RSS

Tefsir Dersleri İNSAN SURESİ (01-31)(185-A)

02 May

5

{{ 184. videodaki İnsan suresi giriş bölümü;}}

BismillahirRahmanirRahıym

İnsan suresi, Kur’an ın, Mushaf’ın 76. suresi. Adı mahlukat ağacının tohumu, hem de meyvesi olan İnsan. Kur’an da insan diye bir surenin olması harika değil mi? İnsan. Allah bir sureyi insana ithaf etmiş. Ne muhteşem. Buhari de ki rivayet ilk ayetinin tamamıyla anıldığını gösteriyor surenin. Hel eta alel’İnsani hıyn (1) Emşac, dehr, Ğafaci, ebrar diye de anılmış suremiz.

Suremizin zamanı Mekki mi, Medeni mi olduğu konusunda ihtilaf edilmiş. İbn. Abbas, İbn. Ebi Talha, Katade, Mukatil Bin Süleyman Mekki dir demişler. Mücahit ve diğerleri ise Medeni dir, Medine de nazil oldu demişler. Delilleri ne peki Medine diyenlerin? 8. ayet. O ayette esiyran geçiyor. Esiyr. Bunu savaş esiri olarak almışlar savaş ta Medine de yapıldığına göre bu sure de Medenidir demişler ki, bizce asla isabetli bir görüş değil. Orada ki esiyr sadece savaş esiri diye niye alınsın, kaldı ki savaşlar sadece Medine de yapılmadı. Mü’minlerle kafirler arasında Mekke de bir savaş olmadı ama savaş öteden bir var, Mekke de öteden beri esiyr olarak ele alınıp köle edilmiş bir yığın insan var. Bunlar içinde sahabe de var. Dolayısıyla esiyr i Medine’ye hasretmenin hiçbir tutarlılığı yok. Onun için sure Mekki dir Üslubu bunu ele veriyor zaten. Zira peygamber Kıyame suresiyle insan suresini birlikte okuyor namazda. Demek ki bir arada gelmiş olmalılar ki Allah resulü bu iki sureyi birbirine arkadaş kılıyor.

Suremizin konusu insan. Adından da belli zaten. İnsan iradesinin belirleyiciliğini ele veriyor. Daha doğrusu bu surenin konusu, insanın iradeli bir varlık oluşu. İradesini kullanınca insanın insan oluşu. Beşer olmaktan insan olmaya terfi etmek için iradeyi kullanmanın şart oluşunu işliyor bu sure. Ne diyor?

İnna hedeynahussebiyle imma şakiren ve imma kefura. (3) biz onu, insanı yola soktuk, yönelttik. İsterse şükreder, isterse küfreder. Yani isterse iman eder, isterse küfreder. Buradan da iradeye vurguyu anlıyoruz.

ResulAllah’ı inşa eden bir sure. 23 – 28. ayetler arası bunu gösteriyor. Yine iradeye atıfla başlayan sure aynı iradeye atıfla bitiyor. Ve ma teşâune illâ en yeşâAllâhu Rabbül’alemiyn (Tekviyr/29) Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz ayetinin ne manaya geldiğini bir önceki surede izah etmiştim. Allah sizin dilemenizi dilemiştir manasına.

Bu girizgâhtan sonra BismillahirRahmanirRahıym diyerek insan suresine giremiyoruz zira dersimizin vakti burada doldu. İnşaAllah bir sonraki derste girizgâh olmaksızın insan suresinin tefsirine gireceğiz. Allah ömür verir, nefesimiz yeterse.

Rabbim Hitamuhu misk buyurduğu gibi sonunu misk etsin ve inşaAllah 10 yıldan beri süren bu mübarek projenin Kul e’ûzü BirabbinNâs (Nas/1) ile sonuçlandığı günü bizlere göstersin.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır. }}

[185. video başlıyor]

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin..! Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Rabbim hayr ile başlat, hayr ile bitirt. Rabbim kolaylaştır, güçleştirme,

Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. (İsra/80) Rabbim beni girdiğim yere sadakatle, doğrulukla, dürüstlükle, güzellikle, hakikatle girdir. Beni çıktığım yerden sadakatle, doğrulukla, dürüstlükle çıkar. Ve bana bunu başarabilecek katından bir güç, bir dirayet, bir idrak, bir irade bahşet. Amin, amin, amin..!

Değerli dostlar bugün dersimiz İnsan suresi. Geçen dersimizde insan suresinin girizgâhını yapmıştık. Sure hakkında genel hatlarıyla kısa bir özet vermiştik. Onun için bu derste doğrudan surenin tefsirine geçiyoruz.

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahıym olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına. Seven, sonsuz sevginin menbaı olan ve tüm yarattıklarına sevgiyle, şefkatle muamele eden Allah’ın adıyla.

1-) Hel eta alel’İnsani hıynün mined Dehri lem yekün şey’en mezkûra;

Dehr’de insanın anılmadığı bir süreç yok muydu? (A. Hulusi)

01 – Filhakîka geldi insan üzerine dehr den bir müddet o anılır bir şey olmadı. (Elmalı)

Hel eta alel’İnsani hıynün mined Dehri lem yekün şey’en mezkûra insan soyu üzerinden, insan türü üzerinden henüz bir şey olarak anılmaya değer bir şey olmadığı uzun, ama çok uzun bir zaman geçmedi mi. Ayetin lafzen manası bu. Fakat anlamları çok derin. Kat kat, katman katman anlamı var diğer ayetlerin olduğu gibi bu ayetin de.

Bir kez ayet “hel” ile başlamışsa, soru edatıyla. Bu Arap dilinde orijinal bir ifade tarzı. Daha önce Arap belağatında, Kur’an öncesinde sualle, soru ile başlamak bilinmeyen bir şey. Onun için Arap belağatına Kur’an ın hediyesi desek yeridir. Arap dilinde soru birkaç edatla gelir. “Hel” edatıyla, hemzeyi istifhamiye denilen, soru hemzesiyle, Yine keyfe, kem gibi farklı soru edatlarıyla gelir. Fakat burada “Hel” kullanılmış. Bu; istifham-ı takriri denilen bir soru türü. Yani muhataptan onaylaması istenen bir soru türü. Hel eta alel’İnsan insan üzerine böyle bir zaman gelmedi mi, gelip geçmedi mi. Burada bizden istenen cevap ‘ad eta alel’insan. Elbette insan üzerinden anılmaya değer bir şey olmadığı çok uzun bir süre gelip geçti cevabını ister. Veyahutta “Hel” i kad terine de okuyarak kad eta alel’İnsani hıynün mined Dehri lem yekün şey’en mezkûra şeklinde anlamamız için sorulur. Yani insan üzerinden, henüz bir şey olarak anılmaya değer bulunmayan uzun ama çok uzun bir zaman geldi ve geçti şeklinde anlamamız için böyle başlamış.

İns; görünen varlık demektir. Aslında ünsiyetten geldiğini söyleyen dilcilere göre ilişki kuran, yakınlık kuran, irtibat kuran varlık. Vahş in zıddı bu manada. İnsan, İns ise cin in zıddı. Cin görünmeyen varlık, ins görünen varlık. Cin dokunulamayan varlık ins dokunulabilen varlık. Cin özgül ağırlığı olmayan varlık, ins özgül ağırlığı olan varlık. Cin uzak varlık, ins yakın varlık. Cin bilinmeyen, bilinmediği için de bir parça korkulan, havf duyulan varlık. Bilinmeyene karşı insanın zaafı olarak. İns ise bilinen, bilindiği içinde korku duyulmayan varlık. Dolayısıyla iki mana burada birleşti. Vahş aslında korku duyulan varlıklara da vahşi deriz. Çünkü vahşi hayvanlar bizi korkutur. Vahşi tabiat bizi korkutur. Vahşi gece bizi korkutur. Korkuttuğu için biraz da vahş, vahşi kelimesini kullanırız. Bu manada ünsiyetin zıddı olan vahş korkuyla da irtibatlı.

Demek ki insan yakın, ünsiyet kurulan, vahşeti atmış olan, artık vahşiyetten çıkmış, insiyete girmiş olan varlık demektir ki vahşet dönemi insanın beşerlikti. Beşerlikten çıktığında insanlığa girmiş olur. İnsan beşerken iki şeyden müteşekkildi. 1 – beden, 2 – can. Yani o zaman diğer canlılarla eşitti. Ama rabbimiz tüm canlılar içinden en gelişmişi olan, kendi taktiri ile en muttakisi bulunan, en gelişmişi bulunan insana ruhundan üfledi. O zaman insan akıl sahibi, irade sahibi, meleke sahibi, öğrenebilen alleme AdemelEsmâe küllehâ. (Bakara/31) Ademe isimlerin tamamını öğretti. Talim-ul esma, yani öğrenebilen, eşyaya isim koyabilen, öğretebilen, anlamlandırabilen bir varlık oldu, işte o zaman meleklerin kendisine itaat ettiği bir varlık oldu..

Ne buyuruyordu Rabbimiz yanlış hatırlamıyorsam Tâhâ suresinde Ne zaman ona ruhumdan üfledim feka’u lehu sacidiyn. (Hicr/29) işte o zaman siz de ona secdeye kapanın. Yani ruhumdan üflediğim insana, beşerlikten insan olmaya yükselmiş olan bu varlığa itaat edin, onun emrine amade olun, ona boyun eğin, ona musahhar olun. Yani sizi onun emrine verdim, siz de onun emrine girin. Dolayısıyla el insan bu.

İnsan iradei hilafet görevi olarak aldı. Onun için hilafet iradedir diyenler doğru söylemişler. Hayır veya şerri, iyi veya kötüyü, batıl veya hakkı, doğru veya yanlışı seçme kabiliyeti kazandığında insan oldu. İnsan olduğunda meleklerin itaatine muhatap oldu. İşte insan olmadan evvel çok uzun bir zaman geçtiğini söylüyor bu ayet. Ed Dehr; çok uzun bir zaman.

Dehr’e farklı farklı anlamlar vermişler müfessirlerimiz. Ama hiç şüphe yok ki bütün verilen anlamlar aynı kapıya çıkıyor; Uzun zamanlar. Hani Ahkab geçiyordu ya Kur’an da o da aslında insanın üzerinden uzun zaman geçtiğini ifade ediyor.

Bu uzun zaman içerisinde insan beşer iken halden hale girdi. Bir kez biz biliyoruz ki insan kökeni diğer tüm canlılar gibi su. Çünkü Kur’an bu konuda açık konuşuyor ve ce’alna minelMai külle şey’in hayy. (Enbiya/30) biz her bir canlıyı sudan kıldık. Ayrıca yine bu ibarenin içinde olduğu bir başka ayette sudan kılındığı ifade edilenler içinde 4 ayaklılar, iki ayaklılar, yürüyenler, sürünenler ve uçanlar sayılır. Demek ki tüm canlılar köken olarak sudandır. Kur’an bunu söylüyor.

Daha sonra insanın geçirdiği aşamaları, insanın beşerken geçirdiği elementer kökenine atıf olarak zikredilen ayetlerde farklı farklı ibareler gelir. Min turabin, topraktan, min Hamein, balçıktan, ama konsantre balçık diyebiliriz buna. Min dıynin; çamurdan, yani su katılmış topraktan. Min hamein, süzülmüş topraktan konsantre hale getirilmiş, belki çürütülmüş, belki organik hale getirilmiş, belki içinde organizmalar olan demek bu anlama geliyor. ..min hamein mesnun. (Hicr/33) yine bu da süzülmüş, damıtılmış, arıtılmış, usaresi alınmış. min tıynin lazib. (Sâffât/11) Yine bu da deminki gibi bir anlama geliyor. Çok konsantre, yani özü ve usaresi alınmış, iyice posası atılarak özü alınmış manasına gelir. min salsalin kelfahhar. (Rahman/14) toprağın içine su karışmıştı, şimdi toprağın içine ateşte karıştı. Pişirilmiş topraktan. min salsalin kelfahhar.

Dolayısıyla bütün bu ibareleri alt alta dizecek olursak aslında insanın elementer kökeninin nasıl ilahi takdir gereği bir kemale doğru ilerlediğini görüyoruz. Yani tekâmülün Allah’ın yaratışındaki bire sünnet olduğunu da görüyoruz. Yoksa terlerin ve göklerin kat kat olduğunu ifade eden ve bunların yaratılışının 6 günde olduğunu ifade eden, yani 6 aşamada olduğunu ifade eden, yine bunların yaratılışının, mesela; ..kâneta retkan yerler ve gökler başlangıçta birdi fefetaknahüma (Enbiya/30) o ikisini biz ayırdık gibi ayeti kerimelerin tamamını yan yana koyduğumuzda, dizdiğimizde Allah’ın yaratışında ki tekâmül kanunu ortaya çıkıyor.

Peki tekâmül kanunu deyince hemen aklımıza Darvin’in gelmesi mi gerekiyor. Bir indirgeme operatörü olan, bir insanın insanlığını beşerliğine, beşerliğini de maddesine indirgeme operatörü olan, tıpkı diğer kafadarları gibi, Froyd gibi. Ki o insanı libidoya indirgemişti. Şehvet güdüsüne indirgemişti. Yine Marx insanlık tarihini bölüşüm ve üleşime indirgemişti. Yani kemik kavgasına indirgemişti. Bu üçünü ben insanı değersizleştirme operatörü olarak niteliyorum.

Peki hemen Darvin mi akla gelmeli; Bir kere şunu söyleyeyim Tekamül; varlığın yasası olan Allah’ın yaratışında ki ilahi bir yasa olan tekâmül yasasını anlarken bir yerde tekâmül varsa veya evrim varsa orada Allah yok (Haşa). Bir yerde Allah varsa orada evrim yok veya tekâmül yok şeklinde ki bir kutuplaşmanın hiçbir gereği yok. Yanlış olan budur. Allah’ın yaratışında ki hikmetleri Kur’an bize açıkça vermiştir. Ve bu ayette zaten ona delalet eder. Onun için Kur’an ın tekamüle ilişkin söylediği şeylerin bir indirgeme ve değersizleştirme operatörü olan Darvin’in amacıyla hiçbir alakası olmasa gerek.

Zaten hiçbir şey değil demiyor Ayeti kerime bakınız lem yekün şey’en mezkûra anılmaya değer olmadığı bir dönem, anılmaya değer. Yoksa hiçbir şey değil. Bir şey, Ama anılmaya değer olmayan bir şey. Onun için bu ikisi arasında ki farkı iyi keşfetmek lazım.

[Ek bilgi; HZ. ADEM İLE İLK İNSAN OLAN ADEM AYNI DEĞİL

Bugünkü insan türü olan Homo sapiens sapiens’in ilk ferdi olan ilk insan Adem’in yaratılışı, Doğum tarihi MÖ:3761 veya 3100 olarak belirlenen peygamber Adem’den çok çok öncelere gitmektedir. Homo sapiens sapiens tarih sahnesine ilk defa 100.000 veya 200.000 yıl önce doğu Afrika, Ortadoğu ve Asya da çıkmıştır. Daha sonra bazı kolları buralardan sıra ile Batı Afrikaya (100.000 – 50.000 yıl önce) Orta ve doğu Avrupaya, (50.000 – 40.000 yıl önce) daha sonra batı Avrupa, güney ve orta Amerika ile Okyanusya’ya (40.000 – 35.000) yıl önce ve son olarak Kuzey Amerika’ya (20.000 – 15.000 yıl önce) göç etmişler, veya orada yaratılmışlardır.
Tekrar etmek gerekirse İlk insan Adem’in ve ilk ademoğullarının dünyada ki biyolojik yaratılışları en azından 100.000 seneden fazladır. O zaman MÖ.3.761 veya 3.100 yılında yaratılmış olan peygamber Adem, ilk insan Adem olamaz. İlk insan ve ilk peygamber, Adem ile Peygamber Adem bu iki insan arasında geçen zaman diliminde dünyanın çeşitli yerlerindeki başka kavimlere de pek çok peygamberler gönderilmiş olması gerekir.
*********************************************************

Eldeki mevcut bilgiler dini taassuptan arındırılarak akıl ve mantığın süzgecinden geçirildiğinde iki farklı Adem’den söz edildiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu bölümde peygamber Adem hakkında görüşlerimizi ortaya koymaya çalışacağız.

Peygamber Adem’in doğumunu zaman ve mekan koordinatlarına yerleştirdiğimizde onun MÖ.3.100 – 3.000 yıllarında Sümer ülkesinde yaşamış bir Sümerli olduğu anlaşılır. Krallar listesinde isminin yer alması Kutsal kitaplarda ve inanç sisteminde peygamber olarak bilinmesi, onun Sümer ülkesinde hem siyasi, hem dini bir lider olduğunu ortaya koyar.
MÖ. 3.100 – 2.900 yılları Mezopotamya’da Ubaid ve Uruk dönemlerinden sonraya rastlayan ve Jemdet Nasr denilen yeni ve parlak bir dönemin hüküm sürdüğü bir dönemdir. Yazının ve okuma yazmanın gelişmeye başlaması da bu dönemde olmuştur.
(Prof. Dr. Mümin Köksoy- Yer bilimlerinin katkısıyla NUH TUFANI VE SÜMERLERİN KÖKENİ s/42 * s/188-189)

İNSANSI”LAR ve “İNSAN”LAR

O devirde yeryüzünde bir tekâmül sürecinden geçerek bugünkü “insan”a son derece benzeyen; fakat zihnî fonksiyonlar yönünden düşünce, muhakeme gibi insanî vasıflardan yoksun; “homo-saphien” olarak adlandırılan, insan bedeninde hayvanlığı yaşayan topluluklar vardı… Ki biz bunlara “insansı” demekteyiz.

Bunlar, kişisel menfaatleri için birbirlerine her türlü zararı verebiliyorlar; kan döküp, fesat çıkarıyorlardı! Yaşamları yalnızca hayvansal düzeyde olup, yeme-içme, çiftleşme, olabildiğince her şeye sahip olma gibi son derece sınırlı bir şekilde devam ediyordu.

Elbette o zaman yeryüzünde en bilinçli varlıklar olan “CİN”ler de bunlar üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabiliyorlardı.
Melekler de kendi kapasiteleri ve gördükleri örnekler kadarıyla, “Halife” olacak “insan”ı, o an’a kadar yaşam süregelmekte olan “insansı”lar gibi değerlendirerek; yeryüzünde kan dökücü, fesat çıkarıcı bir varlık zannetmişlerdi!

Oysa, “Âdem” ismiyle işaret edilen “şekillenmiş çamur” yani “hücresel beden” sahibi varlığa, yani “insansı”ya, belli bir kıvama -sevveytu- geldikten sonra Allâh, “ruhundan üfle”miş; böylece o, bir “mutasyon” geçirmişti! Bundan sonra da “insansı”lar arasında ilk “insan” olmuştu Hz. Âdem! (Ahmed Hulusi- İnsan hakkında)]

2-) İnna halaknel’İnsane min nutfetin emşâc* nebteliyhi fece’alnahu Semiy’an Basıyra;

Muhakkak ki biz insanı, bir takım katkılarla (genetik kalıtımla) karışık bir spermden yarattık da; onu algılayan ve değerlendiren olarak meydana getirdik. (A. Hulusi)

02 – Çünkü biz yarattık o insanı bir takım katkılarla mezcedilmiş (emşac) bir nutfeden, evire çevire müptela kılmak üzerede onu bir semî’ basîr yaptık. (Elmalı)

İnna halaknel’İnsane min nutfetin emşâc Hiç şüphe yok ki biz yarattık. Burada vurgu Allah’a, Allah’ın yaratışına. Onun için inna şeklinde gelmiş. Te’kit edatı ile gelmiş ve biz zamiri kullanılmış. Birinci çoğul zamiri kullanılmış. Biz yarattık. Kimi? İnsan soyunu. Neden yarattık? Min nutfetin emşâc katmerli bir karışımdan, katmerli bir hayat tohumundan diyebilir miyiz? Evet. Katmerli bir hayat tohumundan insan türünü biz yarattık. Türü diye çevirdim; el insan; “Lam”ı tarif cins için. Onun için insan türünün tümünü kapsayan bir ibare. Adem’in de nutfeden yaratıldığını ifade etmiyor mu bu ayet? Çünkü tür için geliyor. El insan geliyor. İnna halaknel’İnsan Adem’e de insan diyeceksek o zaman bu ayetin gösterdiği çok çarpıcı gösterge Adem’in de diğer insanlar gibi nutfeden, yani spermden, hayat tohumundan yaratıldığının delili insan suresinin 2. ayetidir.

nebteliyhi Amaç geldi. Niçin yarattık? Adeta burada amaç, adetası fazla. Çünkü;

Tebârekelleziy BiyediHİlMülkü, ve HUve ‘alâ külli şey’in Kadiyr.

Elleziy halekalmevte velhayâte liyeblüveküm eyyüküm ahsenu ‘amela. (Mülk/1-2) İşte açılımı bu. Mülk suresinin 1 ve 2. ayeti. O hayatı ve ölümü yarattı ki hanginiz daha iyi amel işleyecek diye sizleri sınamak için. Bu ayet küçücük ibareyi açıklıyor.

Nebteliyhi evet, sınava tabi tutmayı diledik, biz sınamak istedik. Onun için yarattık fece’alnahu Semiy’an Basıyra Peki sınav yapmamız için ne gerekiyordu insana? Ne vermemiz gerekiyordu? Semiy’; Onun işiten bir yapıda olması, basıyr; gören bir yapıda olması gerekiyordu. İşitmek ve görmek aslında öğrenmeye, öğrenmek akletmeye, akıl da iradeye delalet eder. İşitme ve görme öğrenmeye, öğrenmek akla, akıl iradeye delalet eder. Onun için biz ona irade verdik zımnen bu manaya, biz ona akıl verdik, biz ona seçme gücü verdik. Biz ona irade verdik, biz ona öğrenme yeteneği verdik zımni manaları budur. fece’alnahu Semiy’an Basıyra Biz onu işitebilecek ve görebilecek bir yetiyle, bir yetenekle donattık.

İmtihan olmamız için böyle bir yeteneğimizin olması lazım. Yoksa imtihan edilemezdik, edilmezdik. Yerler gökler imtihan edilmiyorsa, taşlar topraklar imtihan edilmiyorsa, denizler ağaçlar imtihan edilmiyor da insan imtihan ediliyorsa, hayvanlar imtihan edilmiyor da insan imtihan ediliyorsa fark bu. Hayvanlarda da göz var, kulak var. Ama burada göz ve kulaktan bahsedilmiyor; Semiğ’an, Basiyra, üzün demiyor, hazan demiyor, basar demiyor. İşitme yeteneğine ve görme kabiliyetine atıf yapılıyor. Demek ki kulak yetmiyor işitmek için. Yoksa kulağı bizim kulağımızın 20 katı, 30 katı, 50 katı kadar büyük kulaklı canlılar bizden fazla hakikati işitirdi.. Demek ki göz yetmiyor hakkı görmek için. Akıl gerekiyor, irade gerekiyor, muhakeme gerekiyor, hidayet gerekiyor ve göze ışık olan iman gerekiyor. Gönül gözünün ışığı olan iman gerekiyor.

[Ek bilgi; RUH “İnsan” ismiyle bilinen ölümsüz varlığın ebedî yaşamını sürdürdüğü dalga bedendir. Görüntüsü holografiktir! Beynin ürettiği yüklenmiş dalgalardan oluşmuştur. Beyin tarafından üretilir ve beyin kendindeki tüm düşünsel verileri dalga olarak “RUH” a yükler.
Beynin, sinir sistemi aracılığıyla bedende oluşturduğu biyoelektrik enerji kesildiği anda, bedenin mıknatısiyeti de kesildiği için fizik bedenden bağımsız olarak yaşamına devam eder; ki bu durum “ÖLÜM” denilen şeydir.

Enerjisini beyinden alan dalga beden (ruh), aynı zamanda beyinle karşılıklı alışveriş içindedir; ve beyni enerji yönünden
takviye etmektedir. Aynı, bir otomobil motorunun aküden hem enerji temin etmesi, hem de aküyü şarj etmesi gibi. Herhangi bir sebeple “ruh”, fizik bedenden ayrılır ve uzunca bir süre geri dönmez ise, beyin bu enerjiden mahrum kaldığı için durur ve “ölüm” dediğimiz olay meydana gelir.
“Hafıza-bellek” esas olarak bu “dalga” bedendeki bilgi yüküdür. Beyin, ihtiyaç duyduğu bilgileri buradan alır. Eğer, beyinde herhangi bir fonksiyon yetersizliği olursa, dalga bedendeki bilgileri geri alamadığı için “unutma” veya
“hatırlayamama” dediğimiz olay meydana gelir.

Ruhların birbirini çekişi veya itişi denilen olay ise, ruhları üreten beyinlerin, astrolojik etkiler sonucu, eskilerin ateş – toprak – hava – su diye ayırdıkları dört farklı frekansta üretim yapmalarıdır.“
Ruh bedenin” dışarıdan görünüşü aynen bir hologram gibidir. Ruh, bedenden ilişkisinin kesildiği son anki görüntüsü üzeredir. RUH bedende yani “dalga bedende” var olan bütün özellikler, beyin tarafından üretildiği için, beynimizi ne kadar geniş kapasiteli kullanabilirsek, ne kadar çok enerji üretebilirsek, o kadar güçlü bir “RUHA” sahip oluruz. “Dünya âhiretin tarlasıdır, burada ne ekersen, orada onu biçersin” demelerinin sebebi, işte budur.

BEDEN Herkesin gördüğü, “insan” diye bildiği yapının adıdır. Görevi, birkaçtır.
Öncelikle insan bilincinin ve varlığının oluşmasını sağlar.
İkinci olarak, beden, beynin faaliyet göstermesi için ihtiyaç duyduğu biyoelektrik enerjiyi temin eder. Maddi gıdaları yani kimyasal enerjiyi, biyoelektrik enerji hâline dönüştürerek beynin emrine verir. Beyin de bu biyoelektrik enerjiyi dalga enerji hâline dönüştürerek değerlendirir.
Üçüncü olarak bedeni bir bütün hâlinde tutan, hücreleri birbirine bağlayan manyetik enerji, beyinden ileri gelmektedir.
Bedeni meydana getiren hücreler dalga bedene bürülü “insanın” bedenden ayrılmasından sonra da yapılarının gereği olan hayatlarına devam ederler; ancak birbirlerine bağlayıcı özellik kalktığı için, dağılıp çürürler. Ve her hücre, kendi yapısına en yakın olan bir başka bileşime dönüşerek katılır. (Ahmed Hulusi/Ruh-İnsan-cin)]

3-) İnna hedeynahussebiyle imma şakiren ve imma kefura;

Muhakkak ki biz ona o yolu (aklını kullanarak iman etme yolunu) gösterdik. Ya şükredici olur (Rabbini değerlendirir), ya küfür (gerçeği ret) edici! (A. Hulusi)

03 – Her halde biz ona yolu gösterdik, ister şâkir olsun ister nankör kâfir. (Elmalı)

İnna hedeynahussebiyle imma şakiren ve imma kefura yine biz yarattığımız gibi yaratıp salmadık çayıra. Ne yaptık ya? İnna hedeynahussebiyl ona aklı verdik, iradeyi verdik, seçme yeteneğini verdik. İşitme ve görme yeteneğini verdik, bununla da yetinmedik. Fıtratı verdik yani. Ama ne yaptık? Ekstra rahmetimizle hedeynahussebiyl onu doğru yola yönelttik. Yani doğrunun ne olduğunu seçebilecek kabiliyet verdik. Doğruyu eğriden ayırabilecek vahy verdik. Peygamberler gönderdik ve imma şakiren ve imma kefura artık sonuç ona ait. İster şükreden biri olur, yani ister iman eden, nimetlere şükreden biri olur, ve imma kefura, ister nankörlük eden biri olur. Artık ondan sonrası kendine ait. Yani verdiğimiz iradeyi, verdiğimiz aklı, verdiğimiz öğrenme yeteneğini, verdiğimiz işitme ve görme yeteneğini doğru kullanırsa eğer, Allah’ın nimetlerini görür; bu nimetler sahipsiz olmaz der. Sanatını görür, sanatkârsız olmaz der. Eserini görür müessirsiz olmaz der. Fiilini görür failsiz, öznesiz olmaz der ve beni bulur, beni bilir, beni görür o zaman şükreder. Eğer bunu fark edemezse küfreder, nankörlük eder. Artık kendisine ait. Burada şükür ve nankörlük, iman ve küfrü temsil ediyor adeta.

İmma; İm + ma. Şart ve nefy neyin ifadesi değerli dostlar biliyor musunuz? İmma edatı, iki edatın birleşmesi. İm; şart. Ma; nefy. Bu şunun ifadesi eğer küfretme yeteneği olmasaydı iman etme yeteneği de olmazdı. Yani im; eğer 1. si olmasaydı ma; 2.si de olmazdı. Onun için ya rabbi neden insanı yaratında ona küfretme yeteneği verdin. Veya onun yeteneğini öyle geniş tuttun ki küfredebildi, nankörlük edebildi, senden başka yollara sapabildi diye soracaksanız. Ya rabbi insan gibi muhteşem bir varlığı yarattın peki neden kötü yolu da yarattın. Veya insanın kötüye gitmesine izin verdin. Neden insanın cehenneme sürüklenmesine izin verdin diye soracak olursanız, işte bu. İn ve ma edatı bunun cevabı nedir? Eğer 1.si olmasaydı 2.si de olmazdı. Eğer kötü olmasaydı iyiyi bilmezdi. Batıl olmasaydı hakkı bilmezdi. Küfür olmasaydı şükrü bilmezdi. Onun için cehennem olmasaydı cennetin değeri olmazdı. İşte onun için. Seçmeseydi cenneti bulmazdı. Seçmek için de iki şey lazım. Tek şey seçilmez. İşte bunun için der gibidir.

4-) İnna a’tedna lilkafiriyne selâsile ve ağlâlen ve se’ıyra;

Muhakkak ki biz hakikat bilgisini inkâr edenler için silsileler (zincirler – toplumsal şartlanmalar ve değer yargıları), ağlal (boyun bağları – bedenselliğin bağları) ve saîr (alevli ateş – yanış) hazırladık. (A. Hulusi)

04 – Çünkü biz, kâfirler için, zincirler, tomruklar, bir de Seıyr hazırladık. (Elmalı)

İnna a’tedna lilkafiriyne selâsile ve ağlâlen ve se’ıyra bire başka okuyuş ta selâsilen ve ağlâlen ve se’ıyra.

(Şöyle parantez içinde bir yukarıya atıf olması zihni intikal için gerekli; en sonun da inkarı tercih edenler için zincirler, tasmalar ve se’ıyra; kışkırtılmış bir ateşi hazırladık.)

Selasil; silsilenin çoğulu, zincirler manasına geliyor. Ağlâl; Ğulle, tasma, boğaza geçirilen kölelik tasması anlamına geliyor. Ve se’ıyr; aslında kışkırtılmış bir ateş. Yani aslında kışkırtmasa kimse yakmayacak, fakat biri onu kışkırtmış. Kim ola ki? İnsan. İnsan kendi ateşini yakıyor. Zımnen ifade bu. İnsan kendi cehennemini tutuşturan bir varlık.

Yine tasmalar ve zincirler ne oluyor? Dünyada iken Allah’ın verdiği akla, o aklı kullanmamış, Allah’ın verdiği gözü ve kulağı kullanmamış, tasma takmıştı ya aklına tasma, kalbine zincir vurmuştu ya, işte onun karşılığı olarak Allah’ta yarın ebedi hayatta ona tasma, ona zincir vuracak. Hani dünyada iken Allah’a kul olmamış, binlerce tanrı uydurmuş kul olacak. Zaten bir Allah’a kul olmayan binlerce eşyaya kul olur. İşte dünyada madem bir Allah’a eğilmedin, bir Allah’a kul olmadın, nefsine kul oldun, şeytana kul oldun, şehvetine kul oldun, eşyaya ve dünyalığa kul oldun, şimdi gel bakalım. Senin dünyada neye kul olduğunu herkese, elâleme, mahşere göstereyim de gör bakalım dercesine onun boğazına tasma, bileğine zincir geçirecek. Onu anlıyoruz buradan.

Se’ıyr ise derin pişmanlığı ve yürek yangınını ifade ediyor. Derin yürek yangını. Fakat cehennemini kendisinin kışkırttığını ifade ediyor. yani kışkırtılmış bir ateş. Aslında kışkırtmasaydı ateşi olmayacaktı. Ama kışkırttı, maalesef kendi ateşinde yanacak.

[Ek bilgi; GÜZEL BİR AÇIKLAMA

“Yani, biz onlara sadece bilgi ve akıl vermekle kalmayıp aynı zamanda kendilerine doğru yolu, şükretmenin ve küfretmenin yollarını, bunlardan hangisini dilerse o yolu izlemesi için açık açık gösterdik. Sorumluluğu kendilerine aittir.
Beled Suresi’nde “Biz ona eğri ve doğru iki yolu da açıklamadık mı?” denilerek aynı konuya değinilmektedir. (Şems Suresi’nde ise, “O zata yemin olsun ki bütün zahirî ve batınî kuvvetler onun üzerine kaimdir ve kötülük ve iyilik yollarının ikisini de bildirmiştir.)

Bu izahlar ve Allah (c.c) ‘ın insanın hidayeti için ne gibi vasıtalarla insanı yarattığının izah edildiği diğer Kur’an ayetlerinin tefsirleri de göz önünde tutularak üzerinde düşünüldüğünde bu ayette geçen “yol göstermek” ten kastın, belirli bir tek şekil olmadığı, sayısız hidayet vasıtalarının hepsinin kastedildiği anlaşılacaktır. Bunların sayısını verebilmek mümkün değildir. Bazı misaller aşağıda verilmektedir.

a- Her insana akıl ve bilginin yanı sıra ahlâkî duygu da verilmiştir. onun vasıtasıyla iyiyi ve kötüyü ayırabilecektir. Bazı ameller ve sıfatlar kötü sayılmıştır. Hatta, insanlar bilfiil bu amellere ve sıfatlara sahip olsa da. Ve hatta kimileri heveslerini meşrulaştırmak için çeşitli felsefî metodlara başvursa da (eğer aynı kötülüğü başkası onlara yapsa kıyamet koparırlar, o zaman bu yapmakta oldukları işin gerçekten kötü olduğunu anlarlar) bu iş ve özellikler kötüdür. Yani, salih amel ve özellikleri, kendi cehalet ve ahmaklıkları yüzünden gericilik sayarlarsa da, eğer bir insanın salih bir ameli vasıtasıyla kendilerine bir fayda dokunacak olsa o zaman bunlara fikrî olarak hürmet etmeye mecbur kalırlar.

b- Her insanın içinde, Allah (c.c) tarafından verilen vicdan (nefs-i levvame) denilen bir şey vardır. Her hal ve konumda kötülük yaptığı zaman onu ikaz eder. İşte bu vidanı, insan ne kadar susturmaya ve yok etmeye çalışırsa çalışsın gene de onu tam manasıyla yok etmeye gücü yetmez. Bu dünyada utanmadan kendisinin vicdansız olduğunu ispat edebilir deliller ileri sürerek başkalarını da ikna edebilir ve kendi kendisini kandırmak için sayısız bahaneler de ileri sürebilir, ama bütün bunlara rağmen Allah (c.c) ‘ın onun fıtratında görevlendirdiği “hesap sorucu” o kadar güçlüdür ki insan ne kadar kötü olursa olsun bu hakikati kendi nefsinden gizleyemez. Aynı ifade Kıyamet Suresi 15. ayette şöyle beyan edilmektedir: “Ne kadar mazeret ileri sürerse sürsün, insan kendi nefsini çok iyi bilir.”

c- Gerek insanın kendi vücudu ve gerekse etrafında, yerlerde ve göklerde bulunan sayısız alametlerden bütün bunların bir yaratıcı olmadan mümkün olamayacağı anlaşılır. Ayrıca birden fazla bir sürü tanrının da bu muhteşem nizamı ayakta tutması mümkün değildir. Aynı zamanda objektif (afakî) ve subjektif (enfüsî) bir çok deliller de kıyamet ve ahiretin vuku bulacağının işaretidir. Eğer insan gözü kapalı bir şekilde, aklını kullanmadan bu gerçeğe işaret eden alametleri kabul etmekten kaçınırsa bu onun kendi kusurudur. Çünkü Allah (c.c) , hakikate vasıl olmak için her türlü işaretleri ve alametleri gözler önüne sermiştir.

d- İnsanoğlunun kendi yaşadığı günlük ve geçmiş tarihi tecrübelerden hasıl olan ve olmaya devam eden birçok hadiseler bütün kainatın üstünde bir kudret sahibinin var olduğunu, O’nun önünde bütün kainatın aciz olduğunu, O’nun takdirinin her şeyin üzerinde galip ve onların O’na muhtaç olduğunu açıkça ispatlamaktadır. Bu gerçekten haberler veren deney ve gözlem gibi dıştaki alametlerin yanında insanın fıtratında da o zatın varlığına deliller mevcuttur. Öyle ki en katı ateist bile zor bir durumda kaldığında ancak Allah’a dua için elini açar, en katı müşrik bile böyle bir durumda o sahte tanrıları bırakarak yalnızca Allah’a nida eder.
e- İnsan aklı ve fıtratı, bir suçun cezasının ve iyi bir işin de mükafatının olmasını gerekli görür. Buna dayanarak dünyadaki her toplumda bir adalet sistemi mevcuttur. İyi bir işe karşılık muhtelif mükafatlar verilir. Bütün bunlar şunu açıkça göstermektedir ki ahlâk ile hukuksal mükafat arasında hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir bağlantı vardır. Şu da bir gerçek ki dünyadaki sayısız suçların cezası değil tam olarak, kısmen dahi ifa edilememektedir. Hatta bu cezadan bile paçayı kurtarabilmek çeşitli yollarla mümkündür. Ayrıca, bu dünyada doğru ve güzel amellerin de karşılığı alınamaz. Onun için ahiretin adaletini kabul etmekten başka çare yoktur. Ancak bir ahmak ve inatçı kişi adalet fikrinin zerresinin bile olmadığı bir dünyada doğmuş bulunduğunu düşünür. O zaman ona insanlarda bulunan adalet düşüncesinin nereden gelmiş olabileceğini sormak lazımdır.

f- Bütün bu vasıtalar insanın hidayeti bulmasına yardım etmesi için Allah tarafından yaratılmıştır. Ayrıca Allah-u Teâlâ, onlara apaçık doğru yolu göstermek için peygamberler ve kitaplar göndermiş ve açık açık şükretmenin ve küfür ve dalaletin yolunu ve bu iki yoldan birini takip edenlerin neticelerinin ne olacağını bildirmiştir. Peygamberlerin ve kitapların getirdiği talimatlar açık ve dolaylı bir şekilde sayısız biçimde dünyada her tarafa yayılmıştır. Yani hiçbir topluluk Allah ve ahiret düşüncesinden veya iyi ile kötü arasındaki ayrımdan ve onun ileri sürdüğü ahlâki yöntemler ve kanunî emirlerden habersiz değildir. İnsanlar bilse de bilmese de, bu bilgilerin kaynağı peygamberler ve onların getirdiği kitaplardır. Bugün bile, peygamberlerden bihaber olanlar, aslında onların talimatlarına uymaktadırlar.” (Tefhimu’l Kur’an- Ebu’l Al’a Mevdudi)]

5-) İnnel’Ebrare yeşrebûne min ke’sin kâne mizacuha kâfura;

Muhakkak ki Ebrâr (iyiler), mizacı (özelliği) kâfur (kalbe kuvvet veren bir içecek) olan bir kâseden içerler. (A. Hulusi)

05 – Haberiniz olsun ebrar (hayır sahibi, iyi insanlar) öyle dolgun bir kadehten içeceklerdir ki mizacı olmuştur kâfur. (Elmalı)

İnnel’Ebrare yeşrebûne min ke’sin kâne mizacuha kâfura iyilere gelince. İyiler bir kadehten içecekler. Öyle bir kadehten ki min ke’sin, tarifsiz bir kadeh. Çünkü marife olmaksızın gelmiş, nekira gelmiş. Onun için tarifsiz bir kadeh. Ke’sin; tarifsiz, dünyada tarifi yapılamaz. kâne mizacuha kâfura onun karışımı, tatlandırıcısı kâfur dur. Kâfur ile tatlandırılmış, karıştırılmış bir kadehten içecekler.

Kâfur; hiç şüphe yok ki değerli dostlar cennet ve cehennem hakkında ki tüm tasvirler, zihnimizin alamayacağı, dünyada ki her hangi bir şeyle kıyaslayamayacağımız bir hakikattir. Onun içinde mecburen insan zihninin sınırlı ve kayıtlı olması itibarıyla bildiğimiz şeylerden yola çıkarak ahirette ki, ebedi hayatta ki şeyler tasvir edilmiştir. İşte bu da o tasvirlerden biridir. Sakın ha bu manada mecazen demek, yalanın arkadaşı demek değil, böyle anlaşılmasın. Bunlar dünyada gördüklerimizden fersah fersah ötede şeyler. Böyle anlaşılmalı. Yani Kur’an da altın kap geçiyorsa, cennetteki gümüş testiler, altın sürahiler, billurdan kadehler ve kupalar geçiyorsa, dünyada ki altın, gümüş, billur, kristal gelmemeli insanın aklına manasına kullanıyorum.

Kâfur; bir ağaç aslında. Bu ağacın çok özel yerlerinden, üzerinden 200 sene geçtikten sonra damıtılarak elde edilmiş muhteşem bir karışım imiş bu. Katkı maddesi. Fakat 200 yıl bekledikten sonra ancak kıvamını bulan bir katkı maddesi. Değerini varın siz düşünün.

6-) ‘Aynen yeşrebu Biha ‘ıbadullahi yufecciruneha tefciyra;

(O kâfur), Allâh kullarının (kendi özlerinden) fışkırtıp akıtarak içtiği tükenmez bir kaynaktır. (A. Hulusi)

06 – Bir çeşme, ondan Allahın kulları içer, güzel, yollar açarak akıtırlar onu akıtırlar. (Elmalı)

‘Aynen yeşrebu Biha ‘ıbadullahi yufecciruneha tefciyra bu kadehlerin doldurulduğu öyle bir göze var ki, evet, aynen yeşrebu Biha ‘ıbadullah Allah’ın has kulları ondan kana kana içerler. İşte o göze çağıl çağıl çağlayacak. Çağıl çağıl çağlayan, gürül gürül akan yufecciruneha tefciyra bu muhteşem gözeden Allah’ın has kulları içecek. Allah’ın has kulları, ibadeti Allah’a has kılmış kullar. Kulluğu Allah’a has kılmış kullar. Kulluğu başkasına vermemiş, başkasının önünde eğilmemiş, kula kul olmamış, eşyaya kul olmamış kullar bu gözeden, bu gözeden içecekler. Bu göze mutluluğun gözesi. Mutluluk ırmağı varsa o Allah’tan çağlar. Allah’tan çağlamayan hiçbir şey mutluluk değildir, onlar sahte mutluluktur. Onun için eğer siz de bu ırmaktan su içmek istiyorsanız Allah’a dönün, Allah’a. O Allah’tadır çünkü. Kesintisiz ve bitimsiz bir göze bu.

7-) Yufûne Binnezri ve yehafûne yevmen kâne şerruhu müstetıyra;

(O Ebrâr) ahdlerini tam yerine getirirler ve şerri yayılıp giden bir günden korkarlar! (A. Hulusi)

07 – Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir günden korkarlar. (Elmalı)

Yufûne Binnezri ve yehafûne yevmen kâne şerruhu müstetıyra o has kullar ki adanmış olana vefa gösterirler. Yufûne Binnezr; adanmış olana vefa gösterişrler. Ennezr; adak. Aslında inzar da aynı kökten gelir, uyarmak. Demek ki nezrini yerine getirmeyen uyarıyı hak eder. korkutulmayı hak eder.

Efendimiz öyle buyuruyor; Adak cimriden ancak mal çıkarmaya yarar. Adamak üstümüze vacip değil, ama adayınca onu yerine getirmek vacip, yani farz. Çünkü Allah adına adıyorsunuz. Allah adına biri bir şey adamışta yerine getirmemişse Allah adına yalan söylemiş olur. Allah’ı yalanına şahit tutmuş olur. Onun için adak mutlaka yerine gelir. Ama bizden bu manada adakta efendimiz niye böyle söyledi diye belki kafalara takılabilir. Yani adak sahibine bir şey kazandırmaz ancak cimriden mal çıkarır.

Adak ta bir tür pazarlık kokusu var da ondan. Eğer Allah’ım bana şunu verirse ben de şunu yapacağım. Vermezse yapmayacaksın. Peki vermesi mi hayırlı, vermemesi mi, onu nereden bileceksin. Biz bütünü görmüyoruz, parçayı görüyoruz. Bütünü o görüyor. Bütünü gören belki vermenin hayırlı olmadığını da görüyor. Yani belki vermesi hakkında hayırlı değildir, onun için vermiyor. Onun için şükür kurbanı, adak kurbanına öncelenir. Şükür öncelenir.

Peki bu manada adak sadece Kurbanda mı akla gelir? hayır, A. İmran/33. ayetiyle başlayan pasajda anlatılan can adama hadisesi nasıl bir adaktır. Meryem’in annesi Hanne nin karnında ki henüz doğmamış yavrusu Meryem’i adaması hadisesi nasıl bir muhteşem adaktır. ..inniy nezertü leKE ma fiy batniy muharreren fetekabbel minniy. (A. İmran/35) Ya rabbi diyor, karnımda ki yavrumu, henüz doğmamış olan yavrumu tüm çevre şartlarından, tüm kınamalardan, içinin ve dışının her türlü bastırmalarından özgür olarak, muharraran, özgür olarak, özgür irademle sana adıyorum. Benden kabul et Allah’ım.

İşte İsa’yı getiren süreç, anne anne de böyle başladı. İsa’nın annesi Meryem’in annesi Hanne de böyle başladı. Yani bu süreç 3 kuşakta adayış süreci tesadüfi bir süreç değil, tesadüf yok. Başarılar tesadüflere bağlı değil. Tevafuk var ve Allah var.

ve yehafûne yevmen kâne şerruhu müstetıyra ve bir virüs gibi yayılan o bir günün şerrinden korkarlar Allah’ın has kulları. Bir virüs gibi yayılan gün. Müstetıyr, tayr da buradan gelir, uçan. Sanki bir virüs gibi böyle hücrelere nüfuz eden, her tarafa yayılan o korkunç günün dehşetinden ürperirler, korkarlar o Allah’ın has kulları.

😎 Ve yut’ımunetta’ame ‘alâ hubbiHİ miskiynen ve yetiymen ve esiyra;

O’nun sevgisi ile yoksulu, yetimi ve ellerine mahkûm olanları doyururlar. (A. Hulusi)

08 – Miskîne, yetîme, esire seve seve yemek yedirirler. (Elmalı)

Ve yut’ımunetta’ame ‘alâ hubbiHİ miskiynen ve yetiymen ve esiyra ve onlar sevmelerine rağmen ‘alâ hubbiHi. Eğer burada ki zamir Allah’a gidiyorsa Allah’ı sevdikleri için yoksulu doyururlar, yetimi doyururlar, esiri doyururlar. Özgürlüğünü kaybetmiş, mahrum kalmış imkansız olanı doyururlar.

Veya Oradaki zamir mala gidiyorsa -ki iki tarafı da görüyor- sanki kasten yerleştirilmiş gibi malı seve seve veya sevdiği maldan vererek doyururlar. Yani ona ihtiyacı olduğu halde, kendisi aç olduğu halde, kendi ihtiyacı olduğu halde muhtaçları doyururlar.

9-) İnnema nut’ımuküm livechillâhi lâ nuriydu minküm cezaen ve lâ şükûra;

“Yalnızca Vechullâh adına sizi yediriyoruz… Sizden ne bir karşılık ve ne de bir teşekkür istemiyoruz.” (A. Hulusi)

09 – Size ancak «livechillâh» it’am ediyoruz, sizden ne bir karşılık isteriz ne de bir teşekkür. (Elmalı)

İnnema nut’ımuküm livechillâhi lâ nuriydu minküm cezaen ve lâ şükûra (Bir intikal cümlesi) ve kendi kendilerine derler ki biz sizi sadece Allah rızası için livechillah; lafzen Allah’ın yüzü için manasına gelir. Fakat yüz zatı ifade eder, dilde böyledir. Onun için Allah’ın yüzü için diye çevrilmez. Allah’ın zatı için, yani Allah için sizi doyurduk.

lâ nuriydu minküm cezaen biz sizden bir karşılık beklemiyoruz, istemiyoruz. ve lâ şükûra ve teşekkür de beklemiyoruz. Hem yaparlar hem de teşekkür beklemezler. Neden?

1 – Allah’ın verdiğini veriyorlar. Aslında veren Allah’tır. Onun için niye teşekkür bekleyecekler ki. Allah’ın verdiğini Allah’ın kuluna verdiler. Kendileri de Allah’ın verdiği değil mi? Allah kendi verdiğine vermiş, insan da Allah’ın verdiği değil mi? Onun için kimin teşekkür beklemeye hakkı var? Allah’ın nimetini Allah’ın kuluna veriyor.

2 – Allah karşılığını verecek. İnsandan teşekkür beklese beklemese ne olacak, insan teşekkür etmese etse ne olacak, karşılığını Allah verecek onun için.

3 – Bir şey yapmış olmamak için teşekkür beklemezler. Çünkü gerçekte veren Allah’tır, Allah bir daha verir, daha fazlasını verir. Vermeyebilir di, vermedikleri veremezler. Dolayısıyla sana da vermeseydi sen de veremezdin. O zaman vermek bizatihi teşekkürdür. Aslında sen teşekkür etmelisin. Fetekabbel minniy demelisin, yani Rabbim benden kabul et. Kabul edince de teşekkür etmelisin. Ya rabbi, lütuf buyurdun, verdiğimi kabul ettin demelisin. Onun için mü’min hem verir hem de teşekkür eder. Tatlandırıcısı budur, kâfuru budur tabir caizse vermenin.

Hani cennette sunulan içeceklerin içinde öyle bir karışım varmış ya kâfur diye, hemen biraz önceki ayette okuduk. Amellerimizin de içinde tatlandırıcılar varmış. Hem verip hem teşekkür etmek, vermeyi, zekatı, infakı, tasadduku tatlandırmak. Yani içine muhteşem bir karışım katmak.

10-) İnna nehafu min Rabbina yevmen ‘abusen kamtariyra;

“Muhakkak ki biz Rabbimizden, gazaplı ve çok çetin bir süreçten korkarız” (derler). (A. Hulusi)

10 – Çünkü biz rabbimizden korkarız, bir suratsız kara günden (derler). (Elmalı)

İnna nehafu min Rabbina yevmen ‘abusen kamtariyra ve devam ederler, onlar derler ki; biz rabbimizden yüzleri asıp, kaşları çatan bir günün azabından dolayı korkarız. Bu günden dolayı rabbimizden korkarız.

Aslında burada ki havf o gün rabbimizin bize hesap sormasından korkarız. Soracağı hesaptan korkarız. Rabbimizin karşısına hangi yüzle çıkacağımızdan korkarız. Rabbimi bize; Kulum sen nasıl geldin derse korkarız gibi bir zımni mana var.

11-) Fevekahumullâhu şerre zâlikelyevmi ve lakkahüm nadreten ve sürura;

Bundan dolayı Allâh, işte o sürecin şerrinden onları korudu ve onlara bir parlaklık ve sürur verdi. (A. Hulusi)

11 – Allah da onları o günün şerrinden korur ve kendilerini bir parlaklıkla bir sürûra indirir. (Elmalı)

Fevekahumullâhu şerre zâlikelyevmi ve lakkahüm nadreten ve sürura bu yüzden Allah onları bu günün dehşetinden koruyacak. şerre zâlikelyevm şerrinden koruyacak ve yüzlerini Nûr, yüreklerini sürur ile donatacak. ve lakkahüm nadreten ve sürura yüzlerine Nûr koyacak, gönüllerine sürur, sevinç koyacak. Rabbimiz koymak isterse koyar. Mutluluk ırmağı Allah’tan çağlar demiştik ya, mutluluk ırmağından bir çay da sizin yüreğinize akıtmak istese kim mani olur. Onun için Allah has kullarının yüzlerine bir nûr, gönüllerine bir sürur ve sevinç koyacak ki, bunun tarifi yok, tarifi olmadığı için nadreten, süruren. Yani belirsiz gelmiş. Belirlilik takısıyla gelmemiş. Tarifsiz çünkü. Bu sevincin tarifi yok, bu parlaklığın tarifi yok. Yüzden, alından doğan bu güneşin tarifi yok.

12-) Ve cezahüm Bima saberu cenneten ve hariyra;

Onlara sabırlarını cennet ve ipek ile cezalandırdı! (A. Hulusi)

12 – Ve sabırlarına mukabil onlara bir Cennet ve bir harîr verir. (Elmalı)

Ve cezahüm Bima saberu cenneten ve hariyra ve yine onları sabırlarından, sabrettiklerinden dolayı cennetle ödüllendirecek. Hariyr i; ipek diye çevirmek mütenasip olmuyor, uyumlu olmuyor. Cennet ve harir; zaten cennet insanın istediği her şeyin içinde bulunduğu ve güzelliğin üretildiği merkez. Ayrıca hariyr ipek, gerçekten “vav” ile gelen iki şey için mütenasip değil. Aslında hariyr, Hûrr dan gelir; özgür. Yani orada sonsuz bir özgürlük verecek. Veyahut ta orada tüm kötü duygulardan, kinden, hasetten, tüm şehvet duygularından arındıracak, özgür kılacak. Her ikisi de geçerli.

Burada aslında ipeğe ipek denmesinin de özgürlükle bir alakası var. Çünkü ipeği özgür olanlar giyermiş. İpek özgürlük giysisi olarak giyilir ve bir simge olarak giyilirmiş. Onun için burada cennet ve sonsuz bir özgürlük vaad ediyor rabbimiz.

Dünyada özgürlük sonsuz değil, asla değil. Çünkü başkasının özgürlüğünün başladığı yere kadardır benim özgürlüğüm. Dünya da biz kul olduk, rabbim de cennette hariyr i verdi. Doya doya yaşayacağımız muhteşem bir özgürlük.

13-) Müttekiiyne fiyha ‘alel’eraiki, lâ yeravne fiyha Şemsen ve lâ zemheriyra;

Onda koltuklar üzerine yaslanırlar… Orada ne güneş (sıcağı) görürler ve ne de zemherir (dondurucu soğuğu). (Bedensel duyular yoktur o yaşam boyutunda anlamına. A.H.) (A. Hulusi)

13 – Orada erîkeler üzerine dayanmışlardır ne Güneş görürler onlarda ne de zemherîr. (Elmalı)

Müttekiiyne fiyha ‘alel’eraiki, orada fiyha, divanlara sere serpe uzanacaklar eriyke; gelin karyolasına denilir. Yani gelinler ve damatlar için hazırlanmış karyolalara uzanır gibi uzanacaklar. Cennet tasvir ediliyor dostlar. Cennet tasvir edilince söz biter, nutk durur, zihin tavana vurur artık kelimeilerin mecali kalmaz, kelimelerin nabzı durur, söz bitmiştir sözün bittiği yerden konuşuluyor.

Fela ta’lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a’yün. (Secde/17) ayetinde. Öyle denilmiyor mu. Orada cennetlik bir mü’mini hangi göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini kimse bilemez, kimse tahayyül dahi edemez. ‘adettü li ibadis salihiyn salih kullarım için öyle şeyler hazırladım ki cennette ma lâ ‘aynün raed hiçbir göz onu görmedi, onun gibisini görmedi. Velâ üzünün semi’at hiçbir kulak onun gibisini ve lâ hatara ala kalbi beşerin hiçbir insanın aklına öylesi gelmedi. (Hadis) Allah resulünün dilinden işte secde/17 nin tefsiri. Dolayısıyla nasıl tasvir edeceğiz ki güzelliğin merkezini, güzelliğin kaynağını.

lâ yeravne fiyha Şemsen ve lâ zemheriyra orada ne bir güneş yani ne bir sıcak, yakıcı sıcak, ne de bir dondurucu soğukla karşılaşacaklar, görecekler. Bunların hiç biri olmayacak.

Sa’leb demiş ki; güneş ve ay, zemheriri ay olarak tefsir etmiş 2. kuşağın otoritelerinden Sa’leb. Böyle bakarsak eğer şöyle de yaklaşabiliriz. Cennet; ışığını güneşten aydan değil, mü’minin kendisinden alacak. Yani Mü’min cennetin yıldızı olacak, güneşi olacak. Mü’minden doğacak cennetin ışığı, mü’min aydınlatacak. Böyle de bakabiliriz.

14-) Ve dâniyeten ‘aleyhim zılaluha ve züllilet kutufuha tezliyla;

Onun gölgeleri üzerlerine yakın, onun devşirilenleri (marifetleri) ise boyun eğdirilmiş hâldedir. (A. Hulusi)

14 – Üzerlerine o Cennet gölgeleri sarkmış ve devşirimleri mebzûl mebzûl önlerine konmuştur. (Elmalı)

Ve dâniyeten ‘aleyhim zılaluha ve züllilet kutufuha tezliyla cennetin kutlu gölgesi üzerlerine düşecek de, oranın salkımları emre amade kılınacak. Eyvallah..! ve züllilet kutufuha tezliyla oranın meyve salkımları cennetlik insanların emrine amade zilletle boyun eğecekler. Ben senin emrine amade oldum diyecekler. Zillet bu, burada. Tezliyl, cennetin gölgesinde sayesinde sayeban olacaklar. Eskilerin eskimez ifadesi.

15-) Ve yutafu ‘aleyhim Bianiyetin min fıddatin ve ekvabin kânet kavâriyra;

Gümüşten kaplar ve billur testiler dolaştırılır çevrelerinde. (A. Hulusi)

15 – Hem dolaşılır üzerlerine gümüşten kaplar ve küplerle ki billûrlar. (Elmalı)

Ve yutafu ‘aleyhim Bianiyetin min fıddatin ve ekvabin kânet kavâriyra etraflarında fır fır dönecekler. Aslında yutafu ‘aleyhim; servis yapılacak. Bugünkü dile taşırsak kendilerine servis yapılacak. Bianiyetin min fıddatin tarifsiz gümüşten kaplar içinde kendilerine servis yapılacak. ve ekvabin yine tarifsiz kupalarla kânet kavâriyra ki; kristal gibi. Burada ki kânet aslında teşbih edatı işlevi verir, dolayısıyla Kristal görünümlü gümüş kupalarla onlara servis yapılacak. Fır fır dönülecek etraflarında. Yine bu da cennete ilişkin bir tasvir. Cennete ilişkin her tasvirde olduğu gibi bu da aklımızı, havsalamızı aşan bir hakikati ifade ediyor.

Belki bunu şöyle de anlayabiliriz. Hani etrafları tavaf olunacak ya, onlar dünyada rızaya ram oldular, Allah’ın rızasını tavaf ettiler. Allah’ın rızası şurada mı, burada mı, orada mı diye rızayi bari yi görebilecekleri her yere baktılar. Yani Allah’ın şundan razı olurum dediği şeyleri çok çok işlemeye çalıştılar ya, cennette de onlar tavaf olunacak. Tabir caizse cennetin Kâbe si olacaklar.

16-) Kavâriyre min fıddatin kadderuha takdiyra;

Miktarlarını kendilerinin takdir ettiği gümüşten billur kadehlerdir! (A. Hulusi)

16 – Gümüşten billûrlar, onları türlü türlü biçime koymuşlardır. (Elmalı)

Kavâriyre min fıddatin kadderuha takdiyra öyle gümüşten billurlar ki onların hamini kendileri takdir edecek. Kadderuha takdiyra. Yani cennetin mükemmel güzelliği anlatılıyor burada, güzelliğin üretildiği merkez. Kendileri içecekleri kadar takdir edecekler, zorlanmayacak. Sadece az gelmeyecek değil, fazla da olmayacak. Arzu ettikleri kadar, iştahları kadar, canları çektiği kadar sunulacak.

Belki Kadderuha takdiyra da her şeyi takdir ettikleri gibi yaşayacaklar. Dünya da Allah’ın takdirine uydular, ahirette ise kendi takdirleri gibi yaşamayı hak ettiler zımni karşılığı var gibi geliyor fakire.

17-) Ve yuskavne fiyha ke’sen kâne mizacuha zencebiyla;

Onda özelliği zencefil olan bir kâse içirilirler. (A. Hulusi)

17 – Ve orada bir kadeh sunulur ki katkısı olmuştur zencefil. (Elmalı)

Ve yuskavne fiyha ke’sen kâne mizacuha zencebiyla zencefil ile tatlandırılmış kadehler içerisinde içkiler sunulacak. Zencefil aslında Farsça bir kelime. İlk defa hatta Arap dilinde Kur’an tarafından kullanıldığı söylenilir. Bizim buradan anladığımız ve anlayacağımız şey, bunun dünyada ki hangi amelimizin karşılığı. Kur’an ın tüm ayetlerinin derin boyutunun bize öğüt olduğu da aklımıza gelirse eğer, bunun bize hangi öğüdü verdiği.

İbadetler de tatlandırılıyor. Cennette güzelliğin üretildiği merkez olan cennette bile sunulan içecekler, muhteşem üstüne bir muhteşemlik ifade eden tatlandırıcılarla veriliyor sanki. Dünyada ki ibadetlerimiz de tatlandırılmaz mı? Mesela namaz, Namaz huşû ile tatlandırılır, hudu ile tatlandırılır değil mi? Oruç sadakayla tatlandırılmaz mı? sadakayla beraber oruç tatlandırılmış bir içecek değil mi? Yine infak teşekkürle tatlandırılmaz mı. Biraz önce de söyledim; Hem verirsiniz, hem teşekkür edersiniz, aldığınız için, kabul ettiğiniz için teşekkür ederim diye. Hac; şuurla ve marifetle tatlandırılmaz mı. Tüm ibadetlerimizi tatlandıracak mutlaka bir şey vardır. İçine katacak muhteşem bir karışım mutlaka vardır.

18-) ‘Aynen fiyha tüsemma selsebiyla;

Onda “Selsebîl” denen bir kaynaktır. (A. Hulusi)

18 – Bir çeşme ki denir sel sebil. (Elmalı)

‘Aynen fiyha tüsemma selsebiyla öyle bir göze, öyle bir su gözesi ki orada, cennette, tüsemma selsebiyla; selsebiyl diye isimlendirilir o. Nedir selsebiyl? ‘Ayn; ebedi saadeti temsil ediyor aslında ebedi saadetin kaynağı. Tüsemma; İsm den gelir. İsm; hem alâmet, yücelik kökünden türetilmiştir. Vesm, sumuğ veya. Yücelik kökü daha da belirgin bir kök. Onun için orada öyle bir göze yüceltilecekler, yüceltilecekler ki;

Selsebiyl ne manaya gelir peki? Hz. Ali bunu iki kelimeden müteşekkil bir kelime olarak okumuş. Sel; sor sebiyl yolu. Yolu sor. Dolayısıyla ebedi saadetin kaynağı olan oraya yüceltilen bir yolu sor, bir yolu ara. Sor aynı zamanda ara manasına da gelir. Bir yolu ara manasını Hz. Ali tercih etmiş ki bizimde tercihimiz bu güzel mana. Yani cennetin kaynağına seni götürecek bir yolu sor, seni yüceltecek bir yolu sor.

19-) Ve yetufu ‘aleyhim vildanun muhalledun* izâ raeytehüm hasibtehüm lü’lüen mensûra;

Çevrelerinde ölümsüz genç hizmetliler dolaşır. Onları gördüğünde, saçılmış inci sanırsın! (A. Hulusi)

19 – Ve dolanır etraflarına muhalled evlatlar, görünce onları sanırsın saçılmış inciler. (Elmalı)

Ve yetufu ‘aleyhim vildanun muhalledun kalıcı gençlikler vildanun muhalledun Vildan; Veliyd in çoğulu. Veliyd; Her an taze, genç demektir. Her an taze kalabilmeyi başarabilmiş genç insan. Dolayısıyla Muhalledun; Kalıcı, geçici olmayan. Kalıcı güzellikler, gençlikler kendilerini tavaf edecek. Veya servis yapılacak. Şöyle toparlayabiliriz; Kalıcı güzellikler kendilerine servis yapılacak. Demek ki cennette hep genç kalmanın sırrı bu ayette ifade ediliyor. Hep genç kalmak.

Efendimiz cennet erkeklerinin 33, cennet hanımlarının da 18 yaşında olacaklarına dair bir ifadesi vardı efendimizin. Yani bu aslında cennette ki zamanın geçmeyeceği, zamanın durdurulacağını ve orada insanın, eşyanın, her şeyin en mükemmel halinin olacağı, en zirvede ki halinin olacağı anlaşılıyor. Çünkü cennet kemalin son durağı idi. Cennete de kemalin son durağına ulaşanlar giderdi.

izâ raeytehüm hasibtehüm lü’lüen mensûra sen onları görsen, o kendilerine daimi gençlikler ikram edilmiş, servis yapılmış cennetlikleri bir görsen, zannedersin ki saçılmış inciler. Bu ne harika bir belağat, saçılmış inciye benzetmek cennet ehlini. İnsan bir kum tanesi, aklıma öyle geldi. Hani inciler de midyenin bağrına düşmüş kumun etrafında ki salgıdan oluşuyor ya, incinin ortasını kırın, açmaya çalışsanız kum çikar. İnsan bir kum Başlangıçta bir kum. Fakat rabbani terbiyenin bağrına düştüğünde inciye dönüşüyor. Bir kum, cennetlik bir inciye dönüşüyor. Cennetin gerdanına takılacak bir inci oluyor insan kumu. Rabbani terbiyenin bağrında. Ne muhteşem..!

20-) Ve izâ raeyte semme raeyte ne’ıymen ve mülken kebiyra;

Nereye baksan (sırf) nimet ve büyük bir mülk olarak görürsün. (A. Hulusi)

20 – Ve gördüğün zaman orada bir na’îm ve pek büyük bir mülk görürsün. (Elmalı)

Ve izâ raeyte semme raeyte ne’ıymen ve mülken kebiyra nereden bakacak olsan sınırsız bir nimet deryasını ve büyük bir iktidarı göreceksin, nereden bakarsan bak. Ve izâ raeyte semme raeyte nereden bakarsan bak sınırsız bir iktidar göreceksin, sonsuz bir nimetler denizi göreceksin. Ne’ıymen, mülken, kebiyran..! Eyvallah..! Ne diyeyim? Nasıl tefsir edeyim, tefsir sadedinde ne söyleyeyim ki. Allahuekber den başka. Rabbim hepimize nasip etsin.

21-) ‘Aliyehüm siyabu sündüsin hudrun ve istebrakun, ve hullû esavire min fiddatin, ve sekahüm Rabbuhüm şeraben tahura;

Üzerlerinde ince – lâtif ipekten ve kalın ipekten elbiseler vardır… Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir… Rableri onlara şarab’en tahura (temiz şarap) içirmiştir. (Tüm bu cennet tanımlamaları, Ra’d: 35 ve Muhammed: 15’teki açıklamalarla vurgulandığı üzere; “meselül cennetilletiy” yani cennetin temsil – benzetme yollu misali anlatımıdır. Bu gerçeklik unutulmaya. A.H.) (A. Hulusi)

21 – Üstlerinde bir sündüs esvap yem yeşil ve kalın istebrak, gümüşten bileziklerle süslenmişler, rableri onlara bir şarabı tahûr sunmaktadır. (Elmalı)

‘Aliyehüm siyabu sündüsin hudrun ve istebrak onların üzerinde yemyeşil, capcanlı ipek elbiseler bulunacak. Atlastan kaftanlar olacak. İstebrak; Atlas. Astarlı olan ipeklere, hem ipeği hem kendi kumaşı ipek, hem de astarı ipek olana istebrak deniliyor. Kaftanlar bulunacak. Hudr; yeşil. Yeşil canlılığı temsil eder. Demek ki her an canlı yani sadece kendileri canlı olmayacak, giysileri bile canlı olacak diyebiliriz.

ve hullû esavire min fiddatin, ve sekahüm Rabbuhüm şeraben tahura yine onlara gümüşten künyeler, bilezikler takılacak ve rableri onlara hem temiz, hem de temizleyici. Hem Tahir hem mutahhar bir içki sunacak. Öyle bir içki ki tarifi imkansız, dünyada misli menendi görülmemiş.

Burada künyeler ve bileziklerden bahsediliyor. Gümüşten künyeler, bilezikler. Aslında ruhlarına zincir takmadılar dünyada, ruhlarını özgür bıraktılar ve şehvetlerine zincir takıp engellediler, Allah’ta onlara bunun karşılığında kolyeler, künyelerle donatacak. Takılar takacak. Allah takacak takıyı. Düşünsenize, aslında takılan takının ne olduğundan çok daha önemli olan kimin taktığı değil mi? Bu takıyı sana kim taktı? Bu künye kimin hediyesi? Allah’ın. Düşünsenize..! cennetten daha öte bir şey olsa gerek. Allah takacak takısını cennetliklerin.

22-) İnne hazâ kâne leküm cezâen ve kâne sa’yuküm meşkûra;

Muhakkak ki bu sizin için cezadır (karşılık, yapılmış olanların getirisi)! İmanlı çalışmalarınız tam hakkıyla değerlendi! (A. Hulusi)

22 – Şöyle diye ki işte bu sizin bir mükâfatınızdı, sa’yiniz meşkûr oldu. (Elmalı)

İnne hazâ kâne leküm cezâen ve kâne sa’yuküm meşkûra ve denilecek ki; bunlar size ödül olarak verilmiştir ve üstün gayretiniz Allah tarafından kabul edilmiştir. ve kâne sa’yuküm meşkûra üstün gayretinizi Allah kabul etmiştir. Evet, teşekkürünüz, teşekkürle kabul edilmiş. Allah böyle teşekkür eder.

23-) İnna nahnu nezzelna ‘aleykel Kur’âne tenziyla;

Muhakkak ki biz, evet biz Kurân’ı, sana tenzîl ettik (bölüm bölüm açığa çıkardık sende)! (A. Hulusi)

23 – Filhakika biz indirdik biz sana Kur’an ı ceste ceste. (Elmalı)

İnna nahnu nezzelna ‘aleykel Kur’âne tenziyla yepyeni bir pasaja girdik. İşte biz indirdik senin üzerine Kur’an ı tedrici olarak. Peyderpey, parça parça. Bu Kur’an ı biz indirdik biz. Senin üzerine.

24-) Fasbir lihükmi Rabbike ve lâ tutı’ minhüm asimen ev kefura;

O hâlde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir isyankâra yahut inatla inkâr edip gerçeği örtene uyma! (A. Hulusi)

24 – O halde sabret rabbinin hükmünü vermesi için de itaat etme onlardan bir âsime veya nanköre. (Elmalı)

Fasbir lihükmi Rabbike ve lâ tutı’ minhüm asimen ev kefura o halde rabbinin hükmüne sabret sabaraliy, bakınız. Sabır 3 harficer ile gelir. sabaraliy, sabara ‘an, sabara ‘ala. Burada “lâm” la gelmiş. O halde mükellefiyetini yerine getir. Yani kulluk için sabret, lehine sabret. Kendi lehine cennetin için diren. Cennetin için mükellefiyetleri yerine getir. İbadetler de tamam sabır ister onun için, cennete ulaşmak için ibadetlere sabret, kulluğa sabret, mükellefiyete sabret, rabbine kulluğa sabret. Sabret ki cennete eresin.

ve lâ tutı’ minhüm asimen ev kefura onlardan günahkârla nankör, hiç kimseye uyma asim, kefur; günahkar ve nankör.

25-) Vezkürisme Rabbike bükreten ve asıylâ;

Sabah – akşam Rabbinin ismini zikret (hatırla)! (A. Hulusi)

25 – Ve rabbinin ismini an hem irken hem ikindiyin. (Elmalı)

Vezkürisme Rabbike bükreten ve asıylâ rabbinin adını sabah akşam, gündüz ve gece bükreten ve asiyla; karşılıklı çift olarak gelmişse gece ve gündüz, bir günün tamamında an manasına gelir.

26-) Ve minelleyli fescud leHU ve sebbıhHU leylen taviylâ;

Gecenin bir kısmında O’na secde et; O’nu tespih et gece içinde uzun şekilde. (A. Hulusi)

26 – geceden de ona secde et ve tesbih et ona uzun gece. (Elmalı)

Ve minelleyli fescud leHU ve gecenin bir vaktinde ona secde et. Gece namazı, gece secdesi. Hz. Aişe anlatıyor; ResulAllah geceleri bazen öyle uzun secde ederdi ki, ben teslimi ruh etti zannederdim diyor. ve sebbıhHU leylen taviylâ ve uzun geceler boyu onun şanını yücelt, O’nun adına hareket et. Tespihin bir manası da bu.

27-) İnne hâülâi yuhıbbunel’acilete ve yezerune veraehüm yevmen sekıyla;

Muhakkak ki bunlar, önlerindeki dünyayı seviyorlar ve arkasından gelecek çok zorlu bir süreci hesap etmiyorlar! (A. Hulusi)

27 – Çünkü onlar pîşini severler ve önlerindeki ağır bir günü bırakırlar. (Elmalı)

İnne hâülâi yuhıbbunel’acilete ve yezerune veraehüm yevmen sekıyla ne var ki şu nankör adamlar var ya nankör adamlar, dünyayı seviyorlar da zor bir günü, yevmen sekıyla; zor ağır bir günün dehşet verici o hengamını asla akıllarına getirmiyorlar. O günden dolayı asla titremiyorlar. Yani burada aslında dünyayı önceliyorlar, ahireti arkaya atıyorlar. Kısaca mana bu. Dünyevileşiyorlar. Dünyevileşince ahireti unutuyorlar. Ebedi olanı geçici, geçici olanı da ebedi zannediyorlar.

28-) Nahnu halaknahüm ve şededna esrehüm ve izâ şi’na beddelna emsâlehüm tebdiyla;

Onları biz yarattık ve onların bağlarını güçlü kıldık… Dilediğimiz vakit de onların benzerleri ile değiştiririz. (A. Hulusi)

28 – Biz yarattık onları ve kundaklarını biz bağlâdık, dilediğimiz vakit de kılıklarını tebdil ederiz. (Elmalı)

Nahnu halaknahüm ve şededna esrehüm Onları biz yarattık ve parçaları birebirine sıkısıkıya rapdettik. Ve şedetna esrehüm; aslında bütünün parçaları arasında sıkı bir bağ kurduk manasına geliyor. Dünya ahiret, ruh ceset, madde manâ. Yani bütün bunlar arasında ince ince bağlar, irtibatlar kurduk. Bu irtibatı koparırsanız yanarsınız. Dolayısıyla dünyaya dünyada kalacağın, ahirete de orada kalacağın kadar çalış. Bu bağlantıyı iyi kur manasına geliyor.

ve izâ şi’na beddelna emsâlehüm tebdiyla eğer biz istersek onların yerlerine yepyenisini getirerek değiştiririz. Tebdiyl. Çok ilginç; Tağyir değil, tahviyl değil; tebdiyl. Tağyişr ve tahviylden farklı olarak ta tebdiyl; bir şeyin kökünü kazıyıp onun yerine yenisini getirmektir ki İn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd. (Fatır/16) diyordu Kur’an da rabbimiz. Eğer dilerse sizi götürür, yerinize yepyeni bir tür getirir. Bi halkın cediyd; yepyeni bir tür. Yani Allah insana muhtaç değil, insan Allah’a muhtaç. İnsan Allah için vazgeçilmez değil, Allah insan için vazgeçilmez.

29-) İnne hazihi tezkiretun, femen şâettehaze ila Rabbihi sebiyla;

Muhakkak ki bu bir tezkiredir (hakikati hatırlatmadır)! Dileyen Rabbine (erdiren) bir yol edinir! (A. Hulusi)

29 – İşte bu bir tezkiredir, dileyen rabbine bir yol tutar. (Elmalı)

İnne hazihi tezkireh, işte bu bir uyarı bir öğüttür bu ayetler, bu sure, bu kitap, bu vahiy. femen şâettehaze ila Rabbihi sebiyla artık kim istiyorsa, diliyorsa rabbine varan bir yol tutsun.

30-) Ve ma teşâûne illâ en yeşâAllâh* innAllâhe kâne Aliymen Hakiyma;

Allâh dilemedikçe siz dileyemezsiniz! Muhakkak ki Allâh ‘Aliym Hakiym’dir. (A. Hulusi)

30 – Mamafih Allah dilemeyince dilemezsiniz, çünkü yegâne alîm, hakîm Allah dır. (Elmalı)

Ve ma teşâûne illâ en yeşâAllâh fakat Allah dilemeseydi siz asla dileyemezdiniz. Bir önceki ayette ne demişti? femen şâettehaze ila Rabbihi sebiyla artık dileyen, isteyen Allah’a varan bir yol tutsun. Bu ayette ne diyor? Allah dilemeseydi siz dileyemezdiniz. Peki çelişki var mı? Asla. Haşa, Peki, nasıl anlayacağız? Allah sizin dilemenizi diledi. Size iradeyi vermeyi dileyen de Allah tı. Onun için siz dileyesiniz diye diledi. Şimdi siz dileyin. İyi dileyin. Kötüyü dilerseniz dileğinizin sonucu gerçekleşecek.

innAllâhe kâne Aliymen Hakiyma Zira Allah her şeyi bilen hikmetle hükmeyleyendir. Yani her şeyi bildi, insanın kötüyü de seçeceğini bildi tabii ki. Hani melekler yer yüzünde kan dökecek birini mi yaratacaksın deyince rabbimiz; ben sizin bilmediğinizi bilirim diyordu ya. Ona sanki bir açıklama gibi.

[Ek bilgi; “Yani her ne kadar size bir hürriyet verilmişse de Külli irade Allah’ındır, sizin dilemeniz de O’nun dilemesine bağlı bir durumdur.

Bunu ben şöyle ifade etmeye çalışayım; Diyelim ki bir insan asansöre biniyor, 15 katlı bir binada diyelim 7. katta kendisi. İsterse 15. kata yükselebilir isterse de sıfıra da inebilir. Her birinde yapması gereken sadece bir düğmeye basmaktır. Ama onu yükselten ve çıkartan kendisi değildir, sistem ona göre kurulmuştur.

İşte bir insan bir takım iyilik ve kötülükleri istiyor, ama bunların meydana gelmesi Allah’ın dilemesiyledir. Yoksa diyelim cereyanlar yok, biz asansöre bindiğimizde istediğimiz kadar basalım herhangi bir netice meydana gelmeyecektir. İşte bizlerin fiilleri Allah’ın yaratmasıyladır.” (Prof. Dr. Şadi Eren- tefsir dersleri)]

31-) Yudhılu men yeşâu fiy rahmetiHİ, vezzâlimiyne e’adde lehüm ‘azâben eliyma;

Dilediğini Rahmetine dâhil eder! Zâlimlere gelince, onlara feci bir azap hazırlamıştır! (A. Hulusi)

31 – O dilediğini rahmeti içine kor, zalimlere ise elîm bir azâb hazırlamıştır. (Elmalı)

Yudhılu men yeşâu fiy rahmetiH O dilediğini rahmetine sokar, vezzâlimiyne e’adde lehüm ‘azâben eliyma zalimler için O eliym bir azab hazırlamıştır. Şiddetli, acı, can yakıcı bir azab hazırlamıştır.

Rabbim bizi nefsine zulmedenlerden etmesin, bizi sözüne ihanet edenlerden etmesin.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

            Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Mayıs 2014 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın