RSS

İslamoğlu Tef. Ders. TEVBE SURESİ (107-129)(66)

14 Eki

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

 “BismillahirRahmanirRahıym”

Değerli Kuran dostları bugünkü tefsir dersimize tevbe suresinin 107. ayeti ile devam ediyoruz. Geçen dersimizde işlediğimiz ayetleri hatırlayacak olursanız, iki yüzlülerin Tebük seferi çerçevesinde ortaya koydukları bir takım iki yüzlü davranış modlarıyla ilgiliydi ve bu vahiy bu davranışların psikolojik arka planlarını çözüyor ve zamanlar ve zeminler üstü iki yüzlü davranış kodunu bize öğretiyordu.

İşte şimdi yine o sefer çerçevesinde, Tebük seferi çerçevesinde iki yüzlü davranış modelinin daha farklı biçimlerini gündeme getiren şu ayetleri okuyoruz.

107-) Velleziynettehazu mesciden dıraren ve küfren ve tefriykan beynel mu’miniyne ve ırsaden limen harebAllâhe ve RasûleHU min kabl* ve leyahlifünne in eradna illel Hüsna* vAllâhu yeşhedü innehüm le kâzibun;

 Bir de iman edenlere zarar vermek, küfür, iman edenler arasında ayrılık çıkarmak ve daha önce Allâh’a ve Rasûlüne savaş açmış kimseyi gözetmek için mescit açmış olanlar var… “İyilikten başka bir amacımız yoktu” diye yemin ederler… Allâh şahitlik eder ki, onlar kesinlikle yalancılardır. (A.Hulusi)

107 – Bir de şunlar var ki tuttular bir mescit yaptılar, inadına ızrar için, küfür için, müminlerin arasına tefrika sokmak için, ve bundan evvel Allaha ve Resulüne harbeden herife bir pusu yapıvermek için, bununla beraber hüsni niyetten başka bir muradımız yoktu diye yemin de edecekler, fakat Allah şahit ki bunlar şeksiz şüphesiz yalancıdırlar. (Elmalı)

Velleziynettehazu mesciden dıraren ve küfren ve tefriykan beynel mu’miniyne ve ırsaden limen harebAllâhe ve RasûleHU min kabl bir de zarar vermek, inkarda direnmek, inananlar arasına ayrılık sokmak ve öteden beri Allah ve O’nun elçisine savaş açan kimseler adına gözetleme yapmak amacıyla ibadethane inşa edenler var.

Bu ayette ki Mescid-i Dırar kalıbını bir yerlerden duymuş olanlarınız vardır. Aslında bu kalıp isimleşmiş olsa bile bu ayetin indiği dönemde böyle bir isimleşmiş kalıp değil, bir fonksiyon, bir işleve işaret ediyordu bu ifade. Yani zarar veren ibadethane, zarar amacıyla kurulmuş mabet.

Bir ibadethane nasıl zarar verebilir diye soracak olursanız hemen benim cevabım; İbadethane, ibadethane olma özelliğini mimarisine veya adına değil, kullanılış amacına bakılarak tespit edilir ve kazanır. Onun için burada verilen mesajda budur. Bir mekanı mukaddes kılan o mekana verdiğiniz isim değil, o mekanın ne amaçla kullandığınızdır. Mimarisi değil, minaresi olup olmaması değil, mihrabı olup olmaması değil, orayı ne amaçla kullandığınızdır.

Bu aynı zamanda şunu gösteriyor; Mescit görünümünde olur, fakat Allah’ın yıkılmasını emrettiği yer olur. İçinde şeytanların amacına hizmet edilir. Fakat mescit görünümünde olmaz, hiç hoşlanmayacağınız bir görünümde bile olabilir, veya sıradan düz bir yapı, düz bir mimari bile olabilir, fakat Kabe’nin şubesi olur. Doğrusu Kabe’nin kendisi, yani yeryüzündeki mescitlerin anası olan Kabe de o kadar sade, o kadar tabii ve doğal bir yapı değimlidir. Yer yüzünün en sade yapısı belki Kabe dir, fakat yeryüzünde rahmetin dağıldığı merkez mekandır. Bunun gibi.

ve leyahlifünne in eradna illel Hüsna Üstelik onlar, amacımız daha güzelini ortaya koymaktır diye ısrarla yemin ederler. vAllâhu yeşhedü innehüm le kâzibun; Fakat Allah şahittir ki onlar kesinlikle yalancıdırlar.

Tabii ki bu ayetin muhtevasına baktığımızda tarihsel bir boyutu var ve tarihi bir olaydan söz ettiği açık. Nedir bu olay, bu olayın merkezinde Ebu Amir isimli bir Medine’li, Hazreç kabilesine mensup bir adam bulunuyor. Ebu Amir Arap olmakla birlikte sonradan Hıristiyanlığı kabul edip hatta keşiş olmuş, el Kıssiys diye de bilinen, keşişin Arapça söylenişidir, keşiş olmuş bir Hıristiyan. Yani Hıristiyanlık dininde dahi etrafı tarafından kabul görmüş bir dini önder.

Uhut’ta Resulallah’a karşı savaşmış. İlginçtir ben Ebu Amir’i, Resulallah’ın yanında Uhut’ta savaşan Yahudi alimi ve zengini Muhayrık’ın tam tersi rolde görürüm. İlginç. Gerçekten tarihsel iki olay birbirinin tam zıddı olarak yaşanmış, aynı yerde ve aynı anda, Uhut’ta. Ebu Amir Hıristiyan bir papaz. Fakat Allah inancını bulandıran, şirke inanan, daha doğrusu vahiy olmayan ve kitap ehli de olmayan müşriklerin safında savaşıyor peygambere karşı. Fakat Muhayrık, o da bir kitap ehli. Yahudi. Resulallah’la savaşıyor onlara karşı.

Ebu amir bir baktırıma göre Uhut’tan sonra Suriye’ye göçtü. Daha sonra göçtüğünü nakleden bir başka aktarım da var. Suriye’ye göçtükten sonra Gatafan, Hıristiyan Gatafan kabileleri içerisinde sözü dinlenir biri olduğu. Oradan Medine’de ki yandaşlarına sürekli takviyede bulundu, akıl verdi, taktik verdi ve verdiği taktiklerden bir tanesi tarihsel bir hakikat olarak Resulallah’ın Kuba’da namaz kıldığı ve daha sonra namaz kıldığı yere hürmeten yapılan mescidin karşısına kendi yandaşlarının karargah olarak bir mescit, bir ibadethane yapmaları talimatıydı. Bu talimatı alan yandaşları Kuba mescidinin yakınlarında bir yere liderleri Ebu Amir’in talimatına uyarak bir mescit inşa ettiler. Mescitlerin meşrulaşması için de Resulallah’ı mescitlerine davet ettiler. İlginç, fakat onlar orada Allah’a ibadeti değil, orayı peygambere karşı bir kalkışmanın, bir isyanın üssü olarak kullanmak istiyorlardı, amaçları buydu.

İşte bu ayet, bu olaydan söz ediyor ve biraz önce de başta değindiğim gibi mekanların değerini, mekanların mimarisi ya da adı değil, o mekanların ne için kullanıldığı, yani amacı belirliyor. Bu ayet bize aslında bu değişmez ilkeyi veriyor.

108-) Lâ tekum fiyhi ebeda* lemescidün üssise alet takva min evveli yevmin ehakku en tekume fiyh* fiyhi Ricalün yuhıbbune en yetetahheru* vAllâhu yuhıbbul muttahhiriyn;

 O mescidin (mescid-i dırar’ın) içinde asla namaza durma! Tâ ilk gününden temeli takva üzere tesis edilmiş mescid, içinde kıyam etmene elbette daha lâyıktır… Orada arınmışlığı seven rical vardır… Allâh arınanları sever. (A.Hulusi)

108 – Onun için ebedi namaza durma, tâ ilk günden temeli takva üzerine kurulan mescit, içinde kıyamına elbette daha lâyık ve müstahaktır, onun içerisinde öyle rical var ki çok temizlenmeyi severler, Allah da çok temizlenenleri sever. (Elmalı)

Lâ tekum fiyhi ebeda asla orada durma. La Tekum; nehyi, yani olumsuz emri, aslında aynı zamanda namazda ki kıyam emrinin de olumsuzudur, onun için orada ibadet etme, orada namaza durma, manasına gelir. Biraz önce de verdiğim bilgide olduğu gibi Resulallah’ı mescitlerine davet etmişlerdi meşrulaştırmak için tabii ki. “Peygamber bizim mescidimizde namaz kıldı.” Diye hava atacaklar ve yapacakları bir takım entrikaları daha kolay yapacaklar.

Vahiy haber vermeseydi eğer, sanırım Resulallah’ta gelip namaz kılacaktı. Tıpkı münafıkların reisinin cenazesinde bulunduğu gibi. Tıpkı kendisine gelip de yalan mazeretle izin alan, Tebük’ten geri kalan münafıklar gibi.

 Ama Resulallah tutalım ki gelmiş olsaydı ve orada namaz kılmış olsaydı; o ihanet merkezinin, ihanet merkezi olma vasfını değiştirmeyecekti. Aslında buna da bir atıf görüyorum ben bu ayette.

lemescidün üssise alet takva min evveli yevm beri yandan ilk günden beri Allah kaygısı üzerine inşa edilmiş olan bir ibadet hane daha var. ehakku en tekume fiyh İbadete durmana en layık olan da orasıdır. fiyhi Ricalün yuhıbbune en yetetahheru burası arınmak için can atan adamların yeridir. vAllâhu yuhıbbul muttahhiriyn; Allah ise özünü arındıranları pek sever.

Bir önceki dersimizde rics ve taharet sözcüklerini tahlil ederken, bunların Kuran’da genellikle manevi kirlilik ve manevi temizliğe delalet ettiklerine işaret  etmiştik. İşte burada da yine o delaleti görüyoruz ve bir takva mescidinden söz ediliyor. Beri yan da olan bir takva mescidinden. Takva mescidinin neresi olduğu konusu ilk tefsirlerde ihtilaflı bir konu olarak ele alınmış, Kuba mescidi, Resulallah’ın Hicrette bir miktar kaldığı ve namazlarını kıldığı mekanda inşa edilen Kuba mescidi olduğunu söyleyenler var. Fakat bazı hadislere binaen, ki Ahmed Bin Hambel, İbn Mace bu haberi naklediyorlar, Resulallah’ın Medine’de ki merkezi mescidinin ismine de takva mescidi adını verdiği rivayetleri var. Ama bu ayetler tarihsel değildir. Bu ayetlerin mesajı ebedi olduğu için maksadı Allah’a kulluk ve hayatı güzelleştirmek olan her ibadethaneyi içine alır ve muhatabı da bu ibadethaneleri inşa edenlerdir.

109-) Efemen essese bünyanehu alâ takva minAllâhi ve rıdvanin hayrun emmen essese bünyanehu alâ şefa cürüfin harin fenhare Bihi fiy nari cehennem* vAllâhu lâ yehdil kavmez zâlimiyn;

Binasını Allâh’tan bir takva ve rıdvan üzere kuran kimse mi hayırlıdır yoksa binasını yıkılmaya yüz tutmuş uçurumun kenarı üzere kurup da onunla Cehennem ateşinin içine yuvarlanan kimse mi? Allâh zâlimler topluluğuna (şirk, küfür ve nifak ehline) hakikati yaşatmaz! (A.Hulusi)

109 – O halde binasını Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır, yoksa binasını sel bıçığında sarkan bir yarın kenarına kurup da onunla beraber cehenneme yuvarlanan mı? Allah zalimler güruhunu hidayete erdirmez. (Elmalı)

Efemen essese bünyanehu alâ takva minAllâhi ve rıdvanin hayrun Şimdi bir kıyas getiriyor Kuran, diyor ki; şimdi yapısını, Allah kaygısı ve rızası temelleri üzerine inşa eden kimse mi daha iyidir, emmen essese bünyanehu alâ şefa cürüfin harin fenhare Bihi fiy nari cehennem Yoksa, ya yoksa yapısını; Suyun altını oyduğu kırılgan bir yar kenarına yapıp, sonunda da onunla birlikte cehennem ateşine sürüklenen kimse mi. vAllâhu lâ yehdil kavmez zâlimiyn; Allah zulmü içselleştiren bir toplumu asla doğru yola iletmez.

Dikkat buyurunuz lütfen, ayet somut bir binadan yola çıkarak soyut bir karşılaşma yaptı. Aslında kötü amaçla kurulmuş olan bir mescit ve yine iyi amaçla kurulmuş olan bir ibadethaneyi karşılaştırarak hayata taşıdı örneği ve dedi ki; Yapısını, Allah kaygısı diye çevirdim ben onu. Takva, Allah kaygısı.

Bir anlamı da budur Takvanın. Sorumluluk bilinci Toşiko İyotsu’nun harika tespitiyle. Sorumluluk bilinci diye çevirebiliriz tabii ki. Ama Kuran’da bu gibi kavramlar her yerde aynı anlamda kullanılmazlar. Bağlamına göre anlam zenginliği değişir. Çağrışımı değişir. Onun için burada da Allah kaygısı dedim. İnsanın içinde bir kaygı olur ve eylemlerini o kaygıya bina eder. Bazen bu kaygı dünya kaygısı olur. Bazen bu insan kaygısı olur. Bazen ne diyecekler kaygısı olur. Vitrin kaygısı olur, imaj kaygısı olur. Ama Allah kaygısı kaygıların en soylusudur. İşte takva odur. Onun için bir insan var Hayat binasını takva üzerine bina ediyor. Yani Allah kaygısı o binanın temelini oluşturuyor. Allah ne der diyor bir şey yapacakken. Yani her yapacağı işin önünde sorduğu soru bu ve tabi ki Allah’ın ne dediğini sorduğu için Allah’ın dediğine de uygun yapıyor.

Bir başka insan düşünün, bunun karşısında yer alan bir insanı da Kuran şöyle tarif ediyor. Binasını bir yar kenarına yapmış Kelimeler çok çağrışımda bulundu. Şefa kenar demektir, kıyı demektir ama cürüf kelimesi çok daha çağrışımlı zengin çağrışımı olan bir kelime. Cürüf’te şudur; Sel vura vura altını oymuş bir toprak parçası. Böyle boşlukta duruyor. Sertleşmiş boşlukta duruyor. Hemen sonra gelen kelime Harin’de – Har kelimesi de Harin; o boşlukta duran parçanın kırılgan olmasıdır. Kırıldı, kırılacak. Kırılgan bir parça.- İşte Takva üzere yapılmamış her eylemi böyle, altını selin oyduğu, boşlukta duran kırılgan bir temel üzerine inşa yapmak, Bina inşa etmek olarak niteliyor Kuran.

Tabii buradan yola çıkarak şu karşılaştırmayı hemen yapabiliriz. Bina; amel, temel; iman. Münafık, imansız amel, temelsiz bina yapar. Çok önemli. Münafığın eylemi değerlendiriliyor, iki yüzlünün. Temeli olmayan bir bina. Zulüm. Ki ayetin bitişi öyle hatırlayın; vAllâhu lâ yehdil kavmez zâlimiyn; Allah zulmü içselleştiren bir toplumu doğru yola iletmez. Zulüm; hakkını vermemek, yani binanın hakkını vermemek, koca bir apartmanı çürük bir temel üzerine inşa etmek. Ne olur? Küçük bir sarsıntı da yıkılır. Yıkılırsa ne olur; İçindekileri mesut etmek için yapılmış olan bina, içindekilere mezar olur. Tıpkı depremde küçük bir sarsıntıyla yıkılıp içindekilere mezar olan çürük temel üzerine yapılmış binalar gibi.

110-) Lâ yezalu bünyanühümülleziy benev riybeten fiy kulubihim illâ en tekattaa kulubühüm* vAllâhu Aliymun Hakiym;

 Onların kurdukları mescidleri; kalpleri parçalanmadıkça, içlerinde bir kuşku olarak devam edecektir… Allâh Aliym’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

110 – Onların kumaş oldukları Bünyanları kalplerinde bir nifak ukdesi olup kalacak, meğer ki kalpleri parçalansın, Allah alîmdir, hakîmdir. (Elmalı)

Lâ yezalu bünyanühümülleziy benev riybeten fiy kulubihim illâ en tekattaa kulubühüm yüreklerinde ki kuşku yarı üzerine bina ettikleri hayat binası, ancak yüreklerini param parça edinceye kadar dayanacaktır.

Serbest bir şekilde çevirdim hedef dile kaynak dil olan Arapçadan, hedef dil olan Türkçeye biraz serbest çevirdim. Yukarıdaki örneği yansıtmak için. Ki maksadı da budur bu ayetin zaten. Yüreklerindeki kuşku yarı üzerine inşa ettikleri hayat binası, ancak yüreklerini param parça edinceye kadar dayanacaktır.

Bakınız Kuşku kelimesinin metindeki karşılığı riybe . Aslında riybe, sıradan bir kuşku değil.Yalın kat kuşku kelimesi Arapça da şehk’ tir. Kuranda da var şehk. Fakat hiç bu manaya kullanılmaz. Kuran’da hep riybe gelir. Riybe’yi şehk’ten ayıran anlam; İbn. Faris’in Mekayis-ül Lüga’sında verdiğine göre; kuşkunun yanında bir de korkudur. Endişe. Ne endişesi; Kuşkumda ya haksız çıkarsam. Münafığın kuşkusunun korkusu. İşte Münafığın yürek halini, ruh fırtınasını bize harikulade bir biçimde resmini çeken güzel bir ifade. Korkulu kuşku. Kuşku duyuyorum ama ya kuşkumda haksız çıkarsam. Bina yapıyorum ama ya bina yıkılırsa. Yani yıkılacağını bilerek bina yapmak. Aslında münafığın durumu bu. Zor sanat münafıklık. Bu ayet, bir önceki teşbihe bina edilmeden okunmamalı bence. Çünkü temsili bir dil kullanılmış.

vAllâhu Aliymun Hakiym; Allah, hem onların bu halini bilen, hem de hikmeti gereği buna izin verendir.

111-) İnnAllâheştera minel mu’miniyne enfüsehüm ve emvalehüm Bienne lehümül cennete, yukatilune fiy sebiylillâhi feyaktülune ve yuktelune va’den aleyhi hakkan fiyt Tevrati vel İnciyli vel Kur’an* ve men evfa Bi ahdiHİ minAllâhi festebşiru Bi bey’ıkümülleziy baya’tüm BiHİ, ve zâlike hüvel fevzül azıym;

Muhakkak ki Allâh iman edenlerden, karşılığında onlara cennet vermek üzere, nefslerini ve mallarını satın almıştır… Allâh uğruna savaşıp, öldürürler veya öldürülürler… Tevrat’ta, İncil’de ve Kurân’da, üstlendiği Hak vaattir! Kim Allâh’tan daha kuvvetli, ahdini yerine getirebilir? O hâlde O’nunla yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin! Aziym kurtuluş işte budur! (A.Hulusi)

111 – Allah müminlerden canlarını ve mallarını; Cennet muhakkak kendilerinin olmak bahasına satın aldı, Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler, Tevrat ta da, İncilde de Kur’anda da hakka taahhüt buyurduğu bir vaat, Allah dan ziyade ahdine vefa edecek kim? O halde akdettiğiniz şu bîatten dolayı size müjdeler olsun, ve işte, o fevzi azîm bu. (Elmalı)

İnnAllâheştera minel mu’miniyne enfüsehüm ve emvalehüm Bienne lehümül cennete, yukatilune fiy sebiylillâhi feyaktülune ve yuktelun Biraz uzun okudum, buna göre de biraz uzun mana vermem gerekecek, deneyeyim; Hiç şüphe yok ki, kuşkusuz Allah yolunda çarpışan, öldüren ve öldürülen müminlerden Allah, karşılığında cennet vaat ederek mallarını ve canlarını satın almıştır.

Gene mecazi bir ifade ile karşı karşıyayız. Sembolik bir ifade. Sembolik, çünkü eştera, satın alma fiili, ticaret toplumunun profal, kutsal olmayan dilinden ödünç alınıyor, Din diline aktarılıyor. Satın almak o güne kadar sıradan malı satın almak iken, Allah’la insan arasında harikulade bir alış veriş durumuna dönüşüyor. Onun için burada bir dil değişmesi, bir dil transferi var. Sıradan bir kelime, Allah ile insan arasında ki ilişkiyi belirleyen din diline dönüşüyor.

Tek dünyalı fakat iki yüzlü olanlara, amaç uğruna ölümün, amaçsız yaşamdan daha değerli olduğunu bundan daha güzel nasıl ifade edilirsiniz. Ne kadar harika bir ifade. Tek dünyalı olan iki yüzlü bir münafığa; Bir amaç uğruna ölmenin, amaçsız yaşamaktan, tek dünyalı yaşamaktan bin kat değerli olduğunu işte böyle harika bir biçimde ifade ediyor Kuran.

va’den aleyhi hakkan fiyt Tevrati vel İnciyli vel Kur’an bu Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da gerçekleştirmeyi üstlendiği bir vaattir.

Tevrat’ta benzer bir ibare, çağrışım, yani bu ibareyi çağrıştıran, biraz, çok yakından olmasa da çağrıştıran elde ki muharref, Mukaddes kitap’ta tesniyenin 6. babının 3. cümlesi. İncil’de ise Matta incilinde 19. babın 21. cümlesi, burada ki ifadeyi andıran manalar içeriyor.

ve men evfa Bi ahdiHİ minAllâh Hem sözüne Allah’tan daha sadık kim olabilir ki. Yani Allah’tan daha güzel kim tutabilir ki sözünü. festebşiru Bi bey’ıkümülleziy baya’tüm BiH öyleyse sevinin O’nunla böyle bir alışveriş yaptığınız için. Estibşar, müjdelemek, birbirinize müjde verin, birbirinizle sevinç paylaşın. Aranızda sevinci bölüşün böyle bir alışverişten dolayı diyor. ve zâlike hüvel fevzül azıym; Bu, işte budur muhteşem mutluluk. Tam tercümesi böyledir ve bu tercüme gerçekten metni yansıtır. Bu, işte budur muhteşem mutluluk.

Geçen ders demiştim ki mutluluk tatminle ilgilidir. Ne ile tatmin olduğunuza bakın, yüce akıllar yüce değerlerle tatmin olurlar. Deliler ve çocuklar şekerle tatmin olurlar. Oyuncakla tatmin olmayan cennetten aşağısıyla tatmin olmayanı Allah, cennetle tatmin edecektir demiştim.

112-) EtTaibunel Abiydunel Hamidunes Saihuner Raki’unes Sacidunel Amirune Bil ma’rufi venNahune anil münkeri vel Hafizune li hududillah* ve beşşiril mu’miniyn;

 Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû edenler (Azamet-i İlâhiyye’yi müşahede edip eğilenler), secde edenler (mutlak kulluğunu itiraf edenler), olumlu olanı emredenler, olumsuzdan yasaklayanlar ve Allâh’ın koyduğu sınırları muhafaza edenler… Müjdele o iman edenleri! (A.Hulusi)

112 – O tövbekârlar, o Abidler, o hâmidler, o oruç tutanlar, o rükûa varanlar, o secdeye kapananlar, o marufu emredip münkirden nehy eyleyenler ve Allâhın hududunu muhafaza eyleyenler, müjdele hem o bütün müminleri. (Elmalı)

EtTaibune “Tevbe edenler,” Şöyle bir tırnak içi başlık korsak eğer bu. Çünkü geçen ayetin üzerine bir atıf yapmamız lazım, vav bile koymamış, o kadar önceki ayetin devamı bir ayet bu. Adeta tek bir ayet gibi okumak lazım. Bu yani bu mutluluk kimin mutluluğu; EtTaibune Allah’a yönelenlerin mutluluğu.

Tevbe yöneliş demektir. Bir günah işlediklerinde hemen Allah’a yönelenlerin. Görüyorsunuz, günah işlemeyenlerin demiyor. Suç işlemeyenlerin demiyor. Günahsız olanların demiyor, yok böyle bir şey. İnsandır, kul kusurludur. Ama günah işleyip işledikten sonra da ısrar etmeden, o günahın affını kimden dileyeceğini bilerek affı dileyeceği zata yönelenlerin mutluluğu. Devam ediyoruz;

el abiydune  Yalnız O’na kulluk edenlerin mutluluğu. el Hamidun övgülerin tamamını O’na hasredenlerin mutluluğu. es Saihun seyyah olup Allah rızasının peşine düşenlerin mutluluğu.

Buradaki, dikkatinizi çekmişse eğer, sadece, tamamen, yalnızca, hasreden ibareleri var. Metinde bunlar yok nereden koydunuz diye bir soru gelecek olursa, hayır biz koymadık, metinde var. O baştaki “el” takıları bu anlamı verir. Çünkü o takıların anlamları ahd için, istiğrak için, cins için olur el takıları. İşte biz kaynak dilin, Arapçanın bu anlamını, hedef dil olan Türkçeye yansıtmak istersek, işte böyle anlam vermemiz lazım. Yalnızca Allah’a kulluk edenler, övgülerin tamamını O’na hasredenler, seyyah olup Allah’ın rızasının peşine düşenler.

Fakat burada ki es Saihun tefsirler tarafından oruç tutanlar diye anlaşılmış. Böyle nakledilmiş. Ki İbn. Abbas Kuran’da ki tüm esseyahe kökünden gelen sözcükler oruç anlamına gelir diye de böyle bir görüş serdetmiş. Ya da İbn. Abbas adına böyle bir görüş serdedilmiş. Yani bu demektir ki bu kelime seyahatle ilgili olduğu halde mecaza hamledilmiş. Oruca kaydırıldığına göre. İnsan yemeden içmeden ve cinsi arzulardan seyahat eder oruçta, onun için de böyle bir mecazla karşılamışlar. Fakat biz kelimenin mecaza hamledilmesini yine koruduk, doğru buluyoruz. Ama o anlamdan daha geniş olan seyyah olup Allah’ın rızasının peşine düşenler anlamını çok daha geniş. Kelimenin bize vermek istediği en geniş çağrışım olduğu için daha makul buluyoruz ve böyle çevirdik.

er Raki’un Yalnızca O’nun önünde eğilen, es Sacidun yalnızca O’nun huzurunda yere kapananların mutluluğu. el Amirune Bil ma’rufi venNahune anil münker iyi ve doğru olanı önerip kötü ve yanlış olandan alıkoyanların mutluluğu. Emr-i bil ma’ruf ve Nehy-i anil münker ve infak. Nifak’ın zıddıdır. İlginç bir tevafuk değil mi; İnfak, nifak. İnfak Allah için harcamak, harcama yapmak. Nifak ise iki yüzlülük. Neden aynı kökten gelmiş diye sorar mısınız, Sormuş kabul ediyor ve cevabını veriyorum.

Aslı, kökeni nifak ve infak gibi kelimelerin kökeni, çift delikli hücrelere denir. Onun için köstebek yuvasına da “nefak” denir. Hatta metrolara Nefak, enfak denir, metro enfak diye kullanırlar. Çünkü iki yüzü var. İki giriş ve çıkışı var. Nereden girip nereden çıktığını bilemeyebilirsiniz. Fakat neden infak bunun için söylenmiş? Nifaka düşmüş iki yüzlü, iki yüzlü olduğu için nifak denilmiş. İnfak ise iki dünyaya inandığı için, buradan yollayıp orada geri alacağı için Allah yolunda yapılan harcamaya infak denir. Yani tıpkı bir tünelden, bir ucundan verip öbür ucundan, ahiret ucundan geri alacağımız için infak denilmiş.

vel Hafizune li hududillah ve Allah’ın koyduğu sınırları koruyanların mutluluğudur bu mutluluk. ve beşşiril mu’miniyn; o halde bu evsaftaki tüm müminleri müjdele.

113-) Ma kâne linNebiyyi velleziyne amenû en yestağfiru lil müşrikiyne velev kânu üliy kurba min ba’di ma tebeyyene lehüm ennehüm ashabül cahıym;

 Ne En Nebi’ye ne de iman edenlere, akraba dahi olsalar, ateş ehli oldukları açıkça belli olduktan sonra şirk koşanlar için bağışlanma dilemeleri olur şey değil (zira “Allâh şirki bağışlamaz”)! ( Açıklaması şudur: Allâh kişinin beyninde öyle bir sistem oluşturmuştur ki; o sisteme göre şirk düşüncesi yani bir dışsal varlığa tapınma hâli yaşayan beyin kendi yapısında bulunan ilâhî kuvvetleri harekete geçirme yetisinden mahrum kalır.) (A.Hulusi)

113 – Ne Peygambere ne iman edenlere, akraba bile olsalar Cehennemlik oldukları onlara tebeyyün ettikten sonra müşrikler için istiğfar etmek yoktur. (Elmalı)

Ma kâne linNebiyyi velleziyne amenû en yestağfiru lil müşrikiyne velev kânu üliy kurba min ba’di ma tebeyyene lehüm ennehüm ashabül cahıym; Ayeti bölecek yer bulamadım, onun için tamamına birden mana vermek durumundayız. Küfre saplanarak ölenlerin –Ki öyle olduğu mefumdan çıkıyor.- Küfre saplanarak ölenlerin, cehennemlik oldukları kendilerine açıklandıktan sonra müşrikler için isterse yakın akrabalık bağları bulunsun Allah’tan af dilemek ne peygambere, ne de iman eden kimselere şık kaçmaz.

Evet, şık kaçmaz diyor. Ma kâne uygun düşmez, yakışık almaz, güzel olmaz. O kadar nazik bir üslûp ki; kim ki isterse yakınları olsun, akrabaları olsun Allah’a şirk koşan bir topluluğa, artık onun Allah’ı inkar ettiği ortaya çıktıktan, kendilerine açıklandıktan sonradan kasıt, iyice artık ölüp gitmiş ve o hal üzere ölmüşse.

Gerçi bu tip ayetler ne zaman gelse hemen Ebu Talip’in ismi gündeme getirilir tefsirlerde, bu çok ta tutarlı değildir. Takdir edersiniz. Çünkü Tevbe suresini okuyoruz ve hicretin neredeyse 9. yılında inmiş bir sureyi okuyoruz. Ebu Talip bundan yaklaşık 12- 13 yıl önce vefat etmiş biri.

Burada özellikle dile getirilen sebep-i nüzûllerden biri de Müslümanlar arasında geçmiş gitmiş müşrik anne baba ve yakınlarına dua edenler vardı deniliyor. Bir tanesine bu söylendiğinde, ama İbrahim’de babasına dua etti diye bir gerekçe ileri sürülmüştü onun üzerine bu ayetler nazil oldu denilse de bendeniz böyle sebeb-i nüzûllere mahsus olmadığını, çok daha genel olduğunu ve hepimizi kapsayan bir öğüt içerdiğini görüyorum ve asıl şuna dikkat çekmek istiyorum; Şirk suçunun bağışlanabilir olduğunu düşünmek, Allah’a karşı işlenmiş bir nezaketsizliktir. Ayetin vermeye çalıştığı bu. Yani siz müşrik olduğunu bile bile ölüp gitmiş birine Allah’tan af dileniyorsunuz, unutmayın ki affedecek olan Allah’tır. Siz şirk zulmünün affedilecek bir suç olduğunu düşünüyorsunuz demektir.

Oysa ki Allah bunun tersini söylüyor. Şirk hariç diyor. Şirk hariç Allah dilerse onun dışındaki tüm günahları affedebilir diyor Kuran. Ama şirk hariç. Onun için siz bu noktada Allah’ın gör dediği yerden bakmıyorsunuz, işte problem bu, buradadır. İfadede ki nezakete yine dikkat çekmek istiyorum.

114-) Ve ma kânestiğfaru İbrahiyme li ebiyhi illâ an mev’ıdetin veadeha iyyah* felemma tebeyyene lehu ennehu adüvvün lilhahi teberrae minhü, inne İbrahiyme le Evvahün Haliym;

Babası için İbrahim’in istiğfarı, ancak ona verdiği bir söz yüzünden idi… Onun bir Allâh düşmanı olduğu açıkça kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı… Muhakkak ki İbrahim ince kalpli ve hilm sahibiydi. (A.Hulusi)

114 – İbrahim’in babası hakkındaki istiğfarı da sırf ona vermiş olduğu bir vaatten dolayı idi, böyle iken onun için Allah düşmanı olduğu kendisine tebeyyün edince ondan teberri etti, her halde İbrahim çok yanık, çok halîm idi. (Elmalı)

Ve ma kânestiğfaru İbrahiyme li ebiyhi illâ an mev’ıdetin veadeha iyyah İbrahim’in babası için Allah’tan af dilemesinin nedeni yalnızca berikinin diğerine hayatta iken verdiği bir söze dayanıyor.

Demek ki sebeb-i nüzûl rivayetlerinde anlatılanların bir doğruluk payı olsa gerek, ki böyle bir gerekçe ileri sürene cevap verilmiş. Bu söz için Hz. İbrahim’in babasının sağlığında verdiği söz için Kuran’da ki Meryem suresinin 47 ve 48. ayetlerine ve Mümtahine suresinin 4. ayetine bakılabilir.

Ölmeden önce yani mühürlenmeden önce tabii ki dua edilir. Hidayeti için. Herkese dua edilmeli, edilmeliyiz demek ki. Zaten emr-i bil ma’ruf, davet İslami bir davet, bir dua değimlidir. Fiili bir duadır. Fakat artık şirk üzere Allah’a küfürde isyanda direnerek ölmüşse Allah’ın onu affetmeyeceğini söylemesine ve açıklamasına, açıkça ifade buyurmasına rağmen hala af dilemek, bu nokta da Allah’ın gör dediği yeri görmemek olur. İşte bunu veriyor ayet bize.

felemma tebeyyene lehu ennehu adüvvün lilhahi teberrae minhü fakat ona diğerinin Allah düşmanı olduğu açıklanınca, kime; Hz. İbrahim’e babasının, ondan hemen el çek, vazgeç diyor, ısrar etme diyor. inne İbrahiyme le Evvahün Haliym; Zaten İbrahim çok yufka yürekli, yumuşak huylu biriydi. Bunu da övercesine söylüyor Kuran’ımız.

Ben, sevgili Kuran dostları burada bir noktaya, gözden kaçırılması muhtemel bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Af dilemek isabetsizlik için sadece şık kaçmaz diyor. Yani kötü biri, müşrik biri, küfür üzerinde ısrarla ölmüş birinin arkasından Allah’tan af dilemek şık kaçmaz diyor. Sadece bu kadar, şık kaçmaz. Yani af dileme de yanılırsanız sadece şık kaçmaz. Ya tekfir de yanılırsanız, işte onu ayırıyor. Bakınız, ona şık kaçmaz falan demiyor. Biliyorsunuz daha önce bununla ilgili birkaç ayeti tefsir ettik. Maide suresinin yanılmıyorsam 5 veya 6. ayetinin sonu olacak, orada ne diyordu;

 ve men yekfür Bil iymani fekad habita amel.. (Maide/5)

Metinlerini de okuyorum ki verdiği numarada eğer isabet ettiremezsem, tutturamazsam metinlerden anahtara bakarsınız, yani sözlüklere Kuran sözlüklerine oradan bulabilirsiniz diye.

Ne diyor burada; Kim imanı inkar ederse; ve men yekfür Bil iymani fekad habita amel onun ameli boşa gider. İmanı inkar. Küçük şey mi..! İmanı inkar demek. Üstelik bu ayetin nüzûl sebebi de Yahudi ve Hıristiyanların kestiklerinin yeneceğini söyleyen ayet pasajı içerisinde yer alır bu. 5. ayet olduğunu söylemiştim ki doğru. Bu pasaj içerisinde bu ayetin sebeb-i nüzûlü olarak ta; “Yahu onların kestiği de yenir mi..!” diyen birkaç kişiye cevap olarak deforme olmuş bir imanı bile kesip atamazsınız diyor Kuran. İşte fark. Yani tekfir ederken bin kat daha hassas Kuran.

115-) Ve ma kânAllâhu liyudılle kavmen ba’de iz hedahüm hatta yübeyyine lehüm ma yettekun* innAllâhe Bi külli şey’in Aliym;

Allâh bir topluluğu hakikate erdirdikten sonra, saptırmaz; korunacakları şeyler kendilerine açıkça belli olup, onlardan sapma olmadıkça! Muhakkak ki Allâh Bi-küllî şey’in Aliym’dir. (A.Hulusi)

115 – Allah bir kavmi hidayete çıkardıktan sonra nelerden sakınacaklarını kendilerine beyan etmedikçe onları dalalete düşürmek ihtimali yoktur, hakikat, Allah her şeye alîmdir. (Elmalı)

Ve ma kânAllâhu liyudılle kavmen ba’de iz hedahüm hatta yübeyyine lehüm ma yettekun Hem Allah hiçbir topluluğu, parantez içinde bir açıklama yapmak zorundayım; Akıl, irade ve fıtratla doğru yolu gösterdikten sonra bile, korunup sakınacakları şeyleri kendilerine bütünüyle açıklamadan sapıklıkla suçlamaz. Bu ne güzel bir ifade. Yani akıl vermiş, fıtrat vermiş, irade vermiş, bir de bunun üzerine vahiy göndermiş. Peygamber göndermiş, onlarla açıklamış neden sakınacaklarını. Hudutları sınırları çizmiş. Bunu yapmadan Allah suçlamaz sapıklıkla diyor.

Aslında liyudılle yi sapıklıkla suçlamak anlamına çevirdim. Bu benim çevirim değil, bu; Taberi, Razi, Zemahşeri, Suyuti ve diğerleri, daha bir çok müfessir burada ki liyudille yi, sapıklıkla itham etmek manasına selefi bir tefsir olarak almış ki doğru bir yaklaşımdır. Hatta Razi’ye göre muhatabı bu ayetlerin hitap ettiği, münafıklar ve müşrikler diyor. Ki bendeniz Razi’nin bu yorumunu daha isabetli buluyorum ayetin muhatabı açısından. Yani bu ayetin muhatabı, işte Müslümanların yakınlarına rahmet dileyen Müslümanlardır diyenler isabetli değil gibime geliyor. Bu ayetler; Münafıklar ve müşriklere hitap eden ayetler.

innAllâhe Bi külli şey’in Aliym; Elbette ki Allah her bir şeyi bilendir. Yani burada doğru yolu bulmamış, ısrarla küfürde direnen insanlara rabbimiz, sizin bir mazeretiniz yok. Zaten Allah sapık, küfür ve şirk üzere olduğunu söylüyorsa, onun hiçbir mazereti kalmadı da onun için söylüyor demektir. Biraz önceki açıklamamın mütemmim cüzüydü.

116-) İnnAllâhe leHU mülküs Semavati vel Ard* yuhyiy ve yümiyt* ve ma leküm min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasıyr;

 Semâların ve arzın mülkü Allâh içindir… Diriltir ve öldürür… Sizin için Allâh dûnunda ne bir Veliyy ve ne de bir yardımcı vardır. (A.Hulusi)

116 – Hakikat Allah, bütün Göklerin Yerin mülkü onun, diriltir de öldürür de ve size ondan başka ne bir veliy vardır ne bir nasîr. (Elmalı)

İnnAllâhe leHU mülküs Semavati vel Ard ve elbette yerin ve gökleri hakimiyeti yalnızca Allah’a aittir. yuhyiy ve yümiyt hayatı da ölümü de O takdir eder. ve ma leküm min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasıyr; sonuçta sizin için Allah dışında ne bir yar, ne de bir yardımcı var.

117-) Lekad tabAllâhu alenNebiyyi vel Mühaciriyne vel Ensarilleziynettebeûhu fiy saatil usreti min ba’di ma kâde yeziyğu kulubü feriykın minhüm sümme tabe aleyhim* inneHU Bihim Raûfun Rahıym;

 Andolsun ki Allâh, fazlını nasip etti… Hz. Rasûllullah’a da, o güçlük saatinde O’na tâbi olan muhacirler ile ensara da; içlerinden bir bölümünün kalpleri neredeyse kaymak üzere iken tövbeye (yanlışlarından dönmeye) muvaffak kıldı. Sonra onların tövbelerini kabul etti… O, onlarda Raûf’tur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

Lekad tabAllâhu alenNebiyyi doğrusu Allah peygambere, vel Mühaciriyn imkanların tükendiği yerden, imkanların üretileceği yere göç edenlere, vel Ensarilleziynettebeûhu fiy saatil usre zorluk demlerinde, zorluk zamanlarında, yani zor zamanda kendi imkanlarını onlarla paylaşarak din yardımcılarına, evet devam ediyoruz; min ba’di ma kâde yeziyğu kulubü feriykın minhüm üstelik içlerinden bir kısmının kalbinin kaymaya yüz tuttuğu bir durumun ardından rahmet ve bağışıyla yöneldi. Başa dönüyoruz, Lekad tabAllâh Allah işte bunlara rahmet ve bağışıyla yöneldi.

Görüyorsunuz sevgili dostlar. Allah’ta tevbe ediyor. Allah’ın tevbe etmesi işte bu. Kulun tevbe etmesi Allah’a yönelmektir. Hata ettikten sonra “Ben ettim, sen etme Allah’ım” demesidir. Ya Allah’ın tevbesi; tabAllâh kendisine yönelen kula yönelmesi ve onu bağışlamasıdır. Onun için Allah kendisine tevbe edenin tevbesini kabul eder. Burada Tebük’ten mazeretsiz geri kalıpta tevbe eden gruba dikkat çekiliyor. Konusu hiç şüphesiz ki o dur.

sümme tabe aleyhim evet, onların tevbelerini kabul ettim.

Burada ki sümme’nin en güzel karşılığı evettir. Çünkü yukarıda yine aynısını söyledi, evet onların tevbelerini kabul etti. Neden derseniz; inneHU Bihim Raûfun Rahıym; çünkü O, onları da sınırsız şefkatle ve merhametiyle kuşatır.

118-) Ve ales selasetilleziyne hullifu* hatta izâ dakat aleyhimül’ Ardu Bi ma rahubet ve dakat aleyhim enfüsühüm ve zannu en lâ melcee minAllâhi illâ ileyh* sümme tabe aleyhim li yetubu* innAllâhe HUvetTevvabur Rahıym;

 Geride bırakılan o üç kişinin de (tövbesini kabul etti)… Genişliğine rağmen arz onlara dar gelmiş, nefsleri kendilerine dar gelmiş ve (nihayet) Allâh’tan sığınılacak yerin, gene ancak O olduğunu düşünmüşlerdi… Sonra, dönmeleri için (Allâh) onların tövbesini kabul etti… Muhakkak ki Allâh, “HÛ” Tevvab’dır, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

118 – O üç kişiye de ki geri bırakılmışlardı, nihayet o derece bunalmışlardı ki Yer yüzü bütün genişliğiyle başlarına dar geldi vicdanları da kendilerini tazyik etti ve Allahtan yine Allaha sığınmaktan başka çare olmadığını anladılar, evet, tam o vakit tövbelerinin kabulü ile tekrar iltifat buyurdu ki o tövbekârlar miyanına rucu’ etsinler, hakikat, Allah, odur öyle tevvab, öyle rahîm. (Elmalı)

Ve ales selasetilleziyne hullifu yine geri kalan 3 kişi ya da grup kimseye de Allah şefkat ve merhametiyle yöneldi.

Kim bunlar; Kişi ya da grup dedim. Ben gruba daha temayüllüyüm ama klasik tüm tefsirlerimiz üç kişiyi öne çıkarırlar. Ki bu doğrudur. Kimdir onlar; Kâb Bin Malik, Mürare Bin Rebiî, Hilal bin Ümeyye. Kâb Bin Malik’in ağzından öğreniyoruz olanları.

Kâb, Medine yerlisi bir Müslüman. Üstelik Medine’deki tüm savaşlara Resulallah’ın arkasında iştirak etmiş sağlam yapılı bir mümin. Hem de şair üstelik. Medine’nin ünlü şairlerinden. Sözü geçen kabilesinde, gerçekten eşraf sayılan Medine de sözü dinlenir. Hatta civar site devletlerinde hatırlı biri. Öyle diyor; Hiç Tebük seferinde ki kadar rahat olmamıştım madden. Fakat sefer hazırlıkları başlayınca; “Biraz bekle canım nasıl olsa her şeyim hazır.é dedim kendi kendime. Günler yaklaştı ben hala kendimi ihmallikte böyle avutuyordum. Fakat sefer günü geldi, bu sefer kendimi şöyle avutmaya başladım: “Senin nasıl olsa bineğin güçlü, sen onların arkasından yetişirsin.” Dedim. Yine unuttum kendimi. Şeytan yine beni aldattı.” Diyor. Ve çektiler gittiler. Ama öyle bir zaman geldi ki artık arkalarından da yetişemezdim. Yerimden kalkamadım.

Resulallah seferden döndü fakat ben bu süre zarfında içim içime sığmadı. Vicdanım beni rahatsız etti. Baktım yaşlılar, sakatlar ve bir de tescilli münafıklar geride kalmış. “Ben bu adamlarla mı beraberim.” Dedim. Vicdanım beni durdurmadı. O kadar rahatsız oldum ki, Resulallah dönünceye kadar içim içimi yedi.

Resulallah döndü her zaman yaptığı gibi mescide geldi, ayağının tozu ile iki rekat namaz kıldı. Dönünce yaklaşık 80 kişilik münafıklar sıraya dizildiler, her biri yemin billah ederek bir yığın mazeret saydılar. Onları Resulallah dinliyor, sadece dinliyor, Kendisi; Allah seni affetsin senin için istiğfar edeceğim deyip gönderiyordu ve mazeretlerini kabul ediyordu. Beni gördü, suçlu suçlu orada oturan beni.

–         Ya sen niye gelmedin..! dedi.

Kafam önüme eğildi. “Ya Resulallah dedim. Ben konuşmasını iyi bilen biriyim. Şairdi. Eğer mazeret uyduracak olsam şunların hepsinden daha tumturaklı mazeretler uydururdum. Fakat Allah biliyor. Seni aldatsam Allah’ı aldatamam. Onun içinde doğru söylemek durumundayım. Hiçbir mazeretim yoktu ya Resulallah. Hiçbir dönemde de elim bu kadar rahat olmamıştı. Ama tembelliğime yenildim.

– Allah senin hakkındaki hükmü verinceye kadar bekle o halde. Dedi.

Etrafımdaki bir çok adam beni sağımdan solumdan  rahatsız ediyordu. Bir mazerette sen uydur. Ama yapamadım. Daha sonra 2 kişinin daha benim yaptığım gibi yaptığını, mazeretleri olmadığını ve doğru söylediklerini duydum. Biri Mürare idi, biri de Hilal idi. Biraz olsun rahatladım ve evime gittim.

Resulallah kimsenin benimle konuşmamasını söylemişti. Kimse konuşmuyordu. Mescide geliyordum, namaz kılıyordum. Her zaman olduğu gibi Resulallah’a selam veriyor ve onun hemen arkasına duruyordum.

Boşuna bakıyordum Resulallah’ın dudaklarına. Kıpırdamıyordu bile. Ah bir selamımı alsaydı..! Dünyalar benim olacaktı. Fakat hiç dudaklarının kıpırdadığını görmedim. Öyle hissediyordum. Resulallah beni süzüyordu.Fakat bir den hissetmem doğrumu diye Resulallah’a başımı kaldırdığımda çeviriveriyordu hemen kafasını. Günler böyle geçip giderken yer yüzü bana dar gelmeye başlamıştı.

Bir haber daha geldi, eşinden de ayrılacaksın. Boşayacak mıyım diye sordum, hayır sadece ayrılacaksınız, ayrı duracaksınız. Şimdi eşimi de babamın evine yollamıştım. Artık yapayalnızdım. Sabahlara kadar rabbimle evimin damında hem namaz kılıyor, hem ağlıyordum.

Amcamın oğluna gittim. Benim can ciğer dostumdu. Evinin kapısından değil duvarından atladım kimseye görünmeden. Selam verdim, o bile almadı. Ebu Katade. O bile almadı selamımı. Bir daha selam verdim, almadı ve dayanamadım dedim ki; “Ey amcamın oğlu ben Allah ve resulünü sevmiyor muyum yoksa..!” Bana sadece bir cümle söyledi. Allahu ve resulühu alehu alem. Allah ve peygamberi daha iyi bilir. Artık tamamen yıkılmıştım eve geldim. Ne yiyor ne içiyordum. Yer demir gök bakır kesilmiş, beni içine sığdıramaz olmuştu.

Yaklaşık 50 gün geçtikten sonra yine evimin damında göz yaşları içinde Allah’a secde halindeyken gür bir ses duydum.

– Müjdeler olsun ya Kâb..! diyordu.

Gözün aydınlandı, gönlüm aydınlandı. Güneş doğdu sanki içime. Koşa koşa mescide geldim, Resulallah’ın gözlerine baktım, gözleri parıl parıldı.

– Müjdelerim seni. Dedi.

– Ya Resulallah senden mi yoksa Allah’tan mı. Dedim;

– Allah’tan. dedi. Ve bu ayetleri okudu.

Resulallah’ın önünde çıktım;

– Ya Resulallah tevbemin sadakat bedeli olarak malımı bağışlamak istiyorum.

– Çocuklarına bir kısmını bırak. dedi.

O halde Hayber’de kini bırakıyorum ve gerisini bağışladım. Vallahi ben doğru sözlülüğümün kârını gördüm. Allah’ın resulünü kandıranlar Allah’ı kandıramadılar. Fakat ben Allah’ı gözettiğim için Allah’ta beni affetti. Bu sadece kendi çağında yaşanmış dramatik bir öykü değil, her çağa, bir iman inkılabının nasıl bir insan tipi yetiştireceğinin en güzel örneği. Bugün için bizim de önümüzü, ufkumuzu aydınlatan, imanın insanda nelere kadir olduğunu gösteren muhteşem bir örnek.

hatta izâ dakat aleyhimül’ Ardu Bi ma rahubet o kadar ki olanca genişliğine rağmen yer yüzü onlara dar gelmiş, ve dakat aleyhim enfüsühüm dahası vicdanları da kendilerini sıkıştırmıştı. ve zannu en lâ melcee minAllâhi illâ ileyh sonunda yalnız Allah’tan başka sığınak olmadığını anladılar. Biraz önce anlattığımız öykünün kimi ayrıntılarına dikkat çeken ayetler.

sümme tabe aleyhim li yetubu ardından O’da onlara rahmetiyle yöneldi ki tevbe etsinler diye. Yani Allah onlara kendine yöneldikleri için yöneldi. Veya Allah onlara yöneldi ki, onlar da Allah’a yönelsinler. innAllâhe HUvetTevvabur Rahıym; iyi bilin ki Allah, evet, yalnızca O’dur tevbeleri kabul eden, rahmetiyle muamele eden.

Ben ayetin baş kısmını çevirirken 3 grup diye ikinci bir anlam daha söylemiştim. 3 kişi değil de 3 grup ise nasıl bakacağız; Şöyle düşünebiliriz. Şüpheli mazeret belirtenler ki 43 ile 46. ayetlerde ve 90. ayette ifade edilen kişiler, şüpheli mazeret belirten grup bir. 2.si mazeretsiz geri kalıp tevbe edenler. İşte burada görüldüğü gibi bu 3 kişi örneğinde. 102. ve 105. ayetlerde de bunlardan söz ediliyor. 3. sü ise durumları Allah’a kalmış olanlar. 106. ve 118. ayette ifade edilenler.

119-) Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe ve kûnu me’as sadikıyn;

 Ey iman edenler! Allâh’tan (yaptıklarınızın sonuçlarını kesinlikle yaşatacağı için) korunun ve sadıklarla (Hakk’ı tasdik edenlerle) beraber olun! (A.Hulusi)

119 – Ey o bütün iman edenler! Allahtan korkun ve sadıklarla beraber olun. (Elmalı)

Ya eyyühelleziyne amenü siz ey iman edenler, üttekullahe ve kûnu me’as sadikıyn; Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın ve dürüst kimselerle birlikte olun. Kâb Bin Malik’in dürüstlüğüne adeta bir atıf var sanki.

120-) Ma kâne li ehlil Mediyneti ve men havlehüm minel a’rabi en yetehallefu an Rasûlillâhi ve lâ yerğabu Bi enfüsihim an nefsih* zâlike Bi ennehüm lâ yusıybuhüm zameün ve lâ nesabün ve lâ mahmesatün fiy sebiylillâhi ve lâ yetaune mevtıen yağıyzul küffare ve lâ yenalune min adüvvin neylen illâ kütibe lehüm Bihi amelün salih* innAllâhe lâ yudıy’u ecrel muhsiniyn;

 Gerek Medine halkına gerekse çevresindeki Bedevîlere, Allâh Rasûlünden geri kalmaları ve kendi nefslerini O’nun nefsine tercih etmeleri yakışmaz! Onların Allâh yolunda susuzluğa, yorgunluğa, açlığa maruz kalmaları, hakikat bilgisini inkâr edenleri öfkelendirecek yerlere yerleşmeleri, düşmana karşı bir zafer kazanmaları; kendilerine imanın gereği fiiller olarak yazılmıştır! Muhakkak ki Allâh muhsinleri mükâfatsız bırakmaz. (A.Hulusi)

120 – Ne medenîlerin ne de etraflarındaki bedevîlerin Resulallah’tan tahallüf etmeleri, ve onun nefsinde ne yaptığına bakmayıp da kendi nefisleriyle mukayyet olmaları yaraşmaz, çünkü onların Allah yolunda ne bir susuzluk, ne bir yorgunluk, ne bir açlık çekmeleri ve ne küffarı gayza getirecek bir mevkii çiğnemeleri ne de düşmandan bir muvaffakıyete nâil olmaları olmaz ki mukabilinde kendileri için mutlak bir ameli Salih yazılmış bulunmasın, çünkü Allah Muhsinlerin ecrini zayi’ etmez. (Elmalı)

Ma kâne li ehlil Mediyneti ve men havlehüm minel a’rabi en yetehallefu an Rasûlillâhi ve lâ yerğabu Bi enfüsihim an nefsih peygamber şehrinin halkına ve çevresindeki bedevilere, ne Allah’ın elçisinden geriye kalmak, ne de kendi canlarını onunkinden fazla sakınmak yaraşmaz, şık kaçmaz.

Evet, kılavuz, çölde hayat. Kılavuzunuzu çölde kaybetmişseniz, hayatınızı kaybetmişsinizdir. Peygamber hayattır onun için. Peygamberin hayatı sizin hayatınızdan daha önce gelmelidir. Kılavuzunuzu kaybetmek sadece hayatınızı değil, istikbalinizi, ebedi istikbalinizi de yitirmek anlamına geldiği içindir.

zâlike Bi ennehüm lâ yusıybuhüm zameün ve lâ nesabün ve lâ mahmesatün fiy sebiylillâh şöyle ki, ne zaman onların başına Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk ve açlık gelse, ve lâ yetaune mevtıen yağıyzul küffar ne zaman inkarda direnenleri öfkelendiren bir hamle yapsalar, bir adım atsalar, ve lâ yenalune min adüvvin neylen ve ne zaman mukadder olan sonuca düşman eliyle ulaşsalar, şehit olmak gibi, gazi olmak gibi. illâ kütibe lehüm Bihi amelün Salih sonuçta bütün bunlar nedeniyle onların lehine üretilmiş bir değer yazılmaktadır. Yani boşa gitmemektedir.

Burada söylenen açık, Allah’a güvenin siz deniliyor. Çünkü iman güvendir. Değer üretmekle peşin nimetleri, vadeli şükür isteyen Allah karşısında, sizde peşin amel yapıp vadeli cennete neden razı olmazsınız. Unutmayın önce bunu Allah yaptı.Göz, kulak, dil, dudak, el ayak, yürek, beyin, hava, su. Bedeli vadeli ödenmek üzere peşin verilmiş değerler değil mi. Allah size güveniyor da siz niçin Allah’a güvenmiyorsunuz. Gözü verirken bedelini ödediniz mi? Kalbi verirken ödediniz mi, havayı solurken ödediniz mi? O halde Allah size peşin peşin nimetini verip şükrünü veresi almakta hiç tereddüt etmedi de; Siz neden peşin amelle vadeli cennet almakta Allah’ta alacağınız olsun, vermeyeceğini mi düşünüyorsunuz. Kaldı ki size verdiği nimetin şükrünü bir ömür O’na hasretseniz yine de heder etmiş olmazsınız. Onun için güven problemidir. İman güven demektir, Allah’a güven.

innAllâhe lâ yudıy’u ecrel muhsiniyn; Her halde Allah iyilerin hakkını zayi edecek değildir.

121-) Ve lâ yünfikune nefekaten sağıyreten ve lâ kebiyreten ve lâ yaktaune vadiyen illâ kütibe lehüm li yecziyehümullâhu ahsene ma kânu ya’melun;

 Ne zaman küçük veya büyük bir bağış infak etseler, yeryüzünde yolculuk yapsalar; bu onlara kesinlikle yazılmış olduğu içindir… Bu, Allâh’ın kendilerini, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlandırması içindir! (A.Hulusi)

121 – Ve küçük, büyük bir masraf yapmazlar ve bir vadî kat etmezler ki amellerinin daha güzeliyle Allah kendilerine mükâfat etmek için hesaplarına yazılmış olmasın. (Elmalı)

Ve lâ yünfikune nefekaten sağıyreten ve lâ kebiyreten Yine onlar az ya da çok Allah yolunda her ne harcamışlar, ve lâ yaktaune vadiyen ve herhangi bir vadide ne yol almışlarsa, – Bu bir deyimdir, aslında yakta kesmek manasıdır ama, kat etmek diye bizim dilimize de girmiştir. Yol kat etti, yol almak manasına kullanılır.- illâ kütibe lehüm li yecziyehümullâhu ahsene ma kânu ya’melun; Allah’ın onları yaptıklarından dolayı ve en güzel bir biçimde ödüllendirmesi için elbet O’da onların lehine kayda geçirilmektedir.

122-) Ve ma kânel mu’minune li yenfiru kâffeten, felevla nefera min külli firkatin minhüm taifetün li yetefakkahu fiyd diyni ve li yünziru kavmehüm izâ race’û ileyhim leallehüm yahzerun;

 İman edenlerin hepsinin birden sefere çıkmaları yerinde olmaz! Onlardan her bir topluluktan bir grubun, arkalarında kalması; Din’i iyice anlamaya çalışması gerekir. Onlar seferden geri döndüklerinde, belki sakınırlar diye, kavimlerini uyarmaları için! (A.Hulusi)

122 – Bununla beraber müminlerin kâffesi birden toplanıp seferber olacak değillerdir, fakat her fırkadan bir taife toplansa da dinde fıkıh tahsil etseler, ve döndükleri zaman kavimlerini inzar eyleseler, gerek ki sakınırlar. (Elmalı)

Ve ma kânel mu’minune li yenfiru kâffe fakat müminlerin sefere topyekun çıkmaları doğru olmaz. felevla nefera min külli firkatin minhüm taifetün li yetefakkahu fiyd diyn Çok önemli, çok önemli bir Kuranî ilkeyi şu anda öğreniyoruz. Onlar arasından her gruptan birilerinin sefere çıkmayıp dinde derin bir anlayış ve ilim elde etmek için çaba harcamaları, ve li yünziru kavmehüm izâ race’û ileyhim ve onlar yanlarına döndükleri zaman da ait oldukları kitleleri uyarmaları daha uygun olacaktır. leallehüm yahzerun; Belki de böylece ileride doğacak mahsurlar önceden önlenmiş olur.

Kuran, iki dünyayı birbirinden ayırmaz, bıçak sırtı gibi görür. Bir realitenin iki yüzüdür Kuran düşüncesine göre dünya ve ahiret. Onun için bilgiyi de ikiye ayırmaz. Uhrevi bilgi, dünyevi bilgi. Ya da dini bilgi, dini olmayan bilgiyi de ikiye ayırmaz Kuran. Onun içinde burada verilen mesaj bilginin tamamına ilişkindir. Yeter ki yararlı bilgi olsun. Var oluş mücadelesi olan top yekun savunma seferberliği durumunda dahi ilmi faaliyetlerin durmamasını emrediyor bu ayet. Bu Kuran’ın kendine bağlı insanları mitostan logosa çağırdığının, mahsustan, makule çağırdığının, yani efsaneden ve mitolojiden akla çağırdığının bir göstergesidir, hem de açık bir göstergesidir.

Sağlam bir bilincin alt yapısı, sağlıklı bir bilgilenmedir. Özellikle bu bilgi vaka değil, malumat değil, derin düşünceyle işlenmiş rafine bilgi olduğu için li yetefakkahu fiyd diyn diyor. Tefakkuhtan söz ediyor Kuran. Nedir bu? Entelektüel derin düşünce demektir. Yani bilgisayarların data bankına giren malumat değil, derin düşünce. Sadece insanın üretebileceği, malumattan düşünce ile sonuç elde etmek.

O halde buna fıkıh diyemeyiz. Fıkıh okumak başka şey, tefakkuh etmek bam başka şeydir. Kuran fıkıh okumayı değil, tefakkuhu emreder. Fıkh etmeyi yani. Fıkh etmek bir entelektüel eylemdir. Bilgiyi yoğurmak ve bilgiden yepyeni bir bilgi üretmektir. Yani bilgiyi üretmektir, tüketmek değil. Onun için burada tefakkuh sahibi olmadan fıkıh sahibi olanları, insanı kurala feda edenlere de bir öğüt var. Eğer tefakkuh sahibi olmadan fıkıh sahibi olursanız, insanı kurala feda edersiniz. İşte bu Yahudileşmedir bizce. Çünkü Yahudiler dinin hükümlerini kurallaştırdılar, insanı kurban ettiler. Onun için de Yahudileşmeye karşı savaş açan, savaş açmak için gönderilmiş olan Hz. İsa onlara dönüp şu sert üslubuyla diyordu ki;

– Ey yılan dölleri, cumartesi yasağı insan içindir. İnsan Cumartesi yasağı için değildir.

Çok harika bir uyarı. İnciller içerisinde geçen Hz. İsa’ya ilişkin bir cümle bu. Ona ait bir cümle. Yahudileşen İsrail oğullarını cumartesi yasağına uyacağız diye kuyuya düşen bir canlıyı, bir insanı dahi kurtarmadıklarını göz önüne getirirseniz, o zaman dinin emirlerinin maksadından nasıl ayrılıp ruhu öldürülerek uyulmaya çalışıldığını ve nasıl ters bir işe alet edildiğini görürsünüz. İşte buradaki da onu söylüyor.

123-) Ya eyyühelleziyne amenû katilülleziyne yeluneküm minel küffari velyecidu fiyküm ğılzaten, va’lemu ennAllâhe me’al müttekıyn;

 Ey iman edenler! Küffardan (gerçeği inkâr edenlerden) size yakın olanlarla savaşın! Sizde şiddet, aziym, yoğun iman yaşamını bulsunlar… Bilin ki Allâh korunanlarla beraberdir! (A.Hulusi)

123 – Ey o bütün iman edenler! Kâfirlerin size yakın olanlarıyla çarpışın, hem onlar sizde kalın bir kuvvet görsünler ve bilin ki Allah korunanlarla beraberdir. (Elmalı

Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, katilülleziyne yeluneküm minel küffar inkarda direnenlerden size gelebilecek en yakın tehdide karşı savaşın. velyecidu fiyküm ğılzaten ve sizin şahsınızda sert bir direnişe şahit olsunlar.

Burada söylenmek istenen şey sanırım açık. Yakın ve açık tehlikeyle savaşmak emrediliyor. Öncelik sırasını, tehdit sıralamasını yanlış yapmayın diyor. Doğru tehdit sıralaması yapın. Yanlış yapınca işte şu anda yaşadığımız gibi, toplumu çözersiniz.Yanlış tehditlere karşı savaşmayın, doğru bir sıralama yapın ve en yakın tehdit, sizin rızkınızı, sizin hayat standardını, sizin rahatınızı hedef alan değil, sizin ebedi mutluluğunuzu hedef alan tehdittir. Onun için onunla mücadele edin mesajı da veriliyor. Direnç göstermek, tehlike yaklaşınca bir toprak gibi çözülmeyip bir kaya gibi sert olmak tavsiye ediliyor burada.

va’lemu ennAllâhe me’al müttekıyn; hem şunu iyi bilin ki Allah sorumlu davrananların yanındadır.

124-) Ve izâ ma ünzilet suretün fe minhüm men yekulü eyyüküm zadethü hazihi iymana* feemmelleziyne amenû fe zadethüm iymanen ve hüm yestebşirun;

 Bir sûre inzâl edildiğinde, onlardan kimi: “Bu hanginizin imanını arttırdı (ne yararı oldu)?” der… İman etmiş olanlara gelince, onların imanını artırmıştır, onlar müjdeleşip seviniyorlar. (A.Hulusi)

124 – Bir Sûre indirildi mi içlerinden biri çıkar «bu hanginizin imanını artırdı bakalım?» der, evet, imanı olanların imanını artırmıştır ve onlar müjdelenip duruyorlar. (Elmalı)

Ve izâ ma ünzilet suretün fe minhüm men yekulü eyyüküm zadethü hazihi iymana ne zaman Kuran’dan bir bölüm indirilse hemen onlardan birileri; “Bu hanginizin imanını artırdı.” Derler. Alaycı bir tavır tabii ki. Vakarıyla bağlantı, yani direnişin temelinin güçlü bir iman olduğuna bir gönderme bu aslında. Yukarıda ki vakarla bağlantılı bir ayet. Çünkü burada her ilahi tavsiye imana eklemlenmiş bir yakıt gibi.

Şu da ortaya çıkmıyor mu o zaman, aslında Kuran ile alakanız, iman ile alakanızdır. Kuran’a ne kadar vakıfsanız imanınızda o kadar güçlü olur. Aslında bu böyle ortaya çıkıyor. Eğer inen her ayet imanı güçlendiren bir gönül yakıtı ise, söyler misiniz sizn yüreğinize kaç ayet indi. Kuran’ın şu iki kapağı arasındaki ayetlerden kaçını algılamış, sindirmiş, anlamış ve hayatınızda gerekli yere koymuşsanız, o kadar inmiştir. Sanırım buna siz de katılırsınız.

feemmelleziyne amenû fe zadethüm iymanen ve hüm yestebşirun; Evet, bir başka kesime geldi Kuran. İman edenler var ya, bu onların imanlarını tabii ki artırmıştır. Elbette artırmıştır iman edenlerin imanını ve elbet onlar bunun sevincini paylaşırlar. Yestebşirun ben en güzel tercümeyi böyle bulabildim.Bu karşılığı bu kelimenin en doğru tercümesi olarak görüyorum; birbiriyle sevinç paylaşırlar. İman paylaşırlar. Bilgiyi paylaşmak, imanı paylaşmak. Aslında emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker bir paylaşma değil midir. Davet bir iman paylaşımı değil midir. Unutmayınız sevgi gibidir iman, paylaşıldıkça çoğalır, tükenmez artar.

125-) Ve emmelleziyne fiy kulubihim meradun fezadethüm ricsen ila ricsihim ve matu ve hüm kafirun;

 Hastalıklı düşünce sahiplerine gelince; onların pisliğine pislik katıp arttırmış; onlar hakikat bilgisini inkâr edenler olarak ölmüşlerdir. (A.Hulusi)

125 – Kalplerinde bir maraz olanlara gelince: onların da küfürlerine küfür katmıştır ve kâfir olarak ölüp gitmişlerdir. (Elmalı)

Ve emmelleziyne fiy kulubihim meradun fezadethüm ricsen ila ricsihim bir de kalpleri hastalıklı olan kimseler var ve bu onların çirkefliklerinin katmerlenmesine yol açmıştır. fezadethüm ricsen ila ricsihim ibaresini; çirkefliklerinin katmerlenmesi diye çevirdim ki sanırım doğru bir çeviri. ve matu ve hüm kafirun; nihayet onlar inkara saplanmış bir halde ölüp giderler.

Hakikatin çift boyutlu etkisini bu ayette hissediyoruz. Şifa, ya da hüsran. Görüyorsunuz hani bir başka ayeti hatırlarım hemen;

Ve nünezzilu minel Kur’âni ma huve şifaun ve rahmetun lil mu’miniyne Kur’an dan öyle şeyler var ki inen, müminler için şifa ve rahmettir. ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara; (İsra/82) Fakat, herkes için mi? Zalimlerin, yani Kur’an ı doğru yere koymayanların, Kur’an a doğru noktadan bakmayanların, yanlış yere koyanların, ki zulüm bir şeyi yerinden etmektir, yerine koymamak hüsranını artırır. O ayeti hatırlattı bana.

Buradaki rics, taharetin zıddıdır. Temizlik ve pislik. 108. ayeti hatırlayın hemen, oradaki tahareti hatırlayın; manevidir burada da işte. Bu kirlilik elbisenin, bedenin kirliliği falan değil, yüreğin ve zihnin kirliliğidir. Unutmayınız ki en, en tehlikeli kirlilik, yüreğin ve zihnin kirliliğidir ve din de bu kirliliği arıtmak için gelmiştir, gönderilmiştir.

126-) Evela yeravne ennehüm yüftenune fiy külli ‘amin merreten ev merreteyni sümme lâ yetubune ve lâ hüm yezzekkerun;

 Görmüyorlar mı ki onlar her yıl bir veya iki kere deneniyorlar? (Hâlâ) tövbe etmiyorlar; ibret de almıyorlar. (A.Hulusi)

126 – Görmezlerde mi ki her yıl bir veya iki kere fitneye tutulurlar, sonra da tevbe etmezler, ibret almazlar. (Elmalı)

Evela yeravne ennehüm yüftenune fiy külli ‘amin merreten ev merreteyn her yıl bir ya da iki kez sınandıklarını görmüyorlar mı, sümme lâ yetubune ve lâ hüm yezzekkerun; oysa ki ne tevbe ediyorlar ne de ders alıyorlar.

Böyle çevirdim hemen ilk etapta görür görmez ama, şöyle de çevirebilirim bu ayeti; Evela yeravne ennehüm yüftenune fiy külli ‘amin merreten ev merreteyn görmüyorlar mı ki her yıl en az bir ya da iki kez tongaya düşüyorlar. sümme lâ yetubune ve lâ hüm yezzekkerun; fakat buna rağmen yine de ne tevbe ediyorlar, ne de ders alıyorlar. Sanırım bu çeviri biraz daha güzel oldu, daha isabetli bir çeviri oldu.

İlk kuşak müfessirleri bu bir ya da iki kez imtihandan, fitneden farklı şeyler anlamışlar. Açlık ve kıtlık demiş bazı ilk kuşak müfessirleri. Daha başkaları savaş ve gaza demiş. Tabii bu yorumlar biraz uzak yorumlar gibi geldi bize. Fitne kelime manası olarak, altının hamını hasından ayırmak için ateşte eritilme işlemine denilir. Yani saf altını cürufundan ayırmak için yapılan işlemdir.

Saf imanı, imana karışmış bir takım tortulardan ayırmak için kişinin sınava çekilmesi. Fakat Kur’an da fitne yaklaşık 20 yi aşkın anlamda kullanılır ve gerçek bir çok anlamlı kelime ile karşı karşıyayız ve bence fitne biraz önceki anlamıyla değil, tongaya düşmek. Tıpkı dilimizde kullanıldığı sınırlı manasında olduğu gibi, fitneye düşmek anlamında, hatta hatta,şu anda müfessirinin ismini hatırlayamadığım ilk tefsircilerinden birinin Mukatil bin Süleyman’ın tefsir ettiği gibi bunu bir fabiha, yani skandal. Her yıl 1 – 2 skandala konu olduklarını görmüyorlar mı. Ki gerçekten tarihsel olarak böyle çevirirsek Medine’de ki her yılda bir iki münafık skandalını görüyoruz. Bu skandalla yine maskeleri fora ediliyordu. Burada söylenen o olsa gerek.

127-) Ve izâ ma ünzilet suretün nezara ba’duhüm ila ba’d* hel yeraküm min ehadin sümmensarefu* sarafAllâhu kulubehüm Biennehüm kavmün lâ yefkahun;

 Bir sûre inzâl edildiğinde: “Sizi birisi görüyor mu?” diye birbirlerine bakıp sonra sıvışarak gittiler… Anlayışsız bir topluluk olmaları dolayısıyla da Allâh bilinçlerini (ters) döndürdü. (A.Hulusi)

127 – Bir Sûre indirildi mi sizi birisi görüyor mu? «diye birbirlerine göz ederler, sonra» sıvışır giderler, Allah kalplerini burkmuştur, çünkü bunlar Fıkhı istemez kimselerdir. (Elmalı)

Ve izâ ma ünzilet suretün nezara ba’duhüm ila ba’d* hel yeraküm min ehadin sümmensarefu Bir de ne zaman Kur’an da bir bölüm indirilse; siz görecek birimi var ki der gibi birbirlerine bakıyorlar, sonra da dönüp uzaklaşıyorlar.

Tipik bir iki yüzlü tavırdan söz ediliyor. İkği yüzlülüğün en temelinde yatan etmen, nedir o; görülmediğine, fark edilmediğine inanmak. Gören bir Allah’a inanarak münafık olunabilir mi. Münafık olabilmesi için en azından Allah’a iman etse bile, Allah’ın kendisini her an gördüğü konusunda tereddüdü olması lazım. Problem de burada yatıyor. Problem inanca ilişkin bir problem olarak gündeme getiriliyor burada.

sarafAllâhu kulubehüm peki sonuç, Allah kendisine böyle yaklaşan birine nasıl yaklaşır. Allah’ta onların kalplerini Hakk’tan döndürmüştür. Onlar hakikatten nasıl yüz çeviriyorlar, gören bir var mı der gibi.Allah’ta onları hakikatten döndürdü. Yani onlar Allah’a sırt çevirdi ise, Allah’ta onlara sırt çevirdi gibi bir mecazi mana verebiliriz.

Biennehüm kavmün lâ yefkahun; Bunu nasıl yapar biliyor musunuz? Çok sade, çok net; Çünkü onlar Hakk’kı kavramaktan aciz bir topluluktur. Bir insanın bilincini kapattığı zaman artık anlamaz, kavrayamaz hale geldi mi işte budur. Yani aklını kullanmamaya başlarsa işte budur sonuç.

Onun için, çok ilginç değil mi dostlar, Kur’an sürekli makule çağırıyor, sürekli akla çağırıyor, sürekli akletmeye çağırıyor, bir meseleyi kavramaya çalışıyor. Nifakın, şirkin, küfrün ve her türlü kötülüğün temelini, aklı doğru bir biçimde kullanmamaya getirip bağlıyor en son burada olduğu gibi.

128-) Le kad câeküm Rasûlun min enfüsiküm aziyzun aleyhi mâ ‘anittüm hariysun aleyküm Bil mu’miniyne Raûfun Rahıym;

 Andolsun ki size Rasûl geldi içinizden, Aziyz’dir; sizin sıkıntıya uğramanız O’na ağır gelir… Size haristir! İmanlılara (hakikatine iman edene) Raûf (şefkatli) ve Rahıym’dir (hakikatlerindeki kemâlâtlarını yaşatıcıdır). (A.Hulusi)

128 – Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki: kendinizden, gayet izzetli, zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze hırs ile titriyor, müminlere Raûf, rahîmdir. (Elmalı)

Le kad câeküm Rasûlun min enfüsiküm doğrusu ey insanlık; Hitabın en geniş muhatabı insanlık olsa gerektir. Onun için de ben öyle çevirmeyi uygun görüyorum. Doğrusu ey insanlık..! Surenin taç ayetleri bunlar… Size kendi cinsinizden bir elçi gelmiştir. min enfüsiküm. Bazı rivayetlerde yine bazı sahabeye atfedilen bir okuyuş türü daha var. Enfesiküm yani en iyiniz en güzeliniz. Ama bu birazcık manipülatif bir okuyuş gibi geliyor. Çünkü Kur’an ın genel üslubuna uymuyor.

Kur’an Resulallah’ın beşeriliği üzerinde çok sık durur. 18. surenin son ayetini hatırlayın, 110. ayet;

Kul innema ene beşerun mislüküm.. (Kehf/110) De ki ben de sizin gibi yalnızca ve yalnızca bir insanım. İşte bunun gibi. Tek değildir bu ayet. Bir başka ayette daha. Onun için burada da sizin cinsinizden bir peygamber. Melek olmayan, olağanüstü niteliklere sahip olmayan, yiyen, içen, aranızda gezen, insan olan. Hani efendimizin ifadesi ile Abduhu ve resuluh, kulu ve elçisi bir peygamber.

aziyzun aleyhi mâ ‘anittüm sizin kurtuluşu olmayan bir belaya uğramanız ona çok ağır gelir. Anite kelimesinin Arap dilinde ki karşılığı; bir kimsenin içinden çıkamayacağı bir belanın, acının, musibetin ortasına düşmesidir. Herhalde buradaki belayı, küçük, dünyevi, gündelik sıkıntılar olarak anlamak, bira anlamı küçültmek olur. Resulallah’ın rahatsız olduğu, insanlık için kaygılandığı şey; ebedi mutluluğu kaybetme arzusudur. O her bir insanın ebedi mutlu olması için varlığını bu yolda harcamıştır. Davet uğruna saçını değil sadece, ömrünü ağartmıştır ve tabii ki, yüzü de ağarmıştır.

hariysun aleyküm o sizin üzerinize tir tir titrer. Neden; Bil mu’miniyne Raûfun Rahıym; “Çünkü” o müminlere karşı çok şefkatlidir ve çok merhametlidir.

Şefkat ve merhamet adeta Allah’ımıza mutlak manada ait olan rauf ve rahim, mukayyet olan Resulallah’a da verilmiştir. Hepimize küçük bir parça da olsa verilmiştir. Her anne evladı için rauf ve rahimdir. Ama bu kimsenin garibine gitmez. Annedir, evlattır. Fakat peygamber için tüm insanlığa karşı bir şefkat numunesi, bir muhabbet abidesi, bir merhamet çeşmesidir peygamberler.

129-) Fein tevellev fekul hasbiyAllâhu, lâ ilâhe illâ HUve, aleyhi tevekkeltü ve HUve Rabbül arşil azıym;

 Eğer yüz çevirirler ise de ki: “Allâh bana yeter! Tanrı yoktur sadece ‘HÛ’! O’na tevekkül ettim… Arş-ı Aziym’in Rabbi ‘HÛ’dur!” (A.Hulusi)

129 – Eğer aldırmazlarsa deki: bana Allah yetişir ondan başka ilâh yoktur, ben ona dayanmaktayım ve o, o büyük Arşın sahibidir.(Elmalı).

Fein tevellev fekul hasbiyAllâh buna rağmen, böyle bir insanlığın merhamet çeşmesi olmasına rağmen peygamber, insanlığın yanmış dudaklarına ve kavrulmuş yüreğine, ciğerine su akıtmasına rağmen siz yine de ona yüz çevirirsiniz.

De ki; lâ ilâhe illâ HU, hasbiyAllâh Allah bana yeter, O’ndan başka hiçbir tanrı yok zaten aleyhi tevekkeltü ben hep O’na güvenmişimdir. ve HUve Rabbül arşil azıym; Çünkü O’dur en yüce hükümranlığı rabbim de.

Biz, sevgili efendimiz, yüce önderimiz, aziz rehberimiz, iki cihanda mutluluğumuzun yolunu gösteren büyük yol kılavuzumuz. Efendimizin bize yaptığı güzelliğin, iyiliğin kadrini bildiğimizi düşünmüyoruz. Fakat rabbimden onun kadrini ve kıymetini, onun bize olan şefkatinin mukabelesini yapacak bir yürek, bir sadakat, bir iman ve bir ahlak dileniyoruz. Umarım bir gün o insanlık ufku ile karşı karşıya geldiğimizde benim mirasıma hakaret ettiniz dedikleri arasında olmayız ve umarım onun Allah’a

 ..ya Rabbi inne kavmittehazû hazel Kur’âne mehcura; (Furkan/30)  

Ya rabbi bu toplum senin Kur’an ını terkedilmiş bıraktı dedikleri arasında olmayız. Bu dua ile amin diyor, bu sureyi böylece bitiriyorum.

 “Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Ekim 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın