RSS

İslamoğlu Tef. Ders. ŞU’ARÂ SURESİ (060-140)(116)

28 Eyl

        “Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

        “BismillahirRahmanirRahıym”

Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde Şu’arâ suresinin 59. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursanız mezkûr derste Hz. Musa AS. ın firavuna karşı mücadelesi ele alınmış onu vahiyle daveti nakledilmişti. Aslında Hz. Musa’nın şahsında Resulallah’ın şahsiyeti inşa edilmeye çalışılıyor, inşa ediliyordu. Bu çerçevede olayın 2. bölümü olan firavunun Hz. Musa’nın davetini reddi ve bu reddin ardından Hz. Musa’nın müminleri Mısır’dan çıkarmakla görevlendirilişi, bu çıkışın ardındansa zulmün Haz. Musa ve müminleri nasıl kovaladığı ve en sonunda feci akıbeti aktarılacak.

        60-) Feetbe’uhüm müşrikıyn;

(Firavun ve ordusu) güneş doğarken onları izlediler. (A.Hulusi)

060 – Derken arkalarına düştüler Güneş doğmuştu. (Elmalı)

Feetbe’uhüm müşrikıyn derken gün doğumunda onların ardına düştüler. Yani firavun ve ordusu Hz. Musa ve müminlerin arkasına düştüler.

Aslında bu bölüm sadece Resulallah’ın şahsiyetini inşa etmekle kalmıyor, müşrik Mekke’nin, müşrik aklını da imha ediyor. Onlara bir ibret sahnesi sunuyor. Bakın diyor, Firavunun sizden güçlü olduğunu biliyorsunuz. Onun büyük orduları, onun askerleri, onun gücü dahi hakka galip gelemedi. Siz nasıl Allah’ın vahyine karşı galip geleceksiniz.

61-) Felemma terael cem’ani kale ashabu Musa inna lemüdrekûn;

İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın çevresindekiler: “Bize yetiştiler” dediler. (A.Hulusi)

061 – Vaktâ ki iki cemiyet birbirine göründü Musâ’nın ashabı yakalandık dediler. (Elmalı)

Felemma terael cem’ani kale ashabu Musa inna lemüdrekûn iki topluluk birbirlerinin görüş alanına girdiklerinde Musa’nın ashabı, yakınları dediler ki; Tamam, işte yakalandık.

Evet, gerçekten dramatik bir sahne. Arkada firavun ve ordusu, önde deniz. Araya sıkışmış müminler topluluğu. Yağmurdan kaçarken doluya mı tutuldular dersiniz. Onlar belki böyle algılamışlardı. Hz. Musa’nın etrafında ki insanlar, yani Musa’nın gördüğünü göremeyenler işte yakalandık demişlerdi.

Ben bu sahneyi, bu hitabın ilk muhataplarının hayatında bir kez daha hatırlıyorum. Resulallah kendini öldürmeye gelen Mekke çetelerinin arasından hicret günü çıkıp Sevr mağarasına gizlendiğinde, müşrikler; onu yakalayana 100 deve vaat etmişlerdi. Her tarafta, her taşın altında her mağara kovuğunda onu arıyorlardı. Saklandıkları yere gelen bir ekip eğer dikkatli baksa nerdeyse görecekti. İşte seslerinin duyulduğu böyle tehlikeli bir anda Hz. Ebu Bekir aynı duyguları hissetmişti. İşte yakalandık, her iş bitti..!

Ama bitmemişti. Kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlayacaktı ve işte bu gerçeği de ancak vahiy alan bir peygamber böyle güzel ifade ederdi ki Kur’an onu naklediyor.

62-) Kale kella* inne me’ıye Rabbiy seyehdiyn;

(Musa) dedi ki: “Hayır! Rabbim benimledir; (kurtuluşun) yolunu gösterecektir!” (A.Hulusi)

062 – Hayır asla, dedi: rabbim muhakkak benimledir, bana yolunu gösterecektir. (Elmalı)

Kale kella Musa; Asla dedi.Kesinlikle hayır. inne me’ıye Rabbiy seyehdiyn çünkü rabbim benimledir. Elbet bir çıkış yolu gösterecektir. İşte bu Allah’a hüsnü zandır en asgari ifadesi. İmandır, teslimiyettir. Öyle bir teslimiyet ki; “Beni darda bırakmaz rabbim. Çünkü O benimledir.” Allah ile beraber olmanın avantajını insan darda da bolda da görür. Fakat bittiği yerde açıkça görür. Hz. Musa’da onu dedi.

İşte bu ayetlerle tasavvuru inşa edilen sevgili efendimiz, yakalandık yakalanacağız, haddi zatında kendisi için değil risalet için telaşa düşen Hz. Ebu Bekir’i şöyle teskin edecekti;

– Sakin ol ey Ebu Bekir, 3.sü Allah olan 2 kişiye kim ne yapabilir ki.

Aslında Hz. Musa’nın söylediklerinin daha farklı bir ifadesi. Yani Allah bizimledir. 3. sü Allah olan 2 kişiye kim ne yapabilir ki…! Bu ayetler boşuna inmedi. Bu ayetler ilk muhatabının zihnini öyle güzel inşa etmişti ki, benzer bir olayla karşılaştığında o zihin aynı tepkiyi veriyordu. Musa tepkisi.

63-) Feevhayna ila Musa enıdrib Bi asakel bahr* fenfeleka fekâne küllü firkın ket tavdil azıym;

Musa’ya: “Asan ile denize vur” diye vahyettik… (Vurunca) patladı, ikiye yarıldı… Sonra her bir yan büyük bir dağ gibi oldu. (A.Hulusi)

063 – Bunun üzerine Musâ’ya «vur Asan ile denize» diye vahy eyledik, vurunca bir infilak etti her bölük koca bir dağ gibi oluverdi. (Elmalı)

Feevhayna ila Musa enıdrib Bi asakel bahr bunun üzerine Musa’ya asan ile, elindeki çoban değneği ile denize, suya vur diye vahy ettik. fenfeleka fekâne küllü firkın ket tavdil azıym vurur vurmaz bunun ardından deniz infilak edip ikiye ayrıldı. Öyle ki ortasından açılan yolun iki tarafında dağlar gibi dalgalar oluştu. Yani sular dağlar gibi çekilmişti. Yolun iki tarafında sanki bir dağ gibi duruyordu su.

ket tavdil azıym bir önceki ayet seyehdiyn diye bitiyordu ya.ç Yani rabbim bize mutlaka bir çıkış yolu gösterecek, işte onun tecellisi bu. Allah bir çıkış yolu göstermişti. Yani kulunun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı yetişti. Bu yardımın yetişmesidir mucize. Bunun nasıl olduğu, izahının nasıl olacağı, nasıl açıklanacağı, nasıl bir akli yorum getirileceği daha sonraki, çok tali bir meseledir. Bunu her türlü izah etmek mümkündür. Tsunami dalgalarıyla da izah etmekte mümkindir, denizde meydana gelmiş sismolojik bir hadise ile de izah etmek mümkindir. Karadan, Tevrat’ın açıklamasında olduğu gibi sığ denizde karadan çok güçlü esen rüzgarların sığ suları yarması, kurutması şeklinde izah etmek mümkindir. Fakat nasıl izah ederseniz edin sonuçta Allah onlara bir çıkış yolu göstermiştir ve asıl olanda budur.

[Ek bilgi; HZ. MUSA’NIN YOL HARİTASI

Haritada Hz. Musa’nın Mısır’dan çıktıktan sonra izlediği yol ve denizi geçtiği tahmini yer görünüyor. Aşağıdaki grafikte denizin sığ ve derin yerleri gösterilmiştir. Sina Yarımadası ve Arabistan tarafından birbirine en yakın olan bölümleri bu noktadadır.]

 

64-) Ve ezlefna semmel âhariyn;

Diğerlerini de (takip edenleri) oraya yaklaştırdık. (A.Hulusi)

064 – Ötekileri de buraya yanaştırmıştık. (Elmalı)

Ve ezlefna semmel âhariyn ötekileri de oraya yaklaştırdık. Ötekileri yani Musa ve Müminleri arkadan kovalayan firavun ve ordusunu oraya yaklaştırdık.

65-) Ve enceyna Musa ve men meahu ecme’ıyn;

Musa’yı ve Onunla beraber olanların hepsini kurtardık. (A.Hulusi)

065 – Musâ’yı ve maiyetindekileri tamamen necata çıkardık. (Elmalı)

Ve enceyna Musa ve men meahu ecme’ıyn Nihayet Musa ve beraberindekilerin tümünü kurtardık.

66-) Sümme ağraknel âhariyn;

Sonra, ötekilerini suda boğduk. (A.Hulusi)

066 – Sonra da ötekileri gark ettik. (Elmalı)

Sümme ağraknel âhariyn ve ötekilerin tamamını da suya gark ettik, boğulmaya terk ettik.

67-) İnne fiy zâlike leayeten ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn;

Muhakkak ki bu olayda bir mucize – ders var! Onların çoğunluğu ise buna iman etmiş değillerdir. (A.Hulusi)

067 – Şüphesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mümin olmadı. (Elmalı)

İnne fiy zâlike leayeh Hiç şüphe yok ki bu Musa kıssasında alınacak bir ders mutlaka vardır. Evet, hiç şüpheniz olmasın eğer ders almaya gönüllüyseniz, eğer ders alma nazarıyla bakıyorsanız bu Musa kıssasında alınacak bir ders mutlaka vardır. Yani özetle Kur’an ın dediği şu; Bunlar hikaye olsun diye anlatılmıyor, geçmişin masalları değil. Kur’an ın tarihten kıssalar nakletmesinin sebebi tarih anlatmak değil, tarihten haber vermek değil. İnsanın önüne ibret sahnesi sermek, açmak ve ey insan ibret al, tarihin yasası değişmedi. Bu yasa aynen devam ediyor unutma her çağın bir firavunu vardır. Her firavunun da  bir Musa’sı olacaktır. Unutma her firavun güce dayanır. Her Musa hakka dayanır. Ve yine unutma en sonunda Hakk güce galip gelir.

İşte leayeh, bir ibret, bir ayet, bir belge mutlaka bir ders vardır. Bu kıssalardan çıkarılacak dersler, sadece bir ders değil belki bin derstir. 8 yerde bu cümle ile başlayan ve devamında ayeti de kapsayan bu ibareler gelir bu surede.

İnne fiy zâlike leayeten ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn ; Ve inne Rabbeke le “HU”vel ‘Aziyzur Rahıym(68) bu ibare bu surede tam 8 kez aynen kullanılır. Tüm kıssaların sonunda. Peki, tekrar mıdır diyecekseniz? Hayır. Bu anlamda, nakarat anlamında Kur’an da hiçbir tekrar olduğuna  inanmıyorum. Hatta; Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban (Rahman) gibi aynı surede 10larca kez kullanılan bir cümlenin bile nakarat olmadığına inanıyorum. O halde rabbimizin hangi bir nimetini yalanlarsınız derken bir üstteki ayette geçen nimete vurgu yapıyor. Yani lafızları aynı olsa dahi vurguları farklıdır. Onun için Kur’an da salt tekrardan söz edilemez bize göre.

Burada da bir tekrar değil hemen önünde anlatılan kıssaya bir atıftır. Burada Musa kıssasına bir atıf. Hemen arkadan gelecek İbrahim kıssasına, onun arkasından gelecek Nuh kıssasına, onun arkasından gelecek Hud kıssasına, onun arkasından gelecek diğer kıssalara birer atıftır. Yani aynısı, tekrar değildir.

ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn fakat insanların çoğu yine de inanmayacaktır. Yani eğer ders alacak bir akılları yoksa, önünde denizin yarıldığını görseler yine yola gelmezler.

Bu surenin 3. Ayeti hatırlasanıza; Lealleke bahı’un nefseke ella yekûnu mu’miniyn (3) mümin olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin diyordu vahiy Resulallah’a. İşte adeta ona bir cevap. Yani kendini helak etme, yasa budur. Onlar gözleri ile denizin yarıldığını görseler, gözleri ile mucizeyi görseler yine de bir çoğu iman etmeyecek, inanmayacak. Bu, bu işin yasası adeta. Neden? Çünkü insanları ikna eden olağanüstülükler değil, insanları ikna eden akıllarını kullanmaları. Le ayeh diyordu ya ders vardır . Ders alanlar iman ederler. O nazarla bakmayanlar, düşünmeyenler, akletmeyenler nasıl inansınlar. İşte burada da atıf yapılan hakikat bu. Çoğu iman etmez. ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn Bir çoğu iman etmeyecekler. Veya bir çoğu inanmayacak. Yani belki şu manayı da içerir; Bu anlatılanlara, bu vahye inanmayacak. Sen ne yaparsan yap, kendini helak etsen de yine inanmayacak.

68-) Ve inne Rabbeke le “HU”vel ‘Aziyzur Rahıym;

Muhakkak ki senin Rabbin “HÛ”dur; El Aziyz’dir, Er Rahıym’dir. (A.Hulusi)

068 – Ve şüphesiz ki rabbin o öyle azîz öyle rahîm.(Elmalı)

Ve inne Rabbeke le “HU”vel ‘Aziyzur Rahıym ne ki senin rabbin var ya, işte o, sınırsız bir rahmet sahibi olan yüceler yücesidir.

Acaba bu ayetten şöyle bir yorum çıkarırsak doğru olur mu? Allah’ın kullarına, Allah’tan daha merhametli olduğunu düşünme. 3. ayeti de göz önüne alarak. Yani hiçbir insanın Allah’ın kullarına Allah’tan daha merhametli olduğunu düşünme, sen başta. Asıl merhametli olan Allah’tır. Görevini yap. Unutma ki O rahmandır, O rahiymdir. Buradaki El aziyz şöyle bir nükteye atıf olsa gerektir. Onların inkarı isterse yer yüzünde ki herkes inkar etsin Allah’ın şerefine, Allah’ın zati olan izzetine hiçbir gölge düşüremez. Çünkü insanların iman etmesinden Allah şeref kazanmaz ki, inkar etmesiyle şeref kaybetsin. O El aziyz dir. İzzeti kendindendir. Şerefi kendisinden olandır. Bir başkasına bağlı değildir. İnsan şerefini kaybeder Allah’a imanı kaybedince. Allah ile ilişkisini düzeltince, Allah ile ne kadar yakınsa o kadar şeref ve onur kazanır. Onun için burada el aziyz sıfatına atıf yapılmış.

69-) Vetlü aleyhim nebee İbrahiym;

İbrahim’in haberini de anlat onlara. (A.Hulusi)

069 – Onlara İbrahim’in kıssasını da oku. (Elmalı)

Vetlü aleyhim nebee İbrahiym Yeni bir kıssaya girdi sure; Onlara İbrahim’in haberini de aktar.

İlginç bir nükte var önceki kıssa “iz” zarfı ile başlamıştı. Bu zaman zarfı olsa da böylesi girişte ki kullanımlarda işlevi hatırla, hani bir zamanlar şöyle şöyle olmuştu manasını kazandırır metne. Yani hatırlamaya davet etmişti. Çünkü Hz. Peygamberin doğrudan şahsını inşa ediyordu o kıssa. Fakat bu kıssa daha farklı bir girişle Vetlü, üd’lü aktar, naklet, oku diye başladı, çünkü bu kıssa muhatapları olan müşriklerin şirke dayalı aklını imha edip imani bir akıl inşa etmek istiyor. Onun için aktar diye başladı. 1. Kıssada hatırla derken, 2. kıssada aktar diye başladı.

70-) İz kale liebiyhi ve kavmihi ma ta’budun;

Hani (İbrahim) babasına ve toplumuna: “Neye kulluk ediyorsunuz?” demişti. (A.Hulusi)

070 – O bir vakit babasına ve kavmine: siz neye taparsınız? Dedi. (Elmalı)

İz kale liebiyhi ve kavmihi ma ta’budun hani bir zamanlar o babasına ve kavmine; neye kulluk ediyorsunuz diye sormuştu.

Burada ki Hz. İbrahim’in özellikle babasının ayrıca anılması dikkat çekici. Babasına ve kavmine. Bu birkaç açıdan bir hatırlatma.

1 – Sorumluluk bireyseldir. Yani evladın peygamberliği babanın garantisi değildir. İşte burada görüldüğü gibi. Evladı peygamber olabilir Hz. İbrahim gibi. Hem de ulül azm bir peygamber olabilir. fakat bundan babaya bir pay yoktur. Peygamber bir evlada sahip olmak kafir bir babaya bir puan kazandırmaz. Çünkü sorumluluk bireyseldir. Ve imana ma’tuftur. İman etti, etti. Etmedi, kan bağından dolayı ona ayrıcalık tanınmaz.

Tersi de geçerli. Baba peygamber olsa, oğul inkarcı olsa, babanın peygamber olması oğla puan kazandırmaz. Tıpkı Hz. Nuh ve inkarcı oğlu örneğinde olduğu gibi. Neden bunları anlatır Kur’an; Bir yanlış anlamayı, bir yanlış aklı yıkmak için Yani doğruların bizatihi hakikate değil, kan bağına, atalara, babalara dayalı olduğunu yıkmak için.

2 – Ve tuhricül hayye minel meyyiti ve tuhricül meyyite minel hayy (A. İmran/27) ayeti kerimesinde oldu gibi; Sen ölüden diriyi çıkarırsın ve sen diriden ölüyü çıkarırsın. İşte bu ölüden çıkmış bir diridir. Hz. İbrahim, ölüden çıkmış bir diridir. Bunu hatırlatmak için.

3 – Taklidi ret. Batılda ise Baban bile olsa izleme. Verdiği mesaj budur. Yani eğer Hakk yolda değilse baban dahi olsa izinden gitme mesajıdır.

71-) Kalu na’budu asnamen fenezallü leha akifiyn;

Dediler ki: “Putlara kulluk ederiz, hep onlarla meşgulüz.” (A.Hulusi)

071 – Bir takım putlara taparız da dediler: onlar sayesinde toplanırız. (Elmalı)

Kalu na’budu asnamen fenezallü leha akifiyn onlarda putlara kulluk ediyoruz. Dahası onlara adanmış kimseler olarak kalacağız dediler. Yani neye kulluk ediyorsunuz diye sormuştu ya Hz. İbrahim bir önceki ayette, onlarda putlara kulluk ediyoruz ve onlara adanmış kimseler, akifiyn. Yani hayatını onlara vakfetmiş kimseler olarak kalmaya da ısrarlıyız dediler.

72-) Kale hel yesme’uneküm iz ted’un;

(İbrahim) dedi ki: “Dua ettiğinizde sizi işitirler mi?” (A.Hulusi)

072 – Onlar, dedi: dua ettiğiniz vakit işitirler mi? (Elmalı)

Kale hel yesme’uneküm iz ted’un İbrahim; Yalvarıp yakardığınız zaman sizi duyarlar mı bunlar diye sordu.

73-) Ev yenfeuneküm ev yedurrun;

“Yahut size fayda sağlıyor ya da zarar veriyorlar mı?” (A.Hulusi)

073 – Veya size bir menfaat verir yahut bir zarar ederler mi. (Elmalı)

Ev yenfeuneküm ev yedurrun ya da size bir yarar sağlarlar mı? Veya bir zarar verebilirler mi? Diye sordu.

74-) Kalu bel vecedna abaena kezâlike yef’alun;

Dediler ki: “Hayır! Fakat atalarımızı bunu uygular bulduk (biz de taklit ediyoruz onları)!” (A.Hulusi)

074 – Yok dediler: atalarımızı bulduk, böyle yapıyorlardı. (Elmalı)

Kalu bel vecedna abaena kezâlike yef’alun onlar soruya cevap vermek yerine savunmaya geçiverdiler. Ne dediler? Biz daha önceki atalarımızı babalarımızı böyle yapıyor bulduk, bunu yaparken bulduk. Yani onlar da bu tip şeylere tapıyorlardı.

Dini inançların körü körüne sorgulanmaksızın sadece atadan babadan kaldı diye taklit edilmesinin insanı nerelere götüreceğine ilişkin bir atıf bu. Hangi dini inanç olursa olsun fark etmez. Unutmayınız insanlık başlangıçta sapmış değildi. İnsanlık İslam geleneğine göre bir peygamberle başladı. Onun için sapma sonradandır. Sapma arızidir.

O halde nasıl saptı? Başlangıç iyi ise işte o nasılın cevabını burada buluyoruz. Körü körüne taklide dayandığı için. Yoksa tahkike dayansaydı zaten insanlık başlangıçta iyi bir noktadaydı. Yani Adem gibi bir nebi ile başladı ama sonuçta geldiği nokta sapmış olduğunu gösteriyor ki bu sapmanın temelinde de sorgulamaması, körü körüne taklit. Kim olursa olsun. Hatta Kur’an da geçen ved, yeûk, nesr sayılan putlar vardır. Bu putlar özellikle İdris peygamberin havarileri olduğu söylenir tefsirlerde.

Peki bir peygamberin etrafında ki sahabileri çok salih zatlar, ilerde yüz yıllar sonra nasıl putlara dönüştüler diye sorarsanız cevabını da verir size kaynaklarımız. Önce onların çocukları, babalarına olan tazimlerini birer onlar adına anıt yaptırarak yad etmek istediler. Torunları dedelerinin şeklini, şemailini unutturmamak için resimlerini yaptılar. Bizim dedemiz salih insanmış, aziyz insanmış, veliy insanmış. Daha sonra görkemli bir kabir yaptırdılar. Onların çocukları bari oldu olacak biz de bir şey ekleyelim dediler heykellerini yaptılar ve bilmem kaç nesil geçince bu saygı, bu tazim tapınmaya dönüştü. Ve nesiller içerisinde bu putlaşmaya dönüştürüldü, put olup çıktılar.

Bu ilginç örnekte gösteriyor ki başlangıçta çok masum, çok saf, çok temiz niyetlerle girişilen bir takım şeyler sonuçta putlaşmaya dönüşüyor ya da putlaştırmaya dönüşüyor. İşte peygamberlerin ve hassaten de efendimiz AS. ın bazı konularda ki aşırı uyarısı, ısrarlı uyarısı bu yüzdendir. Yani bugün siz çok masum bir biçimde, tazim olarak, saygı eseri olarak yaptığınızı söyleyerek bir takım şeylere girişebilirsiniz. Ama sizden 5 nesil sonrasının onu nasıl algılayacağı konusunda dikkatli olmalısınız, onu da düşünmelisiniz.

75-) Kale eferaeytüm ma küntüm ta’budun;

(İbrahim) dedi ki: “Bir düşünün! Neye kulluk ediyorsunuz…” (A.Hulusi)

075 – Şimdi, dedi: gördünüz a o sizin ve eski atalarınızın taptıklarınızı. (Elmalı)

Kale eferaeytüm ma küntüm ta’budun İbrahim;İ Ne yani dedi, taptığınız şeylerin ne olduğuna bir kez olsun dönüp bakmadınız mı. Yani neye taptığınıza bir kez olsun göz atmadınız mı. Üzerinde hiç mi düşünmediniz. Yani biz bunları tanrı ettik, tanrı diye taptık. Fakat bizim tanrı diye taptığımız bu şeylerin mahiyeti nedir, ne işe yararlar diye hiç göz atıp bakmadınız mı? Diye sordu.

76-) Entüm ve abaükümül akdemun;

“Siz ve geçmişteki atalarınız!” (A.Hulusi)

076 – Hep onlar (Elmalı)

Entüm ve abaükümül akdemun yani siz ve önden giden atalarınız bunu hiç mi yapmadınız.

İmanla aklın zıtlığını iddia eden her felsefeyi aslında şu ayetlerle veriyor. Özellikle Hıristiyan batı, imanın olduğu yerde aklın olmadığını düşünür. Yani imanla aklı karıştırmayın der. Bunu demek zorundadır, çünkü Hıristiyanlık akıl karıştığında zemini yok olan batıl bir dine dönüşmüştür. Teslis’i nasıl izah edecek, açıklayacak. Onun içinde aklı karıştırma der. Bu sebepledir ki Hıristiyan batı tarihinin hangi döneminde akla yaklaşmışsa dinden uzaklaşmıştır, hangi döneminde dine yaklaşmışsa akıldan uzaklaşmıştır. Yani din ve akıl batıda birbirinin zıddı olarak algılanır. O nedenle de aklı karıştırma.

Bizde ..lâ akle lehu lâ dîne lehu aklı olmayanın dini de yoktur. Biz de bu kitap kendisini düşünen kavme ithaf eder. Yani Kur’an Allah tarafından insanlığın bir bölümüne ithaf edilmiştir. Kime? ..likavmin yetefekkerun. (Casiye/13)düşünen bir topluma. Görüyorsunuz değil mi. Yani akleden bir topluma. İşte fark burada ve bu ayetler aslında; Taptığınız ne olursa olsun, kulluk ettiğiniz ne olursa olsun üzerinde düşünün. İşte bize bunu öğütlüyor.

77-) Feinnehüm adüvvün liy illâ Rabbel alemiyn;

“Kesinlikle onlar benim düşmanımdır… Sadece Rabb-ül âlemîn…” (A.Hulusi)

077 – Benim düşmanım. Ancak o rabbülâlemîn başka. (Elmalı)

Feinnehüm adüvvün liy illâ Rabbel alemiyn işte artık ilan ediyorum dedi İbrahim. İlan ediyorum ki benim için onlar birer düşmandır başka değil. Sadece ve sadece Alemlerin rabbi vardır. Dedi.

78-) Elleziy halekaniy feHUve yehdiyn;

“Ki O, beni yarattı… O bana hidâyet eder.” (A.Hulusi)

078 – O ki beni yarattı sonra da bana o hidayet eder. (Elmalı)

Elleziy halekaniy feHUve yehdiyn Ki, O’dur beni yaratan, O’dur bana yol gösterecek olan.

Bakın birkaç ayette aslında niçin Allah’a kulluk etmek gerektiğini izah edecek. Devamında da diğer nimetleri sayacak. Fakat ilk saydığı nimet hidayet. Çok önemli, Yani beni yarattı, yaratıldıktan sonra var olmak tabii ki hidayetin ilk şartıdır. Var olmayan bir şeyin hidayetinden söz edilemeyeceği açıktır. Beni yarattıktan sonra bana verebileceği en büyük ve ilk nimet nedir rabbimin? Hidayettir. Fatiha’yı hatırlayın. Rabbimizin vasıflarını saydıktan sonra kime kulluk ettiğinizi bildiğinizi söyledikten sonra;

Er RahmanirRahıym, Mâliki YevmidDiyn, (fatiha/3 – 4) ve arkasından da sadece O’na kulluk edip yalnız ondan istediğinizi deklare ettikten sonra İyyaKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn (Fatiha/5) Böyle bir Allah’tan bir çok şey istenir. Peki ey insan bunlardan bir tanesini isteme hakkı tanınsa sana neyi iste biliyor musun? İyyaKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn İhdinasSıratal’müstakıym (fatiha/5-6) Yani sırat-ı Müstakıyme hidayet. Dosdoğru yola seni iletmesini iste. İşte o, aslında ona bir atıf. Fatiha da bize öğretilen bu idi. Eğer insan rabbinden bir tek şey isteyecek olsa o da hidayet olmalıdır, Çünkü hidayet verildi mi arkasında ki her şey de verilmiş olur.

79-) Velleziy HUve yut’ımüniy ve yeskıyn;

“Ki O, beni yedirip doyurur ve içirir.” (A.Hulusi)

079 – Ve o ki bana o, yedirir, o içirir, (Elmalı)

Velleziy HUve yut’ımüniy ve yeskıyn ki O benim açlık ve susuzluğumu giderendir.

80-) Ve izâ merıdtu feHUve yeşfiyn;

“Hastalandığımda, O’dur bana şifa veren.” (A.Hulusi)

080 – Hastalandığım vakit da bana o şifa verir. (Elmalı)

Ve izâ merıdtu feHUve yeşfiyn ve hasta düştüğümde şifa veren de yine O’dur.

81-) Velleziy yümiytüniy sümme yuhyiyn;

“Ki O, beni öldüren, sonra dirilten.” (A.Hulusi)

081 – Ve o ki beni öldürür, sonra beni yine diriltir. (Elmalı)

Velleziy yümiytüniy sümme yuhyiyn beni öldürecek sonra tekrar diriltecek olan da O dur.

82-) Velleziy at’meu en yağfire liy hatıy’etiy yevmeddiyn;

“Ki O, Din hükümleri sürecinde hatalarımı mağfiret edeceğini umduğum.” (A.Hulusi)

082 – Ve o ki ceza günü ben onun günahımı af buyurmasını niyaz ederim. (Elmalı)

Velleziy at’meu en yağfire liy hatıy’etiy yevmeddiyn hesap gününde beni hatalarımı bağışlayacağını umduğum zat’ta O’dur.

Hz. Nebiyi hatırlayalım; ..inneke afüvvün tuhıbbül afve fa’fü anni. Derdi. Sen çok affedicisin, affı seversin, beni affet ya rabbi. Yani Hz. İbrahim’in bu duasına ne kadar benziyor. Burada da peygamberlerin olanca büyüklüklerine rağmen insanlık ufkunda olmalarına rağmen Allah’a karşı nasıl mütevazi, nasıl alçak gönüllü, nasıl boyunları eğik olduğunu,

Haddi zatında bununla bize adamlık öğrettiklerini görüyoruz. İnsan büyüdükçe Allah’ın karşısında ki küçüklüğünü anlar. İnsan öğrendikçe, Allah’ın büyüklünü öğrenir. Allah’ın büyüklüğünü kavradıkça kendi küçüklüğünü ve yetersizliğini kavrar. Bunu kavradıkça da insanın doğal hali dua hali olur. Af dileme hali olur. Yani en masum duruşundan bile af diler. Çünkü Allah’ın büyüklüğü karşısında, O’nun azameti karşısında insanın alacağı doğal hal, sadece dua halidir. İşte biz burada bunu görüyoruz ve o dua halinde Hz. İbrahim rabbine şöyle sesleniyor.

83-) Rabbi heb liy hükmen ve elhıkniy Bis salihıyn;

“Rabbim, bana bir hüküm hibe et ve beni sâlihlere dâhil et!” (A.Hulusi)

083 – Ya rab, bana bir hüküm ıhsan et ve beni sâlihine ilhak buyur. (Elmalı)

Rabbi heb liy hükmen ve elhıkniy Bis salihıyn Rabbim, bana doğru bir muhakeme yeteneği bahşet, hüküm bahşet, hüküm verecek bir tasavvur, doğru inşa edilmiş bir tasavvur. Hüküm verdiğinde; verdiğim hükümlerde kullandığım tüm kavramları, tüm terimlerin içini doğru dolduracağım bir tasavvur ver.

Yani bu doğrudur diyeceğim değil mi? Ama doğru nedir. Doğruyu doğru tarif edecek bir tasavvur ver ya rabbi. Bu yanlıştır diyeceğim değil mi? Peki doğruya yanlıştır dememek için, yanlışı doğru bilmek lazım. Yanlışı yanlış bilmek lazım yani. Onun için yanlışı yanlış bilecek, görecek bir göz ver ya rabbi. Hakkı Hakk, batılı batıl olarak görecek bir göz.

Bu kâr dır dedim değil mi? Bu bir hükümdür. Fakat kâr nedir, gerçekten o kâr mıdır işte bunu doğru olarak algılayacak bir tasavvur ver ya rabbi.

Bu zarardır dedim değil mi? Gerçekten o zarar mıdır, yani Allah yoluna verince zarar mı eder insan. Ya da haramdan kazanınca kâr mı eder insan.

Şehit olunca ölür mü insan. Bu ölüdür dedin değil mi? Ölüm nedir? Ölümü doğru bildin mi? Ya da ot gibi ..keennehüm huşübün müsennedetun. (münafikun/4) de giydirilmiş kalaslar gibi ..kel en’ami belhüm edall…(Furkan/44) hayvan gibi ondan da aşağı olduğu halde yaşıyor gibi görünen yani yiyen içen hareket eden, yatakhane , abdesthane, iş hane arasında hortum olan insanlara bu dirilir dedin değil mi? Gerçekten diri midir. Acaba diri sözcüğünün içini doğru mu doldurdum..! İşte bütün bunların kastedildiği bir nokta burası.

Rabbi heb liy hükmen rabbim bana doğru bir muhakeme yeteneği ver. Yani doğru kavramlar kullanayım doğru kavramlarla doğru hükümler vereyim. Doğru hükümlerle doğru bir şahsiyet inşa edeyim ve o şahsiyetle de doğru bir hayat inşa edeyim. ve elhıkniy Bis salihıyn ve beni salihlerin arasına kat.

Salihlerin arasına karışmak. İyilerin arasına karışmak ancak iyi olmakla mümkün. Kötüler iyilerin arasına karışamazlar. Onun için beni önce düşüncemde, sonra aklımda, sonra karakterimde, sonra kişiliğimde, sonra hayatımda iyi et. Bunlarda iyi ettikten sonra beni iyilerin arasına kat. Yani evveli iyi olanın ahiri de iyi olur. Ahiri iyi olanın girdiği yer iyilerin arası olur. Onun için iyilerin arasına kat diyor.

84-) Vec’al liy lisane sıdkın fiyl ahıriyn;

“Arkamdan geleceklere de hakikati iletmemi sağla!” (A.Hulusi)

084 – Ve bana sonrakiler içinde bir «lisanı sıdık» tahsis eyle. (Elmalı

Vec’al liy lisane sıdkın fiyl ahıriyn ve bana hakkı başkalarına ulaştırmam için doğru bir anlatım yeteneği ver.

Lisane sıdk, ya da bu ibarenin farklı bir çevirisi de şöyle mümkün olabilir; Dillerde doğruluğuyla anılan biri kıl beni. Yani benden sonra insanlık beni doğruluğumla ansın.

Mücahid, büyük müfessir, 2. nesle mensup Mücahid böyle yorumlamış bu ibareyi. Ya da şöyle de anlaşılabilir diyelim neslimden bana varis olacak doğru sözlü bir mirasçı kıl bana. Doğru sözlü bir sözcü tayin et. Elmalının getirdiği bir yaklaşım bu da. Bu yaklaşım aslında Bakara/124. ayetinde ki vaat ve duaya biraz denk düşüyor gibi. Ama her şeyden önce bizim tercihimiz başkalarına hakkı ulaştırabilmek için doğru bir anlatım yeteneği.

Lisane sıdkın. Doğru bir anlatım yeteneği anlattığınızın doğru olması kadar önemlidir. Çünkü aktardığınızın hakikat olması şarttır. Fakat doğruyu yanlış bir üslupla anlatmak, iletmek, dünyanın en güzel nesnesini en kötü pakete sarmak gibidir. Eğer paketine bakarsa alıcı onu almayacaktır. İçindekinin değerini bilmiyorsa almayacaktır. Ama bazen değerini bilmediği halde paketine bakarak alır, içini açtığında onun değerini de öğrenir. Eğer doğruyu yanlış bir üslupla aktardığınızdan dolayı doğruya da düşman oluyorsa muhatabınız, onun suçlusu siz olursunuz. Onun için doğruyu doğru bir üslupla ulaştırmak.

85-) Vec’alniy min veraseti cennetin na’ıym;

“Beni nimetler cennetinin vârislerinden kıl!” (A.Hulusi)

085 – Ve beni naıym cennetinin varislerinden eyle. (Elmalı)

Vec’alniy min veraseti cennetin na’ıym ve beni ölümsüz nimetlerle dolu cennetin varislerinden kıl.

86-) Vağfir liebiy innehu kâne mineddâlliyn;

“Babamı mağfiret et! Muhakkak ki o, doğru inançtan sapanlardandı!” (A.Hulusi)

86 – Babama da mağfiret buyur, çünkü o yanlış gidenlerden idi. (Elmalı

Vağfir liebiy innehu kâne mineddâlliyn ve babamı da affet, bağışla. Çünkü o oldum olası yolunu şaşıranlardan biri olmuştur.

Hz. İbrahim’in babasına duası Tevbe/114. ayetinden hatırlayacağımız gibi bir vaat üzerine idi. Senin için dua  edeceğim diye vaat etmişti. Onun üzerineydi. Fakat babası Allah düşmanı olarak öldükten sonra, ki bu benim yorumum.- ısrarından artık vaz geçti.

87-) Ve lâ tuhziniy yevme yüb’asûn;

“Bâ’s sürecinde beni rezil – rüsva etme!” (A.Hulusi)

087 – Ve utandırma beni ba’s olunacakları gün. (Elmalı)

Ve lâ tuhziniy yevme yüb’asûn ve beni herkesin diriltilip kaldırılacağı o gün mahcup etme.

Bu mahcubiyetten kasıt ne olabilir, Hz. İbrahim’in bu duasından; Bir üstteki ayetle anlasak babamın yüzünden beni mahcup etme şeklinde anlayabiliriz. Yani babamdan dolayı utanırım şeklinde anlayabiliriz. Veyahut ta bağımsız anlarsak; Ya rabbi beni sadece hakkı temsil eden değil, hakkı yanlış bir biçimde ileten biri olarak beni mahcup etme. Onun için bana hakikati doğru iletecek bir yetenek ver. Ver ki yarın mahcup olmayayım huzurunda.

Peygamberlerin böyle bir endişesi hep olmuştur. Bu endişe alemlere rahmet Hz. Muhammed S.A. de de görülüyordu. Onun için son hutbelerinde anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor ve en sonunda diyordu ki; Tebliğ ettim mi. “Elâ hel belağ.” Ey insanlar tebliğ ettim mi. Onlar şahit olduk, biz şahidiz ki sen görevini yaptın, tebliğ ettin ya Resulallah diye haykırdığında gözlerini yukarıya dikiyor ve diyordu ki; “Rabbena feşhed.” Rabbim şahit ol. Onun için peygamberlerde bu endişe hep olmuştur. Olmuştur çünkü;

Felenes’elennelleziyne ürsile ileyhim velenes’elennel murseliyn. (A’raf/6) kendilerine peygamber gönderilen toplumlardan mutlaka hesap soracağız. Dönüp onlara gönderilen peygamberlerden de hesap soracağız. Diyordu Kur’an. Onun için bu endişe gayet tabii bir endişe idi peygamberler için.

88-) Yevme lâ yenfe’u malun ve lâ benun;

“O süreçte zenginlik de fayda vermez, oğullar da (fayda vermez).” (A.Hulusi)

 088 – O gün ki ne mal fayda verir ne oğulları. (Elmalı)

Yevme lâ yenfe’u malun ve lâ benun o gün ne malın mülkün bir yararı olur ne de evladın.

89-) İlla men etAllâhe Bi kalbin seliym;

“Sadece, Allâh’a kalb-i selîm (şuurunda hakikat açığa çıkmış olan) ile gelmiş kimse müstesna!” (A.Hulusi)

089 – Ancak Allaha selim bir kalp ile varan başka. (Elmalı)

İlla men etAllâhe Bi kalbin seliym ancak seliym bir kalple Allah’ın huzuruna çıkanlar müstesnadır.

Seliym bir kalp, sahih bir manevi hayat diye anlayabiliriz biz bunu. Doğru bir manevi hayat. Allah’ın huzuruna doğru bir manevi hayatla çıkanlar ancak kurtuluşa ulaşırlar. Çünkü o gün Yer yüzünde övünç vesilesi olan hiçbir şeyin yararı olmayacak. Ne mal, ne servet, ne makam, ne şöhret ve ne diğer şeyler. Sadece doğru bir manevi hayat. O doğru bir manevi hayatı kalp temsil ediyor. Kan pompası olan kalp değil buradaki kalp. Ruhun merkezi, imanın makamı olan kalp.

90-) Ve üzlifetil cennetü lil müttekıyn;

Korunmuşlara cennet (yaşantısı) yaklaştırılmıştır. (A.Hulusi)

090 – Hem muttakiler için cennet yaklaştırılmış. (Elmalı)

Ve üzlifetil cennetü lil müttekıyn zira o gün cennet sorumlu ve bilinçli davrananlara yaklaştırılacaktır. Muttakilere, yani sorumluluğunun bilincinde olanlara. Sorumlu ve bilinçli davrananlara yaklaştırılacak. Fakat;

91-) Ve bürrizetil cahıymü li ğaviyn;

Hakikatten sapanlar içinse; cehennem önlerine getirilmiştir! (A.Hulusi)

091 – Azgınlar için de Cehennem hortlatılmıştır. (Elmalı)

Ve bürrizetil cahıymü li ğaviyn sorumsuz ve bilinçsizce davrananlar içinde cehennem kışkırtılacaktır. Burada ki el ğaviyn; el muttakinin tam karşıtıdır. Zıddı. Sorumsuzca davrananlar, bilinçsizce davrananlar.

92-) Ve kıyle lehüm eyne ma küntüm ta’budun;

Onlara: “Nerede tapındığınız şeyler?” denildi. (A.Hulusi)

092- Ve bunlara hani nerede o Allahın gayriden taptıklarınız? (Elmalı)

Ve kıyle lehüm eyne ma küntüm ta’budun

93-) Min dunillâh* hel yensuruneküm ev yentasırun;

“Allâh dûnunda tapındıklarınız… Size yardım ediyorlar mı? Yahut kendilerine bir yardımları dokunur mu?” (A.Hulusi)

093 – Nasıl size yardım ediyorlar veya kendilerini kurtarıyorlar mı? Denilmekte. (Elmalı)

eyne ma küntüm ta’budune(93) Min dunillâh o ibareyi de katalım ki mana tamam olsun. Ve onlara sorulacaktır nereye kayboldular tapınıp durduğunuz o Allah’tan gayri varlıklar, şimdi neredeler? Çünkü onlardan bir şeyler bekliyorlardı. Onlar gelecek ve Allah katında bize destek olacaklar diyorlardı. Peki neredeler? Onlar kendilerini kurtaramamışken başkalarını nasıl kurtaracaklar peki?

hel yensuruneküm ev yentasırun bari size, ondan da geçtik kendilerine olsun bir yararı dokunacak mı? Yani o sizin bize fayda sağlayacaklar, bizi kurtaracaklar dediğiniz her kimse onlar kendilerine olsun bir yarar sağlayacaklar mı?

94-) Fekübkibu fiyha hüm vel ğavun;

Onlar (taptıklarınız) ve hakikatinden sapıp putlara tapanlar, onun içinde (cehennemde) tepetaklak yüzüstü yere çarpılmıştır! (A.Hulusi)

094 – Ve arkasından hep onlar o Cehennemin içine fırlatılmaktadır. (Elmalı)

 Fekübkibu fiyha hüm vel ğavun neticede hem onlar, hem de sorumsuz ve bilinçsizce onlara umut bağlayanlar cehennemde üst üste istif edilecekler. Kübkibu; aslında üst üste dizmek, bir şeyi istif etmek anlamlarına gelir.

Burada hemen şu ayeti hatırlıyoruz değil mi? ..ve kuduhenNâsu velhıcâre..(Bakara/24) Cehennem tanımlanırken yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateş. Yakıtı insan olan bir ateş. Yani insan sadece yanan değil, aynı zamanda yakıt olan, başkalarını da yakan bir unsur olarak tanımlanıyor.

95-) Ve cünudü ibliyse ecme’un;

İblis’in orduları da toptan (oraya atılmıştır). (A.Hulusi)

 095 – Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken şöyle demektedirler. (Elmalı)

Ve cünudü ibliyse ecme’un iblisin bütün askerleri de. Görüyorsunuz cehenneme girecek olanlar iblisin askerleri olarak nitelendiriliyor. Yani firavunun askerleri, aslında iblisin askerleri. Firavunun kendisi komutan olduğunu düşünüyor. Fakat küfrün komutanı düşünen herkes iyi bilsin ki aslında askerdir. Onun komutanı iblistir. Yani kendisi iblisin askeridir ve tüm yamuk adamlar, tüm yanlış adamlar, tüm inkarcı adamlar eğer komut verdiğini düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Onlar şeytanın komutunu alan, şeytanın erleridir. Diyor burada.

96-) Kalu ve hüm fiyha yahtesımun;

Onlar orada tartışarak dediler ki: (A.Hulusi)

096 – Onun içinde birbirleriyle çekişirlerken şöyle demektedirler. (Elmalı)

Kalu ve hüm fiyha yahtesımun onlar orada birbirleri ile atışırken şöyle derler.

Bu cehennemliklerin bir birleri ile atışmalarına ilişkin bir çok sahne var Kur’an ın bir çok suresinde onu kastediyor, ona bir atıf bu. Şöyle derler:

97-) TAllâhi in künna lefiy dalalin mubiy;

“TAllâhi, kesinlikle apaçık bir sapkınlık içinde imişiz!” (A.Hulusi)

097 – Tallahi biz doğrusu açık bir dalâl içinde imişiz. (Elmalı)

TAllâhi in künna lefiy dalalin mubiy hayret vallahi. Vallahi ile Tallahi arasında arasındaki fark budur aslında. Tallahi; eğer yemin “t” si kullanılırsa burada bir hayrete işaret eder. Bir şaşkınlığa işaret eder. Onun içinde hayret vallahi diye çevirmeyi daha uygun buldum. Ki zaten hitabın ilerisinden de böyle bir hayret duyduklarını anlıyoruz. Her ne kadar apaçık bir sapıklığın ortasına düşen biz isek de;

98-) İz nüsevviyküm Bi Rabbil alemiyn;

“Hani sizi Rabb-ül âlemîn ile eşit kılmıştık.” (A.Hulusi)

098 – Çünkü sizi rabbülâlemîn seviyesinde tutuyorduk. (Elmalı)

İz nüsevviyküm Bi Rabbil alemiyn o zaman sizi alemlerin rabbi ile bir tutuyorduk. Yani tamam sapıtan bizdik ama, sizin yüzünüzden sapıttık, çünkü sizi alemleri rabbiyle bir tuttuk. Yani yine de kendilerini 1. sorumlu olarak göstermemek için demagoji yapıyorlar. Yani tamam biz suçluyuz ama bizi suçlu duruma düşüren de sizsiniz diyorlar. Bizim bu hale gelmemize siz sebep oldunuz.

99-) Ve ma edallena illel mücrimun;

“Bizi ancak o suçlular (hakikati inkâr edenler) saptırdı.” (A.Hulusi)

099 – Ve bizi hep o mücrimler şaşırtmıştı. (Elmalı)

Ve ma edallena illel mücrimun ne ki bizi saptıran yalnızca günahı hayat tarzı haline getiren şu kimselerdi. Yani biz suçluyuz tamam ama, asıl suçlu şunlar. Çünkü burada ki mücrimun’u; günahı hayat tarzı haline getirenler diye çevirdim. Çünkü “lâm”ı tarifle gelmesi bir yana, bir suçun, suç niteliğinin insana isim olması için onun günahı içselleştirmesi, günahı hayat tarzı haline getirmesi lazım.

100-) Femalena min şafi’ıyn;

“Şefaatçimiz de yok.” (A.Hulusi)

100 – Bak şimdi bizim için ne şefaatçiler var. (Elmalı)

Femalena min şafi’ıyn…

101-) Ve lâ sadiykın hamiym;

“Güveneceğimiz bir dostumuz da yok.” (A.Hulusi)

101 – Ne de yakın bir sadîk. (Elmalı)

Femalena min şafi’ıyne (101) Ve lâ sadiykın hamiym iki ayeti bir manalandıralım; Gel gör ki şimdi bize arka çıkan ne bir kimse var, ne de yürekten bir dost.

Daha önce işlediğimiz Furkan/27-28 ayetlerini hatırlatırım burada. Tam da işte orada dünyada bana dost olacak denilenlerin orada birden kaybolması ve hiçbir yardımının olmamasının bu ayetlerde en güzel ifadesini bulduğunu görüyoruz.

[Ek bilgi; Furkan/27 – Hem o gün ki zalim ellerini ısıracak eyvah diyecek keşke Peygamberin maiyetinde bir yol tutaydım. (Elmalı)

Furkan/28 – Eyvah keşke falanı dost tutmayaydım. (Elmalı)]

102-) Felev enne lena kerreten fenekûne minel mu’miniyn;

“Keşke geri dönebilsek de (hakikate) iman etmenin getirisini elde etsek.” (A.Hulusi)

102 – Bari bizim için geriye bir dönmek olsa idi de müminlerden olsa idik. (Elmalı)

Felev enne lena kerreten fenekûne minel mu’miniyn keşke bizim için bir kez daha dönüş olsaydı da biz de inananlardan biri olsaydık. Yani dünyaya bir kez daha döndürülseydik te inansaydık.

Peki doğru mu söylüyorlar? Kur’an ın başka surelerinde bunların doğru söylemediğini Allah biliyor ve naklediyor. Eğer onlar yeryüzüne bir kez daha döndürülseydi yine aynısını yapacaktılar.

Razi; Neden cehennem hayatı ebedidir sorusuna şu cevabı verir. Eğer kafirler ebedi yaşasalardı ebedi bir hayat verseydi, ebediyen küfürlerinden dönmeyeceğini Allah bildiği için diye cevaplar.

103-) İnne fiy zâlike leayeten ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn;

Muhakkak ki bu olayda bir ders vardır… Onların çoğunluğu (hakikatlerine) iman etmiş değillerdir. (A.Hulusi)

103 – Şüphesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mümin olmadı. (Elmalı)

İnne fiy zâlike leayeh kuşku yok ki bu İbrahim kıssasında da alınacak bir ders mutlaka vardır. ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn fakat insanların çoğu yine de inanmayacaktır.

104-) Ve inne Rabbeke le”HU”vel Aziyzur Rahıym;

Kesinlikle Rabbin “HÛ”; El Aziyz’dir, Er Rahıym’dir. (A.Hulusi)

104 – Ve şüphesiz ki rabbin o öyle azîz öyle rahîm. (Elmalı)

Ve inne Rabbeke le”HU”vel Aziyzur Rahıym ne ki senin rabbin sınırsız rahmet sahibi O) yüceler yücesidir.

Bir başka kıssaya geçiyoruz. İbrahim kıssası da bitti ve bize yine aynı şeyleri söyledi, fakat aynı şeyleri söylerken İbrahim kıssasının içine, içeriğine dikkat çekti.

105-) Kezzebet kavmü Nuhınil murseliyn;

Nuh toplumu da Rasûlleri yalanladı. (A.Hulusi)

105 – Nuh kavmi gönderilen Resulleri tekzip etti. (Elmalı)

Kezzebet kavmü Nuhınil murseliyn Nu ha kavmi de peygamberlerini yalanlamıştı.

106-) İz kale lehüm ehuhüm Nuhun ela tettekun;

Hani kardeşleri Nuh onlara dedi ki: “Korkup sakınmaz mısınız?” (A.Hulusi)

106 – O vakit ki kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: siz Allah dan korkmaz mısınız? (Elmalı)

İz kale lehüm ehuhüm Nuhun ela tettekun hani bir zamanlar soydaşları Nuh, onlara şöyle demişti; Hala sorumluluğunuzun farkına varmayacak mısınız? Sorumlu davranmayacak mısınız?

107-) İnniy leküm Rasûlün emiyn;

“Kesinlikle sizin için güvenilir bir Rasûlüm.” (A.Hulusi)

107 – Haberiniz olsun ben size gönderilmiş bir Resulüm, bir eminim. (Elmalı)

İnniy leküm Rasûlün emiyn hem bakın ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Demişti.

Buraya dikkat dostlar. Güvenilir bir elçi olmak. Her peygamberin ortak vasfıdır emiyn olmak. Emiyn elçi olmak, elçi olmak yetmez. O zaman sahte peygamberleri gerçeğinden nasıl ayıracağız. Elçiyim demek yetmez. Kimin elçisi. Bazıları şeytanın elçisi olduğu halde Allah’ın elçisi olduğunu iddia ediyorlar. İşte burada emiyn olmak esastır. Sahte peygamberlik iddialarını ret içindir bu. Kimin elçisi. Tarihte şeytana elçilik yapan o kadar çok sahte peygamber gelmiş ki. Onun için peygamberin elçi olmasından daha önemli olan emiyn elçi olmasıdır.

108-) Fettekullâhe ve etıy’un;

“O hâlde Allâh’tan (kesinlikle yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için) korunun ve bana itaat edin!” (A.Hulusi)

108 – Gelin Allah dan korkun, bana itaat edin. (Elmalı)

Fettekullâhe ve etıy’un şu halde Allah’a karşı sorumlu davranın ve bana uyun. Mesajın kaynağına olan güveninizden dolayı Allah’a karşı da güvenin. Allah’a karşı sorumlu olun. Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin diyor. yani mesajın kaynağına, eğer peygambere güvensizlik gösterirseniz, o peygamberi elçi atayan makama güvensizlik göstermiş olursunuz. Yani elçiye saygısızlık, elçiyi gönderene saygısızlıktır. Onun için elçiye zeval olmaz. Çünkü elçi gönderildiği makamın emrinde hareket eder. O nedenle burada ki özellikle Fettekullâhe ve etıy’un buna delalet eder. Fakat iki ayet sonra bir daha gelecek aynı cümle, aynı ayet göreceksiniz. Orada farklı bir vurgu ile gelecek.

109-) Ve ma es’elüküm aleyhi min ecr* in ecriye illâ alâ Rabbil alemiyn;

“Bunun için sizden bir karşılık istemiyorum… Çalışmamın karşılığını yaşatacak olan sadece Rabb-ül âlemîn’dir!” (A.Hulusi)

109 – Buna karşı ben sizden bir ecir de istemiyorum, benim ecrim ancak rabbül’âlemîne aiddir. (Elmalı)

 e ma es’elüküm aleyhi min ecr ben bu davet karşılığında sizden hiçbir karşılık talep etmiyorum. İşte emiyn olmanın dünyada görünen ilk tezahürü. Yani biz nasıl ayırt edelim diyecekse insanlar, hiçbir karşılık beklemez. O diğerlerinden ayırt edilir peygamberler içerisinden.

in ecriye illâ alâ Rabbil alemiyn benim ecrimi vermek sadece Alemlerin rabbine düşer.

110-) Fettekullâhe ve etıy’un;

“O hâlde Allâh’tan (kesinlikle yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için) korunun ve bana itaat edin!” (A.Hulusi)

110 – Gelin Allah dan korkun bana itaat edin. (Elmalı)

Fettekullâhe ve etıy’un işte 2. kez geldi. Fakat aynı vurgu ile değil. Haydi artık Allah’a karşı sorumlu davranın ve bana uyun.

108. ayetten farklı olarak mesajı ulaştırana karşı ahlaki sorumluluğunuzu bilin, sorumluluğunuzdan dolayı Allah’a sorumluluğunuzun farkına varın. 1. sinde mesaja karşı, 2. sinde mesajı ulaştırana karşı. Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin.

111-) Kalu enu’minu leke vettebeakel erzelun;

Dediler ki: “En alt tabaka sana tâbi oluyor iken, sana iman eder miyiz hiç?” (A.Hulusi)

111 – A, dediler: hiç biz sana inanır mıyız? Senin ardına hep o Azrail düşmüş? (Elmalı)

Kalu enu’minu leke vettebeakel erzelun dediler ki; Ne dediler peki; Nuh peygamberin bu uyarısının ardından o inkarcı toplum. Ne yani toplumun en düşüklerinin sana uyduğunu bile bile sana inanmamızı mı bekliyorsun bizden. Öyle dediler. Kim bunlar? Aristokrat sınıfı, seçkin sınıf. Her zaman ayrıcalık ister onlar. Utanmazlar hakikat karşısında da ayrıcalık isterler. Hatırlayın Hz. Peygamberin amcası Ebu Leheb’i Bir gün çağırmıştı yeğenini ve demişti ki; “yeğenim, ben Müslüman olursam bana ne var? Her kese ne varsa sana da o var amca. “Beni herkesle bir tutan din olmaz olsun” demişti.

İşte bu, mantık bu. Yani onlar hep ayrıcalık istemişlerdir. Aynı zamanda bu ayetin atıf yaptığı bir olayda Abese suresinin ilk ayetleri. Yani toplumun en düşük kesimleri;

‘Abese ve tevella* En câehül’a’mâ.(‘Abese/1-2) kör geldi diye yüzünü ekşitti ve başını çevirdi diye başlayan o ayetler. Yani toplumun aristokratlarına daha fazla hürmet edeceğim diye mazlumlarını, ezilmişlerini, altta kalmışlarını bir tarafa itmemek lazım geldiğine dair bir bilinç inşa ediyor bu ayetler. Tabii ondan da öte hakikatin değerini ona uyanların sosyal statüsü belirlemez diyor. Yani hakikat değerini ona uyanların sosyal statüsünden almaz. Statüsü yüksek olanlar gelsin, o zaman hakikat daha değerli olur mantığı yanlış bir mantıktır. Onu vurguluyor.

112-) Kale ve ma ılmiy Bima kânu ya’melun;

(Nuh) dedi ki: “Onların yaptıkları konusunda bilgim yok…” (A.Hulusi)

112 – Benim ne ilmim olabilir? dedi: onlar ne yapıyorlarmış. (Elmalı)

Kale ve ma ılmiy Bima kânu ya’melun Nuh, onların öteden beri yapıp ettiklerine dair benim bir bilgim yok. Yani onlar sanırım şöyle bir imada yapmış olsalar gerek. Sen, onların sana samimi olarak inandığını sanıyorsun ama onlar bir takım beklentiler içindeler. Garibanlar, zavallılar senden bir takım menfaatler umuyorlar. Yani onlar dışardan sana inanmış gibi görünüyorlar ama içlerinden farklı inanç taşıyorlar gibi bir imada bulunmuş olsalar gerek ki bu cevabı veriyor Hz. Nuh.

Benden önce ne yaptıklarına dair bir bilgim yok, ne yapmış olursa olsunlar zaten. Efendimiz yine bu ayetlerin inşa ettiği bir bilinçle şöyle demiyor muydu; “El İslam yecib bima kablehe” İslam kendisinden önceki siler süpürür, temizler. Onun için Müslüman olmuş biri sıfır Km. dir. Evet, yani onlardan önce şunu yaptım, bunu yaptım..! O iman onların hepsini silmiş süpürmüş ve götürmüştür. Ondan sonra dikkat etsin. Onun için efendimiz bu bilinçle, bu ayetlerin inşa ettiği bilinçle işte bu sözü söylemişti.

113-) İn hısabühüm illâ alâ Rabbiy lev teş’urun;

“Onların yaptıklarının sonucu, Rabbimin bileceği iştir… Olayın şuuruna varsaydınız!” (A.Hulusi)

113 – Sizin şuurunuz olsa onların hesabı ancak rabbime aittir. (Elmalı)

İn hısabühüm illâ alâ Rabbiy lev teş’urun onlar hakkında yargıda bulunmak bana değil sadece rabbime düşer. Keşke bunun farkına varsaydınız. Yani bunu olsun anlasaydınız. Ben yargılamam ki onları.

114-) Ve ma ene Bi taridil mu’miniyn;

“Ben iman edenleri uzaklaştırıcı değilim!” (A.Hulusi)

114 – Hem ben iman edenleri kovmaya memur değilim. (Elmalı)

Ve ma ene Bi taridil mu’miniyn üstelik ben inananları yanımdan kovacak ta değilim.

Evet, biraz önce ima ettiğim gibi onlar 11. ayette; onların inançlarının, içlerinde taşıdıklarının farklı olduğunu sanırım ima etmişlerdi. Bu ayetler ne diyor; Kimse kimsenin inancı hakkında subjektif nedenlerle hüküm veremez. Onun kendi inancı hakkındaki söylediğine güvenmek zorundayız. Kalplerde olanı sadece Allah bilir. Kalplerde olanı okuma iddiası merduttur. Kişinin kendi ikrarı esastır. Bir peygamber bunu söylüyor unutmayın. Onun için efendimiz ne diyordu.

Lem ab as em eşukka ala kulubinnas. Ben insanların kalbini yarıp bakmak için gönderilmedim. Bugün hoşuna gitmeyen, işine gelmeyen, meşrebine, mektebine, mezhebine uygun olmayan kimi Müslümanları gizli inanç taşımakla suçlayan bir takım haddini bilmezler bu ayetleri dikkatli bir biçimde okumalı. Resulallah’ın bu uyarılarını kulaklarına küpe etmelidirler. Tüm tekfirci mantığı aslında bu.

115-) İn ene illâ neziyrun mubiyn;

“Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım!” (A.Hulusi)

115 – Ben ancak açık, bir nezirim. (Elmalı)

İn ene illâ neziyrun mubiyn çünkü ben hakkı tüm açıklığıyla ortaya koyan bir uyarıcıdan başkası değilim. Yani benim işim yargılamak değil. Benim işim hakikati insanlara ulaştırmak.

116-) Kalu lein lem tentehi ya Nuhu le tekûnenne minel mercumiyn;

Dediler ki: “Andolsun ki ey Nuh, eğer vazgeçmezsen kesinlikle taşlanarak öldürüleceksin!” (A.Hulusi)

116 – And ederiz ki dediler; eğer vazgeçmezsen yâ Nuh! Mutlak ve muhakkak recm edilenlerden olacaksın. (Elmalı)

Kalu lein lem tentehi ya Nuhu le tekûnenne minel mercumiyn Ey Nuh dediler eğer buna bir son vermezsen taşlanarak işi bitirilenlerden olacaksın. Yani senin işini bitireceğiz, taşlayıp öldüreceğiz dediler.

Sözün gücüne karşı gücün sözünü dile getirdiler işte böyle. Bugünde aynı mantığa sahip olanlar sözün gücüne karşı, gücün sözünü yükseltiyorlar.

117-) Kale Rabbi inne kavmiy kezzebun;

(Nuh) dedi ki: “Rabbim… Halkım kesinkes beni yalanladı!” (A.Hulusi)

117 – Yâ rab! dedi: anlaşıldı ki kavmim beni tekzip ettiler. (Elmalı)

Kale Rabbi inne kavmiy kezzebun tabii bir peygamber hala bunu söyleyen ve kendisini tehdit eden bir topluma karşı Allah’a yönelmez de ne yapar. Rabbim dedi. İşte nihayet kavmim beni yalanlamış bulunuyor. Yani gene yalanladılar. En sonunda bir daha yalanladılar.

118-) Feftah beyniy ve beynehüm fethan ve necciniy ve men me’ıye minel mu’miniyn;

“Benimle onların arasını aç ki (lâyıklarını bulsunlar; Rasûl aralarında yaşarken azap gelmez); beni ve iman edenlerden benimle beraber olanları kurtar.” (A.Hulusi)

118 – Artık benimle onların arasını nasıl ayırt edeceksen et de bana ve beraberimdeki müminlere necat ver. (Elmalı)

Feftah beyniy ve beynehüm fethan ve necciniy ve men me’ıye minel mu’miniyn artık benim ve onlar arasında hüküm ver, hem de kesin bir hüküm. Hem beni, hem de benimle birlikte olan müminleri kurtar.

Demek ki boğazına kadar gelmiş. Kur’an da binden 50 eksik olarak gösterilmesinin sebebi de bu olsa gerek Hz. Nuh’un davetinin. Çünkü bu davet haddi zatında tarihte inkarda ısrar eden bir topluma yaşayabileceğiniz maksimum sınırda yaşayarak davet etseniz dahi bu ısrarlarından dönmeyecekler nüktesini vermekti.

119-) Feenceynahu ve men meahu fiyl fülkil meşhun;

Biz de Onu ve Onunla beraber olan kimselerle dolu gemiyle, onları kurtardık. (A.Hulusi)

119 – Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri o dolu gemide necata çıkardık. (Elmalı)

Feenceynahu ve men meahu fiyl fülkil meşhun derken onu ve beraberindekileri yükünü almış olan o gemi ile kurtardık.

120-) Sümme ağrakna ba’dül bakıyn;

Sonra, onların ardında kalanları suda boğduk! (A.Hulusi)

120 – Sonra da arkasından kalanları gark ettik. (Elmalı)

Sümme ağrakna ba’dül bakıyn ve geride kalanları boğulmaya terk ettik.

121-) İnne fiy zâlike le ayeten ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn;

Muhakkak ki bu olayda bir mucize – ders vardır… Ne var ki onların ekseriyeti iman edenler değillerdir! (A.Hulusi)

121 – Şüphesiz bunda mutlak bir âyet var. (Elmalı)

İnne fiy zâlike le ayeh kuşkusuz bu Nuh kıssasında da alınacak bir ders vardır.

Hakikatin sesini kaba kuvvetle boğmaya çalışanlar eninde sonunda kendi felaketlerini hazırlamış olurlar.Belki vereceği en büyük derslerden biri budur bu kıssanın.

ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn fakat insanların çoğu yine de inanmayacaktır.

122-) Ve inne Rabbeke le “HU”vel ‘Aziyzur Rahıym;

Kesinlikle Rabbindir “HÛ”; El Aziyz’dir, Er Rahıym’dir. (A.Hulusi)

122 – Öyle iken ekserîsi mümin olmadı ve şüphesiz ki rabbin, o öyle azîz, öyle rahîm. (Elmalı)

Ve inne Rabbeke le “HU”vel ‘Aziyzur Rahıym ne ki senin rabbin sınırsız rahmet sahibi olan O yüceler yücesidir.

123-) Kezzebet Âdünil murseliyn;

Ad (Hud a.s.’ın halkı) da Rasûlleri yalanladı. (A.Hulusi)

123 – Âd, gönderilen Resulleri tekzip etti. (Elmalı)

Kezzebet Âdünil murseliyn Âd kavmi de elçilerini yalanladı. Âd kavmi daha önce de ilgili surelerde geçmişti değerli dostlar Güney Arabistan da Umman ile Hadramed arasında yer alan ve bugün Ahkaf diye bilinen çöl, kum tepelerinden oluşan bir bölge. O dönemde yüksek bir medeniyet geliştirmiş uygarlık geliştirmişti. Ki bu uygarlığın kalıntıları, belki de bu belanın kalıntıları olan bir çok buluntu, bulgu; Bu yüz yılın 2. yarısında özellikle havadan çekilen bir takım fotoğraflar sayesinde 12 mt. Kumun altından böyle bir kent, uygarlık kalıntısı şu anda çıkarılmış durumda. Yani Âd kavmi gerçekten gelişmiş bir uygarlığı temsil ediyordu ve onlara Hud peygamber gönderilmişti.

124-) İz kale lehüm ehuhüm Hudün ela tettekun;

Hani kardeşleri Hud onlara dedi ki: “Korkup sakınmaz mısınız (korunun; takva elde edin!)?” (A.Hulusi)

124 – O vakit ki kardeşleri Hûd onlara demişti: siz Allah dan korkmaz mısınız? (Elmalı)

İz kale lehüm ehuhüm Hudün ela tettekun hani bir zamanlar soydaşları Hud şöyle demişti. Hala sorumluluğunuzun bilincine varmayacak mısınız, hala Allah’tan korkmayacak mısınız, hala haddinizi bilmeyecek misiniz.

125-) İnniy leküm Rasûlün emiyn;

“Şüphesiz ki ben sizin için güvenilir bir Rasûlüm.” (A.Hulusi)

125 – Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş bir Resulüm’ emînim. (Elmalı)

İnniy leküm Rasûlün emiyn hem bakın ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

126-) Fettekullâhe ve etıy’un;

“O hâlde Allâh’tan (kesinlikle yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için) korunun ve bana itaat edin.” (A.Hulusi)

126 – Gelin Allah dan korkun ve bana itaat edin. (Elmalı)

Fettekullâhe ve etıy’un şu halde Allah’a karşı sorumlu davranın ve bana uyun.

Evet, aslında ayetler, tekrar tekrar gelip geçiyor ama bize söyledikleri 50 kez geçse, 50 kez farklı şeyler söylüyorlar. Bakınız, aklıma gelen şey şu oldu ayeti okurken. Daha önce de okumuştuk oysa ki. Takva Allah için, ama ittiba peygamber için. Bakınız, burada Allah’a karşı sorumlu olun, bana uyun diyor. Allah’a sorumluluğunuzu bilin bana uyun.

Neden?Uymak izlemektir. İz bırakanlar izlenir. Allah iz bırakmaz, peygamber iz bırakır. Çünkü yolda yürüyenler iz bırakırlar. Yolda yürümek için bir varlığı, bir cesedi, bir çift ayağı olması lazım ve sizin gibi insan olması lazım ki iz bıraksın. Siz de insan olduğunuz için o izi takip edebilesiniz. İşte burada Fettekullâhe ve etıy’un Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun bana uyun denilmesi bundan.

Hemen şu meşhur ayet geliyor aklımıza;

Kul in küntüm tuhıbbûnAllâhe fettebi’ûniy yuhbibkümullâh.. (A.İmran/31) de ki eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin. Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Bana uyun ki, yani beni izleyin ki Allah’ta sizi sevsin. Bu ayeti hatırlattı bana.

127-) Ve ma es’elüküm aleyhi min ecr* in ecriye illâ alâ Rabbil alemiyn;

“Bunun üzerine sizden bir karşılık istemiyorum… Çalışmamın karşılığı sadece Rabb-ül âlemîn’e aittir.” (A.Hulusi)

127 – Buna karşı ben sizden bir ecir de istemiyorum. benim ecrim ancak rabbül’âlemîne aittir. (Elmalı)

Ve ma es’elüküm aleyhi min ecr Ben bu davet karşılığında sizden hiçbir ücret talep etmiyorum. in ecriye illâ alâ Rabbil alemiyn benim ecrim, benim ücretimi takdir etmek sadece Allah’a kalmıştır. Tabii rabbimiz peygamberlerin peygamber atandıktan sonra, peygamber seçildikten sonraki maişetleri konusunda ilahi bir garanti veriyordu. Resulallah’a da bu garanti verilmişti. Resulallah daha önce geçimini ticaretle sağlarken, peygamber seçildikten sonra rabbimizde: Senden rızık istemiyoruz ..nahnu nerzukuhum.. (İsra/31) biz seni rızıklandıracağız, biz seni doyuracağız. Yani artık gözünü sağa sola uzatma. Ve lâ temuddenya ayneyk  Yani acaba geçinir miyim neyle geçineceğim, nasıl geçineceğim diye telaş etme, seni biz doyuracağız. Garantisini vermişti.

128-) Etebnune Bi külli riy’ın ayeten ta’besûn;

“Siz her tepeye köşkler inşa edip, oyalanıyor musunuz?” (A.Hulusi)

128 – Siz her tepeye bir alâmet bina eder eğlenir misiniz? (Elmalı)

Etebnune Bi külli riy’ın ayeten ta’besûn siz abesle iştigal ederek her bir tepede bir anıt, bir yontu mu inşa ediyorsunuz.

Abesle iştigal ta’besun, yani amaç dışı iş. Tepelere inşa ediyordu, nerede bir yüksek tepe görseler bir anıt dikiyorlardı, bir heykel dikiyorlardı oraya bu kavim, Âd kavmi, bu azgın kavim.

İlginçtir değil mi yer yüzünün en büyük mabedi, en kutsal mabedi Kâbe bulunduğu yerin en çukur yerine inşa edilmişti. O insanın Allah’a teşekkür etmek isteyen insanın teşekküründen aciz olduğunun bir ifadesiydi, işte İbrahim’i bir ifade. Çünkü azgındılar, çünkü şımarıktılar.

129-) Ve tettehızûne mesani’a lealleküm tahlüdun;

“Sonsuz yaşayacakmış gibi kale benzeri evler mi yaptırıyorsunuz?” (A.Hulusi)

129 –  Bir takım masnuat da ediniyorsunuz ki sanki muhalled kalacaksınız. (Elmalı)

Ve tettehızûne mesani’a lealleküm tahlüdun görkemli binalar kondurarak sürekli yaşayacağınızı mı umuyorsunuz. Mesani’a, aslına üretim mahalleri, bugün fabrikalara da masna’a denir. Üretim mahalleri. Demek ki iş yerleri var. Onca geçmiş bir zamanda kurulmuş bir uygarlık olmasına rağmen ciddi, görkemli binalar, işyerlerinden söz ediyor ayet. Yani ebedileşme isteği.

Şeytanın tuzağıydı değil mi? İnsanoğlunun atası Adem’i öyle aldatmıştı. en teküna melekeyni ev teküna minel halidiyn. (A’raf/20) iki melek olmak istemez misiniz, ya da ebedileşmek istemez misiniz demişti. Her küstah uygarlık ağzını açtığında bin yıldan açar. Hiç aşağı başlamaz. Ama hep te sıfırlarda yanılırlar nedense. Onun için belki ona bir atıf var. Her küstah uygarlığın böyle sonsuz yaşamak, 1000 yıldan aşağı yaşamamak gibi bir saplantısına ilahi bir atıf bu.

130-) Ve izâ betaştüm betaştüm cebbariyn;

“Gücünüze dayanarak hakları ortadan kaldırıp, ele geçirdiğinize sahip oluyorsunuz!” (A.Hulusi)

130 – Hem tuttuğunuz vakit merhametsiz, cebbarcasına tutuyorsunuz. (Elmalı)

Ve izâ betaştüm betaştüm cebbariyn fırsatını yakaladığınız her zaman hukuka tecavüz edip zorbalık mı yapacaksınız. Betaşa; el attı, enseledi manasına gelir ama insan için kullanıldığında hep olumsuz kullanılır. Cebbar, zorba, hak hukuk gözetmeyen anlamına gelir. Burada insan hak ve hukukuna tecavüz etmeleri dile getiriliyor bu uygarlığın. Âd uygarlığı, tamam gelişmiş, görkemli. Fakat insanı geçmiş. İnsan yok. Zulüm uygarlığı. Gelişmişliğini zulmüne borçlu. İnsanların sırtından gelişmiş. Yani insana yatırım yapmamışlar. İnsanın sırtından başka şeylere yatırım yapmışlar ve rabbimiz insana yönelik tüm hak ve hukuk tecavüzlerinin sonuçta bir uygarlığı batırdığını aslında burada örnek gösteriyor.

Önceki 128-129. ayetler kendi hadlerini tecavüz ettiğine; bu 130. ayet ise başkalarının hak ve hukukunu tecavüz ettiklerinin bir işareti.

131-) Fettekullâhe ve etıy’un;

rtık Allâh’tan (kesinlikle yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için) korunun ve bana itaat edin.” (A.Hulusi)

131 – Artık Allah dan korkun ve bana itaat edin. (Elmalı)

Fettekullâhe ve etıy’un haydi artık Allah’a karşı sorumlu davranın ve bana uyun, beni izleyin diyor Hud peygamber.

132-) Vettekulleziy emeddeküm Bima ta’lemun;

“Bildiğiniz nimetlerle size yardım edenden korunun.” (A.Hulusi)

132 – O Allah dan korkun ki size o bildiğiniz şeylere imdat buyurdu. (Elmalı)

Vettekulleziy emeddeküm Bima ta’lemun aklınıza gelebilecek her türlü nimeti size lütfeden zata karşı saygılı olun.

133-) Emeddeküm Bi en’amin ve beniyn;

“En’am (kurban edilebilir hayvanlar) ve oğullar verdi.” (A.Hulusi)

3 – En’am, oğullar. (Elmalı)

Emeddeküm Bi en’amin ve beniyn size sürüler ve çocuklar lütfeden,

 134-) Ve cennatin ve ‘uyun;

“Bahçeler, pınarlar…” (A.Hulusi)

134 – Cennet gibi bağlar, bahçeler, memba’lar ile size imdat buyurmakta. (Elmalı)

Ve cennatin ve ‘uyun dahası, has bahçeler ve pınarlar lütfeden zata karşı sorumluluğunuzu bilin.

135-) İnniy ehafü aleyküm azâbe yevmin azıym;

“Doğrusu, çok büyük bir sürecin azabı üzerinizdedir (diye) korkuyorum.” (A.Hulusi)

135 – Cidden ben size büyük bir günün azâbından korkuyorum. (Elmalı)

İnniy ehafü aleyküm azâbe yevmin azıym bakın, ben korkunç bir günün sizin üzerinize çökecek azabından endişe ediyorum.

136-) Kalu sevaün aleyna eveazte em lem tekün minel va’ızıyn;

Dediler ki: “İster öğüt ver ister verme; bize birdir!” (A.Hulusi)

136 – Sen, dediler: ha vaaz etmişin ha vaaz edenlerden olmamışın bizce müsavidir. (Elmalı)

Kalu sevaün aleyna eveazte em lem tekün minel va’ızıyn onlar; sen dediler bize öğüt versen de, bize öğüt vermesen de bizim için fark eden hiçbir şey olmaz.

137-) İn hazâ illâ hulukul evveliyn;

“Bu eskilerin uydurmasıdır!” (A.Hulusi)

137 – Bu sırf eskilerin âdeti. (Elmalı)

İn hazâ illâ hulukul evveliyn neden miş? Çünkü bu önden giden atalarımızın yolundan başkası değil. Yani atalarımızın ahlak sistemi bu. Biz ne yapalım. Böyle bulduk, böyle götüreceğiz dediler. Niye? Çünkü sahip oldukları nimeti Allah’tan değil atalarından bildiler. Bir önceki ayetlerin nimete atıf olduğunu hatırlayın. Bu nimetlerin gerçek sahibini görmeyince atalarının yolunu da kutsadılar. Çünkü nimet onlardan geldiğine göre onların yolu da iyi olmalı. Böyle bir fasit akıl yürüttüler. Evet, yanlış ahlak haline gelmişti onu savundular.

138-) Ve ma nahnu Bi muazzebiyn;

“Biz azaba da çarpılmayacağız!” (A.Hulusi)

138 – Biz ta’zib olunmayız. (Elmalı)

Ve ma nahnu Bi muazzebiyn dolayısıyla bizim bu yüzden azaba uğramamız da mümkün değildir dediler. Gerçekten mümkin değildir şeklindeki çevirim nefki’n haberi “b” ile geldiği içindir ki, Arap dilinde bu kuraldır. Yani onlar bunun imkanı yoktur diye düşünüyorlardı.

139-) Fekezzebuhu feehleknahüm* inne fiy zâlike le ayeten, ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn;

Böylece Onu yalanladılar, biz de onları helâk ettik! Muhakkak ki bu olayda bir mucize – ders vardır! Onların ekseriyeti de iman eden değillerdir. (A.Hulusi)

139 – Diye onu tekzip ettiler de kendilerini helâk ediverdik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mümin olmadı. (Elmalı)

Fekezzebuhu feehleknahüm neticede işte onu böyle yalanladılar. Feehleknahüm. Bunun üzerine biz de onları helâk ettik. inne fiy zâlike le ayeh elbet bu Hud kıssasında da alınacak bir ders mutlaka vardır. ve ma kâne ekseruhüm mu’miniyn fakat insanların çoğu yine de inanmayacaklardır. Yani bu ibare şöyle de anlaşılır; İsterse onların çoğu bu kıssalarda anlatılan ilahi yasaya inanmasınlar, yine de Allah’ın yasası işleyecektir. Yani ne demeye getiriyor, ne demek istiyor sorusuna cevap olarak bu da anlaşılmalıdır. Allah’ın yasası yine de işleyecektir.

Özellikle Âd kavminin, yani Hud peygamberin azgın kavminin bugünkü batı uygarlığı ile özdeşleştiğini, yani aynı çizgide yürüdüğüne dikkatinizi çekmek isterim.

140-) Ve inne Rabbeke le”HU”vel ‘Aziyzur Rahıym;

Kesinlikle senin Rabbin’dir “HÛ”; El Aziyz’dir, Er Rahıym’dir. (A.Hulusi)

140 – Ve şüphesiz ki rabbin o, öyle azîz öyle rahîm. (Elmalı)

Ve inne Rabbeke le”HU”vel ‘Aziyzur Rahıym ne ki senin rabbin sınırsız rahmet sahibi O yüceler yücesidir. Yani rabbim sınırsız rahmet sahibidir. İnsanlığa merhametlidir. Fakat aynı zamanda el aziyzdir. Yüceler yücesidir. Yani O’nun izzetine insanlık inkar etse hiçbir halel gelmez. Fakat insan kendine eder. Ederse Allah’a etmez. İnsanlığın iyiliğini isteyen rabbim insanlığa olan vahyini, sırf insan mutlu olsun, kendi elleri ile başına iş açmasın diye göndermiştir.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Eylül 2012 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın