RSS

Tefsir Dersleri CİN SURESİ (01-28) (182-B)

28 Mar

5

{{“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”}}

Değerli Kur’an dostları şimdi yepyeni bir sureye giriyoruz. Cin suresi. Elimizde ki mushafta 72. sırada.
Cin; görünmeyen varlık manasına gelir. Adını ilk ayetinden alır. Tirmizi de bu adla anılmış fakat Buhari de Kul ûhıye ileyye (1) yani ilk kelimeleri ile anılmış ki. Demek ki adı daha ilk dönemlerde henüz oturmamıştı.
Suremiz Mekki dir. Boykot dönemi sonrası surelerden sayabiliriz. Çünkü bu konuda elimizde delil var; Allah resulünün Taif dönüşünde gerçekleşen dinleme hadisesi üzerine nazil olduğuna dair hayli rivayet var. Biz Allah resulünün Taif seferinin boykotun hemen ardında ki veya boykotun son, 8 veya 9. yıl olduğunu biliyoruz. O zaman 9 veya 10. yıla yerleştirebiliriz bu sureyi ki, Taif seferinin 10. yılda olduğuna dair bir rivayet var.

Cin surenin konusu tevhid. Amacı cahiliye insanının cin tasavvurunu ret. Görünmez varlıklar bir vakıa, bir gerçek. Biz bu alemi sadece kendimiz oluşturmuyoruz. Görünmeyen varlıklarla paylaşıyoruz. Sadece bizden müteşekkil değil bu alem. İnanıyoruz ki göremediğimiz alemler de var.

[Ek bilgi: CİNLERİN VARLIĞI- KUR’AN
Kur’an-ı Kerim’de sadece bir yerde değil, müteaddid yerlerde ve insanların iki ayrı cins yaratık olduklarından bahsedilmektedir. Örneğin bkz. Araf: 38; Hud: 119; Fussilet: 25-29; Ahkaf: 18; Ez-Zariat: 56; en-Nas: 6; ve Rahman Suresi, cinleri insanoğlunun bir kısmı olarak saymaya yer bırakmayacak açıklıktadır.

Araf:12’de Hicr 26-27’de ve Rahman 14-15’de insanın çamurdan yaratıldığı, oysa cinlerin ateşten yaratıldıkları açık bir şekilde bildirilmektedir.

Hicr Suresi 27. ayette cinlerin insandan önce yaratılmış oldukları izah edilmektedir. Bunu, Kur’an da yedi yerde geçen Adem ve İblis kıssası da teyit etmektedir. Her yerde insan yaratılmadan önce İblisin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Kehf Suresi 50. ayette İblisin cinlerden birisi olduğu bildirilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de onlarca yerde, İblis’in, ta Adem’in yaratılışından beri insanı yoldan çıkartmaya azmettiği gerçeği açıklanmaktadır. O zamandan beri cinlerden şeytan olanlar insanları yoldan çıkarmaya çalışmaktadır. Ama insana musallat olarak ona zorla bir şeyi yaptırma gücüne sahip değillerdir. Fakat insanların kalbine vesvese verirler ve onları kötü yola teşvik ederek çirkin ve kötü şeyleri güzel gösterir, onları yoldan çıkarmaya çalışırlar. Mesela bkz. Nisa: 117-120; Araf: 11-17; İbrahim: 20; Hicr: 30-42; Nahl: 98-100; İsra: 65. (Mevdudi – Tefhimu-l Kur’an)]

Görünmez varlıklar Allah – İnsan arasında aracı değil, ilahi rehberliğe muhtaç varlıklardır. Bu sure bunu söylüyor. Oysa ki insanlar tarih boyunca görünmeyen varlıklara karşı zaaflı olmuşlar. Görünmeyenden korkmuşlar. Görünmeyene gizemli olana karşı bir merak olmuş hep. Bu merak korkuya dönüşmüş Bu korku ise onlara tapınmaya dönüşmüş, onları putlaştırmış tarihte insanlar. Görünmemelerinin sonucunda korku, korkunun sonucunda da putlaştırma gelmiş. İşte bu nedenle bu surenin iniş nedeni, Nüzul dönemi insanı her tür söz sanatını şiirle, şiiri de cinle irtibatlandırdığı için onların vahyi şiirle, dolayısıyla vahyi cinle irtibatlandırmalarına alaka kurmalarını ret için inmiştir.

Onlara göre cinler çarpardı. Onlar böyle inanıyordu. Hud/54. ayetine göre. Yine Enam/100. ayetinden öğrendiğimize göre ilahlık yakıştırıyorlardı nüzül dönemi müşrikleri cinlere. Yine bu surenin 6. ayetine göre cinlere sığınıyorlardı. Biz “Euzü Billahi mineş şeytanir racim” diyerek kovulmuş, taşlanmış, mel’un şeytanın şerrinden nasıl Allah’a sığınıyorsak onlarda cinlere sığınıyorlardı. İlginçtir, kime sığınıyorlarsa ona tanrılıkta yakıştırmış oluyorlardı. Yine cinlere tapanlar vardı. Sebe/41. ayetinin ifade ettiği gibi.

Surenin yarısı vahiy dinleyen cinlerle alakalı. Yani burada cinlerin vahiy dinledikleri aktarılıyor bu surenin yarısından fazlasında. Aynı zamanda bu bölüm Ahkaf/29-32 ayetleriyle karşılaştırılarak okunmalı. Çok büyük bir irtibat var. Ahkaf/29-32 ayetleri Allah u alem bu surede bahsedilen olayın ta kendisinden bahsetmektedir. Yani iki ayrı olaydan bahsedildiğine dair rivayet varsa da bu konuda kesin bir delil yoktur. Biz iki pasajı da okuduğumuzda benzer bir olaydan söz edildiğini düşünebiliyoruz.

Bu durumda Ahkaf suresinin ilgili ayetleri dikkate alınacak olursa bu cinlerin Yahudi olduğu orada açıkça söyleniyor. Yahudilerden olduğu. Çünkü Ahkaf suresinde ki ilgili pasajın hemen önü Yahudilerle ilgili. Dolayısıyla bizim zihnen cinlerle ilgili bu cin suresiyle müşriklerin arasında, daha doğrusu Yahudilerle müşriklerin arasında cin bahsi üzerinden bir irtibat kurmamız gerekiyor.

Nedir bu irtibat? Şu; Müşrikler Yahudilerin bu konuda esaslı bir bilgiye sahip olduğunu düşünüyorlardı cin konusunda ve vahye karşı bir destek sağlamak için, argüman geliştirmek için, vahye karşı savaşmak için kendilerince, kendilerinden çok daha iyi bilgiye sahip olduklarını düşündükleri Yahudilerden malzeme istiyorlardı, cephane istiyorlardı. Yani cephanelerini Yahudilerden aldılar ve Yahudiler de bu konuda bizim bildiklerimiz hava civa demiyorlar, bu onların bu zannını daha da kabartıyorlar ve şişiriyorlardı, istismar ediyorlardı.
Surenin ilk muhatapları açısından amacı açık. Müşriklerle Yahudiler arasında ki bu şeytani ittifakı bozmaktı bu amaç. bir de Allah resulü açısından amacı vardı ki o da Allah resulünü ve mü’minleri teselli etmekti. Bu teselliyi şöyle formüle edebiliriz. Ey peygamber seni yakındakiler dinlemezse, Allah çok, çok uzaklardan seni dinleyen birilerini yollar. Buydu, Allah resulü böyle teselli edildi. Bu girizgahtan sonra şimdi cin suresinin tefsirine geçebiliriz.

[Ek bilgi; Buhari ve Müslim’de Hz. Abdullah bin Abbas’tan rivayet edilir ki, bir gün Allah Resulü yanında arkadaşları ile beraber Ukaz panayırına gitmişti. Yolda Nahle denilen yerde Allah Resulü sabah namazını kıldırdı. Bu esnada Cinlerden bir grup oradan geçmekteydi. Kur’an ın tilavetini duyduklarında hemen durmuşlar ve dikkatle dinlemeye başlamışlardı. İşte bu hadisenin zikri bu surede geçmektedir.

Müfessirlerden çokları bu rivayete dayanarak bu hadisenin Rasulullah ın Taif seferi esnasında olduğunu söylemişlerdir ki bu hadise risaletin 10. yılında hicretten 3 sene önce vuku bulmuştu.
Fakat bu kıyas birçok nedenden dolayı doğru değildir. Rasulullah ın Taif seferi sırasında cinlerin Kur’an dinlemesi hadisesinin anlatıldığı Ahkaf Suresi’nin 29. ayeti ile 39. ayetleri arası göz önünde bulundurulursa, o cinlerin iman ehlinden oldukları anlaşılacaktır. Bunlar, Hz. Musa’ya ve diğer gelmiş semavi kitaplara inanmaktaydılar.
Halbuki bu surenin 2. ayetinden 7. ayetine kadar olan bölümden açıkça anlaşılmaktadır ki, bu sefer de Kur’an-ı Kerim dinleyen cinler müşrik idiler, ahireti ve peygamberliği kabul etmiyorlardı. Ayrıca tarihi kayıtlardan da anlaşılıyor ki Rasulullah ın yanında Hz. Zeyd bin Harise’den başka kimse yoktu.
Halbuki bu seferde İbn Abbas’ın rivayetine göre Rasulullah ın yanında birkaç sahabenin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Ve diğer rivayetlerden, Rasulullah ın Taif ten dönerken yolda Nahle’de konakladığı zaman cinlere Kur’an ı dinlettiği anlaşılmaktadır.
İbn Abbas’ın rivayetine göre, bu surede geçen seferde ise Allah Resulü Mekke’den Ukaz’a doğru gitmekteydi. Bu sebeplerden, bu surede geçen hadise ile Ahkaf Suresi’nde geçen hadisenin aynı olmadıkları ayrı ayrı zamanlarda vuku buldukları anlaşılmaktadır.(Mevdudi – Tefhimu-l Kur’an)]

[Ek bilgi; KURÂN’A GÖRE “CİN”
“CANN’I (cin sınıfını – görünmez varlıkları) DA DUMANSIZ ATEŞTEN (radyasyon-ışınsal enerji – elektromanyetik dalga bedenli) YARATTI.” (55.Rahmân: 15)

İnsanın yapısı için, umumi mânâda, görünüşünden yani bedeninin yapısından dolayı, nasıl ki “topraktan halk olunmuştur” denilmekte ise; burada da Cinin yapısı izah edilirken, gene aynı usülle, Cinin yapısı işaret edilerek “dumansız ateşten” yani “ışınlardan – radyasyondan – dalgadan” yaratılmıştır diye tarif edilmektedir.

“CANN’I DA DAHA ÖNCE SEMUM ATEŞTEN (gözeneklerden geçen, zehirleyici ateşten; ışınsal bedenle, cehennemdeki ateş, semum kelimesiyle tanımlanmıştır. A.H.) YARATTIK.” (15.Hicr: 27)

Nitekim bakınız bu konuda M.H.Yazır merhum da ne diyor:

“Hâsılı demek oluyor ki, insan yaratılmazdan evvel, Güneş’te ve arzın başlangıcında olduğu gibi, çalkalanıp duran (dalgalanan) muzdarip ve müteheyyiç bir hâlde bulunan hâlis bir ateş veya ELEKTRİK hâlinde olduğu gibi, her şeye karışabilen veyahut eşyayı birbirine karıştırmak ihtilat ettirmek hassasını haiz bir ateşten (yani ışınlardan) biz insanların gözlerine bermutad görünmeyen gizli birtakım hayat kuvvetleri, hayati unsurlar yaratılmıştır ki bunlara “can” tesmiye olunur.”(Cilt: 6/ Sayfa: 4670)

“(Allâh) ONLARI TOPLUCA HAŞRETTİĞİ GÜN: “EY CİNN TOPLULUĞU, GERÇEKTEN İNSANLARIN ÇOĞUNLUĞUNU HÜKMÜNÜZ ALTINA ALDINIZ (hakikatten uzaklaştırdınız)!” (der)…” (6.En’am: 128)

Bu âyet meâli ise, dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, günümüzde pek çok önemi olan bir konuyu açıklamaktadır… Çünkü bu âyet ile Allâhû Teâlâ, “Cin” adıyla tanınan varlıkların çok büyük bir özelliğini açıklamaktadır; ki bu özellik “CİNLERİN İNSANLARI KENDİLERİNE TÂBİ KILMA, İNSANLARI BAŞTAN ÇIKARTMA, KENDİ HÜKÜMLERİ ALTINDA YAŞATMA” olmaktadır. Yani, Cinler arasında, insanları aldatmak, onları kendi hükümleri altına almak başarı olarak değerlendirilmekte, birbirlerine karşı kendi üstünlüklerini bu şekilde ispatlamaya çalışmaktadırlar.
“BEN CİNNİ VE İNSİ YALNIZCA (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle) KULLUK ETMELERİ İÇİN YARATTIM!” (51.Zariyat: 56)
Bu âyet meâli ise Cinlerin de aynen insanlar gibi yaratıcılarına karşı kulluk görevi yerine getirmekle yükümlü olduklarını açıklamakta, yaratılma sebeplerinin de bu olduğunu kesin bir şekilde belirtmektedir… (Devam ediyor…)

CİNLERLE İLGİLİ BAZI HADİSLER
“O sırada Cinler, semâdan haberler alamaz olmuşlardı… Ve çıkmak istedikçe de üzerlerine şihablar salınır olmuştu. Bunun üzerine içlerinden ileri gelenler:

− Herhâlde yeni bir şey oldu ki, sizinle semâ haberleri arasında perde meydana geldi! Arzı dolaşın bakalım, oluşan olay nedir anlayalım. demişler. Ve bu sebeple de Cinler yeryüzünü araştırmaya başlamışlar. Nitekim Tihame tarafına gitmekte olan birtakım Cin, Sokukaz’a gitmekte olan Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem’in Nahle mevkisinde ashabıyla birlikte sabah namazı kılarken okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemişler. Ve dinledikten sonra da:
− İşte bu semâ haberlerine perde olan olaydır! Demişler ve derhâl kavimlerine dönerek anlatmışlar:

− Gerçekten bize hayranlık veren Kurân’ı işittik!

İşte bundan sonra Allâhû Teâlâ, Cinn Sûresi’ni inzâl etti; Cinlerin dediklerini Rasûlullâh bildirdi.
İbni Mes’ud (r.a.)’dan rivayet edilen ikinci hadis de şöyle:
“Rasûlullâh Aleyhisselâm:
− Ben Cin’e Kur’ân okumakla emrolundum. Beraberimde kim gelir? diye sordu.
Herkes sustu. İkinci defa sordu. Gene susuldu.
Üçüncü defa yine sordu, bu defa ben cevap verdim:
– Ben Abdullah! Mahiyetinde giderim yâ Rasulullah.
Bunun üzerine kalktık, yürüdük.

Düb Şib’inin yanında Hacune mevkisine gelince, benim önüme bir hat çizdi;

− Bunu tecavüz etme!.. dedi. Sonra da Hacune doğru geçti…

Derhâl üzerine keklikler gibi uçuştular. Sanki “Zud” ricaline benziyorlardı. Kadınların def çaldıkları gibi deflerini çalıyorlardı.

Nihayet etrafını sardılar ve gözümde kayboldu. Hemen yerimden kalktım. O zaman bana eliyle “otur” diye işaret etti. Sonra da Kur’ân okumaya başladı. Gittikçe sesi yükseliyordu. Hepsi yere yapıştılar. O derece ki, seslerini işitiyordum kendilerini göremiyordum. Sonra Rasûlullâh Aleyhisselâm yanıma geldiğinde;

− Gelmek istedin değil mi? diye sordu. Ben de:

− Evet yâ Rasûlullâh! dedim. Cevap verdi:
− Sana gerekmezdi! Onlar Cin! Kur’ân dinlemeye geldiler. Sonra da kavimlerini uyarmak üzere döndüler.”

BAZI ÖZELLİKLERİNDEN
Cinlerin gıdası kokudur!.. Cinlerin en çok sevdikleri koku da SİGARA kokusudur. Sigara içen bir kişiyi buldukları zaman, artık kolay kolay onun yanından ayrılmazlar ve onun peşini de bırakmazlar. Kişinin sigara bağımlılığının artmasında en büyük faktör Cinlerdir.

Cinler, sigaraya yönelik bir kişi buldular mı, hemen onun içine sıkıntı verecek şekilde beynine bir sinyal yollarlar. Kişi bu sıkıntı ile hemen bir SİGARA yakar! Dumanlarını üflemeye başladıktan kısa bir süre sonra içindeki sıkıntı kesilir!
Çünkü, yanındaki Cin, o dumandan gıdalanmaya başlamış ve onun içine sıkıntı veren etkileri göndermeyi kesmiştir. Böylece o kişi sigarasını bitirir ve bir süre rahatlar.

Sonra yanındaki Cin tekrar SİGARA kokusu istedi mi gene beynine içinde sıkıntı oluşturacak bir impuls yollar ve o kişi de elinde olmayarak tekrar bir sigara yakar. Ve bu durum böylece devam edip gider. Eğer, böyle devamlı SİGARA içen bir hoca veya mürşit, Gavs(!) yanına giderseniz, hemen Kur’ân-ı Kerîm’in Sâd Sûresinin 41, Mu’minûn Sûresinin 98-99 ve Sâffât Sûresinin 7’inci âyetlerindeki dualara devam ediniz.

Göreceksiniz ki, bu duaya devam suretiyle beyninizin yayacağı belli dalgalar o kişinin ilişkide olduğu Cin ile ilişkisinde kopukluk oluşturacak ve bu yüzden karşınızdaki kişide bazı dengesiz söz ve davranışlar ortaya çıkacaktır.
Ayrıca, ruh çağırma celselerinde, Cinci, falcı hocaların yanında da bu duayı okursanız, bunun böyle olduğunu görerek söylediklerimize kesinlikle inanabilirsiniz. Evet bu âyetleri okunuşu gibi yazıyorum:

“RABBİ İNNİY MESSENİYEŞ ŞEYTANU Bİ NUSBİN VE AZÂB; RABBİ EÛZÜ BİKE MİN HEMEZÂTİŞ ŞEYÂTIYN VE EÛZÜ BİKE RABBİ EN YAHDURÛN. VE HIFZAN MİN KÜLLİ ŞEYTANİN MÂRİD.” (38.Sâd: 41 – 23.Mu’minûn: 97-98 – 37.Sâffât: 7) (Ahmed Hulusi – Ruh İnsan ve Cin)]

1-) Kul ûhıye ileyye ennehüsteme’a neferun minelcinni fekalu inna semı’na Kur’ânen ‘aceba;
De ki: “Bana vahyolunana göre; Cin’den bir topluluk (Kur’ân) dinleyip de: ‘Muhakkak ki biz, hayrete düşüren bir Kur’ân işittik!’ demişler.” (A. Hulusi)

01 – Deki vahy olundu bana hakikat bir takım cin’nin dinleyip de şöyle dedikleri: inan olsun biz acayip bir Kur’an dinledik. (Elmalı)

Kul ûhıye ileyye de ki; bana vahy edildi. Bana vahy edildi ifadesi Allah resulünün cinleri görüp görmediğiyle ilgili tefsir kitaplarında uzun uzadıya yapılan tartışmaya cevap sadedindedir. Yani Allah resulüne vahy edildiği, ResulAllah’ın onları görmesinin şart olmadığını anlayabiliriz buradan. İblis Kur’an a göre cinlerden di. Kehf/50. ayeti bunu söyler. Cinlerin insanları gördüğü, fakat insanların cinleri görmediğini de biz Kur’an dan öğreniyoruz. Araf/27. ayetinden. İşte Araf/27 ile birlikte ve yine Kehf/50 ile birlikte düşünürsek Allah resulünün cinleri görmediğini, onların Allah resulünü dinlediği haberinin ResulAllah’a vahiyle verildiğini ifade eden bir cümle ile başlıyor sure.

[Ek biltgi; 5573 – Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: “ResulAllah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:

“Cinlerden bir ifrit, dun aksam, namazımı bozdurmak icin üzerime atıldı. Allah ona galebe çalmama imkan verdi. Ben de onu boğazından yakaladım. Hatta onu, mescidin direklerinden birine bağlamayı arzu ettim, ta ki sabah olunca hepiniz onu göresiniz. Ancak, kardeşim Süleyman AleyhisSelâm’ın su sözünü hatırladım: “.Ve benden sonra kimseye nasib olmayacak bir mulku bana ihsan et” (Sad 35). Allah da onu hor ve hakir olarak geri cevirdi.”
Buhari, Salat 75, Amel fi’s-Salat 10, Bed’ul-Halk 11, Enbiya 40, Tefsir, Sad; Muslim, Mesacid 39, (541). (Kütübü sitte/5573)]

[Ek bilgi; Cinlerin Görünmesi
İşte, görünmeyen varlıklar olan melek, cin ve ruhanîler de, her ne kadar kendilerine has yapılarıyla bu âlemde görülmeseler bile, bu âleme has vasıtaları kullanıp, kılıf ve elbise giyerek görünebilirler. Meleklerin ve cinlerin bu şekilde görünmelerine “temessül” diyoruz. Kur’ân, temessülü anlatırken;
“(Melek, Meryem Validemiz’e) “tastamam bir insan şeklinde temessül etti”(Meryem, 19/17) der.
Efendimiz (sav)’e vahiy getiren melek, bazen kendine has keyfiyetle, bazen bir muharip şeklinde, bazen de daha başka suretlerde geliyordu. Benî Kureyza üzerine yürüneceği zaman Cebrail (as), tozu toprağı üstünde bir muharip suretinde gelmiş ve -Ya Rasûlullah, siz zırhlarınızı çıkardınız, fakat biz melekler taifesi çıkarmadık, demişti.

Yine aynı melek, bazı zaman oluyordu ki, Dıhye (ra) suretinde geliyor, bazı zaman da, dinî tâlim maksadıyla üzerinde hiç de yolculuk emaresi taşımayan bir misafir kıyafetinde geliyor ve “İman, İhsan, İslâm nedir?” şeklinde suâller sorup, verilen cevapları “Doğru” diye tasdikleyip gidiyordu.
Cinler ve şeytanlar da, melek gibi temessül edebilir. Hüseyin Cisrî’ye göre, Allah’ın (cc) kendilerine verdiği yaratılış biçimi sayesinde havadan, esirden veya benzeri bir maddeden istedikleri kadar alıp yoğunlaştırarak istedikleri şekle sokar ve o şekli âdete bir elbise yapıp, o elbise içinde insanlara görünürler.]

[Ek bilgi; Metafizik Hastalıklar

1 – Aşırı unutkanlık,

2 – Dalgınlık,

3 – Kararsızlık,

4 – Geleceğe ait ümitsizlik duygusu hissetme,

5 – Basit sebeplerle yakınlarına karşı agresif davranışlar (anne, baba, eş, arkadaş vs.),

6 – İşlerinde anlaşılmaz aşırı kısmetsizlik ve irade dışı aksiliklerle karşılaşma,

7 – Sevdiklerinin her hareketinin kendisine ters gelmesi, sonra bundan pişman olması,

8 – Bir türlü evlenememe, sıklıkla nişandan dönme,

9 – Basit sebeplerden boşanma,

10 – Yalnızken yanından bir karartının geçtiğini hissetmesi,

11 – Banyo yaparken korkması ve gözü açık sabunlanması,

12 – Bazı yerlerden geçerken sebepsiz korku hissetme (özellikle geceleri)

13 – Rüyalarında sıklıkla kedi, köpek, yılan görmesi,

14 – Sıklıkla garip ve korkutucu rüyalar görme,

15 – Sabahları çok yorgun kalkması,

16 – Bazen uyku-uyanıklık arasında parmağını dahi kımıldatamayacak ağırlık hissetmesi.

Cinler En Çok İnsanlara Nerede Musallat Olurlar?

Cinler insanlara en çok tuvalet, banyo ve yatak odasında musallat olurlar. Bu yüzden tuvalete ve banyoya girerken ve yatmadan önce kişinin şeytanın şerrinden Allah’a sığınması sünnettir.

Cinler Fiziki Hastalıklara Sebep Olabiliyorlar mı?

Cinler; Sara, damar tıkanıklığına, çocuk düşmesine, şiddetli baş ağrılarına vb. rahatsızlıklara sebep olabilmektedirler.

Cinler İnsanlara Nasıl Vesvese Verir?

Cinlerin konuşması mümkündür. Çünkü o konuşma büyülenmiş kişiye sihirbazın telkin ettiği gibi ruhun meyil ettiği bir şey olabilir. O bir ses değil ama büyülenmiş kimsede bir etki meydana getirmektedir. Cinler yakıcı ateş değildir, sadece ilk baştaki yaratışları yani maddeyi asliyeleri ateştir. Dolayısıyla Âdemoğlunun cesedine girer. Şeytan latif bir cisim olup insana vesvese verir. Kişiye kötü düşünceler fısıldar yani Rabbimizin buyurduğu gibi insanların gönüllerine vesvese verir.(Volkan KemalErgenekon)]

Kul ûhıye ileyye ennehüsteme’a neferun minelcinni fekalu de ki bana vahy edildi ki cinlerden bir kısmı bu mesaja kulak vererek dostlarına şöyle dediler. inna semı’na Kur’ânen ‘aceba gerçekten de biz olağan üstü güzellikte bir hitap dinledik, bir Kur’an dinledik. Burada ki Kur’an isim değil, onun için de bir hitap diye çevirmeyi daha uygun buldum. Olağan üstü etkili, ‘aceba, yani şaşırtıcı, bizi hayrette bırakan, bizi çok etkileyen bir hitap, bir kelam dinledik.

2-) Yehdiy ilerrüşdi feamenna Bih* ve len nüşrike Birabbina ehadâ;

“(O,) rüşde (olgunluğa) yönlendiriyor. Bu sebeple iman ettik Ona! Rabbimize hiç kimseyi asla ortak tutmayacağız.” (A. Hulusi)

02 – Rüşte erdiriyor, biz de ona iman eyledik, rabbimize hiç kimseyi şerik koşmayacağız. (Elmalı)

Yehdiy ilerrüşdi feamenna Bih Yehdiy ilerrüşd, doğru bir bilinç inşa eden bir hitap. Feemenna, ve biz de derhal iman ettik.

Şimdi ayette geçen cinlere ilişkin Kur’an ın genelinden şöyle genel bir panorama sunmak isterim. Kur’an cin kavramını çok anlamlı olarak kullanır. Cinlerle ilgili Kur’an pasajları için Sebe suresini, ‘Araf suresini, Ahkaf suresine bakılabilir. Cin kelimesi ce ne ne kökünden gelir. Ce ne ne kökü ihtiva ettiği tüm anlamlarda duyulara kapalı olan, duyularla algılanamayan manasına gelir. Ceniyn, Anne karnında kapalı olduğu için bu kökten gelir. Can; İnsan gözü görmediği için can derler. Mecnun; Akıl kapalı olduğu için deliye mecnun derler. Cünne; Kalkandır insanı örttüğü, kapattığı için kalkana cünne demişler. Cennet; yine aynı kökten gelir. ağaçlarla yeşilliklerle tabanı örtülü olduğu ve görünmediği için ce ne ne kökünden gelen bir kelimeyle cennet denmiştir.

En’am/76. ayetinde kök anlamıyla kullanılır. En’am/100, ve Saffat/158. ayetinde duyulara kapalı, hisse açık varlık manasına kullanılır. ‘Araf/38 ve Enam/112. ayetlerinde, yine Hud/119. ayetinde mevhum ve esrarlı şeytani güçler manasında kullanılır. Yine Bakara/102. Cin/5-6. ayetlerinde büyü sembolleri olarak kullanılabilir, o manaya alınabilir. Yine Ahkaf/29-32. ayetlerinde ilk defa görülen uzaktan gelen varlıklar manasında kullanılabilir. Veya bu manaya alınabilir. Yine Enbiya/82. Sebe’/12-14. ayetlerinde mitolojik ve folklorik varlıklar manasına alınabilir. Gözeneklere nüfuz eden tarifsiz bir ateşten yaratıldığını ifade eder Kur’an cinlerin Hicr/27. ayetinde, Rahman/15. ayetinde.

Varlık elbette ki görünenlerden müteşekkil değildir. Varlık gördüğümüzün çok daha ötesindedir. Onun için görmediğime inanmam sözü cahillerin sözüdür. Fakat görmediğimizden korkmamız, görmediğimizi hele hele tanrılaştırmamız da insanoğlunun bir başka zaafıdır. Görmediğini inkar etmek insanın bir zaafı, görmediğinden korkup onu tanrılaştırması da bir başka zaafıdır.

Varlık üçe ayrılır; Alem-i Mülk, Alem-i Misal ve Alem-i melekut. Alem-i mülk gördüğümüz alemdir. Alem-i misal, misal alemidir. Alem-i Melekutsa maddi alemi aşan öteki, yani aşkın alemdir. Yine varlık kategorileri bizde, İslam da sadece maddi olanla sınırlanmaz. Maddeyi aşar ve Alem-i Lahuta doğru ilerler. Onun içinde materyalizm ve pozitivizmin maddeyle sınırlandırdığı varlık kategorilerini bir Müslüman kabul edemez. Bir Müslüman’ın varlık düşüncesi aşkın varlığı içeren bir düşüncedir. En basit ve bayağı varlıkla en yüce varlık arasında varlık mertebeleri vardır. İşte cinler de bu mertebelerden birindedir. Birine ait olan, birine sahip olan varlıklardandır. Bu Kur’an da ki cinlerle ilgili genel bir sayım dökümün ardından kaldığımız yerden devam edebiliriz.

ve len nüşrike Birabbina ehadâ ve asla bundan böyle rabbimize hiç kimseyi şirk koşmayacağız dediler. Kimler? Kur’an ı dinleyen cinler, böyle dediler. Yani imana kavuşmak, şirkten kurtulmaktır. Burada omu anlıyoruz. feamenna Bih* ve len nüşrike Birabbina ehadâ iman ettik, biz hemen bunun ardından iman ettik ve bundan böyle asla hiç kimseyi rabbimize ortak koşmayacağız dediler Kur’an ı dinleyen cinler.

3-) Ve ennehû te’alâ ceddu Rabbina mettehaze sahıbeten ve lâ veleda;

“Muhakkak ki Rabbimizin ceddi (azamet ve sultanlığı) çok yücedir. Ne bir dişi eş edinmiştir ne de bir çocuk!” (A. Hulusi)

03 – Ve doğrusu o rabbimizin şanı çok yüksek, ne bir arkadaş edinmiş ne de bir velet. (Elmalı)

Ve ennehû te’alâ ceddu Rabbina şu da bir gerçek ki rabbimizin şanı pek yücedir dediler. Ennehû ki çok gelecek bu enne veya inne şeklinde de okunabilir, edat. 18. ayet hariç 3. ayetten 19. ayete kadar ayetlerin başında yer alan bu edatlar inne olarak ta okunabilirler. Eğer inne okunursa o zaman sözü ilk ayete atfedip buraya, yani 3. ayete atfedip konuşanın cinler olduğuna hükmetmemiz lazım. Yok enne olursa pasaja bağlama göre farklı hatiplerin ağzından hitabı vermemiz ve anlamamız gerektir, onun için bu enne nin inne de okunabildiğini bazı karilerin öyle okuduğunu, bazı karilerinde böyle okuduğunu bilmemiz lazım.

mettehaze sahıbeten ve lâ veleda o kendisine ne bir eş, ne bir çocuk edinmiştir. Yani tevhid sürüyor, cinler artık şirkten kurtulup tevhide ulaşmış oluyorlar. Aslında burada bir ima var ama bir sonraki ayeti okuduktan sonra o imaya döneyim;

4-) Ve ennehû kâne yekulu sefiyhuna ‘alAllâhi şatatâ;

“Doğrusu bizim kıt anlayışlımız, Allâh hakkında saçma iddiada bulunuyormuş!” (A. Hulusi)

04 – Ve doğrusu bizim sefih, Allaha karşı saçma söylüyormuş. (Elmalı)

Ve ennehû kâne yekulu sefiyhuna ‘alAllâhi şatatâ bir başka gerçek te içimizdeki beyinsiz kişilerin Allah’a karşı haddini bilmezce konuşmasıdır. Evet, bir önceki ayet 3. ayetin sonu ne bir eş, ne bir evlat edinmiştir dedi değil mi? Orada aslında Yahudilerin ahkaf/28-32. ayetiyle bu pasaj arasında doğrudan bir bağlantı kurmamız gerektiğini düşündüğümü daha önce söylemiştim, işte bu bağlantıyı kurarsak Yahudilerin; “biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız iddiasını hatırlayalım. nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHU (Maide/18)onu reddeden bir yaklaşım bu mettehaze sahıbeten ve lâ veleda (3) bu onu reddeden bir yaklaşım. Artık iman eden Yahudi cinler de bu yanlış ve yamuk inanıştan vazgeçtiler manasına geliyor.

5-) Ve enna zanenna en len tekulen’insu velcinnu ‘alAllâhi keziba;

“Biz gerçekten, ins ve cin Allâh hakkında asla yalan söylemez, diye zannetmiştik.” (A. Hulusi)

05 – Ve doğrusu biz, İns ü Cin Allaha karşı asla yalan söylemez sanmışız. (Elmalı)

Ve enna zanenna en len tekulen’insu velcinnu ‘alAllâhi keziba halbuki biz ne insanların ne de cinlerin asla Allah’a iftira etmeyeceğine kani idik, zannederdik. Yani iftira edeceğine asla ihtimal vermezdik dediler. Cinlerin ve insanların Allah’a iftira edeceğine ihtimal vermezdik, ama ederlermiş. Fahvel hitab, yani sözün geliminden bu anlaşılıyor. Ama cinler de, insanlar da görünen ve görünmeyen varlıklar, uzak ve yakın varlıklar. Tanıdığımız ve tanımadığımız varlıklar. Cin kavramının farklı anlamlarından, farklı kullanımlarından yola çıkarak hepsini de anlayabiliriz. Ama görünen ve görünmeyen, uzak ve yakın, bilinen ve bilinmeyen insan ve cin Allah’a iftira edermiş meğerse.

6-) Ve ennehu kâne ricalun minel’insi ye’uzune Biricalin minelcinni fezadûhüm raheka;

“Doğrusu, insan türünden bazı rical (erkek veya kadın), cin türünden bazı ricale (erkek veya kadın) sığınırlar… Bu yüzden onların azgınlıklarını artırırlar.” (A. Hulusi)

06 – Ve doğrusu İns ten bazı rical Cinden bazı ricale sığınıyorlardı da onların istilâlarını artırıyorlardı. (Elmalı)

Ve ennehu kâne ricalun minel’insi ye’uzune Biricalin minelcinn hiç kuşkusuz insanlardan bazıları, cinlerden bazılarına sığınırlar. İşte o ayet geldi. Demek ki insanlardan cinlere sığınanlar varmış. Hem de ye’uzune Biricalin minelcinn yani cinlerden bazılarına. Buradaki rical cinlerden bazı erkeklere diyor. artık burada ki cini hangi manayı yükleyeceksek ona göre anlaşılmalı. Eğer uzak varlıklar, bölgede bilinmeyen, görünmeyen varlıklar manasına yükleyeceksek o zaman bu ricali bildiğimiz erkek olarak anlamak lazım. Ama her nasıl anlayacaksak anlayalım cinlere sığınan insanların varlığından söz ediyor bu ayet.

Bir önceki ayetin söz ettiği şey de neydi aslında; Allah’a yapılan iftira. Allah’a insan nasıl iftira yapar? Allah’a ait vasıflardan, sıfatlardan birini yaratılmışlardan birine yakıştırarak. Bu bir insan olabileceği gibi cin de olabilir. Yani siz veya bir başkası her kimse; Allah’a ait bir vasfı bir cine yakıştırıyorsa, mesela Allah her şeyi görür El Basıyrdir değil mi? Eğer cin her şeyi görür diye inanıyorsa, Allah’a ait bir vasfı cine yakıştırdığı için onu Allah’a ortak koşuyor, dolayısıyla Allah’a iftira ediyor, Allah’tan rol çalıyor demektir.

Mesela cin her istediğini bana yapabilir diye inanan bir insan. Cinler isterlerse insana istediğini yaparlar diyen bir insan, aslında cinlere Allah’a ait bir vasfı yüklüyorlar. Allah’a ait bir sıfatı yüklüyorlar. Çünkü isterse Allah her istediğini yapabilir. Bu Allah’ın vasfıdır. Çünkü Allah gücü sonsuz olandır, kudreti sonsuz olandır. İnnallahe kadiyrun; Allah kadiyrdir, Allah her şeye gücü yetendir. ‘Ala külli şey’in kadiyr; Allah her şey üzerine kadirdir, güç yetirendir gibi Kur’an i ibareler bize bunu veriyor. Biz veya bir başkası Allah’ın kadiyr oluşunu tutarda cinlere atfedersek Allah’a iftira etmiş ve cinlere de ilahlık rolü yakıştırmış oluruz. İşte burada bunu söylüyor ayet.

fezadûhüm raheka bu da onların cüretini, bu da onların cesaretini artırdı. Değerli dostlar işte bu surenin can damarı olan ibareye geldik. 6. ayetin son cümlesi olan fezadûhüm raheka ibaresi cin suresinin can damarı değil sadece, bizim cin tasavvurumuzun da anahtarı olmak zorundadır. Bu ibareyi bu küçücük cümleyi anladığımızda cin meselesini anlamış olacağız. Yani artık cinlerin tasallutundan kurtulmuş olacağız. Bunu onun için anlamak lazım. Cinlerle ilgili tüm Kur’an da ki, anahtar ibare bu çünkü. fezadûhüm raheka

Cinlerin insan üzerinde ki etkisi nedir, nereye kadardır sorusunun cevabı bu cümlede gizli. Rahk; sarmak, bürümek kök manasından geliyor. Aslında tepesine çıkarmak, şımartmak, cür’et vermek, karşısında edilgen hale geçmek, karşısında edilgen hale geçtiğiniz için onu da etken hale geçirmek. Kendiniz nesneleştiğiniz için onu özne ilan etmek. Yani siz kendinizi nesneleştirerek onun sizi üzerinizde bir takım tasarrufta bulunmasına cür’et kazandırmak manasına gelir. Aslında bu kadar bile yeter değil mi? Yamuk cin tasavvurumuzu düzeltmek için bu ibare gerçekten de bir ilaç gibi.

Şimdi şımartmak fezadûhüm raheka işte bu davranış cinlere insanların sığınması cinlerin cesaretini artırdı, cür’etini artırdı. Yani onlar karşısında insanı edilgen kıldı. Bu şudur dostlar kısaca; İnsanoğlu cinlere meydan okuması lazım. Cinin insanoğlu üzerinde hiçbir etkisi olamaz. Allah açıkça ifade ediyor. Şeytanın cinlerden olduğunu Kur’an dan öğrenmiştik. Şeytan için Kur’an ara ara ne diyor? Senin salih kullarım üzerinde hiçbir hükmün geçmez. Yani onlar üzerinde gücün yoktur buyuruyor Kur’an. Evet, gücün yoktur.

Kur’an cinlerden bir grup olan cin şeytanlarının insan üzerinde herhangi bir gücü olmadığını söylüyor. O halde insan üzerinde güç uygulayan görünmez varlıklara ilişkin ne diyebiliriz? Açıkça şunu deriz. İnsan kendi iradesinden onlara transfer eder, kendi iradenizden transfer ettiğinizi size karşı kullanır. Yani görünmez varlıklar insana karşı eğer bir zarar verebiliyorlarsa, bu onların verdiği zarar değil, insanın iradesinden eksiltmesidir. İnsanın irade zaafıdır. Sizin verdiğiniz mermiyi size atmaktadır.

Aslında bu iradenin imtihanını kaybetmiş olmanın cezasıdır. Aslında bu iradeyi zayıflaştırmanın cezasıdır, ceremesidir, faturasıdır. Eğer iradenizi teslim ederseniz, iradenizden vaz geçerseniz, iradeniz size karşı kullanılır. Hatta vehimlerle olmayanı varmış gibide yaparsınız. Öyle evhamlanırsınız ki aslında vehminiz kendinize dönüp sizi vuran bir bumerang silahına dönüşür. Atarsınız, gelir sizi vurur.

İşte bu ibare fezadûhüm raheka bize bütün bunları vermektedir. Kıssanın özü de budur aslında. Burada anlatılan kıssanın özü de budur. İnsanın kendi kendisini vurmasıdır. Belki tarihsel olarak Babil büyücülüğüne bir atıfta vardır, Yahudiler bağlamında Ahkaf/28-32. ayetleriyle birlikte düşündüğümüzde, Yahudilerle irtibat kurduğumuzda, dünyaya büyüyü yayan Babil sürgünü sırasında Yahudilerin Babil’liler den öğrendikleri büyücülüğü nasıl dehşet bir hale getirip insanlara salgın bir hastalık gibi yaydıklarını ima ettiğini düşünebiliriz.

[Ek bilgi; Bazıları şöyle der: “Bir adam ıssız bir vadide yatmak veya konup geçmek istediği ve başına bir tehlike gelmesinden korktuğu zaman yüksek sesle, “Ey bu vadinin azizi! Ben senin itaatinde bulunan beyinsizlerden sana sığınıyorum.” der ve böylece o vadideki cinninin kendisini koruyacağına inanırdı. Kuşkusuz bu inançtaki kişiler başı sıkıldıkça veya herhangi bir amaca ermek istedikçe, işi, önce cinne sığınmak olur.

Ebu Hayyan’ın zikrettiği gibi Mukatil şöyle demiştir: Araplarda cinne sığınmak Yemen’de bir kavimden başladı, sonra Beni Hanife’ye geçti, sonra Araplarda yaygın hale geldi. (Elmalı-Tefsir)]

7-) Ve ennehüm zannu kema zanentum en len yeb’asâllahu ehadâ;

“Muhakkak ki onlar (insanlar), sizin gibi düşünüp, Allâh’ın hiçbir kimseyi asla bâ’s etmeyeceğini, zannetmişler!” (Bu âyet cinlerin de yaşadıkları beden boyutu itibarıyla ‘Ölüm – kıyamet’ aşaması sonrasına insanlar gibi vâkıf olmadıklarını göstermektedir. A.H.) (A. Hulusi)

07 – Ve doğrusu onlar sizin zan ettiğiniz gibi zan etmişlerdi ki: Allah ebada hiç bir kimseyi ba’s etmeyecek. (Elmalı)

Ve ennehüm zannu kema zanentum en len yeb’asâllahu ehadâ o sapık insanlar tıpkı sizin sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi geri göndermeyeceğini sanmaktadırlar. en len yeb’asâllahu ehadâ diriltmeyeceğini.

Aslında burada elçi manasına, peygamber manasına, yani Allah hiç kimseyi peygamber olarak göndermez diye inanıyorlarmış demek ki, işte o sapık insanlar tıpkı sizin sandığınız gibi Allah hiç kimseyi peygamber olarak göndermeyecek zannetmektedirler, zannetmişlerdi daha doğrusu.

Yahudilerin kendi dışlarında peygamber gelmeyeceğine dair inançlarına bir atıf olsa gerek. İnsandan ümit kesmişlerdi çünkü. Bu müşrikler için geçerliydi. Ama Yahudiler bizden başkasından adam çıkmaz diyorlardı İşte burada ki onu ifade ediyor. Artık Allah tıpkı insanlardan peygamber göndermeyeceği gibi, sizden de peygamber göndermez zannetmişlerdi, sanmışlardı. Bu arada şunu söyleyeyim;Kur’an insanlara ve cinlere kendi türlerinden peygamber gönderildiğini ifade eder.

😎 Ve enna lemesnes Semâe fevecednaha müliet haresen şediyden ve şühüba;

“Gerçekten biz semâya dokunduk da onu, güçlü bekçilerle (kuvvelerle) ve şihablarla (anlamamızı önleyen ışınlarla) doldurulmuş bulduk.” (A. Hulusi)

08 – Ve doğrusu biz o Semayı yokladık da onu öyle bulduk ki şiddetli muhafızlar ve şihablarla doldurulmuş. (Elmalı)

Ve enna lemesnes Semâe cinler dediler ki biz göğü yokladık fevecednaha müliet haresen şediyden ve şühüba ama onu tam donanımlı bir koruma ordusu ve tarifsiz bir göktaşı sağanağı ile dolu bulduk. Hicr/17 ve18. ayetleri ile karşılaştırmak lazım Yahudi kabalizmine bir atıf var gibi geldi bana. Çünkü Yahudi kabalizmi gaybı bilme iddiasıyla ortaya çıkıyor. Oysa ki bu imkansız. Vahyin kaynağını bulandırmak ta dile getirilebilir burada. Yani vahyin kaynağına bir şey karıştırırlar mı cinler. Bu vahyin indiği sırada bazı insanlar böyle düşünüyorlarmış. Cinler de vahy getirir diye düşünüyorlarmış. Hatta Allah resulüne mecnun demelerinin sebebi cinlenmiş demeleriydi. Yani deli değil bizde ki gibi, mecnun cinlenmiş manasına kullanıyorlardı. Ne demekti? Onun cini var diyorlardı, ona cin vahiy getiriyor diyorlardı. İşte bu tip iddiaların tümüne birden rettir bu ayetler.

[Ek bilgi; HARES, bekçi ve muhafız demek olan “hâris” kelimesinin çoğuludur. “Hadem” kelimesinin, hizmetçi mânâsına gelen “hâdim” kelimesinin çoğulu olduğu gibi.

ŞÜHÜB de “şihâb ın çoğuludur. Şihâb, esasen ateş alevidir. Nitekim, “Parlak bir ateş koru.” (Neml, 27/7) âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır. Bundan, gökte yıldız kayar gibi kayan parıltılara da isim olmuştur.

Mânânın özeti şu oluyor: Biz iman ettik ki, “Allah kimseyi peygamber göndermeyecek, göndermez.” zannı yanlış imiş, biz yüce bir şahsın peygamber gönderildiğini anladık. Çünkü biz göğü, o yüksek âlemi yokladık da onu şiddetli bekçiler, kuvvetli muhafız melekler ve atılmaya hazırlanmış ateş gibi alevler, korlarla doldurulmuş bulduk.(Elmalı tefsir)]

9-) Ve enna künna nak’udu minha meka’ıde lissem’ı, femen yestemi’ıl’Ane yecid lehu şihaben rasadâ;

“Biz anlamak için ondan mekân edinip oturuyorduk. Şimdi ise kim dinlese kendisi için gözetleyen tahrip edici ışın bulur!” (A. Hulusi)

09 – Ve doğrusu biz ondan dinlemek için bazı mevki’lere otururduk, fakat şimdi her kim dinleyecek olursa onun için gözeten bir şihap buluyor. (Elmalı)

Ve enna künna nak’udu minha meka’ıde lissem’ı halbuki vaktiyle biz onun uygun yerlerinde haber dinlemek için oturuyorduk, oturmuştuk. Yahudilerin kendilerinden bir peygamber beklentisine bir atıf gibi geldi bana. Onlar bu iş için astrolojiyi kullanıyorlardı. Yani onun uygun yerlerine oturmuştuk dedikleri gök.ç Göğün uygun yerlerine oturmak olsa olsa müneccimlerin bu hangi peygamberin yıldızı, acaba gelecek peygamberin yıldızı doğdu mu, doğacak mı diye spekülasyon yapmaları şeklinde de anlayabiliriz.

femen yestemi’ıl’Ane yecid lehu şihaben rasadâ ne var ki şimdi bizden her kim dinlemeye kalksa göğü, yani vahyin kaynağını, veya aşkın haberlerin kaynağını dinlemeye kalksa derhal karşısında ki hedefi gözetleyen bir ateş toplu buluyor. Yani karşısında ki hedefe güdümlü bir füze gibi, güdümlü bir mermi gibi bir ateş topu buluyor. Ben bu ateş topunun ne olduğu üzerinde düşündüm. Acaba nasıl anlayabiliriz dedim; Kulak hırsızlığına dayalı sahte vahiylere bir atıf bu aslında. Gelecekten haber verme girişimlerinin tümünü birden reddediyor bu ayet ve düşündüğümün sonucunda beni ikna edecek olan işte bu vahiydir dedim. Yani ateş topu tıpkı;

Ve nünezzilu minel Kur’âni ma huve şifaun ve rahmetun lil mu’miniyn. ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara (İsra/82) ayetinde olduğu gibi. Biz bu Kur’an dan Mü’minler için şifa olan ayetler indirdik fakat onlar onda; ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara, zalimlerin hüsranını artırır o. Yani zalimlerin de hüsranını artırır. Tıpkı onun gibi Kur’an ın adeta bir nûr, bir de nâr olan veçhesi var.

Nûr olan veçhesi kendisinden faydalanmak isteyeni ışıtması, aydınlatması, kendisine iman edenlerin gözünü ve gönlünü aydınlatması.

Nâr olan veçhesi ise kendi kaynağını bulandırmak isteyenleri yakması, Yani, mü’minin imanını, kafirin küfrünü, münafığın nifakını artırır dersek acaba olur mu? Allah’u alem..!

Güdümlü bir silah gibi avlayıp geçersiz kılan, kendi kaynağını bulandırmaya yönelik her teşebbüsü adeta güdümlü bir mermi gibi varıp tam gözüne isabet eden şeklinde de anlayabiliriz. Rasadâ diyor çünkü. Rasatla yan, tarassut eden, onu gözetleyen, adeta güdümleyen bir biçimde anlamına.

10-) Ve enna lâ nedriy eşerrun üriyde Bimen fiyl’Ardı em erade Bihim Rabbuhüm raşeda;

“Gerçek ki biz, arzda (bedende) olanlardan açığa çıkarılacak olan şerr mi; yoksa Rablerinin muradı, kendilerinde bir reşad mı (hakikati müşahedenin olgunluğu), buna vâkıf değiliz.” (Bu âyet dahi göstermektedir ki Rabbinin {Esmâ hakikatinin} kişiye ne yaşatacağı, kişinin Allâh indîndeki açığa çıkış amacı, cinler tarafından bilinmemektedir. A.H.) (A. Hulusi)

10 – Ve doğrusu biz bilmeyiz o Arzdaki kimselere bir şer mi irade edilmiştir, yoksa rableri onlara bir hayır mı murad etmiştir. (Elmalı)

Ve enna lâ nedriy ve biz anladık ki gaybı bilmiyormuşuz, gayb dan anlamazmışız. Yani iddiamızın aksine biz gaybı bilmiyor muşuz, bilirmiş gibi yapar mışız. Görünmeyen varlıklar veya uzaktan gelen varlıklar. Yani bunların Ahkaf suresinde ki ayetlerle birlikte anlayacaksak Yahudi olduğunu düşünmemiz lazım. Onlar demişler ki; meğer biz gaybı bilmezmişiz de gaybı bilirmiş gibi afra tafra satarmışız. Tıpkı falcılar gibi, tıpkı yıldız falcıları gibi, tıpkı tarotçular gibi, tıpkı müneccimler gibi. Gayb dan haber vermeye kalkan haddini bilmezler gibi. Aslında gaybı bilmezler, fakat bilirmiş gibi yaparlar, sıkarlar, sıkarlar, içinden bir kaç tanesi doğru çıkarsa onu satarlar. Oysa ki bir çoğu da yanlış çıkmıştır.

eşerrun üriyde Bimen fiyl’Ardı em erade Bihim Rabbuhüm raşeda mesela şu yerdekilere şer mi murat edilmiş, yoksa rableri onları doğruya ulaştırmayı mı murat etmiş. Bunu da bilmezmişiz. Burada ince bir nükte var; Şer meçhul kipiyle gelmiş, yani faili belli değil. Fakat hayır Allah’a nispetle gelmiş. Manidardır gerçekten. Yani Kur’an bize edep öğretiyor. Demek ki hayrı Allah’a nispet ederken hiç düşünmeyelim ama şer konusunda; bU başımıza nereden geldi dediğimizde ..min ındi enfüsiküm. (A. İmran/165) kendi yüzünüzden geldi demiyor mu Kur’an.

11-) Ve enna minnessalihune ve minna dûne zâlik* künna taraika kıdeda;

“Bizden sâlihler vardır; yine bizden, ondan (Sâlihlik mertebesinden) aşağı olanlar da vardır… Biz çok çeşitli tarîkler (türleri – yapıları anlayışları farklı, kozmopolit halk) olduk.” (A. Hulusi)

11 – Ve doğrusu bizler: bizlerden salih olanlar da var, olmayanlar da var dilim dilim tarikatlar olmuşuz. (Elmalı)

Ve enna minnessalihune ve minna dûne zâlik ve yine bizden iyi kimseler de var, salih olanlar da var ve böyle olmayanlar da var. Yani facir olanlar, fasık olanlar, kâzip olanlar da var. künna taraika kıdeda zaten öteden beri biz hep birbirimize aykırı, bir birimizden farklı, birbirimizin zıddına yollar edinmişiz. Bu son cümleden şunu anlayabiliriz sanırım, yollarımız ayrı iken akıbetimizin bir olacağını sanmışız. Bu ayette anlatılanların Yahudiler olduğunu Ahkaf suresinden yola çıkarak düşünecek olursak, onlar biz Allah’ın dostları ve oğullarıyız diyorlardı ya. nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHU. (Maide/18) ve biz tümümüz cennetliğiz diyorlardı ya.

Ama asla aynı değillerdi. Yahudiler içerisinde Zelotlar vardı, Ferisiler vardı, Esseniler vardı ve diğerleri vardı. Yakubiler vardı ve hatta Samiriler vardı ve bunların Tevrat’ları da ayrı idi. Bu günkü elde ki Tevrat’ta bile iki rivayet vardır Elohim rivayet Rabbilik rivayet. Dolayısıyla bunların mesela Sadukiler ahirete inanmazlardı. Peygamberlerden gelen hiçbir geleneğe inanmazlardı. Yunanlılar gibi yaşarlardı, işgalciler gibi düşünürlerdi, işgalciler gibi yaşarlardı.

Şimdi, iyi de bu kadar farklılık olmasına rağmen nasıl hepinizde kurtulmuşlar zümresine gireceksiniz? İşte bu ayet sanki oraya bir atıf gibi geldi bana. Yolarımız ayrı iken akıbetimiz bir olur sandık. Yahudi kibrine bir atıf.

12-) Ve enna zanenna en len nu’cizAllâhe fiyl’Ardı ve len nu’cizehu hereba;

“Biz anladık ki, arzda Allâh hükmünü geçersiz kılamayız ve kaçarak da O’nun hükmünün yerine gelmesini önleyemeyiz!” (A. Hulusi)

12 – Ve doğrusu biz anladık ki Allah’ı Arzda acze düşürmemize ihtimal yok, kaçmakla da onu asla âciz bırakamayız. (Elmalı)

Ve enna zanenna en len nu’cizAllâhe fiyl’Ardı ve len nu’cizehu hereba ve aklımız kesti ki yer yüzünde asla Allah’a karşı gelmeyiz ve O’ndan asla kaçıp kurtulamayız. Yani Allah’a karşı gelemeyiz. Allah’a karşı gelmek istesek bile gelemeyiz. Ama karşı deldiğim zaman da bunu cezasını görürüz. Allah’tan kaçmaya çalıştık haydi, kaçamayız, nereye kaçacaksınız. Allah’ın olmadığı bir mekan mı var. Allah’tan nereye kaçacaksınız onun için ve len nu’cizehu hereba ve asla kaçıp kurtulamayız. Bunu anladık diyecekler.

Fefirrû ilAllâh (Zâriyat/50) Allah’tan kaçamazsınız, bari Allah’a kaçın. Kur’an ın dediği gibi. ..eynelmeferr (Kıyamet/10) nereye kaçmak. Seyrani mizin dediği gibi; Padişah demiş ki Abdülmecit, Seni sürerim, tanzimata karşı geldiği için. Ölümsüz dizelerin,i o zaman söylemiş halk şairimiz.

Hakkın mekanından başka bir mekan,

Bulmak mümkün ise bul gönder beni.

Bozmak mümkün ise aklım bikrini

Boz da bakir iken dul gönder beni.

[Ek bilgi; SEYRANİ ŞİİRLERİ.

Şehr-i hakikata doğru gidenin,

Ayağı altına yol gönder beni.

Fazilet elinde şahlık edenin,

Rabbım kapısına kul gönder beni.

Cehennem yoluna sapsam da şayet,

Cennete rehberim ol gönder beni.

Bozmak mümkün ise aklım bikrini,

Boz da bakir iken dul gönder beni.

Ey Seyranî fermanıdır künfekân.

Mantık-ı vahiddir kudret-i lisan.

Hakkın kudretinden başka bir mekân.

Bulmak mümkün ise bul gönder beni.

(Seyrani)]

Yani sen diyorsun ki düşünme, düşündüğünü söyleme. Aklımın bekaretini mi bozacaksın haydi boz diyor. Eğer Allah’ın olmayan bir mekan bulursan beni oraya sür gönder. Sürdüğün yer de Allah’ın mekanı değil midir. Tarihe geçmiş bir cevap. Aslında hakikati söyleyenleri sürmekle tehdit edenlerin hepsine verilecek bir cevap olsa gerektir.

13-) Ve enna lema semi’nelhüda amenna Bih* femen yu’min Birabbihi fela yehafu bahsen ve lâ raheka;

“Biz hüdayı (Kurân’ı) işittiğimizde, Onun hakikat olduğuna iman ettik… Kim Rabbine hakikati olarak iman ederse, (artık o) ne hakkının eksik verilmesinden korkar ve ne de zillete düşürülmekten!” (A. Hulusi)

13 – Ve doğrusu biz o hidayet rehberini dinlediğimizde ona iman ettik, her kim o rabbine iman ederse artık ne hakkı yenmek ne de istilâ olunmak korkusu kalmaz. (Elmalı)

Ve enna lema semi’nelhüda amenna Bih işte tam da bu yüzden biz ilahi rehberliği işitince kayıtsız şartsız hemen ona inandık. femen yu’min Birabbihi fela yehafu bahsen ve lâ raheka artık kim rabbine iman ederse, o ne bir ziyana uğrar, yani bahsen aslında değerinden eksiltmektir. Değeri olan fiyattan aşağı fiyat vermeye denir. Onun ne değerine bir zarar gelir, ne de gazaba uğrar.

Buradan şunu anlamıyor muyuz dostlar. İnsan Allah’ın nezdinde değerlidir. Allah insanı çok değerli yarattı. Ama insan elleri ile kendi değerini düşürüyor. Eğer iman eder ve Allah’ın dediği gibi yaşlarsa, Allah onun değerini korur. Yani iman insanın değerini korur, bunu söylüyor açıkça ayet.

Bölge Yahudilerine Muhammedî davete inanmada geç kalmama iması şeklinde de anlayabiliriz. Yani zımnen şu; Uzaktaki Yahudiler, yani cinler. Görünmeyen, ya da bölgeye yabancı olanlar inandı da, yakındakiler inanmayacak mı? Bunu söylüyor.

14-) Ve enna minnelmüslimune ve minnelkasitun* femen esleme feülâike teharrev raşeda;

“Bizden teslim olmuşlar da vardır, hükümlere âsi olan zâlimler de vardır. Teslim olanlar, hakikatin olgunluğuna talip olanlardır.” (A. Hulusi)

14 – Ve doğrusu bizler: bizlerden Müslimler de var, haksızlar da var, Müslim olanlar, işte onlar rüşd-ü sevabı arayanlardır. (Elmalı)

Ve enna minnelmüslimune ve minnelkasitun bununla beraber içimizden Allah’a tam teslim olan da var, haddini aşanda var. Kendine kötülük eden de var. femen esleme feülâike teharrev raşeda ama kim de Allah’a kayıtsız şartsız teslim olursa, işte onlar doğru bir bilince ermiş olanlar.

Şöyle mi açsam acaba Teharru raşeda; doğru bir bilinç inşa etmenin hakkını verenlerdir. Veya doğru bir bilinci hakkıyla inşa edenlerdir. Çünkü rüşt; doğru bir bilinç inşa etmektir. Teharru raşeda belki de şeytandan, nefsin tuzaklarından, kelepçelerinden, bukağılarından, palangalarından kurtulmuş, hür olmuş, tamamen nefsin ve şeytanın tuzaklarından ve zincirlerinden arınarak Allah’a yönelmiş olan hür bilinç manasına gelse gerektir.

15-) Ve emmelkasitune fekânu licehenneme hatabâ;

“Hükümlere karşı çıkan zâlimler ise cehennem için odun oldular!” (A. Hulusi)

15 – Amma haksızlar Cehenneme odun olmuşlardır. (Elmalı)

Ve emmelkasitune kendini kötülük edenlere, kendine zulmedenlere, haddini bilmeyenlere gelince fekânu licehenneme hatabâ sonunda onlar cehenneme odun olacaklar.

16-) Ve en levistekamu ‘alettariykati leeskaynahüm mâen ğadeka;
Gerçek şu ki, onlar tarikat (hakikatine giden yol) doğrultusunda yürüselerdi, elbette onlara bol bir su (marifet ve ilimle) suvarırdık. (A. Hulusi)
16 – Ve hakikat o tarikat üzere istikametle gitselerdi elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık. (Elmalı)

Ve en levistekamu ‘alettariykati leeskaynahüm mâen ğadeka eğer onlar yolda doğru dürüst yürüseler di veya giderlerse, elbet biz de onları bitimsiz bir suyla sularız.

İlginç değil mi? Burada cinlerin su ile ne alakası olabilir suali sorulabilir ki, İbn. Âşur gibi bazı müfessirlerimiz bu soruyu sormuşlar. Yani ne alakası var ki cinlerin suyla. Kur’an da el cinn in çok anlamlı olduğunu daha önce söylemiştim. Burada tam hatırlamanın sırası. Kök anlamı görünmeyen varlıklar olan bu kavram mecazen uzaklardan gelen, bölgede tanınmayan, ender görünen garip kimseler anlamına da geldiğini unutmamak lazım. Tabii ki Allah’u alem..! Yani bu veya şu anlama gelir demek elbette ki cür’etli konuşmaktır. Fakat aynısı bu anlama gelmez demek te cür’etli konuşmak olur Allahu alem bi muradihi bihi diyoruz. Allah bununla neyi murad ettiğini en iyi kendisi bilir tabii ki. İnsan ve cinlere kendi cinslerinden peygamber gönderildiğini daha önce söylemiştim ki, Enam/130. ayeti bunu verir. Yani Kur’an kuralı koymuştur. İnsanlara kendi, cinslerinden, cinlere de kendi cinslerinden peygamber gelmiştir. Bu kuralı Kur’an koymuştur.

17-) Lineftinehüm fiyh* ve men yu’rıd ‘an zikri Rabbihi yeslükhu ‘azâben sa’adâ;

Onları, onunla denerdik ne oldukları açığa çıksın diye. Kim Rabbinin zikrinden (hatırlattığı Hakikatinden) yüz çevirirse, onu gittikçe şiddetlenen bir azaba sokar! (A. Hulusi)

17 – Ki onları onun içinde imtihan edelim, her kim de rabbinin zikrinden yüz çevirirse o onu gittikçe yükselen bir azâba sokar. (Elmalı)

Lineftinehüm fiyh bunu o nimetle sınamak için yaparız. Yani yukarıda ki gibi nimet; suyu sonsuzca açarız ve yağmuru üstünüze boşaltırız ama bunu bir sınav olarak yaparız her nimette olduğu gibi. ve men yu’rıd ‘an zikri Rabbihi yeslükhu ‘azâben sa’adâ ama rabbini hatırlamaktan yüz çeviren kimseyi de pek meşakkatli bire azaba duçar ederiz.

18-) Ve ennelmesacide Lillâhi fela ted’u ma’allahi ehadâ;

Muhakkak ki secde mahalleri Allâh içindir. O hâlde (secde hâlinde) Allâh yanı sıra başka birine yönelmeyin! (A. Hulusi)

18 – Ve hakikat mescitler hep Allah içindir, o halde Allahın yanında başka birine duâ etmeyin. (Elmalı)

Ve ennelmesacide Lillâhi fela ted’u ma’allahi ehadâ mescitler Allah’a aittir. Orada Allah’tan başka hiç kimseye dua etmeyin. Açık ve net. İttifakla bu ayet 1. ayete hamledilmiştir. Başında takdiren şöyle bir ibare koyabiliriz. Bana vahy edildi ki mescitler Allah’a mahsustur, Allah’a aittir. Sakın orada Allah’tan başka hiç kimseye dua etmeyin. El mesacid; İbadetler kulluk manasına gelir, ibadet zamanları manasına gelir, secde organları manasına gelir. Çünkü mescid hem mastarı mimi, hem ismi zaman, hem ismi mekândır. Putlarla dolu Kâbe ye bir atıftır ilk muhataplar için. Ama her mescidin alnına yazılacak bir ayettir aynı zamanda bu.

[Ek bilgi: “Arz bana mescid ve temizleyici (veya temiz) kılındı.” hadis-i şerifini göz önünde bulundurarak bu âyetin tefsirinde Hasan Basr i şöyle demiştir: Burada mesacid, arzın bütün parçalarına işarettir. Arzın hepsi Allah tarafından yaratıldığı için, onların üzerinde, yaratıcısından başkasına secde etmeyin demektir. (Elmalı-Tefsir)]

19-) Ve ennehû lemma kame ‘Abdullahi yed’uhu kâdu yekünûne ‘aleyhi libeda;

Ne zaman Abdullah (Allâh kulu – Hz.Muhammed), O’na yönelerek kalksa, çevresinde çullanıyorlar! (A. Hulusi)

19 – Ve filhakika o Allahın kulu kalkmış ona duâ ederken üzerine keçelene yazdılar. (Elmalı)

Ve ennehû lemma kame ‘Abdullahi yed’uhu kâdu yekünûne ‘aleyhi libeda ne var ki Allah’ın kulu ona davete kalkmaya görsün hemen yek vücut olup üzerine çullanıverirler. Çoğunlukla bu ayeti kerime de müfessirlerimizin dediği gibi Allah resulünün Kur’an okuyuşuna müşriklerin tepkisini ifade eder.

20-) Kul innema ed’u Rabbiy ve lâ üşrikü BiHİ ehadâ;

De ki: “Ben yalnızca Rabbime yönelirim (O’ndan isterim)! Hakikatim olan O’na hiç kimseyi ortak etmem!” (A. Hulusi)

20 – De ki ben ancak rabbime duâ ederim ve ona hiç bir şerik koşmam. (Elmalı)

Kul veya kale iki şekilde de okunmuştur. Kul olursa de ki; Kale olursa dedi veya söyledi. Devam edelim; innema ed’u Rabbiy ve lâ üşrikü BiHİ ehadâ hiç şüphe yok ki ben rabbime, sadece rabbime dua ederim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmam. Kale olursa dedi, böyle söyledi. Veya kul olursa de ki; Ben sadece rabbime dua ederim ve ona hiçbir şeyi ortak koşmam. Allah’tan başkasına dua açıkça şirk. Bu ayet bunu söylüyor.

21-) Kul inniy lâ emlikü leküm darran ve lâ raşeda;

De ki: “Kesinlikle, size ne bir zarar verebilirim ve ne de hakikati yaşama olgunluğu oluşturabilirim; (bunlar Allâh’ın sizde açığa çıkaracağı şeylerdir!)” (A. Hulusi)

21 – De ki haberiniz olsun ben size kendiliğimden ne bir zarar, ne de bir irşat yapamam. (Elmalı)

Kul inniy lâ emlikü leküm darran ve lâ raşeda de ki; (ne zarar ve yarar) verebilirim, ne de hidayet (ve dalâlete) götürebilirm. Zımnen, bunu ben bile yapamazken Allah Resulüne de deniliyor. Veya Allah resulü dedi. Yani burada ResulAllah’ın dilinden söylemesi gereken şeyler söyleniyor. Bunu ben bile yapamazken cinlerin yaptığına nasıl inanabilirsiniz. Zımnen bu. Bunu bir peygamber bile yapamazken zarar ve yarar verme işini. Allah dilemedikçe.
Peki insanlar nasıl cinlerin zarar verdiğine, cinlerin yarar verdiğine inanabiliyorlar. Bu ayet bunu soruyor, açık.

22-) Kul inniy len yuciyreniy minAllâhi ehadun ve len ecide min dûniHİ mültehada;

De ki: “Gerçektir ki, kimse Allâh’tan beni kurtaramaz ve O’nun dûnunda sığınılacak yoktur!” (A. Hulusi)

22 – De ki Allah dan beni kimse kurtaramaz ve ben ondan başka bir sığınacak bulamam. (Elmalı)

Kul inniy len yuciyreniy minAllâhi ehadun ve len ecide min dûniHİ mültehada De ki; şüphesiz nedeni Allah’a karşı kimse koruyabilirdi, ne de ben onun dışında bir sığınak bulabilirim.

23-) İlla belâğan minAllâhi ve risalâtihi ve men ya’sıllâhe ve RasûleHU feinne lehu nare cehenneme halidiyne fiyha ebeda;

Sadece Allâh’tan bir bildirim ve O’nun risâletleri istisna! Kim Allâh’a ve Rasûlüne âsi olursa, sonsuza dek içinde kalacağı cehennem ateşi vardır! (A. Hulusi)

23 – Ancak Allah dan ve irsalâtından bir tebliğ yapabilirim, her kim de Allaha ve Resulüne isyan ederse muhakkak ki ona Cehennem ateşi var, içinde ebedi kalmak üzere onlar. (Elmalı)

İlla belâğan minAllâhi ve risalâtih tabii ki eğer Allah’tan gelen görevi ve O’nun mesajlarını iletmemiş olsaydım. Allah’a karşı beni kimse korumazdı. Zımnen; insanın başına gelen cinlerden değildir, insanın sorumsuzluğundandır. Onun için sorumsuzluğu yüzünden, irade transferi yüzünden başına gelenleri kalkıp ta vahimlerine hamletmemelidir sonucunu çıkarabiliriz.

ve men ya’sıllâhe ve RasûleHU feinne lehu nare cehenneme halidiyne fiyha ebeda ve kim Allah’a ve O’nun elçisine isyan ederse, işte onun için cehennemin ateşi onu beklemektedir. İçinde ebedi kalmak üzere. Cehennem ateşi ona müstahaktır.

24-) Hattâ izâ raev ma yu’adune feseya’lemune men ad’afu nasıren ve ekallu ‘adeda;

Nihayet vadolundukları şeyi (ölüm) gördüklerinde anlayacaklar kim azınlıkta ve çaresizmiş! (A. Hulusi)

24 – Nihayet o vaad olundukları şey’i gördükleri vakit artık bileceklerdir ki yardımcısı en zayıf ve sayıca en aza olan kimmiş? (Elmalı)

Hattâ izâ raev ma yu’adun tehdit edildikleri azabı görünceye kadar yolları var. Başlarını hangi taşa vuracaklarsa kendileri bilirler. feseya’lemune men ad’afu nasıren ve ekallu ‘adeda işte o zaman kimin yardıma daha muhtaç ve sayıca az olduğunu anlamış olacaklar.

Allah’a görünmez varlıklardan eş, ortak, evlat nispet etmenin arka planında yatan hasta bilinci ifade ediyor bu ayet. Bu birincisi Allah’ın muhtaç olduğu sapıklığına dayanır. Yani Allah muhtaç mı ki, böyle mi düşünüyorlar. Bunu düşünmek, Allah’ın muhtaç olduğunu düşünmektir (Haşa). İkincisi ise tekliğinin zaaf olduğunu düşünmektir. Bu da bir sapıklıktır. Allah’ın tek olması, az olması, destekçisinin az olması anlamına mı geliyor? (Haşa) böyle mi düşünüyorsunuz. Yani siz cinleri görünmeyen varlıklardan Allah’a ortaklar koşarak O’nu güçlendirmiş mi oluyorsunuz demeye getiriyor.

25-) Kul in edriy ekariybun ma tu’adune em yec’alu lehû Rabbiy emeda;

De ki: “Vadolunduğunuz yakın mıdır, yoksa Rabbim uzun bir süre mi tanımıştır, bilmiyorum.” (A. Hulusi)

25 – De ki: dirayet ile bilmem: yakın mı o size vaad olunan? Yoksa Rabbim onun için bir uzun gayemi yapar? (Elmalı)

Kul in edriy ekariybun ma tu’adune em yec’alu lehû Rabbiy emeda de ki tehdit edildiğiniz azap yakın mı, yoksa rabbim onu bir müddet daha erteledi mi. Keşke bir bilseydim de onlara. Yine zımnen şu var; Ben peygamberken bunu ben bile bilmiyorum. Cinlerin gördüğüne inanmanız çelişki değil mi? Cinlerden öğrenmeye kalkmanız çelişki değil mi. Cinlerin bildiğine inanmanız çelişki değil mi? Hakikaten Kur’an burada akıl yürütüyor ve akıl yürütmemizi istiyor, aklımızı kullanmamızı, istiyor.

26-) ‘Alimülğaybi fela yuzhiru ‘alâ ğaybihi ehadâ;

Gayb’ın bilenidir! Zâtî Gayb’ını kimsede açığa çıkarmaz; (A. Hulusi)

26 – O bütün gaybı bilir, fakat gaybına kimseyi apaçık agâh etmez. (Elmalı)

‘Alimülğaybi fela yuzhiru ‘alâ ğaybihi ehadâ gaybı sadece o bilir. Ve o gaybına kimseyi bütünüyle asla muttali kılmaz. Yani gaybı O bilir, gaybı ondan başka kimseye tümüyle, hepsiyle muttali kılmaz.

27-) İlla menirteda min Rasûlin feinnehu yeslükü min beyni yedeyhi ve min halfihi rasadâ;

Sadece irtiza ettiği (seçtiği; arındırdığı) bir Rasûl istisnadır bundan! Muhakkak ki O, Onun (O Rasûlün) önünden ve arkasından rasat (gözeten, koruyan) koyar! (A. Hulusi)

27 – İhtiyar buyurduğu bir Resulden başka, çünkü onun önünden ve ardından râsıdler dizer. (Elmalı)

İlla menirteda min Rasûl razı olduğu elçi müstesna. Burada bir istisna cümlesi var. Razı olduğu elçisi müstesna. Ne demek bu? Meryem/65. ayeti ışığında bu elçiyi vahiy meleği olarak anlayabiliriz. Vahyin; cinlerin, şeytanların tasallutundan korunduğuna delalet eder bu istisna cümlesi. Yani vahyi alan ve peygambere getiren elçi dışında hiç kimse vahyin kaynağına el uzatamaz demektir. O melek elçi de sırf Allah kendisine izin verdiği için. Burada demek ki gayb aslında inmemiş olan vahiy. İnmemiş fakat inecek olan vahiy. İnmemiş vahyi kimse bilmez. İşte o dile getiriliyor.

feinnehu yeslükü min beyni yedeyhi ve min halfihi rasadâ böylesi bir durumda O elçisini gerek bildiği, gerek bilmediği hususlarda ilahi gözetim altına alarak hedefine ulaştırır. Yani böyle bir durumda O peygamberini veya o vahiy meleğini bildiği ve bilmediği hususlarda ilahi gözetim altına alarak hedefine ulaştırır. Aslında burada ki elçi ile yukarıda ki elçi aynı değil. Bu tabii ki yoruma açık olmakla birlikte burada Hz. Peygambere gidiyor, Hz. Peygamber ifade ediliyor. Bildiği ve bilmediği; elçinin bildiği indirilmiş vahiyler, bilmediği henüz indirilmemiş vahiyler.

Zımnen peygamber bile indirilmeden vahyi bile bilmiyorken cin nasıl bilir ey insanoğlu. Bunu diyor Rasada burada ilahi gözetim altında olmak manasına gelir. İsmet sıfatının Kur’an da ki tarifi işte bu ayettedir. Yani cin suresinin 27. ayetinde.

28-) Liya’leme en kad ebleğû risalâti Rabbihim ve ehatâ Bima ledeyhim ve ahsa külle şey’in ‘adedâ;

Tâ ki Rablerinin risâletlerini gerçekten tebliğ ettiklerini bilsinler. Onlardakileri ihâta etmiş ve her şeyi detaylarıyla kaydetmiştir! (A. Hulusi)

28 – Bilsin diye ki onlar rablerinin risaletlerini hakkıyla eriştirmişlerdir ve o onların nezdinde kini ihata etmiş ve her şey’i sayısıyla ihsa buyurmuştur. (Elmalı)

Liya’leme en kad ebleğû risalâti Rabbihim ve ehatâ Bima ledeyhim ve ahsa külle şey’in ‘adedâ ki peygamberler bu sayede tebliğ ettiklerinin rablerinin risaleti olduğunu, dahası Allah’ın ellerinde ki vahyi kuşattığını ve her şeyi sayarak muhafaza altına aldığını bilsin ve rahat etsin. Peygamber kendisine inmiş olan vahyi, Allah’ın saydığını, onu koruduğunu, onu muhafaza altına aldığını bilsin ve gönlü rahat etsin. Asla telâşa düşmesin.
Aslında burada ki; Liya’leme nin öznesi Allah’ta olabilir. Fakat tercihimiz iç bağlama uygundur. Vahiy cinlerden korunmuştur. Ona temiz olanlardan başkası el uzatamaz diyor Kur’an. Lâ yemessuHU illel mutahherun. (Vakıa/79) Yani meleklerden başkası onun kaynağına ulaşamaz. Ama vahyin bir bir sayıldığını bu ayet ilginç değil mi. sanki bana 29 surenin başında gelen hurufu mukaddanın Nûn gibi, elif, lâm ra gibi, elif lâm mim gibi, ya sin gibi, tâhâ gibi hurufu mukaddanın; Allah’ın vahyi harf harf saydığını ve bir tek harfinin dahi zayi olmadan insanlığa iletildiğinin bir göstergesi olarak görünür Allah u alem.!

Cin suresi de burada son buldu. Rabbim tevhid ve istikametten ayırmasın. Bu sure bize tevhidi öğretti. Yani görünen ve görünmeyen hiçbir varlığa tanrılık yakıştırmaz bir mü’min. Görünmeyen varlıklar korkunun öznesi olup bu korkuyu da onları tanrılaştırmak için kullanalar dile getirildi bu ayette. Dolayısıyla insanoğlu eğer görünmeyen varlıklardan bir zarar göreceğini düşünüyorsa, bu onlara transfer ettiği iradesi sayesinde gerçekleşiyor. O halde Allah’ın kendisine emanet ettiği iradeye ihanet etmesin. İrade emanetine ihanet eden bu ihanetin cezasını görecektir. Rabbim her tür emanete sadakat gösterenlerden kılsın.

“Ve ahiru davanâ enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
2 Yorum

Yazan: 28 Mart 2014 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

2 responses to “Tefsir Dersleri CİN SURESİ (01-28) (182-B)

  1. Recai Karanfil

    09 Ocak 2020 at 10:29

    Çok önemli değil belki ama 4 ayet açıklamasında geçen -biz Allah’ın “doğuları” -ifadesini “oğulları” olarak düzeltmeliyiz

     
    • ekabirweb

      09 Ocak 2020 at 18:29

      Teşekkür ederiz. Düzeltmeyi yaptık. Allah razı olsun. Allah ile kalın.

       

Yorum bırakın