RSS

İslamoğlu Tef. Ders. NAHL SURESİ (01-34)(85)

24 Şub

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü Resulüna alâ Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)

 

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden ki, anlayalar beni. Amin.

Değerli Kur’an dostları bugün muhteşem Kur’an ülkesinin yepyeni bir sitesine daha girmenin heyecanını yaşıyoruz. Heyecanını yaşıyoruz çünkü Kur’an ülkesinin muhteşem sitelerinin her biri bizim içimizdeki dünyayı inşa ediyor. Aslında Kur’an bizde bir dünya inşa ediyor. Onun için içimizdeki dünyayı ilahi merhametin bir ifadesi olan vahiyle inşa etmek için çıktığımız bu yolda uğradığımız bu yeni durak bizim için bir göz aydınlığı olacaktır. İşte onun için heyecan duyuyoruz.

Bu sitenin adı Nahl. Arı anlamına geliyor. Nahl suresi resmi sıralamada 16. sure olsa da, iniş sıralamasında Kehf ve Nûr sureleri arasında yer alır. Mekki bir suredir yani. Hatta tüm otoritelerin, ki bunlar içerisinde; Suyuti, El itkam sahibi Suyuti. El Bürhan sahibi Zerkeşi de var. Tüm otoritelere göre Mekke döneminin sonlarına doğru, bazıları ay da vermişler, hicrete 2 ay kala nazil olduğunu söylerler.

Bu şu anlama geliyor, ya da bir surenin, ya da bir ayetler grubunun ne zaman nazil olduğu bizim için şu açıdan önemli; O ayetlerin bağlamı, o ayetlerin ilk muhataplarının iç durumu, yaşadıkları hal, içinde bulundukları ortam daha iyi anlaşılırsa o ayetler de yi anlaşılır. Çünkü her zaman söylüyorum; Kur’an ayakları yerde, başı gökte ilahi bir hitaptır. Ayaklarına bakmadan başının nerede durduğu çok iyi anlaşılamaz. O nedenle ayakları bir mekanda durur, bir zamanda durur, fakat başı zamanlar ve mekanlar üstüdür. O nedenle iniş zamanı, nüzul sırası bunun için önemlidir.

Sure Nahl adını 68. ayetten alır. Ki arı surenin 68. ayetinde ürettiği bal ile dile getirilir ve ayet şu mesajı bize verir, vermeyi hedefler; Eğer bilinçsiz bir varlık olan arı bile yaratılış amacını gerçekleştirmek için, kendisine verilen imkanı bala dönüştürüyorlarsa ey insanoğlu ya sen? Bilinçli bir varlık olarak, hatta arının balını yiyen bir varlık olarak, arının kendisi için çalıştığı bir varlık olarak ya sen Allah’tan aldığın imkanları, irade gibi, akıl gibi, yeryüzü gibi, hayat gibi imkanları bir güzelliğe dönüştürüyor musun. Var oluş amacını gerçekleştiriyor musun. Arıdan ibret al mesajıdır.

Konusu surenin özellikle tüm Kur’an ı bir tek ayet kabul edersek, ki bu doğru bir kabuldür. Kur’an iç bütünlüğü açısından bir ayet gibidir. Bu adeta sureler de bu bir ayetin kelimeleri hükmündedir. O nedenle surelerin kendi içerisinde elbette bir konu bütünlüğü olduğu gibi, surelerin kendi arasında da bir konu insicamı, bir konu alış verişi vardır. İlk bakışta Kur’an okuyan insana bir biri ile alakasız ve kesik pasajlarmış gibi gözükür. Oysa ki makro bir bakış bütün Kur’an ın paralel ve çapraz bir biçimde birbirine bir atıf olduğunu, birbirine dipnot olduğunu ve tüm Kur’an ın ise eşyaya, varlığa bir dip not olduğunu yine Allah’a bir işaret ve atıf olduğunu anlarız.

İşte bu surede de Kur’an ın tümünün niteliği, yani konu özelliği bu surede de ortaya çıkıyor ve Nahl suresi muhatabında doğru bir Allah inancı tasavvuru yerleştirmeye çalışıyor. Yani insanda ki Allah tasavvurunun yanlış boyutlarını imha ederek, yerine yepyeni ve doğru bir tasavvur inşa ediyor. Bunun içinde Kur’an öncelikle bir hayat tasavvuru inşa ediyor. Eşyayı yerine oturtuyor. Gökten ve yerden bahsediyor. Bu ikisi arasındakilerden bahsediyor. Bunların amaçlarından bahsediyor ve hatta öyle bir noktaya geliyor ki insan için amaç koymak Allah’a aittir.

Ve alAllâhi, Allah’a düşer kasdus sebiyl (Nahl/9) yolun hedefini belirlemek, insan için istikamet açısı koymak, yarattığı insan için makro hedefler koymak Allah’a düşer diyor ve sözü oradan da alıyor, insanoğluna Allah’ın merhametinin ifadesi olan vahye getiriyor. Vahyin amacına dikkat çekiyor. Ve en sonunda Kur’an bir takım ahlaki ilkeler vaz ediyor ve bu sure Allah’a olan imanımızın İnşası ile tamamlanıyor.

Onun için surenin özetle konusu insan tasavvurunda doğru bir Allah, kainat ve insan inşası, yani bunu şöyle de formüle edebiliriz, Allah, insan ve kainat arasındaki ilişkiyi doğru bir biçimde inşa ediyor Nahl suresi.

Bu özetten sonra surenin o muhteşem portalinin kapısını açarak girebiliriz.

 

“BismillahirRahmanirRahıym”

 

1-) Eta emrullahi fela testa’ciluh* subhaneHU ve teâla amma yüşrikûn;

Allâh hükmü gelmiştir; (görmeniz için) aceleye gerek yok! O, onların şirk koştuklarından Subhan’dır, Âli’dir. (A.Hulusi)

001 – Allahın emri geldi, sakın onu istical etmeyin, o sübhan onların şirklerinden münezzeh, yüksek çok yüksek.(Elmalı)

 

Eta emrullah Allah’ın emri geldi “bilin” fahvel hitab yani söz geliminden çıkardığımız bir kelime. Allah’ın hitabı geldi bilin.

Eta, mâzi bir fiil. Past, yani geçmişe yönelik bir fiil. Ama bu gibi yerlerde aslında gelecek olanın kesinliğini ifade için kullanılır. Onun için o bilin sözcüğüne ihtiyaç duydum.

fela testa’ciluh onun çabuk gelmesini istemenize gerek yok ki, acele etmenize gerek yok ki, geldi bilin. subhaneHU ve teâla amma yüşrikûn O, onların ilahlık yakıştırdığı her şeyden üstün, her türlü noksanlıktan berîdir.

Aslında ayetin ne demek istediği ortada. Ne dediğini zaten manasıyla vermeye çalışıyoruz. Ama tefsir ne demek istediği ile alakalıdır, ne dediği ile değil. Ne dediğini anlamında buluyoruz. Bir de ne demek istediği var. Arka planında yatan şey var. O açık, İnkarcıların alayına cevap veriyor ayet. Hatta bu ayeti müspet manada anlayıp hicreti bekleyenlere bir izin olduğu yönünde bir tefsir de var. Fakat ayetin sonunda ki ve teâla amma yüşrikûn ibaresinden ayetin menfi, yani dost insanlara değil, düşmanlara bir cevap olduğunu anlıyoruz. Onun içinde böyle bir şeyi doğrulayamıyoruz.

 

2-) Yünezzilül Melaikete Bir Ruhı min emriHi alâ men yeşau min ıbadiHi en enziru ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekun;

O, şe’ninden olan hakikat ilmini, kuvveleriyle kullarından dilediğine inzâl ederek (buyurur ki): “Şu gerçekle uyarın: Tanrı yok; sadece Ben! O hâlde benden çekinin!” (A.Hulusi)

002 – Kullarından dilediğine emrinden rûh ile Melâike indiriyor da buyuruyor ki: şu hakikati bildirin: benden başka ilâh yok, hemen bana korunun. (Elmalı)


Yünezzilül Melaikete Bir Ruhı min emriHi alâ men yeşau min ıbadiHi en enziru ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekun Ayeti bölemedim bir yerinden. Çünkü bölerek anlam tam çıkmıyordu. Tamamına mana vermeye çalışacak olursak O Kullarından dilediğine; İnsanları uyarın. Şunu iyi bilin ki benden başka ilah yok. O halde başkalarına ilahlık yakıştırmaktan artık sakının buyruğunu iletmeleri için melekleri ölü canlara, hayat veren vahiyle indirir.

Burada çok önemli bir nokta var. Bakınız; Yünezzilül Melaikete Bir Ruh melekleri Ruh ile indirir. Vahye Ruh diyor Kur’an. Bu çok anlamlı bir kullanım. Vahyi ruh olarak tanımlıyor. Ruh, yani can, yani hayat soluğu, can soluğu.

İnşirah suresi 4. ayette bu anlamda ilk defa kullanıyor Kur’an da. Ama başka yerlerde de Müminun suresinin 15. ayetinde, Şûra suresinin 52. ayetinde de vahiy tasavvuru inşa ediliyor ve burada bir vahiy tasavvuru inşa ediliyor. O inşanın anahtarı vahyin hayat oluşu. Vahiy hayattır, hayat soluğudur. Biz bunu aslında Kur’an dan başka ayetlerden de anlıyoruz.

Ya eyyühelleziyne amenüsteciybu Lillâhi ve lirRasûli izâ de’aküm lima yuhyıyküm (Enfal/24) Evet Ey iman edenler Allah ve resulü sizi hayata çağırdığında, lima yuhyıyküm sizi dirilten bir çağrı yaptığında onlara uyun. Diriliş çağrısıdır vahyin çağrısı. Vahiy dirilişe çağırır.

O halde dostlar burada vahiy nasıl inşa ediyor? Çok tipik bir inşa görüyoruz. Bizim diri dediğimize vahiy diri demiyor. Bizim diri dediğimize vahiy dik sürünüyor diyor. Yani yiyor ve içiyor olmak, ayakta dolaşıyor olmak diri olmak anlamına gelmiyor. Rabbimiz bu kavramın içini doğru dolduruyor ve bizim tasavvurumuzu da bu doğru anlamla inşa etmek istiyor ve diyor ki; Siz bazen diriye ölü diyorsunuz, çünkü bazen ölüye de diri diyorsunuz. Diri olmak gerçekten ebedi dirilişle dirilmektir. Yoksa bedensel olarak diri olmak değil. Bu manada biz rabbimizin vahyinin insanın geçici tarafıyla değil, kalıcı tarafıyla ilgilendiğini, insanın geçici tarafının değil, kalıcı tarafının zaaflarını onardığını görüyoruz. İşte sözlüğümüzü düzeltmesinin de nedeni bu. Zihnimizi inşa etmesinin de nedeni bu.

 

3-) Halekas Semavati vel Arda Bil Hakk* te’âla amma yüşrikûn;

Semâları ve arzı Hak olarak (El Esmâ ül Hüsnâ’sıyla) yarattı… Onların ortak koştuklarından Âli’dir! (A.Hulusi)

003 – Gökleri ve Yeri Hakk ile yarattı, o, onların şirkinden yüksek, çok yüksek. (Elmalı)

 

Halekas Semavati vel Arda Bil Hakk* te’âla amma yüşrikûn 3. ayet diyor ki; O gökleri ve yeri mutlak hakikate bir atıf olsun için yarattı. Amaçlı olarak yarattı. Bu çok önemli; Bil Hakk. Eşyaya tanrılık yakıştıranların tasavvur ettiklerinin çok ötesinde aşkındır O. Gökleri ve yeri Bil Hakk, hakikatle yarattı diye çeviremeyiz, anlaşılmaz. O Bil Hakk; bir amaca uygun olarak yarattı anlamını taşır bu bağlamda. Amaçlı, çünkü batıl amaçsızlık anlamına gelir. Bunun tam tersi bu bağlamda kullanılsaydı batıl, amaçsızlık anlamına gelirdi. Ki Kur’an da bu manada kullanım vardır; …mâ halakte hazâ batılâ.. (A.İmran/191) Onlar göklere ve yere bakarlar ve derler ki sen bunları boşuna, yani amaçsız yaratmadın. Onun için burada Bil Hakk, batılın zıddıdır. Amaçlı yaratmak.

Neden peki; Unutmayalım asıl konu gökler ve yerler değil, asıl konu biziz. O zaman vahyin derdi biziz. Derman vermek istediği hasta da biziz.

Peki nedir hastalığımız? Hastalığımız şu; Amacımızı bilmemek. İnsanın yer yüzünde ki var oluş amacı nedir..! Vahiy bize bu soruyu sorduracak makro dan başladı. Göklere, yere ve eşyaya dikkatimizi çekti, ey insan bak, senden çok daha düşük düzeyde yaratılmış dağlar taşlar dahi bir amaca mebnidir, bir amaç uğruna yaratılmış ve işin garibi onların var oluş amacı da senin amacını gerçekleştirmektir. Yani sana yardımcı olmak amacını gerçekleştirirken, peki yardımcılarının dahi bir amacı varsa senin, yani Allah’ın şaheseri olan insanın bir amacı olmasın mı.

Evlâ leke feevlâ; (Kıyamet/34)

Sümme evlâ leke feevlâ;(Kıyamet/35)

Eyahsebul’İnsanu en yutreke süda;(Kıyamet/36)

Yazık ey insan yazık, öyle mi düşünüyorsun ey insan, öyle mi düşünüyorsun. Hayır insanoğlu başıboş bırakılacağını mı sanıyor. Bir amaç uğruna yaratıldın. İşte ayetteki Bil Hakk bize onu veriyor ve ayetin devamında;

te’âla amma yüşrikûn İnsan amacını unutursa şirke sapar. Şirke sapsa Allah’ın nesi eksilir. Biz oradan onu anlıyoruz.

Allah aşkın bir varlıktır, herkes Allah’a ait bir vasfı, bir niteliği, bir mükemmelliği Allah’tan başka bir şeye yakıştırsa, gerçekte Allah’ın nesi eksilir, hiçbir şeyi. Siz bir şeyi tanrılaştırmakla o tanrı olmuyor. Çünkü siz bir şeye bir anlam yüklemekle eşyanın özü değişmiyor ki. Sadece sizin onun hakkındaki bakış açınız yanlış olmuş oluyor. Yani siz yanlış yapmış oluyorsunuz. Yoksa eşyaya sizin yanlışınızdan ontolojik olarak, var oluşsal bir şey bulaşmıyor. O yine Allah’ın koyduğu yerde duruyor. Siz zulmetmiş oluyorsunuz. Siz onu Allah’ın koyduğu yerden farklı bir yere koyuyorsunuz. Zihninizde ya da fiili olarak. Onun için kendinize yapmış olursunuz. Aşkın olan Allah’a bir şey yapmış olmazsınız. Orada mesaj da bu.

İbrahim suresinin 19. ayetinde bu Bil Hakk; eylemin mükemmelliğini, yaratan öznenin mutlaklığını, yaratılanın amaçlılığını açıklar. 3 amacı var;

1 – Eylemin mükemmelliği.

2 – Yaratan öznenin mutlaklığını.

3 – Yaratılanın amaçlılığını açıklar. Onun için Kur’an da bir çok yerde Bil Hakk ile geldiği zaman Allah’ın yaratışı bu 3 şeye delalet eder ve insana amacın var senin, amacını bul, ara çağrısıdır.

 

4-) Halekal İnsane min nutfetin feizâ huve hasıymun mubiyn;

İnsanı bir spermden yarattı… Bir de bakarsın ki o apaçık bir kafa tutan olmuş! (A.Hulusi)

004 – İnsanı bir nutfeden yarattı, bir de bakarsın o, natûk bir muhasım kesilmiştir. (Elmalı)

 

Halekal İnsane min nutfetin feizâ huve hasıymun mubiyn O insanı bir damlacık hayat suyundan yarattı. Derken zamanla öyle bir noktaya gelir ki insan, bilinçli bir biçimde kendini savunan bir özne olup hasıymun mubiyn kendini savunan bir özne olup çıkar diyor Kur’an. Yani bu da açık; Yaratan, yaratılışın yasasını koyandır aynı zamanda. Hasıym, hem insanın isyan eden özne oluşuna, hem de bu isyanı rabbine karşı dahi kullanabilecek Allah’tan bir imkan aldığına delalet eder. Öncelikle hasıym, işte hasım diye Türkçeye geçmiş; Menfi, olumsuz değil, nötr, yani isyan edebilen bir varlık.

İnsanı böyle tanımlıyordu batılı düşünürlerden biri. İnsan isyan eden varlıktır diyordu ya. İnsanın temel niteliklerinden biridir isyan etme. Neden; İradeye bir atıftır bu aslında. Yani Allah’ın verdiği iradeyi insan, öyle bir irade özgürlüğü ile donanmıştır ki, kendisine irade verene karşı dahi kullanabilmektedir. Bu dile getiriliyor. Çünkü burada menfi değil, olumsuz değil demiştim çünkü yukarıdan beri ve devamında da Allah’ın yaratışından söz ediyor bu pasaj. Allah’ın ne muhteşem bir yaratışa sahip olduğundan söz ettiği için, insanın kendini savunan yönü yani olumsuz gibi görülmüyor. İnsana verilen muhteşem imkan oluşuna dikkat çekiliyor.

 

5-) Vel en’ame halekaha* leküm fiyha dif’ün ve menafiu ve minha te’külun;

Evcil hayvanları da O yarattı… Onlarda sizin için dif (enerji ve giysi) ve başka faydalar vardır… Onlardan yersiniz de. (A.Hulusi)

005 – En’amı da yarattı, sizin için onlarda bir ısınıklık ve bir takım menfaatler vardır, hem onlardan yersiniz. (Elmalı)


Vel en’ame halekaha ve evcil hayvanları da o yarattı. leküm fiyha dif’ün sizi ısıtan giysileri onlardan temin ediyorsunuz. ve menafiu ve minha te’külun daha başka yararlar yanında onlardan elde ettiğiniz besinleri de yiyorsunuz.


6-) Ve leküm fiyha cemalün hıyne turiyhune ve hıyne tesrahun;

Akşamları (otlağından) getirdiğinizde ve sabahları (o otlağa) saldığınızda onlarda sizin için bir güzellik vardır. (A.Hulusi)

006 – Akşam getirir, sabah salarken onlarda sizin içîn bir cemal de vardır. (Elmalı)

 

Ve leküm fiyha cemalün hıyne turiyhune ve hıyne tesrahun yine onlarda akşam getirirken ve sabah salarken sizin güzellik duygunuzu tatmin eden bir boyut vardır.

Bilmem bendenizin gördüğünü sizde gördünüz mü bu iki ayette. Öyle çok bilinen şeylerden söz ediyor gibi geliyor da, derin düşündüğünüz zaman bakınız ayetin iç bütünlüğüne. Eşyanın üç boyutlu işlevine bir atıf bu son iki ayet. Sözde hayvanlardan söz ediyor. Fakat hayvanların hem insan için zaruri,i zorunlu olan protein kaynağı, hem insan için hacî, ihtiyaca cevap veren ısınma ve binme aracı, hem de insan için güzellik ve estetik duygusuna cevap veren bir unsur olduğunu söylüyor. Yani hayatın üç temel ihtiyacına dikkat çekiyor.

İşte bu Kur’an ın bu sistematiğinden yola çıkarak büyük usulcü, büyük alim ve üstad Şatıbi, El muvafakat isimli eserinde vahyin tüm hükümlerini bu üç asla irca ediyor. Zaruriyyat, haciyyat, tahsiniyyat.

Zaruriyyat; Zorunluluklar, işte beş temel emanet. Can emaneti, mal emaneti, nesil emaneti, din emaneti. 5 Temel emanet ve bunun üstüne;

Haciyyat; İhtiyaçlar. Barınmak bir ihtiyaçtır. Siz bu ihtiyacı birkaç alternatifle giderebilirsiniz. Eğer alternatifiniz varsa zaruriyyat olmaktan çıkar, Haciyyat’a düşer. Ama bundan da müteşekkil değil hayat. Bir de;

Tahsiniyyat var, Güzellikler. Tekmiliyyat, yani tamamlayıcı unsurlar, aksesuarlar, estetik değerler. İnsanın o da ihtiyacı. Bakın, hayata bakın, hayvanlar dünyasına bakın; Hem protein karşılarsınız zaruri ihtiyacınızdır. Hem yakacak karşılarsınız, giyinme ihtiyacınızı derileri ile ve diğer atıklarıyla yakacak ihtiyacınızı karşılar ve binilir, yine o ihtiyacı karşılar, hem de güzellikleriyle, akvaryumunuzda bazen süs balığına dönüşür. Bazen bakarsınız kafeste kuşa dönüşür rengarenk, güzellik ihtiyacınızı karşılar.

Bitkilere bakarsınız; Zaruri ihtiyacınız olan gıdanızı verir. Ama onun üzerine haciy, yani ihtiyacınız olan şeyleri de verir. Isınma. Yine bir çok tahtasından, kerestesinden, ağacından, odunundan elde ettiğiniz şeyler, gerekli olan eşyalar. Onun üstüne de ç,çek olur sizin güzellik ihtiyacınızı karşılar. Gül olur sizin güzellik ihtiyacınızı karşılar. Eşyanın üç boyutuna dikkat çekiyor burada.


7-) Ve tahmilü eskaleküm ila beledin lem tekûnu baliğıyhi illâ Bi şıkkıl enfüs* inne Rabbeküm le Raûfun Rahıym;

Yüklerinizi taşırlar; (onlarsız) meşakkatsiz ulaşamayacağınız pek çok yere ulaştırırlar! Muhakkak ki Rabbiniz, Raûf’tur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

 007 – Ağırlıklarınızı da yüklenir, canlarınızın yarısına tüketmeden varamayacağınız beldelere kadar götürürler, her halde rabbiniz size çok re’fetli, çok merhametli. (Elmalı)

 

Ve tahmilü eskaleküm ila beledin lem tekûnu baliğıyhi illâ Bi şıkkıl enfüs kendinizi sıkıntıya sokmadan ulaşamayacağınız nice mekanlara yüklerinizi onlar taşır. inne Rabbeküm le Raûfun Rahıym iyi bilin ki rabbiniz gerçekten çok şefkatli, pek merhametlidir.


😎 Vel hayle vel biğale vel hamiyra li terkebuha ve ziyneten, ve yahluku ma lâ ta’lemun;

Onlara binmeniz ve bir zevk almanız için atları, katırları ve eşekleri de (yarattı)… Daha bilmediğiniz neler yaratır. (A.Hulusi)

008 – Hem binesiniz diye, hem de ziynet olarak atları, katırları, merkepleri de yarattı ve bilemeyeceğiniz daha neler yaratacak. (Elmalı)


Vel hayle vel biğale vel hamiyra li terkebuha ve ziyne O atları, katırları ve merkepleri de hem kendilerine binesiniz, hem de hayatın süsü olsun diye yarattı.

 Demin bahsettiğimiz hayatın o üç boyutu, daha doğrusu ne diyeceğiz; Eşyanın üç boyutlu işlevi. Hem şart olan şeyler, hem gerekli olan şeyler, ki zaruriyyat, haciriyyat. Hem de güzellikler, tamamlayıcı şeyler, tahsiniyyat güzel şeyler. İşte eşya bu üçünü da karşılıyor.

ve yahluku ma lâ ta’lemun ve daha sizin bilmediğiniz bir nice şeyleri de yaratacak.

Ne diyor ayetin son cümlesi? Öncesi atlardan, katırlardan, merkeplerden yani yol araçlarından söz ediyordu. Burada, haleka’dan, yahluku’ya geçti. Yani geçmiş, mazi fiilden şimdiki ve gelecek zamanı kapsayan yahluku’ya geçti. Yaratıyor, yaratacak. Demek ki gelecekte ortaya çıkacak ulaşım araçları Allah’a atfediliyor ve daha ne ulaşım araçları göreceksiniz.

Peki Allah’a neden atfediliyor, İnsan eseri olabilen şeyleri; İcat yeteneğini insana Allah verdiği için, o yeteneği Allah’tan aldığı için. Aslında Allah’tan bağımsız bir inşa, icat düşünülemez. Hem hammaddeyi ondan alıyorsunuz, hem o hammaddeyi işleyen, terkip eden aklı o veriyor, hem de o aklı kullanacağınız araçları, eli, ayağı, gözü, kulağı, dili dudağı O veriyor. İşte bunun için Allah’a hamledilir. Çünkü eşyanın yasasını kim koyarsa gerçek yaratıcı O dur.

 

9-) Ve alAllâhi kasdus sebiyli ve minha cair* ve lev şâe lehedaküm ecme’ıyn;

Hedefe giden yol Allâh’adır! Ondan sapan da vardır… Eğer dileseydi elbette sizi toptan hakikate erdirirdi! (A.Hulusi)

009 – Yolu doğrultmak da Allaha aittir, ondan sapan da var, mamafih Allah, dilerse hepinizi hidayette kılardı. (Elmalı)

 

Ve alAllâhi kasdus sebiyli ve minha cair İşte özetlerken okudum ayetler geldi. 9. ayet, ne diyor? İşte tek yaratıcı O olduğu için, ki böyle bir tırnak içi bir giriş şart; “Bütün bunları O yarattığı için yolun istikamet tayini de O’na düşer.” Yani insan için hedefler koyma hakkı Allah’a aittir diyor. Bunu hem O’na ait bir hak, hem de O’nun bir rahmeti olarak anlamamız mümkün. O’na düşer. Yani O yolu yarattı, yolcuyu yarattı ve yolda yürümek için de kılavuz gönderdi.

Peki bu kadar şeyi verdikten sonra bir hedefte koymasın mı. Hiç koymaz mı..’ İşte bu manada da anlaşılmalı. Onun için yolun durağı, maksadı, amacı. Yani maddi yol ve yol araçları, manevi yol ve yol araçları arasında kıyas yapmamızı istiyor. Bir üstteki ayeti hatırlayın yolda taşıyan araçlardan söz ediyordu. Attan, katırdan ve eşekten. Ve daha nicelerini yaratacak diyor.

Bu şu demektir; Sizin fiziki yolculuğunuzun araçlarını yaratan Allah, sizi insan kılan manevi yolculuk araçlarından mahrum edeceğini mi düşünüyorsunuz. Bunu yaratmadığını veya bunu vermediğini mi düşünüyorsunuz. Bu ne biçim düşünce. İşte söylediği bu ayetin. Ki ..ketebe ala nefsihi..’ye (Enam/12) benziyor bu alAllâh. ketebe alâ nefsiHİr rahme.. aynı kalıp. alAllâh, alâ nefsiHİ kendisi için rahmeti ilke edindi, prensip edindi. Kendisine rahmeti yazdı demektir bu.

Belki bunu şöyle bile tercüme edebiliriz; Rahmeti kendisine vacip kıldı alâ o manayı verir çünkü. Burada da bakınız o formda geliyor alAllah, Allah’a düşer diyor. Yani rabbimiz bazı şeyleri kendisi için prensip ediniyor. İnsana hedef koymak Onun prensiplerindendir ve ibarenin bittiği yer şu. ve minha cair. İlginç, zira bazı yollar saptırıcıdır.

Minha da ki “ha” yola, sebiyle gider manevi müennestir, dişildir. Bazı yollar saptırıcıdır. Yolcudan söz etmiyor dikkat buyurun, yoldan söz ediyor. Onun için yolcu yolunu düzeltmeden kendini düzeltemez. Dolayısıyla eğer yolcuyu düzeltmek istiyorsanız, önce yolun istikametini düzeltin. Çünkü yanlış yolda doğru yürünmez. Önce doğru yol, sonra doğru yolcu. Onun için ve minha cair diyor. sapan yolcu, sapmış bir yolda yürüyor demektir.

ve lev şâe lehedaküm ecme’ıyn eğer Allah dileseydi hepinizi doğru yola yöneltirdi.

Sözün gelişinden kolaylıkla şu anlaşılmıyor mu; fe lem yeşa’ fakat dilemedi. Fahvel hitab, yani söz gelimi bunu veriyor. Eğer Allah dileseydi hepinizi doğru yola yöneltirdi, fakat dilemedi. Onu anlıyoruz. İbarenin başındaki “lev”, tasarım dışı bir şeyin, farzı muhal bir şeyin düşünülmesi demektir. Yani Allah bunu dilemedi ama, eğer dileseydi yapardı demektir.

Neyi diledi? İradeyi diledi. İnsanın kaderi olarak seçmeyi diledi, seçmemizi diledi ve seçimimizin sonucundan da sorumlu olmamızı diledi. Onun için seçip, seçiminizin sonucunu Allah’a yıkamazsınız. Mazeret gösteremezsiniz. Ki bu surede gelecek ilerde. Müşrikler şirk koşmalarına mazeret olarak Allah’a olan inançlarını ileri sürüyorlar ve eğer Allah dileseydi biz putlara tapmazdık diyorlar. Şuna bakınız, “Müşriklerin kader inancı” na bakınız, ancak bu kadar istismar edilebilir. Onun için burada fakat dilemedi. Neyi diledi? seçmeyi diledi. İnsanın kaderi seçmektir. İradeyi diledi şeklinde anlamak durumundayız.

 

10-) “HU”velleziy enzele mines Semai maen leküm minhu şerabun ve minhu şecerun fiyhi tüsiymun;

“HÛ”; ki sizin için semâdan bir su indirdi… İçilen de ondandır, (hayvanları) otlatmakta olduğunuz bitkiler de ondandır. (A.Hulusi)

010 – O odur ki Semâdan bir su indirdi. size ondan bir içecek var, yine ondan bir ağaç ki hayvan yayarsınız. (Elmalı)

 

“HU”velleziy enzele mines Semai mae O’dur suyu gökten indiren leküm minhu şerabun ve minhu şecerun fiyhi tüsiymun ondan hem siz içersiniz hem de hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler içer. Gelecek bir dakika..!

 

11-) Yünbitü leküm Bihizzer’a vezzeytune vennahıyle vel a’nabe ve min küllis semarat* inne fiy zâlike le ayeten li kavmin yetefekkerun;

Onunla (o su ile) sizin için ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her türlüsünden bitirir. Muhakkak ki bunlarda düşünen toplum için bir işaret vardır! (A.Hulusi)

011 – Onunla size ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler türlüsünden meyveler bitirir, elbette bunda tefekkür edecek bir kavim için bir âyet var. (Elmalı)

 

Yünbitü leküm Bihizzer’a vezzeytune vennahıyle vel a’nabe ve min küllis semarat onunla sizin için ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzümler ve daha nice nice ürünler bitirir O. inne fiy zâlike le ayeten li kavmin yetefekkerun unutmayın ki bütün bunlarda düşünen bir toplum için mutlaka bir ibret vardır, bir ders vardır, bir ders çıkarılır.

Peki, nedir? Bu son ayetten ne ders çıkarabiliriz? Bakınız, özellikle son iki ayet “HU”velleziy enzele mines Semai mae suyu O indirdi diyerek başladı, ondan sonra bitkilere geçti. Açıktır değerli dostlar. Ders ayet şu: Tıpkı fiziki hayatın kaynağı su olduğu gibi, manevi hayatın suyu da vahiydir, tek kaynaktan beslenir ve tüm var oluşun kaynağı da tektir, oda Allah.

Su mide yangınınızı, vahiy yürek yangınınızı söndürür. O halde siz eğer bir ağaçtan meyve bekliyorsanız öncelikle onu sulamanız gerekmez mi ve siz ağaca teşekkür ediyorsunuz da suyu unutuyorsunuz. Hele hele suyu vereni unutmanızın ne büyük bir cinayet olduğunu biliyor musunuz. Onun için siz vahye bakacaksınız, vahyi getirene bakacaksınız ve onlardan yola çıkarak vahyi göndereni göreceksiniz. Yani suyun kaynağını. Onun için ne kadar açık ve ne kadar beliğ dersler değil mi? Mutlaka bir ders vardır diyorsa, mutlaka bir ders vardır efendim, alana tabii ki. Devam ediyor derslerimiz;

 

12-) Ve sahhare lekümülleyle vennehare veşŞemse vel Kamer* venNücumu müsahharatün Bi emriHİ, inne fiy zâlike leâyâtin likavmin ya’kılun;

Geceyi, gündüzü, Güneş’i (enerji kaynağı olması) ve Ay’ı (çekim gücüyle hormonları harekete geçirip tüm duyularınızı etkilemesi ile) size hizmet veren kıldı… Yıldızlar da (yaydıkları dalgalarla) O’nun hükmünü yansıtarak hizmet verenlerdir… Muhakkak ki bunda aklını kullanabilen topluluk için bir işaret vardır! (A.Hulusi)

012 – Hem sizin için geceyi ve gündüzü ve Şems-ü Kameri teşhir buyurdu, bütün yıldızlar da onun emrine müsahhardırlar, elbette bunda aklı olan bir kavim için âyetler var. (Elmalı)

 

Ve sahhare lekümülleyle vennehare veşŞemse vel Kamer ve O’dur sizin yararlanmanız için geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yasalara boyun eğdiren. Ve sahhare leküm sizin için yasalara boyun eğdiren diye çevirmek, en doğru çeviridir. Yani bize değil, bizim için yasalara tabi kıldı. Bize tabi kılsaydı birimiz kışı isterken diğerimiz yazı, birimiz güzü isterken birimiz baharı isterdi. Ama bizim için yasaya tabi kıldı, yasaya tabi kıldığı eşya bize hizmet ediyor. Tabii devamı var ve en sonunda dersimizi de alacağız.

venNücumu müsahharatün Bi emriH zaten bütün yıldızlar onun emrine amade olmuşlardır. inne fiy zâlike leâyâtin likavmin ya’kılun iyi bilin ki bütün bunlarda aklını kullanan bir toplum için mutlaka alınacak bir ders vardır.

Bir üstte yetefekkerun derin düşünenler. Burada, aklını kullananlar. Yani akıl olarak gelmez Kur’an da hiç. İsim olarak kullanılmaz. Akıl sözcüğü hiç kullanılmaz. Kur’an ın indiği çağda kullanıldığı halde Kur’an da kullanılmaz. Bu bilinçli bir seçimdir. Hep fiil olarak kullanılır. Çünkü Kur’an çalışmayan kafayı yok sayıyor. Kullanılmayan aklı, yani fiili olarak, aktüel ve aktif olarak kullanılmayan bir aklı yok sayıyor, akılsız diyor ona. Bu çok önemli. Fiil olarak gelmesinin, eylem olarak gelmesinin sebebi bu. Akıl fonksiyonel ise akıldır Kur’an a göre. Fonksiyonel değilse akıl yoktur Kur’an a göre.

Evet, ne alacağız? Hangi ders..! Bir ders varmış, mutlaka varmış. Gece-gündüz, güneş- ayın amacı senin var oluşun ise senin var oluş amacın ne diye hiç düşünmez misin. Seni ısıtsın ve aydınlatsın diye doğan güneş, senin amacını sana gösteren bir ayettir aynı zamanda. Onun için eğer sen güneşten daha çaplı yaratılmışsan, yani o sana hizmet ediyorsa, sen daha üst bir varlığa hizmet etmek durumundasın. Anlasana ey insanoğlu. Niçin kaçamak yapıyorsun. Evet bu, amaç bu.

Şaheser amaçlı olur. Ey insan Allah’ın şaheserisin. Sen ilahi inşanın nesnesi, yer yüzünün, hayatın inşasının öznesisin. Sen Allah’ın eserisin, hayatın müessirisin. Sen büyük sanatkarın sanatısın yer yüzü tuvalinin de sanatçısısın. O halde işini yap, görevini yap, amacını yap.

 

13-) Ve ma zerae leküm fiyl Ardı muhtelifen elvanüh* inne fiy zâlike le ayeten li kavmin yezzekkerun;

Gene sizin için arzda, muhtelif renklerde yarattığı şeyleri de (size hizmet veren kılmıştır)… Muhakkak ki bu işaret üzerinde düşünecekler için ne dersler var! (A.Hulusi)

013 – Daha sizin için Arzdan muhtelif renklerle yarattıkları, neler var, elbette bunda tezekkür edecek bir kavim için bir âyet var. (Elmalı)

 

Ve ma zerae leküm fiyl Ardı muhtelifen elvanüh ve sizin için yeryüzüne serpiştirdiği, her biri farklı tonlarda rengarenk güzellikler, muhtelifen elvanüh farklı renkler. Ben rengarenk güzellikler diye çevirmeyi, hitabın tabiatına daha uygun buldum. inne fiy zâlike le ayeten li kavmin yezzekkerun kuşkusuz bütün bunlarda da hafızası olup hatırda tutan bir toplum için mutlaka alınacak bir ders vardır. Kim için ama? Hafızalı bir toplum için. Hafızasız toplumlarda mı var?

İçinde yaşadığınız topluma bir dönün bakın isterseniz. Bireyler hafızasını kaybedince ona deli diyorlar. Ama toplumlar hafızasını kaybedince kimse o toplum delirmiş toplum demiyor. (Çağdaş toplum diyorlar hocam..!) Belki ihtiyat ediyorlar. Edeben demiyorlar ama rabbimiz burada açık ediyor olayı ve hafızası olan bir topluma sesleniyor. Hafızanız varsa arşiviniz var, tarihiniz hafızanızdır. Hafızasını kaybetmiş bir toplumun geçmişi yoktur, geçmişi olmayan bir toplumun geleceği olamaz. Ki totaliter yaklaşımları reddettiğini söylememe bilmem gerek var mı bu ayetin.

muhtelifen elvanüh farklı renkler. Yani toptancı yaklaşımlar. Süpürüp alıcı, süpürüp atıcı yaklaşımlar. Farklılıklar hep olacak, muhtelif renkler hep olacak. Gece ve gündüz var oldukça iman ve küfürde var olacak. O halde iyi renklere bakın, iyi olun. Çünkü seçmek, birden fazla alternatifin olduğu durumlarda geçerlidir ve insanın kaderi seçmekse eğer, hep birden fazla alternatifi olacaktır.


14-) Ve “HU”velleziy sahharal bahre lite’külu minhu lahmen tariyyen ve testahricu minhu hılyeten telbesuneha* ve teralfülke mevahıre fiyhi ve li tebteğu min fadliHİ ve lealleküm teşkürun;

“HÛ”; ki denizi, ondan taze et yiyesiniz ve takacağınız süsü çıkarasınız diye hizmetinize verdi… Gemileri, onda yara yara gidenler görürsün… O’nun fazlından isteyesiniz ve değerlendirerek şükredenlerden olasınız diye. (A.Hulusi)

014 – Yine odur ki o, denizi teşhir etmiştir ki ondan taze bir et yiyesiniz ve içinden giyeceğiniz bir ziynet çıkarasınız, gemileri de görürsünüz ki onda yara yara akar giderler, hem fazlından nasip arayasınız diye hem de gerek ki şükredesiniz. (Elmalı)

 

Ve “HU”velleziy sahharal bahre lite’külu minhu lahmen tariyyen ve testahricu minhu hılyeten telbesuneha Yemeniz için taze et, takınıp kuşanmanız için mücevherat çıkarasınız diye denizi, ve teralfülke mevahıre fiyhi ve onun içinde suları yararak akıp gittiklerini gördüğünüz gemileri, ve li tebteğu min fadliHİ ve lealleküm teşkürun onun ihsanından payınıza düşeni arayacağınızı ve bulunca da şükredeceğinizi umarak bir yasaya bağlayan, tabi kılan da yine O’dur.

Açık, 7. ayette eşyanın 3 büyük işlevine değinmiştik, hatırlayın. Burada da var o. Bakınız; Ulaşım, yani denizin 3 büyük işlevi. 1 – ulaşım, 2 – beslenme, 3 – estetik. Evet, 3 ihtiyacımızı da karşılayan bir kucak, ana kucağı gibi. Bir rahm gibi. Hem ulaşım ihtiyacımızı hem beslenme ihtiyacımızı, hem de estetik değer üreten, mücevher çıkardığımız, inci çıkardığımız, mercan çıkardığımız, kıymetli taşlar çıkardığımız bir mekana dikkat çekiyor. Bu aslında ayrıntılar değil, asıl vermeye çalıştığı eşyanın 3 boyutlu işlevi.

 

15-) Ve elka fiyl Ardı revasiye en temiyde Biküm ve enharen ve sübülen lealleküm tehtedun;

Sizi sarsmaması için arzda sâbit dağlar (sâbit işlevli organlar); yolunuzu bulup hakikate eresiniz diye nehirler (ilim akıtan zevât) ve (meşrebinize uygun) yollar (anlayışlar) oluşturdu. (A.Hulusi)

015 – Hem Arzda ağır baskılar bıraktı ki sizi çalkar diye, hem de nehirler ve yollar, gerek ki doğru gidesiniz. (Elmalı)

 

Ve elka fiyl Ardı revasiye en temiyde Biküm bir yandan sizi sarsmasın diye yer yüzüne kalkmaz, kımıldamaz dağlar, ve enharen ve sübülen lealleküm tehtedun öte yanda yolunuzu bulabilmeniz için nehirler ve yollar yerleştirdi.

 Dağlar, vadiler ve ırmaklar, jeolojik dengenin 2 kutbunu ifade eder Kur’an da. Allah’ın yaratışındaki dengeye bir atıftır bu. İnsanın yeryüzündeki fiziki yollarını var eden Allah, insanın ebedi dünyada sonsuz mutluluk yolunu ihmal eder mi, mesajı var burada. İhmal etmez. Yani dağı yarattı, yer yüzünü dengede tutmak için. Ama dağlar bir yerden geçit verir. Dağların verdiği geçitlerde ya su yol bulur, ya insan yol bulur. Su yolunu bulursa da suyun içinde insan yol bulur. Dolayısıyla senin yol bulman için geçit veren yerler yarattı fiziki olarak ey insanoğlu. Ya senin ebedi saadetin için geçit veren yollar yaratmaz mı. Bu, mesaj açık.

 

16-) Ve ‘alamat* ve BinNecmi hüm yehtedun;

Daha nice alâmetler! Necm (yıldız – hakikat ehli {ashabım gökteki yıldıza benzer; hangisine uyarsanız hakikate erdirir… hadisi}) olarak hakikate erdirir! (A.Hulusi)

016 – Ve alâmetler, yıldızla da onlar yol doğrulturlar. (Elmalı)

 

Ve ‘alamat daha bir nice işaretler var. ve BinNecmi hüm yehtedun ki bunların sadece biri olan yıldızlarla onlar yollarını bulurlar. Burada da açık. Vahyin işlevine bir atıf. O yıldız gibidir, tabiatta öyle. Gerisi insana kalmış. Unutmayın yıldız yol gösterir, fakat görene. Yolu gösterir, yıldıza binip de gitmezsiniz. Size yol gösterir, fakat görene. Ama bazısı yıldızları çok küçük sanırlar. Kusuru gözlerinde değil, yıldızda ararlar. Şairin dediği gibi;

Yıldızlar bakana küçük görünürler ama günah yıldızların mı? Günah senin gözünün, günah senin. Çünkü sen onları küçük görüyorsun. Fakat senin küçük görmenle yıldızlar küçülmez ki. Onun için doğru bakmak, vahyin büyüklüğünü görmek gerekiyor.

 

17-) Efemen yahluku kemen lâ yahluk* efela tezekkerun;

Yaratan, yaratmayan gibi midir? Düşünüp değerlendiremiyor musunuz? (A.Hulusi)

017 – İmdi yaratan yaratamayana benzer mi? Artık siz bir tezekkür etmez misiniz? (Elmalı)

 

Efemen yahluku kemen lâ yahluk imdi bakın, bütün bunlardan sonra. Yani yeni bir pasaj ama yukarıdakileri toplayan bir ayet. Bakın hiç yaratan zat, bir şey yaratmayan birileri ile kıyaslanabilir mi. efela tezekkerun hala gerçeğin farkına varmayacak mısınız.

 

18-) Ve in te’uddu nı’metAllâhi lâ tuhsuha* innAllâhe le Ğafûrun Rahıym;

Eğer Allâh nimetlerini saymaya kalksanız, onların ne olduğunu bilerek saymayı başaramazsınız! Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

018 – Halbuki Allahın nimetini saysanız ıhsâ edemezsiniz, her halde Allah çok gafûr, çok rahîmdir. (Elmalı)

 

Ve in te’uddu nı’metAllâhi lâ tuhsuha ve eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız baş edemezsiniz, innAllâhe le Ğafûrun Rahıym iyi bilin ki sınırsız bağışlayan rahmet kaynağı Allah’tır.

Her ayet bir nimettir. Her nimet bir ayettir. Enfüs ve âfâk, iç ve dış, hepsinde birer ayet. Borçlusun ey insanoğlu, Allah’a borçlusun. Onun merhameti ile yaşıyorsun. Evet, borcunu ödemen mümkün değil, çünkü ondan yeni borçlar almak zorundasın. O halde ey insanoğlu borcunu ödeyemeyeceğinin bilincinde ol. Din budur, din deym’den gelir. Deym borç demektir. Allah’a karşı insanoğlunun borçluluk bilincine ermesidir. Borçlu olduğunu bil ve ödeyemeyeceğinin farkında ol ve teslim ol ey insanoğlu.

 

19-) VAllâhu ya’lemu ma tüsirrune ve ma tu’linun;
Allâh gizlediklerinizi de, açığa çıkardıklarınızı da bilir. (A.Hulusi)

019 – Hem Allah neyi sır tutar, neyi ilân edersiniz hepsini bilir. (Elmalı)

 

VAllâhu ya’lemu ma tüsirrune ve ma tu’linun zira Allah içinizde tuttuğunuz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilir.

 

20-) Velleziyne yed’une min dûnillâhi lâ yahlukune şey’en ve hüm yuhlekun;

Allâh dûnunda yöneldikleri, kendileri yaratılmış oldukları için bir şey yaratamazlar. (A.Hulusi)

020 – Allah dan başka yalvardıklarınız ise hiç bir şey yaratamazlar, halbuki kendileri yaratılıp duruyorlar. (Elmalı)

 

Velleziyne yed’une min dûnillâhi lâ yahlukune şey’en ve hüm yuhlekun Allah’tan başka kendilerine yalvarıp yakardığınız varlıklar hiçbir şey yaratamazlar. ve hüm yuhlekun zira onlar kendileri yaratılmışlardır.

Velleziyne formu burada ve Kur’an da ve Arap dilinde bilinçliler için kullanılır. Yani bilinçli varlıklar. Burada kastedilen ölmüş büyükler, ilahlaştırılan aziyzler, peygamberler, veliyler, evliya, yani ölmüş ama öldükten sonra kutsanmış, ilahlaştırılmış insanlar kastediliyor belli ki. Çünkü velleziyne diye başlıyor. Velleziyne yed’une min dûnillâh.

Evet, Hz. İsa’nın dilinden Kur’an o manzarayı bize veriyor değil mi. Ben istemedim Ya rabbi onlardan beni ilahlaştırmalarını diye şikayet ediyordu kendisini ilahlaştıranlardan. Evet, onlar istememişlerdir. Onun için sevgili efendimiz;

– La tutruni kema etrıyyet me Meryem. Fe innema ena abdun,  Fe kuluAbdullahi ve rasuluhu..! Beni de Meryem’in oğlunu uçurdukları gibi uçurup, kaçırıp göçürmeyin. Ben yalnızca bir kulum. Deyin ki Allah’ın kulu ve elçisi. Onun için şahadette abduhu ve resuluhu deriz. İşte bu nebevi tavsiye uyarınca.

Tabii kabir ziyareti eğer mezardakinden bir şey istemek değil, ibret almak içinse peygamberimiz bu ömrünün sonlarında teşvik etmişler.

– Küntü neheytüküm an ziyâretil kubûr.

Daha önce sizi kabir ziyaretinden men ediyordum, yasaklıyordum. Neden? Çünkü cahiliye ile bağları taze idi. Onun için hemen yerin altındaki ya da yerin üstünde ki şeyleri tanrılaştırmaya çok meraklılardı. Böyle bir hastalıkları var. Bu terbiye edildikten sonra “fezûruha” artık ziyaret edebilirsiniz. Çünkü artık o tehlike geçti diyordu. İbret almak için.

[ Atlanan ayet:

21-) Emvatün ğayru ahya’* ve ma yeş’urune eyyane yüb’asûn;

Hayy (hakikat ilmi) olmayan (yaşayan) ölülerdir… Ne zaman bâ’s olunacaklarının da (yeni bir yapıyla yaratılacaklarının) şuurunda değildirler. (A.Hulusi)

021 – Hep ölüdürler, bizzat hayy değildirler ne zaman ba’s olunacaklarına da şuurları yoktur. (Elmalı)

Ayet-i Kerimenin bu mealine göre, müşriklerin tapmış oldukları şeyler, put ve benzeri bir takım cansız varlıklardır.
Bu âyet-i Kerimeyi şu şekilde izah edenler de vardır: O müşriklerin taptıkları şeyler, ölmeye mahkumdurlar. Onlar, devamlı din kalamazlar Onlar, kendilerinin veya kendilerine tapanların ne zaman dirileceğini de bilemezler. Bu izah şekline göre ise müşriklerin taptıkları şeyler, canlı varlıklardır. Her iki izah şekline göre de âyet-i Kerimede müşrikleri kınama vardır. (Taberi)]

 

22-) İlahüküm ilâhun vahıd * felleziyne lâ yu’minune Bil ahireti kulubuhüm münkiretün ve hüm müstekbirun;

İlâh olarak düşündüğünüz, Ulûhiyet sahibi BİR’dir! Sonsuz gelecek yaşamlarına iman etmeyenlere gelince, onların şuurlarını inkâr kaplamıştır ve güçlü bir benlikle yaşamaktadırlar (benliklerini şirk koşanlar)! (A.Hulusi)

022 – İlâhınız bir tek ilâhtır, öyle iken Âhirete inanmayanlar kendilerini büyük sündüklerinden dolayı kalpleri münkirdir. (Elmalı)

 

İlahüküm ilâhun vahıd sizin ilahınız bir tek ilahtır. felleziyne lâ yu’minune Bil ahireti kulubuhüm münkiretün ve hüm müstekbirun sizin ilahınız bir tek ilahtır, fakat ahirete inanmayan kimselerin yürekleri küstahça kibirleri yüzünden bu hakikati inkara meyletti,

Dikkat buyurunuz lütfen, yüreklerin meylinden söz ediyor. Kalp, dönen demektir, bir kararda durmayan demektir, kelime manası da budur. ınkılâp o kökten gelir, münkâlip o kökten gelir. Onun için efendimiz;

– Ya Mukallibel kulûp, ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım.

– Sebbit kâlbi ale diynik kalbimi dinin üzerinde, senin yolunda sabit kıl diye dua ederdi.

Burada evirilip çevrilen kalbin yanlış yerlere akmasından söz ediliyor. Tabii kalp Kur’an da kan pompası anlamında değil, iç dünya anlamında kullanılır, bunu özellikle belirtmeliyim. Çünkü kalbi olanları uyarman için diye bu mealde bir ayet vardır. Yoksa hiç kimse o manada kalpsiz değildir. Demek ki Kur’an ın muhatabında aradığı kalp, kan pompasından başka bir şey.

 

23-) Lâ cerame ennAllâhe ya’lemu ma yüsirrune ve ma yu’linun* inneHU lâ yuhıbbul müstekbiriyn;

Elbette ki Allâh gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir… Muhakkak ki O, benlikleriyle yaşayanları sevmez. (A.Hulusi)

023 – Şüphe yok ki Allah, onların ne gizlediklerini, ne açıkladıklarını hep bilir, her halde o, kibirlenenleri sevmez. (Elmalı)

 

Lâ cerame ennAllâhe ya’lemu ma yüsirrune ve ma yu’linun ziyanı yok, nasıl olsa Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilmektedir. Lâ cerame’yi genelde çevrildiğinin, ya da anlaşıldığının dışında çevirdiğimin farkındayım. Fakat bu konuda özellikle Ragıp El Isfahani’nin müfredatına, ya da Ebul Beka’nın el külliyatına bakarsanız orada neden böyle çevirdiğimin gerekçelerini göreceksiniz.

inneHU lâ yuhıbbul müstekbiriyn şu bir gerçek ki O, büyüklük taslayanları hiç sevmez.

Dikkat buyurunuz, Mekke’nin son ayları, O hiç sevmez. Daha önce gelen ayetler azap ile korkuturlardı. Ama Mekke’ye yaklaşıp hele Medine’ye geçtikten sonra O sever, O sevmez formu sıklaşacak. Yani vahiy terbiye ettiği muhataplarını ceza ile korkutmak yerine, Allah’ın muhabbetinden mahrum kalmakla korkutmayı, onu uyarmayı tercih ediyor. Bu Allah ile insan ilişkisinde ki alınan yola, rafine ilişkiye dikkat çekiştir. Allah severse ne gam. Allah sevmezse zaten belanı bulmuşsundur demektir bu. O sevsin; O sevdirir O severse. O sevindirir O severse. O sevsin yeter ki. Burada verilen şey odur.

 

24-) Ve izâ kıyle lehüm mazâ enzele Rabbuküm kalu esatıyrul evveliyn;

Onlara: “Rabbiniz ne inzâl etti?” denildiğinde, “Öncekilerin efsanelerini” dediler. (A.Hulusi)

024 – Onlara rabbiniz ne indirdi? Denildiği vakit da «eskilerin masalları» dediler. (Elmalı)

 

Ve izâ kıyle lehüm mazâ enzele Rabbuküm kalu esatıyrul evveliyn ve kendilerine; Rabbiniz size ne indirdi diye sorulduğunda hemen eskilerin masallarını, mitolojilerini indirdi derler. Böyle cevap verirler.

Bu ilginç bir yaklaşım Kur’an ın Enam/25 te, Enfarl/31, Nahl/24 te, Kalem/15. Bütün bu ayetlerde özellikle mucize bağlamında Allah’ın kudreti ile bağlantılı olarak anlatılan kıssalara mitoloji iddiasını reddettiğini görüyoruz. Yani Kur’an da anlatılan kıssaların mitoloji, efsane gibi algılanmalarını Kur’an reddediyor. Tarihi bir bilgi olarak verdiğini de Bil Hakk formu ile, özellikle

Nahnu nekussu aleyke nebeehüm Bil Hakk. (Kehf/13) mesela.

Bir kıssa anlatılırken surenin başında böyle gelir. Biz sana bunu hakikatini , gerçeğini anlatıyoruz bu kıssanın. Bunu gerçek olarak anlatıyoruz. Yani piyasada dolaşan böyle bir söylenti var, bu gerçeği. manasına geliyor.

Eskilerin masalları İşte inkarcı yaklaşım bu. Eskinin masalları. Tarihe bakış, geçmişin gerçeklerine bakış, ibret almayan bir bakış, dahası kör bir bakış. Bakan ama görmeyen bir bakış. Kur’an tarihin yasalarını görmemize davet ediyor bizi. Tarihin yasalarını görmeye davet ediyor, çünkü İbn. Haldun’un Mukaddime de dediği gibi; Geçmiş geleceğe, suyun suya benzediğinden daha fazla benziyor. Onun için. Eğer ibret almazsak tekerrür edeceğini ihtar ediyor Kur’an.

 

25-) Li yahmilu evzarehüm kamileten yevmel kıyameti, ve min evzarilleziyne yudıllunehum Bi ğayri ılm* ela sae ma yezirun;

Kıyamet günü hem kendi veballerini bütünüyle yüklenip taşımaları ve ilimsizce saptırdıkları kimselerin veballerinden de (bir kısmını) yüklenmeleri için (böyle söylerler)… Kesinlikle bilin ki, yüklendikleri ne kötüdür! (A.Hulusi)

025 – Şunun için Kıyamet günü kendi veballerini kâmilen yüklendikten başka ilimsizlikleri yüzünden ıdlâl ettikleri kimselerin veballerinden bir kısmını da yüklenecekler, bak ne fena yük yükleniyorlar. (Elmalı)

 

Li yahmilu evzarehüm kamileten yevmel kıyameti, ve min evzarilleziyne yudıllunehum Bi ğayri ılm Böylece kıyamet günü kendi günahlarının yükünü tamamen bilgisizlikleri sebebiyle saptırdıklarının vebalini ise kısmen yüklenirler. ela sae ma yezirun Hele bir bakın şunlara ne berbat bir yükü yükleniyorlar, hele bir bakın.

Hemen burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Hani; ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ (Zümer/7) Kur’an da bir kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenmez diyordu. Ama saptırılanlar, sapanların kısmen yükünü yükleneceği ne demek, vebalini? Aslında hiçbir çelişki yok. Aksine bu ayet öbürünü, o ilkeyi açıklıyor. Yani hem sapanlar hem saptıranlar birbirlerini adres gösterecekler, ben yapmadım o yaptırdı. Mesela sapıtanlar, kendilerini saptıranlara diyecek ki; Benim kusurum, suçum yok bu saptırdı, ben saptım. Saptıranlar da diyecek ki; Benim kusurum suçum yok, ben yapmadım o yaptı, yani sapmayaydı, aklı fikri yok mu. Burada herkes hiç kimseye yıkamayacak demektir. Yani saptıran, saptırdığının vebalini yüklenecek. Ama sapan da suçu öbürüne yıkamayacak. O da aklı ve mantığı Allah kendisine verdiği ve bunu da kullanmadığı için, körü körüne taklit ettiği için o da kendi vebalini götürecek. Yani hiç kimse suçu öbürünün sırtına yıkamayacak şeklinde anlamak doğru anlamaktır.

[Ek bilgi (Hadis);

“Kim, insanları doğru yola davet ederse, ona, kendisine tabi olacak kimselerin mükafattı kadar mükafat vardır. Verilen bu mükâfat, onlardan herhangi birinin mükâfatını eksiltmeyecektir.

Kim de sapıklığa çağırırsa, ona, kendisine uyan kişinin günahı kadar günah vardır. Yüklenilen bu günah da, onlardan herhangi birinin günahını eksiltmeyecektir.” (Müslim, K. el-ÎIm, bab: 16, Hadis No: 2674)]

 

26-) Kad mekeralleziyne min kablihim feetAllâhu bünyanehüm minel kavaıdi feharra aleyhimüs sakfü min fevkıhim ve etahümül azâbü min haysü lâ yeş’urun;

Onlardan öncekiler mekr yaptı… Allâh, onların binalarına temellerinden geldi! Tavan, tepelerinden üzerlerine çöktü ve azap onlara farkında olmadıkları taraftan geldi (umulmadık noktadan girip, umulmadık yerden yıktı)! (A.Hulusi)

026 – Evet, onlardan evvelkiler hileler kurmuşlardı, Allah da kurdukları bünyana kaidelerinden geldi de sekıf, tepelerinden üzerlerine çöktü ve azâb kendilerine duyamayacakları cihetten geldi. (Elmalı)

 

Kad mekeralleziyne min kablihim Doğrusu onlardan öncekiler de zaafı ustaca gizlenmiş düzenler kurmuşlardı. Mekr’i bendeniz böyle anlıyor ve çeviriyorum, zaafı ustaca gizlenmiş düzenler. Mekr, yani hile manasına gelir çıplak anlamı etimolojik olarak. Tuzak, düzen, ama zaafı ustaca gizlenmiş. Zaafı var, hangi tuzağın zaafı yok ki. Ne demişler el hayletü, terkül hilye. İkisi de aynı köktendir. Gerçek güç, hileyi terk etmektir. Evet, asıl hile, hileyi terk etmektir demişler. Ama biz asıl buraya gelelim: Ve anlıyoruz ki öncekiler zaafı gizlenmiş bir takım düzenler kurmuşlar.

feetAllâhu bünyanehüm minel kavaıdi feharra aleyhimüs sakfü min fevkıhim Fakat Allah onların kurdukları temellerinden sarstı ve sonunda üstlerinde ki tavan başlarına göçüverdi. ve etahümül azâbü min haysü lâ yeş’urun zira daha nereden geldiğini anlayamadan azap onlara ulaşmış ve işi bitirmişti. Onun için tepelerine çöktü damları diyor Kur’an.

 

27-) Sümme yevmel kıyameti yuhziyhim ve yekulu eyne şürekâiyelleziyne küntüm tüşakkune fiyhim* kalelleziyne utül ılme innel hızyel yevme vessue alelkafiriyn;

Sonra kıyamet sürecinde onları rezil – rüsva eder ve der ki: “Nerede onlar yüzünden bana karşı çıkıp düşman kesildiğiniz ortaklarım?”… Kendilerine ilim verilenler: “Bugün rezil – rüsvalık ve kötülük, hakikat bilgisini inkâr edenleredir” dediler. (A.Hulusi)

027 – Sonra Kıyamet günü onları rüsva edecek ve diyecek: hani nerede o sizin haklarında şikak çıkarıp durduğunuz şeriklerim? Kendilerine ilim verilmiş olanlar dediler ki: hakikat bütün sefalet-ü zillet bu gün kâfirlerin üstünedîr. (Elmalı)

 

Sümme yevmel kıyameti yuhziyhim ve yekulu eyne şürekâiyelleziyne küntüm tüşakkune fiyhim sonunda kıyamet günü gelecek Allah; Neredeymiş bakalım o uğruna mücadele verdiğiniz ortaklarım diye soracak.

Evet, Yani, haşa Allah’ın ortağı yok fakat orada bir ünlem varmış gibi anlamak lazım. Orada bir kinaye var. Benim bilmediğim ortaklarım mı varmış, gösterin onları bakalım. Yani siz bana ortak koşmakla, bana ait bir özelliği bir başkasına yakıştırmakla aslında benim bilmediğimi düşünüyorsun. Yani benim ortağımı ben bilmiyorum da siz mi biliyorsunuz (haşa) Dolayısıyla burada açıktır kelime; Şürekâiy, nerede imiş şu ortaklarım, gösterin bakalım diyecek kıyamette. Kinaye olarak tabii ki.

Tüşakkun yine bir kelime ayetteki, çıngar çıkardığınız, ayrılık çıkardığınız, mücadeleye girdiğiniz uğruna anlamına gelir.

kalelleziyne utül ılme innel hızyel yevme vessue alelkafiriyn kendilerine ilim verilenler, bugün diyecekler alçaklığın her türü ve kötülüğün daniskası kafirlerin tamamının üzerine olsun diyecekler. Tabii ki hesap gününde.

 

28-) Elleziyne teteveffahümül Melaiketü zâlimiy enfüsihim* feelkavüs seleme ma künna na’melü min sû’* belâ innAllâhe Aliymun Bima küntüm ta’melun;

Nefslerine zulmedici olarak (şirk ile) yaşarken meleklerin vefat ettirdiği kimseler: “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk” diyerek teslim olurlar… “Hayır! Muhakkak ki Allâh yaptıklarınızı Aliym’dir.” (A.Hulusi)

028 – Onlar ki Melekler onları nefislerinin zalimleri olarak kabzederler de o vakit bakarsın şöyle diyerek teslim olmuşlardır: biz bir kötülükten yapmıyorduk, hayır, Allah sizin ne maksatla yaptığınızı tamamen biliyor. (Elmalı)

 

Elleziyne teteveffahümül Melaiketü zâlimiy enfüsihim O kimseler ki, kendi kendilerine kötülük etmeyi sürdürmüşler, melekler onların canlarını almışlardı. Yani kendi kendilerine zulmederken melekler canlarını almışlardı. O halde iken canlarını almışlardı.

Burada çok önemli, Zalimiy en füsihim kendi kendine zulmetmek. Nedir bu? Zulüm bir şeyi yerinden etmektir. Allah’ın koyduğu yerden alıp bir başka yere koymak.

Şirk en büyük zulümdür, neden?Çünkü; İnsan yaratılmış bir varlıktır. Yaratılmış bir varlık olarak insan, yaratıcısını atayamaz. Yaratıcısını tayin edemez. Çünkü yaratıcısı onu atamıştır. Memur, amirini atayamaz. İnsan eğer Allah’a ait bir niteliği bir başkasına yakıştırıyorsa, bu haddini aşmış, Allah’ın koyduğu kulluk noktasından çıkmış, yaratıcı tayin etme noktasına geçmiş demektir. Onun için kendine zulmediyor. Bu bir tek değil, bu zülüm silsile zulmü getiriyor. Eğer yaratıcı tayin etmeye kalkmışsa kendisi bu kez kulluğunu unutur. Çünkü artık yaratıcı tayin etmeye başlamıştır. İlah tayinine, tanrı tayinine başlamış. Hiç insan tayin ettiği bir tanrının kulluğunu yapabilir mi? Bu da ayrı bir sahtekarlık. Onun için birçok zulüm iç içe.

Şirk birçok zulmün bir araya toplandığı zulümler mecmuasıdır. Evet, şirk.

(Üstteki ayetten tekrar; kalelleziyne utül ılme innel hızyel yevme vessue alelkafiriyn kendilerine ilim verilenler, bugün diyecekler alçaklığın her türü ve kötülüğün daniskası kafirlerin tamamının üzerine olsun.)

Elleziyne teteveffahümül Melaiketü zâlimiy enfüsihim O kimseler ki kendi kendilerine kötülük etmeyi, sürdürürlerken melekler onların canlarını aldılar. feelkavüs seleme ma künna na’melü min sû’ İşte hesap günü bunlar teslim sancağını çekerek; Biz yaptıklarımızı kötülük olsun diye yapmamıştık. Yani kötülük olacağını bilerek yapmamıştık diyecekler. Mazeret ileri sürecekler. Allah’a ait bir özelliği bir başkasına atfetmenin, Allah nezdinde ki tanımı bu. Ama mazeret ileri sürecekler. Niyetimiz onları tanrılaştırmak değildi diyecekler ki Enam/23 te yine çok daha açık bir biçimde mazeret var. Yani yaptığımızın bu anlama geldiğini bilmiyorduk mazeretine sığınacaklar. Evet, tabii çok geçersiz bir mazeret.

belâ innAllâhe Aliymun Bima küntüm ta’melun Yoo..! yoo..! denilecek kendilerine unutuyorsunuz ama Allah yapmış olduğunuz her şeyi eksiksiz bilir. Yani burada söylenen açık, niyetinize göre yargılar. İç dünyanızda aslında biliyordunuz, dışardan fark edilmeyecek sanıyordunuz.

– İnnemel amalü bin niyat..

İşte burada gündeme geliyor. Ameller, tasavvurlara göre değerlendirilir. Asıl tasavvurda başlar sapma. Tasavvurda ki milimetrik bir sapma eylemde kilometreye ulaşır. Çünkü İnsanın düşüncesini düzeltmeden eylemini düzeltemezsiniz. Eylem düşüncenin zaten doğal sonucudur. Bir insan yanlış düşünüyorsa doğru yapamaz. Yanlış tasavvur ediyorsa doğru düşünemez. Onun için tasavvur düşüncenin ana rahmi, düşünce eylemin ana rahmidir. Siz daha merkezinde yamultmuşsanız, merkezde açı yamulmuşsa, yol aldıkça bu aralık daha da açılacaktır. Bu, bu anlama gelir.

 

29-) Fedhulu ebvabe cehenneme halidiyne fiyha* felebi’se mesvel mütekebbiriyn;

“O hâlde, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere cehennemin kapılarına girin! Mütekebbirun’un (benlikli – kibirlilerin) yeri ne kötüdür!” (A.Hulusi)

029 – Onun için girin bakalım Cehennemin kapılarına: içinde kalmak üzere, bak artık mütekebbirlerin mevkii ne fena? (Elmalı)

 

Fedhulu ebvabe cehenneme halidiyne fiyha haydi o halde içerisinde yerleşip kalmak üzere cehennem kapılarından girin. felebi’se mesvel mütekebbiriyn işte büyüklük taslamayı şöyle çevireyim; Kişiliğinin bir parçası haline getirenlerin varıp duracağı yer ne berbat bir yerdir. Mütekebbiriyn’i büyüklük taslamayı, küstahça böbürlenmeyi kişiliğinin bir parçası haline getirmek biçiminde ki çevirinin nedeni şu; mütekebbir isim olmuştur, fiil olmaktan çıkmıştır. İsim haline gelmiştir, yani kibir onun adı haline gelmiştir. İnsan kibri kişiliğinin bir parçası haline getirmeden mütekebbir denmez. Belki şu kibirdir denilir. Şu hareketin kibirdir. Fakat her kibir işleyen mütekebbir olmaz. Onun bir parçası haline gelecek ki ismi olsun.

 

30-) Ve kıyle lilleziynettekav ma zâ enzele Rabbüküm* kalu hayra* lilleziyne ahsenu fiy hazihid dünya hasenetün, ve le darul ahireti hayr* ve le nı’me darul müttekıyn;

Allâh’tan korunanlara: “Rabbiniz ne inzâl etti?” denildi… “Hayır” dediler… Şu dünyada güzel davrananlara güzellikler vardır… Gelecekteki vatan ise elbette daha hayırlıdır… Muttakilerin vatanı ne güzeldir! (A.Hulusi)

030 – Allah dan korkup korunanlara ise «rabbiniz ne indirdi? Denildiğinde «hayır» demişlerdir» bu Dünyada güzel iş yapanlara güzel bir mükâfat var ve elbette Âhiret yurdu daha hayırlıdır, Muttakilerin yurdu da ne hoş. (Elmalı)


Ve kıyle lilleziynettekav ma zâ enzele Rabbüküm bir de sorumluluk bilincine sahip olanlara sorulacak; Rabbiniz size ne indirdi? kalu hayran onlar; iyilik, güzellik indirdi diyecekler. lilleziyne ahsenu fiy hazihid dünya haseneh iyilikte sebat gösterenler bu dünyada iyilik bulacaklar. ve le darul ahireti hayrun. Evet bu çok önemli. Ama öte dünya yurdu çok, ama çok daha hayırlı olacak. ve le nı’me darul müttekıyn ve elbet güzeldir Muttakilerin yurdu. Allah’tan sakınanların, O’na saygı duyanların, O’na karşı sorumluluk bilinciyle hareket edenlerin ebedi yurdu çok güzel olacaktır.

Burada rabbimiz, daha doğrusu vahiy insanda ebedi dünyayı inşa ediyor. Geçici ile ebedi, kalıcı arasındaki farkı fark edecek bir zihin inşa ediyor.

 

31-) Cennatu Adnin yedhuluneha tecriy min tahtihel enharu lehüm fiyha ma yeşaun* kezâlike yeczillâhul müttekıyn;

(Muttakilerin vatanı) Adn cennetleri… Altlarından nehirler akan o cennetlere dâhil olurlar… Orada her diledikleri kendilerinindir… Allâh, takva ehlini işte böyle cezalandırır! (A.Hulusi)

031 – Adin Cennetleri, ona girecekler, altından nehirler akar, onlara orada ne isterlerse var, işte Allah muttakilere böyle mükâfat eder. (Elmalı)

 

Cennatu Adnin yedhuluneha tecriy min tahtihel enhar tabanından ırmakların çağıldadığı kalıcı mutluluğun merkezleri olan cennetlere girecekler. Cennetu adnn, daha önce bir ayette tefsir etmiştim ama hatırlayamadım hangi ayette Adnn; Ma’din. Maden de oradan gelir. Bir şeyin merkezi, üretildiği yer demektir. Adnn cenneti, güzelliğin üretildiği yer demektir. Yani cennet budur, güzelliğin merkezidir. Güzelliğin üretildiği ana merkez üssüdür. Cennet budur.

lehüm fiyha ma yeşaun orada istedikleri her şeyi bulacaklar kezâlike yeczillâhul müttekıyn Allah sorumluluk bilincine sahip olanları işte böyle ödüllendirecektir.

 

32-) Elleziyne teteveffahümül Melaiketü tayyibiyne yekulune Selâmün aleykümüdhulul cennete Bima küntüm ta’melun;

Melekler, temiz inançlı oldukları hâlde vefat ettirdiği (bedenden ayırdığı) o kimselere: “Selâmun aleyküm! Yaptıklarınızın getirisi olarak, girin cennete!” derler. (A.Hulusi)

032 – Onlar ki Melekler onları hoş hoş kabzederler «selâm, size girin, Cennete, çünkü çalışıyordunuz» derler. (Elmalı)

 

Elleziyne teteveffahümül Melaiketü tayyibiyne yekulune Selâmün aleykümüdhulul cennete Bima küntüm ta’melun Bunlar meleklerin; selam olsun sizlere, ne mutlu size, gözünüz aydın. Yapmış olduklarınızdan dolayı cennete girin diyerek canlarını aldığı kimseler olacaktır.

Yukarıdakinin tam tersi, zıddı. zâlimiy enfüsihim hatırlayın, kendine zulmedenler. Burada ki tayyibiyn de kendine güzellik edenler, kendine iyilik edenler. Kendine bir iyilik yap, Allah ile sıcak bir ilişki kur. Evet, kendine iyilik etmiş olursun.

 

33-) Hel yenzurune illâ en te’tiyehümül Melaiketü ev ye’tiye emru Rabbik* kezâlike fealelleziyne min kablihim* ve ma zalemehümullâhu ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun;

(Onlar iman etmek için) ille meleklerin gelmesini (fiziki ölüm) yahut Rabbinin hükmünün (bir azabın) gelmesini mi bekliyorlar?.. Onlardan öncekiler de işte böyle yapmıştı! Allâh onlara zulmetmedi; onlar kendi nefslerine zulmediyorlardı. (A.Hulusi)

 033 – O kâfirler başka değil ancak kendilerine o meleklerin gelmesine veya Rabbinin emri gelmesine bakarlar, onlardan evvelkiler de böyle yaptılar ve onlara Allah zulmetmedi ve lâkin kendileri nefislerine zulmediyorlardı. (Elmalı)


Hel yenzurune illâ en te’tiyehümül Melaiketü ev ye’tiye emru Rabbik şu berikiler; Hitabın muhatabı değişti, şu berikiler başka değil sadece meleklerin ya da rablerinin helak emrinin kendilerine gelmesini bekliyorlar öyle mi? Yani şu ötekiler rablerinin helak emrinin gelmesini mi bekliyorlar.

Şimdi hemen bu noktada baştaki ayete, 1. ayete dönmenin tam zamanı. Hani niye acele ediyorlardı ki diyordu ya surenin girişinde. Acele etmelerine gerek yok ki. Nasıl olsa gelecek, geldi bilin diyordu hatta. Geldi bilin. Eta emrullah geldi bilin Allah’ın emrini Eta emrullahi fela testa’ciluh (1) öyle acele etmelerine gerek yok. Yani işte oraya bir atıf la anlayalım bu ayeti.

kezâlike fealelleziyne min kablihim onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Bir gönderme, geçmişe bir atıf. Yani Allah ile ayaklaşmaya başlayıp ta; Kim yıkabilir bizim saltanatımızı, kim dokunabilir, kimin gücü yeter demeye başladı mı uygarlık ve o uygarlığın mensupları, bilin ki sonun başlangıcı gelmiştir ve bilin ki bir gün kütür kütür gideceklerdir. Böyle müstekbirce, böyle küstahça Allah’a baş kaldırmaya başlayan tüm yapılar, gücü ne olursa olsun Allah onlara nasıl yıkacağını, bizzat yıkarak öğretir. Çünkü inşa etmek için imha eder Allah.

ve ma zalemehümullâhu ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun Onlara zulmeden Allah değildir ki, aksine onlar kendi kendilerine zulmettiler.

İlginç, gerçekten insanın tüylerini diken diken eden bir hitabı var. Allah zulmetmez kimseye.

..ve ma ene Bi zallamin lil ‘abiyd (Kaf/29)

Kur’an da açıkça ifade buyruluyor. Ben kullarıma asla zulmetmem. Hatta doğru çevirisi şudur; çünkü nefyin haberi “B” harfi cerriyle gelmiştir Arap dilinde. Bunun karşılığı şudur; Benim kullarıma zulmetme ihtimalim bulunmamaktadır. Tam çevirisi budur. Böyle bir ihtimal yok. Ya kim zulmediyor? Kişi kendisine zulmediyor.

Şu ayeti de hemen yanına koyun; ve mâ zalemûna ve lâkin kânû enfüsehum yazlimûn (Bakara/57) Bu da farklı bir form.

Ve mâ zalemûne bize zulmetmediler, kendilerine zulmetmediler. Yani onlar zulmetmekle ne bize zulmetmiş oldular, ne zulme uğradıklarında benim zulmüme uğramışlardır diyor rabbimiz. Kendilerine zulmediyorlar.

 

34-) Feesabehüm seyyiatü ma amilu ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun;

Bu yüzden yaptıklarının getirisi olan kötülükler kendilerine isâbet etti ve kendisiyle alay edip durdukları şey kendilerini çepeçevre kuşattı. (A.Hulusi)

034 – Onun için amellerinin fenalıkları başlarına musîbet oldu ve istihza ettikleri şey kendilerini sarıverdi. (Elmalı)

 

Feesabehüm seyyiatü ma amilu ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun en sonunda yaptıkları kötülüklerin hedefi haline geldiler. Alay edip durdukları şey tarafından çepe çevre kuşatıldılar ve yok oldular.

Beklemiyorlardı, Allahsız bir hayat inşa etmişlerdi. Kariyer planlamalarına Allah’ı koymamışlardı. Allah’tan bağımsız bir mutluluk tasarımı tasarlamışlardı. Fakat sökmedi, olmadı, olmayacak bir şeydi. Allah’tan bağımsız bir hayat alanı yoktu ki. Bunu bilemediler.

Bu sureden önceki hicr ve İbrahim surelerinde geçmiş medeniyetlerin, uygarlıkların nasıl yıkılıp gittiklerine bir atıf aslında ve belki bugün de tüm muhataplarının aklından çıkarmamaları gereken şu ebedi gerçeği söylüyor Kur’an; Ey insanoğlu Allah’a rağmen hiçbir yapıyı ayakta tutamazsın. Akıllıysan Allahsız bir alan tasarımından vazgeç ve Allahsız mutluluk tasarlama. Allah anlam demektir, hayatın anlamını yok etmiş olursun.

Rabbimizden hayatına Allah ile anlam katan, Allahlı bir hayat yaşayan bir kul olmayı tazarru ve niyaz ediyoruz. Rabbimizden bizi sevmesini, bizi sevdirmesini ve bizi sevindirmesini niyaz ediyoruz.

 

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 24 Şubat 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın