RSS

İslamoğlu Tef. Ders. YUSUF SURESİ (088-111)(78)

06 Oca

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

”BismillahirRahmanirRahıym”

Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde Yusuf suresinin 87. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz ayetlerde Hz. Yusuf’un üvey kardeşleri Bünyamin’i Mısır’da bırakarak babalarına gelmişler ve olayı aktarmışlardı. Fakat babaları Hz. Yakup onların Bünyamin hakkındaki tavırlarına itiraz ederek onların tasavvurlarının kendilerine tumturaklı ama fena bir oyun oynadığını söylemiş ve hadi gidin, Yusuf’u ve kardeşini arayın diyerek Allah’tan umut kesilmeyeceğini dile getirmişti. Şimdi 88. ayetle kıssanın devamını işleyeceğiz inşallah.

88-) Felemma dehalu aleyhi kalu ya eyyühel aziyzü messena ve ehlened durru ve ci’na Bi bidaatin müzcatin feevfi lenel keyle ve tesaddak aleyna* innAllâhe yeczil mütesaddikıyn;

(Daha sonra tekrar erzak için Mısır’a giden kardeşler) Onun (Yusuf’un) yanına girdiklerinde: “Ey Aziyz… Ailemiz büyük darlık ve sıkıntıya düştü… Pek değerli olmayan bir sermaye ile geldik… Bize tam ölçek ver ve bize bağışta bulun fazladan… Muhakkak ki Allâh bağışta bulunanları cezalandırır (karşılığını verir).” (A.Hulusi)

88 –     Bunun üzerine vaktaki huzuruna girdiler, ey şanlı Azîz, dediler: bize ve ıyalimize zaruret messeti, pek ehemmiyetsiz bir sermaye ile de geldik, yine bizi tam ölçü ver ve bize tasadduk buyur, çünkü Allah, tasadduk edenlere mükâfatını verir. (Elmalı)

Felemma dehalu aleyh Yakub’un oğulları tekrar Mısır’a gelip Yusuf’un huzuruna çıktılar. kalu ya eyyühel aziyzü messena ve ehlened durr ey saygın yönetici, ey efendimiz dediler. Biz ve ailemiz kıtlıktan, yokluktan perişan olduk. ve ci’na Bi bidaatin müzcatin üstelik bedel olarak getirdiklerimiz de çok yetersiz veya düşük değerde. Yani almak istediğimiz erzakın karşılığı değil. Takas etmek üzere getirdiğimiz bedeller, almak istediğimiz erzaka karşılık yetesiye değil dediler. feevfi lenel keyle ve tesaddak aleyna buna rağmen ey efendimiz dediler buna rağmen sen yine de bize tam ölçek ver istersen, tesaddak aleyna. Onun üzerine ikramını da ilave et. Fazladan da ver. Yani bizi gözet. innAllâhe yeczil mütesaddikıyn; unutma ki Allah ikram edenlerin, fazladan verenlerin, kerem gösterenlerin, cömertçe davrananların karşılığını verir.

89-) Kale hel alimtüm ma fealtüm Bi Yusufe ve ehıyhi iz entüm cahilun;

(Yusuf) dedi ki: “Hani siz toyken, Yusuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı hatırlar mısınız?” (A.Hulusi)

89 – Siz, dedi, biliyor musunuz? Cahilliğiniz de Yusuf’a ve kardeşine ne yaptınız? (Elmalı)

Kale Yusuf onlara şöyle cevap verdi. hel alimtüm ma fealtüm Bi Yusufe ve ehıyhi iz entüm cahilun; Burası kıssanın en heyecanlı, heyecanın en doruğa çıktığı noktası. Yani zirve noktası. Bu uzun, gerçekten insanı bazen hayrette, bazen hüzünde, bazen sevinçte, bazen dehşette bırakan bu kıssanın en dramatik sahnesi burası.

Yusuf artık kimliğini açıklama vaktinin geldiğine inanarak kardeşlerine şöyle dedi. “Siz henüz cahilken Yusuf’a ve öz kardeşine neler yaptığınızı hatırlıyor musunuz.” Tabii onlar hiç beklemedikleri böyle bir söz, mukabele karşısında şaşırmış olmalılar.

Ama ilgimizi çeken bir şey var burada, eleştiri yöntemi. Hz. Yusuf’un muhataplarına bir gerçeği ifade ederken kullandığı, onları zor durumda bırakmayacak saygılı üslup. Varsa mazeretleri de kendilerine iletiyor. Yani siz cahilken, bir şey bilmezken, henüz daha toyken diyerek onları köşeye sıkıştırmamak istiyordu. Yani onlara bir de mazeret sunuyordu. Daha doğrusu onların bir hakikate karşı bir yalanı savunmalarına meydan vermiyor, savunma mekanizmalarını çalıştırmalarına meydan vermiyor. Bu harika bir hakikati iletme yöntemi. Karşıdaki insanın tüm duyargalarını, tüm yüreğini tüm zihnini açması için ona adeta okşayarak terbiye etmek. Ona bir hakikati güzel bir üslupla iletmek.

90-) Kalu einneke leente Yusuf* kale ene Yusufu ve hazâ ehıy* kad mennAllâhu aleyna* innehu men yettekı ve yasbir feinnAllâhe lâ yudıy’u ecrel muhsiniyn;

(Kardeşler) dediler ki: “Aa! Sen, evet sen gerçekten Yusuf’sun?”… (Yusuf) dedi ki: “Ben Yusuf’um ve bu da kardeşimdir… Gerçekten Allâh bize lütfu ihsanda bulundu… Zira kim korunur ve sabreder ise, muhakkak ki Allâh iyilik yapanların karşılığını boşa çıkarmaz.” (A.Hulusi)

90 – A a,.! sen, sen Yusuf musun? dediler, ben, dedi: Yusuf’um, bu da kardeşim, Allah bize lûtfu ile in’am buyurdu: hakikat bu: her kim Allah dan korkar ve sabr ederse her halde Allah, Muhsinlerin ecrini zayi’ etmez. (Elmalı)

Kalu Onlar hemen atıldılar. einneke leente Yusuf ne? Dediler, yoksa sen, sen Yusuf musun? Kale muhatapları olan Yusuf cevap verdi. ene Yusufu ve hazâ ehıy Ebet, ben Yusuf’um, bu da benim öz kardeşim Bünyamin. kad mennAllâhu aleyna iyi bilin ki Allah bize lûtfetti.

Evet, çok ilginç değil mi..! İslam aklı Hz. Yusuf’ta tecelli ediyor. Nedir bu aklın seçkin özelliği? Başarıyı Allah’a atfetmek. Hz. Yusuf her zaman olduğu gibi Müslüman bir akılla düşünüyor ve diyor ki; Bu seviyeye gelişimizi farklı bir biçimde anlamlandırmaya kalkmayın, bizi Allah buraya getirdi. Allah bize lûtfetti, ikram etti. Allah’tan bağımsız bir başarı olamayacağını, işte o çok kritik, çok heyecanlı o anda dahi dile getirmesini biliyor Hz. Yusuf. Devam ediyor;

innehu men yettekı ve yasbir feinnAllâhe lâ yudıy’u ecrel muhsiniyn; Çünkü her kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve musibete sabrederse, başına gelenlere direnirse, onu; Allah’la ilişkilerini koparmak için bir bahane değil, aksine Allah’la ve kendisi ile ilişkilerini sağlamlaştırmak için bir vesile bilirse, iyi bilsin ki Allah iyilerin yaptığını asla karşılıksız bırakmaz. Dedi Hz. Yusuf karşısındaki kardeşlerine.

İki altın anahtar var. Seyyidina Yusuf’un söylediği bu sözde. 2 Altın anahtar.

1 – Bilinç, ittika, takva. Bilinç, şuur, diri ve derin bir şuur.

2 – Sabır. Bilinç ve direnç. İttika ve sabır.

Bu ikisi olursa bir yerde ve bir insanda, onun düşmanı ne kadar çok olursa olsun mutlaka sonunda o hem dünyada hem ukbada ödüllendirilir.

Bilinç ve direnç. Takva ve sabır. Bilinç Allah’a karşı esas duruş. Direnç insanın hayata karşı esas duruşu. Allah’tan aldığı güçle hayatın sıkıntıları dertleri, elemleri, kederleri, hüzünlerine karşı dik durmak, eğilmemek, koy vermemek, bükülmemek, pes etmemek, havlu atmamak. Ama insanın; Hayatın üzerine üzerine gelişi karşısında dik durabilmesini sağlayan en büyük enerji ve güç kaynağı Allah’tır.

İşte burada Hz. Yusuf innehu men yettekı ve yasbir derken, yani Allah’ın bilinçli ve dirençli kimseye mutlaka karşılığını vereceğini söylerken, hayatın kaçınılmaz bir yasasını dile getiriyor.

91-) Kalu tAllâhi lekad aserekâllahu aleyna ve in künna le hatıiyn;

(Kardeşler) dediler ki: “TAllâhi! Andolsun ki Allâh seni bize üstün kılmıştır… Biz kesinlikle hata edenlerdik.” (A.Hulusi)

91 – Dediler: tâllahi seni Allah, bize üstün kıldı, biz doğrusu büyük suç işlemiştik. (Elmalı)

Kalu Ne dediler üvey kardeşler, suçlu kardeşler? Dediler ki; tAllâhi lekad aserekâllahu aleyna ve in künna le hatıiyn; evet, bu da bir alicenaplık örneği, bu da güzel bir şey. Dediler ki; Aşk olsun vallahi. Doğrusu şu ki Allah seni bize üstün kılmıştır. Bir itirafta bulundular; Allah seni bize üstün kılmıştır, bunu şimdi şurada, şu anda görüyoruz. Biz ise; ve in künna le hatıiyn; biz ise meğer hataya gömülüp gitmişiz. Sonuçtan açıkça bu anlaşılıyor.

İtirafta bulundular, bu bir suç itirafı, bu bir tevbe aslında, bu bir özür beyanı. Allah’a özür beyan edecek bir insan, öncelikle günahından dolayı mağdur ettiği kimseye özür beyan etmeli. Eğer o günah birilerini mağdur etmişse önce onlardan özür dilemeli. Ama Allah’tan özür dilemeyi bilmeyen, kuldan özür dilemeyi nasıl bilsin. Allah’a karşı özür dilemeyi beceremeyen kula karşı nasıl özür dilesin.

İşte tevbenin hem insandan insana, hem insandan Allah’a ulaşan bütünsel bir süreç olduğunu görüyoruz burada. O bize öğretiliyor bu ayetlerde. Pişmanlık nasıl olur. Allah’ın kabul edeceği pişmanlık nasıl olmalı. Mağdur ettiğimiz insanlardan dolayı Allah’a tevbe etmenin edebi nedir. O öğretiliyor burada. Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz der eskiler. Kulluğun edebi işte budur. Başarıyı Allah’a, hatayı kendisine, ayartıcı öz benliğine atfetmek.

Yusuf’un kardeşleri, günahkar kardeşleri, suçlu kardeşleri işte bu erdemi takınmışlardı ve bize onlar bunu öğretiyorlar. Daha doğrusu bu kıssa sadece direnişi, acıya, eleme, hayata karşı direnişi. Sadece Yakup’un şahsında sabrı, sadece Yusuf’un karşısında ahlakı, erdemi, fazileti değil; Yusuf’un bir zaman ihanet içinde olan kardeşlerinin şahsında da bize hatadan nasıl dönüleceğini, hatta bir mümin eğer ille de günah işlerse adam gibi nasıl tevbe edeceğini, adam gibi günah işleyip, adam gibi “tevbe etmenin” yolunu ve yordamını öğretiyor.

Bu bana, bu surenin iniş amacı olan ve ilk muhatabı olan Resulallah’ın yüreğine su serpme işlevi taşıyan asrı saadetten, Resulallah’ın çağından bir sahneyi hatırlattı.

Fetih günü. Medine’den çıkan İslam ordusu seller gibi Mekke’yi çevreleyen dağların arasından Mekke’ye doğru akmakta. Hava kararmış, Mekke korku içinde, Resulallah’a yaptıklarını bilen Mekke tir tir titrerken Mekke’nin reisi Ebu Süfyan bir vesile ile Resulallah’ın henüz daha Mekke’de olan amcası Abbas’la buluşmuş ve bir tepeden Mekke’ye doğru seller gibi akan İslam ordusunu seyretmekteler.

Ebu Süfyan bir ara daldığı derin düşüncelerden sıyrılıp yanında ki Resulallah’ın amcası Abbas’a diyor ki;

– Ya Ebel Fazl, Ey Fazl’ın babası, Lekad esbaha mülkü
bn’i ahıyk azıymen. Kardeşinin oğlunun saltanatı ne kadar da büyümüş.

Tabii bu bir şaşkınlık. Bu bir itiraf aynı zamanda. Tabii ki bu aynı zamanda bir bitmişlik ifadesi ve itirafı. Biz kime karşı savaştık ve bizim savaştığımız şu anda ne durumda. Kendilerine bakıyor, Mekke’nin sarsılmaz ve yenilmez zannettikleri o kodamanları bitmiş. Ama bir zaman bir tek kişi olan ve hiç kale almadıkları, bir fiskelik canı var diye düşündükleri ve daha sonra tüm güçleriyle savaştıkları insanın, Mekke’ye, kendisine ölümüne bağlanmış binlerin arasında girişini seyrederken bu itirafta bulunuyor. Kardeşinin oğlunun saltanatı ne kadar da büyümüş.

Abbas Bin Abdulmuttalip işin şuurunda, işin farkında. Gerçeğin ne olduğunu biliyor ve diyor ki;

– İnnehu leyse bimülk. Ebu Süfyana. Ey Ebu Süfyan o saltanat değildir. Bu salt bir dünyevi iktidar değildir. Vela kinnehe nübüvveh. Fakat o peygamberliktir. Sen onu anlamıyorsun.

Gerçekten anlamamıştı. Anlamamıştı ki öyle konuşuyordu. İşte bu sahne Hz. Yusuf’la kardeşlerinin buluştuğu ve kardeşlerinin bu itirafı yaptığı bu sahne bana Resulallah’ın Mekke’ye fetih için girişini hatırlattı. Aslında bu sure indiğinde Mekke de daralmış ve bunalmış olan sevgili efendimize o günler, daha yıllar sonra gelecek o günler yıllar öncesinden müjdeleniyordu. Bu ayetlerin amacı buydu. Ve tabii ki çağlarının tüm Yusuf’larına aynı müjdeyi veriyordu Kur’an bu sureyle.

92-) Kale lâ tesriybe aleykümül yevm* yağfirullâhu leküm, ve HUve Erhamur Rahımiyn;

(Yusuf) dedi ki: “Bugün suçunuz başınıza kakılmayacak, kınanmayacaksınız! Allâh sizi bağışlasın! O, Erhamur Rahıymiyn’dir.” (A.Hulusi)

92 – Dedi: size karşı tekdir yok bu gün, Allah sizi mağrifeti ile bağışlar ve o «erhamürrahimîn» dir. (Elmalı)

Kale lâ tesriybe aleykümül yevm Peki Yusuf ne dedi bu itiraf karşısında? O da onlardan aşağı kalmaz tabii ki. O daha da alicenap davrandı, yüce ahlakını orada göstererek dedi ki; “Bugün size kınayıp ayıplamak yok.”

yağfirullâhu leküm, ve HUve Erhamur Rahımiyn; Allah sizi affeder, adeta affetsin diye dua edercesine; Allah sizi affeder, zira O merhametlilerin en merhametlisidir. Kendisinin affettiğinden lafız olarak söz etmiyor. Yani ne kadar nezaketli, sizi affettim bile demiyor. Çok nazik ama affettiğini daha nazik bir üslupla dile getiriyor. “Bugün size kınama yok, ayıplama yok, yani sizi yaptıklarınızdan dolayı ayıplayacak değilim.”

Evet, nasıl güzel bağışlanır onu da bize bu kıssa öğretiyor. Bize karşı kötülük yapanlara nasıl bağış ve ihsanda bulunuruz, onları affederken nasıl bir üslup kullanırız, kullanmamız gerekli, bunu da buradan öğreniyoruz. Ve tabii adeta bu ayetler kendisinden 10 küsür yıl sonra olacak manzarayı gösteriyordu sevgili efendimize ve yine o manzara.

Fetih olmuş İslam ordusu Mekke’ye kansız denebilecek bir zayiatla girmiş, birkaç küçük çatışma dışında ciddi bir direniş olmamış, Resulallah Kabe’ye gelmiş, özlediği atası İbrahim’in elleriyle yaptığı beyte, beytullaha yüz sürmüş, namaz kılmış, fakat Mekke’nin küfürde direnmiş sevgili evladı Muhammed AS. ı sürmüş olan kodamanları Kâbe nin avlusunda toplanmışlar, başlarına gelecek akıbeti merak ediyorlar. Acaba ne yapacak, bize nasıl davranacak. Yaptıklarını bilirler ya, eğer kendilerinin yaptığını, kendilerine yapacak olursa gerçekten halleri fena, onun için karma karışık duygular içinde Kâbe nin avlusunda bekleşiyorlar.

Kâbe nin avlusunda bekleşmelerinin sebebi; oranın harem oluşuna sığınıyorlar. Yine istismar edecekler. Yani Haremde de kan dökecek değil ya, orada kan dökmek öteden beri yasak, herhalde o da ona uyar diye düşünüyorlar. Ama karma karışık duygular içinde orada beklerken Resulallah Kâbe nin içindeki putları temizleyip orada rabbine bir şükür namazı kılıp Kâbe nin önüne çıkıyor ve:

– Ya ma’şera Kureyş..! Orada bekleşen binlerce Mekke liye sesleniyor. “Ey Kureyş topluluğu; Maturavne anni failun fiyküm. Bugün size ne yapacağımı sanıyorsunuz? Ben size ne yapacağım diye düşünüyorsunuz. Diyor.

Verdikleri cevap ne olsa gerek; “Hayran..!” diyorlar. Bakınız bir ömür direnmişler, ölümüne direnmişler, sürmüşler, canına kastetmişler, iftira etmişler, alaya almışlar, taşlamışlar. Ama buna rağmen verdikleri cevaba bakınız. Hep bir ağızdan “Hayran” diyorlar.

– Hayran, ahun keriymun vebnu ehın keriymin. Sen çok keriym bir kardeşsin ve keriym bir kardeşin oğlusun. Erdemli, cömert, affedici, bağışlayıcı bir kardeşsin. Erdemli, cömert, bağışlayıcı bir kardeşin de çocuğusun. Diyorlar.

Peki Resulallah ne diyor; Aynen bu ayeti okuyor, bu ayeti, Yani Yusuf’un kardeşlerine dediğini.

– “lâ tesriybe aleykümül yevm” Bugün size kınama yok, ayıplama yok. Ve arkasından bir cümle ekliyor; “İz hebu feentüm tuleka” haydi gidin, siz salıverildiniz, siz koy verildiniz.” Yani yakanızı bıraktım sizin. Belki “Sizi Allah’a havale ettim.” Dercesine.

Onun için ben onları ve onlar içinde bulunan insanları Tuleka diye isimlendirmeyi daha doğru bulurum. Salıverilmişler, koy verilmişler. İşte bu, bu sahneyi yıllar öncesinden, daha Mekke de Resulallah’a Yusuf kıssasıyla rabbimiz müjdeliyordu, ima ediyordu.

93-) İzhebu Bi kamiysıy hazâ feelkuhu alâ vechi ebiy ye’ti basıyra* ve’tuniy Bi ehliküm ecmeıyn;

“Şu gömleğim ile (babamıza) gidin… Onu (gömleğimi), babamın önüne koyun, gerçeği görür… Tüm ailenizi toplayıp bana getirin!” (A.Hulusi)

93 – Şimdi siz, benim şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne bırakın gözü açılır ve bütün taallukatımızla toplanıp bana gelin. (Elmalı)

İzhebu Bi kamiysıy hazâ feelkuhu alâ vechi ebiy ye’ti basıyra şu gömleğimi de, dedi Hz. Yusuf; alıp gidin. Onu babamın yüzüne sürün, gözleri kendisine geri dönecektir. Gözleri ışığa kavuşacaktır, görmeye başlayacaktır. Gözleri zayıflamıştı hüzünden, biz onu anlıyoruz. Gözüne ak inmişti diyordu ya ayet; Geçen ders işlediğimiz ayet; işte onu ima ederek. Bu haberi alınca sevgili Yusuf peygamber babasına gömleğini kardeşleriyle yolladı ve götürün dedi. Babamın yüzüne gözüne sürün, sürura kavuşsun, gözü aydınlansın. Gözü aydın olsun. Dünyası kararmıştı, dünyası aydınlansın.

Belki göz aydınlığı ifadesi bizde mecaz olarak ifade edilir. Sürur, sevinç, onun karşılığı olarak ifade edilir. Burada da belki bu ibareler Yakup peygamberin göz aklığı ile ilgili, ya da onun gözünün görüşünün geri gelişi ile ilgili bu üç ayeti mecaza yorumlamak ya da hamletmek mümkün mü. Ben bunun gerekli olduğunu düşünmüyorum. Belki mümkün, fakat gerekli değil. Bunu bir prensip olarak böyle düşünüyorum.

Kur’an ın olağan üstü olarak sunduğu bir takım olayları, ille de olağan bir biçimde, ille de rasyonel bir mantık örgüsü içinde açıklamak zorunda değiliz. Yani olağan üstü Kur’an da vardır. Kur’an olağan üstüye yer vermiştir. Bunu öncelikle kabullenmek lazım. Çünkü olağan üstü, insan için olağan üstüdür. Allah için olağan üstü yoktur. İnsan için mucizedir. İnsanı aciz bırakır Allah’ı değil. O nedenle mucizelerin sebep sonuç yasalarını bozduğuna ilişkin genel kanatta doğru değildir. Çünkü sebep sonuç yasaları tek kademeli değildir.

Benim kanaatim, bu yasaların da üst yasalar olduğu ve o üst yasaların alt yasaları kimi zaman bizim alışkanlıklarımızın dışında belirlediği ve Allah için kendi yasasına mecbur olmak, mahkum olmak gibi bir şeyin geçerli olmayacağını. Ama elbette eşyanın yasasının Allah’ın bir sünneti olduğunu ve ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ (feth/23),  ve len tecide li sunnetillâhi tahvila (Fâtır/43) Allah’ın yasalarında Allah’ın adetinde Allah’ın kanununda bir değişme, bir bozulma, bir başkalaşma bulamayacağımız Kur’an i ilkesinin hep doğru olduğunu, Fakat Allah’ın yasalarının tek dereceli değil, birden çok dereceli olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Onun için böyle bir mecburiyetimiz yok. Olağan üstüyü rasyonel aklın sınırlarına indirmek için zorlamaya girmek, lafız ve manayı zorlamak ve maksadı da aşmak.

Ama tersini zaten yapmayı hiç doğru bulmuyorum. Olağan olarak anlatılan bir çok hadisenin tarih içinde olağan üstüye taşındığını da görüyoruz. Bu çok yapılmış. İşte onlara rastlarsam tefsirim boyunca onları geri olağan haline, yani lafız ve mana desteğiyle maksat hakemine başvurarak onları olağan haliyle ilk muhataplarının anladığı haliyle aktarmaya çalışıyorum.

ve’tuniy Bi ehliküm ecmeıyn; Hz. Yusuf gömleğini verdikten sonra sözünü şöyle tamamladı; Sonunda tüm ailenizle birlikte bana gelin.

94-) Ve lemma fesaletil ‘ıyru kale ebuhüm inniy le ecidü riyha Yusufe levla en tüfennidun;

Ne zaman ki kervan (Yusuf’un şehrinden) ayrıldı, (yurtlarındaki) babaları şöyle dedi: “Eğer bana yaşlandı; ne dediğinin farkında değil demezseniz (bilin ki), kesinlikle ben Yusuf’un kokusunu (dalgasını) alıyorum.” (A.Hulusi)

94 – Vaktâ ki beriden kârban ayrıldı, öteden babaları doğrusu, dedi: ben cidden Yusuf’un korkusunu duyuyorum, bana bunaklık isnadına kalkışmasanız. (Elmalı)

Ve lemma fesaletil ‘ıyru kale ebuhüm inniy le ecidü riyha Yusufe levla en tüfennidun; Derken Kervan yola koyulduğunda babaları dedi ki; Çok ilginç, buyurun; İnanın ki ben Yusuf’un kokusunu alıyorum. Umarım beni bunak yerine koymazsınız. Bu yine bunadı demezseniz eğer, inanın ki ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.

Aslında hiçte garip ve yabancı değil. Onun içinde lafzı ve manayı zorlayarak bunu, rasyonalist bir mantığın katı sınırlarına hapsetmenin hiçte gereği yok. O zaman sevgiye, muhabbete iftira olur, hakaret olur. Küçümsemek olur sevgiyi. Burada söylenen bambaşka bir şey var. Filistin’de ki bir babanın, evladına hasret bir babanın, bir peygamber olan evladına hasret bir peygamber babanın Mısır’dan aldığı bir koku. Evet, yani muhabbetin ödülüdür diyorum ben buna.

İki göz verdi hasrete baba Yakup, iki göz. Fakat hasret ve muhabbet saf olunca, hasret ve muhabbet tüketici değil de, Züleyha’nın ki gibi tüketici değil de üretici olursa, verdiğinizden daha fazlasını size geri veriyor. Bir burun veriyor ki siz o burunla bin gözün göremeyeceği yeri görüyor, oradan koku alıyorsunuz.

Tabii bu burun ille de fiziki burun olmak zorunda değil. Yüreğin de burnu var nasıl gözü varsa, nasıl kulağı varsa. Onun için ..summün bükmün ‘umyün.. (Bakara/171) dediği de budur zaten. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler derken Kur’an; körlükle, sağırlıkla aslında işitme ve görme duyularının çalışmadığını söylemiyor. Yani gözleri bakıyor, kulakları duyuyor, fakat yüreklerinin gözü kör, yüreklerinin kulakları sağır. Onu kastediyor.

Tabii burada kokuyu alan; seven yüreğin ta kendisidir. Ondan ötesi, ondan ötesini bilmiyoruz. Ama severse alır mı? Evet alır. Muhabbet böylesine bir iksirdir. Muhabbet uzağı yakın eder. Aşk şeffaflaştırır. Zamanı ve mekanı aşırır aşk. Seveni sevdiğine yakın eder. Onun için üretici sevginin sahibine bağışladığı hediyeyi görüyoruz burada.

95-) Kalu tAllâhi inneke lefiy dalalikel kadiym;

Dediler ki: “TAllâhi! Muhakkak ki sen eski yanılgını yaşıyorsun.” (A.Hulusi)

95 – Dediler: tallahi sen cidden eski şaşkınlığından berdevamsın. (Elmalı)

Kalu tAllâhi inneke lefiy dalalikel kadiym; Etrafındakiler hemen ona şöyle dediler; Hayret vallahi, anlaşılan o ki sen kadiym yanılgında ısrar ediyorsun.

Evet, işte etrafındakilerde anlamadılar. Anlamadılar ki muhabbeti kuru bir rasyonelliğe mahkum etmek istiyorlar. Onun için yanılgı olarak görüyorlar. Sevmeyen bilmez, onun için aşıkı aşık anlar. Onun içindi ki Yusuf babasını anladı. Onun içindir ki sevenin sevdiğinden gelen bir parça, bir hatıra, bir hediye; seven için bir çift gözden daha iyidir. İşte Yusuf’la baba Yakup arasında ki bu muhabbet, bu özge muhabbet, bu dünyalar durdukça yaşayacak olan muhabbetin dayandığı temel bu. Onun için burada muhabbeti etrafındakiler kuru bir rasyonelliğe mahkum edip diyorlar ki; Yine eskisi gibi sayıklıyorsun. Yine eski yanılgını sürdürüyorsun.

96-) Fe lemma en cael beşiyru elkahü alâ vechihi fertedde basıyra* kale elem ekul leküm inniy a’lemu minAllâhi ma lâ ta’lemun;

Nihayet müjdeci geldiğinde, gömleği Yakup’un önüne koydular, (Yakup) hemen gerçeği gördü! (Yakup) dedi ki: “Size dememiş miydim, muhakkak ki ben Allâh hakkında sizin bilmediklerinizi bilirim.” (A.Hulusi)

96 – Fakat vaktâ ki hakikaten müjdeci geldi gömleği yüzüne bıraktı gözü açılıverdi, ben size, dedi: Allah dan sizin bilemeyeceklerinizi bilirim demedim mi? (Elmalı)

Fe lemma en cael beşiyru elkahü alâ vechihi fertedde basıyra  Nihayet müjdeci ulaşıp ta o gömleği yüzüne sürünce gözleri ışığına yeniden kavuştu, gözü aydınlandı. kale elem ekul leküm inniy a’lemu minAllâhi ma lâ ta’lemun; ben dedi, ben size dememiş miydim. Hz. Yakup konuşuyor. Herhalde ben Allah sayesinde sizin bilmediklerinizi biliyorum. Dedi.

97-) Kalu ya ebanestağfirlena zünubena inna künna hatıiyn;

(Yusuf’un kardeşleri) dediler ki: “Ey babamız… Bizim için suçlarımızın bağışlanmasını dile… Doğrusu biz hata edenler olduk.” (A.Hulusi)

97 – Dediler, ey bizim şefkatli pederimiz, bizim için günahlarımızı istiğfar ediver, bizler hakikaten büyük günah işlemiştik. (Elmalı)

Kalu ya ebanestağfirlena zünubena inna künna hatıiyn; Ey babamız dediler, günahlarımız bağışlansın diye bizim için Allah’tan af dile. Kusurlu olan elbette bizler idik.

Ama ondan önce yukarıdaki ayette güzel bir nükte ve nokta var. O da Hz. Yakup; Ben dememiş miydim, sizin bilmediklerinizi Allah sayesinde ben bilirim derken bir bilgiye bağlıyor. Yani bu olağandışı olayı yine bir bilgiye bağlayarak kendine has bir rasyonellik üretiyor. İmana has bir rasyonellik. Onun için yine bir bilgiye bağlayarak bunu duygunun eseri değil, bilginin eseri, yani mahsus aklın değil, ma’kul aklın, yani mitosun, efsanenin değil, logosun, aklın bir eseri olarak ifade ediyor. Burası çok ama çok önemli ve aşağıda kardeşler tıpkı Yusuf’a itiraf ettikleri gibi babalarına da itiraf ediyorlar hata ettiklerini.

Evet, peygamberlerin güven alanlarına ümmetlerinin hatalarını, ümmetlerinin kendi güvenlerini zedelemesi sonucunda işledikleri hatalar için istiğfar etmek, peygamberlerin görevlerinden biridir. İşte oğullar babalarından kendileri için Allah’tan af dilemelerini istiyorlar. Hz. Yakup tıpkı Resulallah gibi, onlar için tabii ki bir sonraki ayette zaten af dileyeceğini söylüyor. Resulallah’ta Uhud dönüşünde rabbimiz tarafından böyle bir talimata muhatap olmuştu.

FeBima rahmetin minAllahi linte lehüm (Ali İmran/159)  Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın, ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi lenfaddu min havlike, (Ali İmran/159) Eğer onlara sen katı kalpli davransaydın, onlardan yüz çevirseydin; onlar etrafından dağılır giderlerdi. fa’fü anhüm o halde onları affet. ..vestağfir lehüm.. işte burası onlar için Allah’tan af dile. Ali İmran 159 işte böyle diyor. Onlar için Allah’tan af dile.Peygamberlerin görevleri arasında ümmetlerinin günahkarları için Allah’tan af dilemekte var. Bu ümmetleri için istiğfar. Bu belki sadece onlar için değil, her öncü, her üstad her hoca talebesi için belki de kendisine karşı yapılmış bir kusur varsa hem onu bağışlamak, hem de bağışlanması için Allah’tan af dilemek gibi bir alicenaplılığa, bir yüce ruhluluğa çağrılmakta.

98-) Kale sevfe estağfiru leküm Rabbiy* inneHU “HU”vel Ğafûrun Rahıym;

(Yakup) dedi ki: “Sizin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim… Muhakkak ki O, Ğafûr’dur, Rahıym’dir.” (A.Hulusi)

98 – Sizin için, dedi: rabbime sonra istiğfar edeceğim hakikat bu: gafur o, rahîm o. (Elmalı)

Kale sevfe estağfiru leküm Rabbiy Hz. Yakup ne dedi? Dedi ki sizin için rabbimden af dileyeceğim inneHU “HU”vel Ğafûrun Rahıym; çünkü O, evet O’dur sonsuzca bağışlayan, merhamet kaynağı olan.

Yusuf gibi bir peygambere karşı da yapılsa Allah’ın af sınırları da af kapsamı dışında sayılmıyor bu suçlar bakınız. Bu da çok önemli. Onun için af dileme sözü verdi Hz. Yakup.

99-) Felemma dehalu alâ Yusufe âvâ ileyhi ebeveyhi ve kaledhulu mısra inşaAllâhu aminiyn;

Yusuf’un yanına girdikleri zaman, (Yusuf) ana-babasına sarıldı ve dedi ki: “İnşâAllâh (Allâh’ın oluşturması ile), güven içinde Mısır’a hoş geldiniz!” (A.Hulusi)

99 – Vakta ki Yusuf’un yanına vardılar, ebeveynini kucakladı, yanına aldı ve buyurun, dedi: Mısıra inşallah emn-ü istirahatla girin. (Elmalı)

Felemma dehalu alâ Yusufe âvâ ileyhi ebeveyh derken Yusuf’un huzuruna çıktıklarında o ebeveynine, baba ve annesine kucak açtı.

Burada ki ebeveyn, baba ve anneden kasıt nedir sorusunu sorarsak eğer; Tevrat’a göre Anne Rachel; Büyamin’in doğumunda ölmüştü ki Kur’an da bunu yalanlamıyor. Dolayısıyla bunu kabul etmek durumundayız. O halde anne kim diye soracak olursak; sanırım anne, Hz. Yusuf annesini kaybettikten sonra kendisini büyüten Hz. Yakup’un eşlerinden biri olsa gerek. Veya tefsirlerin aktardığına bakılırsa Hz. Yusuf’un halası da olabilir. Arap geleneğinde hala, anne gibidir ilkesi gereğince burada da böyle naklediliyor.

ve kaledhulu mısra inşaAllâhu aminiyn; ve Allah’ın izni ile kendinizi güvende hissedeceğiniz Mısır’a buyurun dedi Hz. Yusuf onlara.

100-) Ve refe’a ebeveyhi ‘alel Arşi ve harru lehu sücceda* ve kale ya ebeti hazâ te’viylü ru’yaye min kabl* kad ce’aleha Rabbiy Hakka* ve kad ahsene Biy iz ahreceniy minessicni ve cae Biküm minel bedvi min ba’di en nezeğaşşeytanu beyniy ve beyne ıhvetiy* inne Rabbiy Latıyfün lima yeşa’* inneHU “HU”vel Aliymul Hakiym;

(Yusuf) ana-babasını tahta oturttu… Kardeşleri, önünde saygıyla yere kapandılar… (Yusuf) dedi ki: “Babacığım… İşte bu önceden (gördüğüm) rüyanın (baba = güneş, Anne = Ay, on bir kardeş = on bir gezegen olarak) tevilidir (anlamının gerçeğidir)… Rabbim onu Hak kıldı (gerçekleştirdi)… (Rabbim) bana hakikaten ihsanda bulundu… Şeytan benimle kardeşlerim arasına fit soktuktan sonra; beni zindandan çıkardı ve sizi de çölden getirdi… Muhakkak ki Rabbim dilediğine Latiyf’tir… Çünkü O, Aliym’dir, Hakiym’dir.” (A.Hulusi)

100 – Ve ebeveynini taht üzerine çıkardı, hepsi onun için secdeye kapandılar, ve ey babacığım, dedi: işte bundan evvelki rüyamın tevili bu, hakikatten rabbim, onu hak kıldı, hakikaten bana ihsan buyurdu çünkü beni zindandan çıkardı ve size badiyeden getirdi, Şeytan benimle biraderlerimin arasını dürtüştürdükten sonra, hakikat rabbim meşiyyetinde lâtif, hakikat bu, o, öyle alîm, öyle hakîm. (Elmalı)

Ve refe’a ebeveyhi ‘alel Arşi ve harru lehu sücceda Ebeveynini makamına çıkarttı ve onu selamlamak için saygı ile yere kapandılar. Saygıyla eğildiler.

Burada özellikle sücceda, secde ettiler manası verilmez, çünkü secde sözcüğü önceleri terimken daha sonra kavramlaşıp namaz ibadetinin içinde bir rükn, bir ritüel oldu. Onun için burada terim manası verilir ki secdenin terim manası birden fazladır. Birçok anlama gelir. Uydu, tabi oldu, eğildi, izledi, kendisini teslim etti, varlığını ona adadı ve ona itaat etti, yolundan gitti gibi birçok anlamlara gelir. Buradaki terim anlamı ise selamladı, saygı ve hürmetle selamladı. Belki baba ve anne olduğu için şefkatle selamladılar anlamına gelir.

ve kale ya ebeti hazâ te’viylü ru’yaye min kabl Hz. Yusuf dedi ki babasına dönüp; Ey babacığım bir zamanlar gördüğüm rüyanın altında yatan anlam buymuş meğer dedi. Ki o rüya ile surenin 4. ayetinde hatırlatılan gençliğinde, çocukluğunda gördüğü rüyayı kastediyordu. O zaman gökte 11 yıldız bir ay ve bir güneş görmüş, onların kendisine saygı ile eğildiklerini, kendisini saygı ile selamladıklarını rüyasında görmüş ve onu da babasına anlatmıştı. İşte o rüya gerçekleşti dedi ve devam etti;

kad ce’aleha Rabbiy Hakkan rabbim onu gerçeğe dönüştürmüştür dedi Hz. Yusuf. ve kad ahsene Biy iz ahreceniy minessicni ve cae Biküm minel bedvi min ba’di en nezeğaşşeytanu beyniy ve beyne ıhvetiy uzun bir metin olmakla birlikte çevirmeye çalışayım; Yine O beni hapisten çıkararak, dahası şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra bir sizin çölü aşıp gelmenizi sağlayarak bana lütufta bulunmuştur dedi. Allah’ın kendi üzerinde ki lütuflarını sayıyor Hz. Yusuf. Yine Müslüman aklıyla düşünüyor. Yine İslam aklıyla bakıyor olaya.

Nasıl anlıyoruz bunu? Bir muvahhit olarak başarıyı böyle yorumluyor. Çünkü bir mümin muvahhit başarıyı Allahsız yorumlamaz. Allah’^la yorumluyor.

Tabii Mekke’ye döndüğümüzde Resulallah’ın karşısında boyun eğmiş Mekke’lileri görüyoruz. Hz. Yusuf’un oradaki iktidarından daha müthiş, daha muhteşem. O sadece bölgesel bir iktidarı elde etmişti. Resulallah’ın çektiği acıyı, Resulallah’ın çektiği sancının türünü siz, Resulallah’ın getirdiği sistemin, nizamın yeryüzündeki hakimiyetine, yaygınlığına, kudretine, tarih yapma, tarihin aktif öznesi olma şansına bakarak kıyaslayabilirsiniz. Resulallah’ın eline verilen iktidar çok daha muhteşemdi. Çünkü onun sancıları belki çok daha kapsamlı ve kavrayıcı idi.

inne Rabbiy Latıyfün lima yeşa’ çünkü benim rabbim dilediği şeyi cömertçe lütfedendir. Bu tabii latiyf, lutf köküne atfedersek; dilediği şeyi cömertçe lütfedendir manası. Ki Taberi de bu manayı tercih etmiş. Ama Razi şöyle bir mana tercih ediyor latıyf için; dilediği şeye ulaşmak için akıl sır almaz bir biçimde sebepleri önünüze serendir şeklinde. Latıyf aynı zamanda şeffaf manasına gelir. Nazik ve nazenin manasına gelir. Akıl sır ermez bir biçimde iş yapan manasına da gelir.

inneHU “HU”vel Aliymul Hakiym; çünkü O, her şeyi bilen, bildiğini hikmetle gerçekleştirendir. İlahi bilgi ve ilahi hikmet birlikte geliyor. Her şeyi bilen, ve bildiğini hikmetle gerçekleştiren Allah.

Tam da burada bu iki sıfatın anılması boşuna değil. Bilgi ve hikmet, İşte bilgi ve hikmet sonucunda yazılan bu “İlahi senaryo” ve onun muhteşem oyuncuları, eğer iyi anlaşılırsa tüm çağlara, tüm zamanlara söz söyleyen bir bilgi ve hikmet kutusu, deposu olduğu görülecektir bu surenin bu kıssanın.

101-) Rabbi kad ateyteniy minel mülki ve allemteniy min te’viylil ehadiys* FatıresSemavati vel Ardı ente veliyyiy fiyd dünya vel ahireti, teveffeniy müslimen ve elhıkniy Bissalihıyn;

“Rabbim… Gerçekten bana Mülk’ten verdin ve bana yaşamdaki olayların hakikatini görmeyi öğrettin… Semâlar ve Arz’ın (1. Evrensel anlamda: Evrenin hakikati olan ilim boyutu ve yaradılmışlarının algılamalarına göre var olan madde boyutu; 2. Dünyevî mânâda: Gökler {boyutsallığı ile} ve yeryüzü; 3. İnsanî mânâda: İnsandaki bilinç boyutları {yedi nefs mertebesi bilinci} ve beden) Fâtır’ı; Dünya’da ve sonsuz gelecek sürecinde sensin Veliyy’im (her anımda hakikatimi oluşturan isimlerinden Veliyy isminin anlamının açığa çıkışının farkındalığını yaşamaktayım)… Bu teslimiyetle beni vefat ettir (madde beden boyutundan çıkart) ve beni sâlihlerin arasına kat!” (A.Hulusi)

101 – Ya rab, sen bana mülkten bir nasıp verdin ve bana elhadisin tevilinden bir ilim öğrettin, Gökleri, yeri yaradan rabbim!: Benim Dünya ve Âhirette velim sensin beni Müslim olarak al ve beni sahihine ilhak buyur. (Elmalı)

Rabbi kad ateyteniy minel mülki ve allemteniy min te’viylil ehadiys yine devam ediyor Hz. Yusuf; Rabbim doğrusu bana iktidarı sen bahşettin dedi. Yani şimdi her şeyden soyutlanarak rabbine dua ediyor. Rabbine itirafta bulunuyor. Annesi, babası ve kardeşleri orada. Orada asıl döneceği yere dönüyor. Asıl teşekkürünü göndereceği yere teşekkür ediyor ve aslında herkesin de nereye teşekkür etmesi gerektiğini böylece fiili olarak gösteriyor.

Rabbi dedi. kad ateyteniy minel mülki ve allemteniy min te’viylil ehadiys doğrusu iktidarı bana sen bahşettin, mülkü sen bahşettin. Yine sen öğrettin bana olayların doğru yorumunu.

Bilgi ve iktidar. Hemen bir üstteki ayet nasıl bitiyordu? Bilgi ve hikmet ve Hz. Yusuf rabbine teşekkür ederken bu ikisini yan yana koyuyordu. Bilgi ve iktidar. Biz bunun yanına ayetin devamındaki cümleden yola çıkarak imanı da koymak durumundayız. Bilgi, iktidar ve iman. İşte gerçek iktidar. İman bilgi ve iktidar birleşince işte gerçek iktidar o zaman ortaya çıkar. Bilgi gücünü imandan alacak, iktidar gücünü bilgiden alacak ve üçü birbirine bağımlı olacak. İmansız bilgi olmayacak. Bilgisiz iktidar olmayacak. İktidar bilgiye, bilgi imana yaslanacak.

İşte böylesi bir temel üzerine kurulan bir dünya, yaşanılabilir bir dünya olacaktır. Yusuf’un iktidarı gibi. Hem dünya hem ahiret açısından, iki cihan saadeti açısından. Bilgi imana, iktidar bilgiye dayanacak. İktidar bilgisiz olmayacak. Bilgi de imansız olmayacak. Bilgi imansız kalırsa sahibi olan insanı bilgili canavara dönüştürür. İktidar bilgisiz ve imansız kalırsa güç ve para demektir. Bilgisiz ve imansız kalmış güç ve para dünyanın en büyük katili, en büyük canavarı olmaya, örgütlü canavarı olmaya adaydır.

FatıresSemavati vel Ardı ente veliyyiy fiyd dünya vel ahireh Hz. Yusuf rabbine tazarru ve niyaza devam ediyor, şükre devam ediyor. Ey gökleri ve yeri yoktan var eden, hem bu dünyada, hem öte dünyada yarim sensin, yardımcım sen. teveffeniy müslimen ve elhıkniy Bissalihıyn; İşte iktidarı bir mümine, bilgi ve imanı olan bir ele verirseniz, o iktidar onu şımartmaz. Ne yapar? İşte Yusuf’a bakın. Canımı sana adanmış biri olarak al ve beni Salih insanlar arasına kat. Bu duaya amin..! denilmezde ne denilir.

İstikbal kaygısı; işte istikbal. Birilerine göre Yusuf istikbalini kurtarmıştı değil mi? Mısır’a sultan olmuştu. Hazine bakanıydı. Mısır’ın tüm hazineleri elindeydi. Ama o istikbal arıyordu. Onun istikbal olmadığını biliyordu. O, istikbalin ahiret olduğunu biliyor ve istikbalin Allah’a ait olduğunu biliyor ve O’ndan istiyordu.

Evet. Mülkü; hikmet, bilgi ve imanın eline verirseniz, para ve güç yani iktidar bir zulme değil, bir cennete dönüşür. Cennete ulaşan yolda bir araca dönüşür. İşte böyle.

102-) Zâlike min enbail ğaybi nuhıyhi ileyk* ve ma künte ledeyhim iz ecmeu emrehüm ve hüm yemkürun;

İşte bu algılanamayan âlemlerin haberlerindendir ki onu sana vahyediyoruz… Onlar (Yusuf’a tuzak kuran kardeşleri) mekr yaparak bu işleri oluşturduklarında onların yanında değildin. (A.Hulusi)

102 – Bu işte, gayb haberlerinden, sana onu vahiy ile bildiriyoruz, yoksa onlar işlerine karar verip mekr yaparlarken sen yanlarında değildin. (Elmalı)

Zâlike min enbail ğaybi nuhıyhi ileyk bu olay senin daha önceden bilmeyip te, bizim sana vahiy ettiğimiz haberlerden biridir.

Burada kıssa bitti. Kıssa son buldu ve artık hisseye, kıssanın ilk muhatabı olan Hz. Peygamber A.S. a yöneldi. Hitap ve ona doğrudan şimdi hitap ediyor ve diyor ki; Bu olay senin daha önceden bilmeyip de bizim sana vahyettiğimiz haberlerden biridir. Yani okuman, yazman yoktu, ki bu olayı bir yerden aynen alasın. Kaldı ki Tevrat’la karşılaştırdığımızda, mesela bir çok farklılık var. Yukarıdaki diyalog hiçbir İsrail kaynağında bulunmamaktadır. Onun için en basitinden, Tevrat’ta ki Yakup; üzerini başını paralayan, dövünen, göğsünü yumruklayan, yavrusunu kaybettiği için isyan eden, herkese işkence eden bir barbar görünümünde bir baba. Ama Kur’an ın sunduğu sabırlı, hikmetli, derinliği olan, muhabbetini, sevgisini iç zenginliğine dönüştürmüş ve gerçekten bilge bir baba.

Fark var. Bir peygamber tasviri var Kur’an da, öbür tarafta ise üzerini başını paralayan bir baba tasviri. Yani fark çokta sadece en küçük birkaç noktaya dikkat çekmek istedim. Bu iki kıssa, Tevrat’ın versiyonu ile Kur’an ın versiyonu arasındaki farkları ortaya koyan en güzel çalışma, Malik bin Nebi tarafından yapılmış ve Kur’an mucizesi olarak adlandırılmış kitap çalışmasıdır. Gerçekten de oraya baktığınızda Kur’an la Tevrat’ın anlatımının sadece ayrıntılarda değil, çok temelde, çok farklı iki bakış açısına ait olduğunu anlarsınız. Demek ki Tevrat yazarları bunu yazarken öyle bir bakış açısıyla kaleme aldılar diyoruz.

[ Atlanan cümle: ve ma künte ledeyhim iz ecmeu emrehüm ve hüm yemkürun;

Onlar (Yusuf’a tuzak kuran kardeşleri) mekr yaparak bu işleri oluşturduklarında onların yanında değildin. (A.Hulusi) ]

103-) Ve ma ekserunNasi velev haraste Bi mu’miniyn;

Sen (bu konuda onlara yardımcı olmak için) ne kadar hırslı olsan da, insanların çoğunluğu tahkiki imanı yaşayamaz. (A.Hulusi)

103 – Ve insanların ekserisi sen ne kadar hırslansan mümin değildirler. (Elmalı)

Ve ma ekserunNasi velev haraste Bi mu’miniyn; Hem sen gönülden arzuluyor olsan dahi insanların çoğu yinede inanmayacak.

Demek ki kıssanın beklentilerinden biri de bu. Resulallah kıssanın indiği günlerde böyle bir beklenti içinde. Mekke’nin son dönemleri. Onun için ona surenin amacı üzerine böyle bir hisse veriliyor. Resulallah’ın beklentisi çok yüksek. Fakat bu beklentinin doğru olmadığı, tarihin insanın yasalarına uygun olmadığı dile getiriliyor burada ve tabii yukarıda kıssanın tarihsel gerçekliğine ve vahyin ilahi kaynağına da bir üstteki ayette atıf var. Yani bu kıssadan daha önce senin haberin yoktu. Onlar tuzak kurmak için bir araya geldiklerinde onların yanında değildin derken 102. ayet, aslında vahyin kaynağına ilişkin, vahyin ilk muhatabı olan müşriklerin şüphelerine de bir cevap veriyordu. Kuşkularına bir cevap veriyordu. Bunu nasıl izah edeceksiniz, açıklayacaksınız diye. Buyurun diye meydan okuyordu. Bu aslında bir meydan okuyuştur.

104-) Ve ma tes’eluhüm aleyhi min ecr* in huve illâ zikrun lil alemiyn;

(Hâlbuki) onun (Hakikat konusundaki uyarın) karşılığında onlardan bir bedel istemiyorsun… O, ancak âlemler (ins ve cinn) için bir hatırlatmadır! (A.Hulusi)

104 – Buna karşı onlardan bir ecir de istemiyorsun, o ancak bütün âlemîne ilâhî bir tezkirdir. (Elmalı)

Ve ma tes’eluhüm aleyhi min ecr oysaki sen onlardan davetine bir karşılıkta beklemiyorsun. Resulallah’a hitap devam ediyor. Yani aslında öyle olağanüstü şeyler beklemelerine gerek yok, sen bu davet karşısında onlardan bir şey istiyor musun, istemiyor musun ona baksınlar. Yani çıkarın ne ona baksınlar.

Akıllarına hitap ediyor, duygularına değil. Doğrudan akıllarına hitap ediyor ve akıllarını kullanmalarını istiyor. İşte Kur’an kendine has bir rasyonellik üretir demekten kastım bu. Muhataplarını akla, akıllı olmaya davet ediyor.

in huve illâ zikrun lil alemiyn; Bu vahiy ise sadece tüm insanlığı muhatap alan bir uyarıdır. Vahiy iradeyi iptal etmez demektir bu. Uyarır, hatırlatır ve davet eder. Yani sizin Allah tarafından verilmiş iradenizi yok saymıyorum diyor vahiy. Sadece iradenize hitap ediyor ve doğru kullanmanızı istiyorum diyor. Allah verdiği özgür iradeyi geri almıyor, mahkum etmiyor. Sadece ona yol gösteriyor. Kılavuzluk ediyor, yanlış kullanmayınız yoksa bedelini ağır ödersiniz diye hatırlatıyor.

105-) Ve keeyyin min ayetin fiys Semavati vel Ardı yemürrune aleyha ve hüm anha mu’ridun;

Semâlarda ve arzda nice işaret var ki, onlar bunlardan yüz çevirerek üzerlerinden geçip giderler. (A.Hulusi)

105 – Bununla beraber Göklerde yerde ne kadar âyet var ki üzerine uğrarlar onlardan yüz çevirir geçerler. (Elmalı)

Ve keeyyin min ayetin fiys Semavati vel Ardı yemürrune aleyha ve hüm anha mu’ridun onlar hakikatin göklerde ve yerdeki nice belgeleri ile karşılaşıyorlar da, yine de onları görmezden geliyorlar. Yine de onlara sırt çeviriyorlar.

Nereden icap etti demiyoruz değil mi. O kadar iyi icap etti ki bu, o kadar yerinde geldi ki, bir üstteki 104. ayetle birlikte anlayalım lütfen bunu. Ne diyor; Şer’i vahye sırt dönenler, aslında kevni vahye, ayat-ı kainata da sırt dönmüşlerdir. Yani ayat-ı kainata sırt dönenlerden ne beklersin ki sen. Şu kainat kitabında ki ayetleri okumaktan bile aciz olan bu insanlar, eğer Allah’ın satırlara yazılı ayat-ı mesturunu okumuyorlar, ya da göz ardı ediyorlar, sırt dönüyorlarsa bunda çok fazla bir gariplik yok diyor Kur’an.

Çok ilginç değil mi? İşte Kur’an akıllı insan arıyor muhatap olarak. İşte bu. Karşısında sadece yazılı ayetleri değil, olay ayetlerini, kainat ayetlerini, ayat-ı hadisatı, ayat-ı kainatı ve ayat-ı insanı okuyan bir okuyucu arıyor. Komple okuyucu.

Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn; (Zariyat/20)

Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun; (Zariyat/21)

Onun yer yüzünde ayetleri var Allah’ın ve kendinizde de ayetleri var. Aslında siz bir kitapsınız demek istiyor Kur’an. Hala basiretinizi kullanmayacak mısınız. Hala kafanızı çalıştırıp kendinizi bir kitap gibi okumayacak mısınız. Yeni tanıdığınız bir insana yeni nazil olmuş bir ayet gibi bakmıyorsanız, Allah’ın size satırlarda nazil olmuş ayetlerini nasıl anlayacaksınız. Eğer kainata Allah’ın fiili ayeti olarak bakmıyorsanız, o zaman Allah’ın şer’i ayetleri de anlamakta zorlanacaksınız, ya da yanlış anlayacaksınız. Bu, bu demektir.

106-) Ve ma yu’minu ekseruhüm Billâhi illâ ve hüm müşrikûn;

ONLARIN ÇOĞUNLUĞU ANCAK MÜŞRİKLER OLARAK (varsandıkları, tanrıları veya BENLİKLERİNİ EŞ KOŞARAK) ALLÂH’A İMAN EDERLER! (A.Hulusi

106 – Onların ekserisi Allaha şirk koşmaksızın iman etmez. (Elmalı)

Ve ma yu’minu ekseruhüm Billâhi illâ ve hüm müşrikûn; nitekim onların çoğu, Allah’a; O’na ait sıfatları, nitelikleri başkalarına yakıştırmaksızın iman etmezler.

Açık ama çok fazla yanlış anlaşılan ayetlerden biridir. Yani onların çoğu şirk koşmadan iman etmezler gibi düz bir çeviri yanlış anlamayı daha da artırıyor. Oysa burada söylenen çok açık. İçlerinden Allah’a inanan müşrik çoğunluğu oluşturuyordu. Evet, hiçbir şeye inanmayan dehriler var idi. Yani mutlak materyalistler. Ama çok az idiler. Kodamanlardı onlar. 10 11 kişi sayılır. Fakat gerisi Allah’a iman ediyordu. Kur’an la sabit bu;

Ve lein seeltehüm men halekas Semavati vel Arda.. (Lukman/25) eğer sen kendilerine sorsan, desen ki gökleri veri kim yarattı; Hemen diyecekler ki leyekulünnAllâh. Elbette Allah yarattı yani Kur’an bize yani ki Lukman suresinde, zümer suresinde bu lafızlarla gelen ayetler var. O halde onlar Allah’a inanıyorlar. İnandıkları Kur’an la sabit. Ama Allah’a ait mutlak sıfatları, mutlak nitelikleri, bu özellikleri Allah’tan başkasına yakıştırıyorlar. Şirkin bir boyutu da bu. Belki Mekke müşriklerinin en belirgin özelliği bu.

Onun için burada; Onların imanı katkısız ve saf bir tevhidi iman değil, onların imanı içinde şirk olan iman. Yani şirk zaten katkılı demektir. Şirket oradan gelir. Hakk’la batılı ortak yapmak. İmanla küfürü ortak yapmak, hakikatle yalanı ortak etmek, şirketini kurmak. Böyle anlayabiliriz.

107-) Efeeminu en te’tiyehüm ğaşiyetün min azâbillâhi ev te’tiyehümüssaatü bağteten ve hüm lâ yeş’urun;

(Yoksa) onların, Allâh azabından hepsini sarıp sarmalayacak bir şeye veya onlar farkında değillerken o Saat’in (ölümün) ansızın kendilerine gelmesine karşı bir güvenceleri mi var? (A.Hulusi)

107 – Ya artık Allahın azâbından umumunu saracak bir beliyye gelivermesinden veya şuurları yokken kendilerine ansızın saatin gelivermesinden amanda mıdırlar? (Elmalı)

Efeeminu en te’tiyehüm ğaşiyetün min azâbillâh yani şimdi onlar Allah’ın cezasının kendilerini bularak çepeçevre kuşatmasından, ev te’tiyehümüssaatü bağteten ve hüm lâ yeş’urun; ya da onlar farkında dahi değilken son saatin ansızın gelip çatıvermesinden yana güvencede olduklarını mı düşünüyorlar. Garantileri mi var. Böyle bir garanti mi aldılar. Yani hatırlayacaksınız; Kuşatma, azap, ansızın gelen bela, acı son, saa’, gibi azap kavramları Hud suresinde kavimlerin acı akıbeti anlatılırken kullanılmıştı. Daha önce tefsir ettiğimiz sure. Onun için onların yaşadıkları bölgelerde başından bu feci akıbetler geçmiş toplumlar ibret olarak gösteriliyor ve aklınızı başınıza alın uyarısı yapılıyordu bu vahyin ilk muhatabı olan Mekke müşriklerine.

108-) Kul hazihi sebiyliy ed’u ilAllâhi alâ basıyretin ene ve menittebe’aniy* ve subhanAllâhi ve ma ene minel müşrikiyn;

De ki: “İşte bu benim yolumdur; basîret üzere (taklitle değil idrak ettirmeye çalışarak) Allâh’a davet ederim… Ben ve bana tâbi olanlar (basîretle yaşayanlardır). Subhan Allâh! Ben herhangi bir şeyi Allâh’a ortak koşanlardan değilim!” (A.Hulusi)

108 – De ki: işte benim meslekim bu, basiret üzere Allaha da’ davet ederim ben ve banan tabi’ olanlar, ve Allah’ı tesbih ile tenzih eylerim ve ben müşriklerden değilim. (Elmalı)

Kul hazihi sebiyliy de ki. Doğrudan Resulallah’a ama onun şahsında tüm muhataplarına, müminlere yöneliyor Kur’an vahyi ve emrediyor; De ki benim yolum budur. ed’u ilAllâhi alâ basıyretin ene ve menittebe’aniy ben de, bana uyan kimselerde Allah’a çağırdığımızın çok iyi bilincindeyiz.

Alâ basıyre Bilinç imanın kimyası, imanın sırrı, basiret, derin görüş, iç kavrayış, derin anlayış, işte bu. Bu olmaksızın davet olmaz. Bu olmaksızın iman kimyasına kavuşmaz. Sırrına erilmez. Her davetçinin basiret üzre davet etmesi, bir bilinç üzre davet etmesi ve neye davet ettiğinin, kimi davet ettiğinin, ne zaman ve nasıl davet edeceğinin bilincinde olması şarttır.

ve subhanAllâhi ve ma ene minel müşrikiyn; Ki Allah’ın şanı pek yücedir ve ben O’na ait vasıfları başkalarına yakıştıranlardan değilim.

109-) Ve ma erselna min kablike illâ ricalen nuhiy ileyhim min ehlil kura* efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim* ve ledarul ahireti hayrun lilleziynettekav* efela ta’kılun;

Senden önce, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz ricalden başkasını irsâl etmedik… Arzda dolaşıp seyir etmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görsünler… Korunanlar için, sonsuz olan gelecek yaşam ortamı elbette daha hayırlıdır… Aklınızı kullanmayacak mısınız? (A.Hulusi)

109 – Senden evvel gönderdiğimiz Peygamberler de başka değil ancak şehirler ahalisinden kendilerine vahy eylediğimiz bir takım erler idi; Ya şimdi o yerde bir gezmediler mi? Baksalar â kendilerinden evvel geçenlerin akıbetleri nasıl olmuş? Ve elbette Âhiret evi korunanlar için daha hayırlıdır ya, hâlâ akletmiyecek misiniz? (Elmalı)

Ve ma erselna min kablike illâ ricalen nuhiy ileyhim min ehlil kura senden önce gönderdiğimiz peygamberler kentlerin ahalisinden seçip kendilerine vahy ettiğimiz adamlardan başkası değildi.

Yine yanlış anlaşılan ayetlerden biri. Bu ayetin, peygamberlerin cinsiyeti ile bir alakası yoktur. Yani peygamberler erkeklerden olur, ya da hanımlardan bayan peygamber olmaz tezini ileri sürüp de bu ayeti delil getirmek, hiç alakasız bir delil getirmektir. Bu ayetin sebebi bağlamından, hemen sonraki cümleden ve ayetlerden de anlaşılacağı gibi, bir melek gönderilmeli değil miydi diyen Mekke müşrik çevresine bir cevaptır. Yani ölümlü insanlardan gönderdik manasına alınır burada ki rical sözcüğü.

Onun için bu cinsiyetle alakalı değildir, bu çünkü Mekkelilerin bir itirazına cevaptır. Mekkelilerin bu itirazı sadece onların itirazı da değildir. Tüm toplumların Kur’an a baktığımızda peygamber gönderilmiş tüm toplumların ortak özelliği budur. Bize bir melek gönderilmeli değil miydi. Ölümlü bir insan ha, mani hazel resul, bu ne biçim elçi, bu ne biçim peygamber. Çarşılarda dolaşıyor, bizim gibi yiyip içiyor diye itiraz ediyorlardı. Onun için bu itirazın neye olduğunu bilirsek daha doğru anlamış oluruz.

efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim hem onlar yer yüzünde gezip dolaşmazlar mı. Öyle yapsalardı kendilerinden öncekilerin başına gelen feci akıbeti de görmüş olurlardı.

İşte bu cümleyi kastetmiştim ben yukarıdakini doğru anlamak için bu cümleyi okumak şart. Hud suresinde, Kur’an ın daha başka bir çok surelerinde, mesela enbiya suresinde, mesela A’raf suresinde ve daha başka surelerinde de helak olan kavimlerin kıssalarını okuduğumuzda onların tamamının insan peygamber istemediklerini, böyle bir itiraz ileri sürdüklerini, melek istediklerini görüyoruz. İşte onların akıbetini göstererek Mekke’ye de diyor ki Kur’an vahyi, sizinde akıbetiniz onlara dönmesin. Çünkü onların aynı mantığıyla itiraz ediyorsunuz.

ve ledarul ahireti hayrun lilleziynettekav* efela ta’kılun; ve Allah bilincine ulaşanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Bunu dahi düşünemiyor musunuz. efela ta’kılun bunu bile anlamıyor musunuz. Diye soruyor.

110-) Hatta izestey’eser Rusulü ve zannu ennehüm kad küzibu caehüm nasruna, fenücciye men neşa’u, ve lâ yuraddu be’süna anil kavmil mücrimiyn;

Tâ ki Resûller ümitlerini yitirdiler ve (azap uyarıları gerçekleşmeden önce) zannettiler ki kendileri yalanlandılar, (işte o zaman) nusretimiz onlara geldi… Dilediğimiz kimseler kurtarıldı… Suçlular toplumundan azabımız geri çevrilmez. (A.Hulusi)

110 – Nihayet Peygamberler Ümitlerini kesecek hale geldikleri ve onlar yalana çıkarıldılar zannettikleri vakit onlara nusretimiz geldi de dileklerimiz necata irdirildi, mücrimler güruhundan ise azâbımız geri döndürülmez. (Elmalı)

Hatta izestey’eser Rusulü ve zannu ennehüm kad küzibu caehüm nasruna önceki peygamberler biraz arada tırnak içinde boşlukları doldurmam gerekecek; Öylesine zorlandılar ki, en sonunda neredeyse toplumlarına ilişkin tüm umutlarını yitirip artık iyiden iyiye yalanlandıklarını düşünmeye başlayınca yardımımız kendilerine ulaşmıştı.

Hemen buracıkta bir ayeti hatırlıyoruz değil mi.

Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemmâ ye’tiküm meselülleziyne halev min kabliküm (Bakara/214) sizden öncekilerin başına gelenlerin, sizinde başınıza gelmeden öyle basitçe cennete gireceğinizi mi hesap ediyorsunuz. messethümül be’sâu veddarrâu ve zülzilû hattâ yekuler Rasûlü velleziyne âmenû meahû metâ nasrullah onlar öyle sarsıldılar, öyle zorluklar ve sıkıntılara katlandılar ki, peygamber ve beraberindekiler; Allah’ın yardımın ne zaman diyorlardı. Artık tabir caizse boğazlarına kadar gelmişti. elâ inne nasrAllahi kariyb (Bakara/214)  işte Allah’ın yardımı böyle diyenler için yakındır.

Yani adeta bu ayeti ki İbn Abbas bu ayetin tefsirinde biraz önce okuduğum bu ayeti okurmuş. Zaten Taif dönüşünde Resulallah’ın o duasını hatırlayacak olursak, ondan sonra gün dönümü başlamış ve artık en alt zirveden yukarıya doğru çıkılmaya başlamıştı. Yani dert zirvesi bitmiş artık iktidarın yolu açılmıştı.

fenücciye men neşa’u sonunda dilediğimizi kurtuluşa ulaştırmışızdır. ve lâ yuraddu be’süna anil kavmil mücrimiyn; fakat azabımız, günaha gömülüp gitmiş bir toplumdan asla getri döndürülmez, kimse geri çeviremez. Eğer artık mücrim ise günaha batmışsa, azabımızı ondan kimse çeviremez.

111-) Lekad kâne fiy kasasıhim ‘ıbretün li ülil elbab* ma kâne hadiysen yüftera ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıyle külli şey’in ve hüden ve rahmeten li kavmin yu’minun;

Andolsun ki, onların yaşam hikâyelerinde derinliğine düşünen akıl sahipleri için bir ibret vardır! O (Kur’ân) (beşer tarafından) uydurulan bir söz değildir… Fakat öncekilerden önüne gelen orijin bilgiyi tasdik eden; her şeyi tafsilâtlı anlatan ve iman eden bir topluluk için de hüda (hakikat bilgisi) ve rahmet (nefsinin hakikatini bilip gereğince yaşamak) olandır. (A.Hulusi)

111 – Hakikat onların kıssalarında ülül’elbab için bir ibret vardır, bu uydurulur bir söz değil ve lâkin önündekinin tas: diki ve her şeyin tafsili ve iman edecek bir kavim için bir hidayet bir rahmettir. (Elmalı)

Lekad kâne fiy kasasıhim ‘ıbretün li ülil elbab doğrusu onların kıssalarında derin kavrayış sahiplerinin alacağı bir hayli ibret vardır.

Kur’an kıssaları tarihin ibret vesikalarıdır değerli Kur’an dostları. Kur’an insanlığın değişmez değerleri ile birlikte, tarihin ve toplumun değişim yasalarını da bize öğretir. Biz tarihin ve toplumun değişim yasalarını işte Kur’an kıssalarından öğreniriz. Kur’an kıssaları zaman içerisinde yaşanmış hakikatler olarak kalmaz aynı zamanda zamanlar ve mekanlar üstü bir değere sahip olur, tüm vahyin muhataplarına kendi çağlarında önlerini aydınlatacak bir şifre, bir çözücü, bir kılavuz, bir yol haritası olarak gelir hayatlarına şimdi ve bura dalarına girer.

İşte budur Ayette ‘ıbreh diyor. İbret, Türkçeye de geçmiş ubur geçiş demektir zaten. Yani görünen bir şeyden görünmeyenlere geçerek onları tespit etmek. Aslında buradan tedebbür, taakkul, tefekkür, tezekkür hep bütün bu kavramları hatırlatıyor bize.

Tedebbür; bir şeyin satır aralarını, veya bir olayın arka planını iyice düşünüp ondan geleceğe yönelik tedbir üretmektir.

Tezekkür; Geçmişte kalmış, unutulmuş olanı yeniden hatırlamaktır.

Taakkul; bu ikisi arasında bağ kurmaktır.

Tefakkuh; Onu şimdi ve burada ya taşımak ve ondan bir takım hisseler çıkarmaktır.

Tefekkür; Bunların tamamıdır.

ma kâne hadiysen yüftera vahye gelince o asla uydurulmuş bir söz değildir.  ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıyle külli şey’in ve hüden ve rahmeten li kavmin yu’minun; Aksine vahye gelince o asla uydurulmuş bir söz değildir dedik değil mi? Nedir peki; Aksine önceki vahiylerden kendisine ulaşan hakikatleri doğrulayan ve her şeyin dayanacağı yemeleri açık seçik, burada her şeyi diyor külli şey’in ama ben her şeyin dayanacağı temelleri şeklinde açıklıyorum çünkü Kur’an da gerçekten Mukatil bin Süleyman’ın el-Vücuh ve n-Nezâir’ inde de harika tespit ettiği gibi; her şeyden kasıt hiçbir zaman bizim bildiğimiz manada tüm birimler olmaz. Bu o konuyu ele aldığı konunun temellerinin eksik bırakılmadığına ilişkin bir beyandır bu, bir genellemedir.

Onun için temellere ilişkin her şeyi açık seçik ortaya koyacak ve yürekten inanacak bir toplum için rahmeten, bir rahmet. Ve nedir; Hüden; bir yol haritası, bir kılavuz olan hitaptır Kur’an hitabı. Hüden dir; yol haritasıdır. Yolunu şaşırmış olan insana yolunu gösterir. Ey insanoğlu, Allah seni yarattı ama başıboş bırakmadı. Sana bir yol haritası verdi. Şaşırdığın zaman onu takip ederek yolunu bulasın diye.

Bu yol haritası aynı zamanda iki dünya saadetini içinde barındıran bir rahmetin eseriydi. Çünkü Allah insanla merhameti ve rahmeti sayesinde konuştu. Çünkü vahiy; Allah’ın insana olan rahmetinin en büyük ifadesidir. Onun için Nüzul; Misafirin önüne çıkarılan mükellef sofraya denilir. Kur’an da nüzul etmiştir, inzal olunmuştur. Allah’ın insana indirdiği bir gök sofrasıdır. Yol haritasıdır, mutluluktur, huzurdur, berekettir.

Ben Kur’an ülkesinin bir sitesinin daha sonuna gelmişken, Yusuf suresini bitirirken, rabbimizin tenezzül buyurarak bize indirdiği bu ayetlerin hayatımızın yol kılavuzu olmasını yine O’ndan niyaz ediyor, vahyin muhatabı olan, vahiy tarafından muhatap alınan ve vahyi yüreğine sindiren insanlardan olmamızı rabbimizden tazarru ve niyaz ediyorum.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
4 Yorum

Yazan: 06 Ocak 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

4 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. YUSUF SURESİ (088-111)(78)

  1. OSMAN PARMAKSIZ

    11 Ocak 2012 at 23:46

    S.A

    Yaptığın hizmet çok büyük arkadaşım… Allah razı olsun… Ben fırsat buldukça hocanın tefsir derslerini sırasıyla dinliyorum/izliyorum. Şu anda 70 saatlik bölümünü tamamladım… Senin verdiğin bu çözümlemeyle dinlediğim/izlediğim önemli bölümlere basit bir aramayla ulaşma şansına sahip oldum…

    Birilerinin hizmetinden faydalandığını bilesin diye buraya yazma gereği duydum…

    Sakın vazgeçme oldu mu? 🙂

    Allaha emanet ol…

     
    • ekabirweb

      12 Ocak 2012 at 11:31

      Merhaba. Çalışmaları değerlendirmenize sevindim. Zaten amacım Sn. Mustafa İslamoğlu Hocanın değerli Kur’an tefsir derslerinin videolarını bire bir yazıya çevirmek, bunun yanı sırada bu bilgileri kıyaslama yapılabilmesi gayesiyle A.H. Elmalı ve A.Hulusi gibi değerli kişilerin düşünce ve yorumlarını da ihtiva edecek bir kaynak oluşturmaya çalışmaktı. Videodan izlemek zaman alıyor, ayet numaraları videoda bulunmadığı için asıl istenen nokta bilgiye ulaşmak zor oluyordu. Bunu hem kendim için hem de insanlarla paylaşmak için yapıyorum. Allah izin verdiği sürece de devam etmeyi istiyorum. Şu an 78. video yayında, kısmet olursa her hafta bir videoyu tamamlamak istiyorum. Zamanı olmayanlar içinde 5 parçaya bölünmüş halde iki ayrı blog sayfamda günlük yayına alıyorum. (http://ekabirwep.blogspot.com/ ) (http://tefsirikuran.blogcu.com/ ) Benim de elimden gelen bu kadar. İnsanlara yardımcı olabiliyorsam bu yeter bana. Çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim. Allah’a emanet olun.

       
  2. Salih

    17 Nisan 2020 at 05:51

    99 . ayetin tefsirinde hz yusufun halasiyla hz Yakup elenmişti.yaziyor.nasil oluyor anlamadım.yusufun halası hz Yakup as in bacısı oluyormu

     
    • ekabirweb

      17 Nisan 2020 at 11:08

      Karışık bir durum gerçekten. İslamoğlu o şekilde açıklamış ama sanırım teyze diyeceğine hala demiş. Kardeş evliliği olduğunu sanmıyorum. Yine de video çevirilerinde o şekilde gelmiş. Konu hakkında bilgim olmaması ile birlikte yanlış anlaşılmayı engellemek için o kısmı kaldırıyorum. Teşekkür ederim. Allah ile kalın.

       

Yorum bırakın