak tıkarsanız, benim sizi iyilikle uyarılarıma sırt dönerseniz. Benim başka tür uyarılarım da var. O zaman öyle bir uyarırım ki sizi onu dinlememezlik edemezsiniz. Ama iş işten geçer. O uyarı artık hiçbir işinize yaramaz, çünkü yararsız olmuştur dönüşünüz. İbret alsanız da almasanız da bir olur. O gün gelmeden önce kulağınızı vahyin uyarısına açın.

 

18-) Ve lekad kezzebelleziyne min kablihim fekeyfe kâne nekiyr;

Andolsun ki onlardan öncekiler de yalanladı! Benim, beni inkâr sonucunu yaşatmam nasıl oldu! (A. Hulusi)

18 – Filhakika onlardan evvelkiler de tekzip ettiler, fakat nasıl oldu inkârım. (Elmalı)

 

Ve lekad kezzebelleziyne min kablihim doğrusu onlardan önce de yalanlayanlar olmuştu. Yalanlayan, inkâr eden, uyarıları dinlemeyen, kendilerine gönderilen peygamberleri taşlayan hatta, vahye sırt dönenler de olmuştu. fekeyfe kâne nekiyr ama benim inkârım ne demekmiş gördüler. Nasıl olurmuş benim inkârım. Burada kinaye var hem de tevbıyh, yani azar yüklü bir kinaye, ağır bir kinaye. İlâhi bir hitap yüklü bir kinaye. Zımnen şunu diyor felâket. İnkârcıların, yani insanın benliğini inkâr etmesi değil, beni herkes inkâr etse neyim eksilir ki. Ben Allah’ım. Yani biz zımnen bu ayeti böyle anlayacağız. Rabbimiz zımnen bunu söylüyor. Hepimiz Allah’ı inkâr etsek Allah’ın nesi eksilir.

Felaket bizim O’nu inkâr etmemiz değil, asıl felâket O’nun bizi inkâr etmesidir. fekeyfe kâne nekiyr bu. Benim inkârım nasıl olurmuş görsünler bakayım. Yani inkâr mı istiyorlar, asıl ben onları inkâr edersem onların felâketi o zaman kopar.

Nasıl inkâr eder bizi rabbimiz? Daha önce ilgili ayetlerde gördük nesullahe feensahüm enfusehüm. (Haşr/19) onlar Allah’ı unuttular, Allah’ta onları kendilerine unutturdu.

Bir başka ayette; nesullahe fenesiyehüm. (Tevbe/67) Onlar Allah’ı unuttular, Allah’ta onları unuttu. Onların Allah’ı unutması felâket değil, asıl felâket Allah’ın onları unutması. Allah unuttuğu zaman nereye gidecekler, kimin kapısına koşacaklar eynel mefer nereye kaçmalı, kaçacak yer mi var. Allah’tan başka bir yer mi var. Allah’ın bulunmadığı bir yer mi var. Allah’tan kaçacak bir mekan mı var. Nereye kaçmalı?

Fefirrû ilAllâh..! (Zariyat/50) Allah’a kaçınız diyor ya Kur’an. zaten başka da çaresi mi var.

 

19-) Evelem yerav ilettayri fevkahüm sâffatin ve yakbıdne, ma yumsikühünne illerRahmân* inneHU Bikülli şey’in Basıyr;

Üstlerinde saf saf kanatlarını açıp yükselen, kapayıp inen kuşları görmezler mi! Onlar Rahmânî kuvvelerle bunu başarıyorlar! Muhakkak ki O, her şeyi (hakikati olarak) Basıyr’dir. (A. Hulusi)

19 – Bakmazlar mı ki üstlerinde uçan kuşlara, kanat süzerlerken ve yumarlarken? Rahmandır ancak onları tutan, şüphesiz ki o her şey-i görür. (Elmalı)

 

Evelem yerav ilettayri fevkahüm sâffatin ve yakbıdn onlar saflar halinde üzerlerinde kanat çırpan şu kuşları düşünmüyorlar mı, görmediler mi. bakmazlar mı onlara. Hava dinamiğini hatırlatan bir ayet. Biliyoruz ki havada uçan canlı cansız nesne, her varlık Allah’ın hava yasası gereğince, aerodinamik yasası gereğince uçar. O yasayı koyan Allah’tır. Onun için havada uçan her varlığın uçuşu Allah’a nispet edilir. Çünkü yasayı koyan O’dur. Ekmeğe değil, ekmeğin sahibine teşekkür etmelidir. Ekmeğin sahibini unutmadıysanız eğer. Bu da onu hatırlatıyor bize. Yani kuşlar kendi maharetleriyle uçmuyorlar. Eğer Allah hava dinamiğinin yasalarını havaya koymamış olsaydı bak bakalım bir tek sinek kımıldayabilir miydi.

ma yumsikühünne illerRahmân* inneHU Bikülli şey’in Basıyr onları rahmandan başka havada tutan kimse yok şüphesiz O, Allah; her şeyi en ince ayrıntısıyla görendir.

Sorunun zımni cevabı açık rahman’ın koyduğu yasalar sayesinde duruyor, uçuyor o kuşlar orada. Tabiat yasaları ilahi rahmetin eseriymiş. Bu ayetten ve bu pasajdan biz bunu çıkarıyoruz. Eğer şu tabiata, şu kâinata Allah yasalar koymuşsa, yer çekimi yasası, çekim yasası, cazibe yasası, merkezkaç yasası, akışkanlar yasası, hava yasası, ısı yasası, termodinamiğin yasaları ve diğer tüm yasalar. Allah’ın koyduğu bu yasalar sayesinde eşya bize boyun eğiyor. Biz eşyayı kullanabiliyoruz. Bu yasalar sayesinde biz eşya ile ilişkiye geçebiliyor, hayatımızı kolaylaştırıyoruz.

Bu yasaları keşfettiğimiz sürece bunu yapmaya devam edeceğiz. Fakat hem bu yasalar sayesinde biz eşyayı kullanalım, Allah eşyayı bu yasalarla bize boyun eğdirsin, hem de bu yasaları koyana isyan edelim, O’nu inkâr edelim, O’na sırt dönelim, O’na nankörlük yapalım, nasıl bir şey bu? Aziz Kur’an dostları Rabbimiz ne yapsın buna, nasıl muamele etsin, ne beklerdiniz? Hem insan için bu muhteşem misafirhaneyi bu muhteşem hazırlığı ile hazırlasın da insan dönüp O’na nankörlük yapsın.

Ya eyyühel’İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) ey insanoğlu bu kadar cömert olan rabbine karşı seni böyle müstağni kılan, seni böyle küstah ve gururlu kılan nedir? Kur’an soruyor.

[Ek bilgi; Burada verilen anlam kuşları, Allah’ın kudretiyle tuttuğunu ifade etmektedir. Söz konusu kelimenin emseke fiili olup kelimenin 1. anlamı “bir şeyin üzerine el koymak yakalamak, tutmak, birini alıkoymaktır.” Kuşun hareketinin tamamen Allah’ın emrine başlı olduğunu belirten bu ayetlerle çağdaş bilimsel veriler arasında pekala münasebet kurulabilir.

Çağdaş bilgiler uçuşlarını programlamak konusunda bazı kuş cinlerinin ne derece mükemmel bir noktaya uçtuklarını göstermiştir. Zira hayvanların genetik kodunda kaydedilmiş, gerçek bir “göç” programı vardır ve çok karmaşık ve çok uzak güzergâhlarda yol almayı ancak böyle bir programla açıklamak mümkün olur. Çünkü daha önce hiçbir tecrübesi olmayan, yardımcısı da bulunmayan yavru kuşların, hareket noktasında tespit edilen tarihte dönmek üzere bu güzergâhı tamamlamaya kabiliyetli oldukları açıkça ortaya çıkmıştır.

Prof. Hamburger; La Puissance et la Fragilité (Flammarion-1972) adlı kitabında örnek olarak Pasifik okyanusunda ki “mutton-bird” in ünlü durumunu ve onun 8 şeklinde 25.000 km. uzunluğunda ki güzergâhını anlatır. (Kuş bu yolu hiçbir kılavuzun yardımı olmaksızın hareket noktasına en fazla bir haftalık gecikme ile 6 ayda tamamlar)

Böyle bir seyahatin çok karmaşık direktiflerinin zorunlu olarak kuşun sinir hücrelerine kayıtlı olması gerektiği kabul edilmektedir. O direktifler kesinlikle programlanmıştır, programlayan kimdir. (Maurıce Bucaılle- Kitab-ı Mukaddes Kuran ve bilim)]

[Ek bilgi; “Görmediler mi?” irfan ve hakikât kuşlarını, nurani parıldayışları ve kutsi anlamları “ üstlerinde” ruh semasında “kanatlarını açarak” nefislerini bir tertip ve uyum içinde hareket ettirerek “ve kapatarak” kalbe iniş esnasında kapatarak uçtuklarını görmediler mi?

“Onları Rahman olandan başkası tutmuyor.” İstidatlara şekil veren, istidatlara kabul yeteneğini veren, yaratıp belli bir ölçüde hareket ettirdiği her şeyi kuşatan geniş rahmetiyle istidatlarda bir kapasite var eden ve her şeye yaratılışını veren Allah’tan başkası onları havada tutmaz. Yine onları gönderen de rahimdir. O ki, her şeye istidadı oranında takdir edilen kemali gönderen, gayp âleminde planlanan bütün anlam ve sıfatları izhar edendir.

“Muhakkak O, Basir’dir…” Her şeyi gaybının gizliliklerinde görmekte ve layık olduğunu vermektedir. Dilediği gibi ona şekil vermekte ve ona istediği özellikleri bahşetmektedir. Bütün bunlar hikmetine göre gerçekleşmektedir. Sonra da muvaffak kılmasıyla ona hidayetini bahşetmektedir. (İbn Arabi-Te’vilat)]

 

 

20-) Emmen hazelleziy hüve cündün leküm yansurukum min dûnirRahmân* inilkâfirune illâ fiy ğurur;

Ya da Rahmân’a karşı size yardım edecek ordunuz mu var? Hakikat bilgisini inkâr edenler yalnızca bir aldanış içindedirler! (A. Hulusi)

20 – Yoksa kimdir o Rahmanın berisinden şu sizin ordularınız ki sizi kurtaracak? Kâfirler başka değil, sade bir gurur içindedirler. (Elmalı)

 

Emmen hazelleziy hüve cündün leküm yansurukum min dûnirRahmân ya da O rahmandan başka size yardım edip, sizin için orduluk yapacak, sizin için hazır kıta asker olacak birileri mi var? Yani O’nun bilmeyip sizin bildiğiniz, siz emir verince rahmana karşı sizi savunacak, Allah’a karşı nankörlük yapan sizi Allah’ın elinden alacak birileri mi var, zımnen tabii.  Çok ağır bir ifade.

inilkâfirune illâ fiy ğurur bu hakikati inkar edenler başka değil, sadece kesin bir aldanış içindedirler. Demek ki Allah’a nankörlük yapmak, Allah tarafından böyle niteleniyor. Yani Allah’a karşı bir ordu mu hazırladınız sizi savunacak. Allah’a karşı bu caka satmanız, bu tafra satmanız, bu hava atmanız da ne oluyor. Rabbe boyun eğmeyen Allah’ın emirlerine baş eğmeyen kulluk için Allah’a tam teslim olmayan herkesin durumunu bu ayet resmediyor ve bunu bir inkâr, hakikati yalanlama ve nankörlük olarak adlandırıyor.

Zımnen şöyle de anlayabiliriz. Tabiat yasalarını Allah’ı yok sayarak anlamaya kalkmayınız. Bir üstteki ayetle birlikte düşünüldüğünde. Yani tabiat yasalarını sanki tabiat koydu. Sanki bir şey kendi kendine yasa koyarmış, sanki bir saat kendi çalışma sistemini kendisi belirlermiş, sanki bir kalp çalışma sistemini kendisi belirlermiş, sanki bir motor, bir araba kendi çalışma sistemini kendisi belirlermiş gibi komik bir şey söylüyorsun ey insanoğlu. Bu mümkin mi? Onu yapan müdahil olmazsa eğer bir şey kendi sistemini kendisi koyar mı? Onun için tabiat yasalarını Allah’ı yok sayarak anlamaya kalkmak büyük bir cür’et ve inkâr. Failini inkâr edip fiile yönelmektir. Bu derin bir aldanıştır.

 

21-) Emmen hazelleziy yerzükuküm in emseke rizkaHU, bel leccû fiy ‘utuvvin ve nüfûr;

Eğer yaşam gıdanı kesse, kimdir şu sizi besleyecek? Hayır, azgınlık ve nefretle kaçışı inatla sürdürmekteler! (A. Hulusi)

21 – Yoksa kimdir şu sizlere rızık verecek? O rızkını keserse? Hayır bir ürküntü ve azgınlık içinde inada dalmışlar. (Elmalı)

 

Emmen hazelleziy yerzükuküm in emseke rizkaH yahut Allah rızkınızı keserse size rızık sağlayacak birileri mi varmış. bel leccû fiy ‘utuvvin ve nüfûr ama hayır, onlar küstahça bir kibir içinde debelenip duruyorlar.

 

22-) Efemen yemşiy mükibben ‘alâ vechihi ehda emmen yemşiy seviyyen ‘alâ sıratın müstekıym;

Peki, âmâ olarak yüzüstü sürünen mi doğru yolda gider yoksa sırat-ı müstakim üzerinde dimdik önünü görerek yürüyen mi? (A. Hulusi)

22 – İmdi yüz üstü kapanarak giden mi daha doğru? Yoksa dos doğru bir cadde üzerinde düpe düz giden mi? Düşünmeli bir. (Elmalı)

 

Efemen yemşiy mükibben ‘alâ vechihi ehda emmen yemşiy seviyyen ‘alâ sıratın müstekıym Ne yani, böyle çevirmek daha uygun oldu başta ki hemzei istifhami, soru hemzesini. Ne yani şimdi yüz üstü kapaklanmış kimse, yüzü koyun yere kapanmış kimse, yani ayağı takılıp yere düşmüş kimse hedefe, dosdoğru yolda düzgün yürüyen kimseden daha mı iyi ulaşır? Bunu mu iddia ediyorsunuz. Bir adam düşünün ki yüzü koyun yere kapaklanmış, bir başkası ise hedefe elinde pusula, elinde harita, önünde kılavuz ve yol çizgileri dosdoğru yoldan gidiyor. sapmıyor, şaşmıyor. Şimdi hedefe yüzü koyun kapaklanmış birinin elinde harita, önünde kılavuz, rehber olandan daha iyi varacağını söyleyen biri ciddi olabilir mi? Doğru olabilir mi, hatta dürüst olabilir mi?

İşte vahiysiz doğru yolu bulabileceğine, Allah’a sırtını dönerek hakka varabileceğini, aklı selimi ve sahih nakli bir tarafa atarak, iç güdülerini takip ederek iyi mutlu ve müreffeh olacağını, mutluluğu yakalayacağını düşünen de böylesine saç.ma bir düşünceye sapmış demektir. Aslında aynı şeydir.

yemşiy mükibben ‘alâ vechih Bir adam düşünüm ki ileriyi göremiyor, iki adım ilerisini dahi göremiyor, bir adım ileriyi dahi göremiyor hatta. Biz parçayı görüyoruz. Allah bütünü görüyor. Parçayı görene düşen, bütünü görene teslim olmaktır. Ama önce bunu itiraf etmek gerekir. Ey insan sen hiçbir zaman tablonun bütününü görmedin ki, tablonun bütününü gören Allah. Parça da kötü gözüken bütünde güzel, hatta mükemmel durabilir. Neden teslim olmuyorsun. Bütünü görmediğin halde bütünü gören Allah’a neden sırt dönüyorsun. Bütünü görüyormuş gibi yapmak insanın aslında kendi kendine yaptığı en büyük kötülük değil mi. Burada zımnen söylenen de bu. Ey insan sen parçayı görüyorsun, Allah bütünü. Parçayı görene düşen bütünü görene teslim olmaktır. Ben böyle anlıyorum bu ayeti kerimeyi.

 

23-) Kul “HU”velleziy enşeeküm ve ce’ale lekümüssem’a vel’ebsare vel’ef’idete, kaliylen ma teşkûrun;

De ki: “Sizi inşa eden ve sizin için algılama kuvvesi, idrak kuvvesi (basîret) ve FUADLAR (Esmâ mânâ özelliklerini beyine yansıtıcı kalp nöronları) oluşturan “HÛ”dur! Ne kadar az şükrediyorsunuz (değerlendiriyorsunuz)!” (A. Hulusi)

23 – de ki, odur ancak sizi inşa eyleyen ve size dinleyecek kulak, görecek gözler, duyacak gönüller veren, fakat sizler pek az şükür ediyorsunuz. (Elmalı)

 

Kul “HU”velleziy enşeeküm ve ce’ale lekümüssem’a vel’ebsare vel’ef’ideh de ki sizin için işitme duyusunu, görme duyusunu var eden ve sizin için hissedecek kalpler akledecek kalpler, yani büyük bir iç dünya var eden, bahşeden yine Allah’tır. İşitme, görme ve inanma eğer imanı getirmeyecekse işitme ve görme işe yaramıyor demektir. Onun için işitme, görme den sonra imanın makarrı olan ‘ef’ideh; iç dünyaya, yani gönle atıf yapılmış, kalbe atıf yapılmış  ‘ef’ideh; Fuad’ın çoğulu. Fuad kalbin mahsus bir biçimi, hususi bir biçimi, yani yanık kalbe deniliyor lügat olarak. Aslında kalbin bir kararda durmayan sürekli dönen, nereye döneceği belli olmayan akıl bağıyla bağlı olmadığında, hikmet bağıyla bağlı olmadığında alı görüp ala, şalı görüp şala heveslenen kalbi Hakk üzerinde sabitlemektir. İmanın görevi de budur. Onun için Allah resulünün ya mukallbel kulûb, Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım sebbit kalbi, ‘alâ diynik, sebbit kalbi ‘alâ muhabbetik diye dua edişini hatırlayalım. Kalbimi dini üzere sabit kıl, kalbimi muhabbetin sevgin üzere sabit kıl diye dua edişini hatırlayalım o zaman bu ayeti daha iyi anlarız.

kaliylen ma teşkûrun ne kadar da az şükrediyorsunuz. Aslında kaliylen ma teşkûrun şöyle de çevrilebilir. Ne kadar da azınız şükrediyor. İki şekilde de çevirebiliriz. Çünkü metin buna müsait kaliylen ma teşkûrun buna müsait hatta belki ikinci çevirim daha hoş gibi duruyor. Her ne kadar alışkın olunan çeviri diğeri ise de; Ne kadar da azınız şükrediyorsunuz.

Niye? Niye 2. çevirim daha isabetli? Çünkü ekserennasi lâ ya’kılun, ekserunnasi lâ yeşkürun, ekserünnasi lâ yu’minun. İnsanların çoğu akletmez, insanların çoğu şükretmez, insanların çoğu iman etmez. Kur’an insanların çoğu hakkında bu kalıpları kullanıyor. Demek ki insanların çoğu şükretmez diyen ayetle birlikte ele alırsak ne kadar da azınız şükrediyorsunuz diye çevirmemiz daha doğru bir çeviri olacaktır.

 

24-) Kul “HU”velleziy zereeküm fiyl’Ardı ve ileyHİ tuhşerun;

De ki: “Sizi, arzda yaratıp yayan “HÛ”dur! O’na haşr olunacaksınız!” (A. Hulusi)

24 – Deki, odur sizi Arzda zürriyet halinde yaratıp yayan, nihayet de hep toplanıp ona haşr olunacaksınız. (Elmalı)

 

Kul “HU”velleziy zereeküm fiyl’Ardı ve ileyHİ tuhşerun de ki yer yüzünde sizi yayıp çoğaltan, yani bir ekin gibi ekip, en sonunda hasat edecek olan yani bir gün hasat mevsiminiz gelince sizi tekrar kaldırıp ondan sonra bir daha ekecek olan O’dur. Yani Allah’tır.

Lafzen sizi yer yüzüne bir zirai mahsul gibi eken O’dur diye çevirebilirim bunu, lafzi çeviri. Tohumunuzu O yaratmıştır, toprağınızı O yaratmıştır, suyunuzu O yaratmıştır, sizi O yaratmıştır. Büyüyünce hasat edip biçecek olan da yine O’dur. Bunda garip olan nedir. Neden O’nun yarattığını, O’nun var ettiğini, toprağınızı, suyunuzu, tohumunuzu O’nun var ettiğini bile bile tekrar onun bir gün sizi hasat edeceğini, yani bir gün hasat saati, yani asr saati, yani hesap saatinin geleceğine inanmazsınız ki. Hangi çiftçi ekipte biçmez? Hangi çiftçi emek verdiği tarlasına, o tarla meyvesini verdikten sonra sırtını döner de çeker gider. Allah şah eseri olan insan dönüp bakmasın mı. Onu yer yüzüne eksin de biçmesin mi. Yani bunu mu diyorsunuz. Ahirete inanmayanlar, ahireti inkar edenler, öldükten sonra dirilişi inkar edenler, hesaba yok diyenler, bunu mu diyorsunuz. Dahası, kendine amip muamelesi yapanlar bunu mu demek istiyorlar.

ve ileyHİ tuhşerun en sonunda O’na döndürüleceksiniz, O’nun huzurunda toplanacaksınız.

 

25-) Ve yekulûne metâ hâzelva’dü in küntüm sadikıyn;

Derler ki: “Eğer sözünüzde sadıksanız, bu tehdidiniz ne zaman (gerçekleşecek)?” (A. Hulusi)

25 – Böyle iken diyorlar ki: Ne zaman bu vaad? Eğer sadıksanız? (Elmalı)

 

Ve yekulûne metâ hâzelva’dü in küntüm sadikıyn ve onlar diyorlar ki  bu vaad ettiğiniz gün ne zaman gelecek? Eğer doğru söylüyorsanız, eğer sözünüze sadıksanız hadi bakalım bu vaad ettiğiniz günün ne zaman gerçekleşeceğini söyleyin, yani son saatin, veya kıyametin.

 

26-) Kul innemel’ılmu ‘indAllâh* ve innema ene neziyrun mubiyn;

De ki: “O’nun bilgisi Allâh indîndedir! Şüphesiz ki ben apaçık uyarıcıyım!” (A. Hulusi)

26 – Deki o ilim ancak Allahın indindedir, ben sade açık anlatan bir nezîr (gocundurucu bir Peygamber) im. (Elmalı)

 

Kul innemel’ılmu ‘indAllâh* ve innema ene neziyrun mubiyn de ki onlara cevap ver. O’nun bilgisi, yani bilgi, ilim, mücerret manada aslında O’nun bilgisi diye taktir kullanmaya gerek yok. Mutlak bilgi Allah’a aittir, Allah katındadır. ve innema ene neziyrun mubiyn ben ancak ve ancak bir uyarıcıyım. Uyarıcıdan başka bir şey değil. Hasat zamanını O belirler yani. Ama mutlaka o gün gelecektir. Siz isteseniz de istemeseniz de. Ekti, eken biçecek. Hele insan gibi değerli bir ürün eksin de biçmesin öyle mi. siz kendinize amip muamelesi yapıyorsunuz, kendi değerinizi üç paralık ediyorsunuz ama, Allah’ın da sizi değersiz bilmesini istemeyin. Allah’ın size değer verdiğini unutmayın. Ama siz kendinize değer vermiyorsanız eğer bu sizin probleminiz.

 

27-) Felemma raevhu zulfeten siet vucûhülleziyne keferu ve kıyle hâzelleziy küntüm Bihi tedde’un;

Onu (ölümü) yaklaşmış gördüklerinde, o hakikat bilgisini inkâr edenlerin yüzleri kötü oldu (karardı)! “İşte bu, kendisini bir an önce yaşamayı temenni ettiğinizdir!” denildi. (A. Hulusi)

27 – Derken vaktı gelip de onu yakından gördüklerinde o küfredenlerin yüzleri kötüleşiverdi. Ve denildi ki işte, o sizin kendilerine davet edip durduğunuz budur. (Elmalı)

 

Felemma raevhu zulfeten siet vucûhülleziyne keferu fakat onun çok yakın olduğunu gördükleri zaman kafirlerin suratları asılacak, suratlarını asacaklar. ve kıyle hâzelleziy küntüm Bihi tedde’un işte gelmeyeceğini iddia edip durduğunuz gün budur denilecek kendilerine.

 

 28-) Kul eraeytum in ehlekeniyAllâhu ve men ma’ıye ev rahımena, femen yüciyrulkafiriyne min ‘azâbin eliym;

De ki: “Bir düşünün! Allâh beni ve benimle beraber olanları helâk etse ya da bize rahmet etse; hakikat bilgisini inkâr edenleri feci bir azaptan kim kurtarır?” (A. Hulusi)

28 – Deki: gördünüz mü? Allah beni ve beraberimdekileri helâk etse yahut bize merhamet buyursa iki takdirde de kâfirleri elîm bir azâb dan kurtaracak kimdir? (Elmalı)

 

Kul eraeytum in ehlekeniyAllâhu ve men ma’ıye ev rahımena de ki onlara hiç düşündünüz mü siz Allah beni ve benimle beraber olanların ölümünü taktir etse ev rahımena, ya da bize rahmet etse. Buna(Ya da bize rahmet edip dünya hayatımızı uzatsa. Ömür verse, yani öldürse ve canımızı alsa cümlesini taktiri olarak şöyle tamamlayabiliriz; ikisi de bizim için hayırdır ki tefsirlerimiz bu takdiri kullanarak cümleyi tamamlamışlar. İkisi de bizim için hayırdır. Ki bu okuyuş aynı zamanda sahabenin ve tabiinin, ünlü tefsir otoritelerinden de gelen bir anlama.

femen yüciyrulkafiriyne min ‘azâbin eliym fakat (söyler misiniz) siz ey kafirler acıklı bir azabın pençesinden sizi kim kurtaracak. Yani acıklı bir azabın pençesinden kafirleri kim kurtaracak. Rabbim bana ömür verse de bizim için fark etmez. Niye? De diyor onlara. Allah resulüne doğrudan hitap. Neye fark etmez? Nihayetinde rabbimden gelen hoş geldi. Ondan gelen hayırdır, ben O’ndan hayır diledim. Yaşamam hayırlıysa yaşatsın, yaşamam hayırlı değilse emanetini alsın. Ama ya siz kafirler siz ne olacaksınız? İnanmadığınız bir dünyaya gidiyorsunuz. Asıl siz kendinizi düşünsenize. Bu ayetten zımni olarak açılım halinde bunu anlıyoruz.

İnkarcıların tek dünyası var, mü’minlerin iki dünyası dolayısıyla kafirlerin hiçbir umutları yok, beklentileri yok, ahiret hazırlıkları yok. Oraya herhangi bir şey hazırlamamışlar. Ne yapacaklar, nasıl gidecekler, hangi yüzle gidecekler. Burada adeta tek dünyalı aklı suçüstü yakalıyor rabbimiz. Yani siz düşünün.

Hani İmam Cafer’le bir inkarcı münazaraya girmiş. İmam Cafer en sonunda ona demiş ki, kendi anladığı dilden tabii bu münazarada cedel yapan muhatabına tamam demiş, tutalım ki senin dediğin gibi, tek dünya var, ahiret yok. Ben ne kaybederim? Ben Allah’ın emrine göre yaşamakla aslında ben bu dünyada da kazandım.  Kötülük yapmadım, haksızlık yapmadım, zina yapmadım, çalmadım, çırpmadım, içki içmedim. Aklıma bedenime, aileme, ehlime, malıma, yani sadakat gösterdim. Bu benim dünyada da faydama. Bütün bunları yapmak dünyada da bana getirisi olan şeyler.

Peki benim dediğim şeyler gibi değilse ben bir şey kaybetmek. Ya senin dediğin gibi değilse, ya ahiret varsa sen ne kaybedersin hiç düşündün mü. Hepsini. Dolayısıyla inkarcı kendi mantığı açısından da tutarsız aslında.

 

{27. ayete geri dönüldü:

ve kıyle hâzelleziy küntüm Bihi tedde’un gelmeyeceğini iddia edip durduğunuz gün bu gündür denilecek.

Kul eraeytum in ehlekeniyAllâhu ve men ma’ıye ev rahımena, femen yüciyrulkafiriyne min ‘azâbin eliym (28)}

 

29-) Kul “HU”verRahmânu amenna Bihi ve ‘aleyhi tevekkelna* feseta’lemune men hüve fiy dalâlin mubiyn;

De ki: “O, Rahmân’dır; O’na hakikatimiz olarak iman ettik ve O’na tevekkül ettik! Kimin apaçık yanlış düşünce içinde olduğunu yakında bileceksiniz!” (A. Hulusi)

29 – Deki o öyle Rahman, işte biz ona iman ettik ve ona dayanmaktayız, ileride sizler de bileceksiniz ki o açık bir dalâl içinde bulunan kim? (Elmalı)

 

Kul “HU”verRahmânu amenna Bihi ve ‘aleyhi tevekkelna de ki işte O Rahmandır, rahmeti sonsuz olandır. O’na kayıtsız şartsız iman ettik biz ve ‘aleyhi tevekkelna ve yalnızca O’na yaslandık, O’na güvendik. feseta’lemune men hüve fiy dalâlin mubiyn size gelince kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu günü gelince kesinlikle öğreneceksiniz.

 

30-) Kul eraeytüm in asbeha mâüküm ğavren femen ye’tiyküm Bimâin me’ıyn;

De ki: “Bir düşünün! Eğer suyunuz çekilse, sizde kim kaynak açıp su (ilim) oluşturur?(A. Hulusi)

30 – De ki: gördünüz mü? Sabaha kadar suyunuz bata kalırsa size bir âbı revan getirecek kim?(Elmalı)

 

Kul eraeytüm in asbeha mâüküm ğavren femen ye’tiyküm Bimâin me’ıyn de ki; mülk suresinin taç ayeti. Son ayeti ve belki mucizevi bir ihbar olan müthiş ayeti geldi. De ki Hiç düşündünüz mü siz ey insanlık. Ey muhatap, eğer suyunuz yer yüzünden tamamen çekilse, size tertemiz kaynak sularını kim getirecek, kim çıkaracak.

Burada durun değerli Kur’an dostları. Burada bir lahza durun. Bu ayetin indiğinde yer yüzünde su sıkıntısı yoktu. Yer yüzü nüfusunun ne kadar olduğunu tahmin edebilirsiniz. Yer yüzünün su kaynaklarının tehdit altında olmadığı bir dönemdi. Yer yüzünde şırıl şırıl ırmakların, pırıl pırıl denizlerin olduğu bir dönemdi. Henüz teknoloji kullanılmıyordu. Sanayileşme denizleri kirletmemişti, küresel ısınma yer yüzünün sularını yok etmemişti. Yer yüzü kendi doğal çevrimi içinde Allah’ın koyduğu yasalar çerçevesinde insanoğlunu kana kana suvarıyordu.

Fakat bir gün gelip de o günün insanına denizlerin kirleneceğini söyleseniz hadi be oradan cevabını almaz mıydınız. Bir gün gelip de yer yüzünde gürül gürül akan ırmakların tükeneceğini söyleseniz sen deli misin cevabını almaz mıydınız.

İşte Bu vahyi gönderenin Allah olduğunun şahitlerinden biri daha önümüzde. Bu gaybi bir ihbardır değerli Kur’an dostları. Mucizevi bir haber vermedir bu gelecekten haber verme. İnsanlık suyun tükeneceğini aklına dahi getirmez, denizin kirleneceğini düşünemezdi bile. Ama o günlerde bile İslam’ın ürettiği bilginler, İslam’ın ortaya çıkardığı, vahyin inşa ettiği kafalar, bir ırmak kenarında abdest alıyor olsanız bile suyu israf etmeyin diyecekti. Sanki vahyin inşa ettiği kafa da vahyin pırıltısını, nurunu görüyoruz biz burada. Sanki bu günleri görür gibi ve şimdi bu ayet adeta kendini tepemize vura vura hissettiriyor.

Her gün küresel ısınma felaketlerinin senaryosu yeniden yazılıyor. Buzlar eriyor, kutuplar eriyor ve iklim ısınıyor, dünyada küresel ısınmanın getireceği felaketler artık senaryo olmaktan çıkıp bir bir yaşanan bir drama dönüşüyor. Göller kuruyor, ırmaklar kuruyor, su suyunu çekiyor ve şimdiden su savaşları başlamış bile. İnsanlık belki de bir gün gelecek hovardaca kullandığı o su kaynakları yüzünden bir bardak su için birbirinin boğazına üşüşecek ve belki o zaman anlayacak bu ayeti, o zaman ruhunda duyacak bu ayeti. Suyun mucize olduğunu, suyun hayat olduğunu, suyun canlı olduğunu o zaman anlayacak. Belki o zaman anlayacak hayatında ilahi bir mucize olduğunu ve hepsinden öte 1400 yıl önce gelen vahyin ta kendinden 1.400 yıl sonrasını nasıl haber verdiğinin mucizevi ihbarını o zaman anlayacak. O zaman gelmezden önce anlayanlara ne mutlu. En azından onlar ya rabbi biz anlamıştık ve dinlemiştik, ama dinletemedik deme mazeretine sahipler. Rabbim vahyini dinleyenlerden, anlayanlardan kılsın. Rabbim gönül suyumuzu kesmesin. Rabbim içimizi vahiysiz bir çöle döndürmesin.

[Ek bilgi; {Kaynakların önemi ve onların kaynaklara yönelen yağmur sularıyla beslenmeleri, üç ayette vurgulanıyor. (bu ayet ve) Zümer/21, Yasin/34. Bu mesele münasebetiyle Aristo’nun telakkileri gibi Orta çağa hakim olan anlayışlar hatırlatılmaya değer. Onlara göre kaynaklar yer altı gölleriyle besleniyordu.

Milli kır Su ve orman mühendisliği okulunda prof. Olan M.R. Rémenléras Eneyelopedia Universalis’te ki “Hydrologié” makalesinde, hidrolojinin belli başlı aşamalarını anlatır. Ve eski insanların, özellikle orta doğuluların sulama alanında ki üstün çalışmalarını bildirir. Onlara ampirizmin hakim olduğunu, o zamanın fikirlerinin yanlış anlayıştan kaynaklandığını kaydeder. Ve devamla şöyle der. “Sırf felsefi telakkilerin, yerlerini hidrolojik olayların objektif gözlemine dayanan araştırmalara bırakması için Rönesansı (yaklaşık olarak 1400-1600 yılları arasında ki dönemi) beklemek gerekecektir.”

Léonard de Vinci Aristonun fikirlerine karşı çıkar. Bernard Palissy; Discours admirable de la nature des eaux et fontaines (Suların hem tabii hem de sun’i çeşmelerin mahiyeti hakkında hayranlık verici nutuk) adlı Paris’te 1570 de yayınladığı eserinde suyun dolaşımını, özellikle kaynakların yağmur sularıyla beslendiğini söyleyerek doğru bir şekilde izah eder.” (Maurıce Bucaılle-Kitab-ı Mukaddes Kuran ve bilim)}]

 

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
2 Yorum

Yazan: 07 Şubat 2014 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

2 responses to “Tefsir Dersleri MÜLK SURESİ (13 -30)(179-A)

  1. Özgür çağlar

    22 Eylül 2014 at 12:25

    Allah razı olsun hocam sayenizde daha da güzel anlaşılıyor bakış açım değişti emekleriniz boşa değil Mülk süresi beni hep etkilemiştir ama sizin tefsirinizle daha iyi anlıyorum çok teşekkür ederim

     
    • ekabirweb

      22 Eylül 2014 at 19:01

      Merhaba. 😉 Kusura bakma ben Mustafa İslamoğlu hoca değilim, Senin gibi bir Kur’an talebesiyim. Kur’an ı anlamanızda aracı olabildiysem hamdolsun. İlimlerini paylaştığım alimlerimizden Allah razı olsun. Bizlerede zihin açıklığı, aklın Nûru, gönlümüzün muhabbeti artsın inşallah. Esen kalın Allah’a emanet olun.

       

Yorum bırakın