RSS

Etiket arşivi: Er Rezzak

ESMA DERSLERİ – 25 – ER REZZAK (D)

Euzübillahimineşşeytanirracim,

Bismillahirrahmanirrahim

Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 “Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

**************************************************************

RIZIK MESELESi

Rızık her canlıda, takdir, tayin, tahsis ve tazmin edilmiştir. Bu mesele naklen gelen bilgilerden değil, akıl bilgilerdendir. Çünkü Hak Teâla zatını ve zatının gerektirdiğini, isim ve sıfatlarını ve bunların da neleri iktiza ettiklerini, akıl etmiştir. Buna binaen de 0, her halde, ikinci planda, ikinci maksatla da olsa bütün varlıkların olmuş ve olacakların hepsini, isim ve sıfatlarının taalluk ettiği her şeyi ve her hali Ezelden ebede bütün tafsilatı ile aklı ve ihata etmiştir.

Muhakkak ki bunlardan yani icad edilmiş olan varlıklardan her birinin vücudu bulunduğu hal üzerinedir. Çünkü Hak Teâla varlığın hepsini kendi zatından akıl eder. Nitekim O’nun kendi zatını akıl etmesinde bozulma ve değişme imkânına. İhtimal olmadığı gibi kendi zatından varlığını aklettiği yani mahiyetini ve hakikatini bildiği şeylerin hepsi böylece değişmez, yani kendi zat ve hakikati ile bildiği şeylerin gerek zat ve hakikatlerin de ve gerekse bunların varlıklarına ait şartlarında ve ihtiyaçlarında zaman ve mekân ile bir yol değişikliği olmasına imkân ve ihtimal yoktur.

Üstelik cümlesinin varlığı vaciptir. Hayvan çeşitlerinin varlığı ve onların bekası, baki kalmaları da akıl edilenlerdendir. Bunda hiç bir şüphe yoktur. Hele insan nev’inin, insan cinsinin varlığında ve bunların baki kalacaklarında asla şüphe edilmemelidir. Malumdur ki her hangi bir nevi, ancak şahıslarının, fertlerinin korunması ile ve her ferdin kendi gibi bir ferdi doğurmasına imkân veren bir gayeye ulaşması ile baki kalır. Varlığını bir müddet devam ettirebilir.

Evet, her şeyin bekası ancak bir müddet ve zamana bağlıdır. Bir varlığın bu müddet ve zaman içinde kalabilmesi de ondaki hayatiyetin devamı iledir. Hayatın devamı da rızk ile, beslenmekle sağlanır. Zira Hak Teala her şeyin’ varlığını zatından, kendi hakikatinden bilir ve zatından bildiği şeylerin vücudu da mutlaka var olur.

İnsan nev’inin bekasını fertlerinin bekasına fertlerin bekasını da onların üremesine bağlamıştır. Döllenmeleri, her ferdin bekasına, her ferdin bir müddet bekası da kendisinde bulunan hayatın kıvamına bağlıdır. Hayatın kıvamı da rızka, besine bağlıdır. Rızık da ancak bitki ve hayvandan olur. Bunlar ise ekmek, et, bitkilerin bir kısmından alınan meyveler ve çoğu tatlılardır.

İşte bu sebep ve hikmetledir rızkın, Rauf ve Rahim o/an Allah’ın takdiri ile kefillenmiş olması, her ferde sınırlı hayatı içinde belirli miktarda tayin ve tahsis edilmesi gerekmiştir. Bunun içindir ki Hak Teâla;

Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu’adun – FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun misle ma ennekum tentıkun. (Zariyat /22-23)

“Gökte rızkınız ve size vaad edilen şeyler vardır.” Evet’ göğün ve yerin Rabbine’ and olsun ki gerçekten O tıpkı konuşmamız gibi doğru ve gerçektir.” Buyurmuştur. (İ. Gazali – İki Madnun/7-9)

*****************************************************************

RIZIK ARAMA İLE İLGİLİ KONULAR

Rızık Talebi, Şartlara Bağlı Olarak Meşrudur:

Bil ki: Allah Teâlâ, mahlûkatı yaratmış ve onların rızıklarını yeryüzünde kılmış; onda bulunan şeylerden faydalanmalarını onlara mubah kılmıştır. Bu durum, insanlar arasında paylaşamama ve bunun sonucunda da münakaşa ve nizalara yol açmıştır. Bu vaziyet Allah Teâlâ’nın, bir insanın ilk kez el koyduğu, ya da varisinin el koyduğu, ya da kendilerince muteber olan bir başka yolla el­de ettiği şeylerin yalnız kendisine has olması ve başkalarının o şeyde hak iddia etmemesi hükmünü koymasını gerektirdi. Ancak kendi aralarında, aldatmadan, bilinmezlik içermeden karşılıklı rı­za ile mübadele ederler veya temlikte bulunurlarsa o başka.

İnsanlar yaratılışları itibariyle medenîdirler; bir arada yaşamak zorundadırlar, yalnız başlarına yapamazlar. Hayatlarını idame ettirebilmeleri için mutlaka aralarında dayanışma halinde olmaları gerekir. Bu durum, insanlar arasında yardımlaşmanın vacip kılınmasını ve onlardan hiçbir kimsenin medenî hayatta şöyle ya da böyle bir yeri olan faaliyetlerden uzak durmamasına zaru­ret halleri hariç hükmedilmesini gerektirmiştir.

Rızkın elde edilmesi konusunda esbaba tevessülün aslı, mubah mala el koyma ve kendisine ait olan malların nemalandırılması faaliyetleridir; hayvancılıkla malı çoğaltmak, toprağın ıslâh edilmesi ve sulanması suretiyle ziraatçılık yapmak gibi.

Rızık Talebinin Şartları:

Bu konuda insanların, birbirlerinin haklarına medenî hayatı ifsad edici şekilde tasallut etmemeleri şart koşulur. Sonra üretim, şehir yaşantısını düzenli kılacak türden işbölümü ile olmalıdır. Bu olmadığı zaman geçim çok zor ya da imkânsız hal alır. Bunlar bir malın bir yerden başka bir yere naklini sağlayan ticaret, belli bir süreye kadar nakledilen şeylerin korunmasını ve taşıma güvenliğini sağlama hizmetleri, rehberlik ve iş hizmetleri, üretilen malların yeni ürünlere dönüştürülmesi ya da onlara yeni özellikler kazandı­rılması gibi faaliyetlerdir.

Eğer mal elde etme faaliyeti, üretimde dayanışma/işbölümü anlamı içermeyen bir özellik arz ediyorsa kumar gibi yahut görünüşte karşılıkla rızaya dayanmakla birlikte sömürü anlamı içeriyorsa ribâ gibi, çünkü iflâsın eşiğindeki bir kimse ifasına güç yetiremeyeceği şeyi üstlenmeye mecbur kalır ve onun rızası gerçekte rıza değildir bu tür faaliyetler şer’an razı olunan akitlerden olmadığı gibi, nzık elde etmek için tevessül’edilen sebepler olmaya elverişli de değildir. Bunlar, medenî hayatı gerekli kılan İlâhî hikmet itibariyle bâtıl yollardır ve haramdır.  (Ş. Veliyyullah Dihlevi-Hüccetullahil baliğa-2/317-318)

*****************************************************************

ER REZZAK

Yeşil’den dönerken, çarşı pazar alışverişlerini yapmış, elleri kolları dolu insanlara rastladık. Akşam oluyor, herkes evine dönüyordu. Defineye:

– Dedeciğim, bu kadar yiyecek tüketen var, yine de dükkânlar tıklım tıklım; toptancı halleri, tarlalar, bahçeler dolup dolup boşalıyor. Sanki yerden nimet fışkırıyor!  dedim.

– Allah, Rezzak ismiyle tecelli ediyor. Her yerden esmasını seyrediyoruz. O, Ulûhiyetini en mükemmel şekilde sergiliyor, biz kulluk edemiyoruz. Bu nimetlerin şükrünü yapamıyoruz.

– Elimizden geldiği kadar tefekkür ediyoruz. Şeytandan yakamızı kurtarabildiğimiz zaman ibadet ediyoruz. Hamd ediyoruz. Başka ne yapalım? Elimizden gelen bu kadar.

– Aldıklarımıza baktığımızda, o saydıklarının esamesi okunmaz. Ne kadar ibadet etsek kâfi değil.”

– Allah’ın verdiği nimetler, saymakla bitmez. Onların karşılığını vermemiz mümkün değil. Nihayetinde aciz kullarız. Secdeden başımızı kaldırmasak, gece gündüz ibadet etsek, bir şey yapabilmiş sayılmayız. Derler ya adamın biri beş yüz yıl bir mağarada yaşamış. Gündüz saim, gece kaim… Sadece ibadet etmiş, günah işlememiş. Ameliyle cennete girmek istemiş. Tüm ibadeti; mizanda, sadece gözle kulağın karşılığı etmemiş. Allah istemedikçe cennete girmemiz mümkün değil! Bize Fazlıyla muamele etsin, İnşallah! ”

Burada nimetler saçıyor. “Rızka kefilim! ..” diyor. Hiç birimizi aç açık bırakmıyor. Orada da esirgemez, İnşallah! Yoksa halimiz harap! . Allah: “Kulumun zannı üzereyim! ” diyor ya. Öyle diyelim, öyle olsun!

“Şimdi hatırladım. Zariyat /58. Ayet olacak: “Hiç şüphesiz, Allah Rezzak’tır; O, kuvvet sahibi, Metîn’dir.” buyruluyor.”

Manevi rızkımızı da veriyor. Kuran-ı Kerim’den aldığımız bilgiler, kaynak suyu gibi saf, temiz ve ferahlatıcı.

– Bir de hadisler var. Karnımız gibi ruhumuz da acıkıyor. Öyle değil mi, dede?

“Öyle olmaz mı? Hem mesela: “Yasin Suresi’ni okuyan, açsa doyar, çıplaksa giyinir, üşüyorsa ısınır.” derler. Bir gün denedim. Epeydir bir şey bulup yiyememiştim, çok açtım. Üşüyordum, üstelik. Soğuk bir kış gecesiydi. Yatağımın başucuna oturmuş, Yasin okuyordum. Bir süre sonra bendeki açlık hissi azalmaya, vücudum ısınmaya başladı. Başka birisi deseydi, inanmazdım. Yaşadığım için biliyorum. Yasin Suresi, adeta Kuran’ın özeti. Fatiha için bile: “Şifadır, duadır, Kuran’dır! ” derler. O, nur inmeseydi; huzursuzluğumuzdan, yediğimiz içtiğimiz içimize sinmeyecek, hep bir arayış içinde olacaktık! Ruhlarımızın rızkı da o! ”

“İnsanı da rızkını da topraktan yaratmış. Su dahi onda süzülüyor, arınıyor, ondan çıkıyor. Düşünüyorum da her şey topraktan geliyor. Yiyecek, içecek, giyecek, yakacak… Mücevherden demire, her şey… Kör, sağır, dilsiz, elsiz ayaksız, cansız toprak, bütün bu yiyecekleri içecekleri nasıl yapıyor? ”

– Aşık Veysel, boşuna mı demiş: “Benim sadık yarim kara topraktır.” diye?

Rızkımız, kâinat fabrikasında yaratılıyor. Faktörlerden biri eksik olsa, üretim durur. Hava ve güneş de çok önemli. Bunlardan biri olmasa, toprak ne yapsın?

Yarattığı insan ve hayvanlara acıkma hissini vermiş, rızıklarını da.

Canlıları, birbirlerine rızık etmiş. Eti yenebilir hayvanları biz yiyoruz, bizi de eti yenmez hayvanlar yiyor. Yeryüzünde hayat, büyük balık küçük balığı, güçlü güçsüzü yiye yiye devam ediyor. Düzen böyle kurulmuş. Böyle devir daim ediyor.

Kalmaya gelmedik. Gitmeye geldik. Biz gideceğiz ki gelecek olanlara yer açılsın. Öyle değil mi? Bazıları ölecek, bazıları doyacak. Biri diğerini yiyecek ki yaşayabilsin. Onu da başkası yiyecek. Mesela Allah, yılana besin etmeseydi, ortalık fareden geçilmezdi! Ekolojik denge sağlanamazdı. Yeryüzünde, her yaratıktan gerektiği kadar var. Bazıları da leşleri yiyecek ki ortalık cesetlerle dolmasın. Onlar da öğütücüler.

Ölüm şart! Ölüm olmasaydı; herkesin anası babası, ninesi dedesi, haminnesi başına dert olurdu. Geçim derdiyle mi uğraşacak, kendi ailesiyle mi ilgilenecek, onlara mı bakacak! Hayat, zehir zıkkım olurdu! Kolay mı o kadar kişiye bakmak? Hastalığı var, elden ayaktan düşmesi, yatalaklığı var. Allah, her şeyi ince ince düşünmüş, hesaplamış. Kâinatın düzeninde, en ufak bir haksızlık, hata veya eksiklik yok.

– Ya öyle, dede! Allah, kulunu kuluna muhtaç etmiyor. Kimseyi kimseye yük etmiyor. Belki bir süreliğine. Her ikisini de denemek için. Vakti geldi mi alıyor. Ölüm bile bir nimet! Hem yatana hem bakana. Ölüm olmasaydı, insanlar et ete, balık istifi yığılırdı. Yiyecek içecek de yetişmezdi, birbirlerini yemeye başlarlardı.

Son sözümü Orçun duymuş, o da sohbetimize katıldı:

– Şimdi de yiyorlar, birbirlerini! Öyle geride kalmış, baş başa neler konuşuyorsunuz?

– Orçun, baksana, o kadar kişi ekmek aldı, o kadar kişi bir yerlerde oturup bir şeyler yedi içti; hâlâ fırınlar, manavlar, restoranlar, pastaneler, kasap dükkânları dopdolu! Ona hayret ediyorum da. O konuda konuşuyoruz. Allah’ın Rezzak olduğunu, herkesin rızkını verdiğini, cansız topraktan hayat fışkırtmasını.

Toprak, su, hava ve ateş; bir arada harikalar yaratıyorlar. Yani Allah, onlar vasıtasıyla rızık yaratıyor. Dörtlere dikkat edin! ‘Dört anasır’ denen bu dört unsur, bir masanın dört ayağı gibidir. “Ekmek için ekmek gerek. Ateş için çakmak gerek.” derler. Allah, rızkı verir ama çalışana. Topraktan altın yapmak için simya ile uğraşmaya gerek yok. Ekip dikeceksin! Kazancın altın olacak.

Her çalışan çok kazanamıyor. Herkesin rızkı, ezelden takdir edilmiş. Kimine az, kimine çok veren, Allah.

Necm/ 39. Ayetinde: “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.” buyruluyor.

Zuhruf/32. Ayeti de şöyle: “Onların dünya hayatındaki geçimliklerini biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürsünler diye bir kısmını diğerleri üzerine derecelerle üstün kıldık.

Kuran’da, altı kere ‘Hayr-ur Razıkin’ geçiyor. Yani ‘Rızık verenlerin en hayırlısı…’ Çalışana veriyor. Çalışmayana gökten yağacak değil ya! Hayvanlar, rızıklarına yönlendirilir, arayıp bulurlar. İnsanlar, tabi ki çalışacak. Allah: “Çalış, ya kulum; vereyim! ” demiş.

Yunus hürmetine isteyenlere tek, Yunus’a çift sofra gelmiş. Onlar, mağarada çalışıyorlar mıydı? dedim, inadına. Maksadım, ona beyin jimnastiği yaptırmaktı. Akıllı çocuk, hemen verilmesi gereken cevabı yapıştırdı:

– Çalışmak, sadece iş yapmak mıdır? Allah için çalışmak da çalışmak değil midir? Taptuk Emre’nin kapısında yıllarca, sadece Allah rızası için çalışan, üstelik o kapıya, odunun bile eğrisini layık görmeyen o değil mi? Allah, sadece rızasını kazanmak için çalışanları ödüllendirir. Veli kulları, kubbesinin altındadır. Yani koruması altında.

– Doğru söylüyorsun. Ben bilhassa zıt şeyler iddia ettim. Bakalım, Orçun ne diyecek diye.

Hazreti İsa’nın havarilerinden bazıları da: “Rabbinin gökyüzünden bize sofra indirmeye gücü yeter mi? ” diye sormuşlar, o da: “Eğer iman ediyorsanız Allah’tan sakının! ” diye cevap vermiş. Bu olay, Maide Suresindeki bir ayette geçer.

“Ra’d Suresi’ndeki bir ayette de; Allah’ın, aynı su ile sulanan topraklarda ayrı ayrı rızıklar çıkardığından bahsedilmekte.

Başka bir ayette de yan yana iki tarlanın birindeki ekinin hasar görmesinden, diğerinden ürün alınmasından bahsedilir. Her şey Allah’ın izniyledir. Sadece ekmek ve bakmak da yeterli değildir. Allah; rızkı, dilediğine az, dilediğine çok verir. Sıkar, sabrını dener; genişletir, şükrünü ve verebilme gücünü dener.

Taksimata rıza göstermek, Araf/31. Ayetini de unutmamak lazım: “Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz. O israf edenleri sevmez.”

– Aklıma bir hadis geldi. “Siz Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşları doyurduğu gibi Allah sizi de doyururdu. Kuşlar sabah erkenden aç giderler, akşam tok olarak dönerler.”

– Allah, diriden ölü, ölüden diri çıkarır. Kuşunu kurdunu besler. Bir insan, ana karnına düşer, memede süt yapımı başlar. Hamile olduğundan bile habersiz anne, sızısını duymaya başlar. Bebeği olacağını, daha sonra öğrenir. Allah, zayıfın rızkını hazır, mikropsuz ve ılık sunar. Çiğnemesi için diş vermediğine süt olarak akıtır. O denli rızka kefildir!

Aklın gıdası tefekkür, kalbin gıdası sevgi, ruhun gıdası Kuran’dır. Ruhumuz, yasaklardan uzak kaldıkça; sevaplara yöneldikçe ferahlar. Hayır, hasenatla, şükür ve zikirle beslenir. Rezzak olan Allah’tan razı olan kullar olmalıyız.

Orçun’la ben hararetli hararetli konuşmaya dalmışken, Define araya girdi ve bahsettiğimiz ismi zikretmenin yararlarını saymaya başladı:

– Sabah namazından sonra Er Rezzak ismini çokça okuyanın rızkı genişlermiş. Cuma namazından sonra yüz kere ‘Er Rezzak’ denirse, hastanın sıkıntısı geçermiş. Allah, bu ismiyle kendisini çok ananın rızkını arttırır, ona helal rızık kapıları açarmış. (ONUR BİLGE- BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ ) (Antoloji)

*********************************************************

ER REZZAK İSMİNİN YORUMU.

Allah , nefs etkisi altındaki davranış kararlarımız konusunda yaşadığımız tüm hallerimizden haberdardır ve bu etkilerin davranışlarımızdaki sonucunu yaşamakta olduğumuza ve yaşayacaklarımıza yansıtacağı konusunda hiç şüphe yoktur . Bundan dolayı insanın davranışlarının ve yaşayacaklarının zaman içerisindeki dağılımı, Allah ‘ ın El Rezzak isminin denetimi altında olduğunu söylemek rahatlıkla mümkündür. Nefs ise bunun tam tersi bir motivasyon içerisindedir ve bünyeyi hiç bir değere bağlı olmaksızın bir zaman çözümlemesi sınırında tutarak, yaşananları bir rastlantı olarak algılattırmak için, nasip maneviyatından yoksun bir bencillik çerçevesinde sınırlar, oluşturduğu algılarla gönül içeriğinden yoksun kıyasların muhatabı kılmaya çalışır.

Bir açılım yapmak gerekirse bu isim aynı manaya gelen iki farklı nefsani eğilimi çerçevelemektedir.

İlki nefsin rızık kavramı karşısındaki tutumları diğeri ise yine insan davranışlarının zaman içerisindeki dağılımını ifade eden nasip kavramı karşısındaki eğilimleridir. İnsanoğlunun hayatını idame ettirmek için çalışmak zorunda olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu yüzden çalışma hayatının başlangıcında elinden gelen imkânlar doğrultusunda kendisini yetiştirir ve içinde bulunduğu şartlar çerçevesinde bir noktadan hayata atılır. Artık bir işi vardır, ancak nefs hayat idamesi için bir zorunluluk olan bu işin kendisinin de tatmin olacağı bir doygunlukta olmasını ister ve hep kıyas konusu yapar.

Örneğin daha geniş imkânlarla elde edilmiş öğrenimin sağladığı bir işe sahip olan arkadaşımız ile kendi yaptığımız işi kıyaslar ve arkadaşımızın işini kendisine göre daha yüksek konumda görüyorsa mahzun olur. Dikkat etmek lazımdır, burada hissettiğimiz bir kıskançlık duygusu veya kendisini küçük görme değildir ( bkn. Mütekebbir ), bu tamamen nasip bilincinden bir yoksunluk olarak, hayatta karşılaşılan tesadüflerin çünkü o yaşananları rastlantı bakış açısı ile çözümler ” bizde de kısmet yok ” şeklindeki tercümesidir.

Kısaca şu andaki işimi bana Allah nasip etti diyemez. Yine her kesin yaptığı işin şekline göre kazanç manasında büyüklük, küçüklük rakamları vardır ve hep yüksek volümlü alım yapanlar beklenen müşteri profilidir. Bir tatlıcıya şık giyimli zengin görünümlü bir adam girer ve iki yüz elli gram baklava ister, bu nefsin beklediği şey değildir, onun tatmini ortalama müşteri başına birkaç kilodur. Yine aynı şeyi söyler ” bizde de kısmet yok ” . İnsan faaliyetlerinin zaman içerisindeki dağılımı ve nasip bilincimiz böyle durumlarda bizi El Rezzak ismine götürmelidir. Çünkü hayatımızı elde ettiğimiz işi bizim karşımıza çıkaran da, müşteriyi gönderende odur.

Yaşam içerisinde ekonomik imkanların da kısıtlı olduğu dönemlerde gerek hayat idamesi için gerekli günlük masraflar ve bazen bunlara ilave gelen ek yüklerde nefsin tahammülsüzlüklerini gösterdiği dönemlerdir.

Örneğin ailevi ihtiyaçları ay sonuna kadar karşılayabileceğiniz kısıtlı miktarda paranızın olduğu bir durumda, eşiniz ya da çocuklarınız ilave masraflar gerektiren bazı ihtiyaçların olduğunu beyan eden ifadelerde bulunurken siz o anda bunların nasıl karşılanacağını kara kara düşünmeye başlarsınız. Bu nefsani illüzyon insanı üzüntüye sürükleyen bir karmaşadır aslında. Gerek o ihtiyaçların hangi anda ortaya çıkacağını tam bilmeden ve karşılanamayacağına dair ortaya çıkan bir endişe, Allah’ın sizi rızıksız bırakacağına ve bunun zamana dayalı nasibinin ne zaman gerçekleşeceğine dair nefsani bir sıkıntı aldatmacasıdır . Yaşanılan bu dönem için yapılması gereken iyi bir programlama ve yaşanacakları bekleme şeklinde olmalı, nefsin oluşturmaya çalıştığı nasipsiz ve rızıksız hal El Rezzak ismi ile bertaraf edilmelidir. Bu duyguyu rızık endişesi olarak adlandırabiliriz. Ancak bu gelecek endişesi ile karıştırılmamalıdır, bu duygu başka bir isimde açıklanmaya çalışılacaktır.

Nefsin ne olursa olsun para kazanmak ve bu kazanç konusunda diğerlerinden üstün olmak doğrultusunda sürekli kıyas zemininde olan bir hali vardır. Bir iş anlaşması aşamasında olumlu sonuçlanabilecek bir sözleşme esnasında nasibin gerektirdiği tevazu yerine elde edeceklerinin açgözlülüğe dönüşümü ve işi kopardık edepsizliği nefsin kendisi de dâhil tarafların, işin içindeki insanların, hiçbir şeyin önemi yokmuş, elde edilecekler sadece kendi tatminleri doğrultusunda kullanılacakmış gibi bir adım daha üste çıktık kıyasça vehmi, onun yaşananları tesadüf olarak algılamasındandır. Tesadüf anlayışında insanları birbirine bağlayan ve hakkı temsil eden hiç bir sıcak duygu yoktur. Nasibe dayalı bu kıyaslar manzumesi sayılamayacak kadar çoktur.

Nefs elde edilmiş her işe kıyaslar sonucu elde ettiği tatminin bir sonucu olarak bakar ve o, şu bu kadar kazanıyor ben neden kazanmıyorum gibi, özellikle yeni işe başlamış insanlar üzerinde korkunç bir kıyas baskısı kurar ve Allah ‘ ın bu işi nasip ettiğine dair sağduyunun uyarılarına karşı durur. Tabii ki herkes daha iyi yaşam şartlarına kavuşmak isteyecektir ve bu bir haktır ancak nasibi nefsani kıyaslar sonucu elde etme illüzyonundan şiddetle uzak durmalı, hak edenin hakkını da yapabileceğimizin en iyisi ile vermeliyiz. Bu hak davranışın tarifi İslami kaynaklarda vardır.

Yaşadıklarımızı manalandırmak bazen bize çok zor gelmekte ve nefs de bunlara karşı oluşturduğu tahammülsüzlük algıları ile eşlik etmektedir. Nefs insan davranışlarının zaman içerisindeki dağılımını neden, niçin gibi bir sorgulama zemininde tutar, davranışları tarif eder, ya da gelecek için plan yapar.

Bir sohbet esnasında dışarıdan gelen birinin çok farklı bir konu ile bu sohbete katılması veya bizimde bildiğimiz bir meseleyi herhangi bir arkadaşımızın bu konudan kimsenin haberi yokmuş gibi gündeme getirmesi ve bu konudan uzun cümlelerle bahsetmesi, o an için birlikte olmayı çok arzuladığımız bir arkadaşımızın bir haberle yanımızdan ayrılmak zorunda olması, nefs tarafından ” nereden çıktı bu şimdi ” gibi bir tahammülsüzlük algısı ile karşılık görür. 

Sebebini bilmediğimiz bir nedenle birinin dişini çekmesi, elini beline götürmesi, avucunu dileniyormuş gibi kasıtsız olarak açması nefs tarafından hep tarif edilmeye çalışılır ve bunlara sebep üretilir. Diğer yandan nefs gelecekte olacakları planlamaya çalışır ve kendi yaptığı hesapların gelecekte tutmasını bekler. Yapılan bu hesaplar şu anın yeterlilikleri ile geleceğin olacaklarını bağdaştıran nefsin tatmini ile ilgili yorumlardır. Olacakları biliyormuş gibi yaşamak, insanın geleceğe matuf attığı adımlarda nefsin en çok müdahalesine muhatab olduğu eğilimdir. Bir ev alırsınız ancak na tamamdır ve sizde kirada oturmaktasınızdır. Kirada yaşamanın yükü ağır olduğundan bir an önce taşınmak istersiniz ve evin şu dönem biteceğine dair nefsani bir zihinsel yapı işin ekonomik tarafını size hesaplatmaya kalkar. Şuraya şu kadar buraya bu kadar masraf gider biz de şu ay taşınırız gibi planlar çoğunluk itibarı ile tutmaz ve insan zor durumda kalabilir.

Böyle dönemlerin en uygun davranışı tabi ki temkinli olmaktır. İşte gelecekte yaşayacaklarımıza dair ve diğer tüm nefsani, zamanda davranışların dağılımı ile ilgili algılar, yarattığı sıkıntılar Allah ‘ ın El Rezzak ismi ile bertaraf edilmeli, zaman ve tesadüf bilincimiz bu nefsani eğilimleri edeplendirmelidir. (Cafer Tayyar Ceyhan)

*****************************************************************

EL REZZAK;  Tüm halk edilmişlerin maddi ve manevi rızkını, gıdasını verip ihtiyaçlarını karşılayandır. Bu rızık kendisinden faydalanılan her şeydir.

İhtiyaç duyulan dört türlü gıda vardır; Cismin gıdası; Beşeriyetini sağlayıp hayatını idame için gerekli olan ihtiyaçlarıdır.

Vücudun gıdası; uyumak ve dinlenmektir.

Nefsin gıdası; Yemek, içmek ve meşru yani helal yollardan nefsini tatmin edip doyurmandır.

Ruhun gıdası; Allah’ı bilmek ve birleşmektir. Yani tevhid etmektir.

İşte tam bu rızıkları Allah er Rezzak ismi ile lütfundan ihsan eder. Dileyene ve dilediğine istidat, kapasite ve idrakine göre bolca verendir.

İnnAllâhe HUverRezzâku ZulKuvvetil Metiyn; (Zariyat/58)

Muhakkak ki Allâh; “HÛ” Rezzâk’tır, Zül Kuvvet’il Metiyn’dir. (A. Hulusi)

Fiiller eller ile işlendiğinden cismin rızkını temin eder. KaşaniHz. Te’vilâtında bu ayeti şöyle te’vil eder;

“İnnallahe Iıüverrezzaku zülkuvvetilmetiyn Yani, cemi sıfat ile mevsu! olan Zatı İlahiye, rızık gibi efali latiyfiye ve eşyada te’sir gibi efali kahriyyenin masdan (cevabı) ancak O’dur, gayrı değildir.”

“Elleziyne amenû ve tatmeinü kulubühüm Bizikrillâh* ela Bi zikrillâhi tatmeinnül kulub; (Ra’d/28)

Onlar ki iman etmişlerdir ve şuurları Allâh’ı hakikatlerinde olarak hatırlayıp hissetmenin tatminini yaşar! Kesinlikle biline ki, şuurlar Bizikrillâh (Allâh’ı, Esmâ’sının işaret ettiği anlamlar doğrultusunda hakikatinde HATIRLAYIP hissetmek) ile mutmain olur! (A. Hulusi)”

Allah’ın zikri ile, nefsin’ lisan ile ve nimetlerde tefekkürü yahud kalbin melekutta tefekkür ve celal ve cemal sıfatlarını mütalaası ile Allah’ı zikri sebebiyle kalpler mutmain olur.”

Diller Hakkın zikri ile mutmain olup hakkı ve sabrı tavsiye ederse kalpler de Hakkın manevi rızık deposu olur.

Allah indinde zikrin en eftali ruhun doyum ve ve gıdası ile Hak’ta “Fena” olup Hakkı Hakk ile zikirdir. İşte böyle kalbin bir saat darb-ı zikir ve akabinde tefekkürullah ile meşgul olması yetmiş sene ibadetten değerlidir. Kalbin mutmain ve tatmin olmasıdır. İşte o kalbe iblis musallat olamaz.

“Bir saat kalbi zikir ve akabinde tefekkür yetmiş sene ibadetten hayırlıdır.” ((Suyutî, Camiu’s-sağir)

İşte böyle bir kalbe Allah Teâlâ misafir olur;

“Yerlere göklere sığmam lâkin mü’min kulumun kalbine sığarım”. (Hadis-i Kutsi)

Er Rezzak’ın tecellisi ile müşahede edip manevi nimete ulaşan kimse zahir rızıktan kaybetse bile b u durum onu üzmez.

Rızıkların en üstünü ve ulvisi Vücud-u Hakkın kendisiyle zuhur ettiği rızıktır. Bu vücud var olan suretlerin mazharlarında zuhur etmiştir.

İmam-ı Kâmil hak sahiplerine ise hakkını isti^dat ve kabiliyetlerine göre verir. Bu yüzden de er Rezzak, varlıkların bekası için ihtiyaçlarını ihtiyaç sahiplerine ulaştıran demektir.

“Ve men a’reda an zikrİY feinne lehu me’ıyşeten danken ve nahşuruhu yevmel kıyameti a’ma; (Tâhâ/124)

“Kim zikrimden (hatırlattığım hakikatinden) yüz çevirir ise, muhakkak ki onun için (beden – bilinç kayıtlarıyla) çok sınırlı yaşam alanı vardır ve onu kıyamet sürecinde kör olarak haşrederiz.” (A. Hulusi)

Ayette geçen rızık ve geçim den Murad-ı ilahi, bir mü’min kulda Allah sevgisiyle birlikte hasıl olan rızık, kulun kalbinin sükûnu ve huzuru, emanlığı, aklının ve kalbinin selim olup selâmete ve kemâle erişip olgun bir mü’min olabilmesi gibi ulvi lütuflar, yani manevi gıdalardır. Tüm bu manevi gıdaların temini için ayette buyurulduğu üzere Allah’ın zikrinden asla yüz çevirmemek gereklidir. Allah sevgisi ancak ve ancak kesintisiz ve sürekli olan zikri ile hasıl olur. Öyle ki;

Bir şeyi çok seven, onu çok anar.”  (Müslim) Hadisi şerifini, Süleyman Celebinin mevlüdünde de işaret edilir.

Her nefes Allah adın de müdam,

Allah adıyla olur her iş temam.

Bu işarete uyarak yapılan zikrullah ve tefekkürullah, aşıkın maşukuna olan muhabbeti hasıl olur. Muhabbet te edep-i Muhammedi zuhura getirir, Allah’ın aşkına ve kurbiyete vesile olur.

Böylece bir kimse bilgisi olduğu yetki alanında sohbetleriyle dinleyenleri mutlu edip huzura kavuşturuyorsa, mutmain edip dünya gailesinden kurtarıyorsa ve de bu sohbetlerini devam ettirdiği sürece manevi rızkı devamlı artar. Böyle bir vasfa sahip olan kimse ruhun manevi gıdasına rızık deposu olup Rezzak isminin tecellisine nail olmuş olur.

Ve in min şey’in illâ ‘ındena hazainuh* ve ma nünezziluhu illâ Bi kaderin ma’lum;” (Hicr/21)

Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri (oluşturan kuvveleri) bizim indîmizde olmasın! Biz onu (o kuvveleri – özellikleri) gereken ölçüsüyle inzâl ederiz (açığa çıkartırız). (A. Hulusi)”

…. Rabbena ‘aleyke tevekkelna ve ileyke enebna veileykelmasıyr. (Mümtehine/4)

Ey rabbimiz, ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik Dönüşte ancak sanadır.

Bu ayetin te’vilinde

“Ey rabbimiz tevekkül ettik. Malûm ola ki tevekkül ikidir biri avam tefekkürüdür ki her bir umurunda, yani kesp (kazanç) ve kârında hakka tevekküldür. Bu vecihle tevekkül sahibini bozmaz çünkü Rezzak-ı alem herkesin rızkını verir. Mahcubiyet iktizasınca tevekkül etmeyip çalışmak çabalamak boştur. Mütevekkil olmayan sade yorgunlukla kalır.

Nitekim bir tarihte iki kişi tevekkül ile çalışmak tahtında birbiri ile söyleşir ki birincisi olduğu mahalden giderken bir üzüm tanesi bulur. Sözünü ispat için mütevekkil olan diğerine (Bolluk içinde olana) gelip der ki; Yahu ben gezdim bir üzüm tanesi buldum, sen çalışmadın ne buldun? Niçin benim sözüme kanmazsın çalışmadan olmaz. Bu mütevekkil der ki; O üzümü göreyim deyip alıp yemiş. Ve demiş ki; işte hal-i tevekkül böyledir, sen çalışır elde eder getirirsin ben yerim. Bu tevekkül Allah katında pek aşağı değildir Çünkü hem ikrar ve hem dahi şirk vardır. Ve biri dahi tevekkülullahtır. Kendisini fani bilip bekasını hakka vermektir. Bu tevekkül tevekkül-i hakikidir. (İbn. Arabi)

Yine başka bir kıssada ise Beyazid-i Bestami hz. Lerine soruyorlar; Efendim tevekkül nedir? Cevaben; Tevekkül cennet ve cehennemi dahi apaçık görüp te ikisinin üzerinde bir tercihte bile bulunmamak, ancak tüm tasarrufu Rabbine vermektir. Buyurur.

Hak ve hakikat ehli büyüklerimizin yine bu hususta biz aciz kullara nasihat ve tavsiyelerine dikkat edecek olursak;

Abdülkadir Geylani hz. de buyuruyor ki; “Allah’ın iradesi dışında bir şey isteme ki helak olursun. Hakk ve O’nun iradesine teslim ol ve hiçbir şeye karışma.”

Yine bir Allah dostu; Aşık isen eğer rızkını düşünme sen Allah’ı zikreder rızkını unutursan Allah Teâlâ sana daha hayırlı rızık verecektir.

Anlaşılacağı üzere bu hususta evliyaullah Hakk Teâlâ hz.nin kaza ve kaderini tam bir teslimiyetle kabul eder. Ne dış alemde ne de iç alemine muhalefet etmeden Din-i İslam’’ın kendilerine verdiği özel bir ilim ile mukadderat-ı ilahiyyeden hususi bir zevk ile lezzete ulaşırlar.

{{Züyyine lilleziyne keferul hayatüd dünya ve yesharûne minelleziyne âmenû* velleziynettekav fevkahüm yevmel kıyâmeti, vAllâhu yerzuku men yeşâu Bi ğayri hisab; (Bakara/12)

Dünya hayatı süslenip bezendi kâfirler için (hakikatlerini inkâr edenler süslü dış dünyaya yönelirler)! Onlar, (bu yüzden) iman edenlerle alay ederler. Oysa o korunan iman edenler, kıyamet günü onların fevkindedir. Allâh dilediğine hesapsız rızık verir.

… küllema dehale aleyha Zekeriyyel mıhrabe, vecede ‘ındeha rizka* kale ya Meryemu enna leki hazâ* kalet huve min indillâh* innAllâhe yerzuku men yeşâu Bi ğayri hısab. (A. İmran/37)

“Zekeriyya ne zaman Meryem’in bulunduğu mihraba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. Ey Meryem Bu sana nereden geliyor dedi. O da; Bu Allah tarafından, şüphe yok ki Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır. Dedi.

Liyecziyehümullâhu ahsene ma amilu ve yeziydehüm min fadliHİ, vAllâhu yerzüku men yeşau Bi ğayri hisab; (Nur/38)

Çünkü Allah kendilerine yaptıkları işlerin en güzeli ile mükâfat verecek ve fazlından da onlara daha ziyadesini verecektir. Allah dilediği kimseye hesapsız rızık verir.

Hz. Kaşâni te’vilatında; (Liyecziyehümullâhu ahsene ma amilu) Allah’u Teâlâ’nın, onları, vücud-i Hakkani ile, işledikleri amellerin daha güzeli olan; efal ve nüfus ve amal cennetleri ile mükafatlandırır. (ve yeziydehüm min fadliHİ) Ve kendilerine «Fazl-ı İlahi» olarak da Sıfat cennetlerini mükâfat olarak’ verir ve mükâfatını bu suretle artırır. vAllâhu yerzüku men yeşau Bi ğayri hisab Allahu Teâlâ hazretleri, dilediğini hesapsız olarak, sayılmayacak ve kıyas olunamayacak ervah ve müşahede cennetlerinden nzıklandınr.”

Allâhu Latıyfün Bi ‘ıbadiHİ yerzüku men yeşa’* ve HUvel Kaviyyül ‘Aziyz;. (Şûra/19)

Allah kullarına çok lütuf ihsan edendir. Her dilediğini bir türlü rızıklandırır O çok kuvvetlidir, her şeye galiptir.”

Hava-i nefsten sermaye-i izzettir istiğna,

Aziz olmasaydı Yusuf çekmese dâmen Züleyha’dan.

 

Bir kapıya bend ederse bin kapı eyler küşad,

Hazreti Allah’tırMalik-i fatihü’l-ebvab.

 

Ya Allah sen bizleri hakkıyla en güzel biçimde tevekkül edenlerden eyleyip manevi rızıklarla rızıklandır. Fenafillah olmayı nasip edip bekada Hakkı hak ile bilip fena ender fenada tevekkelullah ile tahkike vasıl eyle “El fakru’l-fakr hadisi şerifinin sırrıyla huzuruna gelmeyi nasip eyle. Amin. (Anonim)

********************************************************************

ER REZZAK

Ey benim Yüce Rabbim!

er-Rezzâk ismini çalıştım bugün! Kelime anlamı, sözlükte yarattığı bütün mahlûkatın rızkını veren, ruh ve bedenlerinin gıdasının yaratan olarak belirtilen, Rezzâk isminin tecellilerini yaşadım bugün!

Sen, bedenimi rızıklandıran, ruhumu doyuran Rabbim! Sen, yeryüzünde, toprak üstünde veya altında, havada ve denizde yaşayan tüm canlıların ve de özellikle onların aralarında aciz ve zayıf olanların, beden güçlerinin ve sıhhatlerinin devamı için, ihtiyaçları olan rızkı, tam vaktinde ve hiçbirini unutmadan verensin RABBİM!

“Şüphesiz ki, Allah’ın Kendisidir Rezzâk (rızık veren), kuvvet sahibi, Metîn (sağlam olan)dir.” (Zâriyât/58)

“Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yerleri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Hûd/6)

Rabbim, yarattığı her canlının rızkına kefil oluyor.

“Nice hayvanlar var ki, rızkını (biriktirip yanında) taşımıyor. Çünkü onların da, sizin de rızkınızı Allah veriyor. O, her şeyi işitendir ve her şeyi bilendir.” (Ankebût/60)

Sen, Allah’ım, Sen, tek İlâh’ım! Sen, Yaradanım!

Sen, rızkını tedarik edemeyen güçsüz, âciz, iktidarsız ve bir o kadar da çaresizlerin rızkını, hiç ummadıkları yerden verensin! Gözsüz elma kurdunu, leziz bir elmanın içinde yaşatan, onu, rızkıyla kuşatansın! Minicik karıncayı, yaz boyu çalıştırıp, kışa hazırlatansın!

“Bir de gökten bereketli bir su indirip de onunla bağlar, bahçeler ve biçilecek taneler bitirmekteyiz. Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Bunları kullara rızık olması için (yetiştirmekteyiz). O su ile ölü bir toprağa can verdik, işte kabirden (hayata) çıkış da böyledir.” (Kaaf/9-11)

Ağaçların, hareket etme kabiliyeti yokken ve onlar bulundukları yerde, insanlara “tevekkülü öğreten dervişler” misali, rüzgârlarda salınıp, yapraklarına “hû” esmalı ilahiler söyletirken, rızklarını, gökten inen rahmetle ve topraktaki zengin minerallerle ağaçlara ulaştıransın Rabbim!

Hele hele, her yarattığının minik bir tasviri olan “yavrucuklara”, anaları vasıtasıyla rızklarını ulaştıran, mucize gıda süt ile onların saf ve temiz ağızlarına kadar uzatan ve bu tecelliler ile âleme, Rezzâk, Rahmân ve Azîz gibi nice isimlerini seyrettirensin Rabbim.

Bebekleri, anne şefkatiyle kucaklattırıp, rahmetle sarmalayansın Rabbim! Yavrusunu emziren her anneyi, kalp atışlarının senkronizminde bebeğiyle birleştiren ve o yavruyu maddî rızkla rızıklandırırken, ruh sağlığını kuvvetlendirerek, mânen de rızıklandıransın Rabbim!

Birsin! Büyüksün! Kudretin karşısında kulun ancak secdelerde Rabbim!

Mideye, bedenin sağlıklı halini korumak için gerekli rızka ulaşmanın yolunu “acıkma duygusu” ile verdiğin gibi, insan ruhunu, manevî rızklarla doyacak ve tatmin olacak şekilde donatan ve onu güzelliklere acıktırarak, “Aratansın” Allah’ım!

Kuluna, göz, kulak, kalp verip bunları “Rahmet” hazinelerinin anahtarı kılansın!

Göze, kâinattaki güzellikleri seyrettirip, onun sahibini bulmaya yöneltensin. Ve senin rızan doğrultusunda yaşayan kuluna, sana kavuşma yollarını açarak, en büyük rızk olan hidayetinle rızıklandıransın Allah’ım!

Yeryüzünü imtihan sahası kıldığın kuluna “rızkı” da ayrı bir imtihan aracı edensin.

Göklerin ve yerin kilitleri O’na aittir. O dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir.” (Şûrâ/12)

Buyuruyorsun Rabbim!

“Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın. Allah’tan başka bir yaratıcı mı var? O size gökten ve yerden rızık verir. O’ndan başka ilâh yoktur. O halde (haktan) nasıl çevrilirsiniz?

Buyurarak, bizleri uyarıyorsun Rabbim. (Fâtır/3)

“Geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın; ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Âl-i İmrân/27)

Kelâmınla kullarına kendini anlatıyorsun Rabbim!

“De ki, “Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? O, kulaklara ve gözlere hükmeden kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kim? İşleri idare eden kim?” Hemen “Allah’tır” diyecekler. De ki, “O halde Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” (Yûnus/31)

Buyurarak, kulunu muhatabın kılarak, şereflendiriyorsun ve ona aklını kullanarak doğru yolu bulmayı öğretiyorsun. Bu “manevî rızklarını” iman eden gönüllere yağdırıyor, onları iman nuru ile hidâyet rızkı ile doyuruyorsun Rabbim!

Dünya malı ile nimetlendirdiğin, rızkını geniş kıldığın kullarına, ahireti hatırlatıyor,

“Onlara: “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın” dendiği zaman, o kâfirler, mü’minler için: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?” dediler.” (Yâ-Sîn/47)

Diyenlerden olmamamızı istiyorsun Allah’ım!

“Birinize ölüm gelip de: “Rabbim, beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!” demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah) için harcayın.” (Münâfikûn/10)

Buyuran Rabbim! Bana verdiğin “rızkları” düşünüyorum ve ilk önce, aciz bedenimi saran hava, su ve güneş nimetlerin için teşekkür ediyorum!

Sonra, arızasız çalışan, muhteşem bir makine olan “bedenime”; Seni arayıp bulmakta bana büyük yardımcı olan “aklıma”; hep iyilik ve güzelliklere kodladığın için, yanlışlarımda beni hırpalayan, doğruları hissettirerek, beni hep hayırlara çekmeye çalışan “yüreğime” bakıyor, bu muhteşem nimetlerle donatılmanın şükrünü nasıl eda edebileceğimi düşünüyorum Allah’ım!

Kâinata, Senin varlığını anlatan İki Cihan Serveri Muhammed Mustafa’nın yol göstericiliğinde, Sana, Yüce Kelâmınla yalvarıyor ve Hz. İsa’nın duası ile yöneliyorum Sana:

Meryemoğlu İsa da: “Allah’ım, Rabbimiz, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve Senden bir mucize olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık verenlerin en hayırlısısın!” dedi.” (Maide/114)

Bizi, yeryüzünde Senin için yaşayıp, önümüze serdiğin manevî sofralardan nasipdâr olanlardan eyle Allah’ım! Verdiğin her nimeti paylaşanlardan ve Rezzâk isminin tecellilerini yaşayanlardan eyle bizi! Âmîn. (Vuslat Turabi)

*********************************************************

ALLAHTAN NE VE NASIL İSTEMELİYİZ

Ya Rabbi senin indinden ilahi lütfunu ve ikramını istiyorum! Demelidir.

İsteyeceğin şeyler muvakkattir, bitip gidecektir değmez. Allah’ın huzuruna çıkıp çer-çöp istemek, “dile benden ne dilersin” diyen kudretli bir sultanın huzuruna çıkıp bir araba çakıl taşı veya bir çuval saman istemek gibidir. Allah’ın huzurunda bütün dünyayı istesen bütün dünyanın hepsi bir saman çöpü kadar gelmez.

Peki, düşün ki yüce Allah, “Sana dünyanın mülkünü verdim!” dese ne yapacaksın? Sabahtan akşama kadar aralıksız yiyip içebilir misin? Sabahtan akşama kadar aralıksız arabayla mülkünü dolaşabilir misin?

Bazen gece kalkan tayyareyle uçtuğunda altta nakış gibi işlenmiş şehirler görünür. Londra senin, hepsi senin; oturduğun sarayı göster deseler, nerde, gösteremezsin hepsi senin! Yâni dünyanın çokluğu insana bir ferah, bir zevk, lezzet veremiyor.

Bir sofrayı kaldırıp öteki sofrayı önüne koyup yesen, sonra üçüncü sofradan yesen ki; çeşit türlü nimetlerle dolu, yine onu kaldırıp dördüncü sofrayı koysalar; Bu çeşit türlü nimetler senin, hepsini tadacaksın deseler; “Çatlayacağım!” Dersin.

Demek ki, Allah’ın huzurunda durup da dünyayı isteyen adama hepsi verildiğinde bir raddeye gelecek ki, dünyadan kaçmak isteyecek! O zaman niye kanaat kapısında durmazsın, bu kapıyı tutmazsın, niye bitmez tükenmez dünyayı istersin?

Düşün ki; bitmez tükenmez dünya sana verildiğinde, bir gün değil, ertesi gün her şeyi bırakıp kaçmak isteyeceksin. Onun için yeryüzünde insanoğlundan akılsız mahlûk yok. Hayvan etrafındakini yer rahat olur, olduğu mıntıka ona kâfi gelir; karnı doyunca yatar ve geviş getirir.

Yalan: dünyada da ahirette de insanın başına belâ ve cezâ getirir. Efendimiz Hz. Muhammed s.a.v. diyor ki,

“Yalan, insanın rızkını azaltır.”

Allah bizi yalandan ve yalancıdan uzak eylesin. İmanımızı takviye edecek ve geleceğimizi teminat altına alacak ilahi lütuf ve ikramı özlüyoruz.

 – İlâhi ikram ve lütuf nedir?

  • Kim İlâhi lütuf ve ikramdan mahrum kalırsa her şey den mahrum kalır.
  • Kim nâil olursa dünyada ve ahirette ebedî saadeti bulur, Allah’ın vergisi kesilmez, sonsuzdur.

 Onun için senin isteyeceğin; eşya, saman, çöp ve sebil kabilinden şeyler olmasın.  (S. Nazım Kıbrısi)

**********************************************************

RIZIK HUSUSUNDA TEVEKKÜL’ÜN ÖNEM VE LÜZUMU

Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:

Gerek rızık ve gerekse diğer hususlardaki ihtiyaçlarda Allah’a tevekkül etmek, herkese iki şey için gereklidir:

1 — İbadet ve huzurun temini içindir. Çünkü rızık ve ihtiyaçları hususunda Allah’a tevekkül etmeyen ona dayanmayan kimse bu ihtiyaçların temini derdine düşer ve bu da onu ibâdet ve huzurun uzağına atar. Bu meşguliyet kişinin görünen zahiri tarafı ile görünmeyen batınî tarafı ile olur. Zahiri meşguliyeti, ihtiyaçlarım ticaret ya da el emeği ile kazanmak istemesiyle olur. Batınî meşguliyeti ise kalben dünyaya meyyâl olan zahidler gibi, nefsin isteği, kalbin düşüncesi ve aklın tedbir almasıyla olur.

Esasen ibadet ve huzur; yalnızca bedenin dünya nimetlerinden uzaklaşması ve Allah ile hemhâl olmakla temin edilir ki bu da ancak Allah’a güvenen ve ona tevekkül eden kullara nasib olur. Allah’a tevekkülü zayıf olan kul aynen kümeste hapis olunan tavuğa benzer. Kümesteki tavuk nasıl bir sıkıntı kararsızlık ve meşakkat arasında sahibinin getireceği yemi beklerse tevekkülü zayıf kul da rızkını aynı şekilde bekler. Onun bütün hayatı bu çeşit vesveseler ile sona erer. Kendini şerefli işlerden çekeceği İçin himmeti kesilir ve ibadet ve marifetullah gibi değerli şeylere kavuşmaktan yoksun kalır.

Ancak eğer kulun tevekkülü sağlam ise kalbini her türlü masivadan kurtarır ve sahib olduğu tevekkül onun saadetinin sermayesi olur. Artık okul ibadet ve huzur devletine ermiştir. İlim ve irfan gibi yüce vasıfların sahibi olmuştur. Peygamberimiz buyuruyor ki:

«Kim insanlara muhtaç olmamayı dilerse kendi elinde bulunandan ziyade Allah’ın kudret elinde olan rızkına değer versin ve güvensin.»

Büyüklerden bir zat diyor ki: Cenab-ı Hakka hulûsi kalb ile tevekkül edenlere emirler ve sultanlar bile muhtaç olur. Onun Mevla’sı Gani ve Hamid olan Allah’tır. Hal böyle olunca o kul nasıl olur da başkalarına muhtaç olur. Cenab-ı Hak bütün kullarının rızkını vermeyi üzerine almış ve tevekkülün herkes üzerine farz-ı aynı kılmıştır. Tevekkül sahibi bir zata: Mesela; Rızkını nereden temin edersin? Diye sorduklarında O:

– Çeşitli yerlerden temin ederim. Çünkü belirli bir yerden temin etmiş olsaydım şimdiye kadar biterdi, diye cevab verirdi.

Başka bir tevekkül sahibine de:

– Bu uzun çölleri bineğin ve yiyeceğin olmadan nasıl aşacaksın? Diye sordular. O da cevaben şöyle dedi:

– Dört şey vardır ki onlar benim azığımı teşkil eder:

A – Bütün insanları Allah’ın kulu olarak görürüm.

2 – İki cihanı Allah’ın ülkesi olarak görürüm.

3 – Her türlü rızkı ve rızık sebeplerini kudret-i İlâhi elinde görürüm.

4 – Allah’ın kazasını, bütün insanlara yer ve göğünden nâfiz görürüm.

Rızık hususunda tevekkülü terk etmenin büyük bir tehlike olduğunu bilmek gerekir. Çünkü Cenab-ı Hak yaratmasıyla rızkı birbirine yakın kılmış ve Kur’an-ı Kerimde bununla ilgili olarak:

«Sizi yarattı ve sizi rızıklandırdı,» buyurmuştur. Bu ayet gösteriyor ki rızık vermek de aynen yaratmak gibi Cenab-ı Haktan olup başkası tarafından değildir. Cenab-ı Hak rızkı temin edeceği hususunda kullarına kefil olduğunu bildirmiştir.

Bununla ilgili olarak Kur’an’ı Kerim’de:

«Bütün hayvanların rızkım veren Allah’tır.» buyurmuştur. Ce-nab-ı Hak sözlü olmayı da kâfi görmemiş, bunun için yemin etmiş ve:

«Göklerin ve yerlerin Hakkı için beyân olunan âyetler, rızık ve vaad haktır. öyle ki sizin söylediğiniz sözde şüphelenmediğiniz kadar doğrudur.»

Cenab-ı Hak bununla da yetinmemiş kullarını kendisine tevekkül etmekle emir buyurmuş ve tevekkül etmeyenleri azabıyla korkutmuştur. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

«Eğer mü’mln iseniz hiç ölmeyen (ve daima Hayy olan) Allah’a tevekkül ediniz.» (Hadis-i Kudsi)

Allah’ın Kur’an’ına kıymet vermeyip onu vadine itimat etmeyen, onun kendisine kefil olmasını yeterli görmeyen, yeminini emir ve tekidini nazarı itibara almayıp ona güvenmeyenin hâli çok acıklı ve azaplı olacaktır. Büyük sıkıntı, azab, âfet ve belâlara maruz kalacaktır. Allah’a yemin olsun ki bir kul için bu büyük bir musibettir. Bundan gaflete düşenlerin kalb gözleri kör değilse nedir?

Üveys-i Kamil (Veysel Karânî) Hz.’leri bir dostuna hitapla:

– Cenâb-ı Hakka yer ve gök ehli kadar ibadet etmiş olsan da onu tasdik etmedikten sonra Cenab-ı Hak senin bu ibadetlerini kabul etmez. Ona sordular ki:

– Allah’ı tasdik nasıl olur? O şöyle cevab verdi:

– Rızk konusunda Allah’ın sana kefil olduğuna güven, kalbini ve bedenini onun ibadet ve huzuru için azad et. (Yani rızık derdine düşmekle kalbini ve bedenini hapsetme). Eğer böyle yaparsan Cenab-ı Hakkı tasdik eylemiş olursun.

Herm b. Heyyân, Uveys-i Kami (Veysel Karânî) ’ye sordu ki:

– Nerede yerleşmemi emredersiniz? Üveys-i Kamil eliyle Şam tarafını işaret etti. Herm:

– Şam’da geçim nasıldır, diye sordu. Bu sözlerden son derece etkilenen ve hayretler içinde kalan Üveys şöyle dedi:

– Rızıklarını (Allah’ın vereceği hususunda) şüpheye düşen kimselere yazıklar olsun. Onlara öğüt fayda vermez. Kalbi yakin nuru ile dolan kimse her işinde sebepleri halk eden Mevla’sına güvenmiş ve hâbnakiz ona dayanarak tevekkül etmiştir.

TAM TEVEKKÜLÜN SINIR, HAKİKAT VE HİKMETİ

Ey Aziz Ehlullah diyorlar ki: Tevekkül, vekâlet kelimesinden gelir ve Arapça tefe’ül babındandır. Birine tevekkül etmek demek, işini ona havale etmek, onu vekil tayin etmek demektir. Vekil tutan kimse kendisi zorluklara katlanmadan işlerini görmüş olur.

TEVEKKÜLÜN SINIRI

Kalbin Allah’ın dışında herkesten ümidini kesmesi ve yalnız O’na dayanması, ona güvenmesidir. Diğer bir görüşe göre; tevekkül, işleri yaparken kalbi Allah’tan başkasına bağlamayıp daima Allah ile bir olmasını temin etmektir. Başka bir görüşe göre tevekkül, bağlanmayı terk etmektir. Bağlanmak ise bedenin kıvamını Allah’tan başkasından bilmektir. Yani bağlanmayı terk Allah’a bağlılık demektir.

Büyüklerden bir zat diyor ki:

– Tevekkül; bünyenin kıvam bulmasını, zarara maruz kalmamayı ve rızkı ancak Cenab-ı Haktan beklemek ve kalbi bu inançla mutmain etmektir.

Eğer Cenab-ı Hak murad ederse hiçbir sebep ve vasıta olmadan kendi kudret ve kuvvetiyle sana yeter. Ey insanoğlu! Bu hususu böylece bil ve kalbinle kesin olarak inan. Böyle yaparsan mahlûkat ile her türlü sebeplerden bütünüyle kesilir ve hakiki müessir olanın ancak Allah olduğunu bilir ve bulursun. Ondan sonra da tevekkülün kemale erer. Allah’ı bilen ârif bir kul olur ve onun huzurunda kalırsın.

Tevekkülün kalesi devamlı olarak Allah’ı zikretmek olup onun Kurlarının en kuvvetlisi Cenab-ı Hakkın ilim ve kudretindeki celâlini ve kemâlini bilmek ve onun her türlü unutma ve acizlikten uzak olduğunu düşünmektir. Kulun bu şekilde Mevla’sını zikretmesi ve onun kudretini düşünmesi rızkı hususunda onun tevekkülünün kemâl bulmasını temin eder.

RIZIKLAR DÖRDE AYRILIR:

1 – Allah’ın üzerine aldığı rızık:

Bu bedenin gıdası suyu ve kuvvetleri ile buna benzer şeylerdir. Cenab-ı Hak bu çeşit rızkı kuluna vereceğini vaad etmiş ve bunu üzerine almıştır. Tevekkülün bu rızkın karşılığında olanı kul üzerinde vacibdir ve vücubiyeti hem aklı ve hem de nakli delillerle sabit olmuştur.

Cenab-ı Hak bizim kendisine bedenimizle ibadet ve taatte bulunmamızı teklif etmiştir. Bunu yapabilmemizi sağlayacak güç ve kuvvete geçerli olan gıdayı temin etmeyi de üzerine almıştır. Bu rızkı üzerine alması Allah için üç bakımdandır.

  1. a) Cenab-ı Hak bizim Mevla’mız ve efendimizdir. Bizler onun aciz ve zavallı kullarıyız. Efendiye yakışan kulunun ihtiyacına yetecek rızkını temin etmektir. Kula gereken de kendi ihtiyaçlarını gören Mevla’sının emirlerine tâbi olmak ve emirlerini yerine getirmektir.
  2. b) Cenab-ı Hak kullarını kendisine muhtaç etmiştir. Fakat onlara rızkı nerden, nasıl ve ne zaman temin edeceğini bildirmemiştir ki kullar zamanı gelince rızkı istesin ve alsınlar. Rızkın kullara haber verilmeden ulaşması onun hikmetinin gereğidir.
  3. c) Cenab-ı Hakkın kullarına ibadet ve taati emrettiğini söylemiştik. Eğer kullar bütün vakitlerini rızık aramakla geçirecek olurlarsa Allah’a olan ibadet ve taatlerini yapamazlar. Şu halde kullarının rızkını üzerine alan Cenab-ı Hakk’ın bu işinde bir hikmet vardır. Kulların Allah’a karşı ibadet taat ve zikirleri ancak böylece mümkün olur. Esasen Allah için hiç bir işi yapmak vacib olamaz. Yani o hiçbir şeyi yapmak zorunda değildir. Ancak onun kullarının rızkını vereceğine kefil olması onun hikmetinin bir gereğidir.

2 – DAĞITILAN RIZIK:

Allah’ın kullarına dağıttığı ve levh-i mahfuzuna kaydettiği rızıktır. Herkes levh-i mahfuzda kendisi için yazılan rızkı zamanı gelince yer, içer ve elbiseleri de giyer. Yazılandan fazla yiyemeyeceği gibi, yazılandan az da yiyemez. Ne yazıldıysa onu mutlaka yer.

Peygamberimiz buyuruyor ki:

«Rızıklar taksim edilmiştir. Takva sahibinin takvası rızkını artırmayacağı gibi, fâcirin fucuru ile de nzkı azalmaz.

3 – TEMLİK EDİLEN (kulların mülkiyetine verilen) RIZIK:

Bir kulun dünyada bir şeye sahib olması ancak Cenab-ı Hakk’*ın takdiri ve rızası sayesinde olur. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

«Ey mü’minler, size vermiş olduğumuz maldan (fakir ve yoksullara) nafaka Ve zekât verin.» (Bakara/254)

4 – VAAD OLUNA RIZIK:

Cenab-ı Hak kullan içindeki takva sahihlerine helâl yoldan ve hiç bir güçlüğe katlanmadan muttaki olmak şartıyla rızıklarını temin edeceğini vaad etmiştir. Cenab-ı Hak vaadin de haktır. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

«Kim Allahtan korkarsa ona darlıktan genişliğe doğru çıkış yolu ihsan eder. Ve onu hiç beklemediği bir yerden rızıklandırır. Kim Allah’a güvenip tevekkül ederse Allah ona yeter.»(Talâk/2-3)

Bu ayetler Cenab-ı Hakkın vereceğini vadettiği nzkı, bildirmektedir.

Rızkın çeşitleri bunlardan ibarettir. Ancak gıda ve bedenin kıvamı için gerekli olan ve yukarıda Allah’ın üzerine ifade ettiğimiz Cenab-ı Hakkın üzerine aldığı rızkı istemek mümkün değildir. Çünkü o Cenab-ı Hakkın hayat, ölüm ya da hastalık gibi yaratıkları üzerindeki fiillerindendir. Kul onu ne elde etmeye nede isteme güç ve kuvvetinde olamaz. Dağıtılan ve levh-i mahfuza yazılan rızkın temin edilmesi için de kulun araması ve bulması gerekli değildir. Çünkü buna gerek yoktur. Bu kulun kendisine ihtiyaç duyduğu malum rızıktır. Bu rızkı vermek Allah’tandır ve Allah bu rızkı vereceğini üzerine almıştır. Bu öyle bir rızıktır ki bunda çalışıp elde etmek şartı yoktur. Çünkü Allah’a tevekkül eden peygamber ve veliler sonsuz saadeti bulmuşlardır. Onlar rızkı temin için devamlı olarak bir yere bağlanıp çalışmamış, hayatlarını ibadet ve huzur içinde geçirmişlerdir.

Onlar böyle yapmakla hata etmemiş, Allah yolunda gitmiş ve hidayete ermişlerdir. Bu da gösteriyor ki rızık istemek ve elde etmek için sebeplere yapışmak kul için şart değildir. Rızık çalışmakla artmayacağı gibi istemeyi bırakmakla da azalmaz. Müslümanların çalışmaları yalnızca rızkın temini için değil, Allah’ın emri olmasından dolayıdır. Bu husus yanlış anlaşılmamalı ve İslâm’ın insanları tembelliğe sürüklediği fikrine kapılmamalıdır.

Çünkü kulun rızkı levh-i mahfuzda yazılandır. O belirli vasıflara ve vakitlere ayrılmıştır. Onun değişmesi imkânsızdır. Zamanı gelince kul rızkını mutlaka bulacaktır.

ResulAllah S.A.V. hadisinde Cenab-ı Hakkın yaratma, huy, rızık ve ecel gibi şeyleri tamamladığını bildirmiştir. Çocuğun dün yaya gelişinden ölümüne kadar bu hal değişmeden devam eder. Bu hususları nazarı itibara alarak göz önüne getiren kul, sebeplere değil o sebeplerin sahibine bakar.

Bedeni ve ruhi rahatlığa ererek Mevla’sının üns ve huzurunu bulur. Ebedî devlete ve saadete erer ve kalbini her türlü masivadan temizler.

MANZUME

Hüdadır mâni ve muti, felekle kâr ve bârim yok

Gönül mir’at (ayna)-ı sâfidir cihandan bir gübarım yok.

Yüksek ve alçak alemden ganidir himmet-i tabim

Ki endûh ve semâ ve arz ve derd-i ruzigarım yok.

Gönül kim mevlâ kapısıdır, yok ondan başka bir şuğlum

Onun aşkıdır ancak dilde, bir başka nigânım yok.

Tecerrüddür elbisem’, takvadır fahrim, bu aşk içre

Beden elbisesine o yüzden benim hiç itibârım yok.

Heyûla süretin koydum ki, eren leb’i mânâya

Heyûladan bu surettir mücerred perdedârım yok.

Enâniyyetle hor olmuşken erdi aşktan izzet,

Gönül mülkünde sultan oldum, asla itirazım yok.

Gönül aşkın himmetinin yüceliğini bulup felekleri geçti

Edây-ı izzet ve lezzet-i aşkı iktidârım yok.

İki âlemde hem ondan cüda bir yâr-ı görün kim

Derun-ı dilde bir aşk-ı Hüdâdır yâr-ı gânm yok.

Cihân karar yeri değil ona dil vermem

Ey HakkıCanım aşka fedâdır, bir an onsuz kararım yok (İbrahim (Hakkı Erzurumi- Marifetname)

{{“Ve ahiru davanâ enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.}}

 
Yorum yapın

Yazan: 27 Temmuz 2017 in ESMA ÜL HÜSNA

 

Etiketler: , ,