RSS

İslamoğlu Tef. Ders. HİCR SURESİ (45-99)(84)

17 Şub

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

 “BismillahirRahmanirRahıym”

Sevgili Kur’an dostları geçen dersimiz Hicr suresinin 44. ayeti ile son bulmuştu. Geçen ders işlediğimiz son ayetler cehennemle ilgiliydi. 45. ayetle, yani cennetten manzaralarla dersimize devam ediyoruz.

45-) İnnel müttekıyne fiy cennatin ve ‘uyun;

Muttakiler ise cennetlerde ve ayn(kaynak)lardadırlar. (A.Hulusi)

45 – Elbette muttakiler, Cennetler, pınarlar içinde. (Elmalı)

İnnel müttekıyne fiy cennatin ve ‘uyun Muttakilere gelince, Allah’a karşı sorumluluğunun şuurunda olanlara gelince onlar has bahçelerde, pınar başlarında olacaklar.

46-) Üdhuluha Bi Selâmin aminiyn;

“Oraya âminler olarak (Bi-)Selâm ile girin.” (A.Hulusi)

46 – Girin onlara selâmetle emîn emîn. (Elmalı)

Üdhuluha Bi Selâmin aminiyn çünkü onlara esenlik ve güvenlik içerisinde oraya girin denilecek.

Selam bir yerde cennet duasıdır, Selâmün aleyküm. Bir insana akıbetin cennet olsun der gibi dua etmektir aynı zamanda. Hani Kur’an;

Selamun aleykum tıbtüm fethuluha halidin Cennete girecek olanlara böyle selam verilecek. Haydi, içinde ebediyen kalmak üzere girin cennete denilecek diyordu ya. İşte onun gibi, selam cennetin parolası adeta. İşte ebedi güzelliğin ilahi san’at tarafından ortaya çıkarılmış biçimi olan cennetteki müminin durumu şöyle ifade buyruluyor Kur’an da;

47-) Ve neza’na ma fiy sudurihim min ğıllin ıhvanen alâ sürurin mütekabiliyn;

Biz onların, (ayrı görmekten kaynaklanan) kin – düşmanlık duygularını içlerinde söküp attık! Kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşılıklı otururlar. (A.Hulusi)

47 – Sinelerindeki kînleri soymuşuzdur da ihvan olarak köşkler üzere karşı karşıya otururlar. (Elmalı)

Ve neza’na ma fiy sudurihim min ğıllin ıhvanen alâ sürurin mütekabiliyn zira biz onları, içlerine işlemiş olan her tür olumsuz duygu -ğıll, içe işlemiş olumsuz duygu demektir- her tür olumsuz duygu ve düşünceden tamamen arındıracağız. Onlar mutluluk tahtları üzerinde kardeşler olarak karşılıklı, mütekabiliyn, karşı karşıya oturacaklar, sevinç tahtına oturacaklar, birbirlerine dost olacaklar ve gönüllerinde zerre kadar bir kin, bir nefret, bir husumet taşımayacaklar.

Burada sürurin, çoğul bir kelime, serir’in çoğulu olarak gelmiş. Divan, taht demek. Fakat sürurun çoğulu da olabilir. Öyle ise sevinç tahtı, neş’e makamı, sevinç divanı anlamına gelir ki, her iki anlamı da mündemiçtir Allah’u alem. Sevinç ve mutluluk makamı. Çünkü cennet mutluluk diyarı, mutlak mutluluk diyarı. Sevinç makamına, sevinç tahtına oturacak, gönüllerinde zerre kadar kin, nefret, kaygı ve tasa kalmayacak ve birbirlerine kardeş olacaklar diyor Kur’an.

Ğıll demiştim içe işlemiş en derindeki olumsuz duygular. Ta..! hücrelerde ki, kılcal damarlarda ki olumsuzluklar. İşte onu neza’na çekip çıkarmak, kökünü bile çıkarmak, en ince, en küçüğünü bile bırakmamak anlamına neza’na, biz en küçüğünü bile bırakmamaksızın çekip çıkardık. Bundan kasıt cennette ne kötülük, ne kötü duygu, ne de herhangi bir kin ve nefret olmayacak demektir.

Demek ki cennetin cennet olabilmesi için içinde kinin bulunmaması gerekiyor. İçinde kin’in, içinde düşmanlığın, içinde nefretin bulunduğu bir yer cennet olmuyor.

[(Ek bilgi; Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

Müminler, kendilerini cehennemden kurtardıkları zaman, cennetle cehennem arasında bulunan bir” köprü üzerinde durdurulurlar. Dünyada iken birbirlerine karşı yapmış oldukları haksızlıkları orada birbirlerine öderler. Tam olarak arındırılıp temizlenmelerinden sonra cennete girmelerine izin verilir. Muhammed’in hayatı kudret elinde bulunan Allaha yemin olsun ki, onlar cennetteki yerlerini dünyadaki evlerinden daha iyi tanırlar.”

(Buharı, K. el-Mezalim, bab: 1, K. er-Rikak, bab: 48)]

48-) Lâ yemessühüm fiyha nesabün ve mahüm minha Bi muhreciyn;

Onda onlara bir yorgunluk dokunmaz (enerjileri tükenmez)… Onlar oradan hiçbir zaman çıkarılmazlar. (A.Hulusi)

48 – Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değildirler. (Elmalı).

Lâ yemessühüm fiyha nesabün ve mahüm minha Bi muhreciyn orada onlar ne bir yorgunluk ve zahmete katlanacaklar, ne de oradan çıkarılacaklar.

Cennet katıksız güzellik, kalıcı mutluluk ve mutlak huzurun adı. Allah’ın güzelliği fiilen tarifidir cennet. Allah güzelliği nasıl tarif eder diyen cevabını cennet olarak alır. Onun için burada da, bu ayetlerde de resmedilen cennet, işte Allah’ın güzelliği tarifidir. Allah fiili olarak güzelliği tarif etmiş ve adını cennet koymuş.

Cennetten bahsedildikten sonra acaba bu mutlak güzellik, bu muhteşem iyilik, bu sonsuz huzur nasıl olabilir. Kimi içindir. Acaba bana da var mı bu mutlak güzellikten bir pay. Veyahut ta ben şu dünyada ki geçici bir mutluluğu dahi elde etmek için bir yığın çaba gösteriyorum. İnsanların gönlünü etmek için bunca ter döküyorum, emek veriyorum, zahmet çekiyorum. Ya Allah’ın gönlünü etmek, ya böylesine muhteşem bir cennete kavuşmak için ödemem gereken bedel..! Tabii bütün bu sorular eğer bir şerit gibi insan zihninden geçecekse hemen rabbimiz şunu hatırlatıyor, hem de ne hatırlatış.

49-) Nebbi’ ıbadiy enniy enel Ğafûrur Rahıym;

Haber ver kullarıma ki, Ben, gerçekten Ben Ğafûr’um, Rahıym’im. (A.Hulusi)

49 – Haber ver kullarıma ki hakikat ben, benim öyle gafur, öyle rahîm. (Elmalı)

Nebbi’ ıbadiy enniy enel Ğafûrur Rahıym Haber ver kullarıma ey peygamber bilsinler ki ben çok bağışlayan rahmet kaynağıyım. Nebbi’ ıbadiy enniy enel Ğafûrur Rahıym Haber ver kullarıma ey peygamber ki ben, evet ben çok bağışlayan bir merhamet kaynağıyım.

50-) Ve enne azâbiy hüvel azâbül eliym;

Muhakkak ki azabım (Ben’den ayrı düşmenin yaşatacağı azap), en acı azap odur! (A.Hulusi)

50 – Bununla beraber azâbım da azâbı elîm. (Elmalı)

Ve enne azâbiy hüvel azâbül eliym Ne ki; benim bir de azabım var, o da çok acı bir azaptır. Çok elem verici, ıstırap verici bir azaptır. Fakat bir fark var;

Bir üstteki ayet 3 te’kitle gelmiş, 3 ısrarla. Bunlar açık, enne, ene, ve yine ene. Ben, kesinlikle ben ve yine ben. Ama azaptan söz edilen ayette bu te’kitler yok. Bağış ve rahmet Allah’ın zatına bir sıfat olarak izafe edilirken, bir sonra gelen azapta Allah’ın zatına izafe edilen bir sıfat yok. Sadece azaba bir atıf var. hüvel azâbül eliym azabın kendisine. Adeta sanki şöyle der gibi: Benim azabım aslında benim yaptığım azap değil, kendi cezanızdır. Hüve, O. Sanki dışardan bir şeyden bahseder gibi. hüvel azâbül eliym Ama rahmet ve bağıştan bahsederken enniy, evet ben, kesinlikle ben, enel Ğafûrur Rahıym ve ben, yine ben çok bağışlayanım ve merhamet kaynağıyım. İşte bu, fark bu.

Ne diyordu sevgili efendimiz;

 – Ya Muaz,

– Lebbeyk ya Resulallah. Buyur ya Resulallah.

– Ma Hakkul ibad Alellah.

Bu uzun bir Buhari hadisinin en sonu.

– Kulların Allah üzerinde ki hakkı nedir ey Muaz.

Resulallah’la uzun bir yolculuğa çıktık, ben terkisindeydim, gittik, gittik, Resulallah sustu uzun süre ve sessizliği yırtarcasına çağırdı.

– Ey Muaz..! Allah’ın kullar üzerinde ki hakkı ne.

Önce kulların Allah üzerinde ki hakkını sordu ve ben dedim ki; “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” O;

– Allah’ın kullar üzerinde ki hakkı, ona şirk koşmamalarıdır.

Ve bu kez bir daha gittik, gittik, derin bir sessizlik. Resulallah yine içine gömüldü, derin tefekküre daldı ve bu sessizliği yırtan bir ses;

– Ey Muaz, ya bilir misin Kulların Allah üzerinde ki hakkı nedir.

Ben dedim ki; ”Allahu ve Resulühu alem. Allah ve elçisi çok iyi bilir, ben bilmem.” Ne olabilir ki kulun Allah üzerinde ki hakkı. Kulun Allah üzerinde hakkı mı olur ki, Muaz ne bilsin. Ve sorusuna uzun bir yolculuğun ardından, yine uzun bir sessizliğin ardından sessizliği yırtan bir Nebi sesi ile peygamber kendisi cevap verdi.

 – …ellâ yuazzibehumullâh.. (Enfal/34) Allah’ın onlara azap etmemesidir.

 Kulların Allah üzerinde ki hakkı, Allah’ın onlara azap etmemesidir. İşte peygamberin Allah’ı okuyuşu. Allah’ın rahmetini okuyuşu, Allah’ın mağfiretini okuyuşu. Allah’ın o eşsiz bağışlayıcılığını okuyuşu ve tefsir edişi böyle. Böyle anlıyor Resulallah. Kulların Allah üzerindeki hakkı, Allah’ın kullarına azap etmemesidir. O halde azabı nasıl anlayacağız? İnsanın kendi elleri ile yaptıklarına, kendi elleri ile ceza bulmasıdır. Bu açık. Onun için yukarıda ki bağış ve rahmet Allah’a bizzat izafe edilmişken, hem de mükerreren, hem de ısrarla, enniy enel Ğafûrur Rahıym Birde arkasından “lam” ı tarifler gelerek. Bir başka te’kit, bir başka ısrar olarak iki sıfatla Allah’a atfedilmişken, azap adeta boşta kalıyor. Allah azabı bir sıfatla kendisine ihata etmiyor.

51-) Ve nebbi’hüm an dayfi İbrahiym;

Onlara İbrahim’in konuklarından haber ver. (A.Hulusi)

51 – Hem onlara İbrahim’in misafirlerinden bahset. (Elmalı)

Ve nebbi’hüm an dayfi İbrahiym

Bu 49 – 50. ayetlerde çift boyutlu bir hakikat görüyoruz. Beynel havfi vel reca umut ve korku dengesi. Bir tarafına bakar cenneti görür mümin sevinir, öbür tarafına bakar cehennemi görür üzülür. beynel havfi vel reca umut ve koku dengesi işte böyle kuruluyor. Fakat umut çok daha yüksekte, umut çok daha büyük. Çünkü Allah’ın rahmeti çok daha büyük. Çünkü Allah’ın rahmeti gazabını geçti. Çünkü Allah;

ve rahmetiY vesiat külle şey’ (A’raf/156) Rahmetim her şeyi kuşatmıştır buyuruyor. Bunu buyuran, kendisi. Yine Allah;

 ketebe Rabbüküm alâ nefsiHİr rahme.. (En’am/54)  Kendisi için rahmeti ilke edindi, merhameti ilke edindi.Onun prensibi bağışlamaktır buyuran da kendisi. Onun için umut ve korku dengesi. Fakat bu dengede umut korkuyu kat kat aşmıştır.

İşte bu denge, umut ve korku arasında ki bu hassas denge nasıl tecelli ediyor, Allah’ın rahmet ve gazabı aynı anda nasıl tecelli ediyor onun da tarihsel bir örneğini veriyor Kur’an. Şimdi o örneğe geçti ve diyor ki; 51. ayet, yeni bir pasajın başlangıcı; Onlara İbrahim’in konuklarından da haber ver.

52-) İz dehalu aleyhi fekalu Selâma* kale inna minküm vecilun;

Hani Onun yanına gelmişlerdi de “Selâm” demişlerdi… (İbrahim de): “Biz sizden endişe duyuyoruz” diye cevap verdi. (A.Hulusi)

52 – O vakit ki yanına girdiler de, selâm dediler, biz dedi: sizden cidden korkuyoruz. (Elmalı)

İz dehalu aleyhi fekalu Selâma Hani onun huzuruna girmişler ve selâm demişlerdi. İbrahim’in konukları, onların melekler olduklarını öğreniyoruz. Çünkü Hud kıssasının 69 ve76. ayetlerinde bu konukların gelişi çok daha ayrıntılı bir biçimde nakledilmişti. Biz de orada o ayetleri işlemiştik daha önce. Selam diyerek girmişlerdi o melek konuklar. Yani güvenlik garantisi vererek girmişlerdi. Bizden size zarar gelmez, selamın anlamı budur. Selam verdiğiniz bir insana, güvenlik garantisi vermiş olursunuz. Benden sana ziyan gelmez demiş olursunuz. Onlarda böyle girmişlerdi.

kale inna minküm vecilun; İbrahim ise biz sizden çekiniyoruz diye mukabele etmişti.

Neden çekindiğini İbrahim’in, çekinme sebebini biz yine Hud suresinin 72. ayetinde buluyoruz. Burada o gündeme getirilmiyor. Neden aynı olay anlatılırken, aynı olay içinde yaşanmış bir anekdot, başka bir yerde geçiliveriyor. Çünkü burada o olay, o maksatla anlatılmıyor. Olayın buradaki anlatılış maksadı Hud suresinde ki, ya da A’raf suresindeki anlatılış maksadından tamamen farklı. Burada Allah’ın rahmet ve gazabının aynı anda nasıl tecelli ettiği anlatılıyor. On un için Hud/70. ayette verilen ayrıntı burada gözükmüyor.

Neydi o ayrıntı? Önlerine Halil İbrahim sofrası çıkarılmış, ama konuklar o sofraya el uzatmamışlardı. İşte bunun üzerine hane halkı korkuya kapılmış, endişeye kapılmıştı. Gelenekte, eğer sofranıza oturan biri el uzatmazsa ekmeğinize, sizin düşmanınız sayılırdı. Size kötülük etmeye geldiği anlaşılırdı. Onun için korktular.

53-) Kalu lâ tevcel inna nübeşşiruke Bi ğulamin ‘aliym;

(Onlar da) dediler ki: “Endişelenme! Doğrusu biz sana Aliym bir erkek evlat müjdeliyoruz.” (A.Hulusi)

53 – Korkma, dediler: biz sana alîm bir oğul tebşir ediyoruz. (Elmalı)

Kalu lâ tevcel inna nübeşşiruke Bi ğulamin ‘aliym çekinmenize gerek yok dediler konuklar, çok özel konuklar. Çünkü biz sana bilge bir oğlan çocuğu müjdelemek amacıyla geldik. ‘aliym, bilge diye çevirdim, yani peygamber müjdelemek. Buradaki anlamı bu olsa gerek. Biz sana peygamberin oğlu peygamberi müjdelemeye geldik dediler. Hud/71. ayette müjdelenen bu olan çocuğunun Hz. İshak olduğunu, adının İshak olduğunu öğreniyoruz. Yani önce rahmet tecelli ediyor. Geliyorlar elçiler, konuklar ve beraberlerinde bir rahmeti getiriyorlar. Bir muştuyu, bir müjdeyi getiriyorlar. Onların cevabı ne oldu?

54-) Kale e beşşertümuniy alâ en messeniyel kiberu febime tübeşşirun;

(İbrahim) dedi ki: “İhtiyar olduktan sonra mı bana müjde veriyorsunuz? Ne ile müjdeliyorsunuz?” (A.Hulusi)

54 – Benimi, dedi: tebşir ettiniz? Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, artık beni ne suretle tebşir edersiniz? (Elmalı)

Kale e beşşertümuniy alâ en messeniyel kiber Ne? Yaşlılık başıma çökmüşken bana bu müjdeyi veriyorsunuz öyle mi? Dedi. febime tübeşşirun; Peki neye dayanarak bana müjde veriyorsunuz? Üstelik bir de delil istedi. Hz. İbrahim çok ilginç bir nükte var burada, nokta var. Melek olduklarını öğrendiği halde müjdenin dayandığı delili soruyor. Delilsiz yok. Madem müjde getirdiniz, deliliniz ne diyor. Kaynağınız ne. Çok ilginç,Tahkiki iman sahibi o çünkü. Allah’ı da delil ile bulmuştu. Yıldızlara,aya, güneşe bakarak akıl yürütmeler, Allah’ın verdiği içteki peygamberi kullanarak peygamberliğe ermişti. Yani aklı. Onun için deliliniz ne diye soruyor. Melekte söylese kaynak sormuş oluyor.

55-) Kalu beşşernake Bil Hakkı fela tekün minelkanitıyn;

Dediler ki: “Seni Hak olarak müjdeliyoruz! Sakın ümitsizliğe düşme!” (A.Hulusi)

55 – Seni dediler: emri hakkiyle tebşir ettik, onun için ümidi kesenlerden olma. (Elmalı)

Kalu beşşernake Bil Hakk Onlar; Biz seni gerçekleşmesi kaçınılmaz bir bilgiye dayanarak müjdeliyoruz deyip beklediler. fela tekün minelkanitıyn sakın ha umutsuzluğa düşeyim deme. Evet, Yani biz gerçekleşmesi kesin bir bilgiye dayanarak müjdeliyoruz El Hakk, Bil Hakk. Kaynakları bu. Kaynağımız Allah’tır diyorlar. El Hakk’tır ve arkasından da sakın umutsuzluğa düşme diye uyarıyorlar. Öğüt veriyorlar. Yeis yok.

İman bitmeden umut bitmez. Çünkü umut, imanın çocuğu. Hz. İbrahim’in şahsında ilahi vahyin tüm okuyanlarına, tüm muhataplarına; Allah var, imkan var demeye getiriliyor. Onun için Allah sınırsız bir imkandır. İman sınırsız bir imkandır denilmeye getiriliyor. Onun için Kur’an;

Kul ya ‘ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh. (Zümer/53) De ki ey peygamber, ey hayatını israf eden, ey hayatını harcayan, ey hayatını değerlendirmesini bilmeyen kullarım. esrefu alâ enfüsihim kendini bozuk para gibi harcayan, kendini israf eden. İnsanın ekmek israf etmesi bir kayıp. Fakat insanın kendini israf etmesi bin kayıp. Nedense insanlar sıradan bir parayı düşürdüklerinde acırlar da, hayatlarını yere döke döke giderler, ruhları bile duymaz. esrefu alâ enfüsihim kendilerini israf ederler de farkına bile varmazlar. İşte bunlar için rabbimiz lâ taknetu min rahmetillâh. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Yani başınız yana düşmesin diyor. Çünkü kunut kök anlamı itibarıyla budur. Kanitiyn. Eğilenler, Allah’ın huzurunda baş eğenler, başın eğilmesin diyor ey kul, ben varım. Allah var. Başın eğilmesin. Umut kesmeyin.

innAllâhe yağfiruzzünube cemiy’a Hiç şüpheniz olmasın ki Allah “isterse eğer” yağfiruzzünube cemiy’a tüm günahları, şirk te dahil tüm günahları affeder. Tabii ki tevbe ederseniz. inneHU “HU”vel ĞafûrurRahıym; (Zümer/53) Çünkü O çok bağışlayan ve rahmet menbağıdır. İşte bu. Rabbimiz kendisini böyle tanımamızı istiyor. Devam ediyoruz.

56-) Kale ve men yaknetu min rahmeti Rabbihi illed dâllun;

(İbrahim) dedi: “(Hakikatten) sapmışların dışında Rabbinin rahmetinden kim ümidini yitirir?” (A.Hulusi)

56 – Rabbinin rahmetinden, dedi: sapkınlardan başka kim ümidi keser? (Elmalı)

Kale ve men yaknetu min rahmeti Rabbihi illed dâllun İbrahim; Yoldan sapanlar dışında kim rabbinin rahmetinden umut kesebilir ki. dedi.

57-) Kale fema hatbuküm eyyühel murselun;

(İbrahim): “Ey irsâl olunanlar! (Başka) işleviniz nedir?” dedi. (A.Hulusi)

57 – Ey mürseller, dedi: bunu müteakip memuriyetiniz nedir? (Elmalı)

Kale fema hatbuküm eyyühel murselun ve ekledi yine Hz. İbrahim; daha başka bir işiniz var mı ey elçiler. Çünkü durum hiçte normal değildi belli ki. Onun için sadece İshak’ı müjdelemek için böyle, hem de tek olmaksızın birkaç elçi birlikte böylesine ansızın gelivermeleri pekte hayra alamet değil. Onun için daha başka neyiniz var diye merakını izhar etti, açığa vurdu Hz. İbrahim. Geliş normal değildi çünkü. Genellikle Allah’ın elçileri insan suretinde gelmezlerdi. Bunu en iyi bilen peygamberlerdir. Eğer onlar normal dışı, olağan dışı bir biçimde geliyorlarsa, bilirlerdi ki olağan dışı, olağanüstü bir olay olacak. İşte onun için merakını yenemeyip daha başka neyiniz var diye sordu.

58-) Kalu inna ursilna ila kavmin mücrimiyn;

Dediler ki: “Gerçek şu ki, biz suçlular toplumu için irsâl olunduk.” (A.Hulusi)

58 – Haberin olsun dediler: biz mücrim bir kavme gönderildik. (Elmalı)

Kalu inna ursilna ila kavmin mücrimiyn işte o zaman acı haberi verdiler ve dediler ki; Evet biz günaha gömülmüş bir toplumun helaki için gönderildik.

Hud suresinin 74. ayetinde Hz. İbrahim’in bu haberi alınca elçilerle mücadeleye giriştiğini, dahası benim o ayetin mealine bakarsanız eğer, bu acı haber karşısında Allah’a, bu belayı ertelemesi, bu infazı geciktirmesi, bir fırsat daha vermesi için nasıl yalvarıp yakardığını orada okuyoruz. Ve rabbimiz onun bu Allah’ın halkasına ısrarla yapışmasını kınamıyor, aksine onu övüyor; Çünkü o diyor yüreği yanık biriydi. Evvah..! çok ah eden içli bir kuldu. Onun için çok merhametli biri idi. Onun bu duasını kabul etmese de bu tavrını övüyordu.

59-) İlla ale Lut* inna lemüneccuhüm ecme’ıyn;

“Lût ailesi bundan istisna! Biz onların hepsini kurtaracağız.” (A.Hulusi)

59 – Ancak ali Lût müstesna biz onların hepsini behemehal kurtaracağız. (Elmalı)

İlla ale Lut Tabii ki Lut’un ailesi bundan müstesna. Yani Lut’un ailesi helak olmayacak. Elçiler bu haberi de veriyorlar. inna lemüneccuhüm ecme’ıyn şu kesin ki biz onların tamamını kesinlikle kurtaracağız, elbette kurtaracağız diye de Hz. İbrahim’i serinletiyorlar. Neden, neden ilgilendiriyor Hz. İbrahim’i; Bir boyutu ile bir peygamber, elbette ki Allah’ın kullarına karşı oldukça şefkatli. Ama öbür boyutu ile de Hz. Lut, Hz. İbrahim’in yeğeni. Yani bir ama ile karşı karşıyayız. Onun için de melekler, yeğeninin ve ailesinin akıbetini de ona haber veriyorlar. Buda insani bir boyut. Hud suresinde anlatılan Hz. İbrahim’in nebevi boyutuydu. Burada ise insani boyutu öne çıkarılıyor. Devam ediyor ayet;

 60-) İllemraetehu kadderna inneha leminel ğabiriyn;

“(Lût’un) karısı hariç… Onun, geride kalanlardan olmasını takdir ettik.” (A.Hulusi)

60 – Ancak karısını takdir ettik o muhakkak kalacaklardandır. (Elmalı)

İllemraetehu Onun karısı hariç. Yani Hz. Lut’un karısı. Yani kurtulacaklardan olmayacak o. kadderna inneha leminel ğabiriyn Biz, “tercihine bakarak” bunu öngördük. Kadderna tercihine bakarak bunu öngördük. inneha leminel ğabiriyn çünkü o geride kalanlardan biri olmayı seçti.

Böyle çevirdim, çevirimin dilsel gerekçeleri olduğu gibi, Kur’an ın makasıdın dan da bir çok gerekçesi var. Kadderna, ef’ali kulûptan, kalp eylemlerinden iç fiillerden. Koordinatları belli bir sürecin sonunun önceden bilinmesi manasına geldiğini Zemahşeri’den de öğreniyoruz ve biz ayrıca Hz. Lut’un karısını Allah’ın belaya uğrayacaklar içinde takdir etmesinin, kadının eyleminden, tercihinden kaynaklandığından eminiz. Bunda hiç şüphemiz yok. Çünkü;

ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn; (Bakara/26) Allah, sapmış olanlardan başkasını yoldan çıkarmaz. Allah’ın yasası bu. Sapmayı seçmeden kimseyi saptırmaz. Çünkü;

..felemma zağu ezağAllahu kulûb..(Saff/5) ne zaman kaydılar eylemleriyle, tercihleri ile Allah’ta onların kalplerini kaydırdı. Süreç bu. Onun için açık, Kadderna’ya verdiğimiz bu parantez içi de olan anlam, yani biz tercihine bakarak bunu öngördük, kararlaştırdık diye çevirimiz işte bu nedenle.

61-) Felemma cae ale Lutınil murselun;

Bundan sonra irsâl olunan melâike Lût’a geldi. (A.Hulusi)

61 – Bunun üzerine vaktâki Ali Lût’a mürseller geldiler. (Elmalı)

Felemma cae ale Lutınil murselun Derken elçiler Lut’ ailesinin yanına geldiler.

62-) Kale inneküm kavmün münkerun;

(Lût) dedi ki: “Muhakkak ki siz yadırganacak birilerisiniz!” (A.Hulusi)

62 – Siz, dedi: cidden ürkülecek bir kavimsiniz. (Elmalı)

Kale inneküm kavmün münkerun Bakın dedi, siz tanınmayan garip kimselersiniz. inneküm kavmün münkerun siz münker bir kavimsiniz, tanınmayan, bilinmeyen, yabancı bir toplumsunuz.

Demek ki inkarın anlamlarından biri de yabancı, tanınmama, daha doğrusu kendi kendine yabancılaşma. Onun için Münkir, kendi kendine yabancılaşmış insan. Ama buradaki manası doğrudan manası tabii ki. Tanınmayan bir topluluksunuz diye endişesini beyan etti. Çünkü o sapmış, cinsel açıdan da sapkınlığı tercih etmiş Lut toplumu, yabancı bir insan geldiğinde ona mutlaka bir zarar veriyordu. Talmut’tan öğreniyoruz biz.

Lut toplumunun tek problemi cinsel problemi değil, cinsel tercihi değil. Lut toplumu Talmut’tan öğrendiğimize göre ahlak açısından korkunç bir sapma göstermiş bir toplum. Mesela iki örnek vereyim Talmut’tan Sodom’un nasıl kokuştuğunu siz anlayınız, yani bela gelmiş bir toplum bu, hak etmeden belasını bulmuyor.

Mesela bir zat yolu Sodom’dan geçiyordu. Çünkü Sodom güney ve kuzey yolu üzerindeydi. Okyanusu Akdeniz’e  bağlayan yol üzerindeydi. Sodom’dan geçerken gece vakti ortalık karardığı için Sodom da gecelemek istedi ve bir yere yattı, boş bulduğu bir araziye. Bir Sodom’lu geldi, gel dedi seni eve götüreyim, misafir edeyim. Onu eve götürdü, fakat eve götürmesi misafir etmek için değil, merkebi, onun yükü, yanındaki aldığı tüm eşyaları çalmak içindi. Onları çaldı, adamı kapının önüne bıraktı.

Zat bağırıp çağırmaya başladı, diğer Sodom’lular geldiler koşuşarak. Onlara derdini anlatmaya başladı yardım edecekler zannıyla, onlar da üzerinde başında ne kalmışsa onu alıp gittiler diyor Talmut.

Yine bir fakir hikayesi anlatır Talmut Sodom’luların nasıl azgınlaştığına, nasıl ahlaki değerlerin çöktüğüne ilişkin olarak. Açlıktan ölmek üzere olan bir yoksul Sodom’a gelir ve yemek ister. Hiç kimse açlıktan yere yığılmış bu fakire yemek vermez, ekmek vermez. Bir kişi görür o da Hz. Lut’un kızı. Getirir bu fakire ekmek ve yemek verir, karnını bir güzel doyurur. Fakat Sodom’lular toplanıp onun karnını doyurduğu için Hz. Lut’un kızını tehdit ederler. Yani bizim prensibimizi bozuyorsun diye.

Onun için Sodom’un başına gelen bu felaket aslında hiçte büyük bir bela değil. Onlar bunu fazlasıyla hak etmişlerdi. Ahlak çökmüş, tüm değerler yok olmuştu. Böyle bir toplum ve işte Hz. Lut onun için endişe ediyordu.

63-) Kalu bel ci’nake Bima kânu fiyhi yemterun;

Dediler ki: “Bilakis, biz sana onların şüpheli oldukları bir konuda (yaptıklarının sonucu azap) getirdik.” (A.Hulusi)

63 – Yok dediler biz sana onların şekke dip durduklarını getirdik. (Elmalı)

Kalu bel ci’nake Bima kânu fiyhi yemterun dediler ki; Hayır aksine biz, sana onların kendisi hakkında bir kuşku içinde bocalayıp durdukları şeyi getirdik. Yani onların bir türlü inanmadığı, senin sürekli uyarıp sürekli tehdit ettiğin fakat onların inanmadığı şeyi biz işte şimdi getirdik. Yani Allah’ın cezalandırmasını.

64-) Ve eteynake Bil Hakkı ve inna le sadikun;

“Biz sana Hak olarak geldik ve biz sözümüze sadığız.” (A.Hulusi)

64 – Ve sana emri hakkiyle geldik, emin ol biz sadıklarız. (Elmalı)

Ve eteynake Bil Hakkı ve inna le sadikun ve biz sana tartışılmaz bir gerçekle geldik. Zira unutma ki biz sadece doğruyu söyleriz.

65-) Feesri Bi ehlike Bi kıt’ın minel leyli vettebı’ edbarehüm ve lâ yeltefit minküm ehadün vemdu haysü tü’merun;

“O hâlde gecenin bir bölümünde aileni al, uzaklaştır… Sen de arkalarından takip et… Sizden hiçbir kimse geriye bakmasın… Emrolunduğunuz tarafa geçin – gidin!”(A.Hulusi)

65 – Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emr olunduğunuz yere geçin gidin. (Elmalı)

Feesri Bi ehlike Bi kıt’ın minel leyli vettebı’ edbarehüm şu durumda sen gecenin bir vaktinde aileni yola çıkar. Sen de onların arkalarını takip et, peşlerine takıl. ve lâ yeltefit minküm ehad sizden hiç kimsenin gözü arkada kalmasın. Yani arkaya bakmasın ifadesi aslında gözü arkada kalmasın mecazını çağrıştırıyor. Çünkü arkada kalanlar varsa, malı varsa, eşyası varsa onlarda gözü kalmasın. Bilsin ki onlar işe yaramaz şeyler. Eğer aileden biri arkada kalmışsa gözü onda kalmasın. Bilsin ki o, artık bir urdur kesilip atılması gereken. Kokuşmuş bir unsurdur. Onun için arkada kalmasın.

vemdu haysü tü’merun emr olunduğunuz yere doğru geçip ilerleyin, geçip gidin.

66-) Ve kadayna ileyhi zâlikel emre enne dabire haülai maktuun musbihıyn;

Ona şu işi hükmettik: “Kesinlikle bunlar sabahlarken arkaları kesilmiş olacaktır.” (A.Hulusi)

66 – Ona katî olarak şu emri vahy ettik: sabaha çıkarlarken şunları arkaları katiyen kesilecek. (Elmalı)

Ve kadayna ileyhi zâlikel emre enne dabire haülai maktuun musbihıyn ve ona şu kesin kararımızı bildirdik. İşte bu güruhun kökü sabaha ererken tamamen kazınmış olacaktır.

67-) Ve cae ehlül Mediyneti yestebşirun;

Şehir halkı sevinerek geldi. (A.Hulusi)

67 – Şehir ahalisi de haber alıp keyif içinde gelmişlerdi. (Elmalı)

Ve cae ehlül Mediyneti yestebşirun derken şehir halkı sevinç çığlıkları atarak gelip kapıya dayandı. Hz. Lut’un kapısına tabii ki. Çünkü eli yüzü düzgün insanlar gelmişti şehre.

68-) Kale inne haülai dayfıy fela tefdahun;

(Lût) dedi ki: “Bu kişiler benim misafirlerimdir… Beni utandırmayın.” (A.Hulusi)

68 – Amanın dedi onlar benim misafirlerim, artık beni rüsva etmeyin. (Elmalı)

Kale inne haülai dayfıy fela tefdahun Lut onlara şöyle dedi; Bakın, onlar benim konuklarımdır, sakın bir rezillik çıkarayım demeyin.

fela tefdahun Günümüz Arapçasında skandal olarak, fadiha, kullanılan bir kelime. Sakın bir rezalet çıkarayım demeyin.

69-) Vettekullahe ve lâ tuhzun;

“Allâh’tan çekinin ve beni rezil etmeyin!” (A.Hulusi)

69 – Allahtan korkun, beni utandırmayın. (Elmalı)

Vettekullahe ve lâ tuhzun ve Allah’tan korkun, beni de utanç içinde bırakmayın.

Peki Hz. Lut’un bu ricaları nasıl karşılık buldu dersiniz? Kur’an onu da söylüyor:

70-) Kalu evelem nenheke ‘anil alemiyn;

Dediler ki: “Biz sana başkalarının işine karışma demedik mi?” (A.Hulusi)

70 – Seni dediler, âlemden nehy etmedik mi? (Elmalı)

Kalu evelem nenheke ‘anil alemiyn

Bakınız şu isyankar güruha, şöyle çıkıştılar. Öyle mi..! Biz seni elalemin işine karışmaman konusunda uyarmamış mıydık. Evet hem suçlu hem güçlü diye buna derler galiba.

İşte peygamberlerin çektiği acı ve ödediği bedel, altına girdikleri yükün ağırlığı. Kalitesi bu olan insanlara karşı sonuna kadar hakkı tebliğe devam edeceksin. Bu ne ağır bir sorumluluk. Bu günün müminine aslında bu sorumluluğu hatırlatmak ve peygamberlerin taşıdığı o büyük bir yükün ağırlığının çok küçük bir kısmını hissetmesini sağlamasını istemek lazım. Gerçekten, işte manzara bu.

Biz seni uyarmamış mıydık elalemin işine karışma diye. Diyorlar. Çünkü Hz. Lut onlara göre bir yabancı. Her ne kadar orada uzun süreden beri o bölgenin sakini olsa da, Hz. İbrahim soyundan, yani Mezopotamya dan gelmiş, Filistin’e yerleşmiş bir yabancı. Onun için sen yabancısın sus. Bugün de rastlayabileceğiniz bir mantık. Hakikati söylemek için yerli olmak gerekmiyor. Hakikati söylemek herkesin kârı olmalı. Onun için böyle itiraz ediyorlar. O ne diyor peki;

71-) Kale haülai benatiy in küntüm faıliyn;

(Lût) dedi ki: “Eğer bu ise yapmak istediğiniz, işte kızlarım!” (A.Hulusi)

71 – Tâ şunlar kızlarım, eğer yapacaksanız dedi. (Elmalı)

Kale haülai benatiy in küntüm faıliyn Lut dedi ki; İşte kızlarım, tabii ki ille de bu işi yapacaksanız.

Bu lafız bir peygamberin gönderildiği toplumun kızları, kendi kızlarıdır diye yorumlanmış müfessirler tarafından. Onun için o toplumun kadınlarını, daha doğrusu bu azgın insanların kendi hanımlarını işaret ettiği yönünde bir yorum yapılmış.

72-) Le amruke innehüm lefiy sekretihim ya’mehun;

Yaşamına yemin olsun ki, onlar (zevk) sarhoşlukları içinde, kör ve şaşkın bocalıyorlar! (A.Hulusi)

72 – Resulüm! ömrüne kasem olsun ki hakikaten onlar sarhoşlukları içinde ne halt ettiklerini bilmiyorlardı. (Elmalı)

Le amruke innehüm lefiy sekretihim ya’mehun Melekler; Hay sen bin yaşa dediler. Le amruke aslında harfiyen; ömrüne yemin olsun demektir. Fakat burada Türkçe on doğru karşılığı bu olsa gerek. Hay sen bin yaşa. Baksana onlar şehvet sarhoşluğu ile gömüldükleri günah bataklığı içerisinde debelenip duruyorlar. Yani seni duyacak durumları mı var, sen onlara öğüt veriyorsun. Şehvetin akıllarını yediği, mantıklarını kuruttuğu bir güruh, kitle onlar. Onun için senin bu öğütlerin onlara hiç fayda vermez demeye getirdiler.

73-) Feehazethümüs sayhatü müşrikıyn;

Güneş doğarken, o korkunç titreşimli ses onları yakaladı. (A.Hulusi)

73 – Derken işrak vaktine girdikleri sırada bunları o sayha tutuverdi. (Elmalı)

Feehazethümüs sayhatü müşrikıyn ve şafak ağarırken onları dehşet bir sayha kıskıvrak yakalayıverdi. Es sayhatü dediğine göre dehşet bir sayha diye değil de, dehşetli sayha diye çevirmemiz daha doğru olur, çünkü marife bir kelime. Marife olduğuna göre de, bu vahyin ilk muhatapları bu sayhanın ne anlama geldiğini biliyorlar demektir. En azından bilinen bir şeyden söz ediliyor burada

Es sayha; ses ve çığlık demek A’raf/78. ayetinde aynı hadiseler anlatılırken bir başka kelime kullanılır; Racfe. Şiddetli sarsıntı, patlamalı deprem anlamına gelir. Yani belki de bir tür hem püskürtü olan içinde, yani yanardağ patlaması, hem de deprem olan bir bela anlamına gelebilir. Sayha buna göre belanın yürek titreten gürültüsü manasını taşıyor. Ki biraz önce de söylediğim gibi el takısı bilindiğini gösteriyor.

74-) Fecealna aliyeha safileha ve emtarna aleyhim hıcareten min sicciyl;

Oranın üstünü altına çevirdik ve üzerlerine siccilden taşlar (pişirilmiş taşlaşmış çamur – volkanik lav) yağdırdık. (A.Hulusi)

74 – Derhal şehirlerinin üstünü altına getiriverdik ve üzerlerine siccilden taşlar yağdırdık. (Elmalı)

Fecealna aliyeha safileha ve emtarna aleyhim hıcareten min sicciyl ve oranın altını üstüne getirdik ve o coğrafyanın üzerine püskürtü halinde akkor balçıktan taşlar yağdırdık.

75-) İnne fiy zâlike leâyâtin lilMütevessimiyn;

Gerçek ki, bu olayda feraset sahipleri (görünüşten, içyüzünü fark edenler) için işaretler vardır.
(Not: Bir hadîs-î şerîf’te şöyle buyurulur: Rasûlullâh: “İtteku firasetelMu’mini, fe innehu yenzuru BiNûrillâhi teala… Sümme karae; inne fiy zalike leâyâtin lilMütevessimiyn: Mu’minin ferasetinden sakının (dikkate alın), çünkü o, B sırrınca Allâhu Teâlâ’nın Nûr’u ile bakar…” Sonra 75. âyeti okudu.) (A.Hulusi)

75 – Elbette bunda fikr-u feraseti olanlara âyetler var. (Elmalı)

İnne fiy zâlike leâyâtin lilMütevessimiyn Kuşku yok ki bütün bunlarda işaretlerin dilinden anlayan kimselerin alacağı nice ibretler vardır.

lilMütevessimiyn aslında visam, nişan anlamına da gelir. Takılan nişanlara, madalyalara visam denilir Arapçada. Vesm, vesiym, yüksek, görünür yerde olan, alnı açık, yüce manalarına da gelir ki isym de aynı kategoriye dahildir. Onun için Mütevessimiyn işaretlerin dilinden anlayan manasına gelir. Yani işaretlerden mana çıkarmasını bilen. Tabir caizse parmak ayı gösterirken parmağa değil de aya bakan.

Buradan neyi anlıyoruz değerli dostlar; Hayatın içerisinde olup biten her şeyi, Allah’ın bir mesajı gibi anlayan. İşte bu, bir işaret, bir uyarı, bir mesaj. Her şeyi bir mesaj gibi okumak. Belayı bir mesaj gibi okumak, nimeti bir mesaj gibi okumak. Karşılaştığımız hayatın her tür olayını Allah’ın size gönderdiği bir mesaj gibi okumak. İşte Mütevessimiyn olmanın şartı bu. Böyle olursanız Allah ile aranızda iletişim sürer. Böyle olursanız gönderilen mesajı almaya devam edersiniz. Böyle olursanız çektiğiniz yanınıza kalmaz, çektiğiniz ayete dönüşür. Çektiğiniz tecrübeye, bilgiye dönüşür ve o da imana dönüşür. Onun için Mütevessimiyn olmak, yani başa gelenlerden ibretler çıkarmak işte budur.

76-) Ve inneha lebisebiylin mukıym;

Muhakkak ki o şehir, insanların yolları üzerindedir. (A.Hulusi)

76 – Hem o harabe yol üstünde duruyor. (Elmalı)

Ve inneha lebisebiylin mukıym ve yine kuşku yok ki bu şehirler hala varlığı sabit bir yol üzerindedirler. Gerçekten de Güney ile Kuzey arasında ki ticaretin ana yolu olan ve yüzyıllarca geçmiş tarihlerde, kadiym zamanlarda kullanılmış ve terkedilmiş olan bu yol, günümüzde Amerikalı harita bilimcilerinin hava haritası ile fotoğrafları elde edilmiş ve kadiym çağlarda böyle bir yolun varlığı ispat edilmiş.

77-) İnne fiy zâlike leayeten lil mu’miniyn;

Elbette ki bunda iman edenlerce alınası dersler vardır. (A.Hulusi)

77 – Elbette bunda imanı olanlar için bir âyet var. (Elmalı)

İnne fiy zâlike leayeten lil mu’miniyn kuşkusuz bütün bunlarda iman sahiplerinin alacağı nice ibretler vardır.

78-) Ve in kâne ashabül eyketi lezâlimiyn;

 Ashab-ı Eyke (orman halkı; Şuayb a.s.ın kavmi) de gerçekten zâlimler idi. (A.Hulusi)

78 – Hakikaten ashabı eyke de zalimler idi. (Elmalı)

Ve in kâne ashabül eyketi lezâlimiyn

Yeni bir pasaja girdik, yine bir başka örnek olay veriyor Kur’an, ibret olay daha doğrusu. Hz. Lut’un olayından, kavmine gelen beladan sonra, bir başka topluma gelen beladan da söz ediyor. Eyke toplumu diyor ona.

Doğrusu, ağaçlı yeşil vadinin halkı da zulme gömülmüş kimselerdi.

Eyke aslında Arap dilinde bol ağaçlı vadi demek. Her tarafı ağaçlarla kaplı. Demek ki baya yüksek bir medeniyetten söz ediliyor. Ağaçlı bir vadide yerleşik, etrafını yeşillendirmiş bir uygarlıktan söz ediliyor ki, bu Meyden de kurulmuş olan bir uygarlık. Hz. Şuayb’ın gönderildiği kavmin yaşadığı yerde kurulu olan bir uygarlık. Semut toplumunun belki kendisi, belki devamı olan toplum diyebiliriz. Hatta bu Eyke’nin, bugünkü Tebük’ün eski adı olduğu söyleniyor. Yani Resulallah’ın da sefer düzenlediği Tebük’ün eski adının Eyke olduğu da söyleniyor. Ama Meyden de yerleşik, günümüzdeki Ürdün sınırları içerisinde kaldığı bilinen bir yer.

79-) Fentekamna minhüm* ve innehüma le Bi imamin mubiyn;

Bu sebeple onlara yaptıklarının acı sonuçlarını yaşattık! Her ikisi de açık seçik görülebilen bir bölgededir. (A.Hulusi)

79 – Onlardan da intikam aldık, ikisi de apaçık önde bulunuyor. (Elmalı)

Fentekamna minhüm bunu ayrıntı vermiyor Kur’an ve hemen değinip geçiyor. Yani belaya uğramış bir toplum olarak, hani başlarda, ilk girişte rabbimizin sınırsız rahmetinden ve hemen arkasından da acı azabından söz eden ayetler gelmişti ya, bir sonra anlatılan misal, yani Hz. İbrahim ve Lut misali ve Allah’ın rahmet ve gazabının aynı anda nasıl tecelli ettiğini gösteriyor. Hz. İbrahim’e bir müjde, Lut kavmine ise bir bela, bir musibet. Daha doğrusu bir ceza. Onun için Allah’ın rahmeti nasıl tecelli eder o birincisinde, Allah’ın gazabı, cezası nasıl tecelli eder o da ikincisinde ve bu örnekte dile getiriliyor.

Fentekamna minhüm Bundan dolayı biz onlara da yaptıklarının acısını tattırdık.

İntikam, Türkçeye geçtiği gibi değil de, yaptığının acısını tattırmaktır, kişiye yaptığının acısını tattırmak, yani yaptığını yanına bırakmamakta diyebilirsiniz. Böyle çevrilirse daha doğru anlaşılmış olur.

ve innehüma le Bi imamin mubiyn bu iki toplumun, hangi toplum bunlar? Birisi Lut toplumu, diğeri Eyke toplumu. Bu iki toplumunda dünyevi refah açısından önde olduğu, gelişmiş olduğu apaçık ortada idi.

le Bi imamin mubiyn Buradaki imam biliyorsunuz önde olmak, öncü olmak, ilerde olmak anlamına. Mubiyn ise açık, ayan beyan anlamına gelir. Onun için bunu her ne kadar klasik tefsirin tüm otoriteleri, le Bi imamin ibaresini yol diye çevirmişlerse de bu dolaylı manasıdır. Yani bu yol hala görünüyor. Onların şehirlerinin üzerinde olduğu bu yol apaçık görünüyor şeklinde anlamışlarsa da, ben burada ki imamın gelişmiş, dünyevi refah açısından önde olan toplum anlamına geldiğini düşünüyorum ve bunun daha doğrudan bir anlam olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu gerçekten de Kur’an ın yasası, hayatın yasası.

Bir toplumun helak süreci şöyle gelişiyor. Önce o toplum acılar çekiyor. Allah o çektiği acılara bakarak onlara nimetler veriyor, ödüllendiriyor çektikleri sıkıntılardan sonra. Allah’ın verdiği nimetlere şükrederlerse nimeti artırıyor tabii ki, mutlu bir toplum oluyorlar dünyada da. Fakat o nimetlere çoğu şükretmiyor, azgınlık yapıyor. Allah’tan geldiğini unutuyor, kendi elde ettiğini zannetmeye başlıyor ve nimeti aldıkça azgınlaşıyor. Allah eğer o toplumun helakinin önünü açmışsa bu sefer azgınlıklarının önünü de kapatmıyor. Yani nimeti fazlalaştırıyor. Nimetleri fazlalaştırdıkça onlardaki ahlaki çöküş ve çözülme süreci hızlanıyor. En sonunda toplum iflas ediyor ve Kur’an işte bu süreci İsra suresinde şöyle dile getiriyor;

Ve izâ eredna en nühlike karyeten.. biz bir ülkeyi, biz bir uygarlığı helaki için karar verdiğimiz zaman, yani bir uygarlığın cezalandırılmasına karar verdiğimiz zaman, emerna mütrefiyha fefeseku fiyha fehakka aleyhel kavlü fedemmernaha tedmiyra; (İsra/16)oranın önünü açarız. Oraya nimetler yağdırırız ve onlar fısk işlemeye başlar, yani azgınlık yapmaya başlarlar. fefeseku fiyha Bu azgınlık arttıkça artar ve en sonunda fehakka aleyhel kavl onların üzerine infazımız vacip olur. Yani artık karar veririz, hüküm veririz ve en sonunda fedemmernaha tedmiyra onların altını üstüne getirir, yerle bir ederiz.

İşte bu ayeti kerimede ki süreç aynen bu toplumlarda da işliyor ve önce azgınlaşıyorlar, önleri açılıyor. Ondan sonra Allah’ın nimetlerine karşı nankörlüğe başlıyorlar, ondan sonra azgınlaşıyorlar, çözülme başlıyor, ahlaki çöküş başlıyor ve en sonunda da iflas, sosyal bir bitiş geliyor.

80-) Ve lekad kezzebe ashabül hıcril murseliyn;

Gerçek ki, Ashab-ı Hicr (Semud halkı) da Rasûlleri yalanladı. (A.Hulusi)

80 – Hakikaten ashabı hıcir dahi Peygamberleri tekzip ettiler. (Elmalı)

Ve lekad kezzebe ashabül hıcril murseliyn 3. çöküş örneği geldi. Doğrusu Hicr halkı da gönderilen elçileri yalanladı.

Surenin adı bu ayetten geliyor. Hicr; Kuzey Hicaz da Teyma vadisinin güneyinde Semud kavminin yurdu. Hatta ilginçtir, kadim Yunan tarihçileri buradan hegra diye söz ediyorlar, yani aynı isimle kadim Yunan tarihçilerinin tarihine geçmiş bir bölge. İbn. Battuta, ki büyük ve ünlü bir seyyahımızdır bizim. 8. hicri yüzyılda göz alıcı resimlerle bezeli Semud kavminin kayadan oyma şatolarını gördüğünü söylüyor. Daha canlı gibiydi resimler diyor. Demek ki 8. Y.y. a kadar yaşamış, ayakta kalmış, en azından kalıntıları ayakta kalmış bir uygarlık bu. İşte bu ayette ondan söz ediliyor.

81-) Ve ateynahüm âyâtina fekânu anha mu’ridıyn;

Onlara işaretlerimizi verdik; ama onlardan yüz çevirdiler. (A.Hulusi)

81 – Ve biz onlara âyetlerimizi vermiştik de ondan i’raz ediyorlardı. (Elmalı)

Ve ateynahüm âyâtina fekânu anha mu’ridıyn zira onlara ayetlerimizi iletmiştik, fakat onlar ondan ısrarla yüz çevirmiştiler.

82-) Ve kânu yenhıtune minel cibali buyuten aminiyn;

Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı. (A.Hulusi)

82 – Dağlardan emniyetli emniyetli evler yontuyorlardı. (Elmalı)

Ve kânu yenhıtune minel cibali buyuten aminiyn hesapta onlar dağları oyarak kendilerine güvenli evler inşa ediyorlardı. Oradaki “vav”’a hesapta diye mana verdim, çünkü bir sonraki ayet gerçekten de onların güvenli evler inşa etmelerinin çok hesapta olduğunu, yani hiçbir hükmünün olmadığını çok güzel beyan ediyor.

83-) Feehazethümussayhatü musbihıyn;

O korkunç titreşimli ses (volkanik patlama) onları da sabah vaktine girerlerken yakaladı. (A.Hulusi)

83 – Bunları da sabahleyin sayha tutuverdi. (Elmalı)

Feehazethümussayhatü musbihıyn Fakat sabahın ilk ışıklarıyla dehşetli sayha onları kıskıvrak yakalayıverdi.

84-) Fema ağna anhüm ma kânu yeksibun;

Kazandıkları, onları kurtaramadı. (A.Hulusi)

84 – De o kesp ede geldikleri şeylerin kendilerine hiç faidesi olmadı. (Elmalı)

Fema ağna anhüm ma kânu yeksibun ve elde ettiklerinden hiçbir şey onların başından belayı savamadı. Evet, yani onlar da yaptıklarıyla kaldılar. O uygarlıkta kendi elleriyle kendi sonunu getirdi, feci akıbetten kurtulamadı. Kayaların, dağların içine bir medeniyet inşa etmek bile kurtaramadı onları. Bela onları dağdan ve taştan, sağlam malzemeden oydukları evin içinde, köşklerin ve sarayların içinde geldi ve buldu.

Buradaki verilen mesaj; Allah’tan kaçamazsın ey insanoğlu. Ellerinle kazandığına katlanmak zorundasın. Eyleminden kaçamazsın ey insanoğlu. Budur mesaj ve yeni bir pasaja geçiyor Kur’an. Bu yeni pasajda adeta anlatılanlar daha üst bir amaca bağlanarak gök ve yer ayetlerine dikkat çekiliyor.

85-) Ve ma hâlâknesSemavati vel Arda ve ma beynehüma illâ BilHakk* ve innes saate leatiyetün fasfahıssafhal cemiyl;

Biz, semâları ve arzı ve ikisi arasındakileri Hak olarak yarattık! Kesinlikle o Saat (ölüm) gelecektir… O hâlde, hoşgörü ve Hakkanî görüş ile davran. (A.Hulusi)

85 – Öyle ya biz Samavât-ü Arzı ve mabeynlerini ancak hakkiyle halk ettik ve elbette saat muhakkak gelecek, şimdi sen safhı cemil ile muamele et. (Elmalı)

Ve ma hâlâknesSemavati vel Arda ve ma beynehüma illâ BilHakk imdi biz gökleri, yeri ve o ikisi arasındakileri başka değil sadece mutlak hakikate atıf olsunlar diye yarattık.

Neden böyle bir ayet geldi 3 topluma gönderilmiş cezanın ardından, yani biz cansız gibi gördüğünüz varlıkları dahi bir amaçla yarattık. Ya insan, amaçsız mı olsun..! Ey insanoğlu, insanın amaçsız olduğunu mu sanıyorsun.

Belki bir başka anlamı, göklerin ve yerin dahi bir ömrü var, insanoğlu ebedimi kalacağını sanıyor.

Yine bir başka anlamı, ey insanoğlu eğer gökleri ve yeri doğru okusaydın onların da bir ayet olduğunu öğrenirdin. Tıpkı tarihte geçen yaşanmış olayların birer ayet olduğu gibi.

ve innes saate leatiyetün İşte 2. manayı doğrulayan ibare geldi. Şu da bir gerçektir ki son saat kesinlikle gelecektir. Yani göklerin ve yerin ömrü bile dolacaktır. Ya senin..! Senin ömrün dolmasın mı. Yani yer yüzünde kurulmuş ve böbürlenen küstahça övünen uygarlıklar ebedi mi yaşayacaklarını sanıyorlar. İmparatorluklar 1.000 yıl yaşayacak diye bir kaide mi var. Hangi zulüm binlerce yıl yaşamış ki. İşte onu söylüyor burada ve arkasından kişisel bir öğüt, doğrudan Resulallah’a ve tabii ki tüm muhataplara.

fasfahıssafhal cemiyl şu halde onların çirkinliklerine güzel bir tavırla karşılık ver. Yani münasip bir tavırla, ne gerekiyorsa öyle karşılık ver. Yani Allah onları bırakacak değil. Onlar bu azgınlıkları içerisinde -Mekke’de ki ilk muhatapları dikkate alacak olursak- onların durumu da geçmişte küstahça böbürlenen bu toplumlara benziyordu. Bu toplumlar da onlar da şımarıktı. Kuzey ve güney arasındaki göç yoluna kurulmuşlar, son 150 yıldır tekel olmanın ekmeğini yiyorlardı ve bir de Kâbe’nin ekmeğini yiyorlardı, Kâbe’nin rabbine ihanet ediyorlardı. Onun için geçmiştekilere baksınlar geleceklerini okusunlar dercesine burada bu uyarı geliyordu.

86-) İnne Rabbeke “HU”vel Hallakul Aliym;

Kesinlikle Rabbin “HÛ”; Hâllak’tır, Aliym’dir. (A.Hulusi)

 86 – Çünkü rabbin o öyle hallâk öyle alîm. (Elmalı)

İnne Rabbeke “HU”vel Hallakul Aliym Çünkü senin rabbin var ya, en büyük yaratıcı, her şeyi bilici işte O’dur. El Hallak..! El Halık, yaratan demek, yaratmayı meslek edinen demek. El Hallak, sürekli yaratan, en büyük yaratıcı. Muhkem, muhteşem ve mükemmel yaratıcı demek. El Hallak..!

külle yevmin HUve fiy şe’n;.. (Rahman/29) İşte sürekli yaratıcılığı burada O her an iş başındadır, yaratmadadır. Yine Kur’an ölüm konusunda bile;

Küllü nefsin zâikatülmevt (Enbiya/35) Her nefis, yani her can ölümü her an tatmaktadır derken dahi Allah’ın Mumiyt, yani ölümü yaratan isminin tecellisine bir atıf olduğunu görüyoruz. Onun için Allah her an iş başındadır tüm sıfatlarıyla birlikte.

Ya kelam sıfatı nereye gitti son peygamberle diye soracak olursanız, işte bu ayetler o sorunun cevabıdır. Kelam sıfatı hala insana mesaj göndermeye devam ediyor, ama olayların içinde, ama eşyanın içinde, ama hadiselerin içinde eğer okuyabilirsen ey insanoğlu dercesine.

87-) Ve lekad ateynake Seb’an minel Mesâni vel Kur’ânel Azıym;

Gerçek ki, biz sana, Seb-ü Mesânî’yi (yedi zâtî sıfatınla hakikati değerlendirme kuvvesini) ve Kur’ân-ı Aziym’i (hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsini) verdik. (A.Hulusi)

87 – Celâlim hakkı için sana «sebul mesani»yi ve Kur’an ı azimi verdik. (Elmalı)

Ve lekad ateynake Seb’an minel Mesâni vel Kur’ânel Azıym doğrusu biz sana hem sık tekrarlanan çok ender, müstesna ve çift kutuplu tabiatı olan yediliyi, hem de yüce Kur’an ı verdik.

Seb’an minel Mesâni bu birçok kelime ile çevirmeye çalıştığım ibare. Ne demek; Meseni, eğer mesnâ dan geldiğini kabul edersek kat kat demek, dürüm dürüm demek. İçe kıvrılmış, katlanmış, bir çok kat yapılmış şeye mesnâ denir. Karşılıklı katlar halinde yükselen. Eğer Mesnâ dan ki onun kökü de iki manasına gelen senn, ikinci. Ama Mesnâ dan geldiğini kabul edersek kat kat, dürüm dürüm, çeşitli, yığın yığın demektir. Ve yine bu Mesenî kelimesinin senâ dan geldiğini kabul edersek; Müstesna, yani istisna, yani ender, yani çok az bulunur manasına geldiğini anlarız. Az bulunur, müstesna.

Yine bunun isnâ dan geldiğini düşünürsek bu ibarenin Seb’an minel Mesâni; Övgü kaynağı manasına gelir. Övgü kaynağı. Hamd kaynağı manasına gelir. Ki bunların üçüde söylenebilir. Zümer suresinin içinde de Kur’an için mesani denmiştir, Kur’an için kullanılşmıştır.

Peki ne demektir, bu durumda ne anlayacağız Mesâni den; Kur’an vahyinin çift boyutlu tabiatına bir atıftır aslında bu. Kur’an için de kullanıldığına göre zümer suresinde Ki 23. ayet olsa gerek, çift kutuplu tabiatı, çift kutuplu anlamı.

[(Ek bilgi; Allâhu nezzele ahsenel hadiysi Kitaben müteşabihen mesâniy (Zümer/23)

Allâh, sözün en güzelini; müteşabih (benzetme yollu), mesanî (aynı cümlede veya kelimede iki ayrı işareti vererek ikili anlatımla) bir bilgiyi (tafsilâtlı) indirdi. (A.Hulusi)]

Nedir bu; Rahmet, gazap. İşte gördük. Hani hatırlayınız dersimizin başında tefsir ettiğimiz ayetleri Nebbi’ ıbadiy enniy enel Ğafûrur Rahıym (49) Ve enne azâbiy hüvel azâbül eliym (50)çift kutuplu tabiat. Bir tarafta bağışlayan rab, öbür tarafta cezalandıran. Böyle çift kutuplu.

Dahası; Nefy ve ispat. La ilahe illallah.

Dahası; Hakk ve batıl. İman ve küfür, dünya ve ahiret, yüce ve adi, ulvi ve süfli, insan ve şeytan. Bakınız, böyle çift kutuplu tabiatı var Kur’an vahyinin. Onun için Kur’an söylemi iki kutuplu ifade tarzıyla insanı hem karanlık, hem aydınlık hakkında bilgilendirir. Hem Hakk, hem batıl hakkında bilgilendirir. Ki, seçebilelim diye.

İşte mesâni öncelikle, evleviyetle bu anlama gelir. Fakat seb’an ifadesi ne anlama gelir denilecek olursa bu yedi manasına gelir. Ama Kur’an da birçok yerde yedi kat gökler ifadesinden olduğu gibi seb’a semavat, kinaye olarak ta kullanılmış olabilir, ki Kur’an da ve Arap dilinde örneği çoktur, çeşitli manasına, birden fazla manasına gelir. O zaman birbirini takviye eden bir anlamla karşı karşıyayız demektir. Fakat hemen ayetin devamında vel Kur’ânel Azıym diye, Kur’an ayrı olarak söyleniyorsa, ifade buyruluyorsa; Kur’an ın içinde veya dışında bir şey olması gerekir. Ki, sahabeden bir çoğu ve peygamberimizden gelen rivayetler, buradaki Seb’an minel Mesâni ifadesinin fatihaya tekabül ettiğini, yine kat kat anlamlıdır fatiha. Gerçekten bitimsiz bir anlam hazinesi vardır fatihanın ve tekrarlanan manasına, çünkü sürekli tekrarlanır.

– Fatihasız namaz, namaz değildir.

Buyurduğu için efendimiz namazlarda sürekli tekrarlanır. Namaz kılan her mümin günde fatihayı en az 20 ye yakın, eğer nafileleriyle birlikte namazını kılmışsa 40 a yakın bir günde tekrarlar. Onun için tekrarlanan. Müstesna oluşu zaten tartışılmaz. Fatihanın istisna oluşu Resulallah’ın ona Ümmül kitab, kitabın anası adını bizzat vermesiyle bilinmekte. Onun için fatiha olduğu yorumu bizce de gerçeğe en yakın yorum olsa gerektir. Çünkü Taberi bu ayetin yorumu sadedinde 82 ayrı rivayet nakletmiş. Bu kadar tartışılmış ilk nesiller tarafından.

Bunlar arasında bu yorum dışında en dikkate değer olanı, Kur’an ın en uzun 7 suresi Tıval diye bilinen en uzun, 200 ve 200 ayeti aşan 7 suresi. Fakat unutmayalım ki o surelerin hemen tamamı Medine’de nazil oldu, fakat bu ayet Mekke’de geldi. Verildiği söyleniyor. Verilmiş, bitmiş bir şey. Onun için de o yorum pek doğru bir yorum olmasa gerek.

[Ek bilgi; Zemahşeri ise, konuya daha farklı bir açıdan yaklaşarak oldukça manidar bir tespitte bulunmaktadır: “Bir şeyi tekrar zikretmenin faydası nedir? Diye soracak olursan, ben de buna şu şeklide cevap veririm: İnsan nefsinin, kulak verip dinlemekten en fazla kaçındığı (yani insanın bir kulağından girip öbüründen çıkan) sözler, vaaz ve nasihat türünden olan sözlerdir. İşte bunlar, sil baştan tekrar edilmezse, insanların nefislerine yerleşmez ve (tabiatıyla) bunların gereklerini yerine getirmezler. İşte bu yüzden Hz. Peygamber, muhataplarına yönelik öğüt ve nasihatlerini, onların kalplerinde yerleşip yeşermesi için, daima üç ve (hatta) yedi kez tekrar ederdi. (Prof. Dr. Mustafa Öztürk; Diyanet ilmi dergi.)]

88-) Lâ temüddenne ayneyke ila ma metta’na Bihi ezvacen minhüm ve lâ tahzen aleyhim vahfıd cenahake lil mu’miniyn;

Hakikati inkâr edenlerden bir kısmına verdiğimiz geçici dünya nimet ve zevklerine sakın gözünü takma! Sana gereken değeri vermiyorlar diye üzülme… İman edenlere kol kanat ger! (A.Hulusi)

88 – Sakın o kâfirlerden bir takımlarını zevkıyap ettiğimiz şeylere göz atma ve onlara karşı mahzun olma da müminlere kanadını indir. (Elmalı)

Lâ temüddenne ayneyke ila ma metta’na Bihi ezvacen minhüm öyleyse onlardan kimilerine verdiğimiz geçici lezzetlere iltifat etme.

Razi’nin rivayetine göre Ben-i Kureyza Yahudi kabilesi göz kamaştırıcı servetiyle, altınlar yüklü develerle Medine’yi terk ederken, herkes hayran hayran bakarken Resulallah bu ayeti okuyormuş.

Bir başka tarihi kaynak Hz. Aişe’nin, bu ayet indikten sonra Resulallah’ın sevdiği hiçbir şeye doyasıya bakmadığını söyledi diye rivayet eder.

Lâ temüddenne ayneyke ila ma metta’na Bihi ezvacen minhüm öyleyse onlardan kimilerine verdiğimiz geçici lezzetlere iltifat etme, gözünü uzatma. ve lâ tahzen aleyhim Üstelik onlar için üzülme de vahfıd cenahake lil mu’miniyn ancak müminlere kol kanat ger.

89-) Ve kul inniy enen neziyrulmubiyn;

De ki: “Kesinlikle ben, evet ben apaçık bir uyarıcıyım.” (A.Hulusi)

89 – Ve de ki haberiniz olsun; ben o nezîri mübînin ben. (Elmalı)

Ve kul inniy enen neziyrulmubiyn ve de ki; Bakın ben, evet ben ilahi vahyi açıklayan uyarıcıyım.

Adeta bu ayet Tevrat’ta ki bir uyarıcı gelecek sizi uyarmak için haberine atıf gibi duruyor. Ki Tensiye bölümün 28. babında bu Tevrat müjdesi.

90-) Kema enzelna alel muktesimiyn;

 İnzâl ettiğimizi bölüp ayrıştıranlara (Tevrat ve İncil’i işlerine gelenler ve gelmeyenler olarak) olduğu gibi; sana da inzâl ettik (hakikat BİLGİsini)! (A.Hulusi)

90 – Tıpkı indirdiğimiz gibi o taksimcilere. (Elmalı)

Kema enzelna alel muktesimiyn vahyi sana biz indirdik. Şöyle bir açıklama şart burada; (Tıpkı onu sonradan paramparça edenlere indirdiğimiz gibi.) 87 ayete zımni bir atıf bu yukarıdaki. Ne idi; Ve lekad ateynake Seb’an minel Mesâni vel Kur’ânel Azıym Doğrusu biz sana hem sık tekrarlanan yediliyi hem de yüce Kur’an ı vermiş demişti ya. Burada adeta ona bir atıf var. Ehli kitap;

İnnelleziyne ferreku diynehüm ve kânu şiye’an.. (En’am/159) diyordu Kuran. Onlar ki dinlerini paramparça ettiler ve bölük bölük oldular, fırka fırka oldular.

Bakara/85 te de buna benzer; .. efetu’minûne Biba’dılKitâbi ve tekfurûne Biba’d.. Bakara/85. Şimdi siz kalkıp ta kitabın bir kısmını inkar edip bir kısmına iman mı ediyorsunuz. Deniliyordu. İşte onlar paramparça etmişlerdi onlara bir atıf.

91-) Elleziyne cealül Kur’âne ‘ıdıyn;

Kurân’ı, işlerine geldiği gibi böldüler (çıkarları yönünden Kurân’ı değerlendirdiler)! (A.Hulusi)

91 – O, Kur’an ı kısım kısım tefrik edenlere. (Elmalı)

Elleziyne cealül Kur’âne ‘ıdıyn onlar ki şimdi de Kur’an ı birbiriyle bağlantısız sözler demeti olarak niteliyorlar. Yani önceki kitap verilenler, kendilerine gönderilen kitabı paramparça etmeleri yetmiyormuş gibi, Kur’an ı da birbirinden bağımsız, bağlantısız sözler demeti olarak nitelendiriyorlar. Adeta Mukatil ve Ferra’nın tefsirlerinde de ifade ettikleri gibi, şiir, kıssa, yalan, sihir vs. iftirası atıyorlardı Kur’an a.

92-) FeveRabbike lenes’elennehüm ecme’ıyn;

Rabbine yemin olsun ki, onların hepsi sorgulanacak… (A.Hulusi)

92 – Ki rabbin hakkı için, biz onların hepsine mutlak ve muhakkak soracağız. (Elmalı)

FeveRabbike lenes’elennehüm ecme’ıyn Evet, rabbine and olsun ki onların tümünü sorgulayacağız, sorguya çekeceğiz.

93-) ‘Amma kânu ya’melun;

Yapmakta olduklarından! (A.Hulusi)

93 – Ki rabbin hakkı için, biz onların hepsine mutlak ve muhakkak soracağız. (Elmalı)

‘Amma kânu ya’melun Yapıp ettikleri her şeyden.

94-) Fasda’ Bima tü’meru ve a’rıd anil müşrikiyn;
Emrolunduğunu (hakikat ve Sünnetullâh bilgisini) açıkla ve müşriklerden yüz çevir! (A.Hulusi)

94 – Şimdi sen her ne ile emr olunuyorsan kafalarına çatlat ve müşriklere aldırma. (Elmalı)

Fasda’ Bima tü’meru ve a’rıd anil müşrikiyn O halde artık sana açıklaman emredileni açık seçik ortaya koy ve şirk koşanlardan, Allah’tan başkasına Allah’a ait bir vasfı yakıştıranlardan yüz çevir.

Evet, asıl Resulallah’ın misyonuna dikkat çekilen bir ayet bu. Yani sen vazifeni yap. Etrafa bakarak görevini tayin etme. Çünkü taşıdığın hakikattir. Hakikat; yer ve zamana uymak zorunda değildir. Yer ve zaman hakikate uymak zorunda. Onun için sen görevini yap. Falanca ne der deme, Allah ne der de. Görevini yap ve bırak. Açıkça ortaya koy. İnanmış ya da inanmamış, o senin problemin değil. Onun için;

 Ve lâ testevil hasenetü ve les seyyie.. (Fussilet/34) ve müteakip ayetler; Hiç kötülükle iyilik bir olur mu? idfa’ Billetiy hiye Ahsen.. o halde tezini güzel savun. Böyle tercüme etmek doğru bir tercümedir. Tezini güzel savun feizelleziy beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün hamiym. (Fussilet/34) eğer tezini güzel savunursan muhatabınla senin aranda bir düşmanlık olsa dahi o sana sımsıcak bir dost kesilebilir. Evet, bu ayetleri unutmamak lazım, belki bu ayete eklemek, bu ayetin mana alanında düşünmek lazım.

 Yine Bir başka ayet; Ud’u ila sebiyli Rabbike Bil hikmeti velmev’ızatil hasene.. (Nahl/125) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel bir mücadele ile velmev’ızatil haseneti ve güzel bir öğütle çağır, davet et. ve cadilhüm Billetiy hiye Ahsen ve onlarla en güzel bir şekilde, en münasip bir biçimde mücadeleni sürdür. Yani sen güzeli taşıyorsun. Güzeli taşıyanlar, güzeli güzelce taşırlar. Çünkü güzel olması yetmez. Güzeli güzel bir üslupla sunmak lazım. Kendisinin altın olması yetmez içine koyduğunuz paketin de içindekine uyması lazım. Değerli şeyleri değerli paketlere koyarlar. Değerli hakikatler, hakikatler hep değerlidir. Hakikatler değerli üslup ve usullerle ulaştırılırlar dercesine burada Resulallah’a ve onun şahsında tüm davetçilere bir öğüt.

95-) inna kefeynakel’müstehziiyn;

O alay edenlere karşı, kesinlikle biz sana yeterliyiz! (A.Hulusi)

95 – Her halde biz sana o müstehzîlerin haklarından geliriz. (Elmalı)

inna kefeynakel’müstehziiyn unutma ki küçümseyip alaya alanlara karşı biz sana yeteriz.

96-) Elleziyne yec’alune meAllâhi ilâhen ahar* fesevfe ya’lemun;

Onlar ki, Allâh (âlemleri ve hakikatlerini Esmâ’sıyla yaratan) yanı sıra bir tanrı edinirler… Yakında bilecekler! (A.Hulusi)

96 – Allah ile beraber diğer ilâh tutan o heriflerin yarın bilirler. (Elmalı)

Elleziyne yec’alune meAllâhi ilâhen ahar* fesevfe ya’lemun onlar ki Allah’la beraber bir tanrı atama yetkisini kendilerinde buluyorlar. Nasıl olsa günü gelince yaptıklarının ne demeye geldiğini öğrenecekler. Yani onlar Allah’a ait bir sıfatı bir mükemmelliği, Allah dışındaki bir eşyaya, bir insana, veya soyut, somut herhangi bir şeye vermekle, tanrı atama yetkisinin olduğunu düşünüyorlar kendilerinin ve bunun da farkında değiller. Yani her şirkin aslında, çok daha çirkin bir iddianın ifadesi olduğunu bilmiyorlar.

Nedir o? Tanrı atama yetkisi benim elimdedir. Her müşrik aslında bilse de bilmese de böyle bir iddiaya sahip olmuş olur. Ama diyor ki; fesevfe ya’lemun günü gelince böyle yaptıklarını, yani onun bu manaya geldiğini öğrenecekler.

97-) Ve lekad na’lemu enneke yedıyku sadruke Bima yekulun;

Yemin olsun ki, onların söyledikleri yüzünden içinin daraldığını elbette biliyoruz. (A.Hulusi)

97 – Celâlim hakkı için biliyoruz ki onların tevevvühatına senin cidden göğsün daralıyor. (Elmalı)

Ve lekad na’lemu enneke yedıyku sadruke Bima yekulun doğrusu biz de biliyoruz onların söyledikleri şeylerden dolayı içinin daraldığını, içinin sıkıldığını, göğsünün daraldığını..! Evet, Elem neşrah leke sadrek (İnşirah/1) diyordu ya, göğsünü genişletmedik mi. Burada Resulallah’ın göğsünün, onların söyledikleri iftiraları yüzünden nasıl daraldığını ifade buyuruyor.

98-) Fesebbıh Bi Hamdi Rabbike ve kün minessacidiyn;

(O hâlde) Rabbinin Hamdi olarak tespih et ve secde (benliğini yok) edenlerden ol! (A.Hulusi)

98 – O halde Rabbine hamd ile tesbih et ve secdekârlardan ol. (Elmalı)

Fesebbıh Bi Hamdi Rabbike ve kün minessacidiyn fakat, ne yapması söyleniyor bakınız. Öyleyse rabbinin adını anarak onun yüceliğini hamd ile dile getir ve hep onun huzurunda secde edenlerden biri ol. Yani onların şerrinden Allah’a sığın. Onlar ne derlerse desinler sen görevini yapmayı sürdür. Rabbine karşı eğer görevini yapar Allah ile barışık olursan sen bitimsiz bir imkana sahipsin, kim ne yapabilir ki. Allah’ın var neye muhtaçsın, Allah’ın yok neyin var demenin Kur’an casıdır bu işte.

99-) Va’bud Rabbeke hatta ye’tiyekel yekıyn;

Sana yakîn gelene (benliğinin yokluğunu fark edene kadar -ölüm hakikatin fark edilmesi hâlidir- Vâhid’ül Kahhâr’ın yaşanmasına) kadar, Rabbine ibadet et (yakîn sonrasında ise bunun doğal sonucu Rabbinin kulluğu devam eder zaten)! (A.Hulusi)

99 – Ve Rabbine kulluk yap tâ sana o yâkîn gelene kadar. (Elmalı)

Va’bud Rabbeke hatta ye’tiyekel yekıyn İşte sure muhteşem bir ayetle, muhteşem bir final ile son buldu. Nihayet ölüm gelip seni buluncaya kadar rabbine kulluğunu sürdür. Yani ey peygamber, artık yettim, artık tamam, artık oldum diyecek bir nokta yoktur. Herkes ölüm gelinceye kadar yürümekle mükelleftir. Allah’a kulluğun bitti bir an yoktur. Hayat sürdüğü sürece kulluk sürecektir. Çünkü hayat kulluk için vardır. Kulluk yoksa o ölüdür, yaşasa da ölüdür. Onun için ben mükemmelim deme noktası olmayacaktır hiçbir insan. O nedenle yürümekle varılmaz, lakin varanlar yürüyenlerdir. Aramakla bulunmaz, lakin bulanlar arayanlardır diyenler doğru söylemiş. Varmak o yolda ölmektir.

Rabbim o yolda olanlardan ve ölüm gelinceye kadar kendisine verdiği söze sadık kalanlardan kılsın hepimizi

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

İddiamızın, davamızın, ömrümüzün tüm hasılatı ve son sözümüz Rabbimize “Hamd” dir.

 
2 Yorum

Yazan: 17 Şubat 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , ,

2 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. HİCR SURESİ (45-99)(84)

  1. salih

    03 Mart 2016 at 10:01

    bir sey soracam da baska yerlerde islamoglu hoca lut kavminin helakini anlatirken helak olan yerden ve orda otun bitmediginden ve o suda canlinin yasamadigindan ve kendinin orayi gordugunden de bahsetmisti.Burda anlatilmamis

     
    • ekabirweb

      03 Mart 2016 at 10:58

      Merhaba Hocam Lût kavmi olayını her anlattığında aynı şeylerden bahsetmiyor. Bu konudaki ayetlere Kur’an da bir çok yerde rastlayabiliyoruz. Sizin bahsettiğiniz bölüm sanırım Hud/82 de yaptığı anlatımda geçiyor. Videolar birebir dönüştürüldüğü için orada olmayan bir şeyi koyamıyorum. Allah gayretinizi ve merakınızı artırsın. Esen kalın, Allah’a emanet olun.

       

Yorum bırakın