RSS

İslamoğlu Tef. Ders. TEVBE SURESİ (061-080)(64)

30 Eyl

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Sevgili Kuran dostları, bugün dersimize Tevbe suresinin 61. ayeti ile devam edeceğiz. Geçen dersimizde 60. ayet, zekatın verileceği 8 sınıfla ilgiliydi ve kısaca onu açıklamıştık. Aslında zekat bahsi de içinde olmak üzere bütün bu pasajların içinde bulunduğu tevbe suresi, hicretin 9. yılında pey der pey 3 ayrı mahalde, 3 ayrı sebebe binaen nazil olmuş ve o yılın özelliklerini yansıtan bir sure. Onun içinde bugün işleyeceğimiz ayetleri anlamak için gayret sarf ederken, anlatırken ve anlarken daima göz önünde bulunduracağımız şey, bu ayetlerin zaman ve zemin içinde hangi yerde durduğu olgusudur.

“BismillahirRahmanirRahıym”

61-) Ve minhümülleziyne yü’zünen Nebiyye ve yekulune huve üzün* kul üzünü hayrin leküm yu’minu Billâhi ve yu’minu lil mu’miniyne ve rahmetün lilleziyne amenû minküm* velleziyne yü’zûne RasûlAllâhi lehüm azâbün eliym;

Onlardan bazıları da En Nebi’ye (Hz.Rasûlullâh’a) eziyet ederler ve: “O, her duyduğuna (aldığı vahye) inanan biri” derler… De ki: “Size hayır ulaşsın diye (vahye) kulak verendir! Esmâ’sıyla onların hakikati olarak Allâh’a iman eder, iman edenlere inanır ve sizden iman etmişlere de bir rahmettir”… Allâh Rasûlünü incitenlere gelince, onlar için acı bir azap vardır. (A.Hulusi)

61 – Yine içlerinden öyleleri var ki Peygamberi incitiyorlar ve «o her söyleneni dinler bir kulak» diyorlar, de ki: sizin için bir hayır kulağıdır, Allaha inanır, müminlere inanır ve iman edenleriniz için bir rahmettir, Allahın Resulünü incidenler için ise elîm bir azab vardır. (Elmalı)

Ve minhümülleziyne yü’zünen Nebiyye ve yekulune huve üzünün Yine o iki yüzlüler, münafıklardan söz ediliyordu yukardan beri. Özellikle 59-58-57. ayetler. Münafıkların tavır ve tabiatları üzerine bir takım tespitler yapıyordu. İşte onlara atıf olarak bu ayette görülüyor ki, yine o iki yüzlüler aslında; “her sözü dinleyen son bir kulaktır o” diyerek peygamberi rencide eden kimseler vardı. Ne diyorlar, üzünün. Kulak. Tabii ki bunu bir alay konusu yaparak söylüyorlar. Onu tahkir olarak söylüyorlar. Küçümseme ve istihza olarak söylüyorlar. Ama Resulallah’ın kulak olması, iki ayaklı bir kulak olması gerçekte ne anlama geliyor.

Aslında insana verdiği değerin, insanı kaale almanın, insanı önemsemenin bir ifadesi olarak Resulallah, sözü olan herkesin sözünü dinliyordu. Neden mi, çünkü o yıllar önce, Mekke döneminin sonlarında bu konuda kesin bir Kuranî ilkeyle bağlanmıştı. İşte o ilkede müminlerin özellikleri, özellikle akıllı insanların özellikleri sayılırken şöyle buyruluyordu;

Elleziyne yestemi’unel kavle feyettebi’une ahseneh (Zümer/18)

Bu ayette; Onlar sözün tamamını dinlerler fakat en güzeline, en iyisine uyarlar.

Bu harikulade ilke. İnsanlık yaşadıkça yaşayacak olan ve insanlığın en değişmez değerlerinden birini teşkil eden bu harika ilke, Resulallah’a yıllar önce bir talim olarak adeta gönderilmiş, o da bununla amel etmişti. Davranışlarını, tavırlarını bu ilkeye göre belirlemişti. O sözün tamamını dinler, yalnızca güzeline uyardı. Konuşan kim olursa olsun, isterse bir çocuk olsun kendisine seslenen birini duyduğunda başını dönmemek şöyle dursun, yalnızca başını bile çevirmez, yalnızca omuzlarını çevirmez, bütün vücudunu kendisi ile konuşan kimseye çevirirdi. İsterse bir çocuk olsun. Böylesine bir saygı, böylesine insana değer verme. İşte bunun için onu suçlama konusu yaptı ikiyüzlüler. O bir kulaktır. Dediler.

kul üzünü hayrin leküm De ki; Öyle ama sizin için hayırlı bir kulaktır. Tamam kulaktır, dinliyor. Fakat onun dinlemesi sizin hayrınıza. O sizi dinlemeyebilirdi. Ama bu size değer vermediği anlamına da gelirdi o zaman. Onun için siz kendi hayrınıza olan bir şeyini mi eleştiriyorsunuz. Şimdi siz kimi, neyle suçluyorsunuz. Suçladığınız konuyu iyi düşündünüz mü. Siz Muhammed A.S. ı iyi bir insan olmakla mı suçluyorsunuz. Aslında böyle bir paradoksa dikkat çekiyor.

Bu itham sadece Resulallah’ın dinlemesini değil, geçmiş müfessirler arasından her dinlediğine, her duyduğuna inanması biçiminde yorumlanmış. Bir takım rivayetlerin yedeğinde fakat bu bir meziyet olamaz. Her duyduğuna inanmak akıllı insanların işi olmaz, olamaz. Onun için Resulallah her duyduğuna inanan değil, ama konuşanı dinleyen, sözü olanı dinleyen, söze kulak veren bir insan. Onun için böyle bir yaklaşımın doğru olması mümkün değildir.

Fakat bu ithamın altında şöyle bir vahyin kaynağına yönelik şöyle bir itham da yatıyor. Olabilir ki bu yorum doğru bir yaklaşımdır; O vahyin kaynağına yönelik olarak tabii bu itham, O bir takım sanrılar duyuyor, haşa halisünasyonlar görüyor, kendisine vahiy geldiğini sanıyor. Onun içinde gördüğü bu halisünasyonlar tabi,i ki haşa vahiy sanıyor biçiminde vahyin kaynağını inkara yönelik ciddi bir itham olması mümkündür ki, bir boyutuyla da öyle gözüküyor.

yu’minu Billâhi ve yu’minu lil mu’miniyne ve rahmetün lilleziyne amenû minküm Allah’a inanır, müminlere ise güvenir, ki yani peygamber. Kuran diyor ki O Allah’a inanır yu’minu Billâhi ve yu’minu lil mu’miniyn müminlere ise güvenir. ve rahmetün lilleziyne amenû minküm üstelik içinizden imanda sebat edenler için bir rahmet, bir merhamet pınarıdır. Bir merhamet denizidir. Aslında ayetin bu cümlesi, önceki cümleleri daha bir açıkladı. Neden dinler sorusuna o Allah’a iman ettiği için müminlere de güvenir.

Aslında burada ilginçtir iman tem teolojik, akidevi anlamıyla iman etmek hem de ahlaki anlamıyla güvenmek. İki anlamıyla birden ifade edilmiş. Hem iman hem güven, hem inan demektir. İnançtır, ama güvendir de. Kişi Allah’a iman ediyorsa, güvendiği için iman eder. Bu Allah’a güveniyorum demektir aynı zamanda.

Fakat bugünkü insanın, günümüz Müslüman’ının imanı böyle bir iman mıdır. Belki günümüz mümininin em büyük açmazı, en büyük problemi, güvenmediği Allah’a iman ediyor görünmesidir. Bu iman, iman olmamaktadır. Bu iman getirisi olmayan bir imana dönüşmektedir. Bu iman sahibine hayretmemektedir. Çünkü Allah’a güvenmeden. İman iddiasında bulunmak aslında gerçekten çok boş bir iddia olur. “Ya rabbi sana inanıyorum, fakat güvenmiyorum.” Diyen bir insan düşünebiliyor musunuz.

Aslında böyle demiyor ama, tavır ve davranışları tamamen bunu gösteriyor. Güvenmediğini gösteriyor. “Ya rabbi sen benim için en güzelini düşünürsün. Senin rızana ram oldum. Benim için ne takdir buyurmuşsan, ben de onu dilemek istiyorum. Senin, benim için istediklerini ben de istemek istiyorum.” Diyebilmek. Güvenmek işte bu. Onun için Allah’a böylesine iman etmiş bir mümin, müminlere de inanır, güvenir. İnanır ve güvenir çünkü güvenilmeyi ister. Başkalarından güven bekleyen, başkalarına güvenmek durumundadır.

velleziyne yü’zûne RasûlAllâhi lehüm azâbün eliym; Allah’ın elçisini rencide edenlere gelince, onları pek acı bir azap beklemektedir.

Bu ithamın vahyi bir sanrı, bir halüsinasyon, bir yalancı görüntü, yalancı duyum, sahte duyum gibi algılayan, anlayan münafıkların Resulallah’a aslında bir hakaretleri, onu rencide eden vahyin kaynağına yönelik bu itham, onu rencide eden bir itham olarak nitelendiriliyor. Çünkü münafık, maskeli insan, mümin gibi göründüğü halde yüreğinde inkarı taşıyor. Yüreğinde taşıdığı bu inkar, aslında vahyin kaynağına olan güvensizliktir.

62-) Yahlifune Billâhi leküm liyurduküm* vAllâhu ve RasûluHU ehakku en yurduhu in kânu mu’miniyn;

Gönlünüzü hoş etmek için, Esmâ’sıyla onların hakikati olan Allâh namına yemin ederler… Eğer iman edenler olsalardı, (bilirlerdi ki) razı edilmesi gereken (Esmâ’sıyla hakikatleri olan) Allâh ve Rasûlü’dür! (A.Hulusi)

62 – Size gelirler rızanızı celp etmek için Allaha yemin ederler, eğer bunlar mümin iseler daha evvel Allahın ve Resulünün rızasını düşünmeleri icap eder. (Elmalı)

Yahlifune Billâhi leküm liyurduküm Onlar sizi hoşnut etmek için size Allah adına yeminler ederler. Onlar; iki yüzlüler. Sizi hoşnut etmek için liyurduküm bu çok önemli. Kimi hoşnut etmek için, eğer Allah’ı hoşnut etmek için dvransalardı münafık olmayacaklardı. Fakat ilginç olan şu ayette, insanı hoşnut etmek için Allah adına yemin ediyorlar. Burada herkesi kullanmak gibi iğrenç bir tavır sergiliyorlardı. Allah’ın adını sahtekarlıklarında bir imza olarak kullanıyorlar, bir belge olarak. Öbür taraftan Allah adına yemin ederken insanı razı edip Allah’ı düşünmüyorlar. Yani Allah’ın gördüğüne iman eden biri, Allah adına insanı razı etmeye yemin eder mi.

O halde münafıklığın temelinde en büyük problem aslına Allah inancına yöneliktir. Münafığın yüreğinde Allah inancı yaralanmıştır. Onun için münafıktır. Onun için,

İnnel münafikıyne fidderkil’ esfeli minennar (Nisa/145)

Ateşin en tabanında, en aşağısında yer bulmıştur Kuran’ın ifadesiyle.

vAllâhu ve RasûluHU ehakku en yurduhu in kânu mu’miniyn; Oysaki daha öncelikli bir görevleri var, Allah’ı hoşnut etmek, O’nun elçisini de tabii ki yürekten inançlarsa eğer.

Çok hoş bir nükte var burada vAllâhu ve RasûluHU ehakku en yurduh sözcüğünün, ibaresinin sonunda bir zamir var. Bu zamir tekil bir zamir. Hu, O. Fakat kendisinden önce iki isim var. Allah ve Resul. Fil kurallarına göre bu zamirin tekil değil, tensiye, ikili zamir olması, yani en yurduhum olması gerekirdi fakat çok ilginçtir, dil kurallarını zorlayan bir yapıda gelen bu ayet, tevhit ilkesi üzerinde ki aşırı hassasiyetin çok tipik örneklerinden biridir. Allah ve Resulü tabii ki daha layıktır, ama kim razı edilmelidir? Allah.

Oradaki Hu tekil zamiri kendisinden önce Resul ve Allah isimleri olmasına rağmen hemen önceki Resule değil, daha önceki, dil kurallarını da aşan bir kuralla, daha önceki yani, dil de akaide, dilde tevhide bağlıdır. Dolayısıyla tevhid kuralı dil kuralının üzerine çıkarak o zamir doğrudan Allah’a gider. Dolayısıyla şunu görüyoruz burada, çok hassas, Kuran tevhit ilkelerini korumada çok hassas. Orada Resulallah’ı da razı etmeyi içine alan bir ikili zamir kullansa ne lazım gelir diyebilirsiniz. Ne olur diyebilirsiniz. Ama bize bir şeyi öğretiyor, bize bir hassasiyeti öğretiyor. Yani insan eyleminin tek amacının Allah olması gerektiği ve peygamberin eylemlerinin amacının da Allah rızası olduğunu. Dolayısıyla peygamberi önder olan müminlerin de tek hedef olarak rızayı ilahi’yi hedef edinmelerini öğütlüyor.

Burada hemen bir şeyi hatırlatıyor bana. Bir sahih hadiste Resulallah’ın kendisini ve Allah’ı aynı zamir içinde anan bir adamı nasıl azarladığını ve bir daha bir zamir içinde Allah ile beni aynı zamirde anma diyerek nasıl azarladığını Hatırlıyorum. Demek ki rabbimizin verdiği bu mesaj üzerinde Resulallah’ta titriyor ve bu konuda etrafındaki insanları uyarıyor.

Ne olur ki sorusu yine sorulabilir. Hiçbir şey olmayabilir. Ama unutmayalım geçmiş toplumlar, geçmiş ümmetler bu konuda gevşeklik gösterdikleri için peygamberlerini, azizlerini, velilerini putlaştırdılar. Aslında bu sevgili efendimizin;

– “Beni yerimden etmeyin, beni insan ve elçi. Kul ve elçi olarak görün.” Fe innema ena abdun ben yalnızca bir kulum. Fe kulu Abdullahi ve rasuluhu..! Deyin ki Allah’ın kulu ve elçisi. (Buhari, hudut, 31 vd) mesajına denk düşüyor.

in kânu mu’miniyn; Evet, tabii ki yürekten inanıyorlarsa. Böyle yapsınlar. Sırf Allah’ı gözetsinler, Allah’ın rızası için yapsınlar.

İnsan bir eylemi yaparken iki soru sorar. Ya el ne der, ya Allah ne der. Eğer Allah ne der yerine falan ne der, insanlar ne der sorusunu onu nakzeder biçimde geçirmişse, Allah’ın ne dediği önemli değil ama insanların ne der dercesine, insanların ne diyeceğini Allah’ın ne diyeceğinin önüne almışsa o insan tanrısını değiştirmiş demektir. O insan eylemlerinin ufkuna Allah yerine insanı yerleştirmiştir. Bu böylesine büyük bir tehlikedir.

63-) Elem ya’lemu ennehu men yuhadidillâhe ve RasûleHU feenne lehu nare cehenneme haliden fiyha* zâlikel hızyül azıym;

 Hâlâ bilmediler mi ki, kim Allâh ve Rasûlüyle zıtlaşırsa, onun için sonsuza dek yaşayacağı cehennem ateşi vardır… İşte aziym rüsvalık budur! (A.Hulusi)

63 – Ya, henüz şunu bilmediler mi?. Her kim Allah ve Resulüne yarış etmeğe kalkarsa ona muhakkak Cehennem ateşi var ebedi onda kalmak üzere, işte rüsvalığın büyüğü o. (Elmalı)

Elem ya’lemu ennehu men yuhadidillâhe ve RasûleHU feenne lehu nare cehenneme haliden fiyha yoksa onlar bunu bilmiyorlar mı ki; Kim Allah’a ve O’nun elçisine karşı gelirse işte o, içinde daimi kalmak üzere cehennem ateşine atılır. zâlikel hızyül azıym; en dehşet onursuzluk ta budur.

Zâlikel hızyül azıym; en dehşet onursuzluk, en dehşet..! hızyül azıym; daha nasıl olsun. Neden Allah rızasının yerine insan rızasını geçirmek en dehşet onursuzluk oluyor ki? Diye sorabilirsiniz. Allah rızasının yerine insan rızasını geçirirseniz, kendi hemcinsinizi tanrılaştırmış olursunuz. Bu sadece tanrılaştırdığınıza zulmetmek anlamına gelmez. Bu en büyük zulmü kendinize, yani tanrılaştırana yapmış olur. Kendinize yapmış olursunuz. Çünkü tanrılaştırdığınızın altında ezilirsiniz. Eğer insanı Allah yerine koymaya kalkarsanız zihin ufkunuzda, hayat tasavvurunuzda, bilinç ufkunuzda siz artık kategorik olarak altına düşersiniz.

Dolayısıyla ya taşı, ya eşyayı, ya parayı, ya şöhreti tanrılaştıranlar, kategorik olarak, onur olarak onun da altında dururlar. Çünkü hiçbir zihin tanrılaştırıldığı ile yan yana durmaz. Kendisini mutlaka onun aşağısına koyar. İnsanı tanrılaştıran, kendisini insanlıktan etmiştir. Taşı tanrılaştıran, serveti tanrılaştıran, servetin aşağısına düşmüştür. Onun için bu onursuzluk, bu en büyük bu en dehşet onursuzluk değil de nedir?

64-) Yahzerul münafikune en tünezzele aleyhim suretün tünebbiühüm Bi ma fiy kulubihim* kulistehziu* innAllâhe muhricün ma tahzerun;

 Münafıklar, kalplerinde olanı onlara haber veren bir sûrenin üzerlerine inmesinden çekinirler! De ki: “Eğlenin bakalım! Muhakkak ki Allâh o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkartır.” (A.Hulusi)

64 – Münafıklar bütün kalplerindekilerle kendilerini haber verecek bir Sûrenin tepelerine inmesinden çekinirler, de ki eğlenin. (Elmalı)

Yahzerul münafikune en tünezzele aleyhim suretün tünebbiühüm Bi ma fiy kulubihim iki yüzlüler, kendileri hakkında kalplerinde olanı sana haber veren bir sure inmesinden endişe ediyorlar. Bakınız, bizim için bir sure iner diye de endişe ediyorlar.

Peki, o halde bunlar nasıl münafık, vahye inanıyorlar mı yoksa. Eğer sure indirileceğinden endişe içindeyseler vahye inanıyor olamazlar mı? Hayır. İnanmıyorlar. Fakat bu endişenin kaynağı, indirilecek surenin Allah’tan gelmiş olması falan değil, siyasi ve sosyal sonuç olarak kendilerini mahkum edecek olması. Yoksa onlar Allah’ın kendilerine ne diyeceğini kaale almıyorlar. Çünkü onlar Allah’ın rızasını gözetmiyorlar. Yukarıda öğrendik bunu. Allah bizim için ne der sorusunu sormuyorlar. İnsanların gözünde mühürlenmek istemiyorlar. Onun için bu yorumumu destekleyecek olan ayetin devamını okuyalım,

kulistehziu* innAllâhe muhricün ma tahzerun; De ki; Alay edin bakalım, nasıl olsa Allah korktuğunuzu başınıza getirecektir. Demek ki onlar alay ediyorlardı. Bizim için bir sure inmesinden korkuyoruz düşüncesinde olan, böyle bir endişe taşıyan bu insanlar, aslında bu düşünceleriyle bir yandan da alay ediyorlardı. Neresi alaydı bunun? Eğer böyle bir sure indirilmiş olsa, bak bak yine kendi kendine konuştu, kendi kendine duydu, onu da bize iletiyor diye lanse edecekler ve öyle bakacaklardı hadiseye. Tabii ki böyle bir surenin inmiş olması durumunda Resulallah’ın ve gerçek müminlerin gözünde mahkum olmaktı onları korkutan. Sosyal ve siyasal sonuçları itibarıyla korkuyorlardı. Yoksa vahyin kaynağına itimat ettikleri ve inandıkları için değil. Ki 61. ayette bu kaynağı açıkça inkar eden kendileri idi. Allah’ın kendileri için ne dediğiniz değil, siyasal ve sosyal sonucuna bakıp kendilerini bekleyen kötü akıbetten endişe ediyorlardı.

65-) Ve lein seeltehüm le yekulünne innema künna nehudu ve nel’ab* kul ebillâhi ve âyâtiHİ ve RasûliHİ küntüm testehziun;

 Kendilerine sorarsan kesinlikle şöyle derler: “Biz yalnızca lafa dalmış, şakalaşıp eğleniyorduk!” De ki: “Esmâ’sıyla hakikatiniz olan Allâh ile; O’nun işaretleri ve O’nun Rasûlü ile mi alay edip duruyordunuz!” (A.Hulusi)

65 – Şayet kendilerine sorsan «biz, sırf lâfa dalmış şakalaşıyorduk» derler, de ki: siz, Allah ile, âyetleriyle Peygamberiyle mi eğleniyordunuz?(Elmalı)

Ve lein seeltehüm le yekulünne innema künna nehudu ve nel’ab dönüp kendilerine sorsan elbet diyecekler ki; innema künna nehudu ve nel’ab kendimizi lafa kaptırmıştık, eğleniyorduk, hepsi bu. İnnema, hepsi bu diyecekler. Tabii ki bu ibareyi okuyunca bunun tarihsel bir arka planı olduğu hemen anlaşılıyor.

Bu arka plan Tebük seferinde, sefere bir takım gerekçelerle katılmış olan iki yüzlülerin, Resulallah ve ashabıyla dalga geçmeleri idi. Onlar çeşitli vesilelerle iki yüzlülüklerini ortaya döküyorlar. Aslında iki yüzlünün en büyük meziyeti, “İçindeki pisliği gizleyebilmektir.” Ama onlar bazen yüreklerinde ki bu pisliği ağızlarından taşırıyorlardı. İşte o taşanlardan biri, bize gelen rivayetlere göre; Bak, bak diyorlardı, boyuna posuna, gücüne kuvvetine bakmadan Kocaaa..! Dünya devleti Roma’nın üzerine yürüyor. Olacak iş mi bu. Canına susamış diyorlardı.

İşte buna benzer bir takım alay sözcükleri kullanıyorlar be tabii ki kendilerinin yüzlerine vurulunca, bir şekilde Resulallah’a ulaşınca kendilerini şöyle savunuyorlardı. “Biz şakalaşıyorduk, biz lafa dalmıştık, biz boş boğazlık yapıyorduk. Onun için mazuruz, bizi affet.” Diyorlardı iş ortaya çıkınca. Kuran burada şu soruyu soruyor;

kul ebillâhi ve âyâtiHİ ve RasûliHİ küntüm testehziun; De ki; Allah’la, O’nun ayetleriyle ve O’nun elçisi ile mi eğlenip duruyorsunuz. Siz kiminle alay ettiğinizin farkında mısınız. Allah’la, O’nun ayetleriyle, O’nun elçisiyle dalga geçiyorsunuz, alay ediyorsunuz. Şimdi buna mı mazeret bulmaya çabalıyorsunuz.

Biraz önce de açıklamaya çalıştığım gibi Tebük seferinde ki bu boşboğazlıkları, yüreklerinde sakladıkları o kini, o küfrü, o nefreti bazen ağızlarından taşırıyorlar ve bu da Resulallah’ın kulağına gidince kendilerini böyle savunuyorlardı.

Tabii burada Allah’ın ayetleriyle mi dalga geçiyorsunuz sorusu çok anlamlı. Allah’ın resulüyle alay ediyorlardı. Allah’la alay etmek nasıl oluyordu? Allah’ın Resulüyle alay, Allah’la alay anlamına alınıyor. Kuran düşüncesinin sistematiği böyledir. Çünkü onun için hep kalıp olarak Allahu ve resuluhu, Billahi ve Resulihi gibi gelir. Neden öyle gelir? O Resulün sonunda ki “He”,  “O” zamiri; Elçiye hakaret, elçiyi gönderene hakaret anlamına gelir. Bu kalıbın sürekli bu halde gelmesi; Elçiye zeval olmaz. Elçiye zeval, elçinin gönderildiği kapıyadır. Elçiye yapılan her türlü muamele, elçiyi gönderene yapılan muameledir.

Onun için doğrudan Allah’a hakaret etmeleri gerekmez, eğer O’nun elçisine, O’nun adına gelen, sırf O’nun verdiği görevle gelen, salt O’nun hizmetinde olan elçiye yaptıkları muamele, Allah’a yaptıkları muameledir. Onun için bu anlaşılabilir şey de bu Kuran düşünce sistematiği içinde hep böyledir. Allah ve Resuluhu kalıbı geldiğinde anlayacaksınız ki, Resuluhu nun Allah’a mukarin olarak, yan yana, bitişik olarak gelmesinden maksat, o fiilin iyi ya da kötü, Resulallah’a karşı yapılmış olan o fiilin, Allah tarafından kendisine yapılmış gibi algılanması olarak anlaşılır.

Peki, burada ve âyâtiHİ ne oluyor? Ayetleriyle de alay ediyorlar. İşte 61. ayette, hemen üstteki ayetlerde ifade etmeye çalıştığımız, onların; Kuran’ın kaynağına ilişkin kuşkuları üzünün, kulaktır. Kuran’ın kaynağının ilahi olduğuna inanmıyorlar. O kaynağa ilişkin kuşku serdediyorlar. O kaynağın ilahi olduğu hakkın da herhangi bir imanları yok, inançları yok. Onlar o kaynağa atfedilen tüm haberleri; Resulallah’ın bir takım duyumları, bir takım hissi duyumları olarak algılıyorlar ve onun içinde Allah’ın ayetleriyle dalga geçiyorlar. Allah tarafından onların bu tavırları böyle isimlendiriliyor.

66-) Lâ ta’teziru kad kefertüm ba’de iymaniküm* in na’fü an taifetin minküm nüazzib taifeten Bi ennehüm kânu mücrimiyn;

 Mazeret beyan etmeyin! İmanınızdan sonra gerçekten hakikat bilgisini inkâr eden oldunuz! Bir kısmınızı affetsek bile, suçlarında ısrarlı olmaları sebebiyle diğerlerine azabımızı yaşatacağız. (A.Hulusi)

66 – Beyhude itizar etmeyin, iman ettiğinizi söyledikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz, içinizden bir kısmını af edersek bir kısmını cürümlerinde ısrar ettiklerinden dolayı azabımıza uğratacağız. (Elmalı)

Lâ ta’teziru kad kefertüm ba’de iymaniküm Bahane üretmeyin, boşuna mazeret aramayın. Lâ ta’teziru hayır, bahaneye gerek yok. kad kefertüm ba’de iymaniküm doğrusu siz inandığınızı açıkladıktan sonra küfre saptınız. Bunu yaptınız. İnandıktan sonra anlamı verebiliriz eğer yüzeysel bir bakışla bakarsak. Ama kendi bağlamı içinde düşündüğümüzde inandığınızı açıkladıktan sonra anlamını vermek çok daha doğru olur. Çünkü onlar önceden inanıyor olsalardı eğer, vahyin kaynağı hakkında kuşku duymazlardı.

Fakat münafıklar tek tip değil. Münafık tipolojisi farklı farklı. Hatta nifak şiddetleri de aynı değil. İflah olacak münafıklar olduğu gibi, iflah olmaz münafıklarda var. Artık yürek hastalığı tamamen yüreği kaplamış ve tedavisi mümkün olmayan, tam nifakı içselleştirmiş, nifak kendisine isim olmuşlar var, işte münafık onlara denir asıl. Bir de münafık, tam münafık olmamış ama yüreği hastalanmış, gidip gelen Nüazzip Kuram’ın ifadesi ile, zıplayan, oraya buraya gidip gelen, La ilahe ile, vela ilahe ilah. Ne oradan, ne oradan olan, bir orada, bir orada gözüken tipler, ki onlar da nifakın içine boylu boyunca gömülmüş olmamalarına rağmen hastalıklı olanlar. Mümkündür ki tedavileri olabilir. Kuran ilerde bunu da ayıracak.

in na’fü an taifetin minküm nüazzib taifeten  Evet, ilerde değilmiş, şimdi ayırıyormuş, hemen gelmişiz. Bir kısmınızı bu suçtan dolayı affetsek bile, bir kısmınızı suçu savunmalarından dolayı cezalandıracağız.

İşte biraz önce söylediğim o nifaka gömülüp gidenler, boylu boyunca gömülenler, kalbi artık ölmüş olanlarla, kalbi hastalıklı olup tedavisi mümkün olanları Kuran’da böyle ayırıyor. Bir kısmı tevbe etme imkanına sahip ve dolayısıyla affedilebilir. Ama bir kısmı bu imkandan bile mahrum. Çünkü geri dönülemeyecek kadar artık gömülmüşler. Onun için neden öyle;

Bi ennehüm kânu mücrimiyn; çünkü suçu savunuyorlar. Ben, mücrimiyn sözcüğünü suçlular biçiminde çevirmek yerine suçu savunanlar biçiminde çevirdim. Çünkü isimleştirilmiştir, bir vasfın birine isim olarak verilmesi, artık suçu, cürm, suç anlamına gelen Cürm’ü içselleştirmiş, onu bir tabiat haline getirmiş, artık suçluluk onun ayrılmaz bir parçası olmuş demektir. Tabii ayrılmaz bir parçası olunca insanın suç, artık suçu savunmaya başlar. Çünkü kendisini savunması, suçu savunmasıdır. O nedenle suçu savunanlar çevirisi daha doğru gibi gözüküyor.

67-) Elmünafikune vel münafikatü ba’duhüm min ba’d* ye’mürune Bil münkeri ve yenhevne anil ma’rufi ve yakbidune eydiyehüm* nesullahe fenesiyehüm* innel münafikıyne hümül fasikun;

 Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir… Allâh hükmüne göre olumsuz şeyleri emrederler, olumlu olanları da engellerler; cimrilik yaparlar… Allâh’ı unuttular; bunun sonucu onları unuttu! Muhakkak ki münafıklar, fâsıkların (inançları bozulmuşların) ta kendileridirler. (A.Hulusi)

67 – Münafıkların erkekleri de, kadınları da birbirlerinin tıpkıdırlar, münkiri emir, maruftan nehy ederler ve ellerini sıkı tutarlar, Allah’ı unuttular da Allah da onları unuttu, hakikat Münafıklar hep fasıktırlar. (Elmalı)

Elmünafikune vel münafikatü ba’duhüm min ba’d İki yüzlü erkeklerle iki yüzlü kadınların hepsi birbirine benzerler. Bir daha okuyayım; Elmünafikune vel münafikatü ba’duhüm min ba’d iki yüzlü erkekler ve iki yüzlü kadınların tümü birbirine benzerler. Elbette öyledir. Bunun tefsire ihtiyacı da yoktur. İki yüzlülüğü içselleştirmiş, iki yüzlülüğü tabiatı haline getirmiş insanlara bakınız, birbirinin tıpatıp benzeri olduğunu, aynı şeylere aynı tepkileri verdiklerini, aynı etkilere aynı tepkileri verdiklerini görürsünüz.

Hatta, benzer dili kullandıklarını, dünyaya, eşyaya, hayata ve Allah’a bakış açılarının aynı olduğunu. Yaralarının aynı olduğu için, nasıllarının da aynı olduğunu ve o nasıllara bakınca biri şarkta diğeri garpta, biri güneyde diğeri kuzeyde olsa dahi, aynı savunmaya geçtiklerini görürsünüz.

Hatta öyle benzerler ki, münafık yüzleri dahi birbirine benzer. Bakınca Abdullah bin Ubey bin Selül’i görmüş gibi olursunuz ve İçinizin gölgelendiğini hemen anlarsınız. Öylesine birbirine benzer.

ye’mürune Bil münkeri ve yenhevne anil ma’rufi ve yakbidune eydiyehüm işte evrensel münafık standartlarını koydu Kuran. Daha doğrusu fâş etti, çözdü.

Neymiş evrensel münafık standartları? Kötü ve yanlış olanı önerir, iyi ve doğru olanı önlerler. Kötü ve yanlış önerirler. Kötü ve yanlışı emrederler. Eğer ellerine emir yetkisi geçerse, bunu dayatırlar. Yani bunun Anadolu dilindeki ifadesi; taşları bağlarlar, köpekleri salarlar. Bunun bir başka ifadesi; Doktorları gıyabında mahkum ederler, mikropları ise yayarlar, serbest bırakırlar. Onlar hastalık yayan bir mikrop gibidirler. Kötülüğü savunurlar ve iyiliği önlemeye çalışırlar. İşte uluslar arası nifak standardı ve devam ediyoruz, devam ediyor ayet, daha ne yaparlar; Ve iyilik için ellerini oynatmazlar. ve yakbidune eydiyehüm iyilik için ellerini oynatmazlar.

Şimdi hemen burada 71. ayete, yani gelecek olan henüz tefsirini yapmadığımız 71. ayetteki Mümin tanımına dikkatinizi çekeceğim o ayet gelince. Bunun tan tersi o. Müminin tanımının tam tersi Münafık. Çok ilginç. Onun için mümin ve münafık ters kutuplarda duruyorlar. Davranış açısından davranış sosyolojisi açısından, psikolojik davranış ve tavır açısından tam ters gruplarda duruyorlar. Birinin iyi dediğine öbürü kötü diyor. Birinin olumlu baktığına öbürü olumsuz bakıyor. Yani hayatı algılayışları, hayat tasavvurları zıt.

Münafığın hayat tasavvuru, ters dönmüş bir tasavvurdur. O hakikati alabora etmiş, onun için yıldızlara kızıyor, küçük görünüyorlar diye. Küçük görüyorum demiyor, gözümden demiyor. Camdan bak diyorsunuz, cama bakıyor, ama camdan bakmıyor. Dolayısıyla ne görüyorsun diyorsunuz, camdaki ufak lekeleri size söylüyor. Oysa siz bakıyorsunuz, camdan baktığınız için bambaşka bir şey görüyorsunuz. O ise camdan bakmayıp cama baktığı için daha başka bir şey görüyor. O camı görüyor, siz ise camın arkasını, camın gösterdiğini. Onun için de anlaşamıyorsunuz. Aynı şeyleri görmüyor, aynı şeylere bakmıyorsunuz ve dolayısıyla o güzelliğe elini uzatamıyor. Çünkü camdan o canım ormanı görmedi ki, cama baktı. Siz görüyorsunuz, ona ulaşabilmek için elinizi uzatıyorsunuz. O ise onu görmüyor ve uzatmıyor.

nesullahe fenesiyehüm Onlar Allah’ı göz ardı ettiler, bu yüzden Allah’ta onları gözden çıkardı.

Evet, yine evrensel nifak standartlarının sırrını çözüyor., deşifre ediyor Kuran ve tüm çağlar boyunca münafıkların, birbirine benzeyen münafıkların benzeme noktalarını müminlere açıklarken, onlar Allah’ı göz ardı ettiler diyor. Yukarıda söylemişti, Allah’ın rızası yerine insanların rızasını gözetiyorlardı. İnsan rızasını eksen alıyorlardı. Onun için burada Onu Allah’ı unutmak biçiminde niteliyor Kuran. Allah’ı göz ardı ettiler diye çevirdim ben. Tabii ki Allah’ta onları gözden çıkardı. Allah’ta onları unuttu, metnin tam yalınkat tercümesi böyle ama bu metni açtığınızda kendisini göz ardı edenlerin gözden çıkarıldığını anlıyoruz.

 innel münafikıyne hümül fasikun; gerçekte sapkınlar, işte bunlar, bu münafıklardır. Bendeniz bu ibareden yola çıkarak Kuran’ın, hastalığa gömülüp giden ve artık tedavisi mümkün olmayan münafıklarla, tedavisi mümkün olup nifak mikrobu isabet etmiş olan, ama tedavisi da mümkün olanları bir kez daha ayırdığı gibi bir sonuca ulaşıyorum. Gerçekte sapkınlar işte bunlar, bu münafıklardır derken, münafıkların içerisinden hiç tedavi kabul etmeyen ve iyice sapan yani, fasikun dediği.

Aslında yoldan sapmak anlamından daha öte, fıtrattan sapan, yaratılışlarına yabancılaşan, artık konuldukları zeminin yok olduğu, Allah’ın kendilerini koyduğu yerde durmayan, formatlanmış olan tabiatlarını bozan ve yeni bir format ile, şeytani bir format ile formatlanan dolayısıyla artık tedavi de kabul etmeyen bir tip. İşte onlar için hem münafık, hem fasık ifadelerini kullanıyor Kuran.

Burada Tebük seferine çıkarken beşeri korkular, beşeri endişeler duyanlarla, bir de yüreğinden vahye karşı gelenler, hesap yapanlar, içinde kin besleyip ağzına kadar kin tutanlar ayrılmış oluyor.

Beşeri zaaflar olabilir, mümkündür. Hatta müminde nifak alametleri olabilir. Mümin yalan söyleyebilir, bu bir nifak alametidir. Hani peygamberimiz;

– Âyetü’l- münâfıkı selâsün.  Diyor ya, Münafığın alametleri 3 tür.

İzâ haddese, kezebe. Konuştuğu zaman yalan söyler.

 

– Ve izâ veade ahlefe. Vaat ettiği zaman, söz verdiği zaman sözünden döner, cayar.

 

– Ve ize’ tümine hâne. Bir şey emanet etseniz, emanete ihanet eder.

Bu üç alamet bulunan kimse, örneğin emanete riayet etmeyen bir kimse münafıktır denilmez. Nifak alameti vardır denilir. Nifak alameti olmakla, o alametin olduğu kimsenin münafık olması ayrı ayrı, farklı farklı şeylerdir. Riya bir şirk alametidir, ama riyakâra müşrik denmez. Yalan bir nifak alametidir fakat yalancıya münafık denmez. Birine nifakı isim olarak vermek için onun tüm boyutlarıyla iflah olmaz bir biçimde nifakı bir tabiat olarak giymesi ve biraz önce de söylediğim gibi Allah’ın yaptığı formatı bozması gereklidir.

68-) VaadAllâhul münafikıyne vel münafikati vel küffara nare cehenneme halidiyne fiyha* hiye hasbühüm* ve leanehümullah* ve lehüm azâbün mukıym;

 Allâh, erkek ve kadın münafıklara da, hakikat bilgisini inkâr edenlere de, onda sonsuza dek yaşamak için cehennem ateşini vadetmiştir… Bu onlara yeterlidir… Allâh onlara lânet etmiştir (Esmâ bileşimlerindeki Rahıymiyetten mahrumdurlar)… Onlara aralıksız yaşayacakları bir azap vardır. (A.Hulusi)

68 – Allah, Münafıkların erkeğine, dişisine ve bütün kâfirlere ebedî olarak Cehennem ateşini vaat buyurdu o onlara yeter, Allah onları rahmeti sahasından uzaklaştırdı ve onlar için mukim bir azab var. (Elmalı)

VaadAllâhul münafikıyne vel münafikati vel küffara nare cehenneme halidiyne fiyha Allah, iki yüzlü erkeklerle iki yüzlü kadınlara ve inkarını açıkça ortaya koyanlara; içinde daimi kalmak üzere ateşini vat etmiştir.

Burada dikkat buyurursanız eğer, buradaki münafıklar, hemen üstteki ayetin sonunda, yoldan iyice sapmış olan ve nifakı içselleştirmiş olan, tabiat haline getirmiş olan ve dolayısıyla aslında kafir olup yüzüne mümin maskesi geçiren kimselerdir. İşte onlar için daimi bir cehennem vaadi söz konusudur. hiye hasbühüm o dur onların payına düşen, ve leanehümullah  daha, daha beteri Allah onları rahmetinden dışlamıştır. Allah’ın lanet etmesi, rahmetinden dışlamasıdır, kovmasıdır. Lanetli olmak için Allah’ın rahmetinden mahrum bırakılmak yeterlidir. ve lehüm azâbün mukıym; Dolayısıyla onlar sürekli bir azaba mahkum olacaklardır.

69-) Kelleziyne min kabliküm kânu eşedde minküm kuvveten ve eksera emvalen ve evlada* festemteu Bi halâkıhim festemta’tüm Bi halâkıküm kemestemtealleziyne min kabliküm Bi halâkıhim ve hudtüm kelleziy hadu* ülaike habitat a’malühüm fiyd dünya vel ahireti, ve ülaike hümül hasirun;

 Sizden önceki kimseler gibi (tıpkı)… Onlar kuvvet olarak sizden çok daha güçlüydüler… Zenginlik ve evlatlar itibarıyla (sizden) daha çoktular… Nasipleri kadarıyla dünya nimetlerinden faydalandılar… Sizden öncekilerin kendi nasipleriyle faydalandıkları gibi; siz de kendi nasibinizle faydalandınız; onların daldıkları gibi siz de daldınız! İşte bunların dünyada da, gelecekte de yaptıkları boşa gitmiştir… İşte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (A.Hulusi)

69 – Sizden evvelkiler gibi ki kuvvetçe sizden daha çetin, mal ve evlâtça sizden daha çok idiler de dünya hayatından kısmetleriyle zevk sürmeğe bakmışlardı, o sizden evvelkiler kısmetleriyle nasıl zevk sürmek istedilerse siz de öyle kısmetinizle zevk sürmeğe baktınız, siz de o batağa dalan gibi daldınız, işte bunların Dünya ve Âhirette bütün amelleri heder oldu ve işte bunlar hep o hüsran içinde kalanlardır. (Elmalı)

Kelleziyne min kabliküm De ki onlara; “Sizde tıpkı sizden önceki iki yüzlüler gibisiniz. Sizden önceki inkarcılar gibisiniz dahası.” Yani hem erkekli ve dişili birbirlerine benzerler yatayına, hem de uzunluğuna, tarih içerisinde nesiller arasında bir benzerlik görürsünüz demeye getiriyor Kuran. İnsanlık boyunca imanın tabiatı değişmediği gibi, inkarın da tabiatı değişmez demektir bu. Bunun açıklaması odur. Onun için biraz önce nifakın evrensel standartlarından söz etmiştim.

Tabii ki imanın da evrensel standartları vardır. Dolayısıyla nifakın evrensel standardı derken geçmiş kuşakların inkarı, küfrü ve nifakı da, bugünkü kuşakların nifakından öz itibarıyla farklı değil. İşte bu ayet bu gerçeğe, değişmeyen, insanlık içerisinde nifakın, küfrün tabiatının zaman ve zeminle değişmediğine bir atıf. Burada iki yüzlüler tabii ki maskesiz halleri ile teşhir ediliyorlar. Hemen devamında ayetin asıl bu söyleniyor.

kânu eşedde minküm kuvveten ve eksera emvalen ve evlada onlar kuvvet bakımından sizden daha güçlüydüler. Servet ve sayıca daha fazlaydılar.

Evet, maske düştü. Yani burada maskesiz bir biçimde muhatap alıyor Kuran, ve kafir olarak, yani maskesini sıyırarak gösteriyor münafığı. Vahiy diyor ki; Geçmişin inkarda direnenlerine nasıl muamele gösterdiğimizi görmediniz mi. Yani o toplumların başına gelenler, sizin maskenizin olmasına rağmen, sizin de başınıza gelecek. Eğer maske takarak siz geçmiş inkarcıların akıbetinden kurtulmak istiyorsanız, demek istediği açıkça şu ayetin, maskenizi indirmek Allah için zor değil. İşte bu ayetler de maske sıyırma operasyonudur onu söylüyor.

festemteu Bi halâkıhim Çok ilginç, çok temel bir değere atıf yapıyor ve gerçekten tarih boyunca tüm inkarın hayat bakışını, hayata bakış açısını, hayat anlayışını da tasavvurunu şu birkaç cümle ile harikulade özetliyor. festemteu Bi halâkıhim fakat bu dünyadan paylarına düşenle safa sürmeyi seçtiler. Onlar geçmişte bu dünyada paylarına düşenle safa sürdüler.

festemta’tüm Bi halâkıküm kemestemtealleziyne min kabliküm Bi halâkıhim sizde kendi payınızla safa sürmeyi seçtiniz. Tıpkı sizden öncekilerin paylarına düşenle safa sürmeyi seçtikleri gibi. Metin yalın kat bir haber taşımıyor aslında, tavır eleştirisi yapıyor. Onun içinde bu metni tercüme ederken, meallendirirken bendeniz seçim yüklemi üzerine inşa etmeye çalıştım. Seçim sözcüğünü yüklem olarak metnin içinde tüm cümlelere koymak durumundaydım ki bu metin salt, yalın kat bir haber değil. Bir tavır eleştirisi. Bir duruş eleştirisidir. Neyi seçtiğiniz size ilişkin derin bir eleştiri. Sizden öncekilerin seçimini yapmışsanız eğer, neden sizin akıbetiniz onların akıbetinden farklı olsun ki. Dercesine. Seçiminize bakın akıbetinizi anlayın diyor.

ve hudtüm kelleziy hadu ve sizde aynı onlar gibi batılın bataklığına saplandınız. ülaike habitat a’malühüm fiyd dünya vel ahirah önünde de sonunda da bu tür kimselerin çabaları boşa gidecektir. Tabii ki bu çabalar iyi olan, makbul olan çabalara atıf değil. Tüm tuzakları, inanca karşı kurdukları tuzaklar, maskeler, kendilerini gizlemeye, küfürlerini saklamaya yönelik tüm çabaları boşa gidecek sonunda maskeler düşüp ne oldukları gerçek yüzleri ile görünecektir anlamına.

ve ülaike hümül hasirun; sonunda kaybedecek olan da bunlardır.

70-) Elem ye’tihim nebeülleziyne min kablihim kavmi Nuhın ve Adin ve Semude ve kavmi İbrahiyme ve ashabi Medyene velMü’tefikât* etethüm Rusulühüm Bil beyyinat* fema kânAllâhu liyazlimehüm ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun;

 Onlara kendilerinden öncekilerin; Nuh toplumunun, Ad’ın, Semud’un, İbrahim kavminin, Ashabı Medyen’in ve Lût toplumunun haberi gelmedi mi? Onların Rasûlleri açık deliller olarak gelmişti! Allâh onlara zulmediyor değildi; fakat onlar kendi nefslerine zulmediyorlardı. (A.Hulusi)

70 – Bunlara o kendilerinden evvelkilerin: kavmi Nuh’un, Âdın, Semud’un, kavmi İbrahim’in, Ashabı Medyen’in, Müttefiklerin haberi gelmedi mi? Hep bunlara Peygamberleri beyyinelerle gelmişlerdi, demek ki Allah onlara zulmetmiş değil idi ve lâkin kendileri kendilerine zulmediyorlardı. (Elmalı)

Elem ye’tihim nebeülleziyne min kablihim kavmi Nuhın ve Adin ve Semude ve kavmi İbrahiyme ve ashabi Medyene velMü’tefikât yoksa onlara kendilerinden önce geçip gidenlerin, Lut kavminin, Âd ve Semud’un, İbrahim kavminin, Meyden ahalisinin ve bütün o altı üstüne gelmiş kentlerin felaket haberleri ulaşmadı mı.

Biraz önce de ayeti tefsir ederken söylediğim gibi eğer seçiminizi tespit ederseniz, akıbetinizi tespit etmeniz kolay olur. Onun için Kuran; Eğer geleceğinizi merak ediyorsanız, neyi seçtiğinize bakın diyor. Sizden önce onu seçenlerin akıbeti ne olmuşsa sizin de akıbetiniz o olacaktır. Çünkü Allah yasalarla hareket eder, kendi koyduğu yasalarla. İşte burada dikkat çekiliyor ve geçmişte küfrü seçenlerin akıbetinin ne olduğuna atıf yapılıyor.

67. ayette hatırlayacaksınız, ki daha sonra gelecek mü’tefikât sıfatını burada özellikle açıklamak istedim alt üst olan anlamına gelir. Yani Lut kavminin başına gelen felakete bir atıf. Sodom ve Gomora’ya. Ama tarih boyunca tüm yıkılmış, tüm bitmiş ve batmış medeniyetler aslında Mü’tefikât dır. Yani altı üstüne gelmiş uygarlıklardır.

Etethüm Rusulühüm Bil beyyinat onlara da elçileri hakikatin apaçık delilleri ile gelmişlerdi, size geldiği gibi. fema kânAllâhu liyazlimehüm ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun; sonuçta Allah onlara kıymış değildi, fakat onlar asıl kendi kendilerine kıydılar. Yani Allah kimseye zulmetmedi, zulmetmez de. Eğer ortada zulmeden biri varsa insanoğludur. Allah’ın rahmetine, sınırsız merhametine yüz çevirerek kendi kendisine zulmetmiştir.

71-) Vel mu’minune vel mu’minatu ba’duhüm evliyau ba’d* ye’murune Bil ma’rufi ve yenhevne anilmünkeri ve yukıymunes Salâte ve yü’tunez Zekâte ve yutıy’unAllâhe ve RasûleHU, ülaike seyerhamühumullâh* innAllâhe Aziyzun Hakiym;

 İman eden erkekler ve kadınlar birbirlerinin velîleridirler… Olumlu olanları hakikatin gereği olarak emrederler, olumsuzlardan da birbirlerini engellerler; salâtı ikame ederler ve zekâtı verirler; Allâh’a ve Rasûlüne itaat ederler… İşte bunlara Allâh, rahmet edecektir… Muhakkak ki Allâh Aziyz’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

71 – Erkek, dişi bütün Müminler ise birbirlerinin velileridirler: ma’rufu emir, münkirden nehy ederler, namazı dürüst kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resulüne itaat eylerler, işte bunları Allah yarın rahmetiyle yargılayacak, çünkü Allah azîz, hakîmdir. (Elmalı)

Vel mu’minune vel mu’minatu ba’duhüm evliyau ba’d ama inanan erkekler ve inanan kadınlar da birbirlerinin dostu ve koruyucusudurlar.

Evet, biraz önce inanan erkekler ve inanan kadınların tam karşı kutbuna, iki yüzlü erkekler ve iki yüzlü kadınlar oturtulmuştu hatırlayacaksınız. Elmünafikune vel münafikatü diye başlayan 67. ayet. İşte uluslar arası nifakın ve küfrün bir standardı olduğu gibi, uluslar arası imanın, evrensel imanın da bir standardı vardır. Nedir derseniz, işte budur. Ne zaman, nerede, hangi ırka mensup olursa olsun, nerede nasıl şartlarda yaşamış olursa olsun, hangi medeniyet ve kültüre bağlı olursa olsun iman eden her mümin birbirinin dostudur, velisidir, koruyucusudur, yardımcısıdır.

Tabii ki ba’duhüm evliyau ba’d diyor burada. Ama ilginç değil mi, 67. ayette ba’duhüm min ba’d dedi. Evliya kelimesini kullanmadı münafık, iki yüzlüler için. Min ba’d dedi. Niçin, Burada bir nükte belki gelebilir akla, müminlerin birbirleriyle dostluğu Allah için olduğundan, Allah için dostluk hesapsız, darasız, ivazsız olur. Ama iki yüzlülerin dostluğu olmaz. Çıkar ilişkisi olur. Onlar adeta erdem ve ahlaki ve insani değerlerle birbirlerine bağlı değildirler. Sadece çıkarlarıyla ve nifaklarıyla birbirine bağlıdırlar. Müminlerin birbirinden olmasıyla nifaka gömülüp gidenlerin birbirinden olması arasındaki çok temel ayırım budur.

Müminler haspi olarak birbirlerinin dostudurlar. Herhangi bir çıkar gözetmeksizin iman onları birbirine kardeş kılmıştır. Ama nifak kimseyi kardeş kılmaz. İşte fark budur, bu farkta metne yansımıştır.

ye’murune Bil ma’rufi ve yenhevne anilmünker iyi ve doğru olanı önerir, kötü ve yanlış olanı önlerler müminler. Yani kötülüğün karşısında pasif değil, aktif tavır alırlar.

ve yukıymunes Salâte ve yü’tunez Zekâte ve yutıy’unAllâhe ve RasûleH ve namazı içtenlikle kılarlar, zekatı da seve seve verirler. Allah’a ve O’nun elçisine uyarlar.

Dikkat buyurunuz. Hep parantez içine aldım Namazı “içtenlikle” kılarlar dedim. Namazı kılarlar demedim. Zekatı seve seve, o “seve seve” ilavesi zorunlu bir ilavedir.

Neden? Nedenini anlayabilmek için bu surenin 54. ayetine gitmek lazım. O ayette;

ve lâ ye’tunes Salâte illâ ve hüm küsala.. onlar namaza yalnızca üşene üşene katılırlar. Yine; ve lâ yünfikune illâ ve hüm karihun; sadaka verirken, hayır yaparken, infak yaparken zorla, zorlana zorlana infak yaparlar.

Münafığın tabiatı orada açıklanırken, namaza katılan münafık üşene üşene katılır. El gördülük hayır yapacak, başkaları görsün diye yüreğinden emir alarak değil. Başkaları görsün diye hayır yapan tabii ki zorlanacaktır. İşte onun tam tersi müminin tavrı olarak burada geliyor. Onun için o tırnak içi ifadeler; içtenlikle ve seve seve açıklamaları zorunlu görüldü.

ülaike seyerhamühumullâh işte onlardır Allah’ın rahmetini bahşedeceği kimseler. innAllâhe Aziyzun Hakiym; Çünkü Allah yüceler yücesi bir rahmet, işinde derin bir hüküm ve hikmet sahibidir.

72-) VaadAllâhul mu’miniyne vel mu’minati cennatin tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha ve mesakine tayyibeten fiy cennati adn* ve rıdvanun minAllâhi Ekber* zâlike hüvel fevzül azıym;

 Allâh, iman etmiş erkeklere de iman etmiş kadınlara da, içinde sonsuza dek yaşamak üzere, altlarından nehirler akan cennetler vadetmiştir… (Bir de) Adn cennetlerinde tertemiz yaşam ortamları ve (bu nimetlerin) en muhteşemi olarak Rıdvan’ı! Aziym mutluluk budur işte! (A.Hulusi)

72 – Allah, müminlerin erkeğine, dişisine altından ırmaklar akar Cennetler vaat buyurdu, içlerinde muhalled kalacaklar hem Adin Cennetlerinde hoş hoş meskenler, Allahın bir Rıdvan’ı ise hepsinden büyük, işte asıl Fevzi azîm de budur. (Elmalı)

VaadAllâhul mu’miniyne vel mu’minati cennatin tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha Allah inanan erkeklere ve inanan kadınlara içerisinden nehirler çağlayan cennetler vaat etti. Orada daimi kalıcıdırlar. ve mesakine tayyibeten fiy cennati adn ve o mutluluk diyarı olan cennetlerde göz kamaştırıcı konuklar vardır. Can alıcı, göz kamaştırıcı, Aslında Adn; Mutluluk, saadet demektir. Doyumsuz bir huzur demektir. Semitik bir köke mensup olduğu için tüm Sami dillerinde, İbranicede de aynı edn, adn, edn telaffuzuyla yaygın olan bu sözcük, mutluluğun ta kendisi anlamına gelir.

ve mesakine tayyibeten fiy cennati adn ve o mutluluk diyarı olan cennetlerde göz kamaştırıcı konuklar vardır. ve rıdvanun minAllâhi Ekber hele bir de Allah’ın hoşnutluğu var ki, bu en büyük mutluluktur. İşte bu. En büyük mutluluk, cennetten de büyük mutluluk Allah’ın Rıdvan’ıdır, rızasıdır. Allah – insan ilişkisinin zirvesine bir atıf var burada. Sevgi ve rıza. Hayatın Allah tarafından bir hediye olarak kabul edilişi, yani hidayete karşılık hediye. Hediyeye karşılık hidayet. İkisi de aynı kökten gelir. Allah size hidayeti bahşedecek ve siz o hidayete hediye olarak hayatı vereceksiniz. İşte rıza bunun sonucunda gerçekleşecek.

zâlike hüvel fevzül azıym; İşte budur muhteşem zafer.

73-) Ya eyyühen Nebiyyü cahidilküffare vel münafikıyne vağluz aleyhim* ve me’vahüm cehennem* ve bi’sel mesıyr;

 Ey En Nebi! Hakikat bilgisini inkâr edenler ve münafıklar ile mücahede et ve onlara tavizsiz ol! Onların barınağı Cehennemdir! Ne kötü bir dönüş yeridir o! (A.Hulusi)

73 – Ey o şanlı Peygamber kâfirlere, Münafıklara mücahede et ve onlara karşı kalın ol, onların varacakları yer Cehennemdir ki o, ne kötü meaddır! (Elmalı)

Ya eyyühen Nebiyyü cahidilküffare vel münafikıyne vağluz aleyhim sen ey peygamber inkarı ısrarla savunanlarla, ve iki yüzlülüğü tabiat haline getirenlerle cihat et ve onlara karşı ödünsüz davran.

Kuran’ın farklı yerlerinde bu ibarenin aksine tavır ve davranışa çağırışlarda görebiliriz peygamberin.

Mesela; Huzil afve (Araf/199) affa sarıl. Ya da insanlık için en kolay olanı tercih et.

Bir başka ibaresi Kuran’ın; ve asfeh.. (Bakara/109)  Onları hoş gör, aldırma.

Yine buna benzer ibareler bir tarafta, burada ise; vağluz aleyhim onlara sert davran. Bunları nasıl te’lif edeceğiz. Birbiri ile nasıl açıklayacağız diye sorarsak eğer, kolaydır. Burada Resulallah’ın durumuna göre, olayın şartlarına, oluşuna, zeminine, zamanına göre rabbimizin Resulallah’ın davranış ve tavırlarını bir dengeye oturtması ve sürekli olay örgüsü içerisinde kontrol altında tutulmasıdır. Biz buradan olaya göre Resulallah’ın tavır ve davranışlarını rabbimiz tarafından nasıl yönlendirildiğini, eğer yumuşaksa, çok yumuşaksa, hayır yumuşak oluyor, sert yap. Eğer sertse onlara biraz daha yumuşak davran, onları bağışla biçiminde yönlendirildiğini görüyoruz.

Yine ayette cihat et var. Ey peygamber, cahidilküffare vel münafikıyne inkarcılar, açıkça inkar edenler ve gizlice inkar edenlerle cihat et. Resulallah münafıklarla hiç savaşmadığına göre buradaki cihat et emri bizim bildiğimiz anlamdadır, dar anlamda değil. Yani savaş anlamında değil, cihadın o bildiğimiz en geniş anlamıyla mücahede et, nifakı ortaya çıkaran tavırlarla savaş. O nifakı ortaya çıkaran sebepleri yok et. İnsanları küfre ve nifaka götüren engelleri ya da mikropları kaldır. Onları aşıla. Bir hıfzısıhha uygula anlamına gelir. Ki mücadele olarak anlaşılmalıdır. O güne kadar takip edilen yumuşaklık politikasının kökten değişmesine delalet eder bu ayet. Nifakı hedef alınarak onun ortadan kaldırılmasına bir atıftır.

ve me’vahüm cehennem* ve bi’sel mesıyr; sonunda karar kılacakları yer cehennemdir ve o ne berbat yerdir, son duraktır.

74-) Yahlifune Billâhi ma kalu* ve lekad kalu kelimetel küfri ve keferu ba’de İslâmihim ve hemmu Bi ma lem yenalu* ve ma nakamu illâ en ağnahumullâhu ve RasûluHU min fadliHİ, fein yetubu yekü hayren lehüm* ve in yetevellev yuazzibhumullâhu azâben eliymen fiyd dünya vel ahireti, ve ma lehüm fiyl Ardı min veliyyin ve lâ nasıyr;

 Söylemediklerine (dair), Esmâ’sıyla onların hakikati olan Allâh namına yemin ederler… Andolsun ki, o küfür kelimesini söylediler; İslâm’ı kabullerinden sonra hakikat bilgisini inkâr edenler başaramayacakları bir kötülüğe teşebbüs ettiler! Sırf Allâh ve Rasûlü fazlından onları zenginleştirdiği için intikam almağa kalktılar… Eğer tövbe ederler ise onlar için daha hayırlı olur… Eğer dönerler ise, Allâh onları dünyada da sonsuz gelecek sürecinde de acı bir azap ile azaplandırır… Yeryüzünde onların ne bir sahibi ve ne de bir yardımcısı vardır. (A.Hulusi)

74 – Allaha yemin ediyorlar: söylememişler, kasem olsun o kelimeyi küfrü söylediler, İslâm’a geldikten sonra yine kâfirlik ettiler ve o muvaffak olamadıkları cinayeti kurdular, halbuki intikam almağa kalkmaları için kendilerini Allahın Resulüyle fadlı ilâhîsinden zenginleştirmiş olmasından başka bir sebep de yoktu, bunun üzerine tevbe ederlerse haklarında hayırlı olur, yok yan çizerlerse Allah onları Dünya ve Âhirette elîm bir azab ile ta’zib eder, ve yer yüzünde onlar için ne himaye, ne imdat edecek kimse bulunmaz. (Elmalı)

Yahlifune Billâhi ma kalu Onlar kötü bir söz söylemediklerine ilişkin Allah adına yemin ediyorlar. ve lekad kalu kelimetel küfri ve keferu ba’de İslâmihim ve hemmu Bi ma lem yenalu oysaki onlar kesinlikle küfre varan sözler söylemişler. Böylece Allah’a teslim olmalarından sonra inkara saplanmışlar ve başarmaları mümkün olmayan bir işe soyunmuşlardı.

Burada müfessirler başarmaları mümkün olmayan bir iş nedir sorusuna cevap ararken, Resulallah’a iki yüzlülerin düzenlemek istediği suikasta bir gönderme olduğunu düşünürler. Ama bu ayet çok çok daha ayaklarının gösterdiği yerden çok çok daha yüce duruyor ve dolayısıyla tüm zamanlara ilişkin kafirler ve münafıkların hedefi, nihai tahlilde hiçbir zaman tutmayacaktır. Onlar nifaklarıyla ve küfürleriyle hedefledikleri şeye, arzuladıkları sonuca ebediyen ulaşamayacaklardır mesajı vardır ki, 61. ayetteki kulak ithamındaki vahyin kaynağıyla ilgili o tereddüde aynı zamanda bir cevaptır buradaki küfür sözü.

ve ma nakamu illâ en ağnahumullâhu ve RasûluHU min fadliH Kuran’da ki kara mizah örneklerinden biriyle karşı karşıyayız. İronik bir üslupla şöyle söylüyor bu ibare, onların kin duymaları için, Allah’ın ve O’nun lutfû sayesinde elçisinin kendilerini zengin ve yetkin bir hale getirmesi dışında bir neden yok ki. Yani Allah’a ve Resulüne onlar niçin kin duyuyorlar biliyor musunuz, iyilik gördüler de ondan diyor. Yani Türkçeye aktarırsak daha doğrusu Anadolu irfanına aktarırsak; Besle kargayı oysun gözünü sözünü hatırlatırcasına, iyilik gördüler, başka hiçbir nedenleri yok kin duymak için. Onlar böylesine tabiatı, fıtratı sapmış insanlar. Kendilerine sonsuzca iyilik edenlere böylesine kin beslerler anlamını taşıyor.

Yine ilginçtir burada bir zamir, tevhidi hassasiyeti tıpkı 62. ayetteki gibi koruyor, min fadliHİ. Orada da zamir Allah ve Resulünden sonra geldiği halde tekil zamir olarak gelmiş. Yani, Allah’ın fazlından, lütfûndan, kereminden. Allah ve Resulünden sonra geldiği halde zamir tek olarak Allah’ın lütfuna atıf, çünkü Resulallah’ın lütfû olamaz. Resulallah’ta Lûtfa muhtaçtır. O da Allah’ın fazlı ve lütfûyla yaşamaktadır. O sebeple yine tevhidi bir hassasiyete işaret vardır burada.

fein yetubu yekü hayren lehüm artık tevbe edelerse bu kendileri hakkında daha hayırlıdır. ve in yetevellev yuazzibhumullâhu azâben eliymen fiyd dünya vel ahirah yok eğer yüz çevirirlerse Allah onları bu dünyada da, öte dünyada da pek acı bir azaba çarptıracaktır. ve ma lehüm fiyl Ardı min veliyyin ve lâ nasıyr; ve onlar yer yüzünde kendileri için ne bir dost ne de bir yardımcı bulabileceklerdir.

75-) Ve minhüm men ahedAllâhe lein atana min fadliHİ le nassaddekanne ve lenekunenne mines salihıyn;

 Onlardan kimi de Allâh’a vaatte bulundu: “Eğer bize fazlından verirse, and olsun ki kesinlikle sadaka vereceğiz ve elbette Sâlihlerden olacağız.” (A.Hulusi)

75 – Yine onlardan kimi de Allaha şöyle ahdetmişlerdi: «Eğer bize fadlından ihsan ederse her halde zekâtını veririz ve her halde salihînden oluruz»(Elmalı)

Ve minhüm men ahedAllâhe lein atana min fadliHİ le nassaddekanne ve lenekunenne mines salihıyn; Hem onlar arasında eğer O’nun bağışladıklarından bize de bir şeyler düşerse, elbet biz de hayır hasenat için harcar, böylece biz de iyiler arasına karışmış oluruz diye Allah’a yemin edenler var. Yani yardım yapmanın, iyi olmanın, güzel davranışın insanın tabiatından değil de, maddi imkana sahip olmasından olduğuna bir bahane yapıyorlar münafıklar. Onların var da veriyorlar diyorlar. Bizim yok ki, olsaydı biz de verirdik. Onlar var da yapıyorlar. Bizim olsaydı biz de yapardık.

Tam bi namaz özrü. Tam münafıkça bir yaklaşım. İmanın tek ve en büyük imkan olduğunu göz ardı edip, maddi imkanı iman yerine geçiriyorlar.

Ne diyor peki Kuran, onu takip edelim;

76-) Felemma atahüm min fadliHİ behılu Bihi ve tevellev ve hüm mu’ridun;

 Ne zaman ki onlara (Allâh) fazlından verdi; onunla cimrilik ettiler ve yüz çevirerek vaatlerinden döndüler. (A.Hulusi)

76 – Vaktaki Allah fadlından istediklerini verdi, buhl edip yüz çevirdiler, ve zaten yan çizip duruyorlardı. (Elmalı)

Felemma atahüm min fadliHİ behılu Bihi ve tevellev ve hüm mu’ridun; Ama onlar, Allah kendilerine lûtfundan bağışlar bağışlamaz onda cimrilik ederler de yeminlerinden geri dönerler. Zira onlar dönektirler.

Evet, şimdi anlaşılıyor mu münafığın tabiatı. Allah’la ilişkisinde hep pazarlıkçı. İstiyor ama istediğine kavuşunca da verdiği sözden cayıveriyor. Kaypak, nifakın tabiatı kaypaklık ve bu ayet çok ilginç bir noktaya dikkat çekiyor. İnsanoğlunun nifakının temelinde dünyevileşme, dünyaya olan eğilim, yani servet tutkusu yatıyor. İşte bu ayet nifakın temelindeki ana mikrobu gösteriyor.

77-) Fe a’kabehüm nifakan fiy kulubihim ila yevmi yelkavneHU Bi ma ahlefullahe ma veaduhu ve Bi ma kânu yekzibun;

 Allâh’a sözlerini tutmamaları, yalancı olmaları; O’na kavuşacakları sürece kadar (Allâh’ın), bilinçlerinde ikiyüzlülüğü yaşatmasına yol açtı! (A.Hulusi)

77 – Allaha verdikleri vaadi tutmadıkları ve yalan söylemeği âdet edindikleri için o da bu fiillerinin akıbetini kalplerinde kıyamet gününe kadar sürecek bir nifaka kalb ediverdi. (Elmalı)

Fe a’kabehüm nifakan fiy kulubihim ila yevmi yelkavneH bunun üzerine O da, zatıyla karşılaşacakları güne kadar kalplerinde taşıyacakları bir nifakı başlarına sarar. Yani Allah’ta böyle mukabelede bulunur. Onlar tercih ederler, Allah’ta onların tercihlerine sadece saygı duyar. Çünkü iradeyi veren verdiği iradeyi yok saymaz, “Madem siz nifakı tercih ettiniz, ben de tercihinizi başınıza sarayım, bela edeyim.” Dercesine.

Bi ma ahlefullahe ma veaduhu ve Bi ma kânu yekzibun; Bu, onların Allah’a verdikleri sözden dönmeleri ve yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmeleri yüzündendir.

 78-) Elem ya’lemu ennAllâhe ya’lemu sirrahüm ve necvahüm ve ennAllâhe Allamül ğuyub;

 (Hâlâ) anlamadılar mı ki, Allâh, onların özlerindekini de, fısıldaşmalarını da bilir ve Allâh gaybları (derûnî boyutları, yaratanı olarak) en detaylı bilendir! (A.Hulusi)

78 – Henüz bilmediler mi ki Allah onların sırlarını de bilir fısıltılarını da; ve Allah «allâmülguyub» dur. (Elmalı)

Elem ya’lemu ennAllâhe ya’lemu sirrahüm ve necvahüm Bilmiyorlar mı ki Allah onların sırlarından ve gizli görüşmelerinden çok iyi haberdardır. Özellikle Tebük seferi öncesinde ve sırasında sık sık münafıklar birleşerek kulis yapıyorlar idi. Rabbimiz işte ona bir gönderme yaparak tüm münafıkların sırlarına vakıfız buyuruyor.

ve ennAllâhe Allamül ğuyub; zira iyi bilsinler ki Allah her tür gizliliği tüm ayrıntılarıyla bilir.

79-) Elleziyne yelmizunel muttavvi’ıyne minel mu’miniyne fiys sadakati velleziyne lâ yecidune illâ cühdehüm feyesharune minhüm* sehırAllâhu minhüm* ve lehüm azâbün eliym;

 Sadakalar konusunda mükellef olduğundan fazlasını gönüllü veren iman etmişlere dil uzatanlar ile (fakirlikleri dolayısıyla imkânlarından) fazlasını bulamayanları alaya alan kimselere gelince, Allâh onları maskaraya çevirmiştir… Onlar için acı bir azap vardır. (A.Hulusi)

79 – Sadakatte bulunanlara bir türlü, ve güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayanlara diğer türlü lâf atarak bunlarla eğlenenler, Allah onları maskaraya çevirdikten başka bir de kendileri için elîm bir azab var. (Elmalı)

Elleziyne yelmizunel muttavvi’ıyne minel mu’miniyne fiys sadakati velleziyne lâ yecidune illâ cühdehüm feyesharune minhüm onlar, yürekten inananlar arasından hem vermesi gerekenden fazlasını gönlünden koparak verenler, hem de gündelik emeğinden başka verecek bir şey bulamayanlara dil uzatmakta ve onlarla alay etmektedirler.

İlginçtir, Buhari ve Müslim’in Ebu Mes’ut’tan naklettiğine göre; biri fazla verse; “Bak, bak gösteriş yapıyor.” Derlerdi. Münafığın bahanesi Allah,,2a karşıdır. Tüm hayırlı işlere bahane üretim merkezidir münafık zihniyeti. Bak, bak gösteriş yapıyor derlerdi fazla verenlere. Gündelik geçimini temin edip hiçbir şeyi olmadığı için küçük bir şey verenlere de; “Allah sanki buna muhtaçmış gibi getirmiş bir avuç hurma veriyor.” Derlerdi.

İlginçtir bu konuda anlatılan hadise; Ebu Akil’in hadisesi. Ebu Akil, elinin emeğiyle geçinen bir mümindi. Akşama kadar su çekmişti bir Yahudi’nin kuyusunda. Elleri patlamıştı. Akşama kadar su çekmesinin karşılığı bir ölçek hurmaydı. O bir ölçek hurmayı, Tebük savaşı için toplanan servetin, toplanan malların yanına getirdi, boynu bükük bir halde patlamış elleriyle yüreğinden koparak o bir ölçek hurmayı oraya boşalttı.

Tabii münafıklar hemen dedikoduyu bastılar. Kahkaha atanları oldu onu mahcup etmek için. O varlığı, hiçbir şeyi yoktu ki, o bir ölçek hurmadan, akşama dek çalışarak elde ettiği bir ölçek hurmadan daha fazla hiçbir şeye sahip olmayan bu sahabenin yaptığı bu hayır, aslında varlığı verenler kadar değerli bir hayırdı. Ama onlar bunu bilemediler.

sehırAllâhu minhüm* ve lehüm azâbün eliym; Allah onların alaylarını başlarına geçirecektir ve acıklı bir azap onları beklemektedir.

80-) İstağfir lehüm evla testağfirlehüm* in testağfir lehüm seb’ıyne merraten felen yağfirAllâhu lehüm* zâlike Bi ennehüm keferu Billâhi ve RasûliHİ, vAllâhu lâ yehdil kavmel fasikıyn;

 Bağışlanmalarını niyaz et onların, ya da etme (fark etmez)! Yetmiş kere bağışlanma dilesen de onlar için, Allâh onları asla bağışlamayacaktır! Bu onların, Esmâ’sıyla kendi hakikatleri olan Allâh’ı ve Rasûlünü inkâr etmeleri nedeniyledir! Allâh inancı bozulmuşlar topluluğuna hakikati yaşatmaz. (A.Hulusi)

80 – Onlar için dile istiğfar et dile etme, onlar için yetmiş kere istiğfar da etsen Allah onlara hiç de mağfiret edecek değil, böyle, çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımadılar, Allah ise öyle baştan çıkmış fasıklar güruhuna hidayet etmez. (Elmalı)

İstağfir lehüm evla testağfirlehüm Allah’tan onların bağışlanmaları için ister af dile, ister dileme. in testağfir lehüm seb’ıyne merraten felen yağfirAllâhu lehüm onlar için Allah’tan 70 kez af dilemiş olsan dahi, artık Allah onları affetmeyecektir.

Resulallah, onların cenazesini kılarken Hz. Ömer, bir rivayete göre gelip “Allah seni bundan men etmedi mi” deyince o, “Ben 70 den daha fazla affederek istiğfar edeceğim, Allah beni muhayyer bıraktı.” Diye nakleder rivayet. Gazali der ki bu rivayet karşısında, “Bu rivayet baştan sona sahih olmayan uydurma bir rivayettir. 70 rakamının kinaye olduğunu Allah Resulü bilmiyor mu. O ki Arap dilinin en ince ayrıntılarına vakıftı” der El Mustasfa isimli kitabında Gazali. Ki biz de öyle düşünüyoruz.

zâlike Bi ennehüm keferu Billâhi ve RasûliHİ Bunun nedeni onların Allah’a ve O’nun elçisine ısrarla nankörlük etmeleridir. vAllâhu lâ yehdil kavmel fasikıyn; zira Allah fıtrat yolundan sapmış kimseleri doğru yola yöneltmez.

Bu ayetin ve bundan sonra gelen yaklaşık 33 ayetin 80 ile 113. ayetler arasındaki bu pasajların Abdullah bin Ubey bin Selül hakkında indirildiği söylenmekle birlikte bu söylentinin tarihi vakaya uymadığını, bu konudaki rivayetlerinde bu yüzden şüpheli, kuşkulu olduğunu gelecek ders işleyelim. Ama bugün dersimize fıtrat yolundan sapan bu örnekleri bize gösteren rabbimize; “Ya Rabbi, bizi fıtrat yolundan saptırma, bizi maskeli bir hayata mahkum etme, bizi imanı imkan, imkanı iman olanlardan kıl” duasıyla bitirelim. Sözümüzün sonu ama sonsuzca hamd etmektir.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
Yorum yapın

Yazan: 30 Eylül 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın