RSS

İslamoğlu Tef. Ders. AHZAB SURESİ (01-21) (131)

11 Oca

231

Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!

Değerli Kur’an dostları bugün Ahzab suresinin tefsirine geçeceğiz. Ahzab suresi adını 9 ve 27. ayetler arasında geçen, Müslüman olmayan güçlerin oluşturduğu ittifakla Medine’de ki İslam cemaati üzerine onları ebediyen yok etmek üzere yürüyüşünü anlatan pasajdan alır.

Ahzab; müttefikler manasına gelir. Medine’de nazil olmuştur. Ahzab suresi gerçek bir çok konulu suredir. 37. ve 40. ayetleri arasında Hz. Zeyd ve Hz. Zeynep olayından bahsedilir. Bu olay aynı yılın zilkade ayında, hicri 5. yılın zilkade ayında vuku bulmuş. Hendek savaşı ise Hicri 5. yılın şevval ayında.

Yine surede Resulallah’ın evliliğine sınırlama getiren 52. ayet yer alır. Bu ayeti, ki bu ayetin bağlamına surenin başında ve ortasında yer alan başka ayetleri de dahil etmek mümkün. Ama özellikle Resulallah’ın evliliğine sınırlama getiren 52. ayet Hayber den önce inmiş olamaz. Çünkü Resulallah Hayber de müminlerin annesi Safiyye ile evlendi. Yani Resulallah’ın yaptığı son evlilik Hayber’in hemen akabinde vuku buldu. Buna göre bu surenin iniş zamanını aşağı yukarı hicretten sonra 5. yıl ile 7. yıl olarak tarihleyebiliriz.

Sure Kur’an ın en yoğunluklu surelerinden iri. İnsan ilişkileri işleniyor. Özellikle Resulallah’ın yakın çevresi bağlamında bir takım ahlaki ve hukuki ilkeler ve düsturlar getiriliyor. 37. ve 40. ayetler arasında ele alınan Hz. Zeynep ve Hz. Zeyd olayı Resulallah’ın vahiyden hiçbir şey saklayamayacağına en büyük delil olarak gözümüzün önünde duruyor. Ki Hz. Aişe öyle demişti; “Eğer Resulallah bir tek ayeti gizleyecek olsaydı bu ayeti gizlerdi.” Demiştir.

Bu ayetler aynı zamanda Kur’an vahyinin nebinin şahsından bağımsız bir kaynaktan indiğinin en büyük delilidir. Eğer nebi vahyin inişinde söz sahibi olsaydı, gizlemek arzu ettiği böyle bir şeyin açıklanmasına asla gönlü elvermezdi. Ama Allah, yani vahyin indiği zattan bağımsız olan kaynağı ne dilerse o oldu. Onun için vahyin kaynağının insani olmayıp, beşeri olmayıp ilahi olduğuna, başka hiçbir delil olmasa bu sure içinde ki Zeyd ve Zeynep olayı yeterlidir.

Sure bu olaylar bağlamında aslında toplumsal baskıyı, bir takım toplumsal uydaşım yoluyla gelen geleneklerin hukuki norma temel ve delil oluşturamayacağı gerçeğini işler. Yani fiili durumlar defakto durumlardan, hukuki ilkeler çıkarma uyanıklığı ve kurnazlığına son verir. Çünkü Hukuk toplumun alışkanlıklarına değil, mahza adalete dayanmak zorundadır. İşte bu sure makro planda muhatabına bunu verir.

Peygamber ve eşlerinin örneklik misyonuna dikkat çeker sure. Resulallah’a en çok nida edilen surelerden biri, belki 1. si budur. Yine Resulallah’ın eşleri bağlamında Ya nisaen Nebiy (30) diye doğrudan Resulallah’ın yakın çevresine en çok hitap edilen sure de budur. Surede ayrıca bu ümmetin Yahudileşme tehlikesine dikkat çekilir. Ve önceki vahyin mensupları olan İsrail oğullarının nasıl Yahudileştiğinden yola çıkarak bu ümmet uyarılır.

Bu surenin ana eksenini teşkil eden bütün bu konular, ama özellikle de Hendek savaşının hemen arkasına tekabül eden bir takım hukuki ilkeler ve insan ilişkileri konusunda ki düsturlar neden bu sureyle geldi sorusu aslında bu surenin tarihi bağlamını iyi bilmekle cevaplanır. Ki biz bu sureye gelinen, yani Hendek savaşına kadar ki o kritik süreci kısaca bir özetleyelim.

Malum Hicretin 3. yılında Uhud savaşı gerçekleşti. Uhud müminlerin ağır bir imtihanı idi. Komutanı peygamber, ordusu askeri sahabe olan bir ordu yenilir mi idi. Yenmek ve yenilmek neydi. Eğer yenilmezlik sadece Komutanı peygamber olmaya endekslenmişse o zaman Uhud’u nereye koymalıydık. İşte aslında bu soruların cevabını vermek için adeta ilahi senaryo gereği Uhud yaşanmıştı ve Uhud kayıpları verildikten sonra Ebu Süfyan kendi ordusunu toplayıp götürmüş, bu onlara yeter demişti. Hatta giderken de gelecek sene tekrar karşılaşacağız diye tehdit etmiş, Resulallah’ta yanındakilere ona cevap verin, tamam tekrar karşılaşacağız demişti. Fakat gelecek seneye kalmadı. Müşrik ordusu geriye dönüp Bedr’e kadar vardığında Resulallah savaştan arta kalan müminleri topladı, ki sayıları 630 u buluyordu. Müşrik ordusunun ardından Hamra ül Esed denilen yere kadar vardı.

Ebu Süfyan Bedr’e yakın bir yerde konakladığında eyvah, ne yaptık biz, ayağımıza kadar gelmiş olan fırsatı geri teptik diye geri dönmek istedi. Yani bu yenilgiyi kalıcı hale getirelim ve ebediyen Medine’den Müslümanları sökelim diye niyetlenmişti ki, arkasından Resulallah’ın geldiğini öğrendi.

İşte Resulallah’ın gösterdiği bu kararlılık Ebu Süfyan’ı bu fikrinden caydırdı. İki ay sonra Necip’ten, çöl kabilelerinden Ben-i Esed savaşa hazırlandığı haberi geldi. Bu Haber üzerine Resulallah Ebu Seleme komutasında bir müfreze yolladı ve tehdit ortadan kaldırıldı.

Hicri 4. yılın sefer ayında Adel ve Kare kabileleri Resulallah’tan öğretmen talep ettiler. Fakat bu bir tuzaktı. Bu talebe Resulallah 4 kişiyi göndererek cevap verdi. Yolda bu 4 öğretmenden ikisini şehit ettiler, geriye kalan Zeyd bin Desinne ve Hubeyd (Bin Adiy) (r.a.) ı esir ederek Mekkelilere sattılar. Bildiğiniz gibi Hubeyb r.a. İslam döneminde ilk defa asılarak şehit edilen sahabi genç, yiğit bir sahabidir.

Hicri 4. yılın yine sefer ayında Ben i Amir kabilesinin talebi üzerine 70 kişilik, ya da bir rivayete göre 40 kişilik bir öğretmen kafilesi yollandı. Fakat bu da bir tuzaktı. Bu öğretmenleri talep eden insanlar bir gece yarısı bu kafile üzerine hücum ettiler, kafileyi kılıçtan geçirdiler.

Resulallah’ı çok çok üzmüştü. 1. hadise zaten yaralamıştı. 2. hadise ise, yani Bi’r i Mâune faciası ise gerçek bir facia, bir katliamdı. Resulallah’ın kanatlarını kırmıştılar adeta. O gerçekten de zor şartlar altında ashab-ı sûffeyi, İslam’ı öğreten öğretmenler olarak yetiştirmiş ve onlarla yüreklere iman taşımayı hesap etmişti. Ama hemen hemen ashab-ı sûffenin en iyi yetişmiş öğrencileri bir tek olayda baştan sona şehit edilmişti. İşte bu Resulallah’ın yüreğinde bir yara oldu.

Yine hicri 4. yılın Rebiül evvel ayında Beni Nadir, yani Medine de yerleşik 3 Yahudi kabilesinden biri olan Nadir oğulları Resulallah’a suikast tertiplediler. Onun üzerine damdan bir değirmen taşı atarak Resulallah’ı öldürmeyi kuruyorlardı. Resulallah bunu özel kaynağı ile haber alınca bu kabile üzerine yürüdü kuşattı ve onları Medine’den çıkmaya mecbur etti.

İne hicri 4. yılın sonlarında Ben i Gatafa’nın savaşa hazırlandığı haberi geldi. Resulallah 400 kişi ile Zatürrika adı verilen sefer idi bu, 400 kişi ile bu kabile üzerine baskın yaptı ve bu tehdidi de ortadan kaldırdı.

Hicri 4. yılın Şaban ayında, yani Uhud’un yıldönümünde Hz. Peygamber 1. 500 kişi ile, daha önceden Ebu Süfyan la ahitleştikleri gibi Bedir’de hazır bulundu. Ebu Süfyan 2.000 kişi ile Merruz zehran dan öteye gidemedi. Yani Bedr’e gelemedi, gözü yemedi. Müminlerle karşılaşmaya yürekleri yetmedi. A. İmran/124 ve devamındaki ayetlerde bu olay ele alınır.

Hicri 5. yılın Rebiülevvel ayında Dû’met ül Cendel, -ki Şam sınırında bir yer- 1.000 kişilik bir ordu gönderildi, ama orada Müslümanlara karşı hazırlık yapan grup savaştan kaçtı.

İşte Hendek savaşının öncesinde vuku bulan olaylar bunlar. Yani gördüğünüz gibi Uhud la Hendek arası çok yoğun, çok kesif bir hareketliliğe sahip. Müminlerin üzerine her taraftan saldırı hazırlıkları var ve gerçekten de güvenlik tehdit altında. İşte bu çerçeve de bu surenin işlediği ana konu olan Hendek savaşı bu çerçeve içinde düşünülmeli.


“BismillahirRahmanirRahıym”

 

1-) Ya eyyühen Nebiyüttekıllahe ve lâ tutı’îl kafiriyne vel münafikıyn* innAllâhe kâne ‘Aliymen Hakiyma;

Ey Nebi! Allâh’tan (açığa çıkarttıklarının sonuçlarını yaşatacağı için) korunanlardan ol! Hakikat bilgisini inkâr edenlere ve münafıklara (ikiyüzlülere) uyma! Muhakkak ki Allâh Aliym’dir, Hakiym’dir. (A.Hulusi)

01 – Ey o Peygamber! Allah dan kork ve kâfirlere, münafıklara itaat etme, muhakkak ki Allah bir alîm hakîm bulunuyor. (Elmalı)


Ya eyyühen Nebiy sen ey peygamberler ailesinin ferdi. Eyyühe; ibaresi nida edatına bitiştirildiğinde bir ailenin ferdine hitap edildiği anlaşılır. Yani ey peygamber sen, senden önceki peygamberler ailesinin bir üyesisin. Ey peygamberler ailesinin ferdi, üttekıllahe ve lâ tutı’îl kafiriyne vel münafikıyn Allah’a karşı sorumlu davran. Küfürde direnenlere ve iki yüzlülere uyma. İki yüzlülere, münafıklara, tek dünyalılara. Tek dünyası olanın iki yüzü olur. İki dünyası olanın iki yüzü olmaz. Çünkü ahirete iman eden maskeyle yaşamaz.

innAllâhe kâne ‘Aliymen Hakiyma Unutma ki Allah zaten her şeyi bilendir, hikmetle edip eyleyendir.

“Ey peygamber” hitabının en çok geçtiği sure olduğuna değinmiştim girişte. Burada doğrudan bir uyarı var. Cahiliye toplumunun evlatlıkla ilgili bir geleneği bu surede ortadan kaldırılıyor. Benzer bir mesaja sahip olan Tahrim suresi de böyle başlar. Onda da Resulallah’a doğrudan uyarı vardır bu uyarı ile girilir. Çünkü Resulallah; peygamber dahi olsa Allah’ın kendisi için biçtiği rolden başkasını oynayamaz. Zaten her peygamber Allah’a mutlak teslim olmuş insan demektir. Onun için Ya eyyühen Nebiy diye başlıyor. Yani Allah’ın iradesi karşısında alternatif bir irade koyma. Bu isterse sana gelen mesajı savunmak bahanesiyle olsun. Ki Resulallah’ın burada gösterdiği tavır kendisinin şahsına yönelecek herhangi bir iftira, bühtan ve ayıplamadan daha çok misyonuna yönelecek bir ayıplama, kınama ve iftiradan çekiniyordu. Çünkü Misyonuna yönelik her tür saldırı mesajının alanını daraltıyordu. Ama buna rağmen rabbi onu teskin ediyor, tatmin ediyor ve uyarıyordu.

Sıcak savaş müşrikler tarafından kaybedildi. Artık kazanamayacaklarını anlamışlardı Hendekle birlikte. Zaten Hendek bir dönüm noktasıydı, onun için Hendek’ten bir sabah Mü’minler kalktıklarında düşman müttefik güçlerin çekip gittiğini gördüğünde Resulallah şöyle demişti; “Artık sıra sizde.” Gerçekten de bir dönüm noktasıydı.

Peki duracaklar mıydı? Boş mu duracaklardı düşman güçler. Hayır, boş durmadılar. Savaşı yiğit olmayan yöntemlerle yapmaya başladılar. Yani psikolojik savaşa başladılar, çamur savaşına başladılar. İftira, bühtan, dedikodu ve her tür hile bu savaşta kullanılıyordu. İşte Hz. Aişe’ye yönelik iftira da bu savaşın bir parçasıydı aslında.

Hz. Peygamber işte onların kural tanımayan bu savaşından çok çekiniyordu. Çekinmekte de haklıydı, çünkü silahlarıyla geldiklerinde silahlarınızla karşı çıkardınız. Fakat iftiraları ile geldiklerinde sizin silahınız yok. Yani karşı iftirayla çıkamazsınız. Çünkü sizin ilkeleriniz var. Ama sizinde rabbiniz var. Onların ilkeleri yoktu, iftiraları vardı, karalamaları vardı, çamurları vardı ama sizin de Allah’ınız var. İşte Resulallah’ın endişesi buydu.

Ve vahiy bütün bu süreçte muhataplarını sadece şahsiyet kazandırmakla kalmıyor, toplumun öznesi yapıyordu. Yani toplumsal bir takım alışkanlıklar var, öteden beri kullanılan, öteden beri uygulanan bir takım alışkanlıklar gelenekler, adetler var. Peki vahiy geldikten sonra hala bu geleneğe dokunulmayacak mı, gelenekler olduğu gibi mi kalacak. Yani vahiy bireyleri inşa ettiği gibi toplumu da inşa etmemeli mi. Vahyin inşa ettiği bireyler toplumun geleneklerini de süzmeli değil mi. İşte burada vahyin muhataplarının sadece bireysel bir özne değil; toplumsal, sosyal bir özne olmaları işleniyor. Onun içinde o toplumda ki evlatlık müessesesinin çarpık boyutu, yani fiili bir durumdan hukuki sonuçlar çıkarmak isteyiş, fırsatçılık. Bu fırsatçılıktan da birilerinin belki istismarını önlemeye çalışıyordu vahiy. İşte bu çerçeve de anlayacağız bu ayetleri.

 

2-) Vettebı’ ma yuha ileyke min Rabbik* innAllâhe kâne Bima ta’melune Habiyra;

Rabbinden sana vahyolunana tâbi ol… Muhakkak ki Allâh, yaptıklarınızı (yaratan olarak) Habiyr’dir. (A.Hulusi)

02 – Ve rabbinden sana ne vahyolunuyorsa onun ardınca git, muhakkak ki Allah ne yaparsanız habîr bulunuyor. (Elmalı)

 

Vettebı’ ma yuha ileyke min Rabbik sadece rabbinden sana indirilene uy innAllâhe kâne Bima ta’melune Habiyra çünkü Allah yaptığınız her bir şeyden haberdardır.

 

3-) Ve tevekkel alAllâh* ve kefa Billâhi Vekiyla;

Allâh’a tevekkül et! Esmâ’sıyla hakikatin olan Allâh, Vekiyl olarak yeterlidir! (A.Hulusi)

03 – Ve Allaha tevekkül (itimat) kıl ki vekîl Allah yeter. (Elmalı)

 

Ve tevekkel alAllâh ve yalnızca Allah’a dayan. İlk muhatabı Resulallah’a böylesine kesin ve keskin emirler.

üttekullah;(1) Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol.

ve lâ tutı’îl kafiriyne vel münafikıyn (1) Kafirlere ve münafıklara uyma.

Vettebı’ ma yuha ileyke min Rabbik (2) rabbinden sana indirilene uy. Hep nehiy ve emir. Hep; şunu yap, bunu yapma. Kesin net, sınırları belli.

Ve tevekkel alAllâh (3) ve Allaha yaslan, Allah’a güven, Allah’a dayan.

Buradan yola çıkarak Allah’a dayanmadığını mı düşünebiliriz? Hayır, haşa. Bunu asla düşünemeyiz. Din unutmayalım ki ısrar ve tekrardır. Vahyin üslubudur bu. ısrar ve tekrar. Yani böyle devam et ve sadece bu emirler ilk muhatabı olan nebiye değil, o nebinin şahsında kıyamete kadar gelecek tüm müminleredir aynı zamanda. Sadece Allah’a dayan.

Neden? Çünkü toplumsal olana karşı bir özne olacaksın. Toplumun ırmağında akan bir çöp olamazsın. Bu ırmağın yatağını sen belirleyeceksin. Böyle bir ırmağın yatağını belirlemek küçük şeylere dayanarak mümkün mü? Sırtını öyle bir yere dayamalısın ki toplum ırmağı seni sürükleyip götürememeli. Debisi ne kadar güçlü olursa olsun bu ırmakta akan bir çöp olmamalısın. Ama bunun içinde destek noktan olmalı. Çünkü toplumu yerinden oynatmak, dünyayı yerinden oynatmak kadar zor. Eğer böyle bir zora talipsen manivelanı koyacağın bir destek noktan olmalı. Bu destek noktası nere olabilir? Allah.

ve kefa Billâhi Vekiyla zira dayanak olarak Allah yeter.

 

4-) Ma ce’alAllâhu li racülin min kalbeyni fiy cevfih* ve ma ce’ale ezvacekümüllaiy tuzahirune minhünne ümmehatiküm* ve ma ce’ale ed’ıyaeküm ebnaeküm* zâliküm kavlüküm Bi efvahiküm* vAllâhu yekulül Hakka ve HUve yehdis sebiyl;

Allâh hiçbir erkeğin göğüs boşluğunda iki kalp oluşturmamıştır! Kendilerinden zihar (eşini anası gibi kabullenerek kendine haram kılma) yaptığınız eşlerinizi, analarınız kılmamıştır. Evlatlık kabullendiklerinizi de oğullarınız kılmamıştır. Bunlar boş laflarınızdır! Allâh Hakk’ı bildirir; doğru yola O hidâyet eder! (A.Hulusi)

04 – Allah adam için içinde iki kalp yapmamıştır, ve kendilerinden zıhar yaptığınız zevcelerinizi analarınız kılmamıştır, Evlâtlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır, O sizin ağzınızda lâfınızdır, Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yola hidayet eyliyor. (Elmalı)

 

Ma ce’alAllâhu li racülin min kalbeyni fiy cevfih İlginç, Allah hiç kimse için bir bedende, bir göğüste iki kâlp yaratmamıştır. İki akıl, ya da iki vicdan da diyebiliriz biz buna.

Ne demek bu? bu bağlamda ne manaya geliyor? Eşyanın hakikati sabittir manasına geliyor. Eşyanın hakikati sabittir. Öyle değil mi. Nesefi akaidi şöyle başlıyordu; Haka’ikul eşya fe’bitetü. Vel ilmü biha mütehakkıkun ‘hılâfen lissufis tayie ila ahir.. Eşyanın hakikati sabittir. Onun hakkındaki ilmimiz, bilgimiz gerçektir. Kimlerin aksine? Sofistlerin, yani hakikat yoktur, sana göre öyledir, bana göre böyledir, ona göre öyledir diyen, göreceliliği öne çıkaran, nispiyeti esas alan ve dolayısıyla ahlaki davranışın temelini dinamitleyen ve mutlak hakikatleri reddeden sofistlerin aksine eşyanın hakikati sabittir. İşte Nesefi akaidi böyle başlar. Aslında Kur’an bu akaidi bize iman olarak telkin eder.

Neden? Eğer eşyanın hakikati yoksa hiçbir şeyin hakkında konuşmak gerekmez. Eğer eşyanın hakikati yoksa, şeylerin hakikati yoksa mutlak hakikatte yok. Eğer o yoksa doğru ve yanlış yok. Hakk ve batıl yok, iyi ve kötü yok. İyi ve kötü mutlaka hakikatin olması durumunda geçerlidir. Eğer hakikat nispi ise, görece ise, röletiv ise bana göre doğru, sana göre doğru ve 6.5 milyar doğru olmak durumundadır. Böyle bir dünyada kim doğrusunu savunabilir ki. Hangi doğru savunulabilir ki. Böyle bir dünyada ahlaki davranış zemini kalır mı? Ne anlamı olur?

Onun için eşyanın hakikatine bir atıf. Allah hiçbir bedende iki kâlp yaratmamıştır. Yani birini doğruya, birini yanlışa. Bir şey hem sıcak hem soğuk olamaz. Hem ak hem kara olamaz. Hem burada hem orada olamaz. Yani 3. şıkkın yokluğu. İşte bu çerçevede düşündüğümüzde 3. halin yokluğu muhalli, ya doğrudur, ya yanlıştır. Ya soğuktur, ya sıcaktır.

Buradan nereye getirecek sözü? Ya annedir ya değildir. Ya oğuldur ya değildir. Hem o dur hem o dur olmaz. Hem oğludur, hem değildir, hem annedir hem anne değildir olmaz. Eşyanın hakikati vardır. Bir anne eğer doğurmuşsa o evlattır. Değilse değildir. Bu kadar açık. Bu kadar yalın ve işte şimdi o noktaya getirdi sözü;

ve ma ce’ale ezvacekümüllaiy tuzahirune minhünne ümmehatiküm aynen böyle, vücudunuzu annenizin vücudu gibi haram saydığınız, tuzahirune, zıhar yaptığınız yani. “Sen bana annemin sırtı gibisin” derlerdi cahiliye de eşlerine. Eğer eşlerinden hoşlanmıyorlarsa, ona ıstırap çektirmek istiyorlarsa, ona kafaları bozulmuş kızmışlarsa, ondan intikam almak istiyorlarsa, onu miraslarından istifade ettirmemek, ya da herhangi bir şekilde sofralarından uzak tutmak istiyorlarsa; “senin sırtın annemin sırtı gibidir” derler ve artık o anne kadar haram olurdu.

Fakat anne olur muydu? Nerde..! Tabii ki olmazdı. Bırakınız anne olmayı bir köpeğe yapılamayacak muameleyi ona yapar, bir ömür boyu ıstırap çektirirler bu hanımlara. Ne boşarlar, çünkü o, onun eşi sayılıyor dışa göre. 3. şahısların hepsi onu, onun eşi sayıyorlar. Fakat kendisi onu eşi saymıyor. Annesi kadar kendisine yabancı, yani cinsel olarak yabancı sayıyor. Böyle bir ıstıraba mahkum ederler manevi işkence ederlerdi. İşte buydu zıhar. Onun için burada onun açılımı olarak vücudunuzun annenizin vücudu gibi haram saydığınız eşlerinizi de hiçbir zaman sizin gerçek anneleriniz kılmamıştır.

Bu ayet kadına yapılan tarihi bir zulmü ortadan kaldırmak için inmişti. Örf , anane, gelenek, toplumsal gelenek eğer zulmün kaynağını oluşturuyorsa hiçbir gelenek hiçbir zulmü meşrulaştıramaz diyor ayet. Evet, yani geleneğe dayandığı için bir zulmü meşru göstermeye kimse kalkmasın. Allah zulmü haram kılmıştır. Kendi nefsine bile haram kılmıştır. Kaldı ki insana. Dolayısıyla insanoğlu yaptığı ya da yapacağı zulümleri toplumsal geleneğe yaslayınca kendini mazur mu göstereceğini sanıyor. İşte burada, aslında sadece gelenek sorgulandırmıyor. İnsanoğlunun hakikatten uzaklaşınca kendisine nasıl mazeretler, nasıl tumturaklı mazeretler üretebileceği de gösteriliyor.

Diri diri mezara gömmek gibiydi bu zıhar. Daha öne nazil olan mücadele suresini 1 – 4. ayetleri bu konuda ki geleneği geçersiz kılmıştı ve bu konuda yapılan yeminlerinde  kefaretini, kefaret yolunu göstermişti Mücadele suresinin ilk ayetleri ve tabii ki sonuçlarını bu kefaretle ortadan kaldırıyordu.

ve ma ce’ale ed’ıyaeküm ebnaeküm yine evlatlıklarınızı da sizin gerçek çocuklarınız kılmamıştır. Birini evlat edinmek, onun gerçek nesebini değiştirmez. Gerçek örtülürse eğer, yani birini evlat edinmek güzel bir şey. Ona bakmak, onu büyütmek güzel bir şey. Fakat bunu, gerçeği örtmek suretiyle yaparsanız birçok sakınca ortaya çıkar.

 1 – si ruhsal travmaya yol açar. O kendi gerçek anne ve babasını yıllar sonra öğrendiğinde her taraf, her kes korkunç bir travma yaşar ve bugün bu, bugün dahi görülmekte. Hatta Şhov dünyasına giren, sanat dünyasına giren, hatta siyaset dünyasına giren insanların sonradan ben falanın annesiyim, ben falanın babasıyım diye çıkan insanların hem muhataplarına yaşattıkları, hem onu besleyip büyüten aileye yaşattıkları, hem de kendileri yaşadıkları travmayı düşününüz. Bu korkunç bir güvensizlik ve ruhlarda uçurum meydana getirir.

2. Evlilik yolu ile kurulacak bağların adresi şaşar. Öyle ki böyle bir durumda eğer gerçek anne babalara nispet edilmezse, gerçek anne babaların adresi kaybettirilirse gerçek kardeşi ile evlilik, kardeş kardeşle evlilik bile olabilir. Yani bunun önüne kimse geçemez. Onun için nesep problemi çıkar.

3. Miras başta olmak üzere hukuki sorunlar doğurur.

İşte bütün bu saydığımız ve sayamadığımız sorunları ortadan kaldırmak için eşyanın hakikatine saygı göstermek lazım. Alsa, büyütse, beslese, evlat edinse dahi onun gerçek nesebinin adresini ortadan kaybetmek, onu ebediyen üzerini silmek biçiminde yapmaması burada emr olunmaktadır.

zâliküm kavlüküm Bi efvahiküm bütün bunlar düşünmeden ağzınızdan koy verdiğiniz, saldığınız boş laflardır. vAllâhu yekulül Hakka ve HUve yehdis sebiyl ne ki Allah hep yalın gerçeği söyler. Hep doğru yolu gösterir.

Allah’ın eşya için taktir ettiği yere saygılı olun diyor ayet. Sosyal ve insani gerekçeler hakikatle oynamamızın gerekçesi olmamalı. Evet, Yani sosyal bir takım gerçekler var. Bunlar gerekçe teşkil edebilir. Yoksuldur, ya da öksüzdür, ya da yetimdir veda olarak kalmıştır. Kimsesi yoktur. Alırız evlat ediniriz, bağrımıza basarız, anne oluruz,baba oluruz. Bunda bir sakınca var mı? Yok. Fakat onun ait olduğu gerçek nesebin üzerini çizemeyiz. Eşyanın hakikatidir bu. Bu doğrudur, onu rahminde taşıyan anne bir başka annedir. Onun üstünü çizemeyiz, çizemezsiniz diyor yani. Çizmemelisiniz.

Bu da dönüp dolaşıp hep şu noktaya geliyor, eşyanın hakikatine saygı duyun. Allah’ın koyduğu yere saygı duyun. Allah birini bir yere koymuşsa onu o yerden kesip koparmayın. Onun için İslam’da tebenni müessesesi hadâna, ‘hıdane müessesesine dönmüştür.

 ‘Hıdane; onu göz kulak olup besleyip büyütmek, onu terbiye edip yetiştirmek. Evlatlık müessesesi İslam da böyle bir çerçeve içine alınmıştır. Gerçi İmam Şafi’ bu ayete dayanarak evlatlık müessesesi bu ayet tarafından hükümsüz kılınmıştır dese de, İmam Ebu Hanife gibi daha başka büyük fakihler; Hayır, bu ayet sadece evlatlık müessesesinin sınırlarını çiziyor ve bir takım hükümler getiriyor. Yani düsturlar ve ilkeler koyuyor demekle aslında isabetli yaklaşmıştır olaya. Ki zaten sahabe döneminden beri de hep kimsesiz kalan insanları, çocukları sahabe üstlenmiş, onlara bakmış onları büyütmüş ve topluma kazandırmıştır. Hatta öyle ki Çin’de İslam bu yolla yayılmıştır. Kimsesiz çocukları Müslüman tüccarlar almışlar, Huyiçinleri, böylelikle Müslüman olmuşlardır.

Yine bu yolla İslam büyük fatihler kazanmıştır. Endülüs’ün büyük fatihi Tarık Bin Ziyad bir yetimdir. Bir savaş esirinin yetimidir daha doğrusu.

Yine Afrika’nın büyük fatihi Musa Bin Nusayr berberidir. Tarık gibi o da bir yetimdir.

Yine Anadolu’nun efsanevi fatihi Abdullah e Battal namı diğer Battal Gazi aslen Antakyalı olan bir yetimdir. Yani İslam yetimleri almış, onlara ana olmuş, baba olmuş, onları İslam’ın oğlu etmiş ve onlardan fatihler çıkarmıştır. Düşmanlarının yetiminden dostlar çıkarmıştır İslam işte bu sayede.

 

5-) Üd’uhüm liabaihim huve aksetu indAllâh* fein lem ta’lemu abaehüm feıhvanüküm fiyd diyni ve mevaliyküm* ve leyse aleyküm cünahun fiyma ahta’tüm Bihi ve lâkin ma te’ammedet kulubüküm* ve kânAllâhu Ğafûran Rahıyma;

Onlara (evlatlık aldıklarınıza), babalarına nispetle hitap edin… Bu, Allâh indînde daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, bu durumda onlar, sizin dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır… Hata yaptığınız şeyde üzerinize bir suç yoktur… Fakat kasıtlı düşünerek yaptıklarınız hariç… Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir. (A.Hulusi)

05 – Onları babaları namına çağırınız, Allah yanında o daha doğrudur, eğer babalarını bilmiyorsanız dinde kardeşleriniz ve yaranınız, (mevalîniz) dirler, bununla beraber hatâ ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur ve lâkin kalplerinizin teammüd ettiğinde vardır, Hem Allah gafur, rahîm bulunuyor. (Elmalı)

 

Üd’uhüm liabaihim huve aksetu indAllâh şu halde evlatlıkları babalarına nispet ederek çağırın. Bu Allah katında daha adaletli bir davranıştır. Bu ilahi tavsiye lafzen anlaşılmamış mesela. Sahabe Zeyd’e Zeyd İbn. Muhammed derdi önceleri. Muhammed’in oğlu Zeyd. Bundan vaz geçmişlerdi. Salim’e, Ebu Huzeyfe’nin Mevlası demişlerdi. Salim de Ebu Huzeyfe’nin evlatlığı idi. Bu ayet indikten sonra ona da öyle çağırmamışlar fakat Mikdad Bin Amr. Babası Amr idi, fakat esved bin Abdiyegus onu evlatlık almıştı. Sonuna kadar Mikdad Bin Esved diye anıldı. Yani sahabe bu ayeti lafzi olarak almamış demek ki. Biz buradan bunu anlıyoruz.

fein lem ta’lemu abaehüm feıhvanüküm fiyd diyni ve mevaliyküm eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız zaten unutmayın ki onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.Yani evlatlık müessesesinin toplumsal bir kurum olarak koruyor bu ayet. Ama mahzurunu izale ediyor, biraz önce de söylemiştim Hıdane yani koruyucu ailem müessesesine dönüştürülüyor.

ve leyse aleyküm cünahun fiyma ahta’tüm Bih Ama bu konuda ki yanılgılarınızdan dolayı size bir vebal yoktur. ve lâkin ma te’ammedet kulubüküm Fakat asıl kalbinizde ki kasıt, kalbinizde ki niyet belirleyicidir. ve kânAllâhu Ğafûran Rahıyma zaten Allah hep bağışlar, hep merhamet eder. Yani bu noktada eğer iyi niyetle almışsanız, onu büyütmüşseniz, yetiştirmişseniz, hatta iyi niyetle üzmemek için haber vermemişseniz bu gibi durumlarda eğer kasıt eşyanın hakikatine yönelik bir değiştirme, kasti bir değiştirme, ya da ona anasını babasını kasti olarak unutturma değilse Allah bunu bağışlamıştır diyor.

 

6-) EnNebiyü evla Bil mu’miniyne min enfüsihim ve ezvacühu ümmehatühüm* ve ülül’ erhami ba’duhüm evla Bi ba’dın fiy Kitabillâhi minel mu’miniyne vel mühaciriyne illâ en tef’alu ila evliyaiküm ma’rufa* kâne zâlike fiyl Kitabi mestura;

En Nebi, iman edenlere, kendi benliklerinden daha önceliklidir! Onun eşleri onların (iman edenlerin) analarıdır! Akrabalar da Allâh’ın Kitabında (diğer) iman edenlerden ve muhacirlerden, (mirasça) birbirlerine daha önceliklidirler… Dostlarınıza dinen iyilik işlemeniz hariç… Bu, Bilgi’den bir hükümdür. (A.Hulusi)

06 – Peygamber, müminlere nefislerinden daha evlâdır, zevceleri de analarınızdır, ülülerham (akraba) da Allahın kitabında birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha evlâdırlar. Ancak dostlarınıza bir ma’ruf (bir vasiyet) yapmanız müstesnâ, kitab da o yazılı bulunuyor. (Elmalı)

 

EnNebiyü evla Bil mu’miniyne min enfüsihim peygamber inananlara öz varlıklarından, kendi öz canlarından daha önceliklidir, daha evladır. Evet, öyle diyordu ya efendimiz Buhari ve Müslim’in naklettiği bir hadiste.

Ben size analarınızdan, babalarınızdan, evlatlarınızdan, yakınlarınızdan daha sevgili olmadıkça kamil manada iman etmiş olmazsınız.

Bir gün Hz. Ömer Resulallah’a dönmüş; İçimdeki tüm sevgiyi sözüne ve yüzüne yansıtarak, gözüne ve özüne yansıtarak;

– Ya Resulallah nefsim hariç seni herkesten çok seviyorum.” Demişti. Aslında bu Ömeri bir dürüstlüğü gösteriyordu. Resulallah buyurdu ki;

– Hayır ya Ömer, beni nefsinden de fazla sevmedikçe kamil iman etmiş olmazsın.

– Ya Resulallah vallahi seni nefsimden de çok seviyorum.

– El Eem..! ya Ömer. Şimdi oldu ey Ömer. Demişti.

Onun için sahabe Resulallah’a;

– Fedake ebu ve ümmiy ya Resulallah. Anam babam sana feda olsun ya Resulallah diye hitap ederdi. Sadece sözde değil idi bu özden gelen bir şeydi. Bu sevgi sahabenin hayatı olmuştu ve varlıklarıyla da bunu ispat etmişlerdi, hem de kaç kez.

Onun için bu ayet aslında böylesine çok geniş bir manayı içeriyor. Neden peygamber bize kendi öz canımızdan daha önceliklidir? Önceliklidir, çünkü canımızın kıymetini peygamberden öğrendik. Çünkü biz kendimizi Allah’tan peygamberin getirdiği mesaj vasıtasıyla satın aldık. Neden babalarımızdan, evlatlarımızdan daha önemli, analarımızdan daha önemli? Çünkü analarımız bizi sütleriyle beslediler. Babalarımız kazançlarıyla beslediler. Sütle, kazançla beslenen tarafımız ölünce toprak oluyordu, peygamberse bizim ruhumuzu besledi. Yani ölünce toprak olmayacak yerimizi besledi. Yani ebedi yaşayacak yerimizi besledi. Anamızın verdiği besin bizim bedenimizi büyütüyordu. Babamızın kazandığı rızık bizim bedenimizi büyütüyordu. Fakat peygamberin verdiği rızık ruhumuzu büyüttü, aklımızı büyüttü. Onun için daha öncelikli idi, daha evla idi.

ve ezvacühu ümmehatühüm o, onlara baba gibi olduğundan eşleri onların anneleridir.

Evet, İbn. Mes’ud, Ubey Bin Kaab, İbn. Abbas, İkrime, Katade ve daha başkaları Ve hüve Ebun lehüm tefsiri açıklamasıyla birlikte okurlarmış bu ayeti okurken. Yani o onlara, o mü’minlerin babası gibi olduğu için eşleri de mü’minlerin anneleridir. Babası gibi, manevi babası. Hatta manevi babadan da öte bir şey. Öyle ki insanın öldükten sonra ölmez tarafını besleyen, yaşatan bir baba.

ve ülül’ erhami ba’duhüm evla Bi ba’dın fiy Kitabillâhi minel mu’miniyne vel mühaciriyn böyle olduğu halde Allah’ın yasasında yer aldığına göre akraba olanların birbirleri üzerinde ki hakları mü’minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidir.

Burada ki mini beyaniye olarak alırsak eğer bu ibareyi şöyle de anlayabiliriz. Birbirlerine akraba olan mü’minler, birbirlerine akraba olmayan mü’minlerden hakları daha önceliklidir. Yani hukuki açıdan, birbirlerine mirasçı oldukları için halkları daha öncelikli gelir. Ya da Mü’minler kafir olanlardan daha önceliklidir şeklinde de anlaşılabilir.

illâ en tef’alu ila evliyaiküm ma’rufen ancak geri kalan dostlarınıza da iyi davranmak durumundasınız. kâne zâlike fiyl Kitabi mestura zaten bu da yasada kayıtlıdır. Yani miras ve vasiyet bağlamında almış bazı müfessirler bu ayeti. Eğer miras ve vasiyet bağlamında alırsak Nisa/7 – 13. ayetlerin arasında ki işlenen vasiyet ve miras ayetleri ile irtibatlandıra biliriz. Ki 33. ayette yer miras ve vasiyetle ilgili ayetler grubuna bir atıf olabilir. O zaman da bu son cümle şöyle anlaşılabilir; Kendisine miras düşmeyen, fakat size yakın olan insanlar eğer orada bulunur, onların ihtiyacı da varsa, onlara da bir pay ayırın, onları da koruyup gözetin, onların da gönlünü görün manasına alınabilir.

 

7-) Ve iz ehaznâ minen Nebiyiyne miysâkahüm ve minke ve min Nuhın ve İbrahiyme ve Musa ve ‘Iysebni Meryem* ve ehaznâ minhüm miysâkan ğaliyza;

Hani biz Nebilerden taahhüt almıştık; senden, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryemoğlu İsa’dan da… Onlardan (bu âyette bahsedilen Nebilerden) ağır bir taahhüt aldık. (A.Hulusi)

07 – Ve unutma o Peygamberlerden mîsaklarını aldığımız vakti: hele senden ve Nûh ve İbrahim ve Musâ ve Isâ ibni. Meryem den ki onlardan ağır bir mîsak aldık. (Elmalı)

 

Ve iz ehaznâ minen Nebiyiyne miysâkahüm hani bir zaman da tüm peygamberlerden söz almıştık. Ya eyyühen nebiy’i (1) sen ey peygamberler ailesinin ferdi diye çevirmiştik hatırlayacak olursanız. İşte burada o ailenin tamamına ilişkin bir kayıt var. Peygamberler ailesinin tamamına ilişkin. Toplumun nesnesi değil öznesi olup onu inşa etme, Allah’ın peygamberlere yüklediği bir sorumluluktu. Bu konuda ahd almıştı, o ima ediliyor olsa gerek.

ve minke ve min Nuhın ve İbrahiyme ve Musa ve ‘Iysebni Meryem senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan ahit almıştık.

Zıhar türü cahili uygulamalar kadını aşağılayan her mantığa dolaylı bir cevap bu ayet aslında. Tokat gibi bir cevap. Hangisi? Ve ’ıysebni Meryem. Meryem’in oğlu İsa. Diğer hiçbir peygamber ne babasına ne anasına atfedilmiyor. Fakat İsa’ya gelince iş Meryem’in oğlu İsa. Oysa ki ve Musa diyor. Ama ve İsa deyip geçmiyor. 2. bir İsa yok, deyip geçse anlayacağız. Ama anasını mutlaka zikrediyor. Bu kadını aşağılayan mevcut kültüre tokat gibi bir cevaptı işte. Erkeksi kültüre bir ret.

ve ehaznâ minhüm miysâkan ğaliyza işte bütün bunlardan sapa sağlam bir söz aldık, yani peygamberlerden.

 

😎 Liyes’eles sadikıyne ‘an sıdkıhim* ve eadde lil kafiriyne azâben eliyma;

Sadıklara sıdklarının gereği sorulsun (denensinler bu konuda) diye… Hakikat bilgisini inkâr edenler için ise feci bir azap hazırlamıştır. (A.Hulusi)

08 – Sadıklara sadakatlerinden soracağı için, kâfirler için ise elîm bir azâb hazırladık. (Elmalı)

 

Liyes’eles sadikıyne ‘an sıdkıhim ta ki o sözlerine sadık kalanların sadakatlerine buldukları karşılığın hesabını sorabilsin. Nebiler sadıktılar. Ya muhatapları? Onlar da sadık mı?

Fe le nes’elennellezîne ursile ileyhim ve le nes’elennel murselîn. (A’raf/6) And olsun, kendilerine peygamber gönderilenlerden hesap soracağız. Tıpkı gönderdiğimiz peygamberlerden sorduğumuz gibi. Onun için Resulallah veda hutbesinde ilahi vahyin özünü insanlara aktardıktan sonra dönüp; Tebliğ ettim mi diye soruyor. Eğer toplum Evet ya Resulallah sen tebliğ ettin. Ve ne sahte ve ebbeytel emane. Emaneti eda ettin, nasihat ettin, tebliğ ettin dediklerinde gözlerini semaya kaldırarak; Rabbena feşhed. Rabbim sen şahit ol. Diyordu. İşte bu endişe idi o.

ve eadde lil kafiriyne azâben eliyma zira o inkarcılar için açık bir azab hazırlamıştır.

 

9-) Ya eyyühelleziyne amenüzküru nı’metAllâhi aleyküm iz caetküm cünudün feerselna aleyhim riyhan ve cünuden lem teravha* ve kânAllâhu Bima ta’melune Basıyra;

Ey iman edenler… Size olan Allâh nimetini hatırlayın… Hani (Hendek savaşında) size ordular geldi de onların üzerine bir fırtına ve görmediğiniz ordular irsâl ettik… Allâh, yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basıyr’dir. (A.Hulusi)

09 – Ey o bütün iman edenler! Allahın üzerinizdeki nimetini anın: O vakit ki size ordular gelmişti de üzerlerine bir rüzgâr ve görmediğiniz ordular salıvermiştik ve ne yapıyordunuz Allah görüyordu. (Elmalı)

 

Ya eyyühelleziyne amenü ey iman edenler üzküru nı’metAllâhi aleyküm iz caetküm cünudün sayısı belirsiz ordular üzerinize geldiğinde Allah’ın size olan nimetini hatırlayın.

Hendek savaşı. Bu ayetten itibaren Hendek’e atıf var. Başlangıçta söylemiştim, ona ilaveten kısaca özetlemem gerekirse bir dönüm noktasıdır. En büyük saldırı idi. Bazı kaynaklarımıza göre 24.000 askerden oluşuyordu düşman askerleri. Kureyş, Yahudi Beni Nadir ve Beni Kaynuka. Daha önceden sürülmüş olan Beni Kaynuka ve Beni Nadir iki Yahudi kabilesi, Kureyş bir de katafan. Bunlara bir de kuşatmanın en zor anında arkadan hançerleyip ihanet eden Beni Kureyza’yı ekleyebiliriz. Onlarla müttefik idiler. Medine’de beraber oturuyorlardı Müslümanlar, fakat en zor zamanında arkadan hançerlediler ve ihanet ettiler. İşte böylesine çok kritik bir kuşatmaydı Hendek kuşatması.

Mü’minler 3.000 kişiydiler. Selman ı Farisi’nin talebi üzerine Hendek kazıldı Medine’nin önüne. Mü’minlerin, Medine’nin yerleşimi çok korunaklıydı, iki taraf kayalıklardan oluşuyordu. Kayalıklardan oluşmayan sadece Uhud tarafına boydan boya insanların geçemeyeceği derinlikte hendekler kazıldı. Resulallah her 10 kişiyi bir Hendeğe vermişti. Gece gündüz Hendek kazıyorlardı.

Bu kazım sırasında bir kaya çıktı. Selman ı Farisi’nin ekibine düşen Hendekti bu. Kayayı kıramadılar. Balyozla ne kadar uğraştılarsa kırılmadı. Resulallah gelmiş, balyozu eline almış kayaya vurmaya başlamıştı ve her vuruşta kayadan kıvılcım çıkıyordu. Çıkan bir kıvılcımı göstererek Resulallah; Ben bu kıvılcımın, Bizansın sarayına düşüp onu mahvettiğini görüyorum.

Bir başka kıvılcımı kastederek yine vuruyor ve diyordu ki; Bu kıvılcımın da Kisra’nın, yani Pers sarayını yerle bir ettiğini görüyorum. Bir başka kıvılcım; Yemenin saraylarını yıktığını görüyorum. Öyle bir zamandı ki bu zaman, hatta orada bulunan bir münafık öyle diyordu.

Adam Resulallah’ın ordusunun içinde, fakat Resulallah’ın bu sözlerini duyunca biz daha tuvalete gidemiyoruz, bak bize Dünya imparatorluklarının saraylarını gösteriyor diyordu. Bu bir ufuk çizmekti, bu bir sınır çizmekti. Tabii bu bir iman meselesiydi. Hakikaten çok değil bu tarihin üzerinden 20 yıl geçmeden o saraylar Müslümanların önüne açılacaktı. Bunu göreceklerdi. Resulallah’ın o gün gördüğünü onlar da göreceklerdi. Aslında Resulallah bir sınır çiziyordu. Bir hedef gösteriyordu müminlere.

Ve bu ahval içre büyük ihanet gerçekleşti Kureyze oğulları arkadan hançerlediler Müslümanları. Aldatıldık diyenler çıktı, hatta hatta öyle bir bedbinlik, umutsuzluk vardı ki bunların müminlerin içinde savaşanlardan bazıları; Muhammed’i verelim kurtulalım diyorlardı. Bizim için başka çıkış yolu kalmadı diyorlardı. Açlık vardı, çözülme vardı, korku vardı, umutsuzluk vardı. Ama tabii ki sağlam iman etmiş müminlerde değildi bu. İman gönüllerine iyice yerleşmemiş olanlardaydı. İşte bu çerçevede bu savaşı anlamak lazım.

feerselna aleyhim riyhan ve cünuden lem teravha onların üzerine bir bela kasırgası ve görmediğiniz ordular gönderdik. ve kânAllâhu Bima ta’melune Basıyra Ama Allah yapıp ettiklerinizi görmekteydi.

Ayette geçen Allah’ın nimeti, yardımı çoktu da bunların en görünenlerinden biri, daha doğrusu başlangıçta hiç hesap edilmeyenlerden biri Nuaym Bin Mes’ud un İmana ermesiydi. Düşman içinde gelmiş bir askerdi Nuaym Bin Mes’ud. Katafan kabilelerinin içinde bulunan Eşça kolunun bir üyesiydi. Fakat çok uyanık bir adamdı, diplomat bir adamdı. İman yüreğini orada aydınlattı. Görünür hiçbir sebebi yoktu. Ve gizlice Resulallah’a geldi kavuştu, imanını açıkladı ve ne yapabilirim ya Resulallah dedi ne yapabilirim.

O öyle kritik bir andı ki artık mü’minler Beni Kureyza’nın ihaneti üzerine çoluk çocuğunun derdine düşmüştü. Çünkü Beni Kureyza kabilesinin hemen yanına bırakmışlardı herkes çoluk çocuğunu. Yani en iç kesimlere bırakmışlardı, orada da Kureyza oğulları Yahudisi oturuyordu. Onlar da ihanet edince adeta herkesin eşi ve çocukları rehin alınmış duruma düştü. Böyle bir durumda, ortamda nasıl savaşılırdı.

İşte böyle bir anda Nuaym Bin Mes’ud imanını açıkladı Resulallah’a. Dedi ki; Resulallah ne yap yap onları birbirine düşür. Beni Kureyza’ya gitti Nuaym Bin Mes’ut dedi ki, Ben biliyorsunuz savaşanların içinde geldim, Katafan’danım, yani ben de savaşıyorum. Fakat siz akıllı adamlarsınız, düne kadar Muhammed’le müttefiktiniz, Müslümanlarla müttefiktiniz. Şimdi eğer Kureyş bir biçimde anlaşarak, ya da bir biçimde burayı terk eder dönerse siz yine Müslümanlarla karşı karşıya, baş başa kalacaksınız. Başınıza neler geleceğini hiç düşündünüz mü? Kureyş’in bu işten caymaması için sizden gizlice anlaşmaması için Muhammed’le siz Kureyş’ten rehine isteyin. İsteyin bakalım. Göreceksiniz size rehine vermeyecekler. Eğer rehine verirlerse tamam samimiler. Vermezlerse benim söylediğim doğru çıkar. O zaman göreceksiniz.

Kureyş’e gitti; Bak Beni Kureyza aslında sizinle ittifak yapmaya kalktı ama, size güvenmiyor. Hatta size oyun oynamaya kalkıyor. Yarın onlar sizden göreceksiniz rehine bile isteyecekler, isterler.

Böylece bu geliş gidiş sayesinde ertesi gün rehine istedi. Hah dediler. Nuaym Bin Mes’ud’un söylediği çıktı. Hem de kabilenin, Kureyş’lilerin en iyilerini istiyorlardı. Reis oğullarını istiyorlardı, Reis çocuklarını istiyorlardı. Ve tabii ki güven bozuldu. Bu güven zedelenince birbirlerine düştüler ve birbirleri için savaşta bir şey yapmaz oldular ve bu gerçekten Mü’minleri oldukça rahatlatmıştı.

İkinci Allah’ın yardımı kuşatmanın 25. günün gecesinde kopan korkunç kasırgaydı. Öyle bir kasırga çıkmıştı ki, müşrik orduları, müttefik orduları sahradaydı, açık alandaydı. Çadırlarının direklerini söküyor, kazanlarını deviriyor, hatta develerini yükleriyle birlikte Hendeğe atıyordu. O kasırga da bazı yükler Müslümanların tarafına geçmişti. Bu kadar güçlü bir kasırgaydı. Bu kasırgaya dayanamadılar. O aşırı çöl soğuğunu da getirmişti kasırga ve o gece herkes pılını pırtısını toplayıp geri döndü. Sabah Mü’minler kalktıklarında hiç kimse yoktu önlerinde. İşte Resulallah orada söylemişti. “Artık sıra sizde” diye. Allah’ın yardımı gözükmüştü.

 

10-) İz cauküm min fevkıküm ve min esfele minküm ve iz zâğatil’ ebsaru ve beleğatil kulubül hanâcire ve tezunnune Billâhizzununa;

Hani size hem üst tarafınızdan ve hem de aşağı tarafınızdan geldiler… Hani gözleriniz kaymış, yürekleriniz ağzınıza varacak hâle gelmiştiniz! Allâh hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz. (A.Hulusi)

10 – O vakit ki hem üstünüzden gelmişlerdi, hem aşağı tarafınızdan, ve o vakit ki gözler kaymış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve Allaha türlü türlü zanlarda bulunuyordunuz. (Elmalı)

 

İz cauküm min fevkıküm ve min esfele minküm hani onlar üstünüzden ve sizin alt tarafınızdan üzerinize gelmişlerdi. Yani üstlerinden gelenler düşman, müttefik güçler, altlarından, arkalarından ihanet edenler de Kureyza oğulları Yahudileriydi. ve iz zâğatil’ ebsaru ve beleğatil kulubül hanâcir işte o an gözlerin yuvalarından fırladığı ve yüreklerin ağızlara geldiği bir andı.

İşte burada tavsif ediliyor. Bu niteleme aynen öyleydi. Yani gözler yuvalarından fırlamış, yürekler ağızlara gelmişti. Bittim noktasıydı adeta, her şey bitti. O en zor yer demir gök bakır derler ya işte o en zor an. Ayette o anın resmini çekiyor aslında. Gözler yuvalarından fırlamış, yürekler ağızlara gelmişti. Yani bittim noktasıydı bu. Meta nasrullah yardımın ne zaman Allah’ım demişlerdi adeta

ve tezunnune billahizununa öyle bir hal ki Allah’ın ne yapacağı hakkında her tür düşünce zihinlerinizde cirit atıyordu. Allah Allah..! Acaba Allah ne düşünüyor, ne yapacak bize ne muamele edecek Allah ve resulü bizi aldattı diyenler bir taraftan. 12. ayet gelecek Muattib bin Kuşeyr isimli Müslümanların içinde orada bulunan bir askerin söylediğini daha önce söylemiştim. Kendinize yeni bir efendi bulun diyordu. Bu efendiden size hiçbir fayda yok. Hatta yeni bir tanrı bulun dediği rivayet edilir.

Yine Hendek kazımı sırasında Resulallah’ın sarayları Bizansın, Kisranın ve Yemen’in saraylarını müjdelediğinde; Biz tuvalete gitmekten aciziz, bak bize neyi vaad ediyor. Diyorlardı. İşte bütün bu ahval içinde, bütün bu şartlar içinde Allah’ın yardımının yetiştiğini gördüler. Burada o anlatılıyordu. ve tezunnune billahizununa Yani Allah hakkında zihninizden ne düşünceler geçiyordu neler..!

 

11-) Hünalikebtüliyel mu’minune ve zülzilu zilzalen şediyda;

İşte orada iman edenler imtihan edilmiş ve şiddetli bir şekilde sarsılmışlardı. (A.Hulusi)

11 – İşte burada mü’minler imtihan olunmuş ve şiddetli bir surette sarsılmışlar da sarsılmışlardı. (Elmalı)

 

Hünalikebtüliyel mu’minune ve zülzilu zilzalen şediyda işte o anda ve orada müminler sınanmışlar şok bir sartsıntıyla sarsılmışlardı.

 

12-) Ve iz yekulül münafikune velleziyne fiy kulubihim meredun ma ve’adenAllâhu ve RasûluHU illâ ğurura;

Hani münafıklar ve kalplerinde maraz bulunanlar (sağlıklı düşünemeyenler): “Allâh ve O’nun Rasûlü, bize bir aldanıştan başka bir şey vaad etmemiş” diyorlardı. (A.Hulusi)

12 – Ve o vakit ki münafıklar ve kalplerinde bir maraz bulunanlar «Allah ve Resulü bize bir aldanıştan başka bir vaad yapmamış» diyorlardı. (Elmalı)

 

Ve iz yekulül münafikune velleziyne fiy kulubihim meredun o sırada iki yüzlüler ve kalplerinde hastalık olanlar diyorlardı ki; ma ve’adenAllâhu ve RasûluHU illâ ğurura Allah ve Resulü bizi aldatmaktan başka bir şey yapmadı, Haşa, Böyle diyorlardı. Allah ve elçisi bizi boş vaadlerle avuttu, aldattı diyorlardı.

 

13-) Ve iz kalet taifetün minhüm ya ehle yesribe lâ mükame leküm ferciû* ve yeste’zinü feriykun minhümün Nebiye yekulune inne buyutena avretün ve ma hiye Bi avretin, in yüriydune illâ firara;

Hani onlardan bir grup dedi ki: “Ey Yesrib Halkı (Yesrib, Medine’nin eski adıdır)! Sizin için kalınacak yer yoktur; geri dönün!” Onlardan bir grupsa: “Muhakkak ki evlerimiz korumasızdır” diyerek O Nebiden izin istiyordu… Oysa onlar (evleri) korunaksız değildir… Onlar kaçmaktan başka bir şey istemiyorlardı. (A.Hulusi)

13 – Ve o vakit ki bunlardan bir taife «ey Yesrib ahalisi Sizin için duracak yer yok hemen dönün» diyorlardı, yine onlardan bir kısmı da Peygamberden izin istiyor «cidden evlerimiz açıktır» diyorlardı, halbuki açık değil, sırf kaçmak istiyorlardı. (Elmalı)

 

Ve iz kalet taifetün minhüm yine o sırada onlardan bir tayfa da çıkmış, ya ehle yesribe lâ mükame leküm ferciû Ey Yesrip liler buradan elinize bir şey geçmez, dönün diyorlardı. Bu dönün; dinden dönün, imandan dönün, sözünüzden dönün, ahd verdiğiniz ahdinizden dönün veya buradan evlerinize dönün, savaştan dönün, kaçın yani hepsinin manasına gelebilir, hepsine mündemiç olabilir. Daha peygamberin verdiği Medine adını dahi içlerine sindirememiş bunlar öyle anlaşılıyor. Ya ehle Yesrib, oysa Resulallah Medine’ye teşrif ettikten sonra oranın adını Medinetüd tayyibe, güzel şehir koymuştu.

Yesrib; acı bir meyvenin ismiydi çünkü, onun için değiştirilmiş, “güzel şehir” koymuştu. Ama onlar daha Resulallah’ın şehre koyduğu ismi bile sindirememişler, ya ehle Yesrib diyorlar. Ey Yesrib ehli. Ey Yesrib’liler yani eskiye özlemleri var. Cahiliyeli daha unutmamışlar, akıllarından çıkmamış. Yani bir insanın içl dünyasının nasıl olduğunu diline böyle nasıl yansıyor, oradan da yola çıkarak anlayabiliriz.

ve yeste’zinü feriykun minhümün Nebiye yekulune inne buyutena avretün ve ma hiye Bi avretin yine bir grupta evleri korunaklı olduğu halde diyorlardı ki bizim evimiz korunaksız gerekçesiyle peygamberden izin istiyorlardı. in yüriydune illâ firara oysa ki onların tek bir isteği vardı kaçmak, başka bir şey değil. Kaçmak, cepheden sıvışmak maksadıyla bunu söylüyorlardı. Harise oğullarının böyle yaptığı nakledilir kaynaklarımızda.

 

14-) Velev dühılet aleyhim min aktariha sümme süilül fitnete leatevha ve ma telebbesû Biha illâ yesiyra;

Eğer onun (şehrin) çevresinden evlerine zorla girilmiş olsaydı, sonra da onlardan dinlerinden dönmeleri istenseydi, onu mutlaka uygularlardı (münafıklar – ikiyüzlüler)… (A.Hulusi)

14 – Ve eğer onların her tarafından üzerlerine girilse de sonra kendilerinden fitne istenilse derhal onu yapacaklardı, onunla da pek az duracaklardı. (Elmalı)

 

Velev dühılet aleyhim min aktariha sümme süilül fitnete leatevha ve ma telebbesû Biha illâ yesiyra eğer şehrin her yanından üzerlerine hücum edilseydi, ardından da onlardan fitne çıkarmaları istenseydi onlar bunu bir an bile duraksamadan, tereddüt etmeden yerine getirirlerdi.

 

15-) Ve lekad kânu ahedullahe min kablü lâ yüvellunel edbar* ve kâne ahdullahi mes’ula;

Andolsun ki, arkalarına dönüp kaçmayacaklarına dair daha önce Allâh’a ahdetmişlerdi… Allâh’a verilen söz (ahd) sorulur (sonucu yaşatılır)! (A.Hulusi)

15 – Halbuki bundan evvel Allaha ahit vermişlerdi: arkalarını dönmeyeceklerdi, Allahın ahdi ise mesuliyetlidir, mutlak sorulur. (Elmalı)

 

Ve lekad kânu ahedullahe min kablü lâ yüvellunel edbar oysa ki onlar daha önce kaçmayacaklarına dair Allah adına söz vermişlerdi. ve kâne ahdullahi mes’ula ama olsun nasıl olsa Allah’a verilen sözün hesabı bir gün gelip sorulacaktı, sorulur.

Müslüman olmak Allah ile sözleşme yapmaktı aslında. Onun için iman ettim dediğiniz anda Eşhedü enlâ ilâhe illallâh dediğiniz anda sözleşme yapmış oluyordunuz. Bu uzun bir listeydi, sıradan bir sözleşmeye ihanet bile sahibini hain ederken, Allah ile sözleşmeye ihanet sahibine ne etmezdi.

 

16-) Kul len yenfe’akümül firaru in ferartüm minel mevti evil katli ve izen lâ tümette’une illâ kaliyla;

De ki: “Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçışınız size asla fayda vermez… Tut ki kaçtınız diyelim (çok çok kısa dünya yaşamı nedeniyle) kazancınız yok denecek kadar az olur!” (A.Hulusi)

16 – De ki eğer ölümden veya katl olunmadan kaçıyorsanız kaçmak size aslâ menfaat vermez, bilfarz verdiği takdirde de istifade ettirilmezsiniz, meğer ki pek az. (Elmalı)

 

Kul len yenfe’akümül firaru in ferartüm minel mevti evil katl de ki; eğer ölümden ya da öldürülmekten, yani doğal ölümden, ya da bir başkasının sizi öldürmesinden korkup kaçıyorsanız, kaçmanızın size hiçbir yararı olmayacak. Onları uyar. ve izen lâ tümette’une illâ kaliyla zira eğer böyle yaparsanız bu durumda bile sadece kısa bir süre elde etmiş olacaksınız. Kısa bir vade.

Öyle diyordu bir münafık zaten biz de o kısa süreyi istiyoruz diyor. Yani o kısaya talibiz diyordu. Mesele neye tabi olduğunuz tabii ki. Hayatı ve ölümü Allah’tan bağımsız tanımlamaya kalkan bir akılın şaşkınlığı bu işte. Hayat ve ölüm de Allah’tan bağımsız değil. Hastalık ölüm korkusunun ahlaki zaafa dönüşme hastalığıdır. Ölüm korkusu ahlaki bir zaafa yol açıyor. Öyle ki artık ölümün kendisinden daha beter bir hale geliyor ve her hatırladığında ölüyor ve bu korku ondaki tüm ahlaki davranış kalıplarını yerle bir ediyor. İman işte bu kalıpları ayakta tutarlar. Çünkü ölüm bir intikaldir, ölüm bir geçiştir, ölün bir hesaba doğru yürüyüştür. Eğer buna iman ederse insan ölüm bile o insanın ahlaki davranmış kalıplarını yıkamaz, bozamaz.

 

17-) Kul men zelleziy ya’sımüküm minAllâhi in erade Biküm suen ev erade Biküm rahmeten, ve lâ yecidune lehüm min dûnillâhi Veliyyen ve lâ Nasıyra;

De ki: “Eğer sizden bir kötülük (açığa çıkarmayı) irade ederse yahut sizden bir rahmet (açığa çıkarmayı) irade ederse, sizi Allâh’a (iradesine) karşı kim korur?” Allâh dûnunda ne bir Veliyy ne de bir yardımcı bulamazlar. (A.Hulusi)

17 – De ki kimin haddine ki sizi Allah dan saklasın, şayet size felaket murad eder, yahut size bir rahmet murad ederse? Hem Allah dan başka kendilerine bir veliy de bulamazlar bir nasîr de. (Elmalı)

 

Kul men zelleziy ya’sımüküm minAllâhi in erade Biküm suen ev erade Biküm rahmeh de ki eğer O sizi bir zarara uğratmayı dilerse, sizi Allah’a karşı kim koruyacaktır, ya da size bir rahmet takdir etse sizi bundan kim mahrum edecektir. Böyle biri olabilir mi? ve lâ yecidune lehüm min dûnillâhi Veliyyen ve lâ Nasıyra onlar kendileri için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirler.

Burada; Ma ce’alAllâhu li racülin min kalbeyni fiy cevfih. (ahzab/4) ayetini hatırlayalım. Yani Allah bir göğüste iki kalp yaratmamıştır. Biri inanmak, diğeri inkar etmekten yana bir iç parçalanması. İşte burada aslında böyle bir iç parçalanmasını görüyoruz. Yani iman etsem mi, etmesem mi. Öldükten sonraki hayata inansam mı, inanmasam mı. Böyle bir iç parçalanması.

Bu yırtılmadır. İç yırtılma kişilik yırtılmasına sebep olur. Müvevvebine zalik la ilahe ula ve la ilahe ula. müzebzib diyor zıplayıp duruyor ikisi arasında. Ne ondan ne ondan. İşte buna benzer bir durum.

 

18-) Kad ya’lemullâhul mu’avvikıyne minküm velkailiyne liıhvanihim helümme ileyna* ve lâ ye’tunel be’se illâ kaliyla;

Sizden bu işi savsaklayıp ve cemaatine de: “(Rasûlullâh’ı bırakın) bize gelin!” diyenleri Allâh gerçekten bilir! Zaten onlar savaşa pek az gelirler. (A.Hulusi)

18 – Allah şüphesiz biliyor: içinizden o savsaklı yanları, ve ihvanlarına «bize gelin» diyenleri ki harbe pek az geliyorlardı. (Elmalı)

 

Kad ya’lemullâhul mu’avvikıyne minküm velkailiyne liıhvanihim helümme ileyna* ve lâ ye’tunel be’se illâ kaliyla Evet, doğrusu Allah içinizden başkalarını savaştan caydıranları da, kendileri muharebeye çok az katıldıkları halde haydi katılın bize diye başkalarına gaz verenleri de çok iyi biliyor. Yani burada ayartıcı tavır, üstelik sahtekarlık üzerine oturuyor. Onu gösteriyor. Hadi katılın bize vuralım kıralım falan, kendileri arkayı dolaşıyorlar. Ara sıra göz önünde gözüküyorlar ama kaçıyorlar. Böyle bir iki yüzlü tavrı da dile getiriyor ayet.

 

19-) Eşıhhaten aleyküm* feizâ caelhavfü raeytehüm yenzurune ileyke teduru a’yünühüm kelleziy yuğşa aleyhi minel mevt* feizâ zehebelhavfü selekuküm Bi elsinetin hıdadin eşıhhaten alel hayr* ülaike lem yu’minu feahbetAllâhu a’malehüm* ve kâne zâlike alAllâhi yesiyra;

Size karşı cimridirler (ikiyüzlüler)! Savaş – ölüm korkusu geldiğinde, üzerine ölüm korkusuyla baygınlık çökmüş kimse gibi, gözleri dönmüş bir hâlde sana baktıklarını görürsün… Korkuları geçtiğindeyse mal düşkünleri olarak sizi keskin dilleri ile incitirler… İşte bunlar iman etmemişlerdir! Bu yüzden de Allâh onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır… Bu, Allâh için pek kolaydır. (A.Hulusi)

19 – Size karşı kıskançlık ediyorlardı, derken o korku hali gelince gördün onları ki ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlardı, dereken o korku gidince size keskin keskin diller sıyırdılar, hayra karşı kıskançlık ediyorlardı, işte bunlar iman etmediler de Allah amellerini hiçe çıkardı, Allaha göre o ehemmiyetsiz bulunuyor. (Elmalı)

 

Eşıhhaten aleyküm size yönelik bir kıskançlık bu.

Evet, eşıhha; derin kıskançlık. Kıskançlık ve haset, Allah’a akıl vermeye kalkmaktır özünde. Yani yerini bulmamış ey Allah’ım senin yaptığın demektir haşa. Onun için Haset ve kıskançlık; haset edenin kendisine beddua, haset edilene dua anlamına gelir. Her hasit, haset ettiğine, hasediyle dua ediyor demektir. Eğer bunu düşünürse belki hasetliğinden vazgeçer, kıskançlığından vaz geçer.

feizâ caelhavfü raeytehüm yenzurune ileyke teduru a’yünühüm kelleziy yuğşa aleyhi minel mevt öte yandan tehlikeyi hissettikleri zaman da sanki ölüm tarafından çepeçevre kuşatılmışlar gibi gözleri dönmüş bir halde sana yalvarırcasına baktıklarını görürsün. feizâ zehebelhavfü selekuküm Bi elsinetin hıdadin eşıhhaten alel hayr evet, fakat tehlike geçtiğinde ise iyiliğe karşı kıskançlık edip sivri ve keskin dillerini Bi elsinetin hıdadin sivri ve keskin dillerini size hücum için bir kılıç gibi kınından sıyırırlar. Ölüm gerçeğinin insanda ahlaki tüm değerleri ve kişiliği yok eden korkusundan kurtulmanın tek yolu gösteriliyor. Ahirete ve Allah’a ve Allah’ın adaletine iman. Bu korku insanın enerjisini soğuran, elini kolunu döken bir illete nasıl dönüşür işte burada o anlatılıyor.

ülaike lem yu’minu işte bunlar inanmamışlardır. feahbetAllâhu a’malehüm Allah’ta onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. ve kâne zâlike alAllâhi yesiyra zira bu Allah için çok kolaydır,

 

20-) Yahsebunel ahzabe lem yezhebu* ve in ye’til ahzabü yeveddu lev ennehüm badune fiyl a’rabi yes’elune ‘an enbaiküm* ve lev kânu fiyküm ma katelu illâ kaliyla;

Ahzab’ın (savaşmak için gelen destek gruplarının) gitmediğini sanıyorlar… Eğer Ahzab (yeniden) gelse, bunlar arzu ederler ki, kendileri bedevîler içinde çölde kalıp, haberlerinizi almakla yetinsinler! Zaten aranızda olsalardı, pek az savaşırlardı. (A.Hulusi)

20 – Ahzab ı sanıyorlar ki gitmediler, eğer o Ahzab bir daha gelecek olsa arzu ederler ki badiyeye bedevî urabanın içine çıksalar, sizin havadislerinizden sorsalar, içinizde kalacak olsalar da harp etmezler, meğer ki pek az. (Elmalı)

 

Yahsebunel ahzabe lem yezhebu onlar müttefiklerin gerçekten ayrılmadığını zannediyorlardı, yani onlar kayboldular, taktik yapıyorlar ama asla gitmediler zannediyorlardı. ve in ye’til ahzabü yeveddu lev ennehüm badune fiyl a’rabi yes’elune ‘an enbaiküm Evet, çok ilginç bir iki yüzlü tavrı buda. Ama eğer müttefikler dönüp gelecek olsalardı, bu halde onlar çölde bedeviler arasına karışıp haberlerinizi uzaktan almayı tercih edecek kadar <sıvışmayı> isterlerdi. Yani hem böyle düşünüyorlar, hem de eğer giden müttefik düşman orduları geri dönüp gelecek olsa hemen şehirden kaçıp taa..! bedevilerin yaşadığı yerden haberlerinizi uzaktan almayı tercih ederlerdi diyor.

ve lev kânu fiyküm ma katelu illâ kaliyla hoş eğer aranızda bulunmuş, içinizde durmuş olsalardı da göstermelik bir iki hareket dışında asla savaşmayacaklardı. Ölüm karşısında ki tipik münafık davranışı burada dile getiriliyor.

 

21-) Lekad kâne leküm fiy Rasûlillâhi üsvetün hasenetün limen kâne yercullahe vel yevmel âhıre ve zekerAllâhe kesiyra;

And olsun ki, Rasûlullâh’ta sizin için mükemmel bir örnek yaşam vardır! Allâh’ı ve sonsuz geleceği umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler (hatırlayanlar) için! (A.Hulusi)

21 – Şanım hakkı için muhakkak ki size Resulallah da pek güzel bir örnek vardır: Allaha ve son güne ümit besler olup da Allah ı çok zikir eyleyen kimseler için. (Elmalı)

Lekad kâne leküm fiy Rasûlillâhi üsvetün haseneh İşte berceste ayete geldik. Surenin en berceste ayeti. üsvetün hasenetün limen kâne yercullahe vel yevmel âhıre ve zekerAllâhe kesiyra doğrusu Allah resulü sizin için Allah’a ve ahiret gününe umut besleyen ve Allah’ı sürekli hatırda tutan herkes için güzel bir örnek teşkil eder. Üsvet teessi manasına gelir. (Nümune ve örnek tutulacak olan insan.) model, üretilebilir olan model gösterilir. Üretilemez olan model gösterilmez.

Neden peygamber? Çünkü insan, yani insan peygamber model gösteriliyor. Çünkü insan iz bırakır, melek iz bırakmaz. Onun içinde Allah’ı izleyin diye bir ayete rastlayamazsınız. Peygamberi izleyin.  Kul in küntüm tuhıbbûnAllahe fettebi’ûniy yuhbibkümullah.. (A. İmran/31) De ki eğer Allah’ı seviyorsanız Allah’ı izleyin değil beni izleyin. Fettebi’uniy yuhbibkümullah Allah’ta sizi sevsin. Beni izleyin ki Allah’ta sizi sevsin.

Niye? Çünkü insan iz bırakır. Yürüyenin, yerde yürüyenin izi olur. Peygamber yerde yürüyenlerin en hayırlısıdır. O halde izlenmeye layıktır. Onun içindir ki en kritik insani durumlarda Hz. Peygamber esas duruşunu hiç bozmamıştır ve bu ayetin bu pasaj içinde gelmesinin sebebi de odur. Herkesin canı derdine düştüğü, yüreklerin ağza gelip gözlerin yuvalarından fırladığı anlarda dahi esas duruşunu bozmayan bir insan örnek alınmaya layık değil midir. Hele o Alemlere rahmet ise. Zaten alemlere rahmet oluşu örnek alındığı kadardır. Eğer onun hayatı üretilebilirse üretildiği kadar o alem rahmete dönüşür. Onun içindir ki burada ona benzemek değil, örnek almakla emr olunmuşuz. Yani;

Umirna bitteeshi, la bitteşebbu. (Gazali)  ona benzemekle değil, onun yaptığını onun gerçekleştirmek istediği amacı gerçekleştirmek için yapmakla emr olunduk. Teessi’nin uzun açılımı bu. Onun amacını gerçekleştirmek için yapmak. Yani o hiçbir şeyi amaçsız yapmadı. Onun için biz gözlerimizi onun göz rengine benzetmek için lens takmakla, saçlarımızı onun gibi dalgalı yapmakla emr olunmadık.

Ya neyle emr olunduk? Onun ahlakını çağa taşımakla, bana bu adam Allah’ın resulünü hatırlatıyor dedirtmekle emr olunduk. Yani o yürüyen Kur’an dı, o Kur’an ın insana dönüşmüş biçimiydi. Kur’an kendi çağımızda nasıl insana dönüşür biz bunu ondan öğrendik. İşte öğrendiğimiz bu şeyi yapabildiğimiz kadar onu örnek aldığımızı söyleyebiliriz.

O Ümmetin anasıydı, ümmet te insanlığın anası. Çünkü o ümmetin şahidiydi, şehidiydi. Ve kezâlike cealnâküm ümmeten vesetan litekûnû şühedâe alenNâsi ve yekûnerRasûlü aleyküm şehiyda. (Bakara/143) işte böylece sizi dengeli bir ümmet kıldı ki, siz insanlığa örnek olun, o da size örnek olsun. Resul de size örnek olsun. Yani Resul size nasıl model olduysa, siz de insanlığa öyle model olun. Model olmak görevi yüklenmişti bu ümmete, çünkü Resulallah model olmuştu. O model olmuş ve hesabını vermişti, görevini yapmıştı. Artık görev onu model alması gereken müminlerdeydi.

Umarım bizlerde o modelden yola çıkarak kendi çağımızın insanlığına model oluruz. Rabbim bizlere bu liyakati lutfetsin.

 

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Ocak 2013 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın