RSS

İslamoğlu Tef. Ders. TEVBE SURESİ (038-060)(63)

23 Eyl

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 

Sevgili dostlar, sevgili Kuran dostları rabbimizden gönlümüzü Kuran a aç, Kuran’ı gönlümüze aç niyazıyla bugünkü tefsirimize başlıyoruz.

Geçen dersimizde Tevbe suresinin 37. ayetine kadar işlemiştik. Bu ayetlerde hatırlayacak olursak küfrün, inkarın aslında kişinin kendisi ile sınırlı kalmadığı, yürekte başlayan inkar hastalığının; insanın davranışlarına, insanın bakış açısına, insanın hayatı ve evreni algılayışına yansıdığını ve bu yansıma sonucunda inkarcı insanın hayatın yasalarını inkara, hayatın yasalarıyla oynamaya, onları yerinden etmeye kadar işi götürebileceğini görmüştük. Müşrikler aylarla, doğanın Allah’ın koyduğu bir yasası olan aylarla oynamaya kadar işi vardırmışlardı.

Bunun temelinde yatan en büyük sebepte insanın kendisini, heva ve heveslerini merkeze alan, menfaatini merkeze alan bir yaklaşım idi. Ki bunu şöyle de özetleyebiliriz, güç ve servet yasalara değil, yasalar güç ve servete tabidir anlayışını görüyorduk. Yani gücüm varsa haklıyım, gücüm yoksa hakkım yok anlayışı. İşte gücü ve serveti iktidarı elinde tutanların Allah’ın doğa yasalarını dahi değiştirebileceklerine ilişkin, ya da değiştirmeye kalkacaklarına ilişkin bir atıftı. Müşriklerin aylar hakkında yaptıkları tahrifat.

Şimdi o ayetlerin ardından yeni bir pasajla, tevbe suresinin tefsirine devam ediyoruz.

38-) Ya eyyühelleziyne amenû ma leküm izâ kıyle lekümünfiru fiy sebiylillâhis sâkaltüm ilel’Ard* eradıytüm Bil hayatid dünya minel’ahireti, fema metaul hayatid dünya fiyl’ ahireti illâ kaliyl;

 Ey iman edenler… Size ne oldu ki: “Allâh yolunda savaşa çıkın” denildiğinde ağırlaşıp arza çakıldınız! Sonsuz gelecek yaşam karşılığında dünya hayatına mı razı oldunuz? (Oysa) dünya hayatının nimetleri gelecek yaşamdakilere göre, hiç mesabesindedir! (A.Hulusi)

38 – Ey o bütün iman edenler! Ne oldu ki size Allah yolunda seferber olun denilince yerinize yığıldınız kaldınız yoksa Âhiretten geçip Dünya hayata razı mı oldunuz? Fakat o Dünya hayatın zevki Âhiretin yanında ancak pek az bir şey. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenû Ey imanda sebat eden kimseler.

Bu ibare içindeki amenû, geçmiş fiilini, mazi, fiilini, geçmiş zaman kipinin aynı zamanda ısrarı, sebatı ve sürekliliği de içinde barındırdığından yola çıkarak sadece ey iman edenler değil, ey imanda sebat gösterenler, ey imanını bir hayat biçimine dönüştürmek isteyenler. Ey imanı içselleştirmek isteyenler anlamında çevirmek istiyorum, onun içinde düz bir çeviri yerine hep dolaylı ve yaklaşık çeviriyi, ifadenin çağrışımlarını da aktarabilen yaklaşık çeviriyi tercih ediyorum. Siz ey imanda sebat gösterip imanı hayata dönüştürmek isteyenler, bu isteğinizde samimiyseniz eğer;

ma leküm izâ kıyle lekümünfiru fiy sebiylillâhis sâkaltüm ilel’Ard size ne oluyor da imanınızda sabit, kademseniz eğer, samimiyseniz, dirençli iseniz size ne oluyor da Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kalıyorsunuz.

Açık, ibare açık. Tefsir; anlamın hatipten, yani kaynağından muhataba yani hedefine varırken uğradığı kayıpları geri kazanma sanatıdır. Onun için tefsir yaparız. Yani anlamın bize taşınıncaya kadar bütün bu uzun süreç içerisinde verdiği kayıpları geri kazanmak için tefsir yaparız. Bunu geri kazanmak içinde hâl karinelerine bağlama, iç ve dış bağlama, dilin imkanlarına, o sözcüğün etimolojisine, o sözcüğün zaman içinde geçirdiği dönüşümlere, anlam kaymalarına, anlam kayıplarına ya da anlam kazanmalarına bakarız ve fazlalıklarını atıp, eksikliklerini geri kazanıp o söz indiğinde ne anlama geliyordu önce onu tespit ederiz. Yani anlam kayıplarını kazanırız. Kaynağına gideriz. Sözün indiği kaynağa mümkün olduğunca yaklaşırız.

Ondan sonra Te’vil aşaması başlar. Sözü kaynağından indiği gibi görür alır ve o anlamı getiririz. Bizim bulunduğumuz şimdi ve burada ya taşırız. O anlamı yeniden üretiriz tabir caizse. “O anlamı tüketmeyiz.”. “O anlamı hayata koyarız.”. “O anlamı bilince koyarız. O anlamı bizde bir yaşam biçimine, bir bakış açısına, bir tasavvura dönüştürürüz. O anlam adeta dirilir, canlanır ve tabii ki diriltir. Onun için yaptığımız da, ya da yapmaya çalıştığımız da budur ve burada şu okuduğum ibare aslında apaçık, öylesine açık ki bize imanın vazgeçilemez bir tavrını veriyor. O tavır da Allah’a teslimiyet. Eğer iman etme iddianız varsa; Ben iman ettim fakat teslim olmuyorum demek gerçekten abesle iştigaldir. Gerçekten saçma bir şeydir. Hem de çok saçma bir şey.

Teslimiyetin olmadığı bir yerde imandan söz edebilmek mümkün değildir. O sebeple burada özellikle iman eden insanların sınandığı şedid, çetin bir sınav alanına dikkat çekiliyor. O çetin sınav alanı da can sınavı. Onun için Kuran’da Allah yoluna; İnsanların mallarını, insanların fikirlerini, insanların enerjilerini, insanların bir takım imkanlarını koymaları bir tarafa; insanların canlarını koymaları, hayatlarını koymaları, öbür tarafa, terazinin öbür kefesine konulur. Onun için can sınavı sınavların en çetinidir.

Can sınavı aslında iman sınavıdır. Size can veren Allah’a, neyinizi verecek kadar yakınsınız, Allah’a olan sevginizin ölçüsü, verebileceğiniz şeyle orantılıdır. Onun için Rabbimiz hep vahyinde imanı sınarken can sınavını, sınavların zirvesinde değerlendirir.

Burada; Haydi Allah yolunda savaşa çıkın ibaresi; ünfiru fiy sebiylillâh ibaresi Tebük seferine bir atıftır.

Tebük seferi, Resulallah’ın düşmanı Ebu Amir tarafından kışkırtılan Bizanslıların, Medine İslam Devleti üzerine yürümek için bir ordu toplamaları haberinin Resulallah’a ulaşmasıyla başlar. Aslında efendimiz A.S. böyle bir sefer için baştan beri niyetli değildi. Fakat Suriye de bulunan Bizans’ın uç beylikleri, Bizans’a bağlı Arap kabileleri ve tabii ki Bizans’ın Suriye ordusu sınırlarına yakın bölgelerde gerçekleşen bu tarihin en büyük iman hamlelerinden birine duyarsız kalamazdı.

Kalmadı da. Ve Bizans bu hareketten, bu iman hamlesinden oldukça rahatsızlık duyuyordu. Çünkü sınırlarına kısa sürede gelip dayanmıştı. Daha dün hiç adı duyulmamış olan bir avuç mümin insan bölgede, bugünkü Avrupa büyüklüğünde bir toprak parçasına hakim olmuşlardı. Hem de bunu 10 yıl, 8 yıl gibi hatta çok kısa bir sürede, tüm askeri stratejistlerin havsalalarının alamayacağı, gerçekten hiçbir matematik hesabın içinden çıkamayacağı bir süratte bir boyutta bu kazanım elde edilmişti.

Onun için bölgede ki tüm güçler, büyük güçler rahatsızdı. Bizans’ta rahatsızdı ve bu rahatsızlığını Müslümanlar üzerine bir ordu toplayarak saldırmak biçiminde izhar edebilirdi, ortaya koyabilirdi.

Onun için Hz. Peygamber bu haberi alır almaz, ki Ebu Amir aslında Medineli bir lider, bir ayağı Şam’da olan, Bizans yönetimiyle çok iyi geçinen, bölge kralları nezdinde hatırlı bir adamdı. Medine yerlilerindendi, ama kendisi hem büyük bir ticaret hacmine sahip bir tüccardı, hem de hatırlı bir liderdi. Medineliler onu lider seçmek için aday göstermişlerdi.

İşte Resulallah’ın Medine de oluşunu kendi müstakbel iktidarının en büyük engeli olarak görüyordu ve bu adam gitti Bizans’ı Resulallah.a karşı kışkırtmaya kalktı. Resulallah bunun üzerine Hicretin 9. yılında bir ordu topladı.

İşte Tebük seferi dediğimiz bu sefer böyle gerçekleşti. Tebük; Medine – Şam yolu üzerinde, Şam’a yakın bir mesafede bulunan bir yerleşim birimi idi. Resulallah oraya kadar vardı ordusuyla. Ama herhangi bir saldırı olmayınca, ya da saldırmak için bir teşebbüste bulunulmayınca, peygamberi nebevi siyaset gereği saldırı olmadığında Resulallah hiç saldırmamıştır. Taarruz olmadığında Resulallah hiç durduk yerde bir başka yere taarruz etmemiştir.

Onun için bu ilke gereği Resulallah ordusu ile birlikte geri döndü. Ancak bu seferin çok ilginç hatıraları oldu. Çünkü bu sefer yaz ortasında, Medine’nin ikliminin en güzel olduğu, hurmaların olgunlaştığı, fakat yolculuğun bölgede çok çetinleştiği ve Tebük gibi 14 günlük biteviye yürüyüşle, fasılasız aralıksız yürüyüşle 14 günlük bir mesafeye herkes doğaldır ki gönüllü gitmezdi. Oraya insanları götürecek ayaklar olamazdı. İman olabilirdi. İnanç olurdu. İnsanlar 14 gün o sıcakta, o kavurucu sıcakta yalnız ve yalnız imanları uğruna yürüyüşe, hem de ucunda can tehlikesi olan bir yürüyüşe katlanabilirlerdi.

İşte bu büyük sınav Kuran’da bu surede ayrıntılarıyla ele alınıyor ve daha gelecek ayetlerde bu sınavdan geriye kalan 3 kişinin o büyük tevbesi de bizim için Kuran’ın ışığına gözünü ve gönlünü dayayan her mümin için zamanlar ve zeminler üstü müthiş bir tecrübe olarak yansıyor ve ibret oluyordu.

eradıytüm Bil hayatid dünya minel’ahirah öte dünyayı boş verip bu dünya hayatıyla mı tatmin oluyorsunuz.

Bu soru can yakıyor. Bu soru tüm problemlerin temelinde yatan soru. İnsan ne ile tatmin oluyor. Sizi ne tatmin eder. Aslında siz kaç paralık adamsınız sorusunun cevabı da bu. Sizin fiyatınız nedir sorusu sizi ne tatmin eder sorusundan bağımsız değildir. Siz kaç kuruşluk insansınız, ey nefsim, sen kaç paralık adamsın diyorsak herkes kendisine bu soruyu sorarsa eğer, Kuran’ın bu sorusunu da hemen peşine eklemeli. Neyle tatmin oluyorsun, seni ne tatmin eder, seni ne mutmain kılar, gönlün ne ile teskin olur, artık neye “tamam, buldum” dersin, veya seni ne sevindirir. İşte bu kendinize biçtiğiniz değeri ölçmek için harika bir ölçüm yöntemidir. Öte dünyayı boş verip Bu dünya hayatı ile mi tatmin oldunuz?

İlginç bir nükte, burada bir kelimeden yola çıkarak ilginç bir nükte akılma geldi. Özellikle Arap dilinin özelliği gereği ed dünya, dena, edna kökünden gelir. Yakın demektir, alçak demektir, aşağı değer demektir. Ama neden dünya formunda gelir bu çok önemli. Mücerret, yalın halde kullanıldığında da dünya deriz. Dilimize de dünya olarak girmiştir. Oysaki bu kelimenin dünya biçiminde söylenişi aslında bir terkip, görünmeyen bir terkip olduğunu gösterir. Yalın halde dünya da deseniz siz; hayatid dünya, el hayatid dünya diyorsunuz. Bu bir sıfat tamlamasıdır. Dünya hayatı. Buda şunu gösterir; eğer bir el hayatid dünya dan söz ediyorsanız bir de el hayatid ahirah, öte dünyadan söz ediyorsunuz demektir. Yani dünya diyen bir mantık mutlaka iki dünyanın varlığına inanarak bunu kullanır.

Peki, müşrik mantığı böyle değildi. İbrahimi mantık böyleydi. Müşrik mantığı İbrahim’im tahrifine dayalı bir mantık. Onun için dünya dediğinizde ahireti de bir ikiz olarak kastetmiş olursunuz. Onun için el hayatid dünya olmasaydı terkip o zaman dünya demememiz gerekirdi. Çünkü dünya sözcüğü, formu, sıfatı olan el hayat formunun, dişil olduğu için el hayat, dünya formu da dişil denmiştir.

Çok ilginç. El hayat nasıl bir hayat, dünya, aşağı hayat. Daha doğrusu sıfat dünyadır burada, El hayat mevsuftur. Tanımlanan. Onun için tanımlayan dünyadır. Bundan dolayı el hayatid dünya tanımlanandan dolayı tanımlayan mevsuftan dolayı sıfat dişil olarak gelmiştir, müennes olarak gelmiştir. Yani buradan yola çıkarak şunu diyebiliriz; Dünya diyen aynı zamanda ukbanın da varlığına inanmış olur. Farkında olarak ya da olmayarak bir başka dünyanın daha varlığını bilmiş olur.

fema metaul hayatid dünya fiyl’ ahireti illâ kaliyl; Ama unutmayın ki bu dünya hayatının safası öte dünya yanında pek değersizdir. İşte dünya kelimesinin etimolojisinden yola çıkarak dünyanın sıfatı olduğu el hayata gönderme olarak ve el hayatid dünyanın öteki kutbu olan el hayatül ahirah ile arasındaki farkı bilme açısından Kuran’ın kelimelerle, ibarelerle, kalıplarla terkiplerle insanın düşüncesine zerk ettiği bir düşünce sistemi var. Bir bakış açısı, bir tasavvur sistemi. Size dünya dedirtirken aynı zamanda ahireti dedirten bir tasavvur sistemi. Size dünya dedirtirken, sizin farkında olsanız ya da olmasanız dahi el hayatid dünya, el hayatül ahirah çiftini sizin zihninize zerk eden bir düşünce sistemi. Bir düşünce sistematiği. Onun için işte bu ayet onun için böyle bitiyor. Unutmayın ki bu dünya hayatının sefası, öte dünya yanında pek değersizdir.

 

39-) İlla tenfiru yuazzibküm azâben eliymen ve yestebdil kavmen ğayreküm ve lâ tedurruhu şey’a* vAllâhu alâ külli şey’in Kadiyr;

 Eğer gazaya çıkmazsanız, sizi acı bir azapla azaplandırır; sizin yerinize (size bedel) başka bir toplum getiririz ve siz O’na hiçbir şekilde zarar veremezsiniz… Allâh her şeye Kaadir’dir. (A.Hulusi)

39 – Eğer toplanıp seferberlik etmezseniz o sizi elîm bir azâb ile ta’zib eder ve yerinize başka bir kavim getirir ve siz ona zerrece zarar edemezsiniz, Allah her şeye kadirdir. (Elmalı)

İlla tenfiru yuazzibküm azâben eliyme eğer savaşa çıkmazsanız size acı bir azap çektirir. ve yestebdil kavmen ğayreküm ve lâ tedurruhu şey’a ve sizin yerinize başka bir toplum getirir de, yokluğunuzla O’na hiçbir zarar vermiş olamazsınız.

Bilmem anlaşılıyor mu sevgili Kuran dostları. Sizin yerinize başka bir toplum getirirde, yokluğunuzla Allah’a hiçbir zarar veremezsiniz diyor vahiy, Kuran vahyi. Yani hiçbir nesil, hiçbir insan, hiçbir toplum, hiçbir ırk kendisini Allah için vazgeçilmez addetmesin diyor. Vazgeçilmezlik safsatasına bir fırça çekiyor. Böyle bir şey yok diyor. İslam’ın vazgeçilmezi yoktur, İslam’ın vazgeçilmez halkı, vazgeçilmez ırkı, vazgeçilmez milleti, vazgeçilmez adamı yoktur. İslam sizin için vazgeçilmezdir, siz İslam için değil demek istiyor. Hakikat ve ilahi değerler kimsenin babasının malı değildir diyor. Hakikat ve ilahi değerler kimseye babasından, atasından miras kalmaz demek istiyor. Daha anlamıyor muyuz Kuran dostları.

..men yertedde minküm an diynihı fesevfe ye’tillâhu Bi kavmin.. (Maide/54)

Kuran’ın bir çok yerinde bunu andıran bir çok hitap var. Kim Allah’ın dininden döner yüz çevirirse, Allah’ın getirdiği hayat tarzından yüz çevirirse, Allah onların yerine yeni bir toplum getirir de, ..yuhıbbuhüm ve yuhıbbuneH onlar O’nu severler, O’da onları sever. ezilletin alel mu’miniyne e’ızzetin alel kafiriyn. Müminlere karşı yer gibi, toprak gibi davranırlar, ama inkarda direnenlere karşı yalçın kayalar gibi göğüs gererler diyor.

Demek ki, değiştirilen, takas edilen, elden çıkarılan toplum bu konularda artık zaaflı hale gelmiş, artık bu konularsa su almaya başlamış, onun için takas edilmişler. Yine bir başka ayet;

..in yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd; (İbrahim/19)

Eğer isterse sizi siler, süpürür, temizler, hepinizi yok eder, yerinize yepyeni bir yaratık getirir diyor. İnsan da değil. Onun için insanla sınırlandırılamaz, Bi halkın cediyd; yepyeni bir yaratılışla size bir alternatif getirir. Bu da mümkün. İnsan dışı bir alternatifte mümkün. Yani eğer insan kendisine beslenen umutları tamamen boşa çıkarırsa bir gün kendisine alternatifte getirilebileceğini aklından çıkarmamalı. İnsana dahi alternatif bulan, alternatif olabileceği bilinirken, ya biz olmasaydık diye başlayan cümleler sarf edenler, bizim millet olmasaydı, bizim ırk olmasaydı, bizim kavim, bizim kabile olmasaydı diye başlayan cümlelere ne demeli. Vazgeçilmezlik safsatasını reddeden bir ayetle karşı karşıyayız.

 vAllâhu alâ külli şey’in Kadiyr; İşte tüm söylediğimiz bu şeylerin bir sonuç hükmü mesabesinde ayet geldi; Zira Allah her şeye muktedirdir.

40-) İlla tensuruhu fekad nasarehullahu, iz ahrecehülleziyne keferu sâniyesneyni, iz hüma fiyl ğayri, iz yekulü lisahıbihi lâ tahzen innAllâhe meana* feenzelAllâhu sekiynetehu aleyhi ve eyyedehu Bi cünudin lem teravha ve ceale kelimetelleziyne keferus süfla* ve kelimetullahi hiyel ‘ulya* vAllâhu Aziyzün Hakiym;

 Gerçekten Allâh O’na yardım etmiştir, siz O’na yardım etmeseniz de! Hani hakikat bilgisini inkâr edenler O’nu (yurdundan) çıkmak zorunda bıraktıklarında; O, ikinin ikincisi (iki kişiden biri) idi! Hani onlar (Hz.Rasûlullâh ve Hz.Ebu Bekr) mağarada idiler… Hani arkadaşına: “Mahzun olma, muhakkak ki Allâh bizimle beraberdir (mâiyet sırrına işaret ediyordu)” diyordu… Allâh, sekinetini (güven duygusuyla oluşan sakinlik) O’nun üzerine inzâl etmiş ve O’nu görmediğiniz ordularla desteklemişti. Hakikat bilgisini inkâr edenlerin sözlerini süfla (en aşağı) kılmıştı… Allâh sözü, işte ulyadır (en üstün)! Allâh Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

40 – Eğer siz ona yardım etmezseniz biliyorsunuz â Allah ona yardım etti: o küfür edenler onu çıkardığı sıra ikinin biri iken, ikisi Gardeler iken, ki o lâhzada arkadaşına «mahzun olma çünkü Allah bizimle beraber diyordu, derken Allah onun üzerine sekinetini indirdi. Onu da görmediğiniz ordularla teyit buyurdu da öyle yaptı ki o küfredenlerin kelimesini en alçak etti, Allahın kelimesi ise en yüksek o, öyle ya Allah bir azîz hakîmdir. (Elmalı)

İlla tensuruhu fekad nasarehullah eğer ona destek vermezseniz, unutmayın ki ona Allah yardım edecektir. O, yani Muhammed A.S. Yani biraz önce söylediğimizi, müminler ölçeğinde, Resulallah’a destek veren insanlar ölçeğinde veriyor ayet ve diyor ki, siz tutalım ki ona destek vermediniz. Ama alternatifsiz değilsiniz, unutmayınız onun büyük destekçisi Allah’tır. Siz vermezseniz, bir destek bulur. O bir başka yerden onu desteklettirir.

iz ahrecehülleziyne keferu sâniyesneyni, iz hüma fiyl ğayr örnek mi istiyorsunuz, haydi size bir örnek vereyim. Hatırlayın, şimdi Medine desiniz. Unutmayın bu ayetler hicretin 9. yılında, artık İslam bölgede tevekkün etmiş, artık bölgede Müslümanlara alternatif bir güç kalmamış, Müslümanlar bölgede artık varlıklarını dost ve düşman herkese kabul ettirmişken geliyor. Ama size bir örnek vereyim ki o zaman peygamberin etrafında kimse yoktu.

Hangi zaman o zaman? Hani o ikisi mağaradayken o arkadaşına, – ki küfürde ısrar edenler onu sürüp çıkardıkları zaman Muhammed sadece iki kişiden biri idi. Sadece iki kişiden biri. Sâniyesneyn, Yani etrafında yüzlerce insan yoktu şimdiki gibi. İktidar yoktu şimdiki gibi. Güç yoktu şimdiki gibi. İki kişiden biri. Mağarada, ve devam ediyor ayet;

iz yekulü lisahıbihi lâ tahzen innAllâhe meana O ikisi mağarada iken o arkadaşına demişti ki; Tasalanma Allah bizimle birliktedir. feenzelAllâhu sekiynetehu aleyhi ve eyyedehu Bi cünudin lem teravha bunun üzerine Allah, ona katından bir sükûnet indirmiş ve onu sizin göremeyeceğiniz güçlerle desteklemişti.

Evet, işte neden vazgeçilmezi olmadığının ifadesi. Açık örneği. Allah’ın dininin vazgeçilmezi yok turun açık, yaşanmış tarihsel en büyük delili. İki kişiden biriyken bile Allah onu mahcup etmedi. Ona yardımını farklı bir biçimde indirdi. Neydi ona indirdiği yardım? Sükûnetti. Sükûnet, iç huzur, kalp genişliği, yürek ferahlığı.

Bu Allah’ın farklı bir yardım alternatifi. Allah eğer insana yardım edecekse bunu salt dış unsurlarla, fiziki öğelerle yapmaz. Bazen iç unsurlarla yapar. Dışardan bir ordunun size vereceği morali, belki daha fazlasını, Allah’ın indirdiği o iç sekinet, o kalp huzuru verir ve siz dimdik durursunuz ve siz ayak sesleri yaklaşmışken işte her şeyin bittiği an demişken. Ya da olmak ya da olmamak noktasındayken işte orada, o noktada, o anda siz imtihanı ya vereceksiniz ya veremeyeceksiniz. Her şey bitti.

Ne diyeceksiniz? Yoksa hiçbir şey bitmedi. Çünkü Allah bizimle beraberdir. lâ tahzen innAllâhe meana üzülme mi diyeceksiniz. Çünkü Allah bizimle diyebilecek misiniz. Neden ayak sesleri size kadar gelir, neden siz Sevr’in tepesine çıkarsınız. O yalçın, o çıkılması çok zor, dağın tepesine çıkmadan da Allah yardım edemez mi. Peki tepeye çıkmadan etseydi ya, bu kadar zahmet çekmeseydi. İlla yardım etmesi için tepeye çıkmak mı gerekli.

Evet, mutlaka. Kulun gücünün bitmesi gerek Allah2ın yardımının başlaması için. Sizin size düşeni yapmanız gerek, yardımı hak etmeniz gerek. Önce sizin size yardım etmeniz gerek ve sizin yardım edemeyeceğiniz noktada;

Bittim ya rabbi..!

Demeniz gerek. Unutmayın, “Yettim kulum.” Diyecek birini, hemen bulacaksınız. Eğer kentin ışıkları sönmüşse eğer ışık imal eden bir yüreğiniz varsa, ışıklar söner sönmez yürek jeneratörünün tak, tak..! diye çalışıverecektir ve içten besleneceksiniz. İşte sükûnet odur, işte sekinet odur, Allah işte onu indirir. Dışardan gelen enerji gelmez olursa, içerden gelen enerji size yeter ve artık o zaman anlarsınız. O zaman bittiğinizde yetecek, tükendiğinizde sizi tamamlayacak, sırtınızı dayayacak tek kapının, tutamağın, tek barınağın, tek sığınağın O olduğunu hiç unutmayacaksınız.

Bu bir güvendir ve imanın ahlaki tanımı güvendir. Ben iman ettim fakat güvenmiyorum diyen iman etmemiştir. Allah’a güveni olmayan bir iman, iman değildir ve Allah’a güven de işte böylesi zor ve kor zamanlarda belli olur. Peygamber imanı bile böylesine sınanıyorsa, bana ne oluyor, sana ne oluyor, bize ne oluyor, size ne oluyor. Peygamber imanı bile son noktasına varana dek sınanıyorsa, siz sınanırsanız çok mu..! Bunun neresi fazla, neresi şaşırtıcı.

İşte peygamber imanının sınandığı zor ve kor an. her şeyin bitme ya da, hiçbir şeyin bitmeme noktası. Aslında biten ya da bitmeyen şey sizinle belli olacak. Biten siz olacaksınız, ya da bitmeyen siz olacaksınız. Sizin tavırlarınız belirleyecek. Sizin davranışınız, sizin Allah’a karşı duruşunuz, esas duruşunuzu bozuyor musunuz, bozmuyor musunuz.

Sevr mağarasındaki, artık düşmanın ayak seslerinin çok yaklaştığı ve bütün bir ömürlük mücadelenin bitme ya da bitmeme anında Allah’a güveninizde bir titreme, bir ibre oynaması oluyor mu, olmuyor mu. Korkma, bizimle beraber olan bir üçüncü zat var diyebiliyor musunuz peygamberin dediği gibi.

Tüm hadis derlemelerine giren;

– Üçüncüsü Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir ki..!

Demişti efendimiz. Üçüncüsü Allah olan iki kişi olmak, ikincisi Allah olan bir kişi olmak işte o zaman olmuş sayılırsınız. O zaman imkanınız imanınız olur ve bitimsiz bir imana kavuşmuş olursunuz.

ve ceale kelimetelleziyne keferus süfla böylece inkarda ısrar edenlerin davasını alçalttı. ve kelimetullahi hiyel ‘ulya Allah’ın davası ise en yüce olma konumunu korudu.

ve kelimetullahi hiyel ‘ulya ibaresinin tam tercümesini yapmaya çalıştım. Allah’ın davası en yüce olma konumunu korudu. İbare böyle. Yani inkarda ısrar eden kafirlerin davası alçaldı, Allah’ın davası yükseldi değil. Allah’ın davası hiç alçalmadı. İşte ibarenin verdiği anlam bu. ve kelimetullahi hiyel ‘ulya Allah’ın davası hep yüce idi, yüce olma konumunu korudu, ya da yüce olma konumuna siz katkıda bulundunuz. O’nun yüceliğine tutundunuz ve yüceldiniz anlamına almak lazım. O’nun eteğine tutunanlar yüceliyorlar. Öyle yüce bir etek ki, siz yüceltmiyorsunuz, sizi o yüceltiyor.

vAllâhu Aziyzün Hakiym; Çünkü Allah’tır üstün ve yüce olan, hikmetle hükümran bulunan.

41-) İnfiru hıfafen ve sikalen ve cahidu Bi emvaliküm ve enfüsiküm fiy sebiylillâh* zâliküm hayrun leküm in küntüm ta’lemun;

 Gerek hafif ve gerek ağır silahlı olarak cihada çıkın… Mallarınızla, canlarınızla Allâh yolunda mücahede edin… Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (A.Hulusi)

41 – Sizler gerek sebükbar ve gerek ağırlıklı olarak seferber olunuz ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihât ediniz, eğer bilir takımdan iseniz bu sizin için hayırdır. (Elmalı)

İnfiru hıfafen ve sikalen ve cahidu Bi emvaliküm ve enfüsiküm fiy sebiylillâh kolayda gelse zor da gelse savaşa çıkın ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihat edin. zâliküm hayrun leküm in küntüm ta’lemun; eğer bilincine varırsanız bu sizin için daha yararlıdır.

Ayette geçen hıfafen ve sikalen hafif ve ağır anlamına gelir kelime olarak. Ama burada bir çok müfessirin de, Razi gibi bir çok müfessirin de katıldığı anlam zorda gelse, kolayda gelse, ağırınıza da gitse, hafifinize de gitse anlamına alındığı için ben de öyle çevirdim. Özellikle ayette ifade edilen mana insanın tüm gücünü yüce ve ölümsüz değerler uğruna harcaması, insan hayatının bedelini fazlası ile ödeyebilecek tek kapı olan Allah’ın arzusudur. Ayet bize bunu veriyor. Ayet; hayatınızı ille de bir kapıya verecekseniz, vereceğiniz kapı hayatınızdan fazlasını size verecek bir kapı olsun diyor.

Söyler misiniz anlaşılmayacak ne var. Bunda anlaşılmayacak ne var. Bu o kadar mantıki bir çağrı ki ben diyorum yetmez mi demiyor rabbimiz. Mantığımıza hitap ediyor. Aklımıza hitap ediyor. Büyük ve küçük bilgisi insan da doğuştandır.

Büyüğün büyük, küçüğün küçük olduğunu insan, husuli bilgiyle bilmez, huduri bilgi ile bilir. Yani doğuştan var olan bilgiyle. Onun için bundan kolay ne var. Size verince daha fazlasını verecek birine verin. Eğer alışveriş yapacaksanız mutlaka daha fazlasını verene verirsiniz. Eğer söz konusu olan hayatınızsa, bir daha elinize geçmeyecek bir şeyse o zaman bunda yanılmayı kim ister. Hayatını ütülen, her şeyini ütülmüştür. O sebeple ayet açık, eğer birine verecekseniz o biri hayatınızın bedelini fazlası ile ödeyebilme imkanına sahip olmalıdır diyor.

42-) Lev kâne aradan kariyben ve seferen kasıden lettebe’ûke ve lâkin be’udet aleyhimüş şükkah* ve seyahlifune Billâhi levisteta’na leharecna meaküm* yühlikûne enfüsehüm* vAllâhu ya’lemü innehüm lekâzibun;

 Eğer yakında bir ganimet veya biraz daha yorucu yoldaki olsaydı, senin peşinden gelirlerdi. Fakat bu iş onlara zorlu geldi. (Bununla beraber onlar) “Eğer gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber biz de sefere çıkardık” diye Allâh adına yemin edecekler… Kendilerini helâk ediyorlar… Allâh biliyor ki onlar kesinlikle yalancılardır. (A.Hulusi)

42 – O, bir yakın ganimet ve orta bir sefer olsa idi mutlaka arkana düşerlerdi, lâkin o meşakkatli mesafe kendilerine uzak geldi. Bununla beraber eğer istitaatimiz olsa idi elbette çıkarırdık diye yakında yemin edecekler, nefislerini helâke sürükleyecekler, Allah biliyor ki zira onlar katiyen yalancılardır. (Elmalı)

Lev kâne aradan kariyben ve seferen kasıden lettebe’ûk eğer yakın bir menfaat ve kolay bir sefer olsaydı senin ardına tereddütsüz takılırlardı. Tebük seferine bir atıf tarihsel olarak. Onda günlük uzun bir yolculuk demiştim. Gerçekten kolay değil. Ama burada tarihsel bir atıftan da tüm zamanlarda iki yüzlü davranışın, imanın sınavının parametrelerini veriyor ayetler. Onun için tarihi atıf ne olursa olsun bu ayetler tüm zaman ve zeminlerde ki her insana seslenen ayetler ve insanı okuyan, insanın ciğerini ortaya döken tabir caizse. İnsanın içini dışına döndüren ayetler.

Onun için insanın kodlarını öğreniyoruz buradan ve bu ayette öğrendiğimiz şey ne oluyor, sıkıntıya insanın gelmek yerine bedelsiz almak istemesi. Yani bedelini ödemek yerine hep bedelsiz kazancın peşinde koşması. Oysaki bu doğal değil. Bu hiç doğal değil. Yasa böyle değil. Yasası konulmuş, baksanıza hayvanlar dünyasında dahi avlanmanın bir bedeli var. Onun için o bedeli ödemeyenler açlığa mahkum olurlar. Ya insanlar dünyasında, Aklın, idrakin, bincin, iradenin verildiği ve beşerlikten insan olmaya yükseltildiği, yüceltildiği bir dünyada insanın Allah bedelsiz mi versin. Onun için burada eğer diyor, kolay bir sefer olsaydı senin ardına takılırlardı, tereddüt etmezlerdi.

 ve lâkin be’udet aleyhimüş şükkah fakat bu zorlu yolculuk onlara pek uzun geldi. Bu da açık. Hak edilmiş zafer bir tarafta, hak edilmemiş zafer bir başka tarafta. Kulun gücünün bittiği yer gösteriliyor. Zor, neden zor, zor olan, neden zor olan. Çünkü kolay gelenin kolay gittiği bir yasadır da onun için. Kolay kazanılanın kolay harcandığı bir yasadır da onun için. Hak edilmemiş kazancın hiçbir zaman meşru olmayacağı bir yasadır da onun için.

İşte Sevr gerçeği buydu. Sevr mağarasına, dağın tepesindeki mağaraya tırmanışın verdiği ders buydu. Dağın eteğinde gelebilecek bir rahmet, neden tepesine çıkmamızı gerektiriyor, neden tepesinde geliyor, o yardım dağın eteğinde gelse olmaz mıydı. Hatta hiç Mekke’den çıkmadan gelse olmaz mıydı derseniz hayır olmazdı, yasa böyle.  Allah yasasını eğer sevgili Muhammedi için değiştirmemişse, bizim ve sizin için niçin değiştirsin.

ve seyahlifune Billâhi levisteta’na leharecna meaküm* yühlikûne enfüsehüm* Evet gerçekten ibretlik bir hitap, üstelik eğer gücümüz olsaydı kesin sizinle çıkardık diye Allah adına yemin ederek kişiliklerini mahvedecekler. Bu çok önemli. yühlikûne enfüsehüm kişiliklerini mahvedeceklerdi. Kişilik, katl. Şöyle bir şey söylesek sanırım yanlış olmaz. Şahsiyeti katletmek, şahsı katletmekten daha beterdir. Bir insanın şahsını katlederseniz bedenini yok etmiş olursunuz. Ama şahsiyetini katlederseniz insaniyetini yok etmiş olursunuz. Onun için burada kendi kendinizin insanlığını hedef alıyorsunuz. Şahsiyetinizi yok ediyorsunuz. Benliğinizi yok ediyorsunuz. Ben duygunuzu yok ediyorsunuz. Yani sizi insan yapan değerleri yok ediyorsunuz diyor böyle yapmakla.

İki yüzlülüğün çağlar üstü tabiatını okuyor bize Kuran bu ayetlerde. İki yüzlülük nasıl okunur, insan iki yüzlülüğü, münafık davranışı nasıl bir okumaya tabi tutulur bunu Kuran dan, Kuran vahyinden öğrenmek lazım.

vAllâhu ya’lemü innehüm lekâzibun; Oysaki Allah onların yalan söylediklerini çok iyi biliyor. İşte bu kadar. Yani içlerinde bir başka, dışlarında bir başka davranış, bölünmüş kişilik, ikiye bölünmüş kişilik, yırtık kişilik, parçalanmış kişilik. İşte biraz önce yühlikûne enfüsehüm kişiliklerini helak ediyorlar, şahsiyetlerini mahvediyorlar derken bunu kastediyordu. İnsanlıklarını katlediyorlar.

Kişinin kendisine yapacağı en büyük kötülük nifaktır. İki yüzlülüktür. Bu, bu demeye gelir.

43-) ‘AfAllâhu ‘ank* lime ezinte lehüm hatta yetebeyyene lekelleziyne sadeku ve ta’lemel kazibiyn;

 Allâh seni affetti (bunun sıkıntısını yaşamazsın)! (Tebuk Seferi dolayısıyla) doğru söyleyenleri ve yalancıları net olarak bilinceye kadar niçin onlara izin verdin? (A.Hulusi)

43 – Allah senden affetti ya, şu neden onlara izin verdin de beklemedin ki doğru söyleyenler sence tebeyyün ede ve yalancıları bilesin? (Elmalı)

‘AfAllâhu ‘ank Allah seni affetsin. lime ezinte lehüm hatta yetebeyyene lekelleziyne sadeku ve ta’lemel kazibiyn; daha kimin doğru söylediği aydınlanmadan ve yalan söyleyenleri iyice öğrenmeden niçin onlara izin verdin?

Hitabın muhatabı, birincil muhatabının Resulallah olduğu belli, açık. Allah seni affetsin diyor. Aslında form olarak Allah seni affetti anlamına gelir. Ama işlevi budur, Allah seni affetsin. Adeta bir şefkat uyarısı. Sanki tüm çağlarda gelen müminlere böyle bir ilahi mizansene bir şey söylenmek isteniyor. Buradaki hatanın taktik bir hata olduğunda tüm müfessirler müttefiktir. Yani bu ahlaki alanda, kişisel bir zaaftan kaynaklanan bir hata değil. Bu aslında anlaşılabilir nedenlere dayalı bir hata, çünkü; Lem ad’as en aşukka ala kulûbin nas. Diyen bir peygamber.

Ben insanların gönüllerini yüreklerinin içini açıp bakmak için gönderilmedim diyen bir peygamberin bu davranışı anlaşılabilir bir hata. Taktik bir hata. Niçin iyice bir araştırmadan, senden savaşa katılmamak için bin bir türlü mazeret ileri sürerek izin isteyenleri gönderdin, izin verdin diyor. Aslında daha sonra gelecek ayetlerin içinde öyle ibareler var ki, sanki ilahi senaryoda kaçınılmaz idi. Adeta bize verilmesi gereken ders ancak böyle verilebilirdi gibi bir izlenim uyanıyor insanda.

O ders ne olabilirdi? O ders şudur; Peygamberin vahiy dışı davranış ve kararlarının tahlile açık olduğunu görün ey insanlar ve azizlerinizin, büyüklerinizin, üstatlarınızın, önderlerinizin, liderlerinizin her tavır ve davranışında, her taktik ve stratejik hatasında bir hikmet aramaya kalkmayın. Bundan büyük öğüt mü olur.

Kehf suresinin son ayeti adeta bu ayetle fiiliyata dönüşüyor. Neydi o;

Kul innema ene beşerun mislüküm yuha ileyye ennema ilâhuküm ilâhun vahıd.. (Kehf/110)

De ki; Ben de sizin gibi bir insanım, yalnızca bir insanım. Bu çok önemli. Peygamber bunu yine ümmetine bir vasiyet formunda şöyle dile getiriyordu bu hakikati;

La tutruni kema etrıyyet ne Meryem, Meryem oğlunu yücelttikleri gibi beni de uçurmayın. Fe innema ena abdun ben yalnızca bir kulum. Fe kulu Abdullahi ve rasuluhu..! Deyin ki Allah’ın kulu ve elçisi. (Buhari, hudut, 31 vd)

Adeta Kehf suresinin son ayetinin bir fiili göstergesiydi bu olay. Bu şefkat fırçası anlaşılabilir nedenlere dayanıyordu demiştim biraz önce. Gerçekten de bu nedenlere dayanmasına rağmen rabbimizin o olayı böylesine ölümsüzleştirmesinin hikmeti üzerinde durduğumuzda biraz önce söylediğim dersi çıkarmamak mümkün değil.

Resulallah’ın vahiy dışında verdiği görüş, vardığı sonuçlar böylesine tartışılabilirken ey insanlar, önünüze düşmüş insanların taktik hatalarını kutsallaştırmayın mesajıdır.

44-) Lâ yeste’zinükelleziyne yu’minune Billâhi vel yevmil ahıri en yücahidu Bi emvalihim ve enfüsihim* vAllâhu Aliymun Bil müttekıyn;

 Esmâ’sıyla hakikati olan Allâh’a ve yaşanacak sonsuz sürece iman edenler, mallarıyla, canlarıyla mücahede etmekten (geri kalmamak için) senden izin istemezler… Allâh korunanları (Esmâ’sıyla onların hakikati olarak) Bilen’dir. (A.Hulusi)

44 – Allaha ve Âhiret gününe imanlı kimseler mallarıyla, canlarıyla cihat edeceklerinden dolayı senden istizan etmezler ve Allah o muttakileri bilir. (Elmalı)

Lâ yeste’zinükelleziyne yu’minune Billâhi vel yevmil ahıri en yücahidu Bi emvalihim ve enfüsihim Allah’a ve ahiret gününe yürekten inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla cihattan, kendilerini muaf tutmanı senden istemekte. Evet, davranış kodları açıklanıyor ve iki kip insan davranışı var. aslında burada sözü edilen, burada konunun bizatihi merkezinde insanlar yok, onlar adeta tarihin birer oyuncusu gibi. Burada konunun özü itibarıyla davranışlar var. Biçim, davranış biçimleri var.

1 – Mümin davranışı,

2 – Münafık davranışı.

Nasıl olur iki davranış arasındaki fark nedir, iki davranışı farklılaştıran unsurlar nedir, işte bunları bize söylüyor. Burada iki davranışı test ediyor Kuran.

Onlar senden Allah yolunda cihada gitmemek için izin istemezler. Kim izin istemez? Allah’a ve ahiret gününe yürekten inanan diyor. Çok önemli, demek ki problem imanla ilgili bir problem. Yani aslında dışarıdan çok farklı nedenlere dayanır gibi görünen birçok problemi, insan davranışlarının dayandığı temel saiki iman problemidir.

İnsanlar nedense problemin kaynağına inmek yerine hep yüzeyinde dolaştıkları için problemin temelini görmüyorlar. Problemi doğru teşhis edemedikleri için tedavi de edemiyorlar. İşte Kuran, insan davranışlarında ki hemen tüm problemlerin kaynağında yürek problemlerinin, hastalığının yattığını söylüyor.

vAllâhu Aliymun Bil müttekıyn; Zaten Allah sorumlu davrananları çok iyi bilir.

45-) İnnema yeste’zinükelleziyne lâ yu’minune Billâhi vel yevmil’ahıri vertabet kulubühüm fehüm fiy raybihim yetereddedun;

 Esmâ’sıyla hakikati olan Allâh’a ve yaşanacak sonsuz sürece iman etmeyen ve bilinçleri şüphe dolu kimseler (seninle sefere çıkmamak için) senden izin isterler… Onlar şüpheleri içinde tereddüt edip dururlar. (A.Hulusi)

45 – Ancak o kimseler senden istihzan ederler ki Allaha ve Âhiret gününe inanmazlar ve kalpleri işkillidir de işkilleri içinde çalkanır dururlar. (Elmalı)

İnnema yeste’zinükelleziyne lâ yu’minune Billâhi vel yevmil’ahır Yalnızca Allah..2a ve ahiret gününe yürekten inanıp güvenmeyen kimseler senden cihada katılmama izni isterler. Yukarıdakinin tam tersi. vertabet kulubühüm zira onların kalbi kuşkuya teslim olmuştur.

Bu çok önemli, vertabet kulubühüm İrtiyab, kuşkuya teslim olmak, kuşkuyla dolmak, şüpheyle dolmak anlamına gelir ve Allah’a teslim olmak, ya da kuşkuya teslim olmak, işte birbirine tam zıt iki tavır.

fehüm fiy raybihim yetereddedun; Bu yüzden derin tereddütler içinde bocalayıp dururlar. Evet, açık. İmanın ahlaki anlamda yerleşmesi, güven ve teslimiyettir. İmanın ahlaki anlamı güvendir demiştim. Cihat ise İmanın en keskin sınavıdır. Nifakı su yüzüne çıkarır. Tabir caizse imanın turnusol kağıdıdır. İmanın hangi renk olduğunu, imanın kaç kırat olduğunu, ya da imanın kaç ayar olduğunu bu mihenk taşına vurarak öğrenen insan. Onun için rabbimiz de onları ve hepimizin iman altınını, -ki bunun altın olması bir iddiadır- bunun ne kadar altın olduğunu, kaç ayarlık altın olduğunu işte imtihan ederek, böylesine mihenk taşına vurarak bize öğretiyor.

46-) Velev eradül huruce lee’addu lehu ‘uddeten ve lâkin kerihellahünbiasehüm fesebbetahüm ve kıylak’udu meal ka’ıdiyn;

 Eğer (onlar sefere) çıkmak dileselerdi elbette onun için bir hazırlıkları olurdu. Fakat Allâh onların sefere çıkmalarını gereksiz gördü de, onları sefere çıkarttırmadı: “Oturun, oturanlarla beraber” denildi. (A.Hulusi)

46 – Eğer cihada çıkmayı dileselerdi elbet onun için hazırlık görürlerdi, lâkin davranmalarını Allah istemedi de onları alıkoydu ve oturun oturanlarla beraber denildi. (Elmalı)

Velev eradül huruce lee’addu lehu ‘uddeten Hem gerçekten sefere çıkmak isteselerdi, elbet bir hazırlığa girişirlerdi. ve lâkin kerihellahünbiasehüm fesebbetahüm fakat Allah onların kalkış biçimlerini hoşlanmadı. Ünbias aslında çıkış noktası, çıkış tavrı, çıkış biçimi anlamına gelir. Ben kalkış biçimi, biçiminde çevirdim, Allah onların kalkış biçimlerini hoşlanmadı. Bu yüzden de onları alıkoydu.

Eğer üşene üşene kalkıyorsanız, Allah sizin kalkma arzunuzu yok eder. Nasıl alıkoyar? İşte öyle. O arzuyu aldığı zaman kalkamaz olursunuz. Tıpkı iştah gibidir. Onun için nimet, her nimet iki nimettir. Bir nimet, bir tenahhum (Asık suratlı olmak, ekşi yüzlü olmak.). Nimet, nimetin kendisidir. Elma bir nimettir. Elmayı yeme arzusu ise Tenahhumdur. Eğer ikincisini alır da birincisini verirse o sizin için nimet olmaz. Ekmek verir ama ekmeği yeme arzusunu alırsa o sizin için nimet olmaktan çıkar. Görüyorsunuz ki sadece nimetin olması yetmiyor. Tenahhumun olması lazım. Ayeti verir, vahyi verir, ama vahyi hayata dönüştürecek size de bir lezzet, bir can isteme, bir iştah, bir manevi iştah vermezse ayet orada siz burada durursunuz.

Bu çok önemli. Onun için burada adeta ona bir gönderme var gibi.

ve kıylak’udu meal ka’ıdiyn; Adeta onlara sefere ehil olmayıp oturanlarla birlikte siz de oturun denildi. Nasıl denildiğini biraz önce açıkladığım şeylerden yola çıkarak bulabilirsiniz. Yani arzuyu aldı.

Namaz bir nimettir bakınız. Namaz ekmek gibi su gibi bir nimettir. Ama namaz kılma arzusu, ekmeği yeme iştahı ile aynıdır. Eğer iştahı alırsa namaz sizin için bir nimet olmaktan çıkar, dolayısıyla o nimetten artık yararlanamaz olursunuz. Onun için Allah o nimeti verdiği gibi, o nimete ulaşma arzusunu da versin diye dua etmek gerek.

Burada oturanlardan kasıt belli, aslında ve kıylak’udu Arap dilinde ince bir nükte var. Ayaktakine otur demekle yatana otur demek arasında fark vardır Arap dilinde. Aynı kelimeyi kullanmazlar. Onun içinde siz otur sözcüğünden yola çıkarak ayaktakine mi otur denmiş, yatana mı otur denmiş anlarsınız. Ayaktakine otur demek için iclis denilir, yatana otur demek için Ug’ud denilir. Buradan yola çıkarak ayeti açıklayacak olursak, onlar zaten ayağa kalmamışlardı ki. Yani onlar sefere çıkmak, cihada katılmak için ayaktaydılar da Allah onları oturttu değil. Onlar yatıyorlardı zaten, öyle bir niyetleri yoktu anlamı verebiliriz.

47-) Lev harecu fiyküm ma zâduküm illâ habâlen ve le evda’û hılaleküm yebğunekümül fitnete, ve fiyküm semma’une lehüm* vAllâhu Aliymun Bizzâlimiyn;

 Eğer sizinle sefere çıksalardı, size dertten başka katkıları olmayacaktı. Mutlaka fitne arzulayarak aranıza sokulurlardı… İçinizde onları dinleyenler var. Allâh zâlimleri (Esmâ’sıyla onların hakikati olarak) Bilen’dir. (A.Hulusi)

47 – Eğer içinizde çıkmış olsalardı bozgunluk etmekten başka bir faydaları olmayacak ve sizi fitneye uğratmak maksadıyla aralarınıza saldıracaklardı, içinizde de onları dinleyecekler vardı, Allah o zalimleri bilir. (Elmalı)

Lev harecu fiyküm ma zâduküm illâ habâle eğer sizinle birlikte sefere çıkmış olsalardı, sorun çıkarmaktan başka bir katkıları olmayacaktı.

Çok ilginç, yani sırf sorun olacaklardı sefere çıksalardı. “İşte onun için yukarıda ‘AfAllâhu ‘ank (43) Allah seni affetsin ayetini, adeta Allah’ın yazdığı ilahi bir senaryo dediğim bu yüzdendir.” Yani sefere çıksalardı kâra olmayacaklardı zaten diyen de vahyin kendisi.

ve le evda’û hılaleküm yebğunekümül fitnete, ve fiyküm semma’une lehüm zira içinizden kendilerini can kulağı ile dinleyecek olanları görüp aranıza daha fazla fitne sokmak amacıyla saflarınıza daha bir sokulacaklardı.

vAllâhu Aliymun Bizzâlimiyn; Ne ki Allah o zalimleri çok iyi bilmektedir.

48-) Lekadibteğavül fitnete min kablü ve kallebu lekel’umure hatta cael Hakku ve zahere emrullahi ve hüm karihun;

 Andolsun ki, daha önce de fitne aradılar ve işleri senin için tersine çevirdiler… Nihayet Hak geldi ve onlar hoşlanmasa da Allâh’ın hükmü açığa çıktı. (A.Hulusi)

48 – Filhakika bunlar fitneyi daha evvel çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler nihayet onların rağmına hak, yerine geldi ve Allahın emri galebe çaldı. (Elmalı)

Lekadibteğavül fitnete min kablü ve kallebu lekel’umur

Dilim tutuluyor, zaten onlar daha önce de fitne çıkarmaya çalışmışlar ve sana karşı epey işler çevirmişlerdi. Burada ki daha önceden kasıt, Tebük’ten önce mesela hatırlıyoruz; Uhut. O zaman burada onlar denilen kimselerin aslında iki yüzlüler olduğu da açıkça ortaya çıkmış oluyor. Çünkü Uhut’ta da böyle yapmışlardı. İkiye bölmüşlerdi. Resulallah’ı son anda terk etmişlerdi ve daha sonra da aynı huylarını sürdürdüler. Ona bir atıf var.

hatta cael Hakku ve zahere emrullahi ve hüm karihun; “Ta ki onların hiç hoşuna gitmese de Hakk tecelli edinceye ve Allah’ın yasası gerçekleşinceye kadar” Devam ettiler.

Tabii asıl bizim dikkatimizi çeken nokta bu ayetin son cümlesindeki o; Onların hoşuna gitmese de, Allah’ın emri tecelli edinceye kadar, Hakk gerçekleşinceye kadar birilerinin sürekli taş koymaya memur edildiği adeta.

Evet, o zaman zahere emrullah bu ibare ayette geçen; Allah’ın yasası gerçekleşinceye dek anlamına. Fireler, sınavlar, denemeler, dökülmeler, elemeler bu işin kaderi olduğu, bu işin tabiatı olduğu şeklinde anlaşılmalı. Ki hayatın yasası bu sınavdır. Mutlaka fire olur. Eğer Resulün arkasında vahyin inişine şahit olmuş neslin içinde dahi yüreği yetmeyenler, yüreği tutmayanlar, geride kalanlar, iki yüzlü davrananlar varsa, bu mutlaka ve mutlaka insan tabiatında bu gibi zaafların tüm çağlarda ve zamanlarda süre gideceğini gösterir.

49-) Ve minhüm men yekulü’zen liy ve lâ teftinniy* ela fiyl fitneti sekatu* ve inne cehenneme lemuhıytatün Bil kafiriyn;

 Onlardan bazısı: “Bana izin ver, beni fitneye düşürme” der… Dikkat edin, fitnenin tâ içindedirler zaten! Muhakkak ki Cehennem (yanma şartları), hakikat bilgisini inkâr edenleri (Esmâ’sıyla onların hakikati olarak) ihâta eder! (A.Hulusi)

49 – İçlerinden «aman bana izin ver, başımı derde sokma» diyen de var. Bilmiş ol ki derde asıl kendileri düştüler ve her halde Cehennem kaplar elbette kâfirleri. (Elmalı)

Ve minhüm men yekulü’zen liy ve lâ teftinniy Bakın ne diyorlar. Onlardan kimileri de izin ver bana, beni günaha sokma der. Bahaneye bakın. ve lâ teftinniy ya da beni sınava sokma, kaybedeceğim bir sınava sokma. Beni fitneye düşürme anlamına da gelir.

Fitne 60 yerde kullanılır ve gerçek bir çok anlamlı bir sözcüktür. O kadar çok anlamı vardır ki; Azap, bela, şirk, zulüm, işkence, baskı, savaş, iç savaş, ayartma, karıştırma, terör ve buna benzer daha birçok anlama gelir. Onun için hangi anlamda kullanıldığına bakmak için mutlaka bağlamından yola çıkarak fitnenin o ayette o ibarede ne anlama kullanıldığını çözmek gerekir.

İşte burada da günah anlamına kullanıldığını düşünüyorum, çünkü beni günaha sokma diyorlar. Aslında burada bir sahte takva gösterisi, sahte bir adeta bir sakınma gösterisi var. Yoksa kaybedeceklerini bile bile imtihana girmek istemiyorlar. Bu ne demek, sınavsız geçeyim demektir. Bana diplomamı sınavsız ver teklifidir. Bu gerçekten ahlaksızca bir tekliftir. Bu gerçekten Allah’ın yasasına tabi olmama teklifidir. Bu gerçekten tüm müstekbirlerin ahlakıdır. Yamuk ahlakı. Yani peygambere bile rüşvet teklif etme sapıklığıdır.

ela fiyl fitneti sekatu Şu işe bakın ki baştan ayağa zaten günaha gömüldüler. ve inne cehenneme lemuhıytatün Bil kafiriyn; Üstelik bir de cehennem tarafından kuşatılacaktır inkarda ısrar edenler.

50-) İn tusıbke hasenetün tesü’hüm* ve in tusıbke musıybetün yekulu kad ehazna emrena min kablü ve yetevellev ve hüm ferihun;

 Eğer sana bir güzellik erişse (bu) onları üzer… Şayet sana nahoş bir olay isâbet etse: “İyi ki önceden bu şekilde davranmışız” derler ve sevinerek dönüp giderler. (A.Hulusi)

50 – Sana bir güzellik kısmet olursa fenalarına gider ve eğer bir musîbet gelirse biz tedbirimizi önceden almıştık derler ve sevine sevine döner giderler. (Elmalı)

İn tusıbke hasenetün tesü’hüm eğer sana bir iyilik dokunsa onların canı sıkılır. Münafığın tabiatı ele veriliyor her çağdaki.  ve in tusıbke musıybetün yekulu kad ehazna emrena min kablü ve yetevellev ve hüm ferihun; yok başına bir kötülük gelse iyi ki biz daha önceden önlemlerimizi almıştık derler ve şen şakrak dönüp giderler.

Anlatılan tarihsel bir olgu değil, iki yüzlülüğün evrensel tabiatı ve herkes kendi içinde bu anlatılanlardan yola çıkarak bir sınava soksun kendisini. Başkalarının başına gelen iyiliklere sevinebilme, insana verilmiş bir atıyye-i ilahiyedir. Başkalarının başına gelmiş kötülüğe üzülebilme de öyle.Tersi ise bir kaymadır, bir fıtrat bozmadır, bir zaaftır, yürek gemisinin su aldığını ve bunun sonucunda da batacağını gösterir.

51-) Kul len yusıybena illâ ma ketebAllâhu lena* HUve mevlâna* ve alAllâhi fel yetevekkelil mu’minun;

 De ki: “Allâh’ın bize yazdığından başkası, asla bize erişmeyecektir! ‘HÛ’, Mevlâ’mızdır! İman edenler ancak Allâh’a tevekkül (hakikatlerindeki El Vekiyl isminin, gereğini yerine getireceğine iman) etsinler.” (A.Hulusi)

51 – De ki hiç bir zaman bize Allahın bizim için yazdığından başka bir şey isâbet etmez o bizim Mevlâmızdır ve müminler onun için yalnız Allaha mütevekkil olsunlar. (Elmalı)

Kul len yusıybena illâ ma ketebAllâhu lena De ki başımıza Allah’ın bizim için yazdığından başka bir şey gelmez. İşte bu da Mümin tavrı.

HUve Mevlâna O’dur bizim tek Mevla’mız, tek sahibimiz. ve alAllâhi fel yetevekkelil mu’minun; Şu halde inananlar yalnızca O’na güvensinler.

Bu da iki yüzlülüğün zıddı olan inanmış birinin evrensel yaklaşımıdır. Yukarıdakinin tam zıddı bir yaklaşım. Tarihte yaşamış iki kesimin tavırları değil, zamanlar ve zeminler üstü iki mantığın hayat tasavvuru veriliyor bu ayetlerde. Okurken hep hatırlattığım gibi iki ayrı hayat tasavvurunun çizgisini okumak lazım.

52-) Kul hel terebbesune Bina illâ ıhdel husneyeyn* ve nahnü neterabbesu Biküm en yusıybekümullâhu Bi azâbin min ındiHİ ev Bi eydiyna* feterabbesu inna me’aküm müterabbisun;

 De ki: “İki güzellikten (ganimet veya şehîd olmak) hangisi gelecek diye mi bizi izliyorsunuz? Biz de, Allâh’ın, kendi indînden (içinizden, hastalık vs.) yahut bizim ellerimiz olarak bir azap vermesini bekliyoruz… O hâlde umutla bekleyin (başımıza gelmesini istediğinizi); biz de sizinle beraber bekleyenleriz.” (A.Hulusi)

52 – De ki: siz, bize ancak iki güzelliğin birini gözetebilirsiniz, biz ise size Allahın kendi tarafından veya bizim ellerimizle bir azâb indirmesini gözetiyoruz, onun için gözetin çünkü biz beraberinizde gözetiyoruz. (Elmalı)

Kul hel terebbesune Bina illâ ıhdel husneyeyn De ki bizim için iki güzellikten biri değil de – iki güzellik; Ya şahadet, ya gazilik. O anlamda tabii ki  Tebük savaşına giderken böyle bir duygu, böyle bir düşünce akla geliyorsa, yani ne kazanacağız diyorsa insan, iki güzellikten birini kazanacak. Kayıp yok. Allah’ın hiçbir çağrısında kayıp yok anlamına geliyor.- Bizim için iki güzellikten biri değil de ille de kötülük beklentisi içinde misiniz?

ve nahnü neterabbesu Biküm en yusıybekümullâhu Bi azâbin min ındiHİ ev Bi eydiyna Bizim size ilişkin beklentimizse, O’nun katından ya da bizim elimizle Allah’ın gazabına uğramanızdır. feterabbesu inna me’aküm müterabbisun; artık bekleyin, bilin ki bizde sizinle bekliyoruz. Aslında müminlerin en büyük zaafı beklemeyi ve gözlemeyi becerememekten kaynaklanıyor.

53-) Kul enfiku tav’an ev kerhen len yütekabbele minküm* inneküm küntüm kavmen fasikıyn;

 De ki: “Kendi arzunuzla veya isteksizce, Allâh uğruna, diyerek bağış yapın, sizden asla kabul olunmayacaktır… Çünkü siz fâsık (inanç sistemi bozulmuş) bir grup oldunuz!” (A.Hulusi)

53 – De ki: gerek tav’an infak edin gerek kerhen sizden hiç bir zaman nafakalarınız kabul edilmeyecek, çünkü siz fasık bir kavım oldunuz. (Elmalı)

Kul enfiku tav’an ev kerhen len yütekabbele minküm De ki; İster gönüllü infak edin ister gönülsüz sizden asla kabul edilmeyecektir. inneküm küntüm kavmen fasikıyn; Çünkü siz, açıklama geliyor. Neden kabul edilmeyecektir, çünkü siz hepten sapık bir güruh haline geldiniz. Gönüllü bile olsanız malınızdan verdiğiniz kabul edilmeyecek. Neden mi? Can sınavından sınıfta kaldınız. Siz malı, canın üstünü örtmek için bir sütre olarak, bir perde gibi kullanıyorsunuz. Onun için Allah’ı aldatamayacaksınız demeye geliyor aslında bu.

54-) Ve ma mene’ahüm en tukbele minhüm nefekatühüm illâ ennehüm keferu Billâhi ve Bi RasûliHİ ve lâ ye’tunes Salâte illâ ve hüm küsala ve lâ yünfikune illâ ve hüm karihun;

 İnfaklarının (Allâh için yaptıkları harcamaların) onlardan kabul edilmesine engel şudur: Onlar, Esmâ’sıyla onların hakikati olarak Allâh’ı ve Resûlünü inkâr edenlerden oldular; salâta ancak tembel tembel gelirler ve ancak istemeye istemeye bağışta bulunurlar. (A.Hulusi)

54 – Kendilerinden nafakalarının kabul olunmasına mani’ olan da sırf şudur: çünkü bunlar Allaha ve Resulüne küfrettiler ve namaza ancak üşene üşene geliyorlar, verdiklerini de ancak istemeyerek veriyorlar. (Elmalı)

Ve ma mene’ahüm en tukbele minhüm nefekatühüm illâ ennehüm keferu Billâhi ve Bi RasûliH Hayır için harcadıklarının kabulüne tek engel, onların Allah’a ve O’nun elçisine ısrarla nankörlük etmeleridir.

Evet, onların infak ettikleri, yani; şu Allah içindir, şu yoksullar içindir diye harcadıklarının kabulünün önündeki tek engel, onların Allah’a ve O’nun elçisine ısrarla, ben burada ki Keferu’yu nankörlük, ahlaki anlamıyla çevirdim, nankörlük etmeleridir.

ve lâ ye’tunes Salâte illâ ve hüm küsala Bu çok daha önemli bakınız; Onlar namaza hep üşene üşene katılırlar.

ve lâ yünfikune illâ ve hüm karihun; ve onlar her daim gönülsüzce hayır yaparlar. Demek ki yukarıdaki ayetin hemen üstünde yer alan tav’an isterseniz gönüllü olarak infak edin de ki asıl açılım burada geliyor. Dışardan gönüllü gibi görünseler dahi gerçekte gönüllü bir hayır yapmaz, hayırlarının arkasında hep bir hesap, çıkar hesabı vardır.

55-) Fela tu’cibke emvalühüm ve lâ evladühüm* innema yüriydullahu liyu’azzibehüm Biha fiyl hayatid dünya ve tezheka enfüsühüm ve hüm kafirun;

 Onların ne zenginlikleri ve ne de evlatları seni imrendirmesin… Allâh bunlarla ancak dünya hayatında onlara azap etmeyi (bunlara yönelmenin getirisi olan Allâh’tan uzak düşmenin oluşturacağı azabı) ve hakikat bilgisini inkâr edenler olarak canlarının çıkmasını irade ediyor (mekr yoluyla). (A.Hulusi)

55 – Sakın onların ne malları ne evlatları seni imrendirmesin, o hiç bir şey değil ancak Allah onları Dünya hayatta bunlarla ta’zib etmesini ve canlarının kâfir oldukları halde çıkmasını murad ediyor. (Elmalı)

Fela tu’cibke emvalühüm ve lâ evladühüm artık onların sınamak için verdiğimiz mallarına ve çocuklarına bakarak sen de şaşırma. Yani mallarının ve çocuklarının çokluğuna şaşırma.

Fela tu’cibke sözcüğüne imrenme anlamı vermekte mümkün, ama ben şaşırma anlamını bilerek tercih ettim. Çünkü Hz. Peygamberin terbiye sürecinde onların mal ve evlat çokluğuna imrenmek problemi çok önceden halledilmişti. Bu ayetler hicretin 9. yılında indiği bilinirse;

Lâ temüddenne ayneyke.. (Hicr/87) Gözünü onların mallarına mülklerine dikme gibi ayetler çok önceden gelmişti ve Resulallah bu işi halletmişti. Onun içinde şöyle buyurmuştu, çok yıllar önce böyle buyurmuştu.

– Bana dünya ve ahiret, bana dünya iktidarı ve ebedi iktidar sunuldu, ben ahiret iktidarını tercih ettim.

Buyurmuştu. Onun için metaul hayatid (38) dünyanın zevkleri çok az, yalan bir geçimlik Kurani ifadeleri Resulallah’ın yüreğinde yıllar öncesinden nakes bulmuştu ve bu problem halledilmişti. Onun için böyle çevirdim.

innema yüriydullahu liyu’azzibehüm Biha fiyl hayatid dünya ve tezheka enfüsühüm ve hüm kafirun; Allah bütün bunlar nedeniyle, onlara dünyada bela vermek ve canlarını kendileri inkara saplanmışken almak istiyor.

Açık. Servetin sınav aracı olduğu, sınav kaybedilince belaya  dönüşeceği işte böylece göz önüne seriliyor. Ahirette servetin, işe yaramayan servetin ahirette nasıl bir azaba dönüşeceği ise bu surenin 35. ayetinde çok güzel açıklanıyor. Isıtılarak ütü yapılacak deniliyor bedenlerine.

56-) Ve yahlifune Billâhi innehüm leminküm* ve mahüm minküm ve lakinnehüm kavmün yefrakun;

 Allâh namına yemin ediyorlar ki kendileri kesinlikle sizdenmişler! (Oysa) onlar sizden değillerdir! Ne var ki onlar korkuda şiddetli (korkak) bir kavimdir. (A.Hulusi)

56 – Şeksiz şüphesiz sizden olduklarına dair Allaha yemin de ederler, halbuki sizden değildirler, ve lâkin onlar öyle bir kavim ki ödleri patlıyor. (Elmalı)

Ve yahlifune Billâhi innehüm leminküm ve onlar kendilerinin sizden olduğuna dair Allah adına yemin ederler. ve mahüm minküm oysaki onlar sizden değildirler. ve lakinnehüm kavmün yefrakun; ve fakat onlar korkuya teslim olmuş bir güruhtular.

İşte anahtar sözcük geldi dostlar. Tüm zamanlar boyunca, tüm iki yüzlülerin iki yüzlü olmasının en temelinde yatan zaaf, korkudur. Nifakın tabiatını deşifre eden bir ayettir bu. İki yüzlülüğün en temel sapması korkudur. Korku bulunduğu yere nifakı mutlaka davet eder.

57-) Lev yecidune melceen ev meğaratin ev müddehalen levellev ileyhi ve hüm yecmehun;

 Eğer sığınacak bir yer yahut mağaralar ya da içine girilecek bir delik bulsalar, korkuyla oraya sığınırlardı; onlar şaşkın hâldedirler! (A.Hulusi)

57 – Eğer sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veya sokulacak bir delik bulsalardı başlarını diker ona doğru koşarlardı. (Elmalı)

Lev yecidune melceen ev meğaratin ev müddehalen levellev ileyhi ve hüm yecmehun; eğer bir sığınak, bir mağara, ya da bir korunak bulabilselerdi, sürü içgüdüsüyle panik halinde oraya seğirtirlerdi.

Bu sürü içgüdüsüyle panik halinde seğirtmek, bir tek sözcüğün, yecmehun , ce me ha sözcüğünün anlam alanı içine girer. Çünkü yılkı atlarının, yani terbiyeden geçmemiş dağ atlarının, evcil olmayan atların sürü halinde gezerken ürkütülerek kaçmalarına bu fiilden gelen bir sözcük veriliyor. Onun için Ce Ma Ha işte onu ifade ettiği için münafık topluluğunun davranışı, yılkı atı gibi ürkütünce hiç akıl, fikir, izan, feraset, basiretle bakmaksızın, bunu kullanmaksızın güdüsel olarak korkuya dayalı bir tavır ve davranış sergilerler diyor.

58-) Ve minhüm men yelmizüke fiys sadakat* fein u’tu minha radu ve in lem yu’tav minha izâ hüm yeshatun;

 Onlardan kimi de verdiğin yardımlar hakkında, sana dil uzatırlar… Eğer kendilerine verilirse razı olurlar… Eğer yardımlar kendilerine verilmemişse birden öfkelenirler. (A.Hulusi)

58 – İçlerinden sadakalar hakkında sana ta’rız eden de var, çünkü, ondan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse derhal kızarlar. (Elmalı)

Ve minhüm men yelmizüke fiys sadakat onların arasında zekat ve sadakaların dağılımı konusunda sana dil uzatanlar var. Yani sadakaların paylaştırılmasında, zekatın bölüştürülmesi konusunda.

fein u’tu minha radu ve in lem yu’tav minha izâ hüm yeshatun; eğer kendilerine ondan bir pay verirsen seslerini keserler, yok eğer ondan kendilerine bir pay vermezsen o zaman da öfkelerini kusarlar.

Şimdi biraz önceki ayetlerde 33-34, 52-53-54. ayetlerde zengin ve varsıl münafığın davranışını vermişti, şimdi de yoksul münafığın davranışını veriyor.

59-) Velev ennehüm radu ma atahumullâhu ve RasûluHU ve kalu hasbünAllâhu seyü’tiynAllâhu min fadliHİ ve RasûluHU, inna ilAllâhi rağıbun;

 Onlar, Allâh’ın ve Rasûlünün onlara verdiğine razı olsalardı ve: “Allâh bize yeter… Yakında Allâh bize fazlından verecek, Rasûlü de… Doğrusu biz Allâh’a yönelmişlerdeniz” deselerdi. (A.Hulusi)

59 – Ne olurdu bunlar kendilerine Allah ve Resulü ne verdiyse razı olaydılar da diye idiler, bize Allah yeter, Allah bize fadlından yine verir, Resulü de, bizim bütün rağbetimiz Allah’adır. (Elmalı)

Velev ennehüm radu ma atahumullâhu ve RasûluH ah..! keşke onlar Allah’ın ve O’nun elçisinin kendilerine verdikleriyle yetinselerdi. ve kalu hasbünAllâhu seyü’tiynAllâhu min fadliHİ ve RasûluHU, inna ilAllâhi rağıbun; ve, Allah bize yeter, gün gelir de Allah lütfundan bize bir pay verirse, O’nun elçisi de bize takdim eder. Elbet biz ta gönülden Allah’a yönelmişiz deselerdi ne olurdu sanki.

Zengin münafıklara olan sert hitap bunlara yok. Yoksullara daha bir yumuşak ve böyle deselerdi ne olurdu sanki biçiminde bir hitap var.

60-) İnnemes sadakatü lilfükarai velmesakiyni vel amiliyne aleyha vel müellefeti kulubühüm ve fiyrrikabi vel ğarimiyne ve fiy sebiylillâhi vebnis sebiyl* feriydaten minAllâh* vAllâhu Aliymun Hakiym;

Sadakalar Allâh’tan bir farz olarak; ancak yoksullar, düşkünler, sadaka işleri ile ilgili çalışanlar, İslâm’a yönlendirilmek istenenler, köleler, borçlular, Allâh yolunda (harcama) ve yolcular içindir… Allâh Aliym’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

60 – Sadakalar ancak şunlar içindir: fukara, mesâkîn, onun üzerine memur olanlar, müellefetülkulûb, rakabeler hakkında borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmışlar, Allah tarafından katî olarak böyle farz buyruldu, ve Allah alîmdir, hakîmdir. (Elmalı)

İnnemes sadakatü lilfükarai velmesakiyn zekatlar, yalnızca yoksullar ve düşkünler içindir.

Mesakiyn, görülmeyen fakir. Dışarıdan fark edilmeyen fakir anlamına gelir. Fakiri herkes bilir, fakat Miskini, dışarıdan varsıl bilir herkes. Ama gerçekte muhtaçtır.

vel amiliyne aleyha vel müellefeti kulubühüm bu işi yapan görevliler ve kalpleri kazanılacak kimseler içindir zekatlar. Kalpleri kazanılacak kimselere, İslam’a ısındırma amaçlı her çalışma girer. Alet be tebliğ için yapılan tüm çalışmalar, zekat verilecek sınıflar içinde sayılan, müellefeti kulub başlığı altında değerlendirilebilir.

ve fiyrrikabi vel ğarimiyn özgürlükleri elinden alınanlar ve borçlular içindir. Bu  errikab, boyunduruğa giren demektir. Yani özgürlüğü elinden alınmış herkes. Tabii ki muhtaç mahkumlar, bir mümini, bir insanı mahkumiyetten kurtarmak için zekattan harcananlarda bu kaleme girer.

ve fiy sebiylillâhi vebnis sebiyl Allah yolunda gösterilen her türlü faaliyet için ve yolda kalmışlar içindir. Yani Allah yolunda fiy sebiylillah kalemi, Allah yolunda yapılan tüm faaliyetler zekat tarafından desteklenilebilir. İşte bu kalem de ona aittir.

ibnis sebiyl yol oğlu demektir kelime manası olarak bunu, yolcu, yolda kalmış olarak anlayabileceğimiz gibi Muhammed Abduh’un tefsiri ile yola terk edilmiş küçük çocuklar olarak da anlayabiliriz.

feriydaten minAllâh Bu Allah’ın koyduğu bir kuraldır. vAllâhu Aliymun Hakiym; ve Allah her şeyi bilir ve emirlerinde hikmet sahibidir.

İşte zekatın dağıtılacağı 8 yer. Bu 8 yerden herhangi birine Allah’ın bize emanet olarak verdiği mallardan sosyal refah için ayıracağımız, ayırmakla yükümlü olduğumuz payı, bu 8 sınıftan birine verebiliriz.

Bize bu ebedi ve ölümsüz değerlerin içinde bulunduğu vahyi gönderdiği için sözümüzün sonu rabbimize sonsuzca hamd etmektir.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Eylül 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın