RSS

İslamoğlu Tef. Ders. FURKAN SURESİ (32-77)(114)

14 Eyl

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde Furkan suresinin 31. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursak geçen dersimizde işlediğimiz ayetler ahiretten bir takım sahneler sunmakta idi. Bu sahnelerde yer yüzünde yanlış insanların peşine düşen, yanlış insanların peşine düştüğü için yanlış bir hayatı yaşayan insanların hesap gününde aldanmışlığını tasvir eden ayetler okumuştuk ve onun ardından da yanlış bir hayatı yaşamamanın garantisi olan vahye söz getirilmiş ve bu meyanda Hz. peygamberin insanları, özelde ümmetini, ahirette şikayet edeceği tek konu olan;

“Ya rabbi, bu kavmim, ümmetim senin gönderdiğin mesajı, vahyi, Kur’an ı gözden çıkarılacak bir hitap, göz ardı edilecek bir mesaj olarak gördüler, telakki ettiler, tasavvur ettiler.” Diye şikayet etmişti.

İşte o ayetlerin ardından 32. ayetle dersimize devam ediyoruz.

        32-) Ve kalelleziyne keferu levla nüzzile aleyhil Kur’ânu cümleten vahıdeten, kezâlike linüsebbite Bihi Fuadeke ve rettelnahu tertiyla;

       Hakikat bilgisini inkâr edenler dediler ki: “O’na Kurân’ın (İsrailoğullarına gelen kitaplar gibi) hepsi birden tenzîl edilmeliydi!”… (Oysa) böylece, O’nunla, senin Fuadını (Esmâ mânâ özelliklerini şuura yansıtıcılar – kalp nöronlarının beyindeki açılımlarını) sâbitlemek için (böyle tenzîl ettik) ve (hakikatinde, her birinin kuvvelerini ayrı ayrı bulman için) bölümler hâlinde okuttuk. (A.Hulusi)

32 – Yine o küfredenler dediler ki: o Kur’an ona cümlesi birden indirilseydi ya! Biz onu gönlüne iyi tespit edelim diye böyle indirdik ve fevkalâde bir tertil ile tertil eyledik. (Elmalı)

Ve kalelleziyne keferu levla nüzzile aleyhil Kur’ânu cümleten vahıdeh bir de o kafirler, inkarda ısrar edenler dediler ki Kur’an ona topyekun olarak, tek bir seferde indirilmeli değil miydi, kezâlike linüsebbite Bihi Fuadeke ve rettelnahu tertiyla işte biz bütünü oluşturan parçaları ait olduğu yere biri diğerini açıklayacak şekilde yerleştirerek onunla senin iç dünyanı inşa edip pekiştirelim diye böyle yaptık.

Kısa bir metin uzun bir tercüme oldu. Fakat bu uzun tercüme biraz da ve rettelnahu tertiyla ibaresinden kaynaklandı.

Tertil; şey’en bâ’de şey’in, yani bir biri ardınca öğütlerin, mesajın, hitabın sıralanması allemnakehu, yani peşi sıra, birbiri ardına dizerek bir şeyi birine öğretmek anlamına geliyor. Bir süreç ve sıra belirtir. Onun için Kur’an vahyi bu süreç ve sıranın hikmetini de; onu senin iç dünyanı inşa için böyle bir sıra ve süreç içinde indirdik buyuruyor. linüsebbite Bihi Fuadek iç dünyayı o temel, o proje üzerine inşa etmek. Hz. peygamberin tasavvurunu, aklını, şahsiyetini bir süreç içerisinde gergef gergef dokumak, inci inci işlemek, adeta bir tığ ile insan inşa eder gibi böyle ince ince örmek. İşte burada vahyin yaptığı da bu.

Eğer siz neden bu Kur’an Musa’ya inen 1o emir levhaları gibi bir tek seferde inmedi diye itiraz ediyorsanız, bu Kur’an ayakları yerde başı gökte. Lafzı yerde, manası gökte olan muhteşem bir hitaptır. Bu kitap, bu hitap hayatın içine inmektedir. Hayatla bakışımlıdır, hayatın sorusuna bir cevaptır, Yerden yükselen soruya gökten bir cevaptır. İnsandan yükselen soruya Allah’tan inen, nüzul eden bir cevaptır.

Onun için yerden soru yükselmeli ki gökten de cevap insin. İşte bu da bir süreç içinde olmaktadır. Yani Kur’an hayatın dışına inmemiştir. Hayatın ta göbeğine inmiştir. Hayatı inşa etmek için inmiştir. Kur’an ilahi bir inşa projesidir. Hayatı inşa edecek insanı inşa eder. İnsan da zamanın çocuğudur, zamanın içinde yaşar, zamanın içinde gelişir ve zaman ile olgunlaşır, tekamül eder.

İşte bu çerçeve de Allah’ın zamanı görüp gözetmesinin bir ifadesidir Kur’an vahyinin 23. yıl içerisinde bir süreçte vahyolunmuş olması. Bu zamanı gördüğünü, rabbimizin zamanı dikkate aldığının bir ifadesi. Bu çerçevede aynı zamanda insanı, insanın öğrenme yeteneğini, öğrenme yeteneğinin zaman ile ilgili, zaman ile alakalı bir boyutunun olduğunu da itiraf ve ifşadır aynı zamanda.

Onun için bu itiraz meleklerden oluşmuş bir topluma vahiy inseydi o zaman tutarlı olabilirdi. Oysa ki insanlardan oluşmuş bir toplum zaman içerisinde, yavaş yavaş gelişerek ilerleyen bir hayat. Zaman içinde kemale doğru yürüyen bir insan. Zaman içinde hiçbir şey bilmezken, -Kur’an ın ifadesi ile- belli bir süre içinde aklı fikri, hafızası, muhayyilesi, tasavvuru, şahsiyeti oluşan muhteşem bir eğitim süreci geçirmektedir insan. İşte bu süreci Allah dikkate aldığını, vahyi indirirken de bu süreci gözettiğini bu ayetle ifade buyurmaktadır.

        33-) Ve lâ ye’tuneke Bi meselin illâ ci’nake Bil Hakkı ve ahsene tefsiyra;

       Sana her sorun getirdiklerinde, açıklaması itibarıyla ve Hak olarak, sana daha güzeli ile geldik. (A.Hulusi)

33 – Hem onlar sana her hangi bir mesel ile gelmezler ki mutlak biz sana hakkı ve tefsirin daha güzelini getirmiş olmayalım. (Elmalı)

Ve lâ ye’tuneke Bi meselin illâ ci’nake Bil Hakkı ve ahsene tefsiyra imdi onlar senin önüne hangi meselle çıkarlarsa çıksınlar, kesinlikle biz sana o konudaki gerçeği ve en doğru açıklamayı getiririz. Yani bir bakıma şöyle de anlaşılabilir; onlar senin önüne hangi alternatif mesajı koymaya kalkarlarsa kalksınlar unutmamaları gereken tek şey şudur; Biz önüne koymak istedikleri alternatifin en iyisini koyar ve onların getirdiği sahte mesajları gerçeği ile söker atarız.

Kur’an ın peyderpey inişinin hikmetlerinden birine dikkat çekiyor bu ayet. Birbirini açıklamasıdır. Yani Kur’an Mekkî ayetlerini ve surelerini, Medine’de inmiş ayetlerle sureler açıklar.

Kur’an kendi kendisini tefsir eden bir kitaptır. Medeniler Mekkî ayetlerin tefsiridir biraz önce de söylediğim gibi. Muhkemler, müteşabih ayetlerin tefsiridir. Yani yoruma açık olmayan ne ve açık mesaj getiren ayetler, yoruma açık bir biçimde gelen ayetleri tefsir ederler. Kur’an ise ebedi hakikatin ve eşyanın tefsiridir. Vahye yönelik itirazların karşılanma garantisidir bu ayet. Onun içinde sevgili efendimize vahye yönelebilecek her itirazı vahiy bizzat göğüsleyecektir. Endişeye mahal yoktur mesajı.

        34-) Elleziyne yuhşerune alâ vucuhihim ila cehenneme, ülaike şerrun mekânen ve edallü sebiyla;

       Hakikatleri kararmış yüzleri yere bakan, cehenneme haşrolunacak kimseler var ya, işte onlar mekân itibarıyla en şerr ve yol itibarıyla en sapkındırlar. (A.Hulusi)

34 – O yüzleri üstü Cehenneme haşr olunacaklar, onlar mevki’ce çok fena, yolca da en sapıktırlar. (Elmalı)

Elleziyne yuhşerune alâ vucuhihim ila cehenneme, ülaike şerrun mekânen ve edallü sebiyla yüz üstü sürünerek cehenneme tıkılacak kimselere gelince; en şerli konumda bulunanlar ve yoldan en çok sapanlar işte bu tiplerdir. Yani alçalmış, alâ vucuhihim, yüz üstü sürünme. Buradaki bu ifade alçalmış, rezil ve rüsva bir halde anlamına geliyor.

Yeni bir pasaja giriyor sure. Bu pasajda aslında bir öncekinin konu olarak devamı sayılabilir;

        35-) Ve lekad ateyna Musel Kitabe ve cealna maahu ehahü Harune veziyra;

       Andolsun ki, Musa’ya Hakikat bilgisi ve uygulama kurallarını verdik ve Onunla beraber kardeşi Harun’u da yardımcısı kıldık. (A.Hulusi)

35 – Celâlim hakkı için Musâ’ya o kitabı verdik, biraderi Harûn’u da maiyetinde vezir yaptık. (Elmalı)

Ve lekad ateyna Musel Kitab doğrusu yine biz Musa’ya ilahi mesaj gönderdik. Yani sadece sana değil, senden önce de gelen peygamberlere geldi mesaj. Onun için nübüvvet mümkin bir gerçektir. Nübüvvet daha önce de gerçekleşmiştir. İlk defa mesaj gönderilen sen değilsin. İlk gönderilen peygamber de sen değilsin. Eğer sana itiraz getirenler senden önce peygamber geldiğini ve onlara vahiy indiğini tasdik ediyorlarsa seni reddetmekle çelişkiye düşüyorlar. Seni reddetmek için önceki peygamberlerin mesajlarını örnek göstermeleri tam bir çelişkidir. Daha tutarlı bir itirazları olmalı onların. Yoksa açık bir çelişkiye  düşüyorlar.

ve cealna maahu ehahü Harune veziyra kardeşi Harun’u, yani Hz. Musa için tabii ki, kardeşi Harun’u da onun yanına yardımcı olarak verdik.

31. ayeti hatırlayacak olursak her peygamberin düşmanı olduğu ifade edilmişti orada. Burada da yardımcıları olduğu ifade buyruluyor ve tabii Resulallah teskin ediliyor, teselli ediliyor. Yani düşmanın var, her peygamberin düşmanı vardı. Ama dostun da olacak, yardımcın da olacak. Vezir; Aslında vizr’i alan anlamına, yani yük alan. Yük olan değil, yük alan, yükü paylaşan. Onun için Hz. peygamber bir seferinde Hz. Ali’ye yönelerek;

– Harun Musa için ne anlam ifade ediyorsa, sen de benim için osun. Demişti.

Bize kadar gelen rivayetlerden Resulallah’ın da etrafındaki bazı insanların onun yükünü aldığını, onun ıstırabını paylaştığını ve ona yönelik bir çok tehlikeyi üzerlerine çektiklerini, tıpkı Hz. Ali’nin onun yatağında yatarak ona yönelmiş düşman hançerlerine göğsünü siper etmesi, tıpkı Hz. Ebu Bekir’in onun yanında hicrette yola koyularak yine göğsünü Resulallah’a siper etmesi, Tıpkı Saad Bin Ebi Vakkas’ın anam babam sana feda olsun ya Resulallah diyerek göğsünü Uhut’ta düşmanın bir ok atımı mesafeden daha yakın bir mesafeye geldiği, Resulallah’ın kimi zaman eteğine kadar kılıçların değdiği zor bir zamanda göğsünü Resulallah’a siper ederek okların kendisine saplanmasına vesile olduğu ve bu sayede Resulallah’ı düşmanın şerrinden korumaya aracı olduğu örneklerinde ki gibi bir çok arkadaşı, bir çok sahabi Resulallah için gerçekten Harun’luk görevi görmüşlerdi.

        36-) Fekulnezheba ilel kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtiNA* fedemmernahüm tedmiyra;

       Sonra da dedik ki: “Varlıklarındaki işaretlerimizi yalanlayan o topluma gidin ikiniz!” Nihayet onları perişan ettik! (A.Hulusi)

36 – Haydi âyetlerimizi tekzip eden o kavme gidiniz, dedik, bin netice o kavmi temdir (Yok etmek) ederek helâk ettik. (Elmalı)

Fekulnezheba ilel kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtiNA siz ikiniz, yani Musa ve Harun. Ayetlerimizi yalanlayan malum topluluğa gidiniz dedik. Tabii gittiler, Firavunu ve etrafındaki inkarcıları davet ettiler. Uzun bir süreç içinde gelişen olaylar gelişti. Daha önce bu olayların farklı farklı versiyonlarını A’raf suresinde ve diğer surelerde işlemiştik. Yine Bakara suresinde, A’raf suresinde, müteakip surelerde, Hicr suresinde, Enbiya suresinde bir çok surede Hz. Musa’nın daveti ayrıntılarıyla anlatılmıştı. İşte o anlatılan olaylar yaşandı, gerçekleşti ve en sonunda Firavun ve etrafındakiler bu daveti reddettiler. Sonuç ne mi olsu? Ayetin sonucu onu veriyor.

fedemmernahüm tedmiyra ancak bundan sonradır ki onları yerle bir ettik.

Burada şöyle bir nükte var, biz davetçi göndermedikçe bir kavmi helak etmeyiz, ilahi, vahyi gerçeğine bir atıf var. Yani firavunu da o inkar ettikten sonra helak ettik. Biz davet etmeden bir topluma azap göndermeyiz.

Buradan şunu anlıyoruz ki küfür, özellikle davet geldikten sonra ona yönelik ısrarlı inkardır. Yoksa davet gelmemiş olan insanların sapması, yanlışı, İslam dışı itikatları onların azabı üzerlerine celbetmeleri için yeterli değil. Davet ulaştıktan sonra eğer hala ısrarla inkar ediyorlarsa işte bu durumda Kur’an ın ifadesi ile;

ve ma künna muazzibiyne hatta neb’ase Rasûla. (İsra/15) biz bir elçi göndermedikçe bir topluma azap etmemişizdir buyuruyor. O gerçeğe bir ima var burada.

        37-) Ve kavme Nuhın lemma kezzebur Rusüle ağraknahüm ve ce’alnahüm linNasi ayeten, ve a’tedna lizzâlimiyne azâben eliyma;

       Nuh halkını da Rasûlleri yalanladıklarında, suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret kıldık… Zâlimler için feci bir azap hazırladık. (A.Hulusi)

37 – Nuh kavmini de Resulleri tekzip ettikleri vakit gark edip kendilerini insanlara bir ibret kıldık: hazırladık da zâlimlere elîm bir azâb. (Elmalı)

Ve kavme Nuhın Nuh kavmi de öyle oldu. lemma kezzebur Rusüle ağraknahüm ve ce’alnahüm linNasi ayeh tam da elçilerini yalanladıklarında onları suya gark ettik. Böylece kendilerini insanlığa ibret kıldık. İbreti alem kıldık. İyiler numune i intisal, kötüler ibreti alemdir. ve a’tedna lizzâlimiyne azâben eliyma zira biz haddi aşan herkes için can yakıcı bir ceza hazırladık.

        38-) Ve Aden ve Semude ve AshaberRessi ve kurunen beyne zâlike kesiyra;

        Ad’ı (Hud a.s.ın halkı), Semud’u (Sâlih a.s.ın halkı), Ress (örülmemiş kuyu) ehli ve bunlar arasında pek çok nesli de… (A.Hulusi)

38 – Âdi de, Semûd’u da, Ashabı ressi de bunların arasında daha bir çok kurunu da. (Elmalı)

Ve Aden ve Semude ve AshaberRessi ve kurunen beyne zâlike kesiyra ve Ad, ve Semud kavmi Ress sakinleri ve bunlar arasında yaşamış olan bir çok nesil de öyle oldu. Onların başına da öncekilerin başına gelen geldi. Neden mi? Çünkü onlar da öncekilerin yolunu izlediler. Kim kimin izinden giderse, o, onun akıbetine uğrar. Bunda şaşılacak ne var.

Burada sayılan bütün bu helake uğramış kavimlerin ayrıntılı kıssaları farklı surelerde dile getirilir. Burada sadece bir geçit resmi yaptırılıyor. Yani inkarcı çizginin başına tarih içinde ne gelmiştir. Tabii ki bununla vahyin ilk muhatabı olan inkarcı Mekke’liler uyarılıyor ve tabii ki sonsuza kadar, kıyamete kadar vahye muhatap olup ta inkar eden herkes uyarılıyor.

Burada geçen AshaberRess Ress kuyu demektir. Bölgede bir vadinin adı olduğu söylenir. Fakat bu vadinin berede olduğu hakkında çok farklı yorumlar yapılmış tefsirlerde. Bir yoruma göre güney Arabistan da mukiym Ress sakinlerine Hanzala Bin Saffan peygamber olarak gönderilmiş, onu öldürüp azaba uğramışlardır. Yine bir başka yoruma göre bu bölge Azerbaycan da dır ve Azerbaycan da kendilerine gönderilen peygamberi işkence ile, hatta bir başka rivayete göre kuyuya atarak öldürdükleri için başlarına bela gelen bir kavimdir bu.

        39-) Ve küllen darabna lehül emsâl* ve küllen tebberna tetbiyra;

        Onların her biri için dersler vermiştik… (Sonunda) hepsini kırdık geçirdik. (A.Hulusi)

39 – Ki her birine nasihat olarak emsal anlatmıştık ve her birini mahvı perişan ettik de ettik. (Elmalı)

Ve küllen darabna lehül emsâl önce her birinin önüne yaşanmış örnekler koyduk, yani tıpkı bizim önümüze konulmuş bu örnekler gibi önceki helak olan toplumların önüne de onların peygamberlerine gönderilen vahiylerde sizden önce inkar edenlerin başına şunlar geldi diye rabbimiz örnekler koymuştur. Yani ibret almalarını istemiştir. Rabbimizin insanlığa şefkatinin bir ifadesidir bu. Yarattığı insanın güzel bir akıbetle akıbetlenmesi için rabbimiz akıl vermekle yetinmemiş, irade vermekle yetinmemiş peygamber göndermiş. Bir tanesine de göndermemiş bir çok göndermiş, vahiy göndermiş. Yani ardı ardına ona merhametini, rahmetini ifade buyurmuş ve bütün bunlara rağmen insan hala direniyor, inkarda ısrar ediyorsa işte ondan sonra kendi kötü akıbetini kendi elleri ile seçmiş olmaktadır. O mesaj verilmiştir her topluma.

ve küllen tebberna tetbiyra sonra hepsini param parça edip mahvettik.

        40-) Ve lekad etev alel karyetilletiy ümtırat metares sev’* efelem yekûnu yeravneha* bel kânu lâ yercune nüşura;

        Andolsun ki belâ yağmuruna tutulmuş o şehre (Lût kavminin helâk olduğu yere) uğradılar… Acaba onu görmediler mi? Hayır! Onlar ölüm sonrasında dirilişi, aslına dönüşü ummuyorlardı! (A.Hulusi)

40 – Celâlim hakkı için o fenalık yağmuruna tutulan karyeye de vardılar, artık onu görüyor değiller miydi? Doğrusu nüşur arzu etmiyorlar, uyanmak istemiyorlardı. (Elmalı)

Ve lekad etev alel karyetilletiy ümtırat metares sev’ doğrusu bu vahyin muhatapları bela sağanağına yakalanan kente uğramış olmalılar.

Kim bunlar? Mekke nin sakinleri. Onlar ticaret kervanlarını bela mahalli olan Lût kavminin, Lût gölünün hemen yanı başındaki yoldan geçirirlerdi. Filistin’e, Mısır’a, Akdeniz bölgesine sevk ettikleri mallar ve oradan alıp ta iç Arabistan’a götürdükleri mallar yüklü kervanların yolu oradan geçerdi. Onun için her gün adeta gördükleri bu ibret mahallinden ibret almamalarına dikkat çekiliyor burada. Gözünüzle görüyorsunuz. Bugün bile gidenler görürler. Lut gölü eski bir göldür. Fakat bu gölün bir kenarı lisan denilen bir ucu vardır. O uçta gölün derinliği aslında 400 metre, o uçta 50-60 metrelik cetvelle çizilmiş gibi tektonik bir kırık vardır. Biyosfer tabakasında. O kırık besbellidir ki bir yer hareketi sonucunda kırılmıştır. Yani ondan ötesi yer üzerinde iken Sodom kentinin yerleşim mahallidir orası. Daha sonra 60 metre suyun altına batmıştır ve bugün aslında yeni yapılan kazılarla ve bulgularla bu da tespit edilmiş durumdadır.

İşte o mahalli gören bu insanların gördüklerinden ibret almayışları dile getiriliyor.

efelem yekûnu yeravneha şimdi orada olup bitenin iç yüzünü görmediler öyle mi? Yani görmüyorlar mı orada olup bitmiş olan bu belayı. bel kânu lâ yercune nüşura yo..! onlar asıl öldükten sonra yeniden dirilerek hesap vermeyi istemiyorlar.

Evet değerli Kur’an dostları. İşte püf noktası burası. Eğer bir anahtar varsa bütün bu pasajlarda o anahtarlardan bir burada yatıyor. Yani inkarcı mantığı aslında deşifre ediyor. İnkarcı mantığın psikolojisini, daha doğrusu psikanalizini yapıyor. Psiko analiz yapıyor. Nasıl bir temele dayanıyor inkarcı mantığın inkarı? Ahirette hesap vermemek üzerine dayanıyor. Yani sorumluluktan kaçıyor. Sorumlu bir hayat yaşamak istemiyor. Hesabı verilmiş bir hayattan kaçıyor İnkarcı. Aslında inkarcının derdi bu. hesabını vermeyeceği bir hayat yaşamak, hesapsız bir hayat yaşamak. Sınırsız ve sorumsuz bir hayat yaşamak.

Ama insan sınırlı, ama insan sorumlu. İşte bunun için ahireti inkar eder. Bunun için vahye sırt döner. Bunun için insanlığın ufku olan peygamberlere sırt döner, onların mesajlarına sırt döner. Çünkü sorumsuz davranmak istiyor. Çünkü hesap vermek istemiyor, çünkü işine gelmiyor. Yoksa varlığın, yaratılmışların şerefli bir unsuru olarak, Allah’ın bir şah eseri olarak kendi varlığını nasıl bir sineğin varlığı ile eşitler ki insan. Bu revamıdır, aslında bu insanın kendisine yapabileceği en büyük hakaret değil midir. İşte bunu sadece böyle bir güdüsel yöneliş sonucu yapar. O da hazcılık ve zevkin peşine düşerek hesap vermeyeceği bir hayata tutsak olmak, yani hesaptan kaçmak, işte bu.

        41-) Ve izâ raevke in yettehızûneke illâ hüzüva* ehazelleziy beasâllahu Rasûla;

       Seni gördüklerinde, “Allâh’ın Rasûl olarak bâ’s ettiği bu mudur yani!” diyerek seni alaya almaktan başka bir şey edinmezler! (A.Hulusi)

41 – Senide gördükleri vakit sırf bir eğlence yerine tutuyorlar, bumu o Allahın Peygamber diye gönderdiği? Diyorlar. (Elmalı)

Ve izâ raevke in yettehızûneke illâ hüzüva bir de ne zaman seni görseler, sırf seninle alay etmek amacıyla diyorlar ki ehazelleziy beasâllahu Rasûla ne yani Allah elçi olarak bula bula bunu mu buldu da gönderdi diyorlar. Aslında burada ki bu ibareyi o günkü sosyal gerçeklikle nasıl bağdaştırabiliriz. Yine bu insanlar sevgili efendimize gençliğinde emiyn ismini vermişlerdi. Muhammedül Emiyn diyorlardı. Güvenilir Muhammed diyorlardı ve güveniyorlardı.

Peki o zaman bu vakıayla bu ayette ki ifadeyi nasıl uzlaştıracağız? Aslında burada onların itirazı Resulallah’ın insaniyetine değil, insan türünü küçümsüyorlardı. Melek olmalı değil miydi deyişleri bu yüzdendi. Yani Allah’a elçi olsa olsa melekler olur, insanlar Allah’a elçi olamaz demek aslında insan Allah’a muhatap olamaz demekti. Bu insanı küçümsemektir. Bu insanın kadrini kıymetini bilmemektir. Allah’ın yanındaki insanın değerini yok saymaktır. Onun için inkarcı akıl aslında insana hakaret ediyordu. İnsan türünün şerefine onuruna, Allah katındaki saygın konumunu reddediyordu. Peygamberliğin insana gelişini reddetmek bu anlama geliyordu. Resulallah’a yönelttikleri bu hakaret vari sorular da bunun ifadesi idi.

        42-) İn kâde leyudıllüna ‘an alihetina levla en saberna aleyha* ve sevfe ya’lemune hıyne yeravnel azâbe men edallü sebiyla;

        “Eğer onlar (ilâhlarımız) üzerine dirençli olmasaydık, (Rasûl) neredeyse bizi tanrılarımızdan saptıracaktı”… Azabı gördüklerinde, kimin yolunun sapmış olduğunu anlayacaklar. (A.Hulusi)

42 – Sahih be! Az kaldı bizi mabutlarımdan sapıtacaktı, eğer üzerlerine sebat etmeseydik! diyorlar, fakat ileride bilecekler, azâbı görecekleri gün: kimmiş o yolu daha sapık olan? (Elmalı)

İn kâde leyudıllüna ‘an alihetina levla en saberna aleyha belli ki diyorlardı eğer onlar üzerinde ısrar etmeseymişiz az kalsın bizi tanrılarımızın yolundan saptıracaklarmış. Öyle diyorlardı. Yani eğer ısrar etmeseydik, sabır göstermeseydik bizi tanrılarımızın yolundan saptıracaklardı. Muhammedi davetin etkisine de bir itiraf var burada. Yani o öyle etkili davet ediyor ki az kalsın sapıyorduk.

Görüyorsunuz değerli dostlar. Tasavvur ters dönerse hidayet sapma, sapma hidayet anlamına gelir. Eğer bir insan ters bakarsa; Hakk batıl, batıl Hakk. Siyah beyaz, beyaz siyah gibi görünür. İşte burada ifade edilen şey aslında ters dönmüş bir tasavvurun eşyayı ters görmesi, hakikati ters görmesi yoksa nasıl direnebilirler. Aslında direnç önce insanın iç dünyasının ters dönmesiyle başlıyor. Yani inkar önce tasavvurda, akılda başlıyor. Orada başlayan inkar eyleme yansıyor o kadar.

ve sevfe ya’lemune hıyne yeravnel azâbe men edallü sebiyla ama zaman gelecek azabı gördüklerinde kimin daha çok yoldan sapmış olduğunu öğrenecekler. Yani azabı gördüklerinde akılları başlarına gelecek. Amuda kalkarak bakıyorlardı varlığa ve hakikate, o zaman ayakları üzerine dikilecekler. Yani tasavvurları yerine gelecek fakat tabii iş işten geçmiş olacak.

        43-) Eraeyte menittehaze ilâhehu hevahu, efeente tekûnü aleyhi vekiyla;

        Hevâsını (içgüdüsel dürtülerini – bedenselliğini – kuruntuladığını) Tanrı edineni gördün mü? (Mu’minûn: 91, Bakara: 21)… Sen mi ona vekîl olacaksın? (A.Hulusi)

43 – Gördün mü o ilâhını hevâsı ittihaz edeni? Artık ona sen mi vekîl olacaksın. (Elmalı)

Eraeyte menittehaze ilâhehu heva Bu ayetlerin ardından da böyle muhteşem bir ibare gelmeliydi zaten ve o geldi; Hevasını, arzu ve tutkusunu tanrı edinen kimsenin durumunu göz önüne getirsene bir. Yani ey bu vahyin muhatabı olan müminler neden böylesine muhteşem bir imkanı ayaklarıyla tepiyorlar diyorsanız eğer inkarcı mantık, sen bu insanın hevasını, tutkusunu, arzusunu tanrısı edindiğini göz önüne getir.

Bir insan düşün ki tanrısı tutkusu olsun, tutkusuna tapıyor, arzusuna tapıyor o insan. Ona kul olmuş, onun önünde eğiliyor sadece. Böyle bir insan ne yapmazdı ki. Böyle bir insan Allah’a isyan etmez mi? Böyle bir insan vahyi reddetmez mi, böyle bir insan bu ilahi imkanı elinin tersiyle itmez mi? İşte bu tip böyle bir tip.

Heva, hakikate ne doğrudan ne dolaylı hiçbir nispeti olmayan referans demek. Tutku ve arzuyu hakikatin makamına oturtmak. Eşyanın aslında ters döndürülmesidir bu. Çünkü insan kendi egosunu putlaştırmıştır. Egosantrik, ben ben merkezci bir dünya kurmuş, merkezine de kendi egosunu oturtmuştur, ona tapınmaktadır. Yani şu ben Ateistim, ben inkarcıyım, ben varlığın bir yaratanı olduğunu inkar ediyorum diyen insanların aslında siz tanrısız olduğunu sanmayın. Onların sahte bir tanrısı var. Bu ayetten biz bunu istidlalen çıkarıyoruz.

Nedir o? Kendi tutkuları, kendi arzuları Yani özetle sahici bir Allah’a iman etmeyenler uğruna kul olacakları sahte bir tanrı mutlaka bulurlar. Eğer dışarıdan bulmazlarsa kendi içlerinden egolarını tanrı edinirler. Artık arzuları emreder onlar yaparlar. Niçin yaptın dediğinizde arzusunu referans verir. Canım istedi. Canım öyle istedi. Canı istemiş yapmıştır.

Düşünebiliyor musunuz her insanın tutkusunu arzusunu tanrı edindiği bir dünya nasıl bir dünya olur. Yaşanabilir bir dünya olabilir mi? Düşünün arzusunu tanrı edinmiş neyi emrederse arzusu kendisine onu yapıyor ve niçin yaptığını sorduğunuzda doğru olduğu için değil, iyi olduğu için değil, güzel olduğu için değil; canı istediği için, arzusu öyle emrettiği için, keyfi öyle istediği için diye cevap veriyor. Referansı hevası, tutkusu. İşte onun tanrısı tutkusu olmuştur. Ve o tipi gözümüzün önüne getirmemizi istiyor.

efeente tekûnü aleyhi vekiyla şimdi böyle birinin sorumluluğunu sen üstlenebilir misin.

Soru gerçekten insanın tüylerini diken diken eden bir soru. Böyle birinin sorumluluğunu kim üstlenebilir ki. Tutkusunun kölesi kulu olmuş birine kimse vekil ve kefil olamaz. Çünkü böyle birinin ilkesi olmaz. Böyle biri yüz karasıdır. İsterse böyle biri insanın en yakını olsun yine vekiyl olamaz, kefil olamaz. Çünkü o ilkesiz. O Allah’a ihanet etmiştir. O hakikate gerçeğe ihanet etmiştir. İnsana ihanet etmesi içten bile değildir.

[Ek bilgi; İbn. Abbas’tan bir rivayet

“Heva ibadet edilen bir ilahtır. Yazık o kimseye ki hakk’ı bir yana koyup hevasını ma’budu haline getirir. Gece ve gündüz istediği bütün şey hevasının rızasını talep etmektir.

Bütün hevalar iki kısımdır;

1 – Lezzet ve şehvet hevası,

2 – Halk yanında itibar ve mevki sahibi ve onlara başkan olma hevası.

Lezzet ve haz hevasına tabi olan (evlerde ve) hanelerde (Harabatta) bulunur. Bunun için halk onun fitnesinden emin olur.

Makam ve riyaset hevasına tabi olan savmaa ve zaviyelerde bulunur. Onun için halk için fitne olanlar böyleleridir. Zira böyle birisi kendi yolunu şaşırmış ve ayrıca peşine taktığı insanları da dalalete sevk etmiştir.  O halde hevaya tabi olmaktan Allah’a sığınırız.

İmdi bütün hal ve hareketleri heva olan ve hevaya  uymaya rıza gösteren bir kimse sizinle birlikte mescitte bile bulunsa o hakikatten uzaktır. Fakat heva ile ilgisini kesen ve ona tabi olmaktan firar eden bir kimse kilise de dahi bulunmuş olsa o Hakka yakındır. (İbn. Abbas.)

[Ek bilgi; Orijinal bir yazı: “..Yüzyıl evvel, kıt zekalı insanoğlunun uygulamaya koyarak kendisini zihnen köleleştirdiği bir dünyada; korkunç zekasından şüphe duyamadığımız şeytan, halâ karşımıza kil putlar, güneş, ay ya da bereket tanrısı heykelcikleri çıkararak “Bunlara Tapın” diyeceğini mi sanıyorsunuz?   http://ekabirweb.blogspot.com/2012/07/modern-tanrilar.html )]

        44-) Em tahsebü enne ekserehüm yesme’une ev ya’kılun* in hüm illâ kel en’ami belhüm edallü sebiyla;

        Yoksa sen onların çoğunluğunun, işittiklerini yahut akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak en’am (koyun – sığır – deve) gibidirler; belki onlar tuttukları yol itibarıyla daha sapmışlardır (insan olmaktan)! (A.Hulusi)

44 – Yoksa onların ekserîsini işitirler veya akıl ederler mi zannediyorsun? Onlar sırf hayvan gibi hattâ gidişçe daha sapkındırlar. (Elmalı)

Em tahsebü enne ekserehüm yesme’une ev ya’kılun ya da sanır mısın ki onların çoğu ilahi mesajı işitir veya hakikati akleder. A’raf suresinin 179. ayetini hatırlıyoruz;

lehüm kulubün lâ yefkahune Biha. ve lehüm a’yünün lâ yubsırune Biha, (A’raf/179) onların kalpleri var fakat onunla hükmetmezler, yani akıl etmezler, düşünmezler. Akıl etmeyen bir kalpleri var. Onların gözleri var fakat görmeye yaramıyor, sadece bakıyor, ama hakikati görmüyorlar. Onun için gözün olması yetmez ışıkta olacak. Işık yoksa gören göz kör olur. Işık; vahiydir.

in hüm illâ kel en’ami belhüm edallü sebiyla hayır onlar sürü içgüdüsüyle davranan hayvanlar gibidirler. Hatta yoldan sapmak konusunda daha da beterdirler.

Evet dostlar vahiy, iç güdüleriyle hareket edenlerin akli ve kalbi yetilerinin köreleceğini ve sonuçta bunun da insanlıktan çıkma anlamına geleceğini ifade ediyor. Yani akli ve kalbi yetenekleri körelenler nihayetinde diğer canlıların durumuna düşerler. Hayvanlaşırlar diyor.

Bu ayet bir önceki ayetle birlikte mütalaa edilmeli mutlaka. Yani iç güdüsünü tutkusunu tanrı edinen tip aslında aklını ve yüreğini devre dışı bırakmış, kendini insan eden taraflarını kendi öz elleriyle yok etmiş ve kendisini sürüleştirmiş, sürü güdüsüne teslim olmuş, yığınların içine, arasına teslim olmuş bir tiptir. Bu tip sürü güdüsüyle hareket eder. Yani koyun gibi. Bir tutam otun arkasına bin koyunluk bir sürüyü çekmek mümkindir. Hiç sormazlar nereye gidiyoruz, nereden geliyoruz, kimin ardına düştük, bu bir tutam ot bize yeter mi? Bunun arkasından çok ucuz değil mi diye sormazlar. Bunu sorabilecek akıl zaten vahye teslim olur.

Aslında burada referans sistemimize de bir atıf var. Sem’iyyat ve Akliyat. Sem’iyyat; vahiy, Akliyat; o vahyi algılayan aklımız. Yani iki temel referans. Hakikate götüren iki temel referans. Adeta bir lokomotifin iki rayı gibi. İlahi vahiy, seliym akıl. Bunların ikisi de aynı yere doğru götürür insanı, eğer insan ikisi üzerinde hareket eden bir lokomotif olursanız hakikate doğru yolculuğunuz istikametle devam eder.

        45-) Elem tera ila Rabbike keyfe meddezzıll* velev şâe lecealehu sakina* sümme ce’alneşŞemse aleyhi deliyla;

       Görmedin mi Rabbini, (Hakikat güneşi tam yükselmemişken) gölgeyi (benliği) nasıl uzattı? Eğer dileseydi onu elbette sakin (hareketsiz, sürekli) kılardı… Sonra, Güneş’i (hakikatin farkındalığını) ona delil kıldık. (A.Hulusi)

45 – Bakmaz mısın rabbine? Gölgeyi nasıl uzatmakta? Dilese idi elbet onu sâkin de kılardı, sonra nasıl Güneşi, ona delil kılmışız? (Elmalı)

Elem tera ila Rabbike keyfe meddezzıll ey insan görmez misin rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını velev şâe lecealehu sakina ama eğer isteseydi onu hareketsiz kılardı. Yani gölgeyi.

Burada kıssadan hisse almamız isteniyor. Gölge olması için bir asıl olması lazım değil mi. Bir şeyin gölgesi olur. O şey olmadan gölgesi de olmaz. O şeyi kaldırın gölgesi de kalkmış olur. Bu alemi bir gölge bil, asla, kaynağa bak yani. Lafzı mananın gölgesi bil. Lafızdan manaya git. Eserden müessire git. Sanattan sanatkara git, görünen den görünmeyene git. Mamulden ustaya git. İşte burada böyle bir nükte var gibi geliyor bana.

Bizim eskimez dilimizde daha doğrusu, gölge; saye dir. sayenle sayeban olduk cümlesinde geçen. Yani gölgende gölgelendik. Gölgesinde geçinsin derler deyimsel olarak Anadolu da. Gölgesinde geçinmek. İşte bu manadadır Seyit Kutup’un tefsirine verdiği isim.Fizilalil Kur’an. Kur’an ın gölgesinde. Yani o gölge aşırı sıcak bir ortamda insana sunulmuş bir merhamet, bir rahmet sığınağıdır. İşte belki bu nükteye de bir atıf olsa gerek.

sümme ce’alneşŞemse aleyhi deliyla fakat biz güneşi gölgeye kılavuz yapmışızdır.

46-) Sümme kabadnahü ileyna kabdan yesiyra;

Sonra onu (o uzatılmış gölge benliği) kolay bir kabzediş (el koyuş) ile kendimize kabzettik (Hakikat farkındalığıyla “yok”luğunu hissettirdik). (A.Hulusi)

46 – Sonra nasıl tutup onu azar azar kendimize almaktayız? (Elmalı)

Sümme kabadnahü ileyna kabdan yesiyra ardından da onu kendi katımızdan konulmuş bir yasaya bağlı olarak usul usul çekip almaktayız.

Afaki, kozmik ayetleri, göstergeleri doğru okumamızı işaret eden ayetler bunlar. Doğru okuyarak gösterilene ulaşabiliriz. Göstergeyi doğru okursak gösterileni görürüz. İşte burada da gölgeden, güneşten söz edilmesi aslında kevni ayetleri, tabiat ayetlerini doğru okursan ey insan, indirilmiş Kur’an ayetlerinin götürdüğü yere götürürsün. Aynı hakikatleri ifade eder. İbrahim gözü ile bakarsan yıldıza, aya, güneşe Allah’ı görürsün. Nereden baktığın önemli. Doğru yerden bakanlar doğru görürler. Allah’ın gör dediği yerden bakanlar hakikati görürler. Şeytanın gör dediği yerden bakanlarsa elbette şeytanın gösterdiğini görürler.

        47-) Ve “HU”velleziy ce’ale lekümülleyle libasen vennevme sübaten ve ce’alen nehare nüşura;

       Geceyi sizin için örtü, uykuyu ölüm kılan… Gündüzü de Nüşur (uykudan kalkma, diriliş misali) kıldı. (A.Hulusi)

47 – Odur o ki size geceyi bir gaygı (Örtü) yaptı, uykuyu bir tatil de, gündüzü bir nüşur kıldı (yeni bir hayat ) (Elmalı)

Ve “HU”velleziy ce’ale lekümülleyle libasen vennevme sübaten ve ce’alen nehare nüşura hem sizin için geceyi bir tür örtü yapan, istirahat yapan, gündüzü de uyanıp kalkış vakti yapan o dur.

Neden gece gündüz sabah geldi burada, çünkü her 24 saat hayat ölüm ve kıyamete bir atıftır. Gündüz hayata, gece ölüme ertesi sabah ise yeniden dirilişe bir atıf. Eğer aklı başında ise insanın her 24 saatte hayatı ölümü ve kıyameti görür ve ibret alır.

        48-) Ve “HU”velleziy erselerriyaha büşran beyne yedey rahmetihi ve enzelna mines Semai maen tahura;

       “HÛ” ki… Rahmetinin (yağmur) önünde müjdeciler olarak rüzgârları irsâl etti… Biz, semâdan tertemiz bir su inzâl ettik. (A.Hulusi)

48 – Yine odur o ki rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci göndermekte, ve semâdan pampâk bir su (bir mai tahur) indirmekteyiz. (Elmalı)

Ve “HU”velleziy erselerriyaha büşran beyne yedey rahmetih yine rahmetinin önü sıra rüzgarları müjdesi olarak gönderen de odur. Kur’an da rüzgar nerede geçiyorsa, rüzgar, rahmet, yağmur metaforu mutlaka vahye bir ima içerir. Rüzgar yağmurun habercisidir ya, böyle ortalığı kasıp kavuran bir rüzgar geldiğinde arkadan yağmur geleceğini anlarsınız.

Mekke, Medine’nin habercisidir. Özelde Resulallah’a bu acı, bu kasırgalı günler, arkadan gelen yağmurun, Medine’nin habercisidir. Bu elemli, bu kederli günler, yıllar, arkadan gelecek büyük iktidarın, nübüvvet devletinin habercisidir. İşte böyle okuması isteniliyor Resulallah’tan. Belki tüm muhatapların da hayatlarında çektikleri o acılı sıkıntılı ıstıraplı dönemleri eğer Allah’lı çekmişlerse, eğer bir amaç uğruna, ulvi bir gaye uğruna çekmişlerse, bu arkadan gelecek yağmuru haber veren bir kasırga gibidir. Arkadan gelecek yağmurla teselli olun, onu unutmayın demeye getirmektedir.

[Atlanan cümle; ve enzelna mines Semai maen tahura

Biz, semâdan tertemiz bir su inzâl ettik. (A.Hulusi)]

        49-) Linuhyiye Bihi beldeten meyten ve nüskıyehu mimma hâlâkna en’âmen ve enasiyye kesiyra;

       Onunla ölü bir beldeyi diriltelim ve yarattığımız nice hayvanatı ve birçok insanı besleyelim diye. (A.Hulusi)

49 – Diriltelim diye bununla ölü bir beldeyi ve sulayalım diye mahlûkatımızdan nice hayvan sürülerini ve bir çok insan kümelerini. (Elmalı)

Linuhyiye Bihi beldeten meyten ki onunla, yani o yağmurla ölü bir toprağı canlandıralım istiyoruz. Burada da buyrulduğu gibi vahiy ile ölü gönülleri, ölü toplumları, ölü yürekleri canlandırırız. Aslında Kur’an da geçen bir insanı öldürmek tüm insanlığı öldürmüş gibidir.

ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa. (Maide/32) bir kişiyi dirilten de tüm insanlığı.

Peki bir kişiyi diriltmek nasıl olur?Yani ölüyü diriltmek mi anlaşılır buradan. Böyle bir şey mümkün değil bizler için. Nasıl diriltebiliriz? İşte böyle yüreğine vahiy suyunu yürüterek. Ölü gönlüne diriltici ilahi iksiri vererek. Böyle diriltiriz. İşte buradaki diriliş o diriliş.

ve nüskıyehu mimma hâlâkna en’âmen ve enasiyye kesiyra yine onunla yaratmış olduğumuz bir nice canlıyı ve insanı sulayalım diye.

        50-) Ve lekad sarrefnahu beynehüm li yezzekkeru* feeba ekserunNasi illâ küfura;

       Andolsun ki O’nu (Kurân’ı) onların arasında, tezekkür (hatırlayıp düşünmeleri) için açıkladık da açıkladık… İnsanların çoğunluğu ise hakikati inkâr ettiler. (A.Hulusi)

50 – Celâlim hakkı için onu aranızda evirip çevirmekteyiz düşünsünler ibret alsınlar diye yine de nâsın ekserîsi dayatmakta nankörlükten başkasına yanaşmamakta. (Elmalı)

Ve lekad sarrefnahu beynehüm li yezzekkeru doğrusu biz onu ve bütün bu örnekleri ayrıntılı bir biçimde açıklayarak insanların önüne koyduk ki, li yezzekkeru düşünüp ders alsınlar diye, Allah’ın eşyayı bile amaçsız ve ilkesiz yaratmadığını düşünüp ders alsınlar.

Yukarıdan beri güneşi gölgeyi, yağmuru, rüzgarı hatırlayın. Bütün bunları yan yana koyun. Neden? Allah eşyayı bile amaçsız yaratmadığı diye bir sonuca ulaşırsa insan, arkasından şu cümle gelmeli değil mi? Ya benim gibi mahlukatın, yaratılmışların şereflisi değerlisi bir varlığı amaçsız yaratmış olabilir mi? İşte bu soruyu sormamızı istiyor.

feeba ekserunNasi illâ küfura hal böyle iken insanların çoğu yinede yüz çevirmekte nankörlük etmektedir.

        51-) Velev şi’na lebeasna fiy külli karyetin neziyra;

       Eğer dileseydik her şehirde bir uyarıcı bâ’s ederdik. (A.Hulusi)

51 – Dilese idik elbet her köyde bir nezîr gönderirdik. (Elmalı)

Velev şi’na lebeasna fiy külli karyetin neziyra hem eğer dilemiş olsaydık, geçmişte olduğu gibi elbette her topluma ayrı bir uyarıcı gönderirdik. Yani her topluluğa ayrı ayrı peygamber gönderebilirdik. Ama bunu yapmadık. Fahvel hitaptan onu anlıyoruz, sözün gelişinden. Tüm bir insanlığa bir tek peygamber gönderdik, onu açıklıyor ve neden açıklıyor, arkasındaki ayet;

        52-) Fela tutı’ıl kafiriyne ve cahidhüm Bihi cihaden kebiyra;

       Hakikat bilgisini inkâr edenlere itaat etme; onlara karşı bununla (Kurân’la) büyük savaş ver, tüm gücünle! (A.Hulusi)

52 – Mâdemki yalnız seni gönderdik o halde kâfirlere itaat eyleme de bununla onlara cihad et büyük cihad. (Elmalı)

Fela tutı’ıl kafiriyne ve cahidhüm Bihi cihaden kebiyra madem öyle artık sen de inkarcılara uyma ve onlarla bu vahiy sayesinde, Kur’an sayesinde tüm gayretini sarf ederek büyük bir cihada giriş.

Cihad-ı Kebiyr; Büyük cihad, onlarla büyük cihad et. Bu ayetlerin, Mekke’nin 5 ve3 6. yıllarında indiğini hatırlayınız. Mekke döneminin 5 ve 6. yıllarlında hangi büyük cihad dan söz ediyor olabilir Kur’an? El kaldırmanın dahi yasak olduğu bir dönem düşmana. Hangi büyük cihad.

Elbette bu büyük cihad Kur’an ile yapılan cihad. Orada ki Bihi zamiri “h” zamiri vahye gidiyor tüm ilk otoritelere, ilk müfessirlere göre. Yani vahiyle, vahiy sayesinde cihad et. En büyük cihad vahiyle yapılan cihad mış. Kur’an öyle diyor. Değerli dostlar, duydunuz değil mi, en büyük cihad Kur’an a göre vahiy ile yapılan cihad dır. Vahyi insanların yüreğine götürmek için olanca gücünü sarf etmektir en büyük cihat.

Burada söylenen bir önceki ayetle birlikte düşünüldüğünde nedir, yani her bölgeye ayrı ayrı peygamber göndermedik. Bir peygamber gönderdik, hepsine. Ey Nebi diyor iki ayeti birlikte okursak Ey nebi, ey peygamber, öyle çaba göster ki her kavme ayrı peygamber göndermiş olsaydık bütünü ne kadar çaba gösterecek idiyse sen o kadar çaba göster. Biz sözün gelişinden bunu anlıyoruz. Ve tabii ki bize de, hepimize de bu çağrı; Ey bu vahye muhatap olup ta vahyin hitabını kabul etmiş olan İslam ümmeti, ümmeti Muhammed, siz de öyle çaba gösterin ki yer yüzüne bu çabanız yetsin. Yer yüzünün hidayeti için bu çabanız referans olsun.

        53-) Ve “HU”velleziy merecel bahreyni hazâ azbün füratün ve hazâ milhun ücac* ve ce’ale beynehüma berzehan ve hıcren mahcura;

      “HÛ” ki… İki deryayı (şuur ve bilinç – beden) birbirine salan; biri tatlı mı tatlı bir su (orijin benlik – insanî mânâ), diğeri ise tuzlu ve acıdır (kendini hayvani beden kabullenmiş oluşmuş benlik – bilinç)! Bu ikisinin arasında da bir berzah (engel, perde); hicrî mehcûr (zıddıyet – düşmanlık); bir engel oluşturdu (‘Birbirinize düşman olarak inin’ âyetini hatırlayalım. A.H.)! (A.Hulusi)

53 – O odur ki iki deryayı birbirine salmış: şu tatlı, yürek tazeler, şu tuzlu çorak, aralarına da bir berzah ve bir «hıcri mahcûr» koymuştur. (Elmalı)

Ve “HU”velleziy merecel bahreyni hazâ azbün füratün ve hazâ milhun ücac* ve ce’ale beynehüma berzehan ve hıcren mahcura hem iki denizi birbirine salan, hem de biri tatlı, susuzluğu giderici, diğeri tuzlu, acı olduğu halde bu ikisi arasına karışmalarını önleyici görünmez bir perde, aşılmaz bir engel koyan O’dur.

Evet, ırmak, boğaz, körfez gibi büyük su kütlelerinin eklem noktalarında gerçekleşen yüzey gerilimi yasasına bir atıf var burada. Fakat ilginçtir, yüzey gerilimi yasası da daha bu yüzyılda tespit edildi. Ama bu ayet 1400 yıl evvel bu ilahi yasaya bir atıf yapıyor.Aslında Kur’an ın fiziki hadiselere doğa olaylarına yaptığı her atfın arkasında manevi bir, ahlaki bir işaret vardır.

Peki buradaki işaret ne olabilir dersek, şu olabilir. Mekke de olduğu gibi mümin ve kafirler aynı kentte yaşadığı halde birbirine karışmayan iki hayat tarzı. İki tasavvur, iki akıl ve inanç sistemine işaret ediyor. Yani adeta küfür, acı ve tuzlu, yani kandırmayan su. Küfre saplanmış insanlar. Öbür tarafta da iman ehli. Tatlı su gibi insanın yüreğini serinleten, yanmış yüreklere bir merhamet gibi düşen tatlı su. İşte bu ikisi yan yana yaşadığı halde iç içe geçmiyor. İki ayrı akıl, iki ayrı hayat tarzı, iki ayrı bakış açısı. Buna bir işaret olsa gerektir.

54-) Ve “HU”velleziy haleka minelmai beşeran fece’alehu neseben ve sıhra* ve kâne Rabbüke Kadiyra;

       “HÛ” ki, sudan bir beşer (biyolojik bedenli insan) yarattı da, onunla neseb (kan – gen akrabalığı) ve sıhr (nikâh – evlilik ile hâsıl olan hısım akrabalık) duygusu oluşturdu! Senin Rabbin Kaadir’dir. (A.Hulusi)

54 – Odur o ki sudan bir beşer yarattı da onu bir nesep ve bir sihir kıldı, rabbin kadîr bulunuyor. (Elmalı)

Ve “HU”velleziy haleka minelmai beşeran fece’alehu neseben ve sıhra sudan insanı yaratan ve onun kan bağı ile soy, sop, evlilik bağı ile hısım sahibi olmasını sağlayan da O’dur.

Olanca çeşitliliğine rağmen hayatın kökeninin bir olduğuna bir atıftır bu, ya da hayatın basitten mürekkebe doğru seyreden tekamül yasasına bir atıf. Yani bizden şunu görmemizi istiyor; Hayat olanca renkliliği, olanca çeşitliliğini görüyorsunuz. Ama bütün bunlara rağmen kökenine indiğinizde tek bir kök göreceksiniz. O nedenle eğer  insanları da böyle çok çeşitli, çok farklı tarzlarda, düşünce tarzında, çok faklı akıl seviyelerinde görüyorsanız özüne inin, çok özüne, özünde Adem gibi temiz bir atadan, yani hakikat esastır, batıl arızi, Hakk daimidir, asıl olam Hak’tır batıl ise sonradan olmadır. Belki de dikkatimizi çektiği nokta burası olmalı.

ve kâne Rabbüke Kadiyra zira senin rabbin sınırsız kudret sahibidir. Yani bütün bu çeşitliliği takdir eden rabbindir. Bu çeşitliliği sonsuza kadar yok etmek mümkün değildir. Yani küfür de olacak imanda. Bu hep olacak. Ama aslolan senin tercihini hangisi uğruna kullandığındır.

55-) Ve ya’budune min dûnillâhi ma lâ yenfe’uhüm ve lâ yedurruhüm* ve kânel kafiru alâ Rabbihi zahiyra;

       Allâh dûnunda, kendilerine yarar veya zararı olmayan (tanrı kabullendikleri) şeylere taparlar! Hakikat bilgisini inkâr eden, Rabbinin aleyhine olanı destekleyendir. (A.Hulusi)

55 – Böyle iken Allah ı bırakıp da kendilerine ne menfaat ne zarar edemeyecek şeylere tapıyorlar ve kâfir o rabbinin aleyhine zahîr oluyor. (Elmalı)

Ve ya’budune min dûnillâhi ma lâ yenfe’uhüm ve lâ yedurruhüm ine de onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne yarar ne de zarar verebilecek şeylere kulluk ediyorlar. Yani hiçbir yarar ve hiçbir zarar veremeyecek olan şeylere kulluk ediyorlar.

Burada ki zarardan bahis, aslında insanlar bazen Allah dışı varlıklara kulluk ederken, mesela cin gibi görünmeyen varlıklara onlardan korktukları için, bana zarar verebilir diye korktukları için kulluk edebilirler. Allah’a verecekleri nitelikleri O’ndan alıp başkasına vermeye kalkabilirler. Ona bir atıf bu.

ve kânel kafiru alâ Rabbihi zahiyra ve zaten tam bir kafire de rabbine sırt çeviren kişidir. Yani kafir rabbine sırt çevirendir diyor, kafirin tanımını yapıyor Kur’an.

       56-) Ve ma erselnake illâ mübeşşiran ve neziyra;

       Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı olarak irsâl ettik. (A.Hulusi)

56 – Halbuki seni mahzâ bir mübeşşir ve nezîr olarak gönderdik. (Elmalı)

Ve ma erselnake illâ mübeşşiran ve neziyra ve biz seni yalnızca bir uyarıcı ve müjdeci olarak gönderdik.

        57-) Kul ma es’elüküm aleyhi min ecrin illâ men şâe en yettehıze ila Rabbihi sebiyla;

       De ki: “Sizden, karşılık olarak sadece, Rabbinize ulaştıran yolu bulmanızı istiyorum!” (A.Hulusi)

57 – «Ben buna karşı sizden bir ecir değil, ancak rabbine bir yol tutmak isteyen kimseler istiyorum» de. (Elmalı)

Kul ma es’elüküm aleyhi min ecrin illâ men şâe en yettehıze ila Rabbihi sebiyla Ey peygamber, ben bu davet karşılığında dileyen kimsenin rabbine doğru bir yol tutması dışında sizden herhangi bir ücret talep etmiyorum, istemiyorum de.

illâ men şâe buradaki ibare, dileme fiili iki özneyi de görüyor. Beşeri iradenin ilahi hidayeti celbetmede ki belirleyici rolüne bir atıf var burada. Vermeyi dilemeseydi, dilemeyi vermezdi. Onun için dileyen kimsenin hidayetini diler. Dileyen kimsenin de dalaletini diler. Yani sen dalaleti dilersen O da senin için senin dileğini diler. Çünkü iradeyi veren O’dur, O aslında irade vermekle senin dileğine hürmet göstereceğini ifade buyurmuştur. Burada ki nükte de budur.

        58-) Ve tevekkel alel Hayyilleziy lâ yemutü ve sebbih Bi hamdihi ve kefa Bihi Bi zünubi ıbadiHİ Habiyra;

       Ölümsüz Diri’ye (özellikleriyle hakikatin olana) tevekkül et; Bi-HamdiHİ (O’nun Hamdı olarak) tespih et! Kullarının suçlarına, Habiyr (vâkıf) olması yeterlidir! (A.Hulusi)

58 – Ve o hayyi lâ yemuta tevekkül (ve itimat) kıl da ona hamd ile tesbih eyle, kullarının günahlarına onun habîr olması yeter. (Elmalı)

Ve tevekkel alel Hayyilleziy lâ yemutü ve sebbih Bi hamdih ve ölümsüz olan o mutlak diri zata yaslan ve hamd ile onun aşkın yüceliğini dillendir. ve kefa Bihi Bi zünubi ıbadiHİ Habiyra zira kullarının günahından haberdar olma hususunda kimse onunla boy ölçüşemez. Yani sen insanların suç çetelesini tutmaya kalkma. Onu tutacak olan Allah’tır. Çünkü Allah her şeyden haberdardır. Sen görevini yap. Uyarı görevini yap. Uyar ve müjdele. Ötesini Allah’a bırak. İnsanların suç defterini tutacak olan Allah’tır, neyi affedip neyi affetmeyeceğini bilen de yine Allah’tır.

        59-) Elleziy halekas Semavati vel Arda ve ma beynehüma fiy sitteti eyyamin sümmesteva alel ‘Arş* erRahmânu, fes’el Bihi Habiyra;

       Semâları, arzı ve ikisi arasındakileri altı aşamada yaratan, sonra Arş (taht – Esmâ ül Hüsnâ ile belirtilen özellikleri ile yaratılmış olan dalga – data okyanusundaki data türleri) üzerine hükümran olandır… Rahmân’dır! O’nu bir Habiyr’e (Habiyr olana, hakikatten haberdar olana) sor! (A.Hulusi)

59 – O hayyi lâ yemut ki Gökleri ve Yeri ve aralarındakileri altı günde yarattı ve sonra Arşın üzerine istivâ buyurdu o rahmân, haydi ni dileyeceksen o habîrden dile. (Elmalı)

Elleziy halekas Semavati vel Arda ve ma beynehüma fiy sitteti eyyamin sümmesteva alel ‘Arş gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri 6 evrede yaratıp sonra da mutlak hükümranlık makamına kurulan O’dur. ErRahmân, o sınırsız, rahmet kaynağıdır. fes’el Bihi Habiyra haydi o halde ey insan, ey bu vahyin muhatabı olan insan haydi isteyeceğin ne varsa o her şeyden haberdar olandan iste. Ya da bu ibarenin farklı bir çevirisi şöyle yapılabilir. Onu yine o her şeyden haberdar olandan sor. Çünkü se e le kökü hem istedi, hem sordu anlamına birlikte gelir.

        60-) Ve izâ kıyle lehümüscüdu lirRahmâni kalu ve merRahmân* enescüdü lima te’müruna ve zadehüm nüfura;

       Onlara: “Rahmân’a secde edin (Esmâ hakikatiniz indîndeki “yok”luğunuzu hissedin)” denildiğinde: “Rahmân da nedir? Bize emrettiğine secde eder miyiz hiç?” dediler… (Bu teklifin) onların nefretini daha da artırdı. (60. âyet secde âyetidir.) (A.Hulusi)

60 – Mamafih «Rahmâna secde edin» denildiği vakit onlara «Rahmân ne imiş? Bize emrediyorsun diye secde mi ederiz?» dediler ve daha ziyade vahşetlerini artırdı. (Elmalı)

Ve izâ kıyle lehümüscüdu lirRahmân bir de kendilerine yalnızca Rahmân olana secde edin denildiğinde; kalu ve merRahmân* enescüdü lima te’müruna Rahmân da neymiş ne yani şimdi sen bize neyi emredersen ona mı secde edeceğiz diye itiraz ederler. ve zadehüm nüfura üstelik bu onların nefretlerini daha da artırır.

Bu ayetin ne demek istediğini anlamak için indiği döneme dönmemiz lazım. Müşrik, seküler Arap aklı rahman adına şiddetle karşıdır. Aslında Rahman bilinmiyor değil bölgede. Müseylimet ül Kezzab, o yalancı peygamberin lakaplarından biri de Rahman ül Yemame’dir. Yemame’nin rahmanı. Yemen taraflarında kullanılan iki ilaha verilen isim de denilir. Fakat o dönemde yani cahiliye de Rahmân kullanılıyor mu, kullanılıyorsa nasıl kullanılıyor çerçevesinde bu malumat verilir. Fakat vahyin ilk muhatabı olan seküler müşrik toplum rahman ismine şiddetle karşı. Allah’a Rahmân sıfatının verilmesine şiddetle karşı.

Onun için Hudeybiye’de Resulallah’la müşrikler arasında bir anlaşma yapılırken BismillahirRahmanirRahıym e itiraz ettiler Bismikallahümme yazdırdılar. Rahman, Rahiym olan Allah’ın adıyla besmele cümlesine itiraz edip Allah’ın adıyla yazdırdılar. Rahmân sıfatına şiddetle karşılar.

Neden? Bu biliniyor. Nedeni bizce şu; Vahiy Allah’ın rahmetinin bir ifadesi. Allah’ın hayata müdahalesinin bir ifadesi. Onlar ise Allah’ın hayata müdahalesini istemiyorlar. Allah’ın hayata müdahil olmasını istemiyorlar. Allah’ın bu yer yüzüne müdahil olmasını istemiyorlar. Onu alemin rabbi olarak kabul ediyorlar, ancak hayatlarına müdahil olmasını kabul etmiyorlar. Onun için putları icat ediyorlar.

Neden? Eğer hayatlarına müdahil bir Rahmân inancına inanırlarsa o zaman sorumlu tutulacaklarını, her şeyden hesap vereceklerini biliyorlar, bir ahiretin de olması lazım. İşte onlar uzak bir tanrı inancını, yakın bir Allah inancına tercih ediyorlar. Onun içinde nefretlerinin artmasına neden oluyor Allah’a Rahmân denilmesi. Çünkü o zaman keyiflerine göre yaşayamayacaklar, yani o zaman kendi yasalarını tutku ve arzularının emrine veremeyecekler. Tutku ve arzularını tanrı edinemeyecekler, Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşamak durumunda kalacaklar. İşte bu da onların işine gelmiyor.

        61-) Tebarekelleziy ceale fiys Semai burucen ve ceale fiyha Siracen ve Kameran müniyra;

       Ne Yücedir O ki, gökte BURÇLAR meydana getirdi; orada bir nûr saçan (parlak ışık – enerji kaynağı Güneş) ve nûru yansıtan kamer (ışık yansıtıcı Ay) oluşturdu (her birinin işlevi vardır)! (A.Hulusi)

61 – ne yücedir o ki Semâda burçlar yapmış, hem içlerinde bir kandil, bir de nûrlu bir ay asmış. (Elmalı)

Tebarekelleziy ceale fiys Semai burucen ve ceale fiyha Siracen ve Kameran müniyra göğe büyük yıldız kümeleri yerleştiren, yine oraya güneş gibi bir ışık kaynağı ve ay gibi bir ışık yansıtıcı yerleştiren Allah ne yüce bir bereket kaynağıdır.

        62-) Ve “HU”velleziy ce’alelleyle vennehare hılfeten limen erade en yezzekkere ev erade şükura;

       “HÛ” ki, gerçekleri fark edip değerlendirmeyi dileyen kimse için, geceyle gündüzü birbirini takip eder şekilde oluşturandır. (A.Hulusi)

62 – Yine odur ki tezekkür etmek veya şükreylemek isteyenler için gece ile gündüzü birbirine halef kılmıştır. (Elmalı)

Ve “HU”velleziy ce’alelleyle vennehare hılfeten limen erade en yezzekkere ev erade şükura ders almak, ardından şükretmek isteyen kimseler için geceyi ve gündüzü birbirinin peşine takan da O’dur.

Burada ki limen erade en yezzekkere ev erade şükura ibaresinde ki ”ev” birbirinin yerine alternatif olan iki şeyden değil, biri diğerinin ardışığı olan, yani biri diğerini takip eden iki şeyden söz ettiği için “ev” i ya da şeklinde, veya şeklinde değil, ardından şeklinde çevirmeyi daha uygun buldum.

        63-) Ve ıbadur Rahmânilleziyne yemşune alel Ardı hevnen ve izâ hatabehümül cahilune kalu Selâma;

       Rahmân’ın kulları (Esmâ hakikatlerinin şuurunda olanlar) arzda (beden yaşamında) benliksiz ve şuurlu yaşarlar… Cahiller (hakikatten perdeliler) onlara sataştıklarında: “Selâm!” derler. (A.Hulusi)

63 – Ve o Rahmânın kulları: onlar ki Arzın üzerinde mülayemetle yürürler ve cahiller kendilerine lâf attığı vakit selâmetle… derler. (Elmalı)

Ve ıbadur Rahmânilleziyne yemşune alel Ardı hevnen Rahmân’ın has kulları olan kimseler yer yüzünde vakarlı bir tevazu ile yürürler. Bu yürüyüş sadece yürüme eylemiyle sınırlı değildir. Hatta yürüme eylemine bir atıf olarak tahsis edilemez. Tüm hayatı kapsayan bir hayat yürüyüşüdür bu.

Hevn; Hayat yürüyüşünde Kur’an ın her alanda savunduğu dengeli tavrı ifade eder. Ne zillet ve acziyyet, ne küstahlık ve kibir. Dengeye davet ediyor. Hevn bu dengenin adıdır işte. Ne zillet ve acziyyet ifade edecek hayat tarzınız, ne de küstahlık ve kibir. Dengeli bir hayat tarzı. Tıpkı 67. ayette geleceği gibi. Orada ekonomik harcama ahlakında dengeyi tavsiye edecek Kur’an. Onun için buradaki yürüyüşü sadece yolda yürüme biçiminde hasretmek, öyle anlamak eksik anlamak olur. Hayat yürüyüşüdür bu, komple bir hayat yürüyüşü.

ve izâ hatabehümül cahilune kalu Selâma ve cahillerle muhatap olduklarında selâm der geçerler. Kendini bilmeyen muhatap alınmaz. Neden cahille muhatap olunduğunda selâm de geçerler? Çünkü cahille neyi paylaşacaksın. Bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor. Sizden de hakikati dinlemeye tahammül etmiyor. Bu durumda selâm deyip geçmekten başka  çareniz yok.

Büyük imam Muhammed bin İdris es Şafiî der ki; ne zaman bir alimle tartışmışsam kazandım. Ne zaman bir cahille tartışmışsam kaybettim der. Galiba bu ayetin ifade ettiği hakikate bir atıf olsa gerek Şafiî’nin bu yaklaşımı.

        64-) Velleziyne yebiytune liRabbihim sücceden ve kıyama;

       Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek (“yok”luklarının farkındalığıyla) ve kıyamda (varlıklarında kâim olan Kayyum’un müşahedesinde) geçirirler. (A.Hulusi)

64 – Ve onlar ki ya rablerine secdeler, kıyamlar ederek yatarlar. (Elmalı)

Velleziyne yebiytune liRabbihim sücceden ve kıyama yine onlar gecelerini rablerinin huzurunda secdeye vararak ve kıyama durarak geçirirler.

Evet değerli dostlar, bu ayetlerin Mekke’de 5. ve 6. yıllarda muhtemelen indiğini düşünürsek Medine’nin önce yüreklerde kurulduğunu anlarız. Medine kurulmadan önce, hicret olmadan önce yüreklerde Mekke’de kuruldu. Aslında Medine’ye Mekke’den taşıdı müminler Medine’yi. Yesrib e taşıdılar Medine’yi yüreklerinde. Güçlü bir iç dünya, iç alem oluşturması gerekiyordu vahyin müminlerin üzerinde. İşte onu yaptı vahiy. Daha ilk inen surelerde unutmayınız gece ibadetine davet vardır;

Ya eyyühel müzzemmil. (Müzemmil/1) Müzemmil suresinin ilk ayetlerini okuyunuz. Orada görürsünüz. Gece ibadetine çağıran mesajı görürsünüz. Neydi bu; Bu insanı yüreğinden tutup ayağa kaldırmaktı. Bu önce yürek binasını inşa etmekti. Bu geceyi ayağa kaldıramayanın gündüzü ayağa kaldıramayacağını ifade etmekti. Bu ifadeyi daha doğrusu bu teşviki doğru anlayan ilk müminler bazen gecelerini ihyada o kadar aşırıya giderlerdi ki, hatta bazıları kendilerini evlerinin orta direğine bağladıklarını söylerler.

İşte böylesine bir iç dünya inşasına giriştiler. İç dünya inşası için böylesine muhteşem bir seferberlik başlattılar ve ondan sonra dış dünyayı inşa ettiler. İşte bu seferberlik sonucunda elde edilen şahsiyet yer yüzünün kaderini değiştiren bir şahsiyet oldu. Çünkü hayatı yeniden inşa etmeye adaysanız, kendinizi yeniden inşa etmekle başlamak zorundasınız. Kendisini inşa etmeyenler hayatı nasıl inşa edecekler.

        65-) Velleziyne yekulune Rabbenasrif anna azâbe cehennem* inne azâbeha kâne ğarâmâ;

       Onlar ki: “Rabbimiz… Cehennem yanışını bizden sav! Muhakkak ki onun yakışı insanın yakasını bırakmaz!” derler. (A.Hulusi)

65 – Ve onlar ki ya Rabbenâ, derler, sav bizlerden Cehennem azâbını,cidden onun azâbı belâyı mübremdir. (Elmalı)

Velleziyne yekulune Rabbenasrif anna azâbe cehennem ve onlar rabbimiz derler, cehennem azabını bizden uzak eyle, inne azâbeha kâne ğarâmâ çünkü onun azabı oldum olası pek zorlayıcı, pek şediyddir.

Ahiret ve akıbet kaygısı işte bu. Yani onlar ki diye başlayan ve 8 yerde 8 ayrı öğüt veren bu surenin son ayetleri ideal bir müminin tarifini yapıyor aynı zamanda. İşte burada ideal bir müminde ahiret ve akıbet kaygısı sürekli olmalı. Yani sonum ne olacak. Meçhul akıbetin kaygısını sürekli yüreğinde taşımalı. Bu sahibine sorumluluk bilinci kazandırır, hesap verme şuuru kazandırır.

        66-) İnneha saet müstekarren ve mukama;

       “Muhakkak ki o yanma durağı ve makamı çok kötüdür!” (A.Hulusi)

66 – Filhakika o ne kötü makarr, ne kötü makam. (Elmalı)

İnneha saet müstekarren ve mukama gerçekten de o ne kötü bir ikametgâh, ne berbat bir makamdır.

        67-) Velleziyne izâ enfeku lem yüsrifu ve lem yaktüru ve kâne beyne zâlike kavâma;

       Onlar ki, karşılıksız bağışta israf etmezler, cimrilik de etmezler… İkisi arasında ölçülü ve hakkaniyetlidirler. (A.Hulusi)

67 – Ve onlar ki infak ettikleri vakit israf etmezler, hisset (Cimrilik) de yapmazlar, ikisi arası denk giderler. (Elmalı)

Velleziyne izâ enfeku lem yüsrifu ve lem yaktüru ve onlar ki infak ettikleri zaman ne saçıp savururlar ne de pintilik ederler. ve kâne beyne zâlike kavâma zaten bu ikisi arasında bir yol, dengeli bir tavırdır.

Yukarıda bahsetmiştim, yolda yürüyüşten daha öte bir şey, hayat yürüyüşünde dengeye davet ediyor Kur’an demiştim. İşte burada da, -ki 63. ayette-, 67. ayette de harcama ahlakından bahsediyor. Dengeli bir hayat yürüyüşünün yolcusuysanız eğer, dengeli bir harcama ahlakına sahip olmalısınız. Ne ellerinizi tümden açıp, saçıp savurmalısınız ne de sıkıp suyunu içmelisiniz. Dengeli bir harcama ahlakı. Çünkü dengeli bir tasavvur, dengeli bir akıl, dengeli bir şahsiyet, dengeli bir harcama ahlakına sahip olunur.

        68-) Velleziyne lâ yed’une meAllâhi ilâhen âhare ve lâ yaktülunennefselletiy harramAllâhu illâ Bil Hakkı ve lâ yeznun* ve men yef’al zâlike yelka esâma;

       Ki onlar, Allâh yanı sıra tanrıya yönelmezler; hakkaniyet (kısas) dışında Allâh’ın haram kıldığı canı katletmezler ve zina yapmazlar… Kim onu yaparsa sonucunu yaşar! (A.Hulusi)

68 – Ve onlar ki Allahın beraberinde diğer bir tanrıya duâ etmezler, Allahın haram kıldığı nefsi haksız katl eylemezler ve zinâ yapmazlar, her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarpar. (Elmalı)

Velleziyne lâ yed’une meAllâhi ilâhen âhar yine onlar ki Allah ile beraber bir başka ilaha yalvarıp yakarmazlar. Tevhid, bu ayet müminin temel ilkesi tevhide dikkat çekiyor. Şirkten titizlikle sakınma. Korku umut ve sevginin merkezine yalnızca Allah’ı yerleştirme.

ve lâ yaktülunennefselletiy harramAllâhu illâ Bil Hakk meşru ve haklı bir gerekçeye dayanmaksızın Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymazlar. Can emniyeti yani. Yaşama hakkı. Buna tecavüz etmezler. ve lâ yeznun zina da etmezler. ve men yef’al zâlike yelka esâma zira her kim bunları yaparsa o günaha batmış olur. Can ve ırza saldırmama, insanın maddi ve manevi dokunulmazlığına halel getirmeme emri bu. Maddi dokunulmazlığı canı, manevi, yani onur ve izzeti ise namusudur. Bu ikisine yönelmiş tecavüz aslında canına yönelmiş tecavüz neyse, namusuna yönelmiş tecavüz de ona benzer bir saldırıdır diye anlayabiliriz.

        69-) Yudaaf lehül azâbü yevmel kıyameti ve yahlüd fiyhiy mühana;

       Kıyamet sürecinde yanma onun için katlanır ve onun içinde muhan (kendi başına bırakılmış, tard edilmiş, zelil) hâlde sonsuza dek kalır. (A.Hulusi)

69 – Kıyamet günü ona azâb katlanır ve onda muhakkar, muhalled kalır. (Elmalı)

Yudaaf lehül azâbü yevmel kıyameh kıyamet gününde onun terk edilmişlik acısı kat kat olacaktır. Buradaki el azâb; etimolojik kökeninden yola çıkarak, ki “az” kökü terk edilme, yalnız bırakılma anlamına gelir. İşte burada ki azabın en derini de terk edilmişlik acısı olacaktır. ve yahlüd fiyhiy mühana ve orada aşağılanmış bir biçimde kala kalır.

        70-) İlla men tabe ve amene ve amile amelen salihan feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat* ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma;

       Ancak tövbe eden, iman eden ve imanın gereğini uygulayan müstesna! Allâh, onların kötülüklerini iyi niteliklere dönüştürür… Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

70 – Ancak tevbe ve iman edip salih bir amel işleyenler başka, çünkü bunların seyyiatını Allah hasenâta tebdil eder, ve Allah gafûr , rahîm bulunuyor. (Elmalı)

İlla men tabe ve amene ve amile amelen salihan feülaike yübeddilullahu seyyiatihim hasenat ancak kim tevbe eder, yürekten inanır ve salih amel işlerse, değer üretirse, işte böylelerinin kötü gidişatını Allah iyi gidişata tebdil edecektir.

Günahsız kul olsun değil, bu ayete dikkat edin. Böylelerinin kötü gidişatını iyi gidişata tebdil edecek. Kim böyleleri? Allah’a yönelen, suçunu itiraf eden, haddini bilen. Yoksa melek olan değil. Günahsız kul değil tevbe eden, O’na yönelen, değer üreten kul istiyor. Rabbimizin insan tanımı. Çünkü insan elbette hata ve nisyandır. Ama hatasını savunursa İblisleşir, hatasını itiraf eder, özür dilerse adam olur, Ademleşir.

ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma hem zaten Allah merhameti sınırsız bir bağışlayıcıdır.

        71-) Ve men tabe ve amile salihan feinnehu yetubü ilAllâhi metaba;

       Kim tövbe edip sâlih amel işlerse, muhakkak ki o tövbesi gerçekleşmiş olarak Allâh’a döner. (A.Hulusi)

71 – Ve her kim tevbe edip de salâh ile çalışırsa o muhakkak Allaha makbul olarak döner. (Elmalı)

Ve men tabe ve amile salihan feinnehu yetubü ilAllâhi metaba kaldı ki kim tevbe eder ve salih amel işlerse, işte böyleleri kesinlikle Allah’a yönelmiş sayılacaklardır.

        72-) Velleziyne lâ yeşhedunezzure ve izâ merru Bil lağvi merru kirama;

       Onlar ki, yalana, aslı olmayan şeye şahitlik yapmazlar… Boş sözlere, dedi-koduya rastladıklarında da (onlara katılmayıp) onurlu olarak geçip giderler. (A.Hulusi) 

72 – Ve onlar ki yalana şahit olmazlar ve lâğva rast geldikleri vakit kerîmâne geçerler. (Elmalı)

Velleziyne lâ yeşhedunezzur yine onlar ki yalan ve sahte olandan yana şahitlik etmezler. Müminin bir başka vasfı da budur. Yalandan ve sahteden yana çıkmazlar. Bu aslında bu anlamı içerir. Yalanı savunmazlar, sahte olanı korumazlar, onun yanında olmazlar, onunla aynı hizada görünmezler, sahici olanla beraberdir onlar. Onlar simülatif ve sanal olanla olmazlar. Sahte hayat tarzı, sahte gülücük, sahte maske, maskeli bir yüz, sahte bir tavır, sahte bir duruş sergilemezler ve tabii yalandan yana olup ta ona şahit olmazlar. Yalanın savunmasını üstlenmezler.

ve izâ merru Bil lağvi merru kirama yararsız ve anlamsız olan şeylerle karşılaştıklarında da vakarla geçip giderler.

El lağvm, amaca ulaşmada hiçbir fonksiyon üstlenmeyen boş ve anlamsız şey, her şey. Boş ve anlamsız. Onlara takılmazlar, onlarla uğraşmazlar.

        73-) Velleziyne izâ zükkiru Bi âyâti Rabbihim lem yehırru aleyha summen ve ‘umyana;

       Onlar ki Rablerinin, varlıklarındaki işaretleri (hakikatleri) hatırlatıldıklarında, (o hakikate karşı) sağır ve kör kalmazlar! (A.Hulusi)

73 – Ve onlar ki rablerinin âyetleriyle va’z-u nasihat edildikleri zaman üstüne kör, sağır yıkılıp yatmazlar. (Elmalı)

Velleziyne izâ zükkiru Bi âyâti Rabbihim lem yehırru aleyha summen ve ‘umyana yine onlar ki rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman sağırlar ve körler gibi dinlemeden anlamadan üzerine üşüşmezler.

Çok, çok dikkat çekici bir ayet. Gerçekten daha önce Allah’ın mesajını inkar edenleri ele aldı. Burada ise Allah’ın mesajını inkar etmeyip hatta onu kucaklayıp, onu baş üstüne koyup fakat anlamaya ve yaşamaya gelince göz ardı eden sakat mantığa, yamuk mantığa sesleniyor. İyi bir mümin bunu yapmaz. Mücahid, büyük müfessir, otorite, ibn. Abbas’ın talebesi Mücahid; lâ yefkahune lâ yesmeun diye tefsir etmiş. Yani burada ki ayetteki sümmen  ve ‘umyana yı ayetler üzerinde düşünmezler. Onun anlamını manasını kavramazlar, ayetleri dinlemezler de yani onun ardınca gitmezler. Ne yaparlar ya; üzerine kapanırlar. Öperler tepelerine koyarlar. Evlerinin en güzel yerlerine asarlar. Altın yaldızla yazarlar, levhaya asarlar, hürmet ederler, eder gibi görünürler aslında. Bu hürmet değil. Fakat onu yaşamaya, onu hayata koymaya, onunla dirilmeye, onu anlamaya, onu8 anlama için çaba sarf etmeye, onun üzerinde yoğunlaşmaya gelince iş bunu yapmazlar. İşte onlara sesleniyor bu ayet.

Kur’an a karşı saygı gösterisi yaptıkları halde onu anlama ve hayata geçirme konusunda samimi davranmayan kimselere sesleniyor. Çünkü peygamberin ifadesi ile onlar, Kur’an ı yastık edinenler, Kur’an la uyuyanlar, ninni gibi “la yetevessetül Kur’an” diyordu ya sevgili peygamber. Kur’an ı yastık edinmeyiniz. Nasıl yastık edilir Kur’an. Kur’an hayat kitabı değil de sanki sadece ölülere okunup ta duvara asılan, tören günlerinde üç öpücük kondurulup ta, “seninle işimiz buraya kadar.” diye adeta azıtılmış bir kedi muamelesi yapılan bir mesaj değildir. Kur’an kendi ifadesi ile ölü ruhları dirilten ilahi bir mesajdır. Kur’an ilahi bir inşa projesidir.

Yine bu ayetin bana hatırlattığı bir tip de şöyle geliyor. Kur’an ın kimi işine gelen ayetlerinin üstüne balıklama atlarlar. O ayetleri kullanırlar. Bozdururlar, harcarlar. Aslında derdi Kur’an a uymak değil, kitaba uymak değil, kitabına uydurmak. Orada kendince bir delil bulmuştur, onu istismar eder. Delil istismarcılığı. Onun için lem yehırru burada ki “hara” üstüne atılırlar. Balıklamaya atlarlar. Tam da karşılığı bu olabilir. Eline bir delil geçti hah! kendi savunduğum şeyi savunmak için bir de Kur’an dan delil buldum. Şeklindeki bir mantığa da aslında reddiyedir bu ayet.

        74-) Velleziyne yekulune Rabbena heb lena min ezvacina va zürriyyatina kurrete a’yunin vec’alna lil müttekıyne imama;

       Onlar ki: “Rabbimiz… Eşlerimizden (veya bedenlerimizden) ve evlatlarımızdan (bedenî çalışmalarımızın semeresinden) göz aydınlığı (cennet yaşamını) oluşturacakları bize ihsan et; bizi, korunmak isteyenlere uyulası önder kıl” derler. (A.Hulusi)

74 – Ve onlar ki ya Rabbena! lûtfunla bizlere zevcelerimizden, zürriyetlerimizden gözler süruru ihsan buyur ve bizi muttakilere pişüva kıl derler. (Elmalı)

Velleziyne yekulun ve onlar derler ki Rabbena heb lena min ezvacina va zürriyyatina kurrete a’yunin vec’alna lil müttekıyne imama Rabbimiz bize göz aydınlığı olacak eşler ver, nesiller ver, ve bizi muttakilere önder yap.

Yüz karası yürek yarası eşler değil, yüz karası nesiller değil göz aydınlığı olan eşler ve nesiller. İyilikte önderlik istemek Kur’an ın bir tavsiyesi bakınız. Yani iyilerin öncüsü yap bizi. İyilerin öncüsü nasıl olunur? İyilere lokomotif olmak, vagon yerine. Yani vagon olmayı istemeyiniz iyiliğe lokomotif olunuz. Birilerinin başlatmasını beklemeyiniz iyiliği, siz iyiliği bizzat başlatınız. Bu, bu anlama gelir.

        75-) Ülaike yüczevnel ğurfete Bi ma saberu ve yülakkavne fiyha tahıyyeten ve Selâma;

       İşte onlar, (dünya – bedensel yaşam şartlarına) sabretmeleri nedeniyle gurfe (yüksek köşk – üst seviyede yaşam boyutu) ile mükâfatlandırılırlar! Orada tahiyye (hayat) ve selâm (Esmâ kuvvelerinin tahakkuku) ile karşılanırlar. (A.Hulusi)

75 – İşte hep bunlar sabırlarına mukabil gurfe ile (Cennet şehnişini ile) mükâfatlanacaklar ve orada sağlık ve selâm ile karşılanacaklar. (Elmalı)

Ülaike yüczevnel ğurfete Bi ma saberu ve böyleleri sabırları sebebi ile cennette ödüllendirilecek kimselerdir. ve yülakkavne fiyha tahıyyeten ve Selâma ve orada esenlik ve mutluluk tebrikleri ile karşılanacaklardır.

        76-) Halidine fiyha* hasünet müstekarren ve mukama;

       (Onlar) orada sonsuza dek kalıcılardır… Ne güzel durak ve makamdır! (A.Hulusi)

76 – Orada ebedi kalacaklar, ne güzel makarr ne güzel makam. (Elmalı)

Halidine fiyha onlar orada daimi olarak kalacaklar, hasünet müstekarren ve mukama o ne güzel bir ikametgâh, o ne güzel bir makamdır.

Dedikten sonra müminlerin vasıflarını ve daha önce de zaten inkarcıların niteliklerini saydıktan sonra en sonunda şu ayetle sure hitaba son veriyor.

        77-) Kul ma ya’beü Bi küm Rabbiy levla du’âuküm * fekad kezzebtüm fesevfe yekûnü lizama;

        De ki: “Eğer yönelişiniz olmazsa Rabbim size önem vermez! Gerçekten yalanladınız… Yakında kaçınılmaz sonucunu yaşayacaksınız!”(A.Hulusi)

77 – De ki rabbim size ne kıymet verir duânız olmasa? Demek ki tekzip ettiler, o halde yarın ceza yapışacak.(Elmalı)

Kul ma ya’beü Bi küm Rabbiy levla du’âuküm de ki, Eğer duanız olmasaydı rabbim size niçin değer versin di ki. Kul ma ya’beü Bi küm Rabbiy levla du’âuküm eğer duanız olmasaydı ey insanlar Allah katında ne değeriniz olurdu. Yani haddinizi bilmezseniz Allah size niçin değer versin. Allah’tan isteyin ey insanoğlu, Allah’tan iste, istemen yetersiz olduğunu bilmendir. Eğer gereği gibi istersen sadece istediğin verilmekle kalmayacak, Allah katında ki hatırın da yükselecektir. Çünkü Allah’ın sınırsız büyüklüğünü bilenler ister ondan. Kendi küçüklüğünü bilenler ister. Kendi yetersizliğini ve onun yeterliliğini bilenler ister. Aslında ibadet tümüyle bir duadır. Aslında hayat dua makamıdır. Onun için efendimiz duaya;

Al du’a Muhhul ibadah. İbadetin beynidir  buyurmuştur.

Ve ayet şöyle bitiyor; fekad kezzebtüm fesevfe yekûnü lizama dö ve kafirlere, inkarcılara de ki; -ki bu ibare İbn. Abbas’a dayanarak böyle bir tefsiri ibare takdir ediyorum- sonuçta işte siz de yalanlamış oldunuz. Bundan böyle O da sizin yakanızı bırakmayacak. Yani müminlere dön, eğer duanız olmasaydı rabbim sizi ne yapsın dı de. Rabbimin katında ne değeriniz olurdu de ve dön inkarcılara; Maden inkarda inkar ettiniz rabbim sizin yakanıza yapışacak de.

Rabbim kendisine yürekten dua eden ve duası itibarını Allah katında artıran saygın ve sevgili kullarından kılsın.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

       Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Eylül 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın