RSS

İslamoğlu Tef. Ders. YUNUS SURESİ (078-109)(70)

11 Kas

231        “Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

         “BismillahirRahmanirRahıym”

 

        Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde hatırlayacak olursanız Yunus suresindeki Hz. Nuh peygamberin kavmine gönderiliş öyküsünü okumuş ve tefsir etmiştik. Yine hemen onun ardından Hz. Musa AS. ın firavuna gönderiliş öyküsünü okumuş ve yarısına gelmiştik. Kısmen geçen dersimizde işlediğimiz Hz. Musa’nın firavuna gönderiliş hikayesi, kıssasının kaldığımız yerinden bugün devam edeceğiz. 78. ayetiyle Yunus suresinin dersimize başlıyoruz.

        78-) Kalu eci’tena litelfitena amma vecedna aleyhi abaena ve tekûne lekümel kibriyau fiyl Ard* ve ma nahnü leküma Bi mu’miniyn;

        Dediler ki: “Sen bizi, atalarımızın inancından çevirip ve yeryüzüne beraberce tahakküm etmek için mi geldin? Biz size (Musa ve Harun’a) iman edici değiliz.” (A.Hulusi)

        78 – Sen, dediler: bizi, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çeviresin de bu yerde Devlet ikinizin olsun diye mi geldin? Biz ikinize de inanamayız. (Elmalı)

        Kalu eci’tena litelfitena amma vecedna aleyhi abaena ve tekûne lekümel kibriyau fiyl Ard o firavun’un etrafında ki yönetici seçkinler, mevcut sistemin ekmeğini yiyerek, mevcut sistemin beslediği o seçkinler dediler ki; Sen bizi atalarımızın üzerinde bulup izlerini takip ettiğimiz yoldan çevirmeye ve bu şekilde her ikinize ülke de iktidarın yolunu açmaya mı geldin.

        Hatırlarsanız hemen bir üstteki ayette Musa AS. ın sözü naklediliyordu. Onun da üzerinde Firavun ve avenesinin, Hz. Musa’nın vahyine, mesajına, tevhid çağrısına karşı itirazı naklediliyordu. İşte bu nakillerin ardından Musa peygamber 77. ayette demişti ki; etekulune lil Hakkı lemma caeküm siz ayağınıza gelen hakikat hakkında hep bu tarz mı düşünürsünüz, böyle mi davranırsınız, böyle mi söylersiniz. Ne demişti onlar; Yine mi sihir demişlerdi.  Bu da sihir demişlerdi ve apaçık sihir demişlerdi. Tıpkı bu surenin ikinci ayetinde sevgili efendimiz vahyi Mekkelilere tebliğ ettiğinde yine aynı kesim, Mekke’nin ileri gelenleri, Mekke’nin eşrafı. Yani Mekke’de ki ticaretin kaymağını yiyenler. Fransızca ibaresiyle Krem dö la Krem itiraz etmişti. Vahye ilk karşı çıkan ve sonuna kadar da direnen onlar olmuştu. Tıpkı firavunun etrafına kurdukları sistemin, soygun sisteminin ekmeğini yiyerek geçinen ve bütün bir halkın omuzlarına oturan ve onların kanlarını emen o seçkinler gibi.

        İşte bu ayette onlar, Hz. Musa’nın bu sözüne karşı iki şekilde savunma yapıyorlar, ya da saldırı yapıyorlar. İki unsur kullanıyorlar saldırılarında. İmana karşı direniş sergilerken. Ya da mevcut soygun sistemini sürdürmek için söylemlerini iki temel üzerine bina ediyorlar.

        1 – Tanesi litelfitena amma vecedna aleyhi abaena babalarımızı üzerinde bulduğumuz, izlerini takip ettiğimiz yoldan çevirmeye mi çalışıyorsun. Yani atalarının takipçileri olduklarını ifade ediyorlar. Hz. Musa’nın getirdiği ilahi vahiye karşı çıkarken referans olarak atalarını gösteriyorlar. Yani burada Allah’ın davetinin tam karşısına ataların yolunu koyuyorlar. Allah’ın dininin tam karşısına ataların “Dinini” koyuyorlar. Dini bir hayat tarzı, bir inanç sistemi, bütünsel bir öğreti olduğunu hatırlayacak olursak ataların dininden neyi kastettiğimiz daha iyi anlaşılır. 1. si bu. Allah’ın vahyinin karşısına referans olarak atalarının yolunu koymuş olmaları. Ya Allah’ın dini, ya ataların dini dercesine.

        Birincisi sosyolojik idi. Sosyolojik bir putperestlik tabir caizse. Yani ataları putlaştırma, geçmişi kutsama, hakikatin hakikat olma değerini kıdeminden, yıllanmışlığından aldığına dair bir sahte düşünce, bir sapma. Hakikat, hakikat olma değerini ne yeniliğinden alır, ne de eskiliğinden. Yani zaman hakikate hiçbir değer katmadığı gibi, hiçbir değer de çıkarmaz. Onun için modern ve çağdaş olmak hakikate hiçbir şey eklemez. Eski olmakta hakikat için bir zül değildir. Bu bugünün modern mantığına bir cevaptır.

        Fakat kadim mantık bunun tam tersi idi. Onlar da eski olmayı hakikate bir değer katan unsur olarak niteliyorlar, daha doğrusu eski olanı hak olan olarak niteliyorlardı. Onun için bit pazarına nur yağdığını düşünmüş oluyorlardı böylece.

        Bu ikisi de, iki sapma da hakikatin hakikat olma niteliğini zamana bağlayan bu iki sapma da aslında birbirinin eş değeridir. Aynı mantığa dayanır. Hakikat zamana bağlı olarak hakikat oluşunu ispat etmez, ya da hakikatin hakikat oluşu zamana bağlı olarak yalanlanamaz. Hakikat bizatihi, özü itibarı ile gerçektir, ister eski olsun, ister yeni keşfedilmiş olsun. Yeni olmaz hakikat zaten daimidir, El Hakk’tan alır referansını. Bu sosyolojik itirazları. Ataları putlaştırıyorlardı.

        2 – ikincisi ise siyasal bir zemine dayandırıyorlardı. Hz. Musa’nın vahyine karşı çıkarken. O da ayette şöyle geçiyor; Sen, ve tekûne lekümel kibriyau fiyl Ard her ikinize bu ülkede iktidarın yolunu açmaya mı geldin. İkinci itirazları bu. Daha doğrusu ikinci referansları. İktidar. Karşılarındakileri iktidarı ellerinden almakla, iktidara sahip olmakla, sahip çıkmakla, iktidarı istemekle suçluyorlar.

        İlginç değil mi, iktidarı istemek suçsa kendilerinin suçüstü olduğunu unutuyorlar. Sizin iktidarda olmanızı nasıl açıklayacağız o zaman. Eğer iktidarı istemek Musa ve Harun AS. ın iktidarı istemesi suçsa, ki bunu en büyük cinayet olarak gösteriyorlar firavun ve avenesi, siz suç üstüsünüz. İktidar sizin doğal hakkınız mı. Öyle görüyorlar. Toplumun tepesine oturmuş tüm kan emiciler iktidarı babalarından kalmış bir miras olarak görürler ve onun içinde iktidara alternatif olarak çıkan her düşünceyi, her görüşü suç olarak, cinayet olarak nitelerler. Bu ellerindeki iktidar ve gücü zulme alet ederek despotluklarının devamı için kullanmak anlamına gelir.

        Onun için Hz. Musa’nın mesajına karşı firavun ve etrafındaki seçkinlerin, yönetici seçkinlerin itirazı iki temele dayanıyordu; biri babaların yolu üzerinde olduklarını iddia ediyorlar ve babalar dinine atıf yapıyorlardı. Yani kendi meşruiyetlerinin referansı babalar idi. İkincisi ise siyasal idi. Siyasal argümanları da siz ikinize bu ülkede iktidar yolunu açmayı mı düşünüyorsunuz diyorlardı. Sanki iktidar kendilerine zimmetli gibi.

        ve ma nahnü leküma Bi mu’miniyn; fakat biz ikinize de asla inanacak değiliz diyorlardı.

        79-) Ve kale fir’avnü’tuniy Bi külli sahırin ‘aliym;

        Firavun: “Bütün bilgili sihirbazları bana getirin!” dedi. (A.Hulusi)

      79 – Firavun da, bana bütün bilgiç sihirbazları getirin dedi. (Elmalı)

        Ve kale fir’avnü’tuniy Bi külli sahırin ‘aliym; Bunun ardından firavun şu emri veriyordu etrafındakilere; Tüm uzman sihirbazları toplayıp bana getirin.

        80-) Felemma caes seharetü kale lehüm Musa elku ma entüm mulkun;

        Ne zaman ki sihirbazlar toplandı, Musa onlara: “Atacağınızı atın” dedi. (A.Hulusi)

        80 – Bunun üzerine sihirbazlar geldiği vakit Musâ onlara ne ortaya atacaksınız siz atın dedi. (Elmalı)

        Felemma caes seharetü kale lehüm Musa elku ma entüm mulkun; sihirbazlar gelince Musa onlara dedi ki; ne hazırlamışsanız ortaya, sizin hakikat üzerinde olduğunuzu gösteren belgenizi, delilinizi atın dedi.

        Bu hadise Hz. Musa ile Firavun ve yönetici seçkinleri arasındaki  bu olay Kur’an da bir çok yerde anlatılır. Aslında bu olayın Kur’an da bunca sık anlatılmasının sebebi sadece Resulallah’ın içinde bulunduğu duruma ve Resulallah’ın getirdiği mesaja karşı çıkan Mekkelilerin içinde bulunduğu duruma tarihten bir ibret ya da örnek göstermek değil. Bunun yanında onunla beraber gelecekteki tüm mücadelelerde mutlaka firavunların olduğu yerde Musa’ların da olacağı ve geleceğin firavun ve Musa’larının arasındaki mücadelenin de mutlaka buna benzer, yani her iki tarafında elindeki gücü, elindeki imkanı ortaya koyarak kimin daha hakikati temsil ettiği daima icra edile geleceği yolunda bir ima içerse gerektir. Bu ayetler ve bu olay.

        Onun içindir ki bu mücadele imanla küfrün mücadelesi her çağda mutlaka sürecek ve her çağın kendi imkanları içerisinde iman mücadelesini sürdürenler, küfürde direnenlere karşı elindeki tüm imanı imkanlarını kullanacaklarına bir ima, bir atıftır.

        81-) Felemma elkav kale Musa ma ci’tüm Bihis sihr* innAllâhe seyubtıluh* innAllâhe lâ yuslihu amelel müfsidiyn;

        Ne zaman ki attılar, Musa: “Sizin ortaya koyduğunuz sihir kuvvenizdir! Muhakkak ki Allâh onu geçersiz kılacaktır! Şüphesiz ki Allâh bozguncuların yaptığı işi olumlu sonuçlandırmaz!” (A.Hulusi)

        81 – Vaktâ ki attılar, Musâ bu, sizin yaptığınız dedi: sihir, her halde Allâh, onu iptâl edecek, her halde Allah, müfsitlerin ameline salah vermez. (Elmalı)

        Felemma elkav kale Musa ma ci’tüm Bihis sihr (onlar göz bağcılık düzeneklerini,) böyle bir parantez içi açıklama şart burada; Atınca Musa dedi ki sizin karşıma çıkardığınız sadece sihir, ma ci’tüm Bihis sihr yani, belki de buraya müstakil olarak ma ci’tüm Bihi illa sihr demek, bir illa istisnası koymak gerekir. Yani siz şimdi çıkara çıkara benim önüme sihirden başka bir şey çıkarmadınız.

        Bunun altında şöyle bir ima da yatıyor; beni sihirle suçlayan adamlara bakın, benim karşıma sihirle çıkıyorlar. Ben sihirbaz olmadığım halde bunu da iyi bildikleri halde, kendilerini ayna da seyreden bu adamlar kendi suçlarını bana atmaya çalışıyorlar. Eğer sihir kötü bir şeyse önüme niçin sihir çıkarıyorsunuz demeye getiriyor Hz. Musa. Asıl siz sihirle çıkıyorsunuz. Göz bağcılık yapıyorsunuz.

        Kur’an da sihir hem sihrin nesnesinin üzerindeki değişiklikler yolu ile sihrin muhatabında bir etki uyandırmaya çalışan düzenek olsun, hem de sadece sihrin nesnesi üzerinde hiçbir değişiklik olmadığı halde sihrin muhatabında değişiklik yapan çeşidi olsun, ki birincisine göz bağcılık diyoruz. Sihrin nesnesi aslında illüzyonistlerin yaptığı bir takım alet ve edevatların bilmediğimiz düzeneklerine dayanıyor. Yani göz bağcılık. Göz yanıltmaya dayalı bir el çabukluğu. Bu çeşidi var. Bu aletli sihir. Ki buna illüzyon deniliyor şimdilerde.

        Bir de eşyanın bir takım tabiatından yararlanarak o eşyada değil, eşyayı izleyen insanlarda bir takım psikolojik değişiklikler yapmak. O insanlar üzerinde eşyanın bir takım saptırıcı, psikolojik etkiler ortaya çıkarmasını, meydana getirmesini temin etmek şeklinde gerçekleşebilir.

        Kur’an bu ikisini isim olarak ayırmıyor, hepsine sihir diyor. Yani Kur’an sihir aracının ne olduğuna hiç bakmıyor. Asıl insanda bıraktığı etkiye bakıyor. Dolayısıyla burada da biz tarihsel hakikatlerden anlıyoruz ki yapılan bir göz bağcılık, bir illüzyon ve Musa AS. da getire getire karşıma sihir getirdiniz diyor.

        innAllâhe seyubtıluhu fakat bir şeyden emin Hz. Musa; Elbette Allah bunu boşa çıkaracaktır. innAllâhe lâ yuslihu amelel müfsidiyn; Çünkü Allah fesatçıların işini verimli kılmaz. Böyle bir imanı var. Böylesine sağlam bir güveni var Allah’a. Çünkü birazdan kendine iman eden müminlere de Allaha güvenmelerini tavsiye edecek, vasiyet edecek. Öncelikle Allaha tam bir güvene sahip olan bir insanın başkalarını Allaha güvene davet etmeye hakkı vardır. Onun için Hz. Musa oldukça emin. Rabbinden emin, getirdiği hakikatten emin ve karşısındakilerin batıl olduğundan emin. Bu eminlikle diyor ki; innAllâhe lâ yuslihu amelel müfsidiyn; Allah fesatçıların işini sonuca erdirmez.

        82-) Ve yuhıkkullahul hakka Bi kelimatiHİ velev kerihel mücrimun;

        Allâh, Kelimeleri olarak, Hakk’ı gerçekleştirecektir! Suçluların hiç hoşuna gitmese de! (A.Hulusi)

        82 – Allah, kelimatıyle hakkı ihkak edecek, isterse mücrimler hoşlanmasınlar. (Elmalı)

        Ve yuhıkkullahul hakka Bi kelimatiHİ velev kerihel mücrimun; Ne ki etkili müdahalesiyle Allah hakikatin üstünlüğünü gerçekleştirir. İsterse günaha batmış olanlar bundan hoşlanmasın.

        Bi kelimatiHİ ibaresini etkili müdahale olarak çevirdim. Kelimeleriyle demektir lafzen. Fakat bu kelimelerin kavli değil, fiili olduğunu biliyoruz. Allah’ın burada, bu noktada, bu olay içinde müdahalesi Hz. Musa’nın elinde yarattığı mucize ile gerçekleşti. Dolayısıyla biz kelimelerin burada sözel değil, sözlü kelimeler değil, fiili, etkili bir müdahale olduğunu biliyoruz. Onun için Firavunun sihirbazları bu müdahalenin etkisi sonucunda teslim olmuşlar ve imanlarını itiraf etmişler.

        83-) Fema amene li Musa illâ zürriyyetün min kavmihî alâ havfin min fir’avne ve meleihim en yeftinehüm* ve inne fir’avne lealin fiyl Ard* ve innehu leminel müsrifiyn;

        Firavun ve ileri gelenlerinin başlarına belâ olacağı korkusuyla, Musa’ya, kendi halkından genç bir gruptan başka kimse iman etmedi… Muhakkak ki Firavun yeryüzünde zorba hükümran idi! Muhakkak ki o, israf edenlerdendi! (A.Hulusi)

        83 – Hasılı Firavun ve cemiyetinin belâsı korkusundan iptîdâ Musâ’ya kavminin bir zürriyetinden başka iman eden olmadı, çünkü Firavun o yerde çok üstün idi ve çok aşırı giden müsriflerden idi. (Elmalı)

        Fema amene li Musa illâ zürriyyetün min kavmihî alâ havfin min fir’avne ve meleihim en yeftinehüm firavun ve onların önde gelenleri kendilerine işkence ederler korkusuyla Musa’ya, onun kavminden sadece bir avuç insan etti.

        Burada, bu ibarede tefsir aşamasına geçmeden daha meal aşamasında bir takım ifadelerin birkaç anlama geldiğinden dolayı bir vuzuha kavuşturma ihtiyacı var. Öncelikle min kavmihî onun kavminden, onun toplumundan. Kimin toplumundan? O kim? İbn. Abbas diyor ki; Onun toplumundan ibaresi firavunun toplumundan anlamına gelir. Onun büyük öğrencisi Mücahit tam tersini söylüyor. Musa’nın toplumundan diyor.

        Bizce bu iki tefsir devinin arasındaki bu ihtilafta biz, İbn. Abbas’ın görüşünün, yani onun kavminden ibaresi firavunun toplumundan anlamına geleceğini düşünüyoruz. Çünkü Zaten Musa’nın önderliğini İsrail oğulları benimsemişlerdi. Onun için burada çok az bir grup Allah’ın müdahalesiyle olan bu mucizenin ardından çok az bir grup, Firavun ve önde gelenlerin korkusundan dolayı çok az bir grup dışında Musa’ya kimse iman etmedi diyor.

        Dolayısıyla biz anlıyoruz ki İsrail oğulları değil bu. İsrail oğulları zaten Hz. Musa’ya İman etmişti. Ondan öte, İsrail oğulları öteden beri muvahhit idiler. Ataları İbrahim, İshak, Yakup ve Yusuf’un tek olan rabbine iman ediyorlardı. Hatta daha sonra da gelecek bir ayette göreceğimiz gibi o ana kadar bu tevhitte ihtilaf etmezken, Musa’ya vahiy gelince ihtilaf etmeye başlamışlardı. Onun için bu birincisi.

        İkincisi, İsrail oğulları öteden beri baskı görüyorlardı o andan itibaren baskı görmediler ki. Bu Kur’an da da ifade edilir. Öteden beri baskı gördükleri.

        Üçüncüsü; Enbiya suresinin 20. Ayetinde olacak gösteri bir bayram günü düzenlenmişti. (Taha/59 u kastediyor sanırım.) Bu olay Hz. Musa’nın isteği üzerine bir bayram günü gerçekleşti. Hz. Musa’nın bundan amacı yerlilere de tevhidi anlatabilmek ve ilahi vahyi onların da gönlüne sokabilmekti. Onlar arasından da müminler çıkarabilmekti. Ki Hz. Musa’nın bu amacı kısmen de olsa böylece bir avuç insanın imanı ile gerçekleşmiş oldu.

        Dahası meleihim de ki “Hüm” zamiri firavunun adamlarına gider, öyle olması çok daha uygundur, yani onların ileri gelenleri, meleihim, onların ileri gelenleri. İsrail oğullarının ileri gelenleri neden Hz. Musa’ya karşı çıksınlar. Zaten Mısır’dan çıkışta İsrail oğullarının tamamı Hz. Musa’nın arkasına dökülüp çıktılar. Onların ileri gelenlerinden maksat firavun toplumunun ileri gelenleri idi.

        Bir başka nedenimiz Hz. Musa ile bir kısım Mısır’lının mısır’dan çıkarken beraber olduğunun tarihi bir hakikat olması. Yani Mısır yerlileri de vardı Hz. Musa Mısır’dan toplumunu çıkarırken, firavunun zulmünden bir gece yürüyüşü ile kurtarırken, bu topluluğun içinde az da olsa Mısır yerlileri de bulunuyordu.

        Yine bir başka delilimiz zürriyyeten ibaresi var burada Zürriyeten aslında nesil demektir. Fakat bir avuç insan diye çevirdim ben, Hz. Musa’ya inanan ve onun arkasından gelen İsrail oğulları bir avuç değildi. Biliyoruz ki İsrail oğullarının tüm boyları, tüm kabileleri onun ardından geldiler. Onun içinde biz burada ki Min kavmihi ibaresini Firavunun kavminden bir avuç insanın Hz. Musa’ya iman ettiği şeklinde anlıyoruz.

        ve inne fir’avne lealin fiyl Ard çünkü Firavun ülkede gerçekten de otorite ve baskı sahibi idi. ve innehu leminel müsrifiyn; dahası o kontrolsüzün, ölçüsüzün, hesapsızın teki idi diyor Kur’an. Müsrifiyn, kontrolsüz bir adamdı. Müsrif deyince ekmek israfı aklınıza gelmesin yalnızca, asıl büyük israf, insanın hakikat israfıdır. İnsanın, Allah’ın verdiği aklı israf etmesidir. İnsanın; Allah’ın içine yerleştirdiği fıtratı israf etmesidir. En büyük israf akıl israfıdır.

        84-) Ve kale Musa ya kavmi in küntüm amentüm Billâhi fealleyhi tevekkelu in küntüm müslimiyn;

        Musa: “Ey kavmim! Eğer Esmâ’sıyla sizi yaratmış Allâh’a iman etmiş ve teslim olmuşlardansanız, O’na tevekkül (hakikatinizdeki El Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman) edin” dedi. (A.Hulusi)

        84 – Musâ da, ey kavmim: siz gerçekten Allaha iman ettinizse, onun birliğine ihlâs ile teslim olmuş Müslimler iseniz artık ona itimât edin dedi. (Elmalı)

        Ve kale Musa ya kavmi in küntüm amentüm Billâhi fealleyhi tevekkelu in küntüm müslimiyn; Musa ise inananlara dönerek dedi ki; Ey topluluk eğer Allah’a inanıyorsanız o halde yalnızca O’na güveniniz.

        Biraz önce buraya atıf yapmıştım. Bir peygamber çağrısı. Aslında peygamberlerin yolunu izleyen her öncünün çağrısı bu olmalı. Eğer hakikat üzerinde direnmenin bedelini ödüyorlarsa Hakk ehli, ıstırap çekiyorlarsa, egemenlerin zulmüne muhatap oluyorlarsa, onların baskı, şiddet ve terörüne muhatap oluyorlarsa ne yapmalılar, önderler onlara ne söylemeli sorusunun tarihteki en güzel cevabı işte burada veriliyor. Ne diyor Hz. Musa;

        “Ey topluluk, eğer Allah’a inanıyorsanız o halde yalnızca O’na güveniniz. Yalnızca O’na güvenmeniz gerekir. Tabii ki siz O’na teslim olmuşsanız.”

        O da biliyor ki Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmayanlar Allah’a güvenmezler, Allah’a güvenmeyenler Allah’a teslim olmazlar. Bunlar birbirlerini getiren şeyler. İslam Allah’a güvenmektir. Müslüman Allah’a teslim olan insandır. Allah’a güvenmeyen Allah’a neden teslim olsun. Ya da şöyle bir önerme de yapabilir miyiz, kime teslim olmuşsanız onun kulusunuz. Sanırım bu da doğru. Eğer bir insan Allah’a teslim olmamışsa Allah’a güvenmiyor demektir. Allah’a güvenmeyene Allah neden güvensin ki.

        Allah’a güvenmeyen insan, aslında Allah’ın kendine güvenine ihanet, hem de en büyük ihaneti etmiş değil midir. Çünkü insanoğlu öncelikle Allah’tan alacaklı değil, Allah’a borçludur. Allah insana güvenerek vermiştir tüm verdiklerini. Aklı, yüreği, duyguyu, düşünceyi, eli ayağı, gözü kulağı, dili dudağı ve daha sayamayacağımız sınırsız nimetleri. Bunlar Allah’ın insanoğluna güveninin eseridir. Bedelini ödemeden almıştır insan bunları Allah’tan. Eğer insan Allah’a güvensizlik beslerse, Allah’ın kendisine olan güvenine ihanet etmiş sayılır. İşte bu nedenle böyledir.

        85-) Fekalu alAllâhi tevekkelna* Rabbena lâ tec’alna fitneten lil kavmiz zâlimiyn;

        (Onlar da) dediler ki: “Biz Allâh’a tevekkül ettik (El Vekiyl isminin özelliğine iman ettik, vekîlimiz O’dur)… Rabbimiz, bizi onların zulmüne alet etme!” (A.Hulusi)

        85 – Onlar da, biz Allâha itimat ettik, ya Rabbenâ bizi o zalim kavmin fitnesine düşürme. (Elmalı)

        Fekalu alAllâhi tevekkelna bunun üzerine dediler ki, o müminler Hz. Musa’nın bu tavsiyesini alınca itiraz etmediler. Dikkat buyurursanız Kur’an da İsrail oğullarının ve İsrail oğulları ile birlikte iman eden Mısır’lıların, yani tüm bir iman eden, Musa AS. a iman eden tüm bir müminler topluluğunun Mısır’dan çıkıncaya kadar çok müstakim, istikamet üzere olduğunu görüyoruz. Fakat nedense Hz. Musa’ya mesaj verilir verilmez bu adamların tavrı değişiveriyor. alAllâhi tevekkelna onlar ne diyor, yalnız Allah’a güvendik.

        Rabbena lâ tec’alna fitneten lil kavmiz zâlimiyn; Rabbimiz diyorlar, ey rabbimiz bizi bu zalim kavmin zulmüne muhatap kılma. Kelime kelime çevirecek olursam; bizi bu zalim topluluğun elinde fitne kılma. Tabii ki çok fazla anlaşılır olmuyor böyle bir çeviri. Onun için bu zalim kavmin zulmüne, Burada fitnenin inanca yönelik zulüm ve baskı olduğunu düşündüğüm için bu çevirinin daha doğru olduğunu düşünüyorum.

        86-) Ve neccina Bi rahmetiKE minel kavmil kafiriyn;

        “Rahmetini bizde açığa çıkararak, hakikat bilgisini inkâr edenler topluluğundan kurtar.” (A.Hulusi)

        86 – Ve rahmetinle bizi o kâfir kavimden kurtar dediler. (Elmalı)

        Ve neccina Bi rahmetiKE minel kavmil kafiriyn; ve bizi, inkarda ısrar eden toplumun elinden lûtfu kereminle kurtar.

        Evet, Hz. Musa’nın verdiği taktik sonucunda Hz. Musa’ya iman eden o bir avuç Mısır yerlisinin tavrı, imanı burada ortaya çıkıyor. Musa’nın taktiği neydi, dua. Bir peygamber müntesiplerine, iman ehline dua tavsiye ediyor. Tevekkül tavsiye ediyor. Tabii ki fiili tevekkül tavsiye ediyor. Ama bu tevekkülün fiili olanı hemen arkadan geliyor. Neymiş, tevekkül nasıl yapılırmış, Allah’a güvenme akıllı bir kulda, mümin bir insanda fiili olarak nasıl tezahür edermiş onu müteakip ayetten öğreniyoruz.

        87-) Ve evhayna ila Musa ve ahıyhi en tebevveâ likavmiküma Bi mısra buyuten vec’alu buyuteküm kıbleten ve akıymus Salâte, ve beşşiril mu’miniyn;

        Musa ve erkek kardeşine: “Mısır’da halkınız için evler hazırlayın… Evlerinizi ibadethane yapın ve salâtı ikame edin… İman edenleri müjdele” diye vahyettik. (A.Hulusi)

        87 – Biz ise Musâ’ya ve kardeşine şu vahyi verdik: kavminiz için Mısırda bir takım evler ihzar edin, ve evlerinizi kıble tarafına yapın ve namaz kılın, hem de müminleri tebşir eyle. (Elmalı)

        Ve evhayna ila Musa ve ahıyhi en tebevveâ likavmiküma Bi mısra buyuten Evet, bu çok önemli dostlar. Hepimizi birebir yakından ilgilendiren bir ayetle karşı karşıyayız. Allah’a tevekkül nasıl fiili olarak icra edilir derken Musa ve kardeşine şöyle vahyettik; Şehirde toplumunuz için bazı evleri karargah edinin. en tebevveâ likavmiküma Bi mısra buyuten ikiniz ey Musa ve Harun ikiniz, şehirdeki bazı evleri. Her ev karargah olmaz. Bazı evleri merkez edinin. İman merkezi, eğitim merkezi. Tıpkı bir okul gibi. Bir insan fabrikası kurun. Bazı merkezler insan yetiştirsin.

        Resulallah’ın hayatında bu nasıl tezahür etmişti çok iyi bildiğinizi sanıyorum Erkam’ın evi. Erkam Bin Ebi’l Erkam diye genç bir sahabi ilk Müslüman olanlar arasında bulunuyordu. Kaynakların bize verdiği bilgiye göre 16 – 18 yaşında evli bir sahabe idi.

        Daha ilginci Hz. Peygamberin onca yaşlı, onca tecrübeli ve hatta onca varlıklı sahabi dururken neden Erkam’ın evini karargah olarak seçti, bu ilginç. Çünkü Erkam Haşimoğullarının, Resulallah’ın mensubu bulunduğu ailenin kadim rakibi ve düşmanı olan bir aileye mensup, Mahzum oğullarından. Yani Ebu Cehil’in de müntesibi olduğu o büyük ve Mekke’nin güçlü ailelerinin başında gelen Mahzum oğulları. Hep rekabet halindeler haşimoğulları ile, peygamberimizin ailesiyle.

        Mahzum oğullarından, rakiplerinden birinin evini seçmekle Resulallah, aslında insanların o ilk üç yıldaki gizlilik döneminde, insan eğitimi döneminde Resulallah’ın ve dostlarının nerede eğitim yaptıklarının Mekkeliler tarafından anlaşılmaması için seçtiği bir strateji idi. Harika bir yöntemdi. Akıllarına Resulallah’ın aile rakibi olan birinin evinde konuk olduğunu, onun evini karargah edindiği gelmiyordu. Onu son ihtimal olarak dahi düşünmüyorlardı.

        Dahası Erkam Bin Ebi’l Erkam’ın karargah olarak kullanılan evi öyle bir yerde idi ki eve birkaç yoldan giriş ve çıkış imkanı vardı. O eve girip çıkarken müminleri gözleme ihtimaline, gözetleme ihtimaline karşı alınmış bir tedbir di aynı zamanda.

        Hatta hatırlıyorum siyerden Küçük Ali, Daha çocuk, küçümencik bir çocuk, belki 9, belki 10 yaşında. Belki daha küçük. İlk defa Resulallah’ı duyup ta Mekke’ye gelen ve Resulallah’la buluşmak isteyen Ebu Zer’in Bir aylık aç susuz Kabe’nin yanında o acıklı serüvenin ardından, kalışının ardından Resulallah durumu öğrenince Küçük Ali’yi yollamış, Ali; Amca sen beni şu kadar mesafeden takip edeceksin. Ben bir kapının önüne geldiğimde nalinim ayağımdan çıkmış gibi yapacağım, eğileceğim, sen o kapıya girersin, ben devam edeceğim.

        İşte çocuğu bile böylesine eğitilmiş bir karargah idi Dar_ül Erkam. Dar-ül Erkam bir iman okulu idi. Orada müminler besleniyorlardı, ruhlarıyla besleniyorlardı. Duygu ve düşünceleri besleniyordu. Orada vahyin eğitiminden geçiriliyorlardı. Orada öğretmeni peygamber olan bir okul kurulmuştu Dar-ül Erkam’da. Ve siz sanıyor musunuz ki o tarihin gördüğü en büyük iman hamlesi olan o büyük inkılap, iman inkılabı, sıradan insanların omzlarında öylesine yüceldi. Hayır o insanlar Dar-ül Erkam üniversitesinin rektörü Hz. Muhammed olan bu üniversitenin mezunları idiler, öğrencileri idiler.

        Dahası; vec’alu buyuteküm kıbleten ve akıymus Salâ İkinci tavsiye geliyor, ilahi tavsiye Hz. Musa’nın şahsında tüm müminlere. Kendi evlerinizi ise ibadethaneye dönüştürerek ibadetinizi eda edin. Bu da ikinci tavsiye. Karargah edinin bir okul, bir eğitim müessesesi, bir insan fabrikası olacak karargahlarınız olsun, bir de herkes kendi evini ibadethaneye dönüştürsün. O zaman kim engelleyebilir iman hamlesini. Eğer evler bir ibadethaneye dönüşürse, birer okula dönüşürse kim kapatabilir o okulları. Hangi güç kapatabilir.

        Ruhsal eğitim burada her evin bir ibadethaneye, bir okula dönüşme ilahi emri, ilahi tavsiyesi, aslında ailenin dirilişine bir yol gösterme değil midir. Ailenin dirilişine yol açacak bir tavsiye bir emir değil midir. Ahzap 33. ayet geliyor aklıma. Ne diyordu;

        Ve karne fiy buyutikünne Hz. Peygamberin doğrudan eşlerine yönelik bir hitap idi Ahzap 33. Oturun evlerinizde diyordu. Fakat bu eve kapanın emrine gelmiyordu. Aslında biz bu oturunun gerçek anlamını hemen bir sonraki, 34. ayette buluyoruz.

        Vezkürne ma yütla fiy buyutikünne min âyâtillâhi vel hıkmeti.. (Ahzap/34) Sizin içinde oturacağınız evler, içinde Allah’ın ayetlerinin düşünüleceği ve hikmeti öğrenileceği evler olmalıdır. Yoksa oturup ta dedikodu yapın, oturup ta onu bunu didikleyin, çekiştirin, ya da oturup ta oya örün demiyordu. Yani içinde Allah’ın ayetlerinin öğrenildiği, hikmetin öğrenildiği bir okula dönüştürün, hikmet evine, Beytül Hikme’ye dönüştürün, Dar-ül Hikme olsun, Dar-ül zikr olsun, Dar-ül Kur’an olsun, Kur’an evi olsun, Hikmet evi olsun diyordu. Onun için bu Hz. Musa’ya yapılmış ilahi tavsiye ile Ahzap suresinin 34. ayeti çok güzel çakışıyordu.

        ve beşşiril mu’miniyn; eğer böyle olursa ne mi olurdu, Müminleri zaferle müjdele. İşte zafer; evleri dirilmiş, evleri dev olmaktan çıkıp okul olmuş, hikmetin karargahı olmuş bir toplumda iman zafere ulaşabilirdi.

        88-) Ve kale Musa Rabbena inneKE ateyte fir’avne ve meleehu ziyneten ve emvalen fiyl hayatid dünya, Rabbena li yudıllu an sebiyliKE, Rabbenatmis alâ emvalihim veşdüd alâ kulubihim fela yu’minu hatta yeravül azâbel eliym;

        Musa dedi ki: “Rabbimiz! Muhakkak ki Firavun ve ileri gelenlerine, dünya hayatının zinet ve mallarını sen verdin… Rabbimiz, (halkı) senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz mallarını sil-süpür; içlerini bunalt! Zira onlar acı azabı görmedikçe iman etmezler.” (A.Hulusi)

        88 – Musâ, ya rab! Dedi, sen Firavuna ve cemiyetine, Dünya hayatta bir ziynet ve haşmet ve nice nice mallar verdin, yolundan saptırsınlar diye mi ya rab, ya rab! Mallarını sil süpür ve kalplerini şiddetle sık ki o elîm azâbı görmedikçe iman etmeyecekler. (Elmalı)

        Ve kale Musa Rabbena inneKE ateyte fir’avne ve meleehu ziyneten ve emvalen fiyl hayatid dünya ve Musa Rabbimiz dedi. Şu bir gerçek ki sen firavun ve onun yakın çevresine bu dünya hayatında göz kamaştırıcı bir saltanatı ve malı verdin. Mal verdin, saltanat verdin.

        Hz. Musa’nın vakıayı okuyuşu, ilginç bir tahlil. Bir peygamber tahlili. Neden bunlar azıyorlar sorusunu soruyor kendi kendine ve düşünürken bu sonuca ulaşıyor ve sonucu da rabbine açıyor. Ben böyle düşünüyorum, acaba doğru mu düşünüyorum dercesine rabbine düşüncesinin sonuçlarını böyle dile getiriyor. Ve devam ediyoruz;

        Rabbena ey rabbim, ey rabbimiz, dua ediyor Musa peygamber. li yudıllu an sebiyliK işte bu yüzden senin yolundan insanları saptırıyorlar. Bu “lam”, lam-ül akıbe ise eğer, akıbet, sonuç lamı ise, neticede, sonuçta insanlar işte böylece sapıyor anlamı verebiliriz buna.

        Rabbena ey bizim güzel rabbimiz, Rabbenatmis alâ emvalihim veşdüd alâ kulubihim onların servetlerini kökünden kazı ve yüreklerine bunun acısını oturt.

        Hz. Musa böyle bir peygamber. Onlara beddua etmiyor, dikkat buyurun lütfen. Onların hayatına beddua etmiyor. Onların servetleri ellerinden alınınca Allah’a yöneleceklerini düşünüyor. Yani servetlerini Allah ile aralarında bir engel olarak görüyor. Ki öyle. Hz. Musa’nın bedduası onlara değil, onları imandan uzaklaştıran unsurlara. Öyle gördüğü unsurlara. Onun için mallarını yere geçir diyor ve acısını da içlerine oturt. Oturt ki senin gönderdiğin ilahi hakikate karşı bunca direnişin bedeli olsun, kefareti olsun.

        fela yu’minu hatta yeravül azâbel eliym; Devam ediyor; Belli ki onlar can yakıcı azabı görmedikçe iman etmeyecekler. Hz. Musa’nın okuyuşu bu, duası bu.

        Duanın adabını da görüyoruz ve tabii ki kulun gücünün bittiği yerde duanın bir imkan olduğunu da görüyoruz. İşte bir peygamberle karşı karşıyayız. Bir peygamber duasıyla karşı karşıyayız. Nasıl bir tükenmişlik hissi var ise, yani artık zirveye gelmiş, bunalmışlık. Aslında bir bu ayetlerin indiği zamanda Resulallah’ı da bu bunalmışlık içinde görüyoruz. Artık Mekkeliler onun canına kastetmeye kalkışıyorlar. Unutmayalım bu ayetler Mekke’nin son döneminde, 3. döneminde nazil olan ayetlerdir. Adeta Resulallah’ın hayatını da tasfiye ediyor ve Resulallah’a Hz. Musa’yı örnek göstermekle; “Senin başına gelmedi bu sadece daha önceki peygamberler de işte böylesine bunalmışlardı. Bunalınca onların yaptığı bu oldu.” Demişti. Fakat Resulallah bu bedduayı bile etmedi, ettiğine dair bir bilgiye sahip değiliz.

        89-) Kale kad ücıybet da’vetüküma festekıyma ve lâ tettebianni sebiylelleziyne lâ ya’lemun;

        (Allâh) dedi ki: “İkinizin duasına gerçekten icabet edildi… O hâlde dosdoğru olun… Cahillerin yoluna tâbi olmayın!” (A.Hulusi)

         89 – Peki buyurdu: duanız kabul olundu, siz yine istikamette devam edin ve kendini bilmeyenlerin meslekine uymayın. (Elmalı)

        Kale kad ücıybet da’vetüküma Allah buyurdu ki; Doğrusu her ikinizin de dileği kabul olunmuştur.

        Evet, demek ki kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlıyor. Eğer görevinizi tam yapmışsanız, artık yapacak bir şeyiniz kalmamışsa ve Allah’a havale etmişseniz, Allah o andan itibaren doğrudan devreye giriyor. İşte böyle, ve duanız yerini buluyor. Dua ile, kulu ile Allah arasında hiçbir şey kalmıyor. Çağrı anında cevabını buluyor. Davet, icabet buluyor.

        ve lâ tettebianni sebiylelleziyne lâ ya’lemun; Bundan böyle doğru yolda sebat gösterip cehalete gömülmüş kimselerin yoluna uymayın. Yeter ki bu hak üzerinde sebat edin ikinizin duasını da kabul ettim. Buyuruyor Cenab-ı Hakk.

        90-) Ve cavezna Bi beniy israiylelbahre feetbeahüm fir’avnü ve cünudühu bağyen ve adva* hatta izâ edrekehül ğareku kale amentü ennehu lâ ilâhe illelleziy amenet Bihi benu israiyle ve ene minel müslimiyn;

        İsrail oğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu haddi aştı ve düşman olarak onları izledi. Tâ ki boğulma hâli ona erişince: “İman ettim ki tanrı yoktur, ancak İsrail oğullarının kendisine iman ettiği vardır. Ben Müslimlerdenim” dedi. (A.Hulusi)

        90 – Derken Benî İsraîl’i denizi geçirdik, derhal Firavun askerleri ile takip ve taarruz için arkalarına düştü, nihayet gark kendini derdest edince «inandım hakikat Benî İsrail’in iman ettiğinden başka ilâh yok, ben de ona teslim olanlardanım, dedi. (Elmalı)

        Ve cavezna Bi beniy israiylelbahr ve İsrail oğullarını denizden geçirdik. Tabii bunların ayrıntıları Kur’an da bir çok yerde anlatıldığı için burada sadece olayın, firavun’un akıbetine onunla ilgili akıbete dikkat çektiğini anlıyoruz.

        feetbeahüm fir’avnü ve cünudühu bağyen ve adven hemen ardından Firavun ve ordusu kin ve nefretle onların peşini takip etmeye başladı. Hz. Musa kendisine iman eden toplumla birlikte Mısır’dan bir gece yürüyüşü ile çıkınca Firavun ve askerleri kendilerine saldırmayan, sadece çıkmaktan başka bir talepleri olmayan bu insanların üzerine saldırdı. Saldırmak için peşlerini takip etti. Şuna bakınız, bırakın gitsin, gidecekler zaten, gitmek için izin istiyorlar. Fakat bırakmıyor.

        Kendisini ne kadar güçlü gördüğünü düşünebiliyor musunuz. Yani nasıl bir sahte tanrılık edası takındığını..! Onun için gelecek bela da işte böylesine büyük oluyor.

hatta izâ edrekehül ğareku kale amentü ennehu lâ ilâhe illelleziy amenet Bihi benu israiyle ve ene minel müslimiyn;       

Evet, işte firavunun akıbeti. Nihayet boğulacağını anladığında bende İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım. Artık ben de ona kayıtsız şartsız teslim olanlardanım. Yani ben de Müslüman oldum dedi. Hakikate karşı kör ve sağır davranmanın, dahası iktidar ve güç her şey demenin, iktidar ve gücü her şey sanmanın fena akıbeti bundan daha güzel nasıl anlatılabilir.

İbn. Arabi Fususul Hikem’in Musa faslında Firavun için çok farklı şeyler söyler. İslam düşünce tarihinde ki en eksantrik, en çizgi dışı görüş ona aittir. Firavunun Müslüman olarak öldüğünü, tertemiz olarak Allah’a kavuştuğunu tam söylediği cümleyi Türkçeye aktaracak olursak; Maddi ve manevi felaha ulaştığını söyler. Hatta Musa’yı denizde bulduklarında senin de benim de gözümü aydın eder deyişine Kur’an ın naklettiği, bu ifade den yola çıkarak; İşte sonuçta imana ulaşarak gözü aydın oldu gibi hiç alakasız bir te’vil de bulunur. Kaldı ki firavunu ve Musa’yı denizde bulan yani bebek Musa’yı denizden kurtaran ve onu büyüten Firavun, ayrı biri idi. Boğulan ise daha farklı biri idi. Bu tarihen sabit bir hakikattir. Ama İbn. Arabi’nin bu uçuk yorumuna tabii ki şatahat gözü ile bakmak doğru olur. Burada ve Kur’an ın birçok yerinde Firavunun cezalandırıldığı ve bu imanın bir Firavun imanı olarak kabul görmediği ima ve ihsas edilmektedir.

Onun içinde Firavun imanı artık kurtulamayacağını anlayınca ısıramadığı eli öpmek deyimini hatırlatırcasına Yeis halinde imandır. En ve Yeis hali İslam kelamcılarınca küfür olarak nitelenir. Yani artık Allah’tan ümit kesmiş, ümit kesince İsrail oğullarının tanrısına yöneliyor. Aslında bu başka çıkış yolunun olmadığı, belki artık öldüğü hükmen, belki fiilen değil, belki organizma olarak değil ama hükmen, zihnen ölüm sonrasına ilişkin bir eylem olarak değerlendiriliyor. Çünkü artık hükmen ölüdür. O ortamda Firavun.

        91-) Âl’ANe ve kad asayte kablü ve künte minel müfsidiyn;

         “ŞİMDİ mi? Daha önce gerçekten isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun!” (A.Hulusi)

91 – Ya..! şimdi ha? Halbuki bundan evvel isyan etmiştin, müfsitlerden idin. (Elmalı)

Âl’ANe Ne? Ancak şimdi ha..! Şimdi mi aklın başına geldi diyor Kur’an. ve kad asayte kablü ve künte minel müfsidiyn; oysaki sen daha önce isyanda ısrarcıydın ve bozgunculuk yapmayı iş edinmiş biri idin.

        92-) Felyevme nünecciyke Bi bedenike li tekûne limen halfeke ayeten, ve inne kesiyren minen Nasi an âyâtina le ğafilun;

        Bu gün senin cesedini karaya vuracağız ki arkandan gelen kimseler için bir ibret olasın! Ne var ki, insanlardan birçoğu işaretlerimize karşı kesinlikle kozalıdırlar! (A.Hulusi)

        92 – Biz de, bu gün seni bedeninle bir tepeye atacağız ki arkandan geleceklere bir ibret olasın, mamafih insanların bir çoğu âyetlerimizden cidden gafildirler. (Elmalı)

        Felyevme nünecciyke Bi bedenike li tekûne limen halfeke ayeten artık bugün senden sonrakilere bir ibret vesikası olsun diye senin yalnızca bedenini kurtaracağız.

        Evet, burada ilginç bir şey söyleniyor. Bedenini kurtaracağız. Gelecektekilere ayet olsun, işaret olsun diye.

        Şu bir gerçek ki Kur’an da Firavun ismi özel isim değildir. Cins isimdir. Yani hakan gibi, kral gibi, sultan gibi cins isimdir. Eski Mısır yöneticilerine verilen ortak isimdir, cins isim. Bunların özel ismi vardır elbette. Kimdir peki bu Firavun denilecek olursa konunun uzmanları, Kitab-ı Mukaddes araştırmacıları ve yine eski Mısır uzmanlarına göre bu 2. Ramses’tir. Eğer eski Mısır uzmanlarının ortaklaşa söylediği gibi bu 2. Ramses ise, ki o MÖ. 12. yy.da, yani Hz. Musa’ya çağdaş, onunla aynı zamanda yaşamış bir Mısır Firavunudur. Eğer 2. Ramses ise; 2. Ramses’in şu anda mumyası Kahire de eski meclis binası, Tahir meydanına bakan eski meclis binasında sergilenmektedir. Giden görebilir mümkündür. Ama bunun başka Firavun olduğu da söyleniyor ki 3. Tutmosis olduğunu söyleyen ender de olsa bazı araştırmacılar var.

        Yine Tutankamon olduğunu söyleyen araştırmacılar var. Ama Tutankamon 2. Ramses’ten hemen sonra geldi, bu mümkündür. Fakat 3. Tutmosis ondan 300 sene evvel yaşadı çok fazla makul değil. Menfitah olduğunu söyleyenler var ki, Menfitah bunlardan birinin lakabı olabileceği gibi bir başka Firavun da olabilir. Menfitah olma ihtimalide bence yüksek, ki bu firavunun sargıları, bandajları açılırken onun bandajını açan batılı mumyabilimci bilim adamları bir tuz tabakasına rast geldiklerini rapor etmişlerdir. Yani şu anda dahi denizden bir firavun cesedinin çıktığı yer Mısır’lılarca bilinmektedir. Bendeniz o yeri Ebu zenin adlı o yeri bizzat gitmiş ve görmüş idim. Şu anda dahi gidenler tarafından bölge halkına gösterilmektedir. Firavunun cesedinin kıyıya vurduğu yer. Malum yakın zamanlarda bu olay vuku buldu ve firavunun cesedi kıyıda bulundu. Suyun dışına vurmuş bir şekilde. Devam ediyoruz:

        ve inne kesiyren minen Nasi an âyâtina le ğafilun; Zira şu bir gerçek ki insanlardan bir çoğu ibret vesikalarımıza karşı ısrarla aldırmaz bir tavır içindedirler.

        93-) Ve lekad bevve’na beniy israiyle mübevvee sıdkın ve razaknahüm minet tayyibat* femahtelefu hatta caehümül ‘ılm* inne Rabbeke yakdıy beynehüm yevmel kıyameti fiyma kânu fiyhi yahtelifun;

        And olsun ki biz, İsrail oğullarını seçkin ve emin bir bölgeye yerleştirdik… Onları temiz, saf şeylerle rızıklandırdık… Kendilerine ilim gelinceye kadar ayrılığa düşmediler (ilim geldiğinde yorum farkları yüzünden ayrılıklar meydana geldi)… Muhakkak ki Rabbin, kıyamet sürecinde, ayrılığa düştükleri konularda hükmünü bildirecektir. (A.Hulusi)

        93 – Filhakika Benî İsrail’i cidden güzel bir yurda yerleştirdik ve hoş nimetlerden merzuk kıldık, nihayet ihtilâf etmeleri de kendilerine ilim geldikten sonra oldu, şüphe yok ki o ihtilâf edip durdukları şeylerde rabbin kıyâmet günü aralarında hükmünü verecek. (Elmalı)

        Ve lekad bevve’na beniy israiyle mübevvee sıdkın ve razaknahüm minet tayyibat sonunda İsrail oğullarını verimli ve güvenli bir yere yerleştirmiş olduk ve onlara temiz ve helal rızklar ihsan ettik. Daha sonraki İsrail oğullarına verilen nimetler dile getiriliyor. Yani böyle korkunç bir badireden nasıl bir açıklığa, mutluluğa çıkartıldı Allah tarafından ve onlar daha sonra Allah’a nasıl asi oldular ve ihanet ettiler, onun hikayesi de bakara suresi başta olmak üzere diğer surelerde anlatılıyor. Neden Medine de anlatılıyor o; Çünkü burada Mekke de inan ayetlerle karşı karşıyayız ve müşrikler firavun ve onun etrafındaki seçkinlere benzetilerek vahye karşı nasıl durdukları Resulallah’a bir teselli olsun diye geçmişten bir örnek olarak nakledilmekte.

        Ve lekad bevve’na beniy israiyle mübevvee sıdkın ve razaknahüm minet tayyibat* femahtelefu hatta caehümül ‘ılm durdular durdular da kendilerine hakikatin bilgisi geldikten sonra ihtilaf ettiler. Biraz önce atıf yaptığım gerçek. Vahiy gelinceye kadar İsrail oğulları tek bir millet, Razi’nin ifadesi ile Milletün vahide idiler. Fakat vahiy emirler vermeye başlayıp onları terbiye etmek isteyince başladılar ihtilaf etmeye, bölük pörçük olmaya ve gelen vahyi algılamada farklılıklar göstermeye.

        Aslında bu ilginç bir yasayı dile getiriyor. Razi’nin de söylediği gibi isabetle, Tevrat gelince fırkalara bölündüler. Bunun anlamı; farklı düşünmenin insan tabiatının ayrılmaz bir parçası olduğudur. Yani farklı düşünenler her zaman olacaktır. Eğer tek bir çeşit düşünmenin bir tek garantisi olsa o da vahiy olurdu demek istiyor Kur’an. Vahiy bile bu garantiyi vermediğine göre o zaman insanların farklı farklı düşünmeleri, farklı bölükler halinde olmaları Allah’ın bir yasasıdır. Buna karşı çıkmanın Allah’ın yasasına karşı çıkmak demeye geldiği, ya da böyle bir dünyada böyle bir şeyi bahane ederek mücadeleden çekilmenin doğru olmadığı dile getiriliyor.

        inne Rabbeke yakdıy beynehüm yevmel kıyameti fiyma kânu fiyhi yahtelifun; Elbette senin rabbin Kıyamet günü hakkında anlaşmazlığa düştükleri konuda aralarında hüküm verecektir.

        94-) Fein künte fiy şekkin mimma enzelna ileyke fes’elilleziyne yakreunel Kitabe min kablike* lekad caekel Hakku min Rabbike fela tekûnenne minel mümteriyn;

        Eğer sana inzâl ettiğimizden şüphen varsa (ey insanoğlu), senden önce âlemlerdeki işaretlerimizi “OKU” yanlara sor! And olsun ki, sana Rabbinden gerçek gelmiştir… O hâlde sakın kuşku duyanlardan olma! (A.Hulusi)

        94 – Şimdi şu sana indirdiğimiz şeylerde bilfarz şekk edecek olursan senden evvel kitap okuyanlara sor, kasem olsun ki sana rabbinden hak geldi, (Elmalı)

        Fein künte fiy şekkin mimma enzelna ileyke fes’elilleziyne yakreunel Kitabe min kablik Döndü hitap Resulallah’ı doğrudan muhatap aldı, artık kıssa burada hisseye dönüşüyor. Resulallah’ı doğrudan muhatap alan bir ilahi hitapla karşı karşıyayız. Bütün bunların ardından, hatta hatta Resulallah’ı dedim amma, değil, bu hitabın muhatabı olan herkesi, belki Resulallah’tan daha fazla onları, ki ben Resulallah’ın bu hitabın tek muhatabı olduğu görüşünü gerçekten de doğru bulmuyorum. Ey bu hitabın muhatabı, bunu, bu ayeti böyle anlamak çok doğru anlamaktır gibime geliyor. Ey bu hitabın muhatabı, bütün bunların ardından sana bildirdiğimiz mesajın doğruluğundan kuşkudaysan dön de senden önce ilahi kelamı okuyanlara bir sor, bir bak.

        lekad caekel Hakku min Rabbike fela tekûnenne minel mümteriyn; ey bu hitabın muhatabı olan insan, doğrusu rabbinden sana hakikatin ta kendisi gelmiştir. Hakikatin ta kendisi. Artık asla kuşku duyanlardan olma. Evet, muhatap nebi değil kesinlikle. Her bu ilahı hitabı okuyan kişidir.

        95-) Ve lâ tekûnenne minelleziyne kezzebu Bi âyâtillâhi fetekûne minel hasiriyn;

        Açığa çıkmış olan Allâh işaretlerini yalanlayanlardan olma! (Bunu yaparsan) hüsrana düşenlerden olursun. (A.Hulusi)

        95 – Sakın şüphe edenlerden olma ki hüsrâna düşenlerden olmayasın. (Elmalı)

        Ve lâ tekûnenne minelleziyne kezzebu Bi âyâtillâhi fetekûne minel hasiriyn;

         Devam ediyor aynı ifadeler. Dahası Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerden olmaktan şiddetle sakın. Sonra büsbütün kaybedenlerden olursun.

        96-) İnnelleziyne hakkat aleyhim kelimetü Rabbike lâ yu’minun;

        Muhakkak ki haklarında Rabbinin sözü (ezelî hükmü) gerçekleşmiş kimseler iman etmezler! (A.Hulusi)

        96 – Hakikat aleyhlerinde rabbinin kelimesi Hakk olmuş olanlar imana gelmezler. (Elmalı)

        İnnelleziyne hakkat aleyhim kelimetü Rabbike lâ yu’minun; Hakikat şu ki rabbinin kararı ile mahkumiyeti, kesinleşen kimseler asla iman etmezler.

        Burada bir ilahi yasa hatırlatılıyor. Resulallah’ın şahsında herkese, hepimize bu ilahi hitabın muhatapları olan herkese bir ilahi yasa hatırlatılıyor. Nedir o ilahi yasa Rabbin mahkum ettiği hiçbir kimse doğru yola ulaştırılamaz. Allah birini mahkum etmişse o imana ulaşmaz. Fakat buradan iradenin ne olduğunu sormayacak mıyız. Yani irade boşa mı çıkmakta, o zaman suçu ne denilmeyecek midir diye soracak olursak, bu ayeti tek başına anlamaya çalışmanın yanlış anlamaya yol açacağı cevabını vermek durumundayım. Ne diyordu Kur’an;

        ..ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn; (Bakara/26)

        Evet, Allah hiç kimseyi saptırmaz, sadece fasıkları saptırır. Bunun anlamı nedir; fasık zaten sapmış olan demektir. Bu şu demektir. Sapanları saptırır. Yani sapmak isteyip sapmada ısrarcı olanların önüne engel olmaz demektir. Onun tercihine de Allah müsaade eder, izin verir demektir. Bunun anlamı budur. Yani bunun anlamı, Allah insanın iradesine o kadar hürmetlidir ki, insan bu iradeyi kendi aleyhine kullanmak istemesi halinde bile Allah ona engel olmaz. Ama isteseydi engel olma gücü vardı, fakat yarattığı ve bahşettiği iradeye Allah’tan daha fazla kim hürmet edebilir. İşte budur.

        97-) Velev caethüm küllü ayetin hatta yeravül azâbel eliym;

        İsterse onlara bütün mucizeler gelsin (yine de iman etmezler)… Acı azabı görünceye kadar! (A.Hulusi)

        97 – Velevse kendilerine her âyet gelmiş olsun, tâ o elîm azâbı görecekleri âna kadar. (Elmalı)

        Velev caethüm küllü ayetin hatta yeravül azâbel eliym; isterse hakikatin her tür belgesi ayaklarına kadar gelmiş olsun ta ki can yakıcı azabı görünceye kadar “İman” etmezler.

        Yabancılaşma inkarla sonuçlanınca dönüşü mümkün olmayan bir sürece girilmiş olur ki bu ayetlerde dile getirilen şey, yüreğin ölümüdür. Yüreğin ölümü..! Yürek ölürse artık dirilişi mümkün olmayacaktır.

        98-) Felevla kânet karyetün amenet fenefeaha iymanuha illâ kavme Yunus* lemma amenû keşefna anhüm azâbel hızyi fiyl hayatid dünya ve metta’nahüm ila hıyn;

        Bir şehir halkı çıkıp iman etmiş olsaydı da, sonuçta bu imanlarının yararlarını görseydi! Yunus’un kavmi hariç! (Kavmi, Yunus’un aralarından ayrılıp gitmesinden sonra kendilerine azabın geleceğini hissedip toptan iman ve tövbe ettiler)… İman edince de, dünya hayatındaki aşağılanma azabını onlardan kaldırdık; onları muayyen bir süre (nimetlerimizden) yararlandırdık. (A.Hulusi)

        98 – Fakat o vakit iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir memleket olsa idi? Ancak Yunus’un kavmi iman ettikleri vakit Dünya hayatta o rüsvalık azâbını kendilerinden açmış ve bir zamana kadar onları müstefit etmiş idik. (Elmalı)

        Felevla kânet karyetün amenet fenefeaha iymanuha illâ kavme Yunus Şu da var, keşke olsaydı fakat, ne yazık ki Yunus’un toplumu dışında azabı hak ettikten sonra iman edipte imanının gününü gören başka hiçbir belde, hiçbir memleket, hiçbir toplum olmadı.

        İlginç bir tarihsel örnek dile getiriliyor burada. MÖ. 860-784 arasında yaşayan Hz. Yunus’un kıssası, aslında enbiya suresi ve Saffat surelerinde çok ayrıntılı anlatılmış. Burada sureye adını veren ayet bu. Yunus suresinin adını veren ayet işte bu ayet.

        Hz. Yunus bilindiği gibi Asurluların başkenti Ninova’ya gönderilmişti ve gönderildiği toplum çağrısına ısrarla karşı çıkınca o onlara kızmış ve Kur’an ın ifadesi ile ne demişti;

        Ve Zênnuni iz zehebe muğadıben.. (Enbiya/87)

        Kızarak çekip gitmişti diyor. Kızmış ve çekip gitmişti. Balık sahibi Yunus. İşte Hz. Yunus’un başka yerlerde anlatılan öyküsüne bir atıf var burada ama bu atıfta vurgu farklı. Bu vurgu onun toplumu dışında hiçbir toplum inkar etmişken topluca daha sonra inkarlarının tevbesini yapıp tekrar imana girmedi. Yani eğer girseydi bunun anlamı bu. Allah diğer toplulukları da affederdi ve onlara da ayetin devamında geliyor bu;

        lemma amenû keşefna anhüm azâbel hızyi fiyl hayatid dünya ve metta’nahüm ila hıyn; Onlar iman edince biz de onları dünya hayatında onursuzluk cezasına çarptırmaktan vazgeçtik ve bir müddet daha onları nimetlerimizden yararlandırdık. Eğer ey Mekke’liler ve ey modern muhatapları sizde ısrarınızdan ve inkarınızdan vazgeçerseniz Allah azap edipte ne yapacak. Yunus’un kavminin yaptığını yapın, Allah’ta yasalarını sizin için makul ve mümkün olan o ilahi yasalarını Yunus’un kavmine olduğu gibi sizinde geleceğinizi saadet ve müreffeh olarak yaratsın. Yani bu noktada sizden de cezayı kaldırsın anlamına gelir.

        99-) Velev şâe Rabbüke leamene men fiyl Ardı küllühüm cemiy’a* efeente tükrihün Nase hatta yekûnu mu’miniyn;

        Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa, elbette hepsi toptan iman ederdi… Olayın gerçeği bu iken; sen, iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın? (A.Hulusi)

        99 – Eğer rabbin dilese idi Yer yüzünde kim varsa hepsi top yekûn iman ederlerdi, o halde insanları hep mümin olsunlar diye sen mi ikrah edeceksin? (Elmalı)

        Velev şâe Rabbüke leamene men fiyl Ardı küllühüm cemiy’a eğer rabbin dileseydi yeryüzünde bulunan herkes iman ederdi fakat dilemedi demektir bu. Bunu dilemedi. Ya neyi diledi? Seçmeyi diledi. Kaderi seçmektir insanın. İnsan iradesine Allah işte böylesine hürmet etti ve seçmeyi diledi. Onun için Allah’ın dilemediğini kimse dilemeye kalkmasın, ya da Allah’ın dilemediğini dilemeye kalkarak kendisini zora ve imkansıza sokmasın demektir bu.

        efeente tükrihün Nase hatta yekûnu mu’miniyn; şimdi kalkıpta sen mi onları iman edinceye kadar zorlayacaksın. Buna gerek yok diyor.

        100-) Ve ma kâne li nefsin en tu’mine illâ Biiznillâh* ve yec’alürricse alelleziyne lâ ya’kılun;

        Kendisini yaratan Allâh Esmâ’sının bileşimi elvermedikçe, bir nefs için iman etmek mümkün değildir! (Allâh) aklını değerlendirmeyenlerde (düşünsel) pislik meydana getirir! (A.Hulusi)

        100 – Allâhın izni olmadıkça hiç bir nefis için iman edebilmek yoktur ve akıllarını husni isti’mal etmeyenleri o pislik içinde bırakır. (Elmalı)

         Ve ma kâne li nefsin en tu’mine illâ Biiznillâh* ve yec’alürricse alelleziyne lâ ya’kılun; Üstelik Allah’ın izni olmadıkça hiçbir insanın iman etmeyeceği ve onun aklını kullanmayanları iğrençleştireceği ortadayken, ortada durup dururken..!

        Şu ibareye dikkat dostlar; Aklını kullanmayanları pisliğe mahkum edeceğim. Evet, aynen böyle diyor. ve yec’alürricse alelleziyne lâ ya’kılun;

        Bu surenin belki de en dikkat çekici ayeti, özeti budur. Aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder. Yukarıda iradeye dikkat çekmişti bir üstteki ayet. Burada da iradenin nasıl kullanılacağına dikkat çekiyor ve aklını kullanmayanların pisliğe, bir murdarlığa ve iğrençliğe mahkum edileceğini söylüyor. Aslında küfür aklını kullanmamanın bir sonucudur. İman ise aklını kullananların varacağı mutlu sondur.

         101-) Kulinzuru ma zâ fiys Semavati vel Ard* ve ma tuğnil ayatü vennüzüru an kavmin lâ yu’minun;

        De ki: “Semâlar ve arzda ne oluyor, bir bakın!”… O işaretler ve uyarılar, iman etmeyen topluluğa yarar sağlamaz! (A.Hulusi)

        101 – De ki: bakın, Göklerde Yerde neler var, fakat o âyetler, o inzarlar iman etmeyecek bir kavme ne fâyda verir. (Elmalı)

        Kulinzuru ma zâ fiys Semavati vel Ard De ki; göklerde ve yerde nelerin bulunduğuna bir bakınız, ve ma tuğnil ayatü vennüzüru an kavmin lâ yu’minun; Ne ki iman etmemekte direnen bir topluma ne ayetlerin ne de uyarıların hiçbir yararı olmaz.

        102-) Fehel yentezırune illâ misle eyyamilleziyne halev min kablihim* kul fentezıru inniy meaküm minel müntezıriyn;

        Onlar kendilerinden önce geçmiştekilerin devirlerindeki (azap veren olayların) benzerini mi bekliyorlar? De ki: “O hâlde bekleyin… Ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.” (A.Hulusi)

        102 – Onun için onlar sırf kendilerinden evvel geçenlerin günleri gibi bir gün gözlerler, de ki: gözleyin ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim. (Elmalı)

        Fehel yentezırune illâ misle eyyamilleziyne halev min kablihim şu durumda diyor Kur’an. Şu durumda kendilerinden önce gelip geçmiş kimselerin yaşadığı felaket günlerinin benzerini mi gözlüyorlar. Bu vahyin ilk muhatabı olan Mekkelileri bir tehdit ve tabii ki tüm zamanlardaki muhataplarını.

        kul fentezıru inniy meaküm minel müntezıriyn; De ki o halde gözleyin. Şunu iyi bilin ki ben de sizinle birlikte gözleyenlerdenim.

        103-) Sümme nünecciy Rusülena velleziyne amenü kezâlik* Hakkan aleyna nüncil mu’miniyn;

        Sonra (azap geldiğinde) biz Rasûllerimizi ve iman etmişleri kurtarırız… İman edenleri kurtarmamız, üzerimize bir haktır. (A.Hulusi)

        103 – Sonra Resullerimizi ve iman edenleri kurtarırız, biz böyle uhdemizde bir Hakk olarak müminleri kurtarırız. (Elmalı)

        Sümme nünecciy Rusülena velleziyne amenü kezâlik sonuçta elçilerimizi, berikilerin başına gelecek bir beladan kurtarırız. Yani ey belasını bekleyen toplumlar, ey belasını bekleyen Mekkeliler, içinizde Muhammed varken bize bela gelmez gibi içinizden bir şey tutuyorsanız, aklınızdan çıkarın. Kurtarırız onu, aynı şekilde iman edenleri de kurtarırız.

        Hakkan aleyna nüncil mu’miniyn; İşin gerçeği müminleri kurtarmak en çok bize düşer. Belki bir başka ifadesi ile, müminleri kurtarmak bizim görevimizdir.

        Evet, ayetin başındaki sümme, zarf bağlacı, bir toplumun Allah’ın azabına, gazabına uğrama sürecinin tamamını içerdiği için orada çok uzun bir, tırnak içi kullanmak lazım, yani belasını bekleyen toplum belasını bulur, bela gelir, belaya çarptırılır ama sonuçta peygamber ve müminlerde kurtarılır.

        104-) Kul ya eyyühenNasu in küntüm fiy şekkin min diyniy fela a’budülleziyne ta’budune min dûnillâhi ve lâkin a’budullahelleziy yeteveffaküm* ve ümirtü en ekûne minel mu’miniyn;

        De ki: “Ey insanlar! Eğer benim Din’imden kuşku içindeyseniz, (bilin ki) ben sizin Allâh dûnundaki taptıklarınıza tapınmam! Sadece, sizi vefat ettirecek Allâh’a kulluk ederim! Ben iman edenlerden olmakla hükmolundum.” (A.Hulusi)

        104 – De ki: ey insanlar, eğer benim dinimde bir şekk ediyorsanız haberiniz olsun ki ben sizin Allah dan başka taptıklarınıza tapmam ve lâkin ben sizin canınızı alacak olan Allaha kulluk ederim ve ben şöyle emr olundum ki: müminlerden olayım. (Elmalı)

        Kul ya eyyühenNasu in küntüm fiy şekkin min diyniy fela a’budülleziyne ta’budune min dûnillâh Ey Muhammed de ki; ey insanlar, ey insanlık eğer benim dinimden kuşku duyuyorsanız şunu iyi bilin ki Allah dışında sizin kulluk ettiğiniz varlıklara asla kulluk etmem, ve lâkin a’budullahelleziy yeteveffaküm ne ki ben yalnızca sizin canınızı alacak olan Allah’a kulluk ederim.

        Evet, can acıtıcı bir hitap bu. Sizin canınızı Allah almayacak mı..! Onlar öldürenin Allah olduğuna inanırlardı. Aynı zamanda peygamberin bu ifadesi şu anlama geliyor, ilahi hitaba alınmış bu ifadesi. Canınızı alacak olanın Allah olduğuna inanıyorsunuz da neden O’ndan başkalarına da kulluk ediyorsunuz. Bu nasıl çelişki diyor.

        ve ümirtü en ekûne minel mu’miniyn; Zira ben inananlardan olmakla emr olundum. Ve daha neyle; en can alıcı yeri geldi;

        105-) Ve en ekım vecheke lid diyni haniyfa* ve lâ tekûnenne minel müşrikiyn;

        (Şununla da emrolundum): “Vechini hanîf olarak Din’e tut (mânâ yüzünü, hakikati Esmâ bileşimi olan şuurunu, tanrı kavramsız, âlemler olarak algılanan sistemin hakikati olan soyut Esmâ mertebesine yönlendir) ve sakın şirk koşanlardan (Allâh dûnunda dışsal bir tanrı vehmederek onu ortak koşanlardan) olma!” (A.Hulusi)

        105 – Hem sırf hakka müteveccih hanîf olarak dine yüz tut ve sakın müşriklerden olma. (Elmalı)

        Ve en ekım vecheke lid diyni haniyfa indi ey bu hitabın muhatabı olan her insan, her mümin; Sen de varlığına istikamet ver ve onu her türlü sapmadan uzak tutarak tümüyle gerçek dine ada.

        Kısa bir ibare ama, ancak bu kadarla çevirebildim. Çünkü daha az kelime ile bu hakikat ifade edilemiyor. ekım vechek..! vech, yüz demektir. Fakat bir şeyin yüzü o şeyin varlığının tamamına delalet eder. Cüz ile Kül kastedilmiştir. Kur’an da Allah için geçen yüz ifadelerinden de Allah’ın zatı anlaşılır. Onun için yüzünü bir şeye çevirmek, varlığını çevirmektir. ekım vechek, istikametini kontrol et diyor yani. İstikametini yeniden kontrol et. Esas duruşunu takın, esas duruşunu bozma. İstikamet açısını doğru tayin et, başlangıçta 1 milimlik sapma sonuçta kilometrelerce sapmaya yol açar demek istiyor.

        ve lâ tekûnenne minel müşrikiyn; eğer başlangıçta küçük bir sapma ile başlarsan sonunda müşrik olursun demeye getiriyor yani. Onun için ve sakın müşriklerden olayım deme.

        106-) Ve lâ ted’u min dûnillâhi ma lâ yenfe’uke ve lâ yedurruke, fein fealte feinneke izen minez zâlimiyn;

        Allâh dûnundaki sana fayda ve zarar vermeyecek şeylere yönelme! Eğer böyle yaparsan, o zaman muhakkak ki sen nefsine zulmedenlerden olursun!” (A.Hulusi)

        106 – Ve Allahın mâsivasından sana kendi kendine ne menfaat ve ne mazarrat yapamayacak şeylere perestiş etme, eğer edersen o halde sen şüphesiz nefsine zulmedenlerden olursun. (Elmalı)

        Ve lâ ted’u min dûnillâhi ma lâ yenfe’uke ve lâ yedurruk ve Allah’tan ayrı olarak sana ne yararı dokunan, ne de senden zararı gideren varlıklara yalvarıp yakarma. Böyle başlar şirke açılan kapı demek istiyor. Onlara yalvarıp yakarma, onlardan bir şey isteme, İyyaKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn (Fatiha/5) Onun için bu kadar tekrar ederiz.

        fein fealte feinneke izen minez zâlimiyn; zira eğer böyle yaparsan işte o zaman sem kendi kendisine kıyanlardan olursun.

        107-) Ve in yemseskellahu Bidurrin fela kâşife lehu illâ HU* ve in yüridke Bihayrin fela radde li fadliHİ, yusıybu Bihi men yeşau min ıbadiHİ, ve “HU”vel Ğafûrur Rahıym;

        Allâh sende bir sıkıntı açığa çıkarırsa, onu O’ndan başka kaldıracak yoktur! Eğer sende bir hayır irade ederse, O’nun lütfunu geri çevirecek de yoktur! O, lütfunu kullarından dilediğine nasip eder… O Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

        107 – Ve eğer Allah sana bir keder dokunduracak olursa onu ondan başka açacak yoktur ve eğer o sana bir hayır murad ederse o vakit de onun fadlını reddedecek yoktur, o, onu kullarından dilediğine nasip eder, o öyle gafûr, öyle rahîmdir. (Elmalı)

 

        Ve in yemseskellahu Bidurrin fela kâşife lehu illâ HU yine unutma ki ey bu hitabın muhatabı olan insan eğer Allah sana bir darlık musallat ederse, onu O’ndan başka kimse savuşturamaz. ve in yüridke Bihayrin fela radde li fadliH fakat eğer senin için bir hayır dilerse O’nun lütûf ve kereminin önüne de kimse gerilemez, kimse geçemez. Bunu da unutma ey insanoğlu. İman ettiğini Allah’a, böyle iman et, bu vasıflarıyla iman et. yusıybu Bihi men yeşau min ıbadiHİ, ve “HU”vel Ğafûrur Rahıym; O lütûf ve keremini kullarından dilediğine bağışlar. Zira O çok bağışlayandır, O çok merhamet edendir. Merhametin kaynağıdır. Tüm merhametlilerin merhametleri O’ndan fışkırır, her merhametli merhametini O’na borçludur. Onun için eğer birine yöneleceksen, eğer birinden isteyeceksen, eğer birine arz edeceksen ihtiyacını o biri Allah olsun. En merhametli olan olsun. Merhametin kaynağı olsun.

        Ayetin sonunda ki iki sıfat isim öncesini takyit ediyor, sınırlıyor, açıklıyor hatta. Allah kimseye zarar vermeyi dilemez demektir bu. Çünkü demişti ki, Ve in yemseskellahu Bidurrin fela kâşife lehu illâ HU eğer Allah sana bir darlık, bir zarar dokundurmak istese bunu kim engelleyebilir ki O’ndan başka demişti ya. Daha sonra ayetin el ğafur, el rahim ile bitmesinin anlamı Allah kimseye zarar vermez demektir. Bunu dilemez. Fakat tırnak içinde biz ne anlayacağız; “Eğer sizin başınıza bir zarar geliyorsa kendi yüzünüzdendir. Siz kendi kendinize zarar verirsiniz ve Allah sizin kendinize zarar vermenizi önlemek ister.” Bu vahiyler, gönderdiği tüm peygamberler, verdiği akıl, verdiği irade hep buna matuftur işte.

        108-) Kul ya eyyühenNasu kad caekümülHakku min Rabbiküm* femenihteda fe innema yehtediy linefsih* ve men dalle feinnema yedıllü aleyha* ve ma ene aleyküm BiVekiyl;

        De ki: “Ey insanlar… Gerçek ki size Rabbinizden hakikat bilgisi gelmiştir! Artık kim hakikate yönelirse yalnızca kendi nefsi için yönelmiş olur; kim de saparsa sadece kendi nefsi aleyhine sapmış olur! Ben sizin Vekiyliniz (hakikatinizin şuurunuzdaki yönlendiricisi) değilim.” (A.Hulusi)

        108 – Ey insanlar! işte rabbinizden size hak geldi, artık hidayeti kabul eden kendi nefsi için kabul etmiş olur, sapkınlık eden de kendi aleyhine sapmış olur: ve ben sizin üzerinize vekil değilim, de. (Elmalı)

        Kul ya eyyühenNasu kad caekümülHakku min Rabbiküm ey Muhammed de ki; Ey insanlar işte size rabbinizden hakikatin ta kendisi gelmiştir. femenihteda fe innema yehtediy linefsih artık kim doğru yolu tercih ederse hiç şüphesiz ki O bu tercihi kendisi için yapmış olacaktır. ve men dalle feinnema yedıllü aleyha kim de yoldan saparsa hiç şüphesiz o kendi aleyhine bu tercihi yapmış olacaktır. Ama yine kendi tercihidir. ve ma ene aleyküm BiVekiyl; Ey peygamber onlara şunu açıkça söyle. Ama sizin tercihinizden dolayı sorumlu tutulan asla ben olmayacağım, siz olacaksınız. Kimseye mazerette bulamayacaksınız.

        İşte insan iradesine Allah’ın hürmeti bu ayette tecelli ediyor. İşte tüm dini hareketlerin temelini oluşturması gereken, insanın inanç dünyasına ilişkin değişmez gerçekler bu ayette dile getiriliyor.

        109-) Vettebı’ ma yuha ileyke vasbir hatta yahkümAllâh* ve HUve hayrul hakimiyn;

        (Rasûlüm) sana vahyolunana tâbi ol ve Allâh hükmü açığa çıkana kadar sabret… O, en hayırlı Hükmedendir. (A.Hulusi)

        109 – Ve sana ne vahiy olunuyorsa ona tâbi’ ol ve sabret ta ki Allah, hükmünü versin, hâkimlerin en hayırlısı odur. (Elmalı)

        Vettebı’ ma yuha ileyke vasbir hatta yahkümAllâh sen ise ey Muhammed, sen sana indirilen vahyi izle ve Allah’ın hükmünü verinceye kadar sabret. Yani Allah onlar hakkında hüküm verinceye kadar hakikat üzerinde direnmeye bak, görevini yap, başka bir şeye karışma. ve HUve hayrul hakimiyn; zira hüküm verenlerin en hayırlısı O’dur. Tüm risalet mirasına sahip çıkacak olan, vahyi insanlara duyurma görevi ile görevlendirilen, ya da bu görevi omuzlarına alan tüm müminlere aynı zamanda bir hitap bu. Onlara; vazifenizi yapın, vahyi taşıyın insanlara ve hakikat üzerinde direnin. Eğer vahye karşı kör ve sağır davranıyorlarsa unutmayın ki onların hesabını sizden sormayacak Allah. Siz kendi hesabınızdan sorumlusunuz.

         “Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

         Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdadır.

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Kasım 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın