RSS

İslamoğlu Tef. Ders. HACC SURESİ (025-048)(105)

13 Tem

231

        “Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

         “BismillahirRahmanirRahıym”


Değerli Kur’an dostları bugün dersimize Hac suresinin 25. ayeti ile kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 Daha önceki ayetler ilahi ceza ve ilahi mükafat, ilahi ödülü hak edenlerin akıbetini anlatıyordu. O ayetlerin ardından Kur’an yine sözü, küfrü hayat tarzı haline getirmiş, Allah ile ilişkisini bozmuş. Dolayısıyla sadece rabbine değil kendisine karşı da yabancılaşmış insana getirerek şöyle buyuruyor;


        25-) İnnelleziyne keferu ve yesuddune ‘an sebiylillâhi vel Mescidil Haramilleziy ce’alnahu linNasi sevaenil akifü fiyhi vel bad* ve men yürid fiyhi Bi ilhadin Bi zulmin nüzıkhu min azâbin eliym;

        Muhakkak ki hakikat bilgisini inkâr edenler; hem yerleşik olan hem de dışarıdan gelen insanlar için eşit kılınan Mescid-i Haram’dan ve Allâh yolundan alıkoyanlardır… Kim orada hakikatin gereğine ters düşerek ve zulmederek yanlış yaparsa, ona elim azaptan tattırırız. (A.Hulusi)

 25 – Amma şunlar ki küfür ettiler hem Allah yolundan ve o Mescidi haramdan meni’ ediyorlar ki biz onu, mukîm ve misafir içinde müsavi olmak üzere, umum insanlar için yapmışız ve her kim onun içinde zulüm ile ilhat ile bir irade ederse ona muhakkak elîm bir azâb tattırırız. (Elmalı)


İnnelleziyne keferu ve yesuddune ‘an sebiylillâhi vel Mescidil Haramilleziy ce’alnahu linNasi sevaenil akifü fiyhi vel bad küfürde direnenleri Allah yolundan ve yerli, yabancı ayırımı gözetmeden bütün insanlar için tayin ettiğimiz mescidi haram dan alıkoyanları ve men yürid fiyhi Bi ilhadin Bi zulmin oralı olmayı, yani mescidi haramın etrafında oturmayı, yerli olmayı mescidi haramın hemşehrisi olmayı sapıklığa ve haksızlığa bile isteye vesile kılanlar nüzıkhu min azâbin eliym işte bütün bunları can yakıcı bir azaba terk edeceğiz.

 Gerçekten de üzerinde durulması gereken bir ayet. Sureye adını veren ayetler grubu bu ayetle başlıyor. Hac ayetleri. Onun içinde hac suresi denilmiştir.

 Yukarıda sevaen kelimesi ayetin anahtarı. Eşit, benzer demektir, fakat bu bağlamda ayırım gözetmeden diye çevirmek gerekir. Neden? Ne demek ister? Ayrım gözetmek ne demek. Kiminle kim arasında. Aslında ayette o da var. Ayette açıkça el akifü fiyhi vel bad yerli, yabancı. Orada oturan, dışarıdan gelen ayırımı kastediliyor.

 Aslında burada dini değerlerin, manevi değerlerin bir sektöre dönüştürülmesi, istismar edilmesi gündeme getiriliyor. Bunu istismar edenlerin yüzüne vuruluyor.

 Nasıl yapıyorlardı bunu Mekkeliler? 2 örnek verebilirim, bir çok örnek varda. Mesela onlar Arafat’a, vakfeye çıkmıyorlardı. Kendileri en uzak mahal olarak hac sırasında, ki hac; İbrahim’î bir gelenek. Hz. İbrahim’den kalan tevhidi bir geleneğin kalıntılarıydı. Onlar Müzdelife’ye kadar gidiyorlar ve diyorlardı ki; Biz yerliyiz, biz Mescidi haramın carıyız, komşusuyuz, hemşerisiyiz onun içinde bize Arafat’a kadar gitmek gerekmez. Arafat’a dışardan gelenler gitsinler. Onlara vaciptir diyorlardı.

 Tabii bu manevi değerleri istismar etmek anlamına geliyor. Bir de manevi değerleri maddeye dönüştürme anlamına gelen şeyler yapıyorlardı, onlara da şu örneği verebilirim. Dışardan gelenlerin elbiseleriyle günah işledikleri gerekçesiyle ya çıplak tavaf etmelerini, ya da kendilerinden elbise kiralamalarını istiyorlardı. Bu Mekkeliler için bir sektöre dönüşmüştü. Oysaki kendileri de elbiseleriyle günah işliyorlar, hem de günahın en ağırı olan puta tapıyorlardı. Fakat dışardan gelenleri yerli yabancı ayırımı gözeterek, bir ayrımcılık yaparak böyle bir şeye mecbur tutuyorlar, bununla da bir kazanç kapısı açıyorlardı.

 İşte burada ve men yürid fiyhi Bi ilhadin Bi zulmin diye iki türlü suç işlediklerine dikkat çekiliyordu. Biri sapıklık, 2. si zulüm. Sapıklıktı; Çünkü Allah’ın buyurmadığını, onlar; Allah buyurmuş gibi takdim ediyorlar, yani ilave kutsallıklar icat ediyorlardı. Kutsallığın mucidi olmak gibi bir şirke tevessül ediyorlardı. Çünkü kutsallık sadece Allah tarafından konulur. Kudüs olan O’dur. Ama onlar Allah’a ait olan bu vasfı kendilerine de ayırıyorlar ve kutsallık tanımlıyorlardı. Bu sapıklıktı. İlhad. Ama zulümde yapıyorlar çünkü bunu zulümlerine alet etmek için yapıyorlardı. Ki biraz önce verdiğim örnekte görüldüğü gibi.

 Hatta bir 3. örnek olarak Hz. İbrahim’in Kâbe’sinin kapısı çift idi. Giriş ve çıkış. Şu anda çıkış kapısının yerini, gidenler bakarlarsa kapının tam arka duvarına, orada görürler. Yani orası sonradan örülmüştür. Ve hemzemin idi. Yerle birdi. Bu her gelen Kâbe’nin içinde de ibadet edebilsin diye idi. Ama müşrikler hemzemin olan kapıyı yükselttiler. İnsan giremeyecek kadar. Arka kapıyı da kapattılar. Yani kontrol altına aldılar. Bundan maksatta onu birilerine rüşvet vermek, Yani Kâbe’nin içine girişi bir imtiyaza dönüştürmek istiyorlardı. Yani onu da sektöre çevirmek istiyorlardı. Bunun için yaptılar.

 O nedenle bu ayette özetle dini değerlerin istismarını reddeden bir içerik var. Hepimiz ve herkes için. Her zaman ve her zemin için mukaddes değerlerin istismarına karşı ilahi bir uyarı.

 

         26-) Ve iz bevve’na li İbrahiyme mekânel Beyti en lâ tüşrik Biy şey’en ve tahhir BeytiYE littaifiyne vel kaimiyne verrukke’ıs sücud;

        Hani biz İbrahim’e Beyt’in mekânını hazırlamıştık da: “Bana bir şeyi ortak koşma! Beytimi, tavaf edenler, (benlikleriyle) ayakta yönelenler ve secde (benliksiz) ile rükû edenler (boyun eğenler) için arındır!” (A.Hulusi)

 26 – Hem unutma o vakti ki o beytin yerini İbrahim’e şöyle diye hazırlamıştık: sakın bana hiç bir şey şirk koşma, ve beytimi dolaşanlar ve duranlar ve rükua sücuda varanlar için tertemiz et. (Elmalı)


Ve iz bevve’na li İbrahiyme mekânel Beyt hani biz İbrahim’in tabii ki inşa ve ihya etmesi için bu ibadet evinin yerini tespit ettiğimiz zaman en lâ tüşrik Biy şey’en ve tahhir BeytiYE littaifiyne vel kaimiyne verrukke’ıs sücud bana hiçbir şeyi ortak koşmadığın gibi, mabedinde tavaf edecekler ve ona doğru kıyama durup rukû ve secdeye kapanacaklar için orasını temiz tutacaksın, piru pak kılacaksın. Arı ve duru tutacaksın diye talimat vermiştik.

 Mabedimi temiz tutacaksın emri ilahisinden anlıyoruz ki burada kurulan mabed daha önceden var olan bir mabedin yerine kuruluyor. Onun için aslında mabed yapılan bina değil, o mevkii, o yer. Onun içinde Hz. İbrahim mabedin yeri gösterildiği ayette temiz tutacaksın, temiz tut emri veriliyorsa eğer, henüz daha yerinin gösterildiği anda buradan yola çıkarak ve daha başka ayetlerden, Çünkü;

 İnne evvele beytin vudı’a linNas.. (A.İmran/96) insanlar için yeryüzünde yapılmış ilk mabet Mekke deki Kâbedir. Kur’an da bu mabedin banisi değildir, ihyacısıdır Hz. İbrahim. Muhyisidir, inşacısıdır. O nedenle yer yüzünün ilk mabedi budur. Belki muahhar kaynaklarımızın Ahbar-u Mekke sahiplerinin haber verdiği şu ilginç malumatlarla birleştirirsek neden yer yüzünün ilk mabedi olduğuna ilişkin bir fikir edinebiliriz.

 Kaynaklarımız doğrulamayı ya da yanlışlamayı mümkün kılmayan, yani hayır demek için herhangi bir kaynağımızın olmadığı, ya da bu kesin böyledir demek için yine bir delile sahip olmadığımız bilgiler verirler. Aksi ispatlanmadığı sürece bu bilgileri mümkün olarak görmek mümkündür. Mesela ateş topu halindeki yer küreden ilk soğuyan yerin Kâbe’nin bulunduğu yer olduğu, daha sonraki tufan, yer yüzünün tümünü suların kapladığı dönemlerden sonra yine ilk kuruyan yerin o bölge olduğunu.

 Yine yer yüzünde hayata ve yerleşime ilk elverişli yerin o bölge olduğunu bize bu konudaki kitaplar, özellikle ahbar-u Mekke başlığı altında yazılan, başta Ez Rakî’nin olmak üzere kitaplar aktarırlar. Ki bu bilgilere hayır demek için herhangi bir makul gerekçeye de sahip değiliz. Aksine evet demek için son bilimsel incelemelere sahibiz. O da kaya yaşlarını tespit eden bilim adamlarının, yani morfoloji ile ilgili mütehassısların, morfologların dünyada ki kaya yaşları içerisinde en eskilerinin bölgede ki kayalar olduğunu tespit etmiş durumdalar.

 Bunu da üstüne koyduğumuzda neden yer yüzünün ilk mabedinin o bölgede olduğunu, bunun bir tesadüf olmadığını ve neden tüm ibadetlerin sadece müminler için olduğu söylendiği halde Kur’an da Hac ibadetinin ve hac yeri olan Kâbe nin insanlık için, bakınız bu ayette de aynen yukarıda ki ayette daha doğrusu aynen bu böyle gelir. Yani tüm insanlık için. ce’alnahu linNas (25) insanlık için onu bir mabet kıldık. Yine hacca çağıran, haccı farz kılan ayette de aynı ifade geçer. Yani müminler için değil bu çağrı, müminin insanlığı için olduğunu anlarız. Yani müminin insanlığına bir hitap O da;

 ve Lillâhi alenNasi hıccül beyti menisteta’a ileyhi sebiyla. (A.İmran/97) haccı müminin boynuna borç kılan bu ifade de gücü ona ulaşmaya bir yol bulan, herhangi bir vesile ile ona ulaşabilme imkanına kavuşan herkes üzerine haccetmesi Allah’ın insanlığa koyduğu bir görevdir diyor. Çok ilginç. ve Lillâhi alenNas Allah’ın insanlık üzerinde ki hakkıdır. Onun için işte bütün bu bilgileri üst üste koyduğumuzda aslında hac ibadeti insanın Allah’a teşekkür ifadesidir. Yani Allah’ın insana hayatı ilk bahşettiği, hayatın ilk yeşerdiği yere vefa borcunu ödemesidir. Onun için hacceden, Hac için Mekke’ye giden, Kabe’ye yüz süren her mümin haddi zatında insanlık soyu adına, insanlığı temsilen teşekkür borcunu ödemek için geldiğini ifade etmiştir.

 [Ek bilgi: KÂBE VE ARAFAT SIRLARI.

        Bizim müşahedemize, Cenâb-ı Hakk’ın bizde izhar etmiş olduğu ilme göre.

        İnsan bedenini saran sinir sisteminde akmakta olan biyoelektrik gibi, Dünya’nın yüzeyi altında da akan negatif ve pozitif radyasyon akımları, kanalları mevcuttur. Şayet sizin kurmuş olduğunuz ev yada işyeri veya çiftlik negatif radyasyon akım kanallarından birisi üzerine isâbet ederse, o evde başınız hastalık ve sıkıntıdan kurtulmaz. İşyerinizde daima işler ters gider. Çiftliğinizde kaza-belâ eksik olmaz, hayvanlarınız barınmaz vesaire.

        Aynı şekilde şayet eviniz, işyeriniz ya da çiftliğiniz pozitif radyasyon akım kanallarından biri üzerine isâbet ederse… Bu defa da eviniz son derece huzurlu olur. Dışardan çoğu zaman evinize kaçarsınız. İşyeriniz son derece verimli, bereketli olur. Çiftliğiniz, hayvanlarınız keza öyle.

        İşte bu anlattığımız akım kanallarına batıda özellikle İngiltere’de “ley” hatları deniliyor. (http://www.okyanusum.com/ley_hatlari.html )  Negatif olanlarına da “kara akım hatları” tâbiri kullanılıyor.

        İşte Dünya’nın bedeni içindeki pozitif enerji hatlarının kesişip sanki bir enerji santralı gibi yayın yaptığı en önemli merkez Mekke’de bulunan Kâbe-i Muazzama’nın altı ve bunun uzantısı içinde Arafat Dağı’nın altıdır!

        Keşif sahiplerinin keşif yoluyla gördüğü bu gerçeğe Seyyid Abdülaziz Ed Debbağ da “El İbrîz” isimli eserinde değinmiş ve Kâbe’den göğe yükselmekte olan bir “nûr” sütunundan adı geçen eserinde bahsetmiştir!

        Bu noktadaki çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i Şerîf’teki tüm insanların beyinleri öylesine etkilenip öylesine güçlü bir faaliyet içine girmektedirler ki bunu anlatabilmemiz mümkün değildir.

        Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

        “Kâbe’de kılınan iki rekât namaz Dünya’nın başka mescidlerinde kılınan namazdan yüz bin defa daha sevablıdır!”

        Zira burada yapılan her faaliyet yerden alınan bu pozitif enerji dolayısıyla beynin kat bekat güçlü yayın yapmasına, hem de bunun ruha o derece güçlü olarak yüklenmesine hem de Dünya’ya dönük bir biçimde yayınlanmasına yol açmaktadır.

        Gene bir başka hadîs-î şerîfte Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem):

        “Başka yerlerde sadece fiillerinizden mesûlsünüz, Kâbe’de ise düşüncelerinizden de mesûl olursunuz.” Buyurmuştur.

        Bunun da gene sebebi beynin aldığı güçlü enerji dolayısıyla düşünceleri dahi fiil düzeyindeki bir güçle ruha yüklemesindedir.

        Bu arada hemen ZEMZEM SUYU’ndaki sırra işaret edelim.

Zemzem suyu Kâbe’nin altında bulunan, bir tür jeneratör gibi yayın yapan bu pozitif radyasyon kaynağından geçerek kuyuda toplanmaktadır.

        Hemen hatırlayın yakın tarihteki “Çernobil nükleer santralındaki” kaza dolayısı ile yayılan menfi radyasyonu ve bunun suları nasıl zehirlediğini. Siz bu sulardaki zehirlenmeyi asla fark edemezsiniz, ama bu sular sizi öyle bir zehirler ki hiç de anlayamazsınız!.. Ve sular yıllar yılı da radyasyonunu kaybetmez!.. Olayın önemini bilen batıdaki paniğin sebebi de budur.

        İşte bunun tam zıddı bir biçimde, ZEMZEM suyu da Kâbe’nin altındaki pozitif radyasyon kaynağının içinden geçmekte ve bu suyu içenlerde sayısız faydalar oluşturmaktadır. Bunu oraya gidip de o sudan içenler, abdest alanlar fark ederler.

        Gene Kâbe-i şerîf altındaki bu radyasyonun beyinlere yüklediği güç dolayısı ile, tavaf sırasında kabiliyetli beyin sahiplerinde çeşitli olağanüstü yaşamlar gerçekleşmektedir.

Peki Kâbe böylesine muazzam enerji merkezi, ya da bir diğer ifade ile “nûr menbâı“dır da; Hac niçin Arafat’ta olmaktadır?.. Hac niçin Arafat’tır?.. Arafat’taki olay nedir?

        Kâbe-i Muazzama’nın altında bulunan son derece güçlü müsbet radyasyon kanalının bir uzantısı da Arafat tepesinin altında ikinci bir düğüm meydana getirmektedir, demiştik az evvel. İşte Arafat tepesi ve civarında toplanan yüz binlere, milyonlarca insan, yerden aldıkları son derece güçlü radyasyon ile beyinlerinden tek bir mânâda yayın yapmaktadırlar.

        “Vakfe” denen olay, insanların bu tek mânâ üzere toplu “yönlendirilmiş dalga” yayınına yönelişleridir.

        “ALLÂH’IM BİZİ AFFET!..”

        Yüz binlerle, milyonlarca insan beyni; sanki laser ışını gibi, tek bir dalga boyundan yayın yapmakta ve bu dalga boyundan oluşan dev bir manyetik bulut tüm Arafat Bölgesini kaplamaktadır!..

        Şimdi hemen hatırlamaya çalışın. Üzerine herhangi bir film çekilmiş video bandını, çalışırken video cihazının üzerinde unutursanız ne olur?.. Video cihazının yaydığı manyetik alan bandın üzerindeki kaydı siler!.. İsterseniz siz buna görünmeyen eller bandı siler de diyebilirsiniz!..

        Evet… İşte misal yollu anlatmaya çalıştığım gibi.

Siz orada “ALLÂH’IM GEÇMİŞ GÜNAHLARIMDAN DOLAYI BENİ AFFET” dediğiniz anda hem bu tür bir dalga oluşturmuşsunuzdur, hem de beyninizi bu mânâdaki dalgalara açmışsınızdır!.. Ve açılan bu kanaldan, o güçlü manyetik alan bir anda beyninizi etkiler ve o ana kadar ruhunuza negatif yükle beyniniz tarafından kaydedilmiş tüm yazımlar siliniverir!..

Ve siz anadan doğmuşçasına günahsız olarak, o ana kadar ruhunuza yüklenmiş olan tüm negatif yüklerde arınmış olarak Arafat’tan dönersiniz.

        Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) buyuruyor ki;

Arafat’tan dönüp de, acaba benim günahlarım affoldu mu, diyen kişi en büyük günahkârdır!..

        Çünkü olay böylesine kesin bir olaydır!.  Allâh, günahlarından arındırmayı murat ettiği kuluna nasip eder oraya gitmeyi; ve orada da böyle bir sistem içinde arınmayı bahşeder!.

                                       (A. Hulusi – İnsan ve sırları-1)]

 

         27-) Ve ezzin fiynNasi Bil Hacci ye’tuke Ricalen ve alâ külli damirin ye’tiyne min külli feccin ‘amiyk;

 İnsanlara haccı yaşamalarını ilan et (Beytullah’a davet et) ki yakın veya derin – uzak yollardan gelen her tür binek aracıyla sana gelsinler.” (A.Hulusi)

 27 – Ve umum Nas içinde haccı ilân eyle gelsinler sana: gerek yaya ve gerek her derin vadiden gelerek incelmiş her bir binit üzerinde. (Elmalı)


Ve ezzin fiynNasi Bil Hacc ve insanları hacca davet et. Daha Hz. İbrahim döneminde, Hz. İbrahim’e verilen talimat. Çünkü bendeniz biraz önce okuduğum ayeti kerime ile müminlere haccın farz kılındığını düşünüyorum. Burada ki emir Resulallah’a değil Hz. İbrahim’e idi. Çünkü bu ayetlerin indiği zaman dilimi her ne kadar İbn Abbas hicretten sonraki 6. yıl dese de, yine aynı İbn. Abbas daha sonra gelen savaş ayetlerinin hicretten sonraki bir ikinci yıl indiğini söyleyecektir. Yani bu gerçekten gariptir. Aynı pasaj veya yan yana iki pasaj arasında bu kadar uzak yıl farkını gerektirecek herhangi bir maddi delile de sahip değiliz. O nedenle Müminlere haccı farz kılan ayetler bunlar değildi. Bunlar haccın önemini ve müminlerin Mekke’den çıkarılışının ne büyük bir zulüm olduğunu, hacca gönderilmeyişlerinin ne büyük bir zulüm olduğunu ifade eden ayetlerdi.

 ye’tuke Ricalen ve alâ külli damirin ye’tiyne min külli feccin ‘amiyk gerek yaya gerekse hızlı yol alam kabiliyetine sahip, yani damir, Deve diye çevirmiş bazı çevirmenler fakat damir sözcüğü çevik yol aracı demektir. Güçlü, çevik, hızlı hareket eden ve uzun yola dayanıklı yol aracı. Onun için bunu sadece deveye hasretmek hiç doğru olmasa gerek. Gerekse hızlı yol alma yeteneğine sahip her tür ulaşım araçlarına binerek dünyanın en ücra köşelerinden senin çağrına gelsinler. Her tür manasını vermem boşuna değil, damir’in nekira gelmiş. Yani belirsiz gelmiş. Onun için bir tek araca hasretmek bu açıdan da doğru değil. Dil yapısı bu sözcüğün her tür hızlı ve taşıma imkanına sahip araç anlamına gelir.


        28-) Liyeşhedu menafia lehüm ve yezkürusmellahi fiy eyyamin ma’lumatin alâ ma razekahüm min behiymetil en’am* fekülu minha ve et’ımül baisel fekıyr;

        “Tâ ki kendileri yararına şahit olsunlar… Kendilerini rızıklandırdığımız kurbanlıkları kurban ederek, bilinen günlerde Allâh’ın ismini zikretsinler… Artık onlardan yeyin ve fakir, muhtaç olanlara da yedirin.” (A.Hulusi)

 28 – Gelsinler kendilerine ait bir takım menfaatlere şahit olsunlar ve En’am behîmelerinden kendilerine merzuk buyurduğu kurbanlıklar üzerine malûm günlerde Allahın ismini ansınlar da onlardan yiyin ve yoksulu, fakiri doyurun. (Elmalı)


Liyeşhedu menafia lehüm neden gelsinler hacca, yani hacca gelişin gerekçesi ne olsun? Onu da veriyor ayet. Ki bunun kendilerine sağlayacağı yararlara tanık olsunlar, şahit olsunlar.

 Demek ki dostlar Hacca gitmeden haccın insana verdiği fayda anlaşılamaz. Sadece onu yaşayanlar ona şahit olurlar. Ki aranızda hacca gidenler bu ayeti çok daha iyi anlarlar. Ona şahit olanlar anlarlar.

 Ayette geçen Hac kelimesi dönüp dönüp gelinen yer anlamına gelir. Yani bir kez değil, bir çok kez, dönüp dönüp uğranılan yer. Kelime olarak anlamı budur. Peki neden? İslam’da bir kez farz kılınmıştır derseniz, bir nükte olarak şöyle cevap verebilirim kelime anlamıyla bu fariza arasında bir bağ kurarak;

 “Bir kez gel de ondan sonra ister gel, ister gelme.” Eğer bir kez gelirsen ve gelince de sembollere değil sembollerin gösterdiği hakikatleri görebilirsin. İçine şahit olursan, İbrahim’le tanışır elini öpersen, Hacer’i, İsmail’i tanırsan, Allah ile sözleşmenin ne demek olduğunu anlarsan, orada mahşeri bir kez yaşarsan, o hazzı alırsan zaten ondan sonra gel veya gelme demeye gerek yok. Gelirsin. Yana yana gelirsin. Gelemediğinde yüreğini gönderirsin. Yüreğini göndermediğinde Kâbe’yi çağırırsın. Yani bir şekilde buluşursun. Onun için bir kez gel de, ondan sonra sen bilirsin. Eğer aşık isen gelirsin, aşık isen bulursun yolunu yordamını. Çünkü bir kez gelmeden o hazzı alamazsın. Ama bir kez geldikten sonra da önüne dağlar gerilse kimse seni durduramaz. O nedenle dönüp dönüp gelinen yer, dönüp dönüp geliş, gelmek anlamına gelir hac. Aşığa yol dayanır mı, aşığa Bağdat sorulur mu? Eğer seviyorsanız, gönlünüze koymuşsanız, ora ile bütünleşmişseniz o zaman zaten burnunuza tüter, gerçekten tüter.

 Nedir bu menafia; menfaat, yararlar, kişinin tanık olacağı yararlar nedir burada? Bu saymakla bitmez. Öncelikle tabii ki manevi yararlar. İnsan Allah ile sözleşmeye gider. Mahşerin provasına gider. Yani sıfırlanmaya gider. Haccın yerine ikame edilebilecek bir başka ibadet yoktur. Onun için sevgili efendimiz (S.A.) hac için, diğer hiçbir ibadet hakkında vermediği müjdeleri vermiştir.

 Gerçekten hac adeta mecmuatül ibadattır. İbadetler toplamı, mecmuasıdır. Adeta tüm ibadetlerin özü hacda toplanmıştır. Bazı ibadetler vardır ki bedenidir. Bazı ibadetler vardır ki malî dir. Bazı ibadetler vardır ki hem bedeni hem malî dir. Bazı ibadetler vardır ki siyasaldır. Bazı ibadetler vardır sosyaldir, emri bil maruf, nehyi anil münker gibi. Siyasaldır, istişare gibi. Şûra gibi. Bazı ibadetler vardır ki, tasavvuridir, tefekkür gibi. Ama hac bunların hepsidir. Hacda bunların hepsi mevcuttur. Hem dini, hem malî, hem bedeni, hem sosyal, hem siyasal, her açıdan hac adeta bir ibadetler mecmuasıdır. Onun için yararları da böyledir zaten. Ve hatta hem ekonomik belki demek lazım ama onu en son söylemek lazım.

 Mahşerin provasıdır dedim. Allah ile sözleşmedir. Onun için efendimiz Hacer ül esved in sembolik değerini, buna semiolojik okuma deniyor. Semiolojik bir okumayla Allah’ın sağ eli şeklinde nitelemişti. “Yedullahil yunma.” Tabii ki bir mecazdır, zorunlu olarak bir mecazdır. Allah aşkın bir varlıktır. O’na el atfedilebilir mi. Peki o zaman ne demek istemiştir peygamberimiz, açık; sağ el Arap dilinde, Arap örfünde ve yine Kur’an dilinde sözleşmeyi temsil eder. Yani hac ve onun simgelerinden, belki baş simgelerinden biri olan Hacer ül Esved; Allah ile sözleşmeyi ifade eder. Hacca giden bir insan rabbimle sözleştim ben diyebilir. O nedenle işte baş yarar, daha ne yararı olsun. Allah ile sözleşme tazeliyorsun, sıfır sözleşme.

 Dahası; Marifet diyarıdır. Yarara bakın yarara, Çünkü Arafat oradadır. Yeryüzünün başka bir yerine gidince hac olur mu? Yer yüzünün bir başka tarafında Arafat var mıdır? Yer yüzünde bir tane Arafat vardır ve bir tane Kâbe vardır. Onun için zorunlu olarak oraya gidersin. Ve ilginç değil midir yer yüzünün biricik Kâbe si, yer yüzünde şu anda elverişliğe, daha doğrusu yaşama, hayata en az elverişli bir yerde bulunmaktadır. Yeşili yok, ormanı yok, ırmağı yok, can alıcı arazileri yok, cennet gibi ağaçları yok, yok, yok, yok..! Akan ne dereleri, çayları yok. Kupkuru çıplak bir lavlık arazinin ortasına, dört tepenin ortasına getirilmiş, çukurun tam dibine konulmuştur.

 Bununda apayrı bir mesajı var; Yer yüzünde tüm müstekbirler, Firavunlar, saraylarını tepelerin üstüne yaparlar, bakın isterseniz. Adeta onlara bir cevap olurcasına yer yüzünün ilk mabedi, en büyük mabedi, bulunduğu yerin en çukur bölgesine yapılmış. Bununla verilmek istenen meseaj; İnsanın Allah’a teşekkür etmesi halinde bile teşekkürden aciz kalacağı. İnsanın Allah karşısında ki acziyetini ifadedir. İnsanın Allah’a kulluk etmesi aslında acizliğini ifade etmesidir. En güzel kulluk budur. Kulluktan bile acizim ya rabbi…! Kâbe bunu temsil eder.

 Kare olması, küp olması, daha doğru ifade ile, yönünün olmadığını, tüm yönlerin her tarafta, her yolun Allah’a çıkacağının bir göstergesidir. Tüm yollar Allah’a çıkar. Ey insanoğlu nereye gidersen git, sonuçta yine yolun Allah’a çıkar demektir.

 Yer yüzünün en sade yapısıdır. En gösterişsiz, en tantanadan uzak. Neden? O da bir mesajdır. İnsanın Allah’a minnetini ifade edipte, şükranı ifade edipte, teşekkürünü ifade edipte bunu layıkıyla beceremeyeceğinin güzel bir sembolüdür de ondan. O nedenle bütün bunları verirse bir de üstüne marifet verirse Arafat’ta; Yani kendinle buluşma, kendinle bilişme. Tıpkı bir adem gibi, tıpkı bir Havva gibi. Yitik cennetine geri dönmek için kendini bulma. Bundan güzel menfaat mi olur.

 Bir de bunun üzerine meş’aril haramda, Kur’an daki ismi Meş’ar dır. Ama örfteki ismi ile Müzdelife de. Ne demek; Muhterem bir şuur merkezi demek. Saygın bir şuur merkezi. Meş’ar. Şiarların merkezi. Şiar yeri. Onun için şuur ile şiar aynı köktendir. Orada da şuura kavuşursun, bilince kavuşur, Allah bnilincine. Allah’a karşı sorumluluğunun şuuruna varırsa, yani takva mahalli. Daha ne menfaat olsun. İşte bu kadar menfaat yetmez mi? Liyeşhedu menafia lehüm işte bu ayetin kısaca tefsiri bu olsa gerek. Bunun kendilerine sağlayacağı yararlara tanık olsunlar.

 ve yezkürusmellahi fiy eyyamin ma’lumatin alâ ma razekahüm min behiymetil en’am bir de belirlenen günlerde onun kendilerine rızk olarak sunduğu hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar.

 Burada ki fiy eyyamin ma’lumat zilhiccenin 10 günü olarak, sahabenin çoğunluğu tarafından, yine imamların çoğu tarafından öyle anlaşılmış. Yani hac günleri. Ama Süfyan-ı Servi, Ata ve onların çizgisinde ki bazı alimler tarafından bayramın üç günü olarak, yani kurban günleri olarak anlaşılmış. Yani her halükarda zaten o bayram günleri de, o zilhicce’nin 10 gününe dahil. Yani onun içinde. Bu 3 gün mü, 10 gün mü. Ki 10 gün diyenler belki de Kur’an da ki kendisine yemin edilen 10 günle bu ayeti karşılaştırıyorlar. Onun için, Yani bu ihtilaf öze ilişkin bir ihtilaf değil.

 Neden burada hayvanların kesimine getirdi sözü? Çünkü Kurban hacca özgü bir ibadettir. Bu ayetlerde de ifade edildiği gibi açıkça, Kurban; Hacca özgü bir vecibedir. Hayvan keserken Allah’ın adını anmak hayvan da olsa can almanın ancak Allah adına, Allah adıyla meşru olabileceği gerçeğini vurgulamak içindir. Kur’an Helal olacak bir kesimi bu şarta bağlar. Allah’tan başkası adına anılmama, kesilmeme şartına. Yani Allah’ın adının anılması da, Allah’tan başkasının adının anılmaması şartını getirir.

 Onun için ayrı ayrı ayetlerin ifade ettiği, Allah’tan başkası adına kesilmesi durumunda hayvanın yenilmemesi gerektiği açıktır. Ama ille de Allah adına kesilmeli mi denilecek olursa bu konuda her ne kadar müçtehit imamlar farklı sonuçlara varmışlarsa da, Allah’tan başkası adına kesilmemiş olması yenilmesi için yeterlidir. Allah adına ille de kesilme şartı aranmayabilir, fakat Allah’tan başkası adına, yani üzerine herhangi bir isim anılmamışsa, o Allah adına kesilmiş kabul edilir. Dolayısıyla burada söylenen şey; Hayvan dahi olsa bir can, ancak Allah adına alınabilir. Yani canın önemine, hayatın önemine bir atıftır bu ayet. Hayvan hayatı dahi olsa. Kaldı ki insan hayatı.

 Evet, tabii burada aynı zamanda adama şuuru dile getirmektedir. Biliyorsunuz kurban’ın başlangıcı Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i, rüyasında kurban ettiğini görmesi üzerine, bu rüyayı gerçekleştirmek için yola çıktığı ve bu yolun sonucunda kendisine Allah tarafından onun yerine niyabeten, insanoğlunun emrine amade kılınan hayvanlardan kurban kesilmesini emretmesiyle haddi zatında manen insanın Allah’a adanmışlığı dile getirilmektedir. Kurbanın insana verdiği manevi ders budur. Yani haddi zatında o rüya da bir sembolmüş. Fakat Hz. İbrahim sembolik boyutu ile değil, rüyayı hakiki boyutu ile anlamış ve hakikate, daha doğrusu literal anlamıyla amele kalkıştığında, rabbimi onun sembolik olduğunu böyle ima buyurmuş ve sonunda sembolik anlamına geri dönmüştür. Onun için haccın içinde bunun anılması haddi zatında haccın da sembolik olduğu, sembollerle dolu olduğu uyarısına bir atıftır.

 Şike yok tabii. Hz. İbrahim yavrusunun boğazına bıçağı çektiğinde şike yapmamıştı. Yani ben çekeceğim, emir gelecek, dur denilecek ve hayır onu değil, onun yerine Allah’ın insanoğlunun emrine amade kıldığı, onun hizmetine verdiği hayvanlardan kurban edin denilecek diye değil. Kesinlikle yavrum gitti. Diye bunu yapmıştı. Ama sonuç bu samimiyetin Allah tarafından kabulü. Malla değil canla sınanmıştı. Candan bir parça. Maldan bir parça değil. Bu az bir şey değildi. Onun için rabbimiz onu? vettehazAllahu İbrahiyme haliyla (Nisa/125) Allah İbrahim’i dost edinmişti rabbimiz. Allah’a dost olmak öyle kolay değildi.

 fekülu minha ve et’ımül baisel fekıyr işte bunlardan siz de yiyin, ihtiyaç sahiplerine de yedirin. Kurbanın sosyal boyutuna bir atıf bu ibare. Paylaşma ve fayda aslında. Ama müşriklerin yaptığına da bir itiraz. Çünkü müşrikler putlarına sundukları kurbanları kesip öylece bırakırlardı. Ya onu bir kuş, ya da bir yırtıcı hayvan gelecek parçalayıp götürecek. Tabii kalıntıları kokuşur, etrafa tehlike saçar. Aksine insanlar öbür tarafta açlıktan ölürler. Açtırlar, et bulamazlar. Böylesine ters dönmüş bir mantığın saçma uygulaması. Bununla da yetinmezler, dahası var, kurban etmeye karar verdikleri hayvanların ne etinden ne sütünden ne yününden istifade etmezler daha sağken.

 Tabii bu hayvana ayrıca eziyet olur. Sütü sağılmayan hayvan o yüzden acı çeker. Yine o hayvan Allah onu insan için yaratmış, Allah’ın yarattığı şeyi, yarattığı yerden etme anlamına geliyor. Yarattığı amaca kullanmama, amaç dışı. Tabii bu kadarla da kalmazlar. Kurban olması için niyetlendikleri hayvan aynen Hinduların ineği gibi kutsal ve dokunulmaz hayvan haline gelir.

 Dahası üst üste iki batımda ikiz doğuran hayvan, Dahası 5 kez ard arda doğuran hayvan. Bunları da isimler vererek, işte hamm. Kur’an da maide suresinde 3. ayet olsa gerek, bu hayvanları da kutsal sayarlar. İşte vasile adını koyarlar bunlardan birine. Yani Allah’a kendisi aracılığı ile ulaşacağımız, vasıl olacağımız araç düşünün.

 Bunları kutsal kıldıktan sonra sürerler, kimse dokunamaz. Ona Allah’ın devesi derler. Oysa ki Allah deveyi insan için yarattı. Allah ineği insan için yaratmıştır. Yani bir şeyi Allah’ın koyduğu yerden alırlar, onu bir başka yere yerleştirirler. İşte ters dönmüş bu mantığın nasıl çelişkili bir mantık olduğunu bu ayetlerle rabbimiz gün yüzüne çıkarıyor.

 [Ek bilgi; Allah tavaf eden hangi durumda olursa olsun her tavaf sahibine yazıp kendisinde meydana gelen hataları silerken, hükümleri dış organlar vasıtasıyla duyu aleminde görünmediği sürece kötü düşünceleri de siler. (İbn. Arabi – F. Mekkiye)]


        29-) Sümmelyakdu tefesehüm velyufu nüzûrehüm velyettavvefu Bil Beytil ‘Atıyk;

        “Sonra (nefslerinin) kirlerine son versinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik’lerini (şerefli – özgür ev’i) çok tavaf etsinler.” (A.Hulusi)

 29 – Sonra kirlerini atsınlar ve adaklarını yerine getirsinler ve o Beyti atik’i tavaf etsinler. (Elmalı)


Sümmelyakdu tefesehüm sonra zorunlu yasaklara son verip kirlerini gidersinler. Bu tefes sözcüğü tek bir yerde gelir o da burası. Gerçekten Arap dilinde de ender kullanılan sözcüklerden biri. Bu sanırım ihramdan çıkmaya, ihram yasaklarının son bulmasına delalet etse gerektir.

 İhram kefeni sembolize eder. İhramı geçiren bir hacı kefenini giymiştir, mahşere yürüyordur. Artık o başka yeri ile ilgilenemez. Kaşıyla gözüyle, bedeniyle tırnağıyla, saçıyla ilgilenemez. Artık ruhunun aynasına bakmaktadır. Onun için mahşere yürüyen biri etiyle kemiğiyle ilgilenemez. Onun daha derin işi var. Onun daha büyük bir telaşı var. Çünkü hesaba yürümektedir, hesap verecektir. O nedenle ihram işte mahşeri temsil eder.

 Ve haremle bütünleşir ihram giyen, muhrim, yani harem olur. Haremi şerif Kâbe idi, Kâbe nin çevresi idi. Hac yapılan mahallerdi. O da harem olur. Hacı da haremin bir parçası olur. O da muhterem olur. Dokunamazsınız, o da dokunulmaz olur. Çünkü artık Allah’ın misafiridir. Allah’ın mescidi, Allah’ın evi gibi, beytullah gibi o da Allah’ın konuğudur. Duyufullah, dayfullah, Allah’ın misafiridir. Onun için muhteremdir, dokunulmaz. Allah’a gelmiştir. Onun üzerinde Allah tasarrufta bulunacaktır artık. Kendi vücudu üzerinde dahi ihramı çıkarıncaya kadar tasarrufta bulunamaz. Herhangi bir tüyüne dahi dokunamaz. Saçını traş edemez, tırnağını kesemez. İşte buna dikkat çekiliyor ayeti kerimede.

 velyufu nüzûrehüm adaklarını yerine getirsinler. velyettavvefu Bil Beytil ‘Atıyk ve bu özgürlük evini tavaf etsinler. Yettavvefu.

 Tavaf; gidip gelmek, ya da bir şeyin etrafını dönmek, sürekli hareket halinde olmak anlamına gelir. Hac ibadetinin rükünlerinden biri olan Kâbe nin etrafını ye kez dönmeye verilen isimdir. Kalbini Kâbe den yana alarak, yüreğini Kâbe den yana alarak insan Kâbe nin etrafında döner. Bu namaz gibidir. Tavaf, haccın namazıdır adeta. 7 kezdir. 7, sonsuzluğu temsil eder. Yani sonsuzcadır. Aslında Kâbe’nin etrafında başlayan bu dönüş ebediyen sürmelidir mesajı verir.

 Eğer eşyaya bakarsanız Kâbe’nin etrafında ki tavafla insana verilen mesaj; Ey insan kozmik şarkıya katıl. Evrenin şarkısına katıl, evrenin ilahi, hareketine katıl demektir bu. Çünkü evrende tavaf etmeyen hiçbir varlık yoktur. Canlı ya da cansız diye ayırmayın. Hiçbir varlık gösteremezsiniz ki tavaf etmiyor olsun. Çünkü her varlık atomdan meydana geliyor. Yaratılmışlar atomlardan oluşuyor. Atomlarsa bir çekirdek ve onun etrafında hiç durmadan tavaf eden elektronlardan oluşuyor. Yani eşya tavaf ediyor. Siz sabit duruyormuş gibi görseniz de taşlar tavaf ediyor, topraklar tavaf ediyor ve insanın her zerresi tavaf ediyor. Ey insan sen hala ne diye duruyorsun mesajıdır bu.

 O kadar mı? Sadece o kadar değil. Bakın bedeninize kan tavaf ediyor. Adeta kalp Kâbe’sidir. Tavaf ediyor hiç durmadan, Peki bu tavafın durması nedir? Kan eğer kâlp Kâbe’sini tavaf etmeyi durdurursa biz buna ölüm diyoruz.

 Bakın ay tavaf ediyor yeryüzünün etrafını hiç durmadan. Bakın ay ile birlikte dünya, güneşin etrafını tavaf ediyor. Ay, dünya ve güneşle birlikte tüm bir sistem bilemediğimiz bir merkezin etrafını tavaf ediyor. Yani alemde tavaf etmeyen bir varlık yok. Ey insan sen hala neyi bekliyorsun demektir bu. Kozmik koroya katıl. Sen de bu evrensel tavafa katıl demektir. İşte Kâbe nin etrafında müminin yaptığı tavaf, kozmik şarkıya katılmasıdır. Onun için burada velyettavvefu Bil Beytil ‘Atıyk özgürlük evini tavaf etsinler.

 Beytil ‘Atıyk; ‘ıtk; 3 manaya birden gelir. ‘Atıyk; Hem özgürlük, yani bağımlı olmama, hürriyet. Hem kadiym, eski değil, kıdemli, en ilk manansa gelir. Hem de şerefli, izzetli, yüce, onurlu manasına gelir. Aslında 3 manayı birden vermemizde de hiçbir sakınca yok. Çünkü beytül ‘atıyk olan Kâbe; Hem yeryüzünün ilk mescidi, en kıdemli mabedi. Hem özgürlük mabedi, ki bu vurgu çok önemli. İnsanı özgür kılar.

 Nasıl özgür kılar; Tavaf aslında bağlanmanın bir sembolü değil midir. Çünkü bağlanan bir şey bir eksen etrafında döner. Yani merkez kuvveti varsa bir eksen etrafında döner. Cazibe varsa, çekim varsa dönersiniz. O da bağlanmanın bir çeşididir. Evet, tuhafta insanın Allah’a bağlanmasıdır. Bağlanmasını sembolize eder.

 Peki bunun özgürlük neresinde diye hala soracak mısınız? Özgürlük; Allah’a kul olmaktır. Çünkü mutlak özgürlük, mukayyet bir insan için söz konusu değildir. Düşünülemez bile. Henüz daha yüreğine dahi söz geçiremeyen bir insanın mutlak özgürlükten söz etmesi abestir.

 Peki nedir özgürlük; Kula kul olmamaktır. Eşyaya kul olmamaktır. Kendisi ile eşit, ya da kendisinden aşağı değerde ki şeylere kul olmamaktır. Bunun tek yolu vardır, o da Allah’a kul olmak. Çünkü insan mutlaka bir yere bağlanır. Bir yere bağlanmazsa bin yere bağlanır. Bir yere kulluk etmezse bin ilaha kulluk eder. O nedenle Allah’a kul olan özgürlüğün zirvesini yakalar. Onun için de Bil Beytil ‘Atıyk, özgürlük evidir.


30-) Zâlike, ve men yuazzım hurumatillahi fe huve hayrun lehu ‘ınde Rabbih* ve uhıllet lekümül en’amu illâ ma yütla aleyküm fectenibürricse minel’ evsâni vectenibu kavlez zur;

        İşte böyle… Kim Allâh’ın saygı gösterilmesi gerekenlerine saygı duyup gereğini uygularsa, bu yaptığı, onun için Rabbinin indînde daha hayırlıdır… Size bildirilenler hariç, en’am (deve, sığır, koyun cinsi) helal kılındı… O hâlde putların pisliğinden ve uydurma fikirlerden kaçının. (A.Hulusi)

 30 – Emir budur, her kim de Allahın hürmetlerine tazîm ederse bu kendisi için rabbi indinde mutlak hayırdır, size ise karşınızda tilâvet olunup duranlar müstesna olmak üzere bütün enam helâl kılındı, o halde o evsandan, o pislikten kaçının ve tezvir sözden kaçının. (Elmalı)

 

 Zâlike, ve men yuazzım hurumatillahi fe huve hayrun lehu ‘ınde Rabbih sözün özü şudur ki; her kim Allah’ın kısıtlayıcı buyruklarına saygı gösterirse, bu rabbi katında kendisinin yararına olacaktır. Yani bundan sadece kendisi faydalanacaktır. Kendi çıkarına olacaktır daha doğrusu. İnsan eğer çıkarını gözetiyorsa rabbinin buyruklarına uysun. Çıkarını biliyorsa, menfaatini gözetiyorsa, en büyük menfaati insanın Allah ile sıcak ilişkidir. Bu da Allah’ın buyruklarına teslimiyetle olur.

 Burada ayrıca Allah’ın kısıtlayıcı buyruklarından kasıt; İnsanın önüne zararlı olandan engellemek için çekilmiş sınırlar. Bu sınırlar zaten gösterilmiştir. Kısıtlayıcı buyruklar diye çevirdiğim hurumatillah budur aslında. Ama bir sonraki ayetin devamında ki cümleye bakınız bir de;

 ve uhıllet lekümül en’amu illâ ma yütla aleyh zaten size bildirilenler dışında kalan bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. Yani asıl olan mubahlıktır, serbestliktir. Yasaklananlar söylenmiştir. Eğer yasaklar arasında bir şeyi bulamadınızsa o serbesttir. Buradan bu ilke çıkarılmıştır. Ki Maide/3. ayetinde de zaten bu yasaklananlar tek tek sayılmıştır.

 fectenibürricse minel’ evsân ama özellikle de putçuluktan kaynaklanan her tür manevi pislikten sakın.

 Burada ki rics; murdarlık, manevi pislik Minel’ evsân, Kur’an da putlar hakkında iki terim kullanılır. sanen ve vesen. Sanen; sadece katı, taştan, ağaçtan, ondan bundan yapılmış mücessen, somut putlar için kullanılır. Ama vesen, ki burada ki evsân vesenin çoğuludur, soyut putları da içine alır. İnsanın öz benliğinden tutun, ideolojiye varana kadar. Ölülerden tutun ruhlara varana kadar. Hatta putlaştırılmışsa aziyzler, veliyler, hatta peygamberler. Anlatabiliyor muyum. Yani bu manada soyut ve somutuyla tüm tapınma nesneleri evsân a girer.

 vectenibu kavlez zur bir de batıl inanca dayalı asılsız iddialardan kaçınarak, ki bir sonraki ayete atıf yapmamız lazım burada: Batıl itikatlar; Allah adına kutsallık uydurmak demiştik zaten daha önce.

 

         31-) Hunefae Lillâhi ğayre müşrikiyne Bih* ve men yüşrik Billâhi fekeennema harre mines Semai fetahtafühüttayru ev tehviy Bihir riyhu fiy mekânin sehıyk;

        Gayrını ona şirk koşmaksızın, Allâh için hanîfler (dûnunda bir tanrı düşünmeyenler) olun! Kim Esmâ’sıyla hakikati olan Allâh’a ortak koşarsa, o sanki semâdan düşmüş de kendisini kuş kapıyor yahut rüzgâr onu uzak bir mekâna atıp sürüklüyor gibidir. (A.Hulusi)

 31 – Allah için, ona şirk koşmayan hanîfler olun, her kim Allaha şirk koşarsa öyle olur ki sanki Semadan düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor, veya rüzgâr onu ocara bir yere sürüklüyordur. (Elmalı)


Hunefae Lillâhi ğayre müşrikiyne Bih batıldan yüz çevirip yalnız hakka yöneldiğinizi ve O’ndan başkasına tanrılık yakıştırmadığınızı Allah’a ispat edin. Yani böyle yaparak yalnız Allah’a kulluğunuzu ispat edin.

 İmandan olmadığı halde inanca ilave edilmiş her unsur, iman alanını belirleme yetkisine sahip tek varlık olan Allah’a ortak koşmanın bir şeklidir. En azından Kur’an bunu böyle görür. Onun içinde cahiller dinden ıskonto yaparken, cahil sofular dine zam yaparlar. Aslında peygamberler sadece ve sadece inanç değerlerini getirmemişlerdir. Aynı zamanda inanç değerlerine ilave edilmiş fazlalıkları da atmak için gelmişlerdir. Bakınız birçok peygamberin mesajı yeni bir değer getirmekten daha çok, asli inanç değerleri üzerine sonradan ilave edilmiş sahte değerleri ayıklamaktır, görevi budur.

  ve men yüşrik Billâhi fekeennema harre mines Semai fetahtafühüttayr zira Allah’tan başkasına tanrılık yakıştıran kimse gökten düşerek un ufak olan ve saçılan parçalarını kuşların didikleyip kaptığı ev tehviy Bihir riyhu fiy mekânin sehıyk ya da rüzgarın ıssız bir köşeye savurduğu nesneye benzer.

 Evet, burada ilginç bir benzetme yapılıyor. Gökten düşüp de param parça olan ve her bir parçasını kuşların didikleyip rüzgarın da savurduğu bir nesneye benzer. Aslında burada ki düşüş maddi düşüş değil, buradaki düşüş Allah’ın sevgi ve güvenini kaybetmektir. Allah’ın sevgi ve güvenini kaybedenin durumu gerçekten de büyük ozan Seyrani’nin dediği gibi;

 Zor gönülden düşme gökten düşmeden ben bilirim.

Kalbi sultandan düşen kul parçasından pare bu.

 Der. Yani büyük sultanın kalbinden düşen kulun parçasından pare bul. Bir parçası kalmaz. Çünkü onun gönlüne girebilmek için çok çok yükseğe çıkmıştır. O kadar yüksekten düşünce adamın parçası kalmaz. Der. Aynen sanki bu ayeti tefsir eder gibidir.


32-) Zâlike ve men yuazzım şeairAllâhi feinneha min takvel kulub;

        İşte böyle… Kim Allâh’ın kurallarına saygı duyup uyarsa, muhakkak ki o, şuurun korunmak istemesi sonucudur. (A.Hulusi)

 32 – Bu budur, her kim de Allahın şeairine -kurbanlıklarına – tazîm ederse şüphesiz o kalplerin takvasındandır. (Elmalı)


Zâlik sözün özü işte şudur; ve men yuazzım şeairAllâhi feinneha min takvel kulûb Allah’ın sembollerine sarılarak onları yücelten herkes iyi bilsin ki, sembollerden gerçek anlamını, semboller, bu Allah’ın sembolleri gerçek anlamını müminin kalbinde ki takvada, yani Allah’a karşı sorumluluk şuurunda bulur. Bu semboller gerçek anlamını.

 ŞeairAllah; Allah’ın sembolleri manasına gelir. Yalnız hac için kullanılır bu ibare. Kur’an da sadece hac için kullanılır. Haccın sembolik tabiatına bir atıftır adeta. Diğer ibadetlerden farklı olarak hac, gerçekten de sembollerle dolu bir ibadettir. Semboller parmaklardır, parmaklar ayı gösterirken aya bakarlar parmağa değil. Bu göstergeler gerçek anlamını müminin kalbindeki Allah bilincinden alırlar. Çünkü bunlar birer levhadırlar. Bu levhalar nereyi gösteriyorsa oraya bakacaksınız. Bunların anlamı müminin kalbinde ki Allah şuurudur, Allah korkusudur, Allah sevgisidir.

 Çıkış noktası yürekteki iman, çünkü burada min takvel kulûb, min ve ila harfi cerleri Arap dilinde çıkış ve varışı temsil ederler. Min çıkış, ila; varıştır. Burada çıkış noktasını gösteriyor. Nedir bu? müminin kalbinde ki Allah şuuru. Çıkış noktası. Tevhidi sembolize eden Kâbe de varış noktasıdır. Ki zaten bir sonraki ayette ona dikkat edecek.


        33-) Leküm fiyha menafiu ila ecelin müsemmen sümme mahıllüha ilel Beytil ‘Atıyk;

        Onlarda sizin için belli bir ömür süresince faydalar vardır… Sonra onların varacakları yer Beyt-i Atik’tir (en eski şerefli hür ev – Beytullah – kalp). (A.Hulusi)

 33 – Sizin için onlarda muayyen bir zamana kadar bir takım menfaatler vardır, sonra da varacakları yer Beyti ‘atika müntehîdir. (Elmalı)

 

 Leküm fiyha menafiu ila ecelin müsemme sarıldığınız bu semboller, sonu yasa ile belirlenmiş bir süre doluncaya kadar size yarar sağlamayı sürdürürler. O yararlar nedir, daha önce görmüştük. Hatırlayınız, daha önce o yararların menafi’a lehüm (28) ayette birer birer saymıştık. sümme mahıllüha ilel Beytil ‘Atıyk işte varış noktası da burada. Çıkış noktası müminin kalbinde ki şuurdu. Varış noktası da burada mahıll. Bu sembollerin gösterdiği güzergahı izleyenin varış yer, varıp duracağı yer nedir? El Beytil ‘Atıyk. Özgürlük mabedidir.

 İşte mahıll, açtı, çözdü anlamına gelen halle kökünden gelen bir isim, ismi zaman, ismi mekan ve mastar, mutlak mastar. Yani mutlak varış, varış yeri, varış zamanı anlamına gelir. Güzergah, sembollerin götürdüğü güzergaha delalet eder. Yani bu sembollerin yolunu takip ettiğiniz zaman sizi Kâbe ye, özgürlüğe götürecektir. Kâbe neyi temsil eder? Allah’ın tekliğini, Allah’ın varlığın merkezi olduğunu temsil eder. Onun için çıkış yeri müminin kalbi, varış yeri ise Allah’tır. İşte insan-Allah ilişkileri arasında sembollerin değeri. Eğer sembolleri doğru okursanız sizi alıp Allah’a götürür.


        34-) Ve likülli ümmetin ce’alna menseken liyezkürusmAllâhi alâ ma razekahüm min behiymetil en’am* fe ilâhuküm ilâhun vahıdün feleHU eslimu* ve beşşiril muhbitiyn;

        Allâh ismini anmaları için, kurbanlıklarla rızıklandırdığımız her ümmete bir mensek (ibadet yeri – Rahmânî hakikatin gereği) kıldık… Sizin ilâh olarak düşündüğünüz, Ulûhiyet sahibi TEK’tir! Bu durumda O’na teslimiyetinizin farkında olun! Teslimiyet ve itaati fark etmeye müsait olanları müjdele! (A.Hulusi)

 34 – Ve her ümmet için, Allahın kendilerine merzuk kıldığı enam behimesi üzerine ismini zikretsinler diye bir mabet yapmışızdır, imdi hepinizin tanrısı bir tek tanrıdır, onun için yalnız ona teslim olan Müslüman olun ve müjdele o muti’, mütevazı’ları. (Elmalı)


Ve likülli ümmetin ce’alna menseken liyezkürusmAllâhi alâ ma razekahüm min behiymetil en’am ve biz her ümmet için kurban kesmeyi bir ibadet kıldık ki bu vesile ile onun kendilerine rızk olarak verdiği hayvanlar üzerine Allah’ın ismini ansınlar.

 Mensek; Kurban kesme anlamına gelir. Aynı zamanda kurban kesme yeri ve zamanı anlamına gelir. Menasik hac ibadetlerine özgü olarak kullanılır. Onun için hac ibadetinin her birine, haccı oluşturan her bir ibadete de mensek ya da hepsine birden haccın menasikleri denilir.

 fe ilâhuküm ilâhun vahıdün feleHU eslimu bakın, ilahınız tek bir ilahtır, o halde yalnız O’na teslim olun. ve beşşiril muhbitiyn ve sen de ona boyun eğenleri onun rızasıyla müjdele.


        35-) Elleziyne izâ zükirAllâhu vecilet kulubühüm ves sabiriyne alâ ma esabehüm vel mukıymis Salâti ve mimma razaknahüm yünfikun;

        Onlar ki, “Allâh” anıldığında o anlam şuurlarında haşyet oluşturur… Kendilerine isâbet edenlere sabredenler ve salâtı ikame edenlerdir… Kendilerini beslediğimiz yaşam gıdalarından, başkalarına da bağışlarlar. (A.Hulusi)

 35 – Ki Allah anıldığı vakit kalpleri oynar, ve kendilerine isabet edene sabırlı ve namaza devamlıdırlar ve kısmet ettiğimiz şeylerden infak da ederler. (Elmalı)


Elleziyne izâ zükirAllâhu vecilet kulubühüm onlar ki ne zaman Allah yanlarında anılsa kalpleri saygıyla ürperir, tir tir titrer. Tüm sembollerin gerçek anlamlarını aldıkları mümin yüreğinin nasıl bir yürek olması gerektiğini işte bu ayet tasvir ediyor. Böyle bir yürek sembollere anlamını verebilir. Allah’ın adı anıldığında, Allah’tan söz açıldığında içleri ürperir. Allah’a karşı saygı ile dolarlar.

 ves sabiriyne alâ ma esabehüm ve başlarına gelen şeye sabrederler. Tabii yüreğinden güç alanlar başlarına gelenlere de direnç gösterirler. vel mukıymis Salâti ve mimma razaknahüm yünfikun üstelik salâtı ikame eder, namazı kılarak Allah’a karşı esas duruşlarını bozmazlar ve bir de kendilerine verdiğimiz rızktan cömertçe sarf ederler. Yani insan – Allah ilişkisini ve insan – insan ilişkisini sıkı korurlar. İnsan – Allah ilişkisinin sembolü olan namazı, insan – insan ilişkisinin sembolü olan zekatı ve sadakayı iyi yerine getirirler.


        36-) Velbüdne ce’alnaha leküm min şeairillahi leküm fiyha hayr* fezkürusmAllâhi aleyha savâff* feizâ vecebet cünubüha fekülu minha ve et’ımül kania vel mu’terr* kezâlike sahharnaha leküm lealleküm teşkürun;

        Develeri de sizin için Allâh’ın kurallarından kıldık; sizin için onlarda hayır vardır… Ön ayaklarından biri bağlı olarak ayakta iken, Allâh’ın ismini zikredin (hatırlayın)… Yere yıkıldıklarında da, onlardan yeyin ve orada bulunanlara da, isteyen kimseye de yedirin… İşte böylece onları size boyun eğdirdik ki şükredesiniz. (A.Hulusi)

 36 – Hem o bedeneler, o gövdeli hayvanlar – var â biz onları Allah şeâirinden kıldık, sizin için onlarda hayır vardır, binaenaleyh ön ayaklarının biri bağlı olarak bir düzüye üzerlerine Allahın ismini anın, yanları yere yaslandığı vakit da onlardan yiyin, kanaatliye ve isteyene ıt’am da edin, o böyle onları size müsahhar kıldı ki şükür edesiniz. (Elmalı)


Velbüdne ce’alnaha leküm min şeairillahi leküm fiyha hayr Hayvanların kurban edilmesine gelince, biz onu sizin için içerisinde nice hayırlar barındıran Allah’ın simgelerinden biri olarak ibadet kılmışızdır.

 İki kere leküm geçiyor ayette. Sizin için yani. Cahiliye de kurbanlık hayvanlar daha önce de dikkat çektiğim gibi bırakılırdı, yenilmezdi. Yani Allah’ın koyduğu yerden alınır Allah hayvanı insana müsahhar kılmış, insanın emrine amade kılmış, ama onlar hayvanı kutsallaştırırlardı. İşte ona bir atıf bu.

 fezkürusmAllâhi aleyha savâffe o halde saf saf, sıra sıra diz çöktürülen hayvanları kurban ederken Allahın adını anın, hatırlayın. Yani Allah adına kurban edin, Allah’tan başkası adına değil.

 Buradaki savâffe Taberin’in bize naklettiğine göre Mücahit ve onu izleyen ilk müfessirlerce devenin kurban ediliş şekli olarak tefsir edilmiş. Deve diğer hayvanlar gibi yatırılarak kurban edilmez. Ön ayaklarından biri bağlanır ve sıra sıra başı dik olarak durur. Zaten devenin başı öyle yatırılacak gibi bir başta değil. Yani onuruyla Allah yoluna kurban edilir. Dolayısıyla develerin sıra sıra kurban için dizildiği bir manzarayı arz ediyor ayeti kerimenin burası.

 feizâ vecebet cünubüha fekülu minha ve et’ımül kania vel mu’terr artık onların yanları yere gelince, zaten devenin kurban edildiği de buradan anlaşılıyor. Yanları iyice yere gelince, daha doğrusu yanlarını yerden kaldıramaz hale gelince. Çünkü ancak kan boşaldıktan sonra deve büyük bir gürültüyle o kitle yere devrilir ve o zaman artık canının çıktığına hüküm verilebilir. İşte ona bir ima burada. Yanları yere gelince ondan siz de yiyin, ihtiyacını belli eden ya da etmeyen herkese de yedirin. Yani müşriklerin yaptığı gibi Allah’ın devesi diye piyasaya salıp bırakıp ta insanların istifadesine engel olmayın.

 kezâlike sahharnaha leküm bu böyledir. Zira biz onları sizin yararınıza amade kılmışızdır. Yani sizin için yaratmışızdır. Sizin için yarattığımızı putlaştırmayın, dokunulmaz kılmayın. Yani keramet hayvanda değil, keramet Allah’tadır. Onun için hayvana, yani sembole bakıp ta sembolize ettiği gerçeği unutmayın. Parmağa takılıp ta parmağın gösterdiği yeri unutmayın. lealleküm teşkürun umulur ki şükredersiniz.


        37-) Len yenalAllâhe lühumüha ve lâ dimauha ve lâkin yenalühüt takva minküm* kezâlike sahhareha leküm litükebbirullahe alâ ma hedaküm* ve beşşiril muhsiniyn;

        Onların etleri de kanları da Allâh’a asla erişmez; fakat sizden O’na takva (itaatle elde edilecek yararlar) ulaşır… İşte böylece (Allâh) onları size boyun eğdirdi ki; size hakikati fark ettirdiği kadarıyla Allâh’ı tekbir edesiniz… Muhsinleri müjdele! (A.Hulusi)

 37 – Elbette onların ne etleri, ne kanları Allaha ermez, velâkin ona sizden olan takva irecektir, böyle onları size müsahhar kıldı ki size yolunu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir ile büyükleyesiniz, ve müjdele o vazifelerini güzel yapan Muhsinleri. (Elmalı)


Len yenalAllâhe lühumüha ve lâ dimauha onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. ve lâkin yenalühüt takva minküm fakat sizden O’na ulaşan yalnızca O’na karşı gösterdiğiniz derin sorumluluk bilinci, yani takvanızdır.

 Açık değil mi. Yine aynı konuya döndük. Semboller sembolize ettikleri hakikatlerden alırlar değerlerini. Hayvanların kanı, eti değildir Allah’a ulaşan. O’ndan bağımsız bir değeri yoktur zaten sembollerin. Onun için aya bakın aya. Parmak ayı gösterirken aya bakın parmağa değil. Cama bakmayın camdan bakın ki dışarıyı göresiniz. O=nu diyor burada.

 kezâlike sahhareha leküm litükebbirullahe alâ ma hedaküm böylece onları sizin yararınıza amade kıldı. Size yol gösterdiğinden dolayı Allah’ın yüceliğini layıkıyla takdir edesiniz. ve beşşiril muhsiniyn ve sen ey peygamber iyileri, O’nun rızasıyla müjdele, O’nun sevgisiyle müjdele.


        38-) İnnAllâhe yudafi’u anilleziyne amenû* innAllâhe lâ yuhıbbü külle havvanin kefur;

        Muhakkak ki Allâh iman edenlere sahip çıkar! Muhakkak ki Allâh hiçbir hain (emanete ihanet eden) ve nankörü (verileni değerlendirmeyeni) sevmez! (A.Hulusi)

 38 – Haberiniz olsun ki Allah iman edenler tarafından müdafaa edecektir, çünkü Allah her hangi bir hâini, nankörü sevmez. (Elmalı)


İnnAllâhe yudafi’u anilleziyne amenû Hiç kuşku yok ki Allah inanıp güvenenleri savunur. innAllâhe lâ yuhıbbü külle havvanin kefur çünkü Allah ihaneti karakter edinmiş hiçbir nankörü sevmez.

 Allah’ın dinini kendisine dert edinenin diyordu efendimiz Hakim’in Müstedrek’in de naklettiği Buhari şartlarıyla sahihi saydığı bir haberde Allah’ın dinini kendisine dert edinenin özel dertlerini Allah satın alır. Allah’ın dinini dert edinmeyeni de derdiyle baş başa bırakır.

 Nasıl ama dostlar, ne müthiş bir çıkış yolu değil mi, ne muhteşem bir formül değil mi. Aslında bu formül üzerinde çok durmak lazım.

 Muharrifler mücedditleri hurafeleri reddettikleri için suçlarlar. Bu ayete dikkat ederseniz eğer odur. Oysa ki kendileri hakikate ihanet ederek kutsallık icat etmişlerdir. Allah’ın kutsal kılmadığını onlar kutsal kılmışlardır. Allah kendisine teslim olanları savunur. Demekle aslında cenabı Hakk kendi emir, kendi çizdiği sınırlar içinde kalanlara yönelik maddi manevi her türlü saldırıya karşı onları savunur denilmek istenmiştir. Ki nasıl savunacağını bir sonraki ayette görüyoruz.


        39-) Üzine lilleziyne yükatelune Bi ennehüm zulimu* ve innAllâhe alâ nasrihim le Kadiyr;

        Kendileri ile savaşılan kimselere, (savaş için) izin verilmiştir… Zulme uğradıkları içindir bu! Muhakkak ki Allâh onları zafere ulaştırmaya Kaadir’dir. (A.Hulusi)

 39 – İzin verildi o kendilerine kıtal edilenlere, çünkü onlara zulüm olundu ve şüphesiz ki Allah onları muzaffer kılmağa her halde kadirdir. (Elmalı)

 

 Üzine lilleziyne yükatelune Bi ennehüm zulimu işte bu yüzden kendilerine savaş açan kimselere savaş izni verildi. Zira onlar zulme uğramış kimseler. Evet, Kur’an da vahiy sürecinde İbn. Abbas’ın nakline göre savaşa, daha doğrusu savunmaya ilk izin verilen ayet bu ayettir. Bu ayetle müminler kendilerine yönelik saldırılara karşı savunma savaşı yapabileceklerdir ve daha sonra, bu ayetlerden çok kısa bir zaman sonra Bedir’e doğru Bakara suresinde indirilen –Ki 191-193. ayetler. Yine aynı surenin 216-244. ayetlerinde- tamamen savaşa izin verilecek ve önlerinde ki yasak, kısıtlama kaldırılacaktır.

 ve innAllâhe alâ nasrihim le Kadiyr ve elbette Allah onlara yardım edecek güce sahiptir. Yani kimse sormasın Allah’ın işte güç dengesi çok aleyhte, onlar binlerce insan, biz ise bir avuç insanız. Bu nasıl olacak demesin. Allah; elde var 1. Allah’ı hesaba katmadan hesap yapmasın. Allah’tan yana olanların güç hesabına Allah’ı dahil etmeleri isteniyor burada. Allah’ı hesaba dahil etmeden herhangi bir başarı ummayın diyor. Mümin Allah’ı hesaba katar. Allah’a güvenir çünkü. İman güvendir.


        40-) Elleziyne uhricu min diyarihim Bi ğayri Hakkın illâ en yekulu RabbunAllâh* ve levla def’ullahinNase ba’dahüm Bi ba’dın lehüddimet savami’u ve biye’un ve salevatün ve mesacidü yüzkeru fiyhesmullahi kesiyra* ve leyensurennAllâhu men yensuruh* innAllâhe le Kaviyyün Azîyz;

        Onlar ki yurtlarından haksız yere sırf: “Rabbimiz Allâh’tır” dedikleri için çıkarıldılar… Eğer Allâh, insanların bir kısmıyla bir diğer kısmını defetmeseydi; manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde Allâh isminin çokça zikredildiği mescitler elbette yıkılırdı… Allâh kendisine (tefekkür, riyâzat ve mücahede ile) yardım edene elbette yardım eder (Esmâ kuvvelerini kullandırtır)… Muhakkak ki Allâh Kaviyy’dir, Aziyz’dir. (A.Hulusi)

 40 – Onlar ki rabbimiz bir Allah dır demelerinden başka bir sebep, bir Hakk olmaksızın diyarlarından çıkarıldılar. Allahın da nasın bir kısmını bir kısmiyle defetmesi olmasa idi her halde manastırlar, kiliseler, havralar Mescitler yıkılırdı ki bunlar da Allahın ismi çok zikir olunur ve elbette Allah kendine nusret edeni mensur kılacaktır, şüphe yok ki Allah çok kuvvetli, çok izzetlidir. (Elmalı)

 

 Elleziyne uhricu min diyarihim Bi ğayri Hakkın illâ en yekulu RabbunAllâh Onlar ki; Yalnızca bizim rabbimiz Allah’tır dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar.

 Gördüğünüz gibi savaş meşruiyetini savunma hakkından alır. İnanç özgürlüğüne yönelik her zorbaca saldırı geri püskürtülmelidir. Bu ayette verilen şey bu. Bu imanın sahibinde ki hakkıdır aynı zamanda. İman sahibine imanını korumayı emreder. Bu emrin bir parçasıdır. Burada geçen savunma hakkı.

 ve levla def’ullahinNase ba’dahüm Bi ba’dın lehüddimet savami’u ve biye’un ve salevatün ve mesacidü yüzkeru fiyhesmullahi kesiyra Zira Allah insanların bazısını diğer bazısı ile savunmamış olsaydı, salmamış değil de savunmamış diye çevirmek, -çünkü def u müdafaa daha doğru olsa gerek- savunmamış olsaydı kesinlikle o zaman içerisinde Allah’ın adının çokça anıldığı nice manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılıp giderlerdi.

 Değerli dostlar, sayılanları gördünüz değil mi, dinlediniz. İşte Kur’an ın inanç özgürlüğü yaklaşımı. Kilise ile camiyi savunmayı aynı hizaya koydu. Çünkü içinde Allah’ın adı anılıyorsa eğer. Eğer inanca özgü mabetse oranın savunulmasını aynı telakki ediyor. Aynı görev bilincinin eseri olarak görüyor. Bu imanın inşa ettiği şehirlere bakın.;

 Kûfe; Fustad, yani Kahire’nin ilk adı. Rey, yani Tahran’ın ilk adı. Bağdat, Dar ül Beyda, yani Kazablanka ve bunun gibi bir çok şehir eski yeni İslam coğrafyasında ordugah şehirlerdir. Ondan önce orada kalıntı adına dahi bir şehir yoktu. Sıfırdan kurulmuştur, Müslümanlar tarafından. Gidin bu şehirlere hem kilise vardır, hem Havra. Oysa ki bu şehirler Müslümanların eli ile kurulmuş. Ordugah şehirler.

 Ne geziyor? Eskiden kalmış olsaydı diyecektik ki eski sakinlerinden kalan mabetler. İşte Müslümanların inanç özgürlüğüne bakışı. Bugünküler onların ayak topuğuna ulaşamaz. Onca yalan iddialarına rağmen. Çünkü bugünkülerin iddialarını görüyoruz. Endülüs’e baktığımızda Endülüs’te ki tüm camilerin kiliseye çevrildiğini görüyoruz. Ondan öte Endülüs’te bu uygulama yapılırken  Yavuz hocası ve büyük şeyhül İslam Zembilli Ali efendiye Mukabelei bil misil, devletler hukukuna göre Mukabelei bil misil teklif eder. Yani Endülüs’te İslam medeniyetinin camileri teker teker kilise haline getiriliyor. Biz de İstanbul’da ki kiliselerin tamamını cami haline getirelim diye teklif ettiğinde ve yine onların mensuplarını da İslam olmaya zorlayalım diye teklif ettiğinde Zembilli Ali Efendi;

 – Zinhar, düşünülmesi dahi caiz değildir. Hükmünü verecektir o büyük alim. İşte fark bu.

 ve leyensurennAllâhu men yensuruh Ama Allah kendi davasına destek verenlere elbette yardım edecektir. Öyle değil mi? İnsan insanken kendini destekleyeni destekliyor da, Allah kendini destekleyeni desteklemez mi. Eğer desteklenmiyorsa, Allah’ı gereği gibi desteklemediğimiz, Allah’ın davasını gereği gibi dert edinmediğimiz sonucuna varalım.

 innAllâhe le Kaviyyün Azîyz çünkü Allah aklın almayacağı kadar güçlü ve yücedir. Kaviyyün, Azîyzun kelimelerinin belirsiz gelmesinden dolayı aklın almayacağı kadar şeklinde çevirdim.


41-) Elleziyne in mekkennahüm fiyl Ardı ekamus Salâte ve atevüz Zekâte ve emeru Bil ma’rufi ve nehev ‘anil münker* ve Lillâhi ‘akıbetül umûr;

        Onlar, eğer kendilerine arzda yer verirsek; salâtı ikame ederler, zekâtı verirler, doğrulukla hükmedip, çirkin davranışlardan engellerler… İşlerin sonu Allâh’a aittir. (A.Hulusi)

 41 – Onlar ki şayet kendilerini Arzda makamı iktidara getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, maruf ile emir ve Münkirden nehiy ederler bütün umurun akıbeti de sırf Allaha aittir. (Elmalı)


Elleziyne in mekkennahüm fiyl Ardı ekamus Salâ bu kimseler ki eğer onlara yer yüzünde iktidar versek salâtı ikame ederler. Allah’a karşı esas duruşlarını bozmadan namazı kılarlar. ve atevüz Zekâ arınmak için verilmesi gerekeni verirler. Zekatlarını ifa ederler. ve emeru Bil ma’rufi ve nehev ‘anil münker iyi, doğru ve yararlı olanı emreder, kötü yanlış ve zararlı olandan da sakındırırlar.

 İktidar ahlâkından bahsediyor dikkat buyurunuz. Muhammedi davetin muhalefetten iktidara geçtiği ilk yıldır bu ayetin indiği yıl. Artık iktidardır Müslümanlar, düne kadar muhalefetlerdi. Alttayken Allah ile hakikatle ortak iyi ile ilişkilerinizi nasıl korudunuzsa üstteyken de öyle koruyun mesajıdır bu. Yani ezilirken, muhalefetteyken Allah ile ilişkinizi nasıl sağladınızsa şimdi iktidardayken de öyle devam edin demektir. Onun için Allah’ın gücü, o güçten pay almak isteyen, Allah’ın kendilerini desteklemesini isteyen insanlar, Allah ile ilişkilerini iktidardayken de sürdürsünler. İktidarı güç üzerine değil, ahlak üzerine bina etsinler. Gücün ahlakı, ahlakın gücü olursa güç meşrulaşır.

 ve Lillâhi ‘akıbetül umûr niçin sorusunun cevabı da burada. Çünkü işlerin sonucunu yine belirlemek Allah’a düşer. Yani en sonunda, nihai anlamda sonucu Allah belirleyecektir. Allah’tan bağımsız bir kariyer planlaması yapmayın.


        42-) Ve in yükezzibuke fekad kezzebet kablehüm kavmü Nuhın ve ‘Adün ve Semud;

        Eğer seni yalanlıyorlar ise; (bil ki) onlardan önce Nuh’un halkı, Ad ve Semud da yalanlamıştı. (A.Hulusi)

 42 – Ve eğer seni tekzip ederlerse emin ol onlardan evvel kavmi Nuh da tekzip etti, Ad da, Semûd da, (Elmalı)


Ve in yükezzibuke fekad kezzebet kablehüm kavmü Nuhın ve ‘Adün ve Semud Yeni bir pasaja girdi Kur’an; İmdi eğer seni yalanlıyorlarsa unutma ki onlardan çok daha önce Nuh, Ad ve Semud kavmi de kendi peygamberlerini yalanlamışlardı.


        43-) Ve kavmü İbrahiyme ve kavmü Lut;

        İbrahim’in halkı ve Lût’un halkı da (yalanlamıştı). (A.Hulusi)

        43 – kavmi İbrahim de, kavmi Lût da, (Elmalı)


        Ve kavmü İbrahiyme ve kavmü Lut yine İbrahim kavmi de, Lût kavmi de.


        44-) Ve ashabü medyen* ve küzzibe Musa feemleytü lil kafiriyne sümme ehaztühüm* fekeyfe kâne nekiyr;

        Ashab-ı Medyen de (yalanlamıştı)… Musa da yalanlandı… Ben de o hakikat bilgisini inkâr edenlere mühlet verdim, sonra onları yakaladım… Beni inkâr etmenin sonucunu yaşatmam nasıl oldu! (A.Hulusi)

 44 – Eshabi Medyen de. Musâ da tekzip olundu, ben de o kâfirlere bir mühlet verdim, sonra da kendilerini tuttum alıverdim, nasıl oldu o vakit benim inkârım? (Elmalı)


Ve ashabü medyen Meyden ahalisi de öyle yapmışlar, kendi peygamberlerini yalanlamışlardı. ve küzzibe Musa ve Musa da yalanlanmıştı. Tarihsel bir gerçekliğe atıfta bulunuyor Kur’an. İnkar da iman gibi var olmaya devam edecektir diyor. İktidara gelin, muhalefette olun fark etmez. Onların inkarının sorumlusu sen değilsin diyor Hz. Peygambere. Onların inkarından sen sorumlu değilsin, çünkü daha önceki peygamberlerin mesajı da aynı şekilde karşılandı. Onun için kendini sorumlusu olmadığın konulardan dolayı üzme. Rahat davran. Çünkü bu yasadır. Bu yasa geçmişte böyleydi şimdi de böyle, gelecekte de böyle olacaktır.

 feemleytü lil kafiriyne sümme ehaztühüm hepsinde de kafirlere süre tanıdım ama sonunda onları yakaladım. İşte yasanın devamı da budur. Onun için hiç kendini üzme. fekeyfe kâne nekiyr haydi inkar nasıl olurmuş, Allah’ı tanımamak nasıl olurmuş görsünler bakalım.

 Aslında burada son kelimenin sonunda görünmez bir “y” var. İyelik eki. Nekiriy, benimde sizi tanımadığım gün gelecek, ben de sizi tanımayacağım. Asıl belâ insanın Allah’ı tanımaması, tanımazdan gelmesi değil, Asıl bela Allah’ın insanı tanımamasıdır.


        45-) Fekeeyyin min karyetin ehleknaha ve hiye zâlimetün fehiye haviyetün alâ uruşiha ve bi’rin mu’attaletin ve kasrin meşiyd;

        Nice zâlim şehir vardı ki, haksızlıkta aşırı gitmeleri sonucu onları helâk ettik… Artık çatıları, duvarları üstüne çökmüş… Geride kullanılmaz kuyular ve yıkılmış saraylar kalmış. (A.Hulusi)

 45 – Evet, nice memleketler vardı ki biz onları zulüm etmekteler ken helâk ettik de şimdi onlar damlarının üzerine çökmüş ıp ıssız, hem nice muattal kuyu ve müşeyyed köşk. (Elmalı)

 

 Fekeeyyin min karyetin ehleknaha ve hiye zâlimetün işte bu yüzden kendileri zulme gömülmüş nice kentleri helak ettik. fehiye haviyetün alâ uruşiha nihayet hepsi de tepe taklak gitti. Yerlerinde şimdi yeller esiyor. ve bi’rin mu’attaletin geriye terk edilmiş kuyular kaldı ve kasrin meşiyd görkemli saraylardan şimdi eser yok.


        46-) Efelem yesiyru fiyl Ardı fetekûne lehüm kulubün ya’kılune Biha ev azânün yesme’une Biha* feinneha lâ ta’mel ebsaru ve lâkin ta’mel kulubülletiy fiyssudur;

        Değerlendirecek şuurları yahut algılayacak kulakları yok muydu ki, arzda gezip ibret almadılar! Gerçek ki gözler kör olmaz, içlerindeki (beyinlerindeki) kalp gözleri körleşir! (A.Hulusi)

 46 – Ya o yerde neye bir seyretmediler ki kendileri için akıllanmalarına sebep olacak kalpler ve işitmelerine sebep olacak kulaklar olsun, zira hakikat budur ki gözler körelmez ve lâkin sînelerdeki kalpler körelir. (Elmalı)

 

 Efelem yesiyru fiyl Ard iyi ama onlar hiç mi yer yüzünde gezip dolaşmazlar. fetekûne lehüm kulubün ya’kılune Biha ev azânün yesme’une Biha bu sayede kendisiyle akıl edecekleri bir kalbe, ya da işitecekleri bir kulağa sahip olsalardı ya. Yer yüzünde gezselerdi ya. Evet, selim akılla sahih nakil sahibini aynı yere götürür. İşte verilen mesaj.

 Tarih bir kitaptır, okuyun diyor. Zaman bir kitaptır okuyun. Okumayanlar; akıl eden bir kalbe sahip olmazlar. Eğer aklınız çalışmıyorsa, akletmiyorsa akıllı değilsiniz, yok hükmündedir demeye getiriyor. Faal olmayan aklı yok sayıyor Kur’an. Onun için fiil olarak kullanıyor isim olarak değil.

 feinneha lâ ta’mel ebsaru ve lâkin ta’mel kulubülletiy fiyssudur ama şu da var ki gözler kör olmaz, fakat asıl kör olan göğüslerde bulunan kalplerdir. Kur’an körü tarif ediyor, Yani kör gözü kör olan değil, kalbi kör olandır diyor. Yani Yakub’un gözü yok oldu, kör oldu ama kalbi ile koku aldı baksanıza diyor.


        47-) Ve yesta’ciluneke Bil azâbi ve len yuhlifAllâhu va’deh* ve inne yevmen ‘ınde Rabbike keelfi senetin mimma te’uddun;

 Senden azabını acele istiyorlar… Allâh vaadinden asla caymaz! Muhakkak ki Rabbinin indînde bir gün, size göre bin yıl gibidir! (Buradaki işaret insanın geçeceği vefat sonrasındaki yaşam boyutu algılamasınadır Allâhu âlem. Çünkü ‘Rabbinin’ denerek, kişinin Esmâ bileşimi algılamasının getirisi olan bilinç boyutuna {beyninin içindeki – kozasındaki dünyasının zaman anlayışına} atıf yapılmaktadır. İşaret Rabb-ül âlemîn’e göre değildir. A.H.) (A.Hulusi)

 47 – Bir de senden acele azâb istiyorlar, elbette Allah, vaadinde hulf etmez, bununla beraber rabbinin indinde bir gün sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. (Elmalı)


Ve yesta’ciluneke Bil azâb bir de kalkmış azabın çabuk gelmesi için seni sıkıştırıyorlar. ve len yuhlifAllâhu va’deh ne ki Allah sözünden asla caymaz ve inne yevmen ‘ınde Rabbike keelfi senetin mimma te’uddun ama unutmayın ki senin rabbin katında bir gün sizin hesabınıza göre tut ki bin yıldır. Buradaki “k” yi tut ki diye çevirdim çünkü buradaki bin yıl kinaidir. Yani çokluktan kinayedir. Onun içinde Kur’an da Mesela bir başka ayette 50.000 yıl olarak gelmiştir.


48-) Ve keeyyin min karyetin emleytü leha ve hiye zâlimetün sümme ehaztüha* ve ileyYEl masıyr;

        Zâlim oldukları için, kendilerine mühlet verdiğim nice şehir vardı… Hepsini yakaladım… Dönüş sadece banadır! (A.Hulusi)

 48 – Zulüm etmekteler ken kendilerine mühlet verdiğim nice memleket vardı ki ben onu tutmuş alıvermiştim, bütün inkılap nihayet banadır. (Elmalı)


Ve keeyyin min karyetin emleytü leha ve hiye zâlimetün sümme ehaztüha ve ben zulme gömülmüş gitmiş nice toplumlara önce süre tanımış sonra yakalamışımdır. ve ileyYEl masıyr nihayet dönüş banadır.

 Allah’tan kaçamazsınız diyor yani. Kaçmak isteseniz de sonunda geleceğiniz yer Allah’ın huzurudur. Ancak kaçak olarak huzura çıkarsınız. En iyisi ey insan, kaçak olarak, firari olarak Allah’ın huzuruna çıkmaktansa, Allah’ın koyduğu yerde dur ve rolünü oyna.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

 Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
6 Yorum

Yazan: 13 Temmuz 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

6 responses to “İslamoğlu Tef. Ders. HACC SURESİ (025-048)(105)

  1. bahri ciftci

    05 Eylül 2014 at 01:54

    46. Ayetin tefsirinde anlamadigim bir bolum var. Diger tefsirlerde de çözemedim. Akıl, dusunme eylemi beyindedir, kalpte degil. Kalp algilamaz. Burada kalbin akıl etme özelliği cok net ayette yer aliyor. Kalp fizyolojik olarak nasıl akleder. Kalbin hangi bolumu aklediyor. Akıl sadece beyinde degil mi? Ya da akletmek ne demek, bizim anlamadigimiz bir anlami, yontemi, kisiye gore farki mi var? Cevabi mail atar misiniz?

     
    • ekabirweb

      05 Eylül 2014 at 11:19

      Merhaba. Keşke Mustafa Hocam yanımda olsaydı o cevaplasaydı. Yanlış bir şey yazmaktan Allah’a sığınırım. “Bence” akılla zekânın aynı olduğunu düşünmenizden kaynaklanıyor. Bildiğiniz gibi insanı insan yapan maddi bedeni değil Rûhi kimliğidir. Bu nedenle akleden, düşünen tüm duygular, hisler, zihnî ve ahlâkî niteliklerin merkezine kâlp denilir. Yani akıl ve düşünme yeteneği bu Rûhi yapıya özgü vasıflardır.
      Zekâ ise beş duyu ile elde edilen hafızaya kaydedilmiş verileri, ihtiyaç anında ne kadar verimli kullanabilmesi ile ilgilidir, anlık, kısa süreli değerlendirme yeteneğidir yani.
      İşte bu nedenle ayette kalplerin kör olması bizim şu anki gerçek kabul ettiğimiz anlamda değil mecazi anlamda kullanıldığı açıktır. Bahsedilen maddesel beyin ve kan pompası olan kâlp değil, Rûhani yeteneklerin merkezi olan yapıdır.
      Bu cevabım sizi tatmin etti mi bilmiyorum. Ama asıl doğruyu bir bilene, mesela Mustafa hocama sorarsanız daha doğru bir cevap alabilirsiniz. Esen kalın, Allah’a emanet olun.

       
      • ciftci.bahri@gmail.com

        05 Eylül 2014 at 16:44

        Sayın Hocam! Öncelikle cevap verme nezaketinde bulunduğunuz için teşekkür ederim. Bana yeni ufuklar açtınız/açıyorsunuz. Cevabınızdan çıkarımım şu: Kalbin de beyin gibi bilim adamları tarafından çözülmemiş sırları var. Zannımca kalbin mecazi merkez olmanın ötesinde fiziksel merkez özelliği de var ve bu merkezin ister zeka deyin ister akıl ister düşünme yeteneği farklı bir işlevi daha var (bence). Bunun sırrı çözülmeli. Kalbin beyinden bağımsız çalışması ve bunun için yapısında iki tane elektrik santrali barındırması da bu tezimin ilk işareti olabilir. Doğrusunu Allah bilir.

         
      • ekabirweb

        05 Eylül 2014 at 18:30

        Merhaba.  Ben hacı veya hoca değilim, bilinçli bir inanan olarak aklıma takılan sorulara cevap arayan kardeşinizim. İnsanın yapısı tabii ki tam olarak çözülmüş değil. İnsanın beşer ve Rûhani yapısını dizayn edip yaratan Allah olduğu için sırlarını da O bilir. Bu sırları da zamanı geldikçe bizlerin anlayışına uygun halde bilmemizi sağlayan da O dur. Ben bu tip sorularımın birçoğuna Ahmed HULUSİ’ nin eserlerinde cevap buldum, tavsiye edebilirim. Ama bundan önce Kur’an ı detayları ile (Tefsir) hafızana kaydet. Onu takip ederken Rabbim gereken merakı ve öğreneme gayretini sana verecektir. Esen kalın, Allah’a emanet olun.

         
  2. Halil

    27 Nisan 2020 at 07:43

    “Başka yerlerde sadece fiillerinizden mesûlsünüz, Kâbe’de ise düşüncelerinizden de mesûl olursunuz” buyurmuştur.

    Bu hadisin kaynağını verebiliyorsanız ne güzel size öğrenmiş oluruz veremiyorsanız insanları kandırmayın Allah aşkına

     
    • ekabirweb

      27 Nisan 2020 at 08:43

      Aleykümselam. Yapılan çalışma bir derleme olup farklı kaynaklardan toplanmıştır. Bahsettiğiniz Hadis-i Şerif,’i içeren yazı Ahmet Hulusi’nin İslamın Temel Esasları kitabındaki alıntıdır. Bu konuyu kendisine danışırsanız daha isabetli olacaktır. Allah ile kalın.

       

Yorum bırakın