RSS

İslamoğlu Tef. Ders. A’RAF SURESİ (55-84)(53)

11 Ağu

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde A’raf suresinin 54. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz ayetleri kısaca hatırlayacak olursak vahiy, yine kendi özelliklerinden bize söz ediyor ve sözü vahyin sahibi olan Allah’a getiriyor ve Allah zatını kendi vahyi ile bize tanıtıyordu. İşte bu kısa ve öz tanıtımın arkasından şu, 55. ayet geliyor;

55-) Ud’u Rabbeküm tedarru’an ve hufyeten, inneHU lâ yuhıbbul mu’tediyn;

Rabbinize yalvararak ve derûnunuzla dua edin… Muhakkak ki O, haddini aşanları sevmez. (A.Hulusi)

55 – Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin ki her halde o haddi aşanları sevmez. (Elmalı)

Ud’u Rabbeküm tedarru’an ve hufyeten Rabbinize alçak gönüllü olarak, yüreğinizin ta derinliklerinden yalvarın.

Adeta önce “bir kartvizit sunuluyor” ve bu kimliğe, sadece bu kimliğe yalvarılır deniliyor. Allah’ın uluhiyeti karşısında, Allah’ın rububiyyeti karşısında, Allah’ın rahmet ve merhameti karşısında insanın alacağı tek biçim, yalvarış biçimidir. Dua biçimidir deniliyor ve duayı, yani kulun, insanın Allah’a çağrısını, insan Allah ilişkisinin bu zirvesini nasıl yapmamız gerektiği öğretiliyor.

Alçak gönüllü olarak ve ta yürekten, hufyeten içinizin en derinlerinden, yüreğinizin kırkıncı odasından Allah’a doğru sessiz bir çığlık koyvermek, dua..!

Peygamberin dilinde dua Muhl ibade ibadetin iliği, ya da beyni. Hayatın beyni, hayatın merkezi dua. Onun için Kur’an;

Kul ma ya’beü Bi küm Rabbiy levla du’âuküm. (Furkan/77)

De ki; eğer duanız olmasaydı rabbim sizi ne yapsın dı..!

Eğer duanız olmasaydı rabbim sizi ne yapsın dı, ne işe yarardınız. Duanız, işte duanız hürmetine Allah indinde değerlisiniz. Allah’tan istediğiniz kadar değerlisiniz. Onun için dua sadece ibadetin beyni değil, aynı zamanda Allah’tan kula doğru işleyen Allah – kul ilişkisinde, Allah’ın indindeki insanın değerini belirleyen bir ölçü.

tedarru’an , tazarru biçiminde geçmiş dilimize. Aslında kelimenin kökeni, yer bağır, Anadolu’daki ifadesi ile yer bağır, yerlere kadar eğilerek anlamına gelen “dara” kökünden gelir ki “da” aynı zamanda memeli hayvanların memelerine verilen isimdir. Süt oraya indiği ve ne kadar sütlü olursa o kadar o kadar yere yakın olduğu için adeta dua ile sütlü bir meme arasında böyle bir semantik bir ilişki kurulmuştur.

Aynı zamanda bir çöl bitkisi olan Şibrik kuruyup iyice dikenlendiği zaman da’rığ ismini alır. Ki sanırım bu kökenden bir isim verilmesinin sebebi, develeri o dikeni yiyebilmek için başlarını yere kadar eğdirmeleri ve dikenlerinden zarar görmemek için kökünden koparmak için başlarını yere kadar yaslamalarından dolayı bu ismi vermişlerdir.

tedarru’an kelimesi duanın nasıl bir mahviyet içerisinde, nasıl bir iki büklüm yürekle yapılacağını bize ima eder. Tıpkı fetih günü Mekke’ye muzaffer bir komutan olarak giren Resulallah’ın kendi devesinin üzerinde yaptığı dua gibi. İki büklümdü diyor bize olayı aktaranlar. Gözlerinde yaş, sanki başı, devesinin hörgücüne değecek kadar bir mahviyet içerisindeydi. Dudaklarında hep bir kıpırdama..!

Resulallah Mekke’ye bağırarak, haykırarak, naralar atarak, slogan atarak girmedi. İşte bu gözlerindeki yaşla, işte  bu iki büklüm hali ile, bu tazarru hali ile, bu Allah’a karşı mahviyet haliyle girmişti. Gerçek zafer de insanın öz benliğini Allah’ın huzurunda eğdirmesi değil midir. O eğer daha büyük bir savaşı kazanmışsa işte o savaş benliğine karşı, öz benliğine, nefsine karşı verdiği savaştı. Onu  kazanan Mekke’leri elbette fethederdi ve o da etti.

Onun için burada eğer Allah’ı tanıyorsanız O’na dua etmekten başka bir şey yapmazsınız. Aslında dua insan – Allah ilişkisinde insanın Allahtan gelen vahyi Allaha döndürmesidir. Allah insana vahiyle konuşur, insan Allah’a dua ile konuşur. Onun içindir ki namaz dua anlamın a gelen salat kelimesi ile ifade edilmiştir. Salat, yani namaz bir dua. Namaz duanın harekete dönüşmüş biçimi. Namaz duanın ayağa kalkmış biçimi. Namaz kılan bir insan iki ayaklı bir dua kesilmiştir. Onun için Allah zatını tanıttıktan sonra hemen insana, tanıdığınız Allah’a, ne kadar tanıyorsanız o kadar tazarru ve niyaz o kadar dua edersiniz demek istercesine bu ayet geliyor hemen ardından, ve ayet şöyle bitiyor;

inneHU lâ yuhıbbul mu’tediyn; Hiç kuşku yok ki O, haddi aşanları, baş kaldıranları, kendisine karşı caka satanları,tafra satanları, hava atanları sevmez.

İlginçtir, Allah’a dua etmeyen bir insan, haddi aşmış olarak, mu’tediyn olarak niteleniyor. Eğer üzerinde biraz düşünürsek, dua etmeyen, dua etme ihtiyacı duymayan, Allah’a karşı muhtaç olduğunu fark etmiyor, dahası Allah’ı bilmiyor. Allah’ın nasıl bir rahmete, nasıl bir mağfirete sahip olduğunu bilmiyor. Allah’ın rahmet kaynağı oluşundan haberdar değil demektir. Eğer haberdar ise bu kez kabullenmiyor demektir. Haddini aşıyor demektir. Çünkü Allah’ın büyüklüğünü bilen, kendi küçüklüğünü bilir. Dahası, kendi haddini bilen, kendi hududunu bilen, Allah’ın hudutsuzluğunu, sınırsızlığını bilir.

Onun için Allah’ın büyüklüğü bizatihi insan aklı tarafından bilinemez. İnsan aklı değilleme yöntemiyle bilir Allah’ın sınırsız büyüklüğünü. Nasıl, kendi küçüklüğünü, kendi sınırlılığını, kendi yetersizliğini, kendi muhtaçlığını bilerek Allah!’ın rahmetini bilir, mağfiretini bilir, sınırsızlığını bilir.

Onun için ayet haddi aşanlardan söz ederek bitiyor. Hadi aşmak..! Duasızlık haddi aşmaktır. Haddi aşanlar Allah’a yakarmazlar. Çünkü hadlerini bilmezler. Hadlerini bilmeyince de Allah’ın hudutsuz rahmetinin farkına varmazlar, onun için dua etmezler. Dua etmeyende ne hayır vardır. Duayı bilmeyen insan ne işe yarar.

Dua insanın en güzel duruşudur. Dua insanın esas duruşudur. Onun için bir insanın en güzel fotoğrafı, dua edilirken çekilen fotoğrafıdır. Dua ederken ki fotoğrafıdır. Dua eden insan, Allah karşısında esas duruşunu almıştır demektir ve ayet dua etmeyenlerin esas duruşlarını bozduklarını ima ediyor. inneHU lâ yuhıbbul mu’tediyn; derken.

56-) Ve lâ tüfsidu fiyl Ardı ba’de ıslahıha ved’uhu havfen ve tame’an, inne rahmetAllâhi kariybun minel muhsiniyn;

Düzene sokulduktan sonra arzda bozgunculuk yapmayın… Korkarak ve icabet edeceğine inanarak O’na dua edin! Muhakkak ki Allâh Rahmeti muhsinlerden yakındır. (A.Hulusi)

56 – Yer yüzünü ifsat etmeyin ıslahından sonra da hem havf hem şevk ile ona kulluk edin, her halde Allahın rahmeti yakındır Muhsinlere. (Elmalı)

Ve lâ tüfsidu fiyl Ardı ba’de ıslahıha

ilginç, çok ilginç. Duadan söz eden, iki büklüm, yüreğin ta derinliklerinden, alçak gönüllülükle Allah’a duaya çağıran ayetin hemen ardından dua ile toplum arasında çok girift, çok ilginç bir bağlantı kurdu bir sonraki ayet ve dedi ki;

Bu yüzden iyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.

Dua ile yeryüzünde bozgunculuk çıkarma arasındaki bağ ne ola ki Kur’an dostları, sevgili dostlar. Duasızlık, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak gibi bir sonuca doğru götürüyor insanı. Çünkü insanın içindeki düzen bozulunca, insan-Allah ilişkisi bozulunca, insan öte ile ilişki kurmayınca toplumun içerisinde bir virüs bir mikrop haline geliyor ve düzen bozuyor. Toplumsal bir sancıya dönüşüyor. O insanın varlığı bir kanser hücresi gibi bir organa, bir dokuya arız olmuş kanserli bir hücre gibi o organı içten içe yiyip bitiriyor.

Onun içinde Kur’an toplumla dua arasında ilginç bir ilişki kuruyor ve dua etmeyen, haddini bilmeyen, ki haddini bilmezliktir dua etmemek. Haddini bilmeyen Allah’ın da hudutsuzluğunu, hadsizliğini bilmez, büyüklüğünü bilmez.

İşte böyle bir insan, düzeni kurulmuşken yer yüzünün düzenini bozan, ifsat eden biri olarak resmediliyor. Tedebbür ve istiğna. Tekebbür, büyüklenme, kendini büyük sanma. Kendini olduğundan fazla görme ve gösterme. İşte hadsizlik, haddini bilmezlik, haddini aşma. Ve istiğna, kendi kendine yettiğini sanma hastalığı. Dua etmeyen, Allah’a dua etmesi gerektiğinin farkında olmayan her insanda bulunan iki virüstür bunlar. Tekebbür ve istiğna. Kendini büyük sanmak ve kendi kendine yettiğini zannetmek.

İnsan kendi kendine yettiğini nasıl zanneder, yeter mi gerçekten. Yetmediğini aklı başında olan herkes bilir. Herkes bilir ki insan kendi yüreğine dahi söz dinletemez. Dinletseydi, sevdiği insanları belki sevmez, sevemediği, bir türlü sevemediği insanları severdi. Liste yapar öyle severdi. Önce belirler sonra severdi. Dinletseydi yüreğine söz, durmuş olan yüreğini çalıştırır veya yorulan yüreğini dinlendirmek için durdururdu.

Ne fiziğine, ne metafiziğine. Ne duygusal olarak, ne de fiziki olarak insan kendi yüreğine dahi söz geçiremezken nasıl kendi kendisine yeter. Elbette yetmez. İşte istiğna halidir kendi kendisine yettiğini zannetmek. Ki bu şirktir. Şirk budur. İnsanın kendi kendisine yettiğini zannetmesi. Ki bu sosyal bir çözülmeye yol açar. İşte zehirdir onun için.

Görüyorsunuz ya, dua ile toplum arasında, duasızlıkla toplumsal çözülme arasında. Duasız bir insanla içten içe kokuşmuş bir toplum arasında nasıl ilginç ve girift bir ilişki kuruyor Kur’an. Devam ediyoruz:

ved’uhu havfen ve tame’an O halde endişe ve umutla yalvarın O’na.

Beyne’l-havf Ve’r-reca yı çağrıştırtıyor adeta. Endişe ve umutla. Endişe duygunun bir kutbu, umut karşı kutbu. Adeta dengeye çağırıyor. Korku ile umut arasında diyor. Yalvaracaksanız O’na duygunuzu öyle bir dengeye yerleştirmek zorundasınız ki, cehenneme bakıp korkmak, cennete bakıp umutlanmak. O’nun rahmetine bakıp umutlanmak, gazabına ve azabına bakıp korkmak. Bu sizi dengede tutar. Bu sizi polarizasyondan korur. Aşırı uçlara duygusal olarak aşırı uçlara itilmekten korur. Ruh dengenizi sağlar.

,

Onun için korku ve umut arasında yalvarın O’na. Duygularınızı dengeye oturtun. O’na yalvarırken emin olmayın. Sanki cennetle müjdelenmiş gibi emin olmayın. Bu hoş bir şey değil. O zaman O’na ihtiyacınızın olmadığını düşünebilirsiniz. Ölmeden kimseyi mutlu diye adlandıramazsınız. O’na ihtiyacınızın olduğunu düşünebilmeniz için emin olmamanız gerekiyor. Yani garanti belgesi almış gibi davranmayın. Ölünceye kadar kulluğunuzu sürdürmeniz biraz da buna bağlı.

 

Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn.. (Hicr/99) diye peygamberin şahsında her mümine sesleneni hatta her insana seslenen bu ayet, ölüm gelinceye dek rabbine kulluk et…! İnsanın içini çamaşır gibi sıkmalı. Onun için bu manada garanti belgesi elinizde gibi davranmayın.

Fakat, umutta kesmeyin. Unutmayın umut kesenlerin gideceği ikinci bir kapı yok.

Kul ya ‘ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh.. Umut kesmişken amcasının katili Vahşi’ye peygamberin yazıp gönderdiği ayetlerden biri bu idi. De ki; Ey hayatını bozuk para gibi israf etmiş olan kullarım, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a O isterse eğer günahların tümünü, hataların tamamını affedebilir. inneHU “HU”vel ĞafûrurRahıym; (Zümer/53) Unutmayın, hiç aklınızdan çıkarmayın ki O çok bağışlayandır, merhamet membaıdır, rahmetin kaynağı O’dur. Rahmetin kaynağından uzaklaşırsanız, içiniz çöle döner, kurursunuz, kupkuru olursunuz. Yüreğiniz yeşermez. Bir çölü yüreğinizde, bir taşı yürek diye taşırsınız. Onun için O’na korku ile umut arasında, korku ve umutla yalvarın.

inne rahmetAllâhi kariybun minel muhsiniyn; Çünkü Allah’ın rahmeti erdemli davrananlara pek yakındır. Ya da ihsan’ın peygamber dilindeki tarifi ile meallendirecek olursak;

Allah’ın rahmeti, Allah’ı görür gibi yaşayanlara pek yakındır. Allah’ı görür gibi yaşayanlara..!

En ta’budallahi ke enneke tarahu fe innekünte tarahu fe innehu yerake..! İhsan nedir diye sorana peygamber;

Allah’ı sanki görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da hiç kuşku yok ki O seni görüyor.

İşte Allah’ı görür gibi yaşayan, Allah’ı görür gibi davrananlara Allah’ın rahmeti çok yakındır.

57-) Ve “HU”velleziy yursilurRiyaha büşran beyne yedey rahmetiHİ, hatta izâ ekallet sehaben sikalen suknahu libeledin meyyitin feenzelna Bihilmae feahrecna Bihi min küllis semerat* kezâlike nuhricül mevta lealleküm tezekkerun;

“HÛ”, ki rahmetinin önünden rüzgârları müjdeci olarak irsâl eden… Nihayet rüzgârlar ağır bulutları kaldırıp taşırken, onu ölü bir beldeye sevk ederiz; onunla su inzâl eder ve onunla her türlü semereden (meyve) çıkarırız… İşte (biz), ölüleri böyle çıkarırız… Umulur ki bunun ne anlama geldiğini düşünürsünüz! (A.Hulusi)

57 – Ve o, o Allah dır ki rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci yollar, nihayet bunlar o ağır ağır bulutlârı hafif bir şey gibi kaldırıp yüklendiklerinde bakarsın biz onları ölmüş bir memlekete sevk etmişizdir derken ona su indirmişizdir de orada her türlüsünden semereler çıkarmışızdır, işte ölüleri böyle çıkaracağız, gerektir ki düşünür ibret alırsınız. (Elmalı)

Ve “HU”velleziy yursilurRiyaha büşran beyne yedey rahmetiHİ O’dur rüzgarları rahmetinin önüne katıp müjdeci olarak gönderen.

Burada ki Büşran sözcüğünü çoğunluk, okuyucular, kariler; Neşran, Nüşran Neşeran olarak okumuşlardır. Ki beş tür okunuşu olduğunu Zeccac söylüyor. Ki varlığı O’nsuz algılamaya karşı bir uyarıdır bu ayet.

Ve “HU”velleziy yursilurRiyaha büşran beyne yedey rahmetiHİ O’dur rüzgarları rahmetinin önüne katıp müjdeci olarak gönderen. Yani ey insan, varlığı Allahsız değerlendirmeyin. Varlığı yorumlarken, varlığı algılarken, varlığı anlamlandırırken, hayatınızı anlamlandırırken mutlaka Allah ile irtibatını kurun. Allah’tan bağımsız bir anlam kazandırmaya ve kazanmaya çalışmayın. Eşyaya Allah’tan bağımsız bir anlam vermeyin. Eşya, Allah’tan bağımsız bir anlamı yoktur eşyanın. Sizin Allah’tan bağımsız bir anlamınız yoktur.

Allah demek anlam demektir. Anlamlı hale gelmek istiyorsanız, Allahlı hale gelin. Bir mananız, yaşamınızın bir manası, hayatınızın bir anlamı olsun istiyorsanız, gülüşünüzün, ağlayışınızın bir anlamı olsun istiyorsanız. Hüznünüzün sevincinizin bir manası olsun istiyorsanız hayatınızı Allahlı kılın.

İşte bu ayet kainatta Allah dan bağımsız olup bitiyor gibi gördüğümüz şu meteorolojik hadiselerin, şu gördüğünüz rüzgarların, yağmurların bulutların dahi Allah ile olan irtibatının olduğunu dile getiriyor ve oradan yola çıkarak bize çok farklı, hemen üstteki iki ayetle ilgili 55  ve 56. ayetlerin konusu ile ilgili çok ilginç bir öğüt veriyor, oraya geleceğim.

hatta izâ ekallet sehaben sikalen nihayet bunlar, yani bu rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları taşıyınca, aşılayınca, oluşturunca.

Çok ilginç, yağmurun fiziki olarak nasıl meydana geldiğini bu kadar açık bir biçimde daha o günden söylemesi, bizatihi Kur’an ın icazına, mucize oluşuna bir delildir.

suknahu libeledin meyyitin feenzelna Bihilmae onu ölü toprağa doğru sevk edip bu yolla su indiririz. Onu ölü toprağa doğru sevk ederiz, rüzgarların aşıladığı ve artık yağmur tutmuş bulutları ne yaparız? Sevk ederiz. Onlar gelişi güzel gitmezler. İşte rahman olanın rahmeti sebebi ile dökülen rahmet, rahmet yağmuru, Allah’ın sevki ile yönlendirilir. Allah’tan bağımsız değerlendirilmez. Onu sevk eder ve bu yolla su indiririz.

feahrecna Bihi min küllis semerat ve böylece her türlü ürünün yeşerip boy vermesini sağlarız.

kezâlike nuhricül mevta işte bu, ölüleri böyle diriltiriz. Etrafınızı okurken, eşyayı okurken, kainatı okurken, tabiatı, doğayı okurken doğru okuyun. Doğru okursanız yeşeren ağaçlarda ölümden sonra dirilişi görürsünüz. Kışın ardından gelen baharda Ba’sü ba’del mevt i fark edersiniz. Onun için ölüleri de işte böyle diriltiriz.

kezâlike nuhricül mevta lealleküm tezekkerun; belki düşünürde ibret alırsınız. Alacağımız 1. ibret kainatı bir kitap gibi okumak, doğru tefsir etmek, doğru anlamak, doğru anlamlandırmak, doğru yorumlamak. İşte 1.si biraz önce söylediğim; Ölüleri nasıl diriltirsin Allah’ım. Sorusuna cevap olarak etrafınızda her şey, her yıl ölüyor ve diriliyor. Tabiata bakın, kendinize bakın. Vücudunuzda her an ölen binlerce hücreye ve her an dirilen binlerce hücreye bakın. Siz aslında ölümü her an yaşıyor, dirilişi her an yaşıyorsunuz. Yani her an ölüyor, her an diriliyorsunuz.

Ama alacağımız daha derin bir ibret var. lealleküm tezekkerun; diye biterken bu ayet, bizim üzerinde derin derin düşünüp ibret almamızı istediği bir başka şey daha var gibi geliyor. Nedir o; O yukarıda 55 ve 56. ayetlerin konusu ile ilgili. Dua.

Diyeceksiniz ki dua ile, Allah’a alçak gönüllüce, yüreğin ta derinliklerinden korku ile ümit arasında yalvarmakla, rüzgarların yağmur yüklü bulutları aşılamasından, yağmur yüklü bulutların Allah’ın sevki ile yer yüzünü sulamasından ve bundan sonrada yeryüzünde bitkilerin çıkarması ile ne alakası var? Diyecekseniz, ki hemen anlamış olmalısınız çok, çok alakası var.

Duayı rahmete benzetiyor Kur’an. Göz yaşını yağmura benzetiyor. Yüreği toprağa benzetiyor ve diyor ki; Susuz kalan toprak nasıl çoraklaşırsa, çölleşirse, duasız ve göz yaşsız kalan yürekte öyle çölleşir ve çoraklaşır. Onun için ibret alın diyor. Düşünün üzerinde. İçinizde bir çöl mü taşıyorsunuz, yoksa bir göl mü. İçinizde bir taş mı taşıyorsunuz, yoksa kalp mi. Bunu düşünün diyor. İçiniz yeşil mi, yoksa kurak mı, bunu düşünün. Eğer içiniz yeşil değilse, içinizin bozkırları artık çoraklaşmışsa, ürün vermez olmuşsa unutmayın siz ürün veremezsiniz. Unutmayın, çöle dönmüş bir yürekle hiç kimseye can, hiç kimseye umut, hiç kimseye hayat taşıyamazsınız.

Onun için önce çöle dönmüş, taşlaşmış yüreğinizi yeşertin. Önce yağmur içinize yağsın. Önce içinizden başlayın dirilmeye. Beden ülkenizin başkenti eğer işgale uğramışsa o zaman dil ve dudak, el ve ayak, göz ve kulak kendiliğinden işgal altına girecektir. İşgal altında olmuş yüreklerin oluşturduğu bir toplum, nefislerin işgali altındadır, çözülür. Onun için nereden başlayacağımızı gösteren çok ilginç ayetler bunlar.

58-) Vel beledüt tayyibu yahrucü nebatuhu Bi izni Rabbihi, velleziy habüse lâ yahrucü illâ nekida* kezâlike nusarrifül âyâti likavmin yeşkürun;

Tayyib beldenin nebatı (o beldenin) Rabbinin izni ile (Bi – izni RabbiHİ) çıkar… Habisten ise, faydasız olandan başkası çıkmaz… İşte böyle, değerlendiren bir kavim için işaretleri evirip çevirip anlatıyoruz. (A.Hulusi)

58 – Hoş memleketin nebatı rabbinin izniyle çıkar, fenasının ise çıkmaz, çıkan da bir şey’e yaramaz, şükredecek bir kavim için âyetleri böyle tasrif ederiz. (Elmalı)

Vel beledüt tayyibu ya bereketli toprak, yahrucü nebatuhu Bi izni Rabbih O’nun bitkisi rabbinin izni ile gür ve gümrah olur.

Devam ediyor misalimiz. Bereketli toprakla, taşlaşmamış sevgi taşıyan, umut taşıyan bir yüreği eşleştiriyor Kur’an. Ya bereketli toprak; Onun bitkisi rabbinin izni ile gür ve gümrah olur.

velleziy habüse lâ yahrucü illâ nekida ama kötü ise, çoraksa o toprak, bir şey bitmez. Bitse de illâ nekida bitse de işe yaramaz. Hiçbir şeye yaramayan kışır biter.

kezâlike nusarrifül âyâti likavmin yeşkürun; Elindeki nimetin değerini bilen bir topluluk için ayetlerimizi işte böyle çok boyutlu olarak açıklıyoruz. Umarım ibret alanlardan oluruz. Allah açıklıyor ama biz anlıyor muyuz. Umarım anlayanlardan oluruz.

54. ve 58. ayetler, bu ayet 54. ayetten başlayan, bu ayetle biten bu pasaj insanı, iç dünyasını imara çağırmakta. Onun, imara nereden başlayacağını göstermekte. Nereden başlamalı sorusunu sorana yüreğinden başla. Allah ile ilişkiyi kurarak başla. Alıcı ve verici yerini onar. Unutma, işgale uğramış bir yüreğin sahibi özgür olamaz. Yüreğin alıcısını Allah’a ayarla ki, Allah’tan başkasının önünde eğilmesin, eğilmeyesin. Başkent yürek ya çorak ya kurak olur. Ya da bitek ve bereketli olur. Sizn yüreğiniz hangisi demek istiyor bu pasaj.

Bu ayetlerin ardından, bu pasajın ardından peygamberlerin geçmiş, belaya uğrayan, gazaba uğrayan kavimlerin ve onlara gönderilen peygamberlerin hikayesi anlatılıyor.

Aslında ben bu pasajın arkasından gelen geçmiş kavimlerle ilgili bu kıssaların, bu pasajla doğrudan bir ilişkisini görüyorum. O da yine bu vahyin ilk muhatabı olan Hz. Muhammed A.S. a ve bu vahyin tüm muhataplarına şu gerçeği hatırlatmak için. Eğer insanlar içlerini çöle döndürmüşlerse, tufana bile muhatap olsalar onlar artık yeşermezler. Su onların yüreğini yeşertmek için değil, artık onları boğmak içindir. Tıpkı Hz. Nuh ve ona direnen kavmi gibi. Gelin birlikte okuyalım;

59-) Lekad erselna Nuhan ila kavmihi fekale ya kavmı’budullahe maleküm min ilâhin ğayruHU, inniy ehafü aleyküm azâbe yevmin azıym;

And olsun ki, Nuh’u halkına irsâl ettik de: “Ey kavmim… Allâh’a kulluk edin… O’nun gayrı bir ilâhınız yoktur… Muhakkak ki ben, size gelip çatacak aziym sürecin azabından korkuyorum” dedi. (A.Hulusi)

59 – Celâlim hakk için Nuh’u kavmine Resul gönderdik, vardı da ey kavmim! Dedi: Allaha kulluk edin, ondan başka bir ilâhiniz daha yoktur, cidden ben üzerinize büyük bir günün azâbı inmesinden korkuyorum. (Elmalı)

Lekad erselna Nuhan ila kavmih Doğrusu biz Nuh’u kendi toplumuna göndermiştik.

Kur’an da ilk davet eden peygamber, ilk Resul olarak geldiği bildirilen Nuh peygamberin kıssasını anlatıyor bu pasaj.

fekale ya kavmı’budullahe maleküm min ilâhin ğayruHU dedi ki ey kavmim. Yalnız Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka tanrınız var mı? Yok. Onun için doğru bir biçimde düşünün ve yalnızca Allah’a kulluk edin.

inniy ehafü aleyküm azâbe yevmin azıym; Kuşkusuz ben korkunç bir günün azabına çarpılmanızdan korkuyorum. Dedi Nuh peygamber.

İnsanlığın en kadim sapmasına dikkat çekti. Görüyorsunuz, sapmanın tarihi çok eski. Ama insan bizatihi sapık değil. İnsan doğuştan pırıl pırıl. İnsan doğa ve tabiatı itibarıyla Allah’ın yarattığı pir-u pak fıtrat üzerinde. Ancak sözleşmesine ihanet edince insan Allah’tan uzaklaşıyor. Kendinden uzaklaşıyor. Kendine yabancılaşıyor. Kendine yabancılaşınca rabbine yabancılaşıyor ve bu da insanın Allah’ın vasıflarından birini, sıfatlarından birini, eşyaya atfetmesiyle tezahür ediyor. Yani eşyaya ilahlık sıfatlarından birini yakıştırıyor ve bunun sonucunda efendisi olduğu, efendisi kılındığı eşyanın kölesi oluyor insan. Kendi değerini kendi elleriyle, öz elleri ile beş paralık ediyor.

İşte şirkin affedilmez bir suç olması bu yüzdendir. İnsanın kendi kendisine en büyük hakaretine şirk adını veriyor. Efendisi olduğu eşyaya köle olmak. Şirkin insan ruhuna getirdiği en büyük zarar, verdiği en büyük zarar işte budur.

60-) Kalel meleü min kavmihi inna lenerake fiy dalalin mubiyn;

Halkından geleneksel görüşün ileri gelenleri dedi ki: “Doğrusu biz seni apaçık sapıklık içinde görüyoruz.” (A.Hulusi)

60 – Kavmimden cumhur cemaat her halde biz, dediler: Seni açık bir dalâl içinde görüyoruz. (Elmalı)

Kalel meleü min kavmih toplumunun seçkinleri cevap verdiler onun bu çağrısına. Toplumunun aristokratları, yönetici elitleri. Her zaman hakikatin karşısına ilk direnen onlar olmuştur. Onlar kendi menfaatlerine istikrar adını vermişlerdir, ve istikrarı savunmuşlardır. Küfürde istikrarı. Batılda istikrarı ve onun içinde her çıkan ışığı yangın zannedip bir kova su alıp koşmuşlardır söndürmek için. Yarasalar gibi güneşe düşman olmuşlar. Işığa düşman olmuşlardır. Işık saçan birini gördüklerinde yangın söndürür gibi onu yok etmeye çalışmışlardır. İşte bu seçkin aristokratlar Nuh kavminin içinde yer alan bu aristokratlar, bu yönetici seçkinler şöyle diyorlar Hz. Nuh’un bu çağrısına karşılık.

inna lenerake fiy dalalin mubiyn; İşe bakın hele. Kesinlikle seni biz apaçık bir sapıklık içerisinde görüyoruz. Diyorlar.

Görüyor musunuz değerli dostlar. Kim sapık? Kim kime sapık diyor görüyorsunuz değil mi? Nuh’un; Allah’tan başkasına tanrılık yakıştırmayın, köleniz olan eşyayı efendiniz haline getirmeyin. Eşyanın efendisi iken eşyanın uşağı, kölesi durumuna düşmeyin. Diye onlara bir “ben” duygusu, onlara bir şahsiyet, onlara bir insanlık izzeti  kazandırmak isterken, onların Nuh’a verdiği cevap; “Biz seni apaçık bir sapıklık içerisinde görüyoruz.” Oluyor.

Yönetici elitin tarih boyunca kendisine ışık saçanlara karşı tavrı, klasik tavrı b u olmuştur. Ve kendileri sapık olduğu halde, kendilerini sapıklıktan kurtarmak için gönderilmiş bir peygambere sapık demek nasıl izah edilir diyecekseniz, alabora olmuş bir bakış açısı ile izah edilir. Nereden bakıyorsunuz. Allah’ın gör dediği yerden bakmayıp ta şeytanın gör dediği yerden bakarsanız doğru. Şeytanca bir bakışla bakınca hak size batıl görünür. Işık sizi rahatsız eder. Yarasaları ışık rahatsız ettiği gibi ışıktan korkan batıl ehlini de ışık rahatsız eder.

Alabora olmuştur onların mantıkları. Yüceyi alçak, alçağı yüce görürler. Geçiciyi kalıcı, kalıcıyı geçici görürler. Ahireti görmezler de hep dünyayı görürler. Hakkı batıl, batılı hakk görürler. Onun içinde gördüklerini, baktıkları yeri, bakışlarını sorgulamazlar. Baktıklarını sorgularlar. Yamukluğu bakışlarında aramazlar da baktıklarında ararlar. Ama onlar bakışlarını değiştirmedikleri sürece hiçbir doğruyu doğru göremeyeceklerdir.

61-) Kale ya kavmi leyse Biy dalaletün ve lakinniy Rasûlün min Rabbil alemiyn;

(Nuh) dedi ki: “Ey kavmim… Bir sapık görüş yok bende… Ne var ki ben, Rabb-ül âlemîn’den bir Rasûlüm.” (A.Hulusi)

61- Ey kavmim, dedi: bende hiç bir dalâlet yok ve lâkin ben rabbül’âlemîn tarafından bir Resulüm. (Elmalı)

Kale İşte böylesine yamulmuş bir bakışa muhatap olan sevgili Nuh Peygamber dedi ki ; ya kavmi ey kavmim, leyse Biy dalaletün ben sapıtmış değilim.

Dikkatinizi çekiyor değil mi, asıl siz sapıksınız diye bir saldırıya geçmek yerine gerçeği, karşısında ki insanları ürkütmeden, onları savunma moduna geçirmeksizin, sadece kendisi hakikati söyleyip onların hakikate karşı kulak tıkayacağı bir üslubu kullanmıyor. Diyebilirdi asıl siz sapıksınız ve hiç te yanlış olmazdı. Ama öyle demiyor. Onların yargısının yanlış olduğunu söylemekle yetiniyor. Onları yargılamıyor ve diyor ki; Ben sapık değilim. Yani siz doğru bakmıyorsunuz, yanlış bir yargıda bulunuyorsunuz. Haber veriyor yani.

leyse Biy dalaletün ben sapıtmış değilim. ve lakinniy Rasûlün min Rabbil alemiyn; ne ki ben Alemlerin rabbinden gönderilmiş bir elçiyim.

62-) Übelliğuküm risalati Rabbiy ve ensahu leküm ve a’lemü minAllâhi ma lâ ta’lemun;

“Rabbimin risâletlerini size tebliğ ediyorum… Sizin hayrınıza konuşuyorum; (çünkü) Allâh’tan (gelen ilimle) sizin bilmediklerinizi biliyorum.” (A.Hulusi)

62 – Size rabbimin risaletlerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum ve Allâh dan sizin bilemeyeceklerinizi biliyorum. (Elmalı)

Übelliğuküm risalati Rabbiy ve ensahu leküm size rabbimin mesajlarını tebliğ ediyor ve öğüt veriyorum. ve a’lemü minAllâhi ma lâ ta’lemun; Çünkü ben, Allah’tan gelen vahiy sayesinde sizin bilmediklerinizi de biliyorum.

Haber veriyor. Bir resul, bir haberci, bir elçi. Risaleti tebliğ ediyor. Bildiriyi tebliğ ediyor ilahi bildiriyi. Görevini yapıyor. Aman Allah’ım. Kendisine en ağır ithamlar karşısında, aslında çığırından çıkması lazım.

Düşünebiliyor musunuz, kendi vasıflarını bir peygambere yamamaya kalkıyorlar. Sapıkken bir peygambere sapık deme cüretinde bulunuyorlar. Ama o peygamber yine de üslubunu bozmadan, Yinede onları bırakıp ne haliniz varsa görün demeden hakikati onlara ısrarla ve tekrarla açıklamaya çalışıyor. Terbiye ısrarla tekrardır. Görevini yapıyor. Hakikati söylüyor.

63-) Eve ‘acibtüm en caeküm zikrün min Rabbiküm alâ raculin minküm liyünzireküm ve litetteku ve lealleküm turhamun;

“Aranızdan bir adama, sizi uyarma görevi verilmesine; korunmanız ve belki rahmete ermeniz için Rabbinizden hatırlatma gelmesine şaştınız mı?” (A.Hulusi)

63 – Size korkunç akıbeti haber vermek için ve korunmanız için ve belki rahmete mazhar edilirsiniz diye sizden bir adam vasıtasıyla rabbinizden size bir ihtar geldiğine inanmıyor da taaccüp mü ediyorsunuz? (Elmalı)

Eve ‘acibtüm en caeküm zikrün min Rabbiküm alâ raculin minküm liyünzireküm ve litetteku ve lealleküm turhamun;

İlginç bir soru. Sizi uyarsın, sorumluluğunuzu hatırlatsın ve bu sayede rahmete nail olasınız diye içinizden bir adam eli ile rabbinizden size bir bildiri gelmesine şaşırıyorsunuz ha? Niçin? Niçin şaşırıyorsunuz..!

Şaşırma sırası peygamberde. O da onların şaşırmasına şaşırıyor ve siz niçin şaşırıyorsunuz diyor.

Gerçekten ters yüz olmuş mantığı bu kadar harika bir biçimde dile getiren bir başka cümle kurmak çok zor. Alabora olmuş bir mantığı dile getiriyor. Bu mantığın eşyaya bakarken nasıl ters baktığı, nasıl amuda kalkarak baş yerde ayaklar gökte baktığı çok güzel ele veriliyor. Eğer ters yüz olmuş, alt üst olmuş bir mantıkla bakarsa insan, Allah’ın kendilerini Nuh kavmi gibi, Allah’ın kendilerini bir uygarlığa varis kıldığına şaşmazlar da, Allah’ın kendilerine uygarlık kurmak gibi muhteşem bir nimeti verdiğine şaşmazlar da, Allah’ın kendi içlerinden bir zata peygamberlik verdiğine şaşarlar. Alabora olmuş bir mantık.

Ama dikkatinizi çekiyor mu Hz. Nuh onların kim olduklarını söylemeksizin, onların inançları hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmaksızın kendi konumunu açıklıyor. Önce kendi konumunu kabul etmeleri gerek ki, daha sonra onlara kimliklerini açıklasın. Kendi konumunu kabul etmeden onlara hangi hakikati iletecekti. Onun için onlara öncelikle kendini Allah’ın gönderdiği bir peygamber olarak kabul etmelerini telkin ediyor.

Bu üslup olarak çok dikkat çekici. Nereden nasıl başlanıp nasıl bir yöntem takip edileceğini de gösteriyor bu ayetler. Devam ediyoruz.

64-) Fekezzebuhu feenceynahu velleziyne me’ahu fiyl fülki ve ağraknelleziyne kezzebu Bi âyâtina* innehüm kânu kavmen ‘amiyn;

Onu yalanladılar… (Biz de) Onu ve onunla beraber olanları gemide kurtardık… (Esmâ’nın açığa çıkışı olan) işaretlerimizi yalanlayanları ise boğduk… Muhakkak ki onlar basîretsiz bir toplumdu! (A.Hulusi)

64 – Bunun üzerine onu tekzip ettiler, biz de kendisini ve ma’iyyetinde iman edenleri gemide necâta erdirdik de âyetlerimizi tekzip edenleri gark eyledik, çünkü bunlar basiretleri körelmiş bir kavim idiler. (Elmalı)

Fekezzebuhu en sonunda onu yalanladılar. feenceynahu velleziyne me’ahu fiyl fülki

Kısa geçiyor. Tüm kıssa bundan ibaret değil aslında. Bu kıssalarda Kur’an bize bazı şeyleri vermek istiyor. Bize söylemek istedikleri, istediği hakikatler var ve o hakikatlerle ilgili olan bölümlerini kısa kısa bir alıntı, bir ihtibas halinde aktarıyor. Yoksa Kur’an ın maksadı bize olayın hikayesini ayrıntılarıyla falan anlatmak değil. Kur’an bize tarihin yaptığını yapmıyor. Kur’an bir tarih kitabı değil, ama Kur’an da tarihin özü var. Kur’an ın bize vermek istediği bir öğüt var.

Bizim bakış açımızı bir noktaya çekiyor. Bizim dikkatimizi bir noktaya çekiyor. Bizde bir bakış açısı oluşturmak istiyor Kur’an ve bu bakış açısını oluşturabileceği en kısa en öz hadisenin içerisinden en dikkat çekici noktaları alıp önümüze sunuyor. Yoksa hadisenin, olayın, tarihi olayın tüm ayrıntılarını anlatmıyor. Böyle bir derdi de yok Kur’an ın Onun için hemen sonuca getirdi sözü;

Fekezzebuhu en sonunda onu yalanladılar. feenceynahu velleziyne me’ahu fiyl fülki Bunun üzerine biz de onu ve onunla birlikte gemide bulunanları kurtardık. ve ağraknelleziyne kezzebu Bi âyâtina ayetlerimizi yalanlayanları ise boğulmaya terk ettik.

Bir başka Kur’an ayetinde;

Felemma asefunentekamna minhüm feağraknâhüm ecme’ıyn; (Zuhruf/55)

Ne zaman bizi kızdırdılar onlardan öc aldık diyor. Boğduk hepsini. Daha şedid bir ifade kullanılıyor.

İşte bu hadise ima edilerek burada da Kur’an onların bu feci akıbetini dile getiriyor;

ve ağraknelleziyne kezzebu Bi âyâtina ayetlerimizi yalanlayanları ise boğulmaya terk ettik. innehüm kânu kavmen ‘amiyn; Onlar gerçekten de kör bir toplumdu. Hakikati görmeyen, hakikati görmek istemeyen, gözleri olduğu halde görmek istemeyen, şeytanın gör dediği yerden bakıp Allah’ın gör dediği yerden bakmayan bir toplumdu.

Burada ki haber verilen akıbet tufan dediğimiz hadise. Ki aslında tufan sadece Kur’an ın bize haber verdiği bir tarihsel hadise değil. Kitab-ı Mukaddes de tufanı haber veriyor ve onun dışında Babil, Sümer, eski Yunan, eski Hint, Çin, hatta çok daha ilginç ana kıtaların dışındaki denizde yer alan yeni Gine, Malaya, Burma gibi ada ve ada olmayan kültürler içinde de tufan hadisesi efsanelere bürünmüş bir biçimde de olsa naklediyor. Hatta Amerika yerlileri bile böyle bir hadiseyi yine efsaneye bürünmüş bir biçimde naklediyorlar.

Bu şunu gösteriyor. İnsanlığın ortak hafızası dağıldıktan sonra böyle tarihte insanlığın bir arada bulunduğu bir dönemde yaşanmış olan böylesine büyük ve dehşetengiz bir azap, bir bela insanlığın ortak hafızasında yer etmiş, üzerinden bin yıllar geçmesine rağmen unutulmamış, belki efsaneleşmiş, mitoloji haline gelmiş ve yer yüzünün dört bir tarafına dağılan insanlarca bu hafıza ile birlikte dağılmış. Bu gerçeği gösteriyor.

65-) Ve ila Adin ehahüm Huda* kale ya kavmı’budullahe ma leküm min ilâhin ğayruHU, efela tettekun;

Ad (halkına), kardeşleri Hud’u… (O da): “Ey halkım… Allâh’a kulluk edin… O’nun gayrı ilâhınız yoktur… Hâlâ korunmayacak mısınız?” dedi. (A.Hulusi)

65 – Âd kavmine de kardeşleri Hûd Peygamberi gönderdik, ey kavmim dedi Allaha kulluk edin, ondan başka bir ilâhınız daha yok, hâlâ siz onu azâbından sakınmayacak mısınız? (Elmalı)

Ve ila Adin ehahüm Huda Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik.

İkinci bir pasaja geçti Kur’an. Nuh peygamber ve onun kavmi ile olan ilişkisini kısaca aktardı. Kısaca dedim, çok kısa ki bu tarihi olayları çok çok uzun biçimde aktarıldığı başka Kur’an pasajları da var. Ama buradaki maksadı başka Kur’an ın. Tekrar değil.

Buradaki maksadı Kur’an ın uygarlıkların nasıl yok olduğu. Toplumların ülkelerin nasıl yol olduğu, nasıl bir çözülme ile helake gittiği konusunda örnekler sunuyor. Bu örnekleri tabii ki öncelikle vahyin 1. muhatabı olan Mekke toplumuna sunuyor. Hem peygamber teselli ediliyor böylece, müminler teselli ediliyor, hem de müşriklere akıbetleri haber veriliyor. Bekleyin sizin de akıbetiniz eğer onlar gibi davranırsanız, onların akıbetinden farklı olmayacak deniliyor.

Peygamber de; Sen de Nuh’un, Lut’un, Hud’un, Salih’in bir devamısın. Dolayısıyla onlar nasıl muamele  görmüşse sende öyle muamele göreceksin. Telaş etme, endişe etme deniliyor.

Ama bizim içinde tabii ki bu vahyin, bu mesajın muhatabı sadece Resulallah ve onunla çağdaş olan müminler değil, insanlar değil, Tüm zamanlar ve mekanlarda yaşayan insanlar bu mesajların muhatabıdır. Onun için aynı mesajlar bize de veriliyor. İmanın ve inkarın kavgasının insanlığın en eski kavgası olduğunu ve bu kavganın yeni olmadığını, bu kavganın geçmişte olduğunu, şimdi olacağını ve gelecekte de devam edeceğini.

Asıl olanın bu kavgada,  bu iman ve inkar mücadelesinde. Hakk batıl savaşında nerede yer aldığınız, kimin ardında, kimlerin peşinden gittiğiniz. Nuh’un, Lut’un, Hud’un, Salih’in, İbrahim’in, Musa’nın, İsa’nın ve Muhammed’in A.S. ecmain, hepsine selam olsun, salat olsun. Onların ardından mı, Yoksa Lut kavminin, Ad kavminin, Semud kavminin, müşriklerin, Nemrud’un, firavun’un, Ebu Cehil’in çizgisinin peşinden mi..!

Burada anlatılmak istenen şey aslında tarihin iki yatağıdır. Birinden Nur akar, birinde kir dediği şairin o iki yatak. Bir tarih perspektifi kazandırıyor Kur’an bu kıssalarla.

Ad kavmi dedik. Ad kavmi Ahkaf adıyla bilinir tarihte. Ki Umman ile Hadramed, Hadramud daha sonraki ismi ile, arasında şimdi çöl olan bir bölgede yaşadı. Ki bugünkü Umman devletine doğru güney doğu Arabistan diyebileceğimiz bir noktada.

19. yy. da ki arkeolojik kazılar Kur’an ın verdiği bu haberi teyit eder mahiyette bir çok belge sundu. MÖ.800. yıla ait olduğu tespit edilen bir kitabede Hz. Hud’dan ve kavmin başına gelen beladan ve ona inananlardan söz ediliyor açıkça. Bu kitabe el an da müzelerde korunmakta.

Tevrat’da Ebel olarak geçen peygamberin Hz. Hud olduğu söylenebilir. Ki Hz. Hud gerçek bir Arap, Arab-ül aribe yani sonradan olan bir Arap değil, Arap, Arapların ilk atalarından olduğu kabul edilir.

kale ya kavmı’budullahe ma leküm min ilâhin ğayruHU Ey kavmim dedi, yalnızca Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yok.  efela tettekun; Şu halde hala şirkten sakınmayacak mısınız.

Dert aynı. Tüm peygamberler insanlık şehidi. İnsanlığın mutluluğu için tüm hayatlarını koymuşlar.

66-) Kalel meleülleziyne keferu min kavmihî inna lenerake fiy sefahetin ve inna le nezunnüke minel kazibiyn;

Halkından, hakikat bilgisini inkâr etmekte olan o toplumun ileri gelenleri dedi ki: “Seni çılgınlık içinde görüyoruz… Biz senin yalancı olduğunu zannediyoruz.” (A.Hulusi)

66 – Kavminden o küfre dalmış cumhur cemaat dediler ki: Her halde biz seni bir çılgınlık içinde görüyoruz ve her halde seni biz yalancılardan biri zannediyoruz. (Elmalı)

Kalel meleülleziyne keferu min kavmihî toplumunun küfürde ileri giden seçkinleri dedi ki; inna lenerake fiy sefahetin aynı, mantık değişmiyor. Bakın onlar da ne diyor Hz. Hud’a. Gerçekte biz seni kıt akıllılık içinde, geri zekalılık içinde görüyoruz. ve inna le nezunnüke minel kazibiyn; ve üsteli biz senin yalan söylediğini düşünüyoruz. Dediler.

Peygamberler kendilerini insanlığın mutluluğuna adamış aşk fedaileridir dostlar. Şu kahrı, şu sıkıntıyı sırf  tevhid davası uğruna çekebilmek kolay mı sanıyorsunuz. Toplumunun gözünde deli muamelesi görmek, bir peygamberken herkesin deli gibi baktığı biri olarak görülmek..! Buna katlanmak kolay mı sanıyorsunuz.

İnsan olmak en soylu anlamına peygamberler de ulaştı. İnsan olmak dediğinizde, insan olmanın en soylu anlamı kimde cisimleşti diyorsanız peygamberlere bakın. Katlandıklarına bakın. Onlar insanlığın aynası idi. Sefiller o aynada kendilerini gördüler. Geri zekalılar kendilerini gördüler. Peygamber aynasında aslında kendilerini gördüklerini bilmeden kendilerinin hükmünü veriyorlardı.

Mümin de o peygamberin her çağdaki devamcısı olan müminlerde çağlarının aynası olacaklardır. Bakanlar kendilerini göreceklerdir.

67-) Kale ya kavmi leyse Biy sefahetün ve lakinniy Rasûlün min Rabbil alemiyn;

(Hud) dedi ki: “Ey kavmim… Bir çılgınlık yok bende… Fakat ben, Rabb-ül âlemîn’den bir Rasûlüm.” (A.Hulusi)

67 – Ey kavmim, dedi: Bende hiç bir çılgınlık yok lâkin ben rabbül’âlemîn tarafından bir Resûlüm. (Elmalı)

Kale ya kavm ey kavmim dedi. leyse Biy sefahetün aynen Nuh peygamberin üslubu. Karşı suçlamaya yönelmiyor, yargılamayı reddediyor sadece beni yargılamayın, yanlış yargıda bulunuyorsunuz diyor. Ben kıt akıllı biri değilim. ve lakinniy Rasûlün min Rabbil alemiyn; asıl ben Alemlerin rabbinden bir elçiyim.

68-) Übelliğuküm risalati Rabbiy ve ene leküm nasıhun emiyn;

“Rabbimin irsâl ettiklerini size tebliğ ediyorum… Ben sizin için güvenilir bir öğüt vericiyim.” (A.Hulusi)

68 – Size rabbimin risaletlerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için emin bir nasıhım. (Elmalı)

Übelliğuküm risalati Rabbiy size rabbimin mesajlarını tebliğ ediyorum. ve ene leküm nasıhun emiyn; Ve ben Allah’ın sizin için gönderdiği güvenilir bir nasihatçiyim. Diyor.

69-) Eve ‘acibtüm en caeküm zikrun min Rabbiküm alâ racülin minküm li yünzireküm* vezküru iz ce’aleküm hulefae min ba’di kavmi Nuhın ve zadeküm fiyl halkı bestaten, fezküru alâAllâhi lealleküm tüflihun;

“Sizi uyarmak için, sizden bir adama Rabbinizden bir öğüt gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın, düşünün ki sizi, Nuh halkından sonra halifeler kıldı ve sizi, yaratılışta, donanımınız bakımından kat kat fazlalığa kavuşturdu… Allâh nimetlerini hatırlayıp değerlendirin ki, kurtuluşa eresiniz.” (A.Hulusi)

69 – Sizi inzar etmek için içinizden bir adam vasıtasıyla size rabbinizden bir ihtar geldiğine inanmıyor da teaccüb mü ediyorsunuz? Düşünün ki o sizi kavmi Nuh’tan sonra hulefa kıldı ve size hilkatte ziyade bir inbisat verdi, o halde Allahın nimetlerini unutmayıp zikredin ki felâh bulabilesiniz. (Elmalı)

Eve ‘acibtüm en caeküm zikrun min Rabbiküm alâ racülin minküm li yünzireküm Biraz önce Nuh peygamberin şaşırdığı şeye bu da şaşırıyor. Daha doğrusu onların şaşkınlıklarının ne kadar yersiz bir şaşkınlık olduğunu dile getirip onları kendi sakat mantıkları ile vuruyor ve diyor ki; sizi uyarsın diye içinizden bir adam eli ile rabbinizden size bir bildiri gelmesine şaşırıyorsunuz. Niçin? Niçin şaşırıyorsunuz diyor.

vezküru iz ce’aleküm hulefae min ba’di kavmi Nuhın ve zadeküm fiyl halkı bestaten bari Nuh kavminin ardından sizi nasıl medeniyet varisi kıldığını ve yaratılış bakımından sizi nasıl üstünlüklerle takviye ettiğini hatırlayın. Nimeti hatırlatıyor. Önceki kavmin arkasından medeniyet kurucu rolünü üstlendiklerini ve bu rolü onlara Allah’ın verdiğini unutmamalarını hatırlatıyor.

Alabora olmuş ve küfre saplanmış zihnin açmazı bu işte dostlar. Kendilerine uygarlık kurmasını bahşetmesine şaşırmazlar da Allah’ın, Kullarından birine peygamberlik bahşetmesine şaşırırlar. Adem’e şaşırmazlar da, İsa’ya şaşırırlar. Öyledir alabora olmuş zihin. Alabora olmuş zihinle bakınca nedense, Kur’an a hayran olmazlarda ekstre bir mucize beklerler. İşte alabora olmuş zihin bu.

fezküru alâAllâhi lealleküm tüflihun; Artık Allah’ın nimetlerini unutmayın ki ebedi kurtuluşa erebilesiniz.

Kurtuluş, ayette şükür ve zikir olarak naklediliyor. Allah’ın nimetlerini bilmek ve O’na şükretmek ve unutmamak. Burada ki zikir, sürekli hatırda tutmak, sürekli Allahlı olmak anlamına.

70-) Kalu eci’tena lina’budAllâhe vahdeHU ve nezere ma kâne ya’büdü abaüna* fe’tina Bima te’ıdüna in künte mines sadikıyn;

Dediler ki: “TEK olan O Allâh’a kulluk edelim, babalarımızın tapınmakta olduklarını bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğru söylüyorsan, bizi tehdit ettiğini getir (görelim)!” (A.Hulusi)

70 – Ya, dediler: sen bize yalnız Allaha tapalım atalarımızın tapa geldiklerini bırakalım diye mi geldin, eğer sadıklardan isen haydi bizi tehdit edip durduğun o azâbı başımıza getir görelim. (Elmalı)

Kalu dediler ki; eci’tena lina’budAllâhe vahdeHU ve nezere ma kâne ya’büdü abaüna sen bize bir tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapa geldiği şeyleri bırakmamız için mi geldin dediler.

Hakikatin tek delili, görüyorsunuz değil mi. Alabora olmuş, sapmış bir zihin için hakikatin tek delili babalar, atalar, kıdem, yani “İstikrar” Onun için peygamberler eskimez yeniyi temsil ediyorlardı ve babalarını hakikatin delili olarak gören tüm sapkın kavimler, eskimez yeniyi temsil eden peygamberlere karşı ölümüne karşı geldiler. Ölümüne onlarla mücadele ettiler.

Onlar hakikatin tek ölçütünün kendilerini üzerinde buldukları şey. Atalarının devam ede geldiği şey olduğunu zannediyorlardı.

Onlar yanlış anlayabileceklerini, babalarının da yanlış anlayabileceğini, sapıtabileceklerini, babalarının da sapabileceğini hiç akıllarına getirmek istemiyorlardı. İçerisinde bulundukları o güzellikleri Allah’tan değil de atalarından aldıklarını düşünüyorlardı. Bir ataperest olmuşlardı. Onun içinde Kur’an hep oraya ateş ediyor. İnsanın gelişimini engelleyen bu temel hastalığa, bu sosyal hastalığa ateş ediyordu.

fe’tina Bima te’ıdüna in künte mines sadikıyn; bırak ta doğru sözlü biri isen haydi getir bizi tehdit edip durduğun azabı. Dediler.

71-) Kale kad veka’a aleyküm min Rabbiküm ricsün ve ğadab* etücadiluneniy fiy Esmâin semmeytümuha entüm ve abaüküm ma nezzelAllâhu Biha min sültan* fentezıru inni me’aküm minel müntezıriyn;

(Hud) dedi ki: “Gerçek ki Rabbinizden, üzerinize bir azap fırtınası ve gadab (şirk hâli) oluşmuş bile! (Var olduklarına dair) Allâh’ın hiçbir delil inzâl etmediği; (sadece) sizin ve babalarınızın taktığı asılsız tanrı isimleri hakkında benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (A.Hulusi)

71 – İşte, dedi, üzerinize rabbinizden bir azab fırtınası bir gadab indi, siz bana sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hakkında mücadele mi ediyorsunuz? Allah onlara hiç bir zaman öyle bir hakkı saltanat indirmedi artık gözetin ben de sizinle beraber gözetenlerdenim. (Elmalı)

Kale Hud dedi ki; kad veka’a aleyküm min Rabbiküm ricsün ve ğadabun

Çok çok harika. Bakın değerli dostlar, bakın peygamberin cevabına. Ne dedi biliyor musunuz, rabbinizden bir ceza olarak üstünüze çökmüş bir iğrençlik ve gazabın içindesiniz zaten. Yani siz hangi belayı arıyorsunuz ey sapkın kavim.

Allah’a meydan okuyan asi mantığa tokat gibi bir cevap Kur’an dostları, sevgili dostlar. Her çağda geçerli bir cevap. Sizin bu haliniz en büyük beladır diyor peygamber. Siz zaten belanızı bulmuşsunuz, Allah’tan hangi belayı istiyorsunuz. Allah’tan ve anlamdan mahrumiyet en büyük bela değil mi demek istiyor.

Kendinizi yitirmiştiniz, kendinizi kaybetmişsiniz, kendinizle tanışmamışsınız, Allah’la tanışmamışsınız, kendinize yabancılaşmış, hakikate yabancılaşmış, eşyaya yabancılaşmışsınız ve Allah’a kul olacağınız yere eşyaya kul olmuşsunuz. Kendinizi alçaltma pahasına eşyayı yüceltmişsiniz. Şimdi bundan büyük bela mı olur ki siz Allah’tan ekstra bir bela istiyorsunuz. Demek istiyor bu aziz peygamber.

etücadiluneniy fiy Esmâin semmeytümuha entüm ve abaüküm ma nezzelAllâhu Biha min sültan Şimdi Allah’ın haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve atalarınızın yücelttiği isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz.

fentezıru inni me’aküm minel müntezıriyn; o halde bekleyin. Gerçek şu ki ben de sizinle birlikte bekleyeceğim. Siz bekleyin, ne olacağını ben de bekliyorum. Siz benim akıbetimi merak ediyorsunuz, asıl ben sizin akıbetinizi merak ediyorum. Asıl ben, Allah nasıl muamele edecek onu merak ediyorum.

72-) Feenceynahu velleziyne me’ahu Bi rahmetin minna ve kata’na dabiralleziyne kezzebu Bi âyâtina ve ma kânu mu’miniyn;

(Biz de) Onu ve onunla beraber olanları, rahmetimizle kuşatarak kurtardık… Âyetlerimizi yalanlayanların ise kökünü kestik… Onlar iman etmediler. (A.Hulusi)

72 – Bunun üzerine kendisini ve maiyetindekileri mahza tarafımızdan bir rahmet ile necâta erdirdik de o âyetlerimizi tekzip edip iman etmeyenlerin kökünü kestik. (Elmalı)

Feenceynahu velleziyne me’ahu Bi rahmetin minna Nihayet katımızdan bir rahmet eseri olarak onu ve onunla birlikte olanları kurtardık. ve kata’na dabiralleziyne kezzebu Bi âyâtina ve ma kânu mu’miniyn; ve ayetlerimizi yalanlayıp inanmamakta direnenlerin ise kökünü kazıdık.

Tabii bu kök kazıma diğer örneklerde olduğu gibi, hemen önceki Nuh peygamber örneğinde olduğu gibi, daha sonra gelecek Salih peygamber örneğinde olduğu gibi fiziki ve ani bir bela, bir gazaba delalet etmeyebilir. Ki burada zaten böylesine somut, müşahhas bir olayda anlatılmıyor. Uygarlıklar ille de ani bir bela ile değil, muhtemelen bu örnekte olduğu gibi iç çürüme, toplumsal yozlaşma, ahlaki yozlaşma sonucunda kendi kendine çürüyerek te yok olurlar. Onun için burada böyle bir misal de verilmiş. Gibi duruyor.

73-) Ve ila Semude ehahüm Saliha* kale ya kavmi’budullahe ma leküm min ilâhin ğayruHU, kad caetküm beyyinetün min Rabbiküm* hazihi nakatullahi leküm ayeten fezeruha te’kül fiy Ardıllahi ve lâ temessuha Bi suin feye’huzeküm azâbün eliym;

Semud’a da kardeşleri Sâlih’i (irsâl ettik)… (O da): “Ey halkım! Allâh’a kulluk edin… O’nun gayrı bir ilâhınız olamaz… Size Rabbinizden apaçık bir kanıt geldi… İşte şu Allâh’ın dişi devesi sizin için bir mucizedir! Bırakın onu, Allâh’ın yeryüzünde yesin! (Sakın) ona bir kötülük düşünmeyin! Aksi takdirde acı bir azaba düşersiniz!” dedi. (A.Hulusi)

73 – Semûd kavmine de kardeşleri Salih Peygamberi, ey kavmim! Dedi: Allaha kulluk edin, ondan başka bir ilâhınız daha yok, işte size rabbinizden açık bir mucize geldi, bu, Allahın nâkası size bir âyet, bırakın onu Allâhın Arzında otlasın, sakının ona bir fenalıkla dokunmayın ki sonra elîm bir azâba uğrarsınız. (Elmalı)

Ve ila Semude ehahüm Salihan Semud’a da kardeşleri Salih’i gönderdik. Semud’lu nebatiler ki tarihsel olarak varlığı başka belgelerde de tespit edilmiş bir kavimdir. Ad soyundan gelirler ki 2, Ad denilir onun için bunlara. Yunan ve roma kaynakları Semud’un tarihsel varlığını teyit ederler. MÖ. 715 tarihli sargon kitabesi Semud lulardan söz eder. Aristo, Ptolemi ve filimi de Semudiyeden söz ederler ki buradan yola çıkarak Kur’an ın verdiği bu bilginin başka kaynaklarca da teyit edildiği anlaşılıyor.

kale ya kavmi’budullahe ma leküm min ilâhin ğayruHU ey kavmim dedi, yalnızca Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yok.

kad caetküm beyyinetün min Rabbiküm Doğrusu rabbinizden size açık ve net bir tanık gelmiştir.

hazihi nakatullahi leküm ayeten İşte Allah’a ait olan bu dişi deve bir semboldür sizin için.

Nakatullah Adeta Allah’a ait demekle kamu malı demek arasında çok yakın bir ilişki olsa gerek. Çünkü hemen ayetin devamında fiy Ardıllah Allah’ın arzı, Allah’ın yeri, Allah’ın arazisi diyor. Aynı onun gibi Allah’ın devesi, Allah’ın arazisi, yani kamu malına bir dikkat çekiş var. Sahipsiz sanılan her canlı ve cansızın sahibi, aslisi vardır. O da Allah’tır dercesine adeta.

Kadim zamandan beri Arap halkının muhayyilesinde yaşayan bu tarihi hadise, belki tefsirlerimiz inde katkılarıyla biraz efsanevi bir niteliğe bürünmüş olsa da, aslında hadisenin temelinde Allah’ın bu kavmi denemek için bir deveyi sembol olarak kullandığını görüyoruz.

fezeruha te’kül fiy Ardıllah o halde diyor peygamber, Salih peygamber; Bırakın onu Allah’ın arzında otlasın.

Bu toplum azgın bir toplum sahipsiz olan her varlığa işkence eden bir toplum. Sahipsiz sanan Allah’ın onun sahibi olduğunu unutan bir toplum. Onun için böyle bir bela, böyle bir imtihana tabi tutuluyorlar.

ve lâ temessuha Bi suin feye’huzeküm azâbün eliym; sakın ona bir kötülük yapayım demeyin yoksa sizi elem verici bir azap yakalar.

74-) Vezküru iz ce’aleküm hulefae min ba’di âdin ve bevveeküm fiyl Ardı tettehızune min sühuliha kusuran ve tenhıtunel cibale buyuta* fezküru alâAllâhi ve lâ ta’sev fiyl Ardı müfsidiyn;

“Hani sizi, Ad’dan sonra halifeler kıldı ve sizi arzda yerleştirdi… Ovalarından köşkler ediniyor ve dağlarını da yontup evler oluşturuyorsunuz! (O hâlde) Allâh’ın bu nimetlerini hatırlayıp düşünün; bozguncular olarak yeryüzünde taşkınlık yapmayın.” (A.Hulusi)

74 – Ve düşünün ki o, sizi Âd’den sonra hulefa yaptı ve bu Arzda sizi yerleştirdi, düzlüklerinden köşkler ediniyorsunuz ve dağlarından evler yontuyorsunuz, artık hep Allahın eltafını zikredin de yer yüzünü fesadcılıkla berbat etmeyin. (Elmalı)

Vezküru iz ce’aleküm hulefae min ba’di âdin

Yine bu peygamber de kendisinden önceki peygamberler gibi Allah’ın bu topluluğa olan lufunu dile getiriyor;

Hem hatırlayın Ad ın ardından sizi nasıl uygarlığa mirasçı kıldığını Allah’ın. ve bevveeküm fiyl Ard ve yeryüzünde sizi nasıl yerleştirdiğini hatırlayın.

Çok önemli dostlar. Ben yaptım ile Allah nasip etti…! İşte o farkı burada dile getiriyor.

tettehızune min sühuliha kusuran ve tenhıtunel cibale buyuta siz ki onun düzlüklerinde köşkler inşa ediyor, dağlarında evler oyuyordunuz.

Evet, Kuzey batı Arabistan da yer alan bu bela artığı geçmiş uygarlığın kalıntısı şu anda da halen durmaktadır değerli Kur’an dostları. Ki bunlara; Medain- i Salih ismi veriliyor. Bugün oradaki antik kaya evler, kaya saraylar ve mezarlardan kalıntılar hala bu belaya uğramış kavimden geriye bir ibret vesikası gibi durmakta.

fezküru alâAllâhi ve lâ ta’sev fiyl Ardı müfsidiyn; Hatırlayın Allah’ın nimetlerini de yeryüzünde bozgunculuk yapıp kargaşa çıkarmayın.

75-) Kalel meleülleziynestekberu min kavmihi lilleziynes tud’ıfu limen amene minhüm eta’lemune enne salihan murselün min Rabbih* kalu inna Bi ma ursile Bihi mu’minun;

(Sâlih’in) halkı içindeki kendini beğenmiş ileri gelenleri, aralarında zayıf durumda bulunan iman edenlere: “Sâlih’in, Rabbinden irsâl olmuş biri olduğuna iman ediyor musunuz?” dediler… (Onlar da): “Doğrusu biz onunla irsâl olunana (sanki bize irsâl olmuşçasına) iman edenleriz” dediler. (A.Hulusi)

75 – Kavmi içinden kibirlerine yediremeyen cumhur cemaat o hırpalanmakta olanlara, onlardan iman eden kimselere, siz, dediler, Salih’in hakikaten rabbi tarafından gönderilmiş olduğunu biliyor musunuz? Biz, dediler: doğrusu onun gönderildiği şeye müminleriz. (Elmalı)

Kalel meleülleziynestekberu min kavmihi lilleziynes tud’ıfu limen amene minhüm toplumun güçsüz kalmasını isteyen, daha doğrusu güçsüz kalması istenilenlerine karşı büyüklük taslayan seçkinleri, içlerindeki inananlara dediler ki, ki burada Kur’ani iki kavram çok önemli. Müstekbirler ve Mustazaflar. Ezenler ve ezilenler. Sömürenler ve sömürülenler. Alttakiler ve üsttekiler. Üsttekilerin mantığının tarih boyunca değişmediğini, hep alttakilerin omuzları üzerine basarak yükseldiklerini ima eden iki Kur’ani kavram.

eta’lemune enne salihan murselün min Rabbih Siz Salih’in rabbi katından gönderildiğine inanıyor musunuz şimdi. Diye soruyorlar o yönetici seçkinler.

kalu inna Bi ma ursile Bihi mu’minun; Onlar, kesinlikle inanıyoruz Onun getirdiklerine dediler.

Ezilenler, mazlumlar peygamberlerin ilk ve doğal müttefikleridir sevgili dostlar. Hakikatin de öyle, İslam’ın doğal müttefiki tüm toplumlar içerisinde alttakiler olmuştur. Müstekbirler, baş kaldıranlar, büyüklenenler, büyüklük taslayanlar, İslam’a en son teslim olanlar olmuşlardır genellikle.

76-) Kalelleziynestekberu inna Billeziy amentüm Bihi kafirun;

O kendini beğenmiş kibirliler: “Gerçek ki, biz sizin o iman ettiğinizi, inkâr edenleriz” dediler. (A.Hulusi)

76 – O kibirlerine yediremeyenler doğrusu, dediler: biz o sizin iman ettiğiniz şeye kâfirleriz. (Elmalı)

Kalelleziynestekberu Büyüklük taslayanlarsa şöyle dediler. inna Billeziy amentüm Bihi kafirun; Biz, sizin emin olduğunuz şeyi hiçte inandırıcı bulmuyoruz.

77-) Fe’akarun nakate ve ‘atev an emri Rabbihim ve kalu ya salihu’tina Bi ma te’ıdüna in künte minel murseliyn;

(Derken) dişi deveyi vahşice boğazladılar, Rablerinin emrine itaattan çıktılar ve: “Ey Sâlih… Eğer Rasûllerden isen, bizi tehdit ettiğin azabı getir” dediler. (A.Hulusi)

77 – Derken o nâkayı tepelediler ve rablerinin emrinden tuğyan ettiler ve dediler ki: Hey Sâlih, sen gerçek mürselînden isen bizi tehdit etmekte olduğun azâbı getir görelim. (Elmalı).

Fe’akarun nakate ve ‘atev an emri Rabbihim en sonunda dişi deveyi işkence ile, vahşice boğazladılar ve rablerinin buyruğuna karşı geldiler.

İşkenceyle, vahşice boğazladılar anlamını verdim akaru ya. Akara, boğazlamadan önce hayvan kaçmasın diye bacaklarını kırmak, dizlerini eklem yerlerinden kesmek gibi gerçekten hayvana işkence olan işlemlere verilen Arapça bir isim, Arapça bir sözcük. Onun için akr daha doğrusu.

Bundan yola çıkarak Allah’ın mahlukata şefkat ve merhameti nasıl özendirdiğini ve bu kavmin en büyük isyanının da mahlukata şefkat ve merhametinin olmayışını bu örnek olay dile getiriyor.

ve kalu ya salihu’tina Bi ma te’ıdüna in künte minel murseliyn; Üstelik dediler ki; Ey Salih eğer peygamberlerden biri olduğun gerçekse haydi getir bize şu kendisi ile korkuttuğun şeyi, azabı.

 78-) Fe ehazethümür recfetü fe asbehu fiy darihim casimiyn;

Onları çok şiddetli bir deprem yakaladı… Yurtlarında göçüp öldüler! (A.Hulusi)

78 – Bunun üzerine onları «o recfe» tutuverdi vatanlarında çöke kaldılar. (Elmalı)

Fe ehazethümür recfetü derken gürültülü bir sarsıntı onları yakalayıverdi. Gürültülü bir sarsıntı recfe, patlamalı bir sarsıntı da diyebiliriz biz buna. Yani deprem olabilir, volkanik bir patlama olabilir ya da ikisi birden olabilir. Ki bu ülke çok kısa bir zaman önce patlamalı bir sarsıntının ne anlama geldiğini bizzat yaşayarak körfez depreminde öğrendi.

fe asbehu fiy darihim casimiyn; ve kendi yurtlarında cansız donakaldılar.

79-) Fetevella anhüm va kale ya kavmi lekad eblağtüküm risâlete Rabbiy ve nesahtü leküm ve lâkin lâ tuhıbbunen nasıhıyn;

(Sâlih de) onlardan yüz çevirdi ve: “Ey halkım… Andolsun ki Rabbimin risâletlerini size tebliğ ettim ve size nasihat ettim; fakat siz, hayrınıza konuşanları sevmiyorsunuz” dedi. (A.Hulusi)

79 – Döndü de onlardan ey kavmim! Dedi: ben size rabbimin risaletini tamamıyla tebliğ ettim ve nasihat ettim, hayrınıza çalıştım ve lâkin nasihat edenleri sevmezsiniz. (Elmalı)

Fetevella anhüm va kale ve Salih onları ardında bırakırken şöyle mırıldandı. ya kavmi lekad eblağtüküm risâlete Rabbiy ey kavmim doğrusu rabbimin mesajlarını tebliğ etmiştim. ve nesahtü leküm ve size öğüt vermiştim. ve lâkin lâ tuhıbbunen nasıhıyn; fakat siz öğüt verenleri hiç sevmediniz, hiç sevmiyorsunuz.

80-) Ve Lutan iz kale li kavmihi ete’tunel fahışete ma sebekaküm Biha min ehadin minel alemiyn;

Lût… Hani kavmine dedi ki: “Geçmişte, dünyada hiç kimsenin yapmadığı o çirkin fiilleri mi yapıyorsunuz?” (A.Hulusi)

80 – Lût Peygamberi der ki bir vakit kavmine, dedi: Sizden evvel âlemlerden hiç birinin yapmadığı şenaatı siz mi yapıyorsunuz? (Elmalı)

Ve Lutan Lut’u da gönderdik. iz kale li kavmihi hani o toplumuna şöyle çıkışmıştı. ete’tunel fahışete ma sebekaküm Biha min ehadin minel alemiyn; Sizden önceki toplumlardan hiç birinin yapmadığı düzeyde bir densizliği siz mi işleyip duracaksınız. Demişti.

Hz. İbrahim’in yeğeni olan Hz. Lut’un kıssası en ayrıntılı biçimde Hud suresinde ele alınıyor. Artık tarihe mal olan bugünkü Lut gölünün yerindeki Sodom kentinin tarihinden söz ediliyor bu ayetlerde. İnsan tabiatına aykırı çirkin bir fuhuş tarzının, homoseksüelliğin yaygın olduğu bu topluluğun nasıl bir belaya çarptırıldığını ve Lut peygamberin bu ahlaksızlığı önlemek için nasıl bir çaba gösterdiğini işte bu ayetlerden öğreniyoruz.

81-) İnneküm lete’tuner Ricale şehveten min dunin nisa’* bel entüm kavmün müsrifun;

“Siz, kadınları bırakıp erkeklerle yatıyorsunuz! Hayır siz, sınırları aşan bir toplumsunuz!” (A.Hulusi)

81 – Hakikaten kadınları geçip de şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Yok siz pek müsrif bir kavimsiniz. (Elmalı)

İnneküm lete’tuner Ricale şehveten min dunin nisa’ siz ki kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. bel entüm kavmün müsrifun; Yo..! siz sahiden haddi aşan bir topluluksunuz.

82-) Ve ma kâne cevabe kavmihi illâ en kalu ahricuhüm min karyetiküm* innehüm ünasün yetetahherun;

Toplumunun cevabı ancak: “Çıkarın onları şehrinizden… Çünkü onlar (bu işlerden) arınmış insanlar” demek oldu. (A.Hulusi)

82 – Kavminin ise şöyle demelerinden başka cevabı olmadı: çıkarın bunları memleketinizden, çünkü bunlar eteklerini çok temiz tutan insanlar. (Elmalı)

Ve ma kâne cevabe kavmihi illâ en kalu ama kavminin cevabı şundan ibaret oldu. Evet dostlar. Ahlaksızlık ahlaka hiçbir zaman tahammül edememiştir. Dün de böyle idi, bugün de böyle.

min karyetiküm geçiyor şu okuduğum cümlede yurdunuzdan diyor. Demek ki Hz. Lut bir göçmen imiş, ki o tarihi bir vakıa. Göçmen bir yabancı olduğu ima ediliyor gibidir burada.

ahricuhüm min karyetiküm sürüp çıkarın yurdunuzdan onları, innehüm ünasün yetetahherun; besbelli bunlar piru pak insanlarmış. Böyle bir de dalga geçiyorlar. Yani bunlar temiz adamlarmış, çıkarın diyorlar.

Burada kötüler iyileri sürüp çıkarıyorlar. Sürgün aslında sadece kötülerin iyileri sürüp çıkarması değil, aynı zamanda ağaçların yeni çıkardığı fidelere de verilen isim. İyilerin kötüleri terk etmesine de hicret adını veriyoruz. Her hicret bir sürgünün sonucu değil midir:

83-) Feenceynahu ve ehlehu illemraetehu, kânet minel ğabiriyn;

Onu ve Onun inananlarını kurtardık… Karısı hariç! O gelmeyip, yere göçenlerden oldu! (A.Hulusi)

83 – Biz de onu ve ehlini kurtardık, ancak karısı kalıb yere geçenlerden oldu. (Elmalı)

Feenceynahu ve ehlehu bunun ardından onu ve yakınlarını kurtardık. illemraetehu, kânet minel ğabiriyn; Ne ki eşi geride kalanlardan biri oldu. Evet öz eşi. Hz. Lut’un öz eşi, peygamber eşi geride kaldı kurtulamadı.

Bu anekdotu Kur’an bize niye verir? Bir bilinç oluşturmak için verir. Unutmayın ki Kur’an da Nuh’un kafir olan oğlundan, Hz. İbrahim’in kafir olan babasından ve Firavunun Müslüman olan eşinden ve Hz. Peygamberin müşrik amcasından söz edilir. Bütün bunlar bir Kur’ani ilkeyi insan zihnine yerleştirmek içindir. İman sizin özgür eylem ve tercihinizin sonucunda Allah’ın bir hidayeti ile ulaştığınız bir değerdir. Babadan, anneden, amcadan geçen ya da onlara geçecek olan bir şey değildir.

84-) Ve emtarna aleyhim metara* fenzur keyfe kâne akıbetül mücrimiyn;

Onların üzerine azabı bir yağmur gibi yağdırdık (volkan patlaması olduğu rivayet edilir)! Bir bak, suçluların sonu nasıl oldu! (A.Hulusi)

84 – Ve üzerlerine bir azab yağmuru yağdırdık, işte bak mücrimlerin akıbeti nasıl oldu. (Elmalı)

Ve emtarna aleyhim metaran sonunda sağanak gibi bir bela yağdırdık üzerlerine.

fenzur keyfe kâne akıbetül mücrimiyn; Gör ki günaha gömülüp gidenlerin sonu nice olurmuş.

Rabbimizden günaha gömülüp gitmeyecek bir hayat niyaz ediyoruz. Rabbimizden ona adanmış bir ömür niyaz ediyor, bizi Salihlerin, Nuh’un, Lut’un, Salih’in ve onların nebilerin çizgisinden gidenlerden kılmasını niyaz ediyoruz.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Ağustos 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın