RSS

İslamoğlu Tef. Ders. YUNUS SURESİ (021-046)(68)

28 Eki

231“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

 “BismillahirRahmanirRahıym”

 

Sevgili Kur’an dostları bugünkü dersimize Yunus suresinin 21. ayeti ile devam ediyoruz.

21-) Ve izâ ezaknenNase rahmeten min ba’di darrae messethüm izâ lehüm mekrun fiy âyâtina* kulillâhu esra’u mekra* inne Rusulena yektübune ma temkürun;

 İnsanlara, kendilerine dokunmuş bir sıkıntıdan sonra bir rahmet, güzellik tattırdığımızda, işaretlerimiz hakkında hemen bir mekre düşerler… De ki: “Mekr itibarıyla Allâh daha süratlidir… Muhakkak ki Rasûllerimiz mekrlerinizi yazıyorlar.” (Yaşadıkları sıkıntının, elleriyle yaptıklarının sonucu olduğunu kavrayamayıp; ardından gelen rahmetin ise, yaptıkları yanlışın gerçekte yanlış olmamasının sonucu olduğunu ve doğru yolda olduklarını sanırlar. Allâh da onların bu sanılarını bozmaz ve yanlışta devam etmelerine müsaade ederek, azaplarının daha da büyümesine izin verir. İşte onların bu zanları, kendi mekrleri; Allâh’ın yanlışlarında devama müsaadesi de, karşı mekridir. A.H.) (A.Hulusi)

21 – İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra bir rahmet tattırdığımız zaman da âyetlerimiz hakkında derhal bir mekirleri vardır, de ki: Allahın mekri daha çabuktur, haberiniz olsun: elçilerimiz yaptığınız mekirleri yazıp duruyorlar. (Elmalı)

Ve izâ ezaknenNase rahmeten min ba’di darrae messethüm izâ lehüm mekrun fiy âyâtina ve ne zaman kendilerine dokunan bir sıkıntının ardından bu tiplere rahmetimizden bir parça tattırsak derhal ayetlerimiz hakkında tuzak tezler tasarlamaya başlarlar.

Bu tipler diye çevirdim yaklaşık bir çeviriyle, kim o tipler; Hemen hatırlayacak olursanız geçen dersimizin son ayetinde, yani 20. ayette sevgili efendimizden Kur’an la yetinmeyip bir mucize, bir olağanüstülük isteyen. Sanki Kur’an mucize değilmiş gibi gözlerini bu insanoğlunun gördüğü en büyük mucizeye kapatıp ta daha farklı ilginçlikler isteyen işte bu insanlar. Ki onların bir takım vasıflarından 7- 11- 12- 15- 18. ayetlerde de söz edilmişti.

Ayette; izâ lehüm mekrun ibaresi; Orada ki İzâ ile mekr kelimesi birleşince dil açısından hemen gerçekleşen bir eyleme delalet eder. Ferrâ’ya göre dilci. Ayetlerimiz diye çevirdim. Âyâtina. Yalnızca hitabi ayetler kastedilmiyor burada. Daha önceki dersimizden de hatırlayacak olursanız; Göklerdeki ve yerdeki ayetler, yani kevni ayetlerden söz edilmişti. Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinden söz edilmişti. İşte onlar da birer ayet. Onun için buradaki; fiy âyâtina ibaresinde ki ayetler, yalnızca hitabi ayetler, kitabi ayetler değil, varlık ayetleri, olay ayetleri, hepsi onun içine giriyor.

Burada tasarım diye çevirdiğim bir ibare var. Mekr. Ben ona tuzak diye çevirmeyi doğru bulmayıp tasarım dedim. Bu tasarımı bu tip insanlar neye karşı yapıyorlar? Ya hitaba yönelik yapıyorlar, bu surenin 2. ayetinde olduğu gibi. Ne diyorlar? Sihir diyorlar. Bu bir hitaba yönelik tez, bir tasarım, daha doğrusu bir peşin fikir, ön fikir, ön yargı. Önyargı insanın ayartıcı güdülerine dayanır. Ön bilgi ise imanına.

Ya hitaba yönelik demiştim, ya da varlık ve olayların anlaşılmasına yönelik olur bu tasarım, bu tuzak. Nasıl olur bu tuzak düşünce; olayları ve kainatı Allah’tan bağımsız değerlendirir. Başına gelen olayların Allah’la ilgisinin olmadığını düşünür, ki yine geçen derse bir atıf yapmak durumundayım. Geçen derste başlarına gelen kimi hadiseleri, müşrik bir göz, tanrısını seçme, atama, tayin etme hakkının kendisinde olduğunu zanneden tiptir müşrik. İşte bu tip öyle bir düşünceye sahiptir ki; varlık ile Allah arasında bir bağlantı yoktur ona göre. İşte buna tasarım diyor Kur’an. Böyle düşünürler.

Kur’an ın gerek kaynağına yönelik olsun, gerek kainatta ki Allah’ın fiili ayetlerine yönelik olsun, ters dönmüş bir akıl işte böyle bir tuzak kurar kendi kendisine.

kulillâhu esra’u mekra De ki Allah hassas tasarımda  daha çabuktur. inne Rusulena yektübune ma temkürun; dikkat edin elçilerimiz inceden inceye tasarladığınız her şeyi kayda alıyorlar.

22-) “HU”velleziy yüseyyiruküm fiyl berri vel bahr* hatta izâ küntüm fiyl fülki ve cerayne Bihim Bi riyhın tayyibetin ve ferihu Biha caetha riyhun asıfün ve caehümül mevcü min külli mekanin ve zannu ennehüm uhıyta Bihim, deavullahe muhlisıyne lehüd diyn* lein enceytena min hazihi le nekûnenne mineş şakiriyn;

 “HÛ” ki sizi karada ve denizde seyrettirmekte… Hatta siz gemideyken; gemiler, içindekileri sakin bir rüzgâr ile akıp götürdükleri sırada bundan mutlularken; onlara fırtına gelip çatar, dalgalar her taraftan onları vurur! Onlar da dalgalarla kuşatıldıklarını ve büyük tehlikede olduklarını düşündüklerinde, tüm oluşumun Allâh’ın kudret elinde olduğuna inanmış olarak dua ederler: “Andolsun ki eğer bizi şundan kurtarırsan, kesinlikle şükredenlerden olacağız.” (A.Hulusi)

22 – O, odur ki sizleri karada ve denizde gezdirtir, hattâ gemilerde bulunduğunuz ve içindekileri alıp hoş bir heva ile aktıkları ve tam onunla ferahlandıkları sırada ona şiddetli bir fırtına gelir çatar ve her yerden onlara dalga gelmeğe başlar ve zannederler ki tamamen ihata olunup bittiler, o vakit Allaha dini halis kılarak dua ederler: «ahdimiz olsun ki, derler, eğer bizi bundan halâs edersen, şeksiz şüphesiz şükreden kullarından oluruz».(Elmalı)

“HU”velleziy yüseyyiruküm fiyl berri vel bahr sizi karada ve denizde gezdiren O’dur.

Aslında bize normal gibi geliyor. Biz insan oğlu nedense her gün gördüğümüz mucizeleri görmezden geliriz de, başka mucizeler isteriz. Aslında suyun kaldırma gücünün, havanın itme gücünün ve eşyanın tabi olduğu tüm yasa ve kanunların Allah tarafından konulmuş olduğunu unuturuz ve Allah’tan başka deliller bekleriz.

İşte burada da 7. yy. ın akışkanlar dinamiğini bilmeyen insanı için deniz olağanüstü, olağandışı bir yolculuk aracıdır, yoldur daha doğrusu. Onun içindenizden örnek veriliyor çölün insanına.

hatta izâ küntüm fiyl fülk dahası, tutun ki sizler gemide bulunuyorsunuz, ve cerayne Bihim Bi riyhın tayyibetin tatlı bir rüzgarda onunla yol alıyorsunuz. ve ferihu Biha caetha riyhun asıfün ve caehümül mevcü min külli mekan üstelik tam da bunun sevinciyle denizde salına salına bir gemide mest olmuşken, birden bir fırtına yakalıyor gemiyi ve dalgalar her yandan yolcuları kuşatıyor. ve zannu ennehüm uhıyta Bihim onlar her yandan ölümle sarıldıklarına kanaat getirmişlerdir. deavullahe muhlisıyne lehüd diyn* lein enceytena min hazihi le nekûnenne mineş şakiriyn; Ne yapıyorlar böyle bir durumda olan insanlar; Tüm içtenlikle Allah’a yönelip yalnız onun dinine sığınarak; Eğer bizi bu beladan kurtarırsan yemin olsun ki şükredenlerden olacağız diye yalvarıp yakarıyorlar.

Ayetin aslında simgesel bir dille tüm insanların başına gelebilecek bir hadiseyi anlamışızdır. Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi, siz diye giren ayet hemen bir cümle ilerde onlara geçiyor, zamir değiştiriyor ve en sonunda siz diye bitiyor. Yani zamirler ayet içerisinde metaforik bir biçimde dönüşüyor.

Bundan bendeniz şunu anlıyorum; Öz benliğini karşısına koyup muhasebe yapmaya çağırıyor insanı. Sen kendini karşına koy ve bir bela ile, bir felaketle yüz yüze geldiğinde nereye yönelirsin.İşte insanın fıtratına bir göndermedir bu. İnsan canı yandığı zaman fıtratında yazılı olan gerçek zata yönelir. İnsan darda kaldığı zaman, insan çıkmaza düştüğü zaman,tüm kapılar önünde kapandığı zaman açık kapının Allah’ın kapısı olduğunu kendiliğinden bilir. Her insan için bu böyledir. Onun için de burada fıtrata dönüş dile getiriliyor.

Her felaket insan ruhunun, insan fıtratının üzerine sürülmüş sentetik boyaları döken bir tinerdir. Sentetik boyalar dökülünce  Sıbgatallah. altından Allah’ın boyası çıkar. ve men ahsenü minellahi sıbğatev.. (Bakara/138) Allah’tan daha güzel boya vuran kimdir. İşte bunu o zaman görürüz ve duanın gerçek dilini söylüyor ayet.

Duanın gerçek dili fıtrat dilidir. Duanın gerçek dili, işte fıtratın dili. O fıtratın dili konuşmaya başladığı zaman kültürlerin, insanın sonradan öğrendiklerinin, insana enjekte edilen ideolojik farklılıkların hepsi bir yana, sadece Allah’la insan baş başa kalıyor ve insan o zor zamanda o dar zamanda kıblesini doğrudan Allah’a çeviriyor.

Bu ayetin tefsirinde müfessir Reşit Rıza’nın çok hoş bir öyküsünü okumuştum. Bir denizde giderken fırtınaya tutulan bir geminin yolcuları başlarlar, bir tanesi; “Yetiş ya seyit bedevi.”. Öbürü; “Yetiş ya pirim Abdulkadir Geylani.”. Öbürü; “Yetiş ya falanca hazret”. Öbürü; “Yetiş ya falanca seyyid” diye herkes kendi sevdiğini imdada çağırmaya başlayınca gemi yolcuları arasından bulunan bir Allah dostu; “Batır Allah’ım batır..!” demiş. “Hiç biri de seni hatırlamadılar, bunlar seni unuttular, batır bunları.”

Yetiş Ya Rabbi denilecek yerdir. Onu, burada hikayesi anlatılan Mekke’nin putperestleri dahi diyor.

23-) Felemma encahüm izâ hüm yebğune fiyl Ardı Biğayril Hakk* ya eyyühenNasu innema bağyüküm alâ enfüsiküm metaal hayatid dünya sümme ileyna merciuküm fenünebbiuküm Bima küntüm ta’melun;

 Ne zaman ki Allâh onları kurtarır, yeryüzünde haksız olarak hemen azgınlığa başlarlar… Ey insanlar, sizin zulüm ve taşkınlığınız, sadece nefislerinize zarar verecektir! O dünya hayatının geçici zevklerinden yararlanırsınız; sonra dönüşünüz bizedir! (İşte o zaman) yapmış olduklarınızı (hakikatini) bildiririz. (A.Hulusi)

23 – Derken vaktâki onları halâs eder, çıkar çıkmaz Yer yüzünde haksızlıkla bagye başlarlar, ey insanlar, bagyiniz sırf kendi aleyhinizedir, o alçak hayatın biraz zevkini sürersiniz, sonra döner bize gelirsiniz, biz de bütün yaptıklarınızı size haber veririz. (Elmalı)

Felemma encahüm izâ hüm yebğune fiyl Ardı Biğayril Hakk sonunda ne olur biliyor musunuz, yukarıda ki hadiseden sonra, Kurtarmasının hemen ardından bu kimseler yer yüzünde haksız yere azgınlık yapmaya başlarlar.

Sanırım anlaşılıyor. İnsan oğlunun nankörce tavrı dile getiriliyor. Bu surenin 12. ayetinde de dile getirilmişti hatırlar mısınız. Bundan önce tefsir ettiğimiz ayetlerde. Orada da aynen insanoğlu rabbi tarafından kendisi sınanırken, rabbine söz verdiği halde onun başından belayı kaldırır kaldırmaz yine eski haline döner, rabbini unutur. İşte bu nankörlüğe.

Nankörlük küfrün ahlaki tavrıdır. Ahlaki karşılığıdır. Yani küfür ahlak haline gelirse Nankörleşir. İşte nankörlükle küfür arasında böyle bir bağ vardır. Nankörlüğün akidevi olanına küfür, küfrün davranış biçimi olanına nankörlük denilir.

ya eyyühenNasu innema bağyüküm alâ enfüsiküm ey insanlık, yaptığınız azgınlığın sonucu yine gelip sizi bulacaktır. Her olumsuz tavrın insani bir sonucu var. Yani insan üzerinde bir iz bırakıyor. Her insan ile Allah arasındaki olumsuz ilişki, ruhsal planda insanı yaralıyor ve yoksullaştırıyor, insanın içini fakirleştiriyor. Bu ayet ona bir dikkat çekiş. İnsanın yaptığı her olumsuz davranış, Allah’ın yapma dediği her olumsuzluk, insanı ruhsal açıdan yoksullaştıran bir davranış biçimi. Allah yoksullaşmamızı istemiyor. Zengin yarattığı iç dünyamızın yine yem yeşil, yine bitek, yine verimli, yine ürünlü olmasını istediği için kendi kendimizi yoksullaştırmamıza razı olmuyor.

 metaal hayatid dünya Dünya hayatının zevkleri gelip geçicidir. Veciz bir metin, Kur’an ın tüm metninde olduğu gibi burada da icaz var. En az kelime ile en çok hakikati anlatma icazı. sümme ileyna merciuküm fenünebbiuküm Bima küntüm ta’melun; sonunda bize döneceksiniz ve biz yaptıklarınızı bir bir size haber vereceğiz.

24-) İnnema meselül hayatid dünya kemain enzelnahu minesSemai fahteleta Bihi nebatül Ardı mimma ye’külün Nasu vel en’am* hatta izâ ehazetil Ardu zuhrufeha vezzeyyenet ve zanne ehlüha ennehüm kadirune aleyha, etaha emruna leylen ev neharen fecealnaha hasıyden keen lem tağne Bil ems* kezâlike nufessılül âyâti likavmin yetefekkerun;

 Dünya hayatı şuna benzer… Semâdan inzâl ettiğimiz bir su; onunla insanların ve hayvanların yediği, yeryüzünün yetiştirdikleri oluşmuştur. Nihayet yeryüzü, ürettikleriyle en güzel hâle ulaştığında; yaşayanları da, kendilerini kudretli sandıklarında, gecenin ya da gündüzün bir anında, hükmümüz açığa çıkıverdi! Onu, sanki bir an öncesinde hiç şe’nlenmemiş gibi biçip atarız! Tefekkür eden bir topluluk için işaretleri işte böyle detaylandırıyoruz! (A.Hulusi)

24 – O Dünya hayatın meseli sırf şunun gibidir: bir su, biz onu Semâdan indirmişiz derken onunla Yer yüzünün otu: insan ve davar yiyeceğinden birbirine girmiştir, Nihayet Arz, bütün ziynetini takınıp süslendiği, ehli de onun üzerine kendilerini kadir zannettikleri bir sırada geceleyin veya gündüzün ona emrimiz gelivermiş bir lâhzada ona öyle bir tırpan atıvermiştir ki sanki dün hiç bir şenlik yokmuş, işte düşünecek bir kavim için âyetleri böyle tavsıl ediyoruz. (Elmalı)

İnnema meselül hayatid dünya kemain enzelnahu minesSema’ mesela bu dünyanın cezp edici hayatı bir su gibidir ki onu gökten biz indirdik. fahteleta Bihi nebatül Ardı mimma ye’külün Nasu vel en’am derken o insanların ve hayvanların kendisinden beslendiği bitkilerce emildi. hatta izâ ehazetil Ardu zuhrufeha vezzeyyenet ve zanne ehlüha ennehüm kadirune aleyha

İlginç, ayeti kerime gerçekten insanın tüylerini diken diken etmesi gerekir. Sonunda toprak yapay bir parlaklık ve baştan çıkarıcı bir tezyin ile arzı endam edipte sakinleri onun üzerinde tamamıyla egemen olduklarını düşünmeye başladıkları zaman;

etaha emruna leylen ev neharen bir gece vakti ya da gündüz gözü ile ansızın emrimizin infaz vakti geliverir.

Zuhruf dedi yukarıda. Kur’an da zuhruf aynı zamanda altın anlamına da kullanılır. Bu isimde bir de sure vardır. Sentetik altın parlaklığına bir gönderme. Madeni parlaklığa. Dinleyenin aklına hemen kurgusal güzelliği getiriyor. Doğal güzellik değil, kurgusal. İnsan yer yüzünü artık benim egemen diye, orada mutlak egemen oldum diye ele geçirir ve yer yüzünde kendisine sahte bir cennet kurar. İşte altının madeni parlaklığı, albenisi orada kullanılmış.

Bu insan tabiata emanet diye bakmaz. Böyle bir davranış emanet diye bakan bir insandan çıkmaz. Tabiata bir köle, bir cariye bir tutsak gibi muamele eder. Onun için tabiat kölesidir. Ona istediği işkenceyi yapar ve ondan istediğini alır. Onun için de tabiatla dost olmak gibi bir derdi yoktur. Çünkü eğer gücü yetiyorsa, kendisi onun efendisi olmak isteyecektir. Oysaki onun da, kendisinin de bir efendisi olduğunu, onunda Allah olduğunu unutur ve varlık içerisinde her şeyin bir rolü olduğunu ve bu rollerden bir gün hesaba çekeceğini, soracağını unutur. Onun için burada sentetik güzelliğe bir atıf var.

Tabii insan şehvet ve iktidar güdüsünü tabiatın sırtından tatmin etmeye başladığında ne olur? etaha emruna leylen ev neharen Allah’ın bir gece vakti ya da gündüz gözü ile ansızın emri geliverir. İnfaz edilir.

Aslında bu bir yasa, kainat yasası. İnsan davranışları için konulmuş ilahi bir yasa. İnsanlar azgınlaşınca, insanlar kendilerine emanet edilenlere ihanet etmeye başlayınca, ihanet ettikleri şeylerin cezasını görürler. Dünyaya ihanet ederler, tabiata ihanet ederler; Tabiat onlardan öç alır. Denize ihanet ederler öç alır. Göle ihanet ederler öç alır. Allah’a ihanet ederler Azizüyntikam olan Allah’ta onlara yaptıkları ihanetin acısını tattırır.

fecealnaha hasıyden keen lem tağne Bil ems Peki sonuç; Böylece onu sanki önceden hiç safa sürmemiş gibi kökünden sökülmüşe çevirir. Hasat yapar, ama ürünsüz. Allah’ın bela hasat’ıdır bu, kökünden söker.

Kökünden sökülmüştür diye çevirdim çünkü bu ayetlerin indiği dünyada hasat biçerek değil, otçul bitkileri otçul bitkileri kökünden sökerek yapılırdı. Onun içinde ben indiği andaki manayı vurgulamak için kökünden biçme değil de kökünden sökme biçiminde anlam verdim.

kezâlike nufessılül âyâti likavmin yetefekkerun; İşte biz düşünen bir toplum için ayetlerimizi böyle açık ve net bir biçimde dile getiririz.

25-) VAllâhu yed’u ila DarisSelâm* ve yehdiy men yeşau ila sıratın müstekıym;

 Allâh, Selâm Yurduna (bedensel sınırlamalar ötesindeki, hakikatinize bahşedilmiş kuvvelerle yaşam boyutuna) çağırır ve dilediğini sırat-ı müstakime hidâyet eder. (A.Hulusi)

25 – Allah, darüsselâma çağırıyor ve dilediğini bir doğru yola hidayet buyuruyor. (Elmalı)

VAllâhu yed’u ila DarisSelâm* ve yehdiy men yeşau ila sıratın müstekıym; Böylelikle Allah insanı, mutluluk ve güvenlik zeminine çağırmakta ve isteyeni dosdoğru bir yola yöneltmeyi dilemektedir.

Eğer dikkat buyurmuşsanız Dâr kelimesini zemin diye çevirdim. Dâr, ev manasına, yurt manasına, hatta dünya manasına, toprak manasına gelir. Fakat burada ahiret içinde kullanılır. Dârül ahira. Fakat burada sadece ahirete yormamız doğru olmaz Allah’ın insanı çağırdığı mutluluk ve güvenlik zemini hemen bir üstteki ayetle irtibat kurarsak aslında öncelikle bu dünya.

Bu dünyada ihanet etmemiş, eşyaya, doğaya, kendi doğasına ve Allah’a ihanet etmemiş, kendisi ile, Rabbi ile, eşya ile, doğa ile barışık bir mümin tipi elbette bulunduğu zemini de mutluluk yuvası haline getirir. Getirmek zorundadır. Onun için burada, bu dünyada insanın rabbi, kendisi ve çevresiyle barışık bir ortamın oluşturulması çağrısıdır. İnsana bu çağrı yapılıyor bu ayette.

Yine; yehdiy men yeşa’ ibaresini farklı bir biçimde, daha doğrusu, en doğru bir biçimde çevirmeye çalıştım; İsteyeni dosdoğru bir yola yöneltmeyi diler, dilemektedir. İsteyeni doğru yola yöneltmeyi diler, çünkü men yeşa’ da ki yeşa’ sözcüğünün iki tane öznesi vardır. Dileyen. Kim; hem insana gider, hem Allah’a gider. Peki hangisine vermeliyiz; ikisine de vermeliyiz. Bu tesadüf değil bana göre, bu kasten yerleştirilmiş bir form. “Dileyenin hidayetini diler. İsteyenin hidayetini ister.” Hidayeti önce siz istemelisiniz. Allah’ta size bahşetsin. İstiyorsanız verecektir. O unutulmaz halk ifadesinde olduğu gibi. “Eğer vermeyi dilemeseydi, dilemeyi vermezdi.

26-) Lilleziyne ahsenül Hüsna ve ziyadetün, ve lâ yarheku vucuhehüm katerun ve lâ zilletün, ülaike ashabül cenneti, hüm fiyha halidun;

 İhsan ehline, daha güzeli (El Hüsnâ) ve fazlası (Rıdvan) vardır… Onların vechlerini (yüzlerini – şuurlarını) ne kara toz zerresi (bencillik), ne de (hakikatlerinden ayrı düşmenin getirisi olan) zillet kaplar… Onlar sonsuza dek cennet ehlidirler! (A.Hulusi)

26 – Hasenât yapanlara Hüsnâ bir de ziyade var, ve yüzlerine ne bir kara bulaşır ne zillet, onlar ashabı Cennet hep orada muhalledirler. (Elmalı)

Lilleziyne ahsenül Hüsna ve ziyadeh iyi ve yararlı davranmakta direnenlere karşılık olarak, ondan daha iyisi ve kat kat fazlası var.

Burada ki; ve ziyadeh Türkçeye de geçmiş, ziyade, fazla, fazlalık. Aslında bu ayetin tefsiri; En’am suresinin 160. ayeti. Ne diyor orada;

Men cae Bil haseneti felehu ‘aşru emsaliha (En’am/160)

Kim bir iyilikle gelirse ona, onun 10 katı vardır.

Demek ki rabbimiz iyilikleri misli ile ödemiyor. Çünkü Allah.la insan farklıdır. Allah’ın cömertliği farklıdır. Burada ki 10 katta mecazdır. Yani 1 e 10. değil. Çünkü buradaki on çokluğa delalet eder. Kinayedir. Allah kat kat verecek demektir. Sizin yaptığınıza kendisi kat kat güzel karşılık verecek demektir.

ve lâ yarheku vucuhehüm katerun ve lâ zilleh dahası o gün onların ne yüzleri kara çıkar, ne de onursuzluktan başları yere eğilir.

Bir sonraki ayette ki cehennemliklerin aksine bir tavır bu. Aksine bir duruş. Cenab-ı hakk yüze ayrı bir önem atfediyor. Aslın da yüz deyince dilde insanın vitrini, insanın görüneni, insanın vizyonu anlaşılıyor. Burada da o insanın ruh hali, içinde kopan fırtınalar, yüreğinde ki fırtınalar yüzüne yansır. İşte onu söylüyor. Ama burada cennetlik bir insanın yüzü var. Bir sonraki ayette cehennemlik bir insanın yüzü.

Burada güzel işler yapmış bir insanın yüzüne yüreğinden geçen meltemler, yüreğinde ki cennet yansır. O yüzden o insanın içinde ki cenneti seyredersiniz. İşte o yüz bakınca insanın içini ferahlatır. İnsana güven verir. Devamı da var;

ülaike ashabül cenneti, hüm fiyha halidun; İşte bunlar cennetin sakinleridirler, orada yerleşip kalmak üzere girerler.

27-) Velleziyne kesebüs seyyiati cezaü seyyietin Bi misliha, ve terhekuhüm zilletün, ma lehüm minAllâhi min ‘asım* keennema uğşiyet vucuhuhüm kıta’an minel leyli muzlima* ülaike ashabün nari, hüm fiyha halidun;

 (Yaptıklarıyla) kötülükler kazanmış olanlara gelince; kötülüğün cezası (= karşılığı = sonucu) onun benzeri olacaktır! Onları zillet bürür… Onları, Allâh’ın, yaptıklarının sonucunu yaşatmasından koruyacak (hiçbir kuvveleri) yoktur… Vechleri (şuurları) gecenin zifirî karanlığına bürünmüş gibidir… Onlar sonsuza dek cehennem ehlidirler! (A.Hulusi)

27 – Seyyiat kazananlara gelince kötülüğün cezası misli iledir, ve onları bir zillet kaplar, Allah dan kendilerini kurtaracak yoktur, sanki yüzleri gece parçalarından kaplanmış kapkaranlık, onlar, ashabı nar, hep orada muhalledirler. (Elmalı)

Velleziyne kesebüs seyyiati cezaü seyyietin Bi misliha Kötülük yapmakta ısrar edenler ise, sadece yaptıkları kötülüğün misli ile cezalandırılacaklardır.

İşte geldi.Yine yukarıda ki En’am 160 ı hatırlamalıyız. O ayetin devamı neydi;

ve men cae Bisseyyieti fela yücza illâ misleha..  (En’am/160)

Kimde bir kötülükle gelirse, bir kötülük yapar getirirse ona sadece misli ile, sadece getirdiği kötülük kadar ceza verilir.

İşte rahmet farkı. İşte Allah’ın kendisi için merhameti, rahmeti ilke edinmesi. ..ketebe alâ nefsiHİr rahme.. (en’am/12) Kendi zatı için rahmeti ilke edindi diyordu ya Kur’an. İşte böyle bir Allah. Kötülüğe misli ile, ama iyiliğe kat kat, sınırsızca.

Peki kötülüğü de hiç cezalandırmasa olmaz mı, rahmetine bu yakışır dersek, alacağımız cevap açık; suyu getirenle testiyi kıranı bir tutar mısınız, o zaman kim su getirir. İyi ile kötünün bir olduğu dünyada ahlaki davranmanın gerekçesi nedir. Ahlaklı davrananların Hepinizin affını istirham ederek  kullanıyorum; “Enayi” sayıldığı bir dünyada neden ahlaklı davransın ki insanlar. Onun için Allah’ın adaleti gereği suyu getirenlerle testiyi kıranlar bir olmayacaktır.

ve terhekuhüm zilletün, ma lehüm minAllâhi min ‘asım* keennema uğşiyet vucuhuhüm kıta’an minel leyli muzlima ve onlar o gün bir aşağılanmaya mahkum olurlar ki; Allah’ın adaletinden kaçıp sığınacakları biri de olmadığı için; adeta cümle i mutariza, yani iki tire içinde bir cümle bu. Bunun için sanki zifiri bir gecenin karanlığı sıvanmış gibi yüzleri utanç ve zilletten kapkara kesilir.

Çok edebi bir ifade var.  Tı team minenleyl  sanki yüzlerine geceden bir parça sıvamışsınız. Böyle olurlar. Simsiyah kesilirler. Neden, maskeler düşmüştür de ondan. Ruhun azap ve ezikliği yüze yansımıştır. Yüreğini fosseptik çukura çeviren insan, dışına sürdüğü onca makyaj sıyrılınca gerçek değeri ortaya çıkmıştır. Nikelaj sıyrılmış, yaldız sıyrılmış altından tenekesi görülmüştür. Altın sandığınız teneke çıkmıştır. İşte bu, simsiyah, paslı bir teneke. Yüreğinde biriktirdiği tüm günahlar maskelerin fora olduğu, fora edildiği o günde bir bir ortaya çıkmıştır.

ülaike ashabün nari, hüm fiyha halidun; işte bunlarda ateşin sakinleridirler. Onlar da orada yerleşip kalmak üzere girerler.

Ne diyordu Kur’an sevgili dostlar;

..Siymahüm fiy Vücûhihim min eseris sücût.. (Fetih/29)

Secdenin izi onların yüzlerinde okunur, görülür. Ama beri yandan bir başka tip içinde yine yüzle ilgili şöyle bir ayet geçiyordu:

Yu’Araful mücrimune bi siymahüm.. (Rahman/41)

Suçlular yüzlerinden tanınırlar. Aslında burada geçen hep bu yüzler için dışa döndüğü o sorgu, o hesap gününde dünyada taşıdığı içidir, yüreğidir. Dünyada iken içinde sakladığı, ukbada yüzüne geçmiştir, yüz olmuştur.

28-) Ve yevme nahşuruhüm cemiy’an sümme nekulü lilleziyne eşrekû mekâneküm entüm ve şürekâüküm* fezeyyelna beynehüm ve kale şürekâühüm ma küntüm iyyana ta’budun;

 Toplu hâlde onları haşredeceğimiz süreç… Sonra şirk koşanlara: “Siz ve ortak koştuklarınız, her biriniz mekânınıza” deriz… Akabinde onların aralarını ayırmışızdır! Onların ortak koştukları ise: “Siz bize kulluk etmiyordunuz (kendi kurgu ve hayallerinize tapınıyordunuz)” derler. (A.Hulusi)

28 – Ve o gün ki hepsini mahşere toplayacağız, sonra diyeceğiz o şirk koşanlara: yerinize! Siz de şerikleriniz de, artık aralarını açmışızdır, şerikleri şöyle demektedir: siz bize tapmıyordunuz. (Elmalı)

Ve yevme nahşuruhüm cemiy’an sümme nekulü lilleziyne eşrekû mekâneküm entüm ve şürekâüküm ve bir gün onların tümünü bir araya toplayacak, ardından da hayatta iken Allah’a has özellikleri başkalarına yakıştırmakta direnenlere diyeceğiz ki; Siz ve tanrılık yakıştırdıklarınız haydi yerlerinize marş marş..! diyeceğiz.

İlginç bir ibare mekâneküm, yerlerinize anlamına gelir lafzen. Aslında buradaki yer, konum ve makam anlamınadır. Fiziki yer değil. İnsanın mahluk olduğunu unutup, halıkını tayin edici bir konum ve makama tecavüz eden bir insan tipi burada ki. Dikkat buyurunuz lütfen Halîkını tayin eden, yani tanrısını tayin eden bir insan. İşte burada ki şirkten kasıt budur. Aslında Allah’a ait herhangi bir sıfatı, Allah dışında birine yakıştırmak; Kişinin tanrısını kendisinin tayin edeceği yetkisi olduğuna inanmasıdır.

Korkunç bir şeydir. Eğer insan tanrısını kendisi tayin etme yetkisine sahipse ona neden ona neden inansın ki. Onun neden sözünü tutsun ki. Bu korkunç bir dalaveredir. Onun için Allah’a iman etmeyenler, kendilerine bir tanrı atarlar. Neden; Çünkü Allah’a iman ederlerse eğer, Allah’ın emrine amade olmak durumundadırlar. Fakat kendileri tanrı atarlarsa, onları kendilerinin emrine amade kılarlar. İşte fark bu. Onun için bu bir tecavüz, bu bir makam vermek, size ait olmayan, Allah’a ait olan makama, birini geçirmeye çalışmak gibi korkunç bir tecavüz.

Bir de Allah’ın yerine konulmaya çalışılan, yani Allah’a ortak koşulan nesneler, objeler var ki, ortak koşulanlar mahluktan, halîk makamına, konumuna yükseltilmenin bu sefer yanlışını yaparlar. Onun içinde herkes yerine mekâneküm haydi marş marş, yerine, yani konumlarınıza. Ey tanrılaştırılanlar, ey birilerinin kendilerini tanrılaştırdıkları, haydi bakalım yerinize. Ey tanrılaştıranlar, siz de. Siz kimsiniz, siz mahluksunuz, yaratıksınız, yaratılmışsınız ama yaratıcınızı atamaya kalkıyorsunuz. İşte bu, bu korkunç bir suç ve ayette söylenen de bu.

Bir anlama probleminden söz edebiliriz bu ayetin tefsirinde, özellikle bu mekâneküm ifadesini İ. Ahfeş, bir sözcük taktiri ile, bekleyin. İn tazırru diye bir sözcük taktir etmiş; Mekanınızda bekleyin şeklini almış cümle. Bu bir takdiri ibaredir, yani ilave bir kelime, bir sözcük ile bu manaya geliyor. Ahfeş’ten sonraki tüm müfessirler, Taberi, İbn. Kesir  ve diğerleri dahil, Beydavi dahil hep onu takip etmişler. Fakat bir  tek Elmalı hariç. Onun için ben bu meali verdikten sonra ne vermişler diye dönüp baktığımda tüm müfessirlerin verdiği manayı gözden geçirdiğimde Elmalı dışında hepsinin Ahfeş’in verdiği manayı devam ettirdiğini gördüm. Devam ediyoruz;

fezeyyelna beynehüm işte böylece onların arasını kesip ayırmış olacağız. ve kale şürekâühüm ma küntüm iyyana ta’budun; ve o zaman onların tanrılık yakıştırdıkları dönüp kendilerine şöyle diyecek; Zaten sizin tapınıp durduklarınız gerçekte hiç biz olmadık ki. O kadar çıplak bir gerçekle yüz yüzeyiz ki. Zaten sizin tapınıp durduklarınız gerçekte hiç biz olmadık ki.

Ne demek isteniyor burada, ne diyor; Aslında siz kendi heva ve hevesinize taptınız diyor. Çünkü tanrınızı belirleme hakkı sizin olduğunu zannettiniz. Bu bir heva idi, bu bir heves idi. Tanrısını atama yetkisini kendisinde gören bir akıl, kendisini tanrılaştırmış bir akıldır. Bu bir puta tapmaktan bin kat daha büyük bir cürümdür. Onun için siz aslında bir başkasına değil, kendi ayartıcı güdülerinize, iç güdülerinize taptınız diyor.

29-) Fekefa Billâhi şehiyden beynena ve beyneküm in künna an ıbadetiküm leğafiliyn;

 “Bizimle sizin aranızda Allâh, şahit olarak yeterlidir… Muhakkak ki biz, sizin kulluğunuzun hakikatinden gâfildik!” (A.Hulusi)

29 – Şimdi sizinle bizim aramızda şahid olarak, Allah yeter doğrusu «sizin ibadetinizden bizim asla haberimiz yoktu»(Elmalı)

Fekefa Billâhi şehiyden beynena ve beyneküm in künna an ıbadetiküm leğafiliyn; ve artık bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah’ın yeterli olduğu bir hakikat var ki o da şu. Biz; sizin bize kulluk ettiğinizin farkında dahi değildik. Bu da yine çarpıcı bir ifade. Peygamberler, veliler, azizler, yatırlar, evliya, hepsi. Aslında bu ayette kastedilenin cansız nesneler değil, kendilerine tanrılık yakıştırılan iyi ruhlar olduğunu anlıyoruz, hatta melekler ve bilumum tanrılaştırılan varlıklar. Kendilerine bu misyonu yükleyen kimselere böyle diyecekler. Yani biz sizin bizi tanrılaştırdığınızdan haberdar bile değiliz.

Hz. İsa’nın ne diyeceğini sanıyorsunuz, kendisini tanrılaştıran, kendisini tanrının oğlu yerine koyan, yer yüzüne inmiş bir tanrı olarak gören, tanrının kendisinde tecessüm ettiğini söyleyen değişik Hıristiyan mezhepleri için ne diyeceği belli. “Onlara bana tapın demedim ki, ben onların beni tanrılaştırdıklarını bile bilmiyorum ya rabbi.” Diyecektir.

Yine bir çok insanın Allah’ın sıfatlarından bazılarına verdikleri o yatırlar, o evliya, o azizler, o sıddıyklar ne diyecekler. “Ya rabbi ben söylemedim ki bunlara. Bunlar kendi kendilerine yakıştırdılar. Benim haberim bile yok.” Veyahut ta; Allah’ın huzurunda bizi kurtaracak, bizi geçirecek, bizi savunacak, veyahut ta Allah’tan isteyecekleri bir şeyi ondan istemeleri, gelip kabirlerinden dilenmelerine ne diyecekler. İşte ne diyecekleri burada açık ve net diyecekler ki;

in künna an ıbadetiküm leğafiliyn; sizin bize taptığınızdan bizim haberimiz yoktur diyecekler.

30-) Hünalike teblu küllü nefsin ma eslefet ve ruddu ilAllâhi MevlahumülHakkı ve dalle anhüm ma kânu yefterun;

 Orada her nefs, önceden ne gönderdi ise onun getirisi olan sonucunu yaşar! Hak Mevlâları olan Allâh’a döndürülmüş; uydurmakta oldukları (tapınma objeleri) kendilerinden kaybolup gitmiştir! (A.Hulusi)

30 – İşte burada her nefis, geçmişte yaptığını deneyecek, hepsi hak Mevlâları Allaha reddolunmuş ve uydurdukları şeyler kendilerinden gaip olmuş gitmiş bulunacaktır. (Elmalı)

Hünalike teblu küllü nefsin ma eslefet işte o an ve işte orada herkes geride bıraktıklarından sınav vererek sonucu görür. Teblu, burada ki bir okuyuşta tebdilu, sonucu görür diye çevirdim ama Teblu olursa kendi kitabını yani karnesini okur biçiminde anlaşılmalı.

ve ruddu ilAllâhi MevlahumülHakk en nihayet Allah’a o yüceler yücesi gerçek sahiplerine döndürülürler.

ve ruddu ilAllâh Allah’a döndürülmek ne demektir İrcıi ila rabbine dön. Ne demektir;

innâ Lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn; (Bakara/156)

Biz Allah içiniz, Allah adına varız ve yine ona döneceğiz. Ne demektir; Kur’an da bu gibi ibareler ne anlama gelir, rabbe dönüş ne anlama gelir.

Aslında zımnen kendi içinde anlamını veriyor. İnsanın bozulan istikametinin ahirette düzeltileceğine delalettir. Sonunda Allah hakkında doğru bir idrake kavuşacağına delalettir. Fıtratına dönecek ve Allah hakkında ki yamuk düşüncelerinden kurtularak Allah’ın gerçekte en mutlak, en büyük, en yüce ve kendisine sığınılacak tek kapı olduğunu görür. İşte Allah’a dönmesinin anlamı budur. Yani yamuklaşan insan, istikametini bozan insan, yarın rabbinin gücünü açık ve net biçimde ahirette gördüğü zaman Allah’tan başka dönecek yer bulamaz. İşte dönüş budur. Fıtratına döner, mümin bu fıtrattan zaten ayrılmamıştır, dünyada ayrılmadığı için orada rabbinin belirlediği istikamete döner. Ama bu fıtrattan ayrılıp istikametini şaşıranlar da orada dönerler.

Tabii ki o dünyada yabancılaşmış yani dalalete sapmış kendi asli gerçeğine dönme çağrılarını, -zikir diyor ya Kur’an- bu çağrıları ise kulak tıkamış, duymazlıktan gelmiş bir insan sonunda Allah’tan başka gidilecek bir kapı olmadığını görür. Bunun anlamı işte budur.

ve dalle anhüm ma kânu yefterun; ve Kuruntu mahsulü uyduruk aracılar kendilerini yüzüstü bırakır.

31-) Kul men yerzükuküm mines Semai vel Ardı emmen yemliküs sem’a vel ebsare ve men yuhricülhayye minel meyyiti ve yuhricül meyyite minel hayyi ve men yüdebbirul emre, feseyekulunAllâh* fekul efela tettekun;

 (Müşriklere) de ki: “Sizi semâdan ve arzdan kim rızıklandırıyor? Yahut işitme ve görme kuvvelerinin sahibi kim? Ölüden (ölü hükmündeki kendini sırf beden sanma yaşamından) diriyi (Hayy olanın Esmâ’sıyla diri olduğu bilincini) kim çıkarıyor ve diriden (Hakikati itibarıyla diri iken) ölüyü (kendi veya karşısındakinin hakikatini görememe veya kendini sırf beden olarak kabullenip, toprak olup yok olacağını sanma hâlini) kim oluşturuyor? Kim Hükmü tedbir ediyor?”… “Allâh” diyecekler… De ki: “O hâlde niye korunanlardan olmuyorsunuz?” (A.Hulusi)

31 – De ki: size Gökten ve Yerden kim rızk veriyor? Ya o sem’u ebsar kimin milki bulunuyor? Ve kim o ölüden diri çıkarıyor ve diriden ölü çıkarıyor? Ve emri kim tebdil ediyor? Derhal diyecekler ki Allah, de ki, o halde sakınmaz mısınız? (Elmalı)

Kul men yerzükuküm mines Semai vel Ard ey peygamber de ki göğün ve yerin ürünleriyle sizi rızıklandıran kimdir, emmen yemliküs sem’a vel ebsar peki, işitme ve görme duyularınız üzerinde kim mutlak söz sahibidir..!

İşitme ve görme duyuları hemen bir önceki cümlede rızıkla birlikte anılıyor. Yani görebilmek, hakikati görebilmek Allah’ın verdiği en büyük rızıktır. Hakkı duyabilmek Allah’ın verdiği en büyük rızıktır, nasiptir. İşte onun için Allah herkese göz verir ama her gözü olan göremez. Allah herkese kulak verir ama her kulağı olan işitemez, duyamaz. Onun için sadece Allah’tan göz ve kulak değil, o gözle görecek bir basiret ve o kulakla hakkı duyacak bir işitme vermesini niyaz etmek durumundadır mümin.

ve men yuhricülhayye minel meyyiti ve yuhricül meyyite minel hayyi ve men yüdebbirul emr dahası; kimdir ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kim. Ya bir düzen içerisinde devinen bütün bir varlığa talimatını kim veriyor.  feseyekulunAllâh derhal diyecekler ki, elbette Allah. fekul efela tettekun; sende de ki; hala sorumsuzca davranmayı sürdürecek misiniz, kim diyecek elbette Allah’tır diye? İşte yukarda Allah’a ortak koştukları söylenenler diyecekler.

Bu ayetlerin ilk muhataplarının yaşadığı zamana dönecek olursak, bu ayetlerin indiği döneme dönecek olursak, Mekke’nin müşrikleri diyecek. Yani açıkça anlaşılıyor ki onlar Allah’a iman ediyorlar, Allah’ın mutlak yaratıcı olduğuna iman ediyorlar, işte göğün ve yerin sahibi olduğuna iman ediyorlar, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkardığını biliyorlar. Peki biliyorlar da niçin böyle yapıyorlar diye sormayacaksınız değil mi, çünkü o gün bunu bilenler, bugünde bunu bilenler bu işi yapıyorlar. Bugün Allah’tan başkalarına Allah’a ait sıfatları yakıştıranlar, aslında Allah’a inanmadıklarından mı yapıyorlar bunu. Hayır. İnanıyorlar, o günküler de inanıyorlardı.

Aslında müşrik diye nitelediği Kur’an ın o insanlar Allah’tan başka taptıklarına; Bunlar Allah katında bize yardımcı olacaklar, bunlar bizi Allah’a yaklaştırıyorlar diye tapıyorlardı. Onun için ayetin muhatabı sadece tarihin belli bir zamanında yaşamış insanlar değil, ayet bu günün insanını da muhatap alıyor ve bugünde devam etmekte olan, bu tür, bu tip sapmalara bir cevap teşkil ediyor.

32-) Fe zâlikümullâhu RabbukümülHakk* femazâ ba’del Hakkı illedDalal* feenna tusrafun;

 İşte Allâh! Hak olan Rabbiniz… Gerçek olan dışında kabulleneceğiniz, dalâlden (sapık fikirden) başka ne olabilir? (O hâlde) nasıl saparsınız? (A.Hulusi)

32 – İşte o Allah, sizin hak rabbiniz; haktan sonra da dalâlden başka ne vardır? O halde nasıl çevrilirsiniz? (Elmalı)

Fe zâlikümullâhu RabbukümülHakk halbuki, işte bu Allah’tır sizin biricik, gerçek rabbiniz. femazâ ba’del Hakkı illedDalal* feenna tusrafun; ve söyler misiniz hakikati çıkarsanız geriye sapıklıktan başka ne kalır. Şu halde nasıl yüz çevirebiliyorsunuz.

33-) Kezâlike hakkat kelimetü Rabbike alelleziyne feseku ennehüm lâ yu’minun;

 İşte böylece, Rabbinin inancı bozuk olanlar hakkında: “Onlar iman etmezler” sözü gerçekleşmiştir. (A.Hulusi)

33 – Öyle büsbütün haktan çıkmış fasıklara rabbinin kelimesi şöyle Hakk oldu: onlar artık imana gelmezler. (Elmalı)

Kezâlike hakkat kelimetü Rabbike alelleziyne feseku ennehüm lâ yu’minun; işte böylece yoldan iyice sapmış olanlar için rabbinin sözünün hakikat olduğu ortaya çıkmış oldu. Nedir bu söz; Onlar inanmayacaklar. Bu ortaya çıktı. Neden rabbinin sözü vardı. Aslında bu sözü yasa olarak anlayabilirsiniz. İnsan psikolojisine ilişkin ilahi yasa. Tanrı atama yetkisini kendisinde görenler inanırlar mı, hiç aşkın bir Allah’a inanırlar mı. Onlar eşyaya tanrılık vasfı vermeyi kendi yetkilerinde görürken nasıl Allah’a inanacaklar. Bu muhal bir şeydir. İşte Allah’ın sözünden kasıt bu ilahi yasadır. Bu bir insan psikolojisi ile ilgili ilahi bir kanundur.

34-) Kul hel min şürekâiküm men yebdeül halka sümme yu’ıydühu, kulillâhu yebdeül halka sümme yu’ıydühu feenna tü’fekûn;

 De ki: “Ortak koştuklarınızdan, tüm yaratılmışları ibda edip (açığa çıkartıp), sonra onu iade eden (aslına rücu ettiren) kimse var mı?”… De ki: “Allâh tüm yaratılmışları ibda eder (açığa çıkartır), sonra onu iade eder (aslına rücu ettirir)… Nasıl döndürülüyorsunuz?” (A.Hulusi)

34 – De ki: sizin şeriklerinizden halkı ilkin yapacak sonra da çevirip yapacak var mı? De ki Allah, halkı iptida yapar sonra çevirir yine yapar, artık nasıl saptırılırsınız. (Elmalı)

Kul hel min şürekâiküm men yebdeül halka sümme yu’ıydüh sor onlara hayatı yoktan var edipte sonra o yaratışı sürekli yenileyen kimse ortak koştuklarınızdan biri midir..!

Hiçbir müşrik putuyla, putlaştırdığı ile ontolojik bir bağ kuramaz sevgili Kur’an dostları. Yani var oluşsal bir bağ kuramaz. Hiçbir puta tapar, putlaştırdığı bir objeyi, kendi ile o obje arasında kendi varlığına ilişkin herhangi bir şeyi borçlu olmadığını bilir. Hangi putperest taptığı puta var oluşunu borçlu olduğunu düşünür ki. Gözünü, kulağını, hayatını, yüreğini, nefesini, geçmişini, geleceğini, duygusunu düşüncesini, aklını, nesini ona borçlu olduğunu düşünür ki..!

Peki, aslında kulluk size her şeyi verene teşekkür etme makamı değil midir. Eğer hiçbir şeyinizi borçlu değilseniz neden tapasınız ki..! İşte onun için Allah’a kulluk etmekten kaçanlar, kendilerine sahte tanrılar edinenler, başkalarının önünde eğilenler. Allah’tan başka kendilerine kapı arayanlar, onlar birkaç sahtekarlığı birden yapmaktadırlar.

1 – Allah’a olan borçlarını ödememektedirler.

2 – Borçlu olmadıkları birine tapınmaktadırlar.

3 – Tapındıkları şeyle kendi aralarında ontolojik, var oluşsal bir bağ olmadığı için tapınmaları göstermelik olmakta, yani hakikatten bir kaçış bir kaytarma olmaktadır.

4 – Gerçekte onlar kendi heva, kendi heves, kendi içgüdülerine, öz benliklerine tapınmaktadırlar.

Burada sümme yu’ıydüh hayatı yenileyen diye çevirmeyi uygun bulduğum ibare. Hallâk olan Allah’ın bu sıfatına bir gönderme. Varlığı sürekli yaratan Allah. Varlığı yoktan var edip ondan sonra yoktan var ettiği bu yaratılışı sürekli yenileyen, sürekli yaratan rab.

kulillâhu yebdeül halka sümme yu’ıydüh cevap ver, hayatı yoktan var edip de sonra o hayatı sürekli yenileyen Allah’tır de. feenna tü’fekûn; gerçek bu iken nasılda savruluyorsunuz. Tü’fekûn un Türkçeye başka bir, daha münasip bir kelime ile çevrilebileceğini düşünmediğim için nasıl da savruluyorsunuz diye çevirdim. Gerçekten fikri bir savruluş bu. Düşünsel, duygusal bir savruluş, kalbi bir savruluş, ruhsal bir savruluş. Öyle bir savrulma ki; zemini yok, tırnağı ile tuttuğu bir yer yok, dayanacağı bir yer yok, koordinatları yok bu savruluşun. Sadece savruluş, yani kayboluş var. Yolunu yitiriş var, yok oluş var.

35-) Kul hel min şürekâiküm men yehdiy ilel Hakk* kulillâhu yehdiy lil Hakk* efemen yehdiy ilel Hakkı ehakku en yüttebe’a emmen lâ yehiddiy illâ en yühda* fema leküm keyfe tahkümun;

 De ki: “Ortak koştuklarınızdan hangisi Hakk’a erdirebilir?” De ki: “Allâh, Hakk’a hidâyet eder… Hakk’a erdiren mi tâbi olunmayı hak eder, yoksa kendisi hidâyet bulmakta yetersiz olan mı? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?” (A.Hulusi)

35 – De ki sizin şeriklerinizden hakka hidayet eden var mı? Allah de ki: hakka hidayet eder, o halde hakka hidayet eden mi ittibaa ehaktır, yoksa hidayet olunmadıkça kendi kendine iremeyen mi? O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz? (Elmalı)

Kul hel min şürekâiküm men yehdiy ilel Hakk sor onlara, Hakk yöne yönelten kimse ortak koştuklarınızdan birimidir.

Burada yol göstermek; gücünü putlaştırdıkları taşlar olmadığına göre ne olabilir? Yol gösteremez taşlar. Putlar yol gösteremez. Bunu herkes bilir. O halde buradakiler insanlardır. Bu ayette bahsedilen gönderme yapılan o obje insanlardır. Kendilerinde ilahi güç vehmedilen meleklerdir, velilerdir, peygamberlerdir, azizlerdir. Yani kendilerine ilahi bir güç atfedilen kim varsa. Ayet bu imayı bize veriyor onlardır.

Onun için bakınız ne deniliyor burada; Yol göstermek, daha doğrusu hidayet etmek. Yoksa her peygamber yol gösterir. Ama buradaki özellikle hidayet etme. Hiçbir peygamberin bile elinde değil.

İnneke lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa’.. (Kassas/56)

Sen sevdiğini doğru yola iletemezsin diyor. Hidayete ulaştıramazsın. Fakat Allah dilerse O ulaştırır. Evet, açık, net. Onun için hidayet eğer peygamberlerin elinde olsaydı önce en yakınlarına dağıtırlardı. Neden Hz. İbrahim babasını mahrum bırak sındı ki, Neden Nuh oğlu Kenan’ı mahrum bırak sındı. Neden Hz. Lut eşini mahrum etsindi ki o hidayetten. Neden Hz. Muhammed A.S. çok sevdiği amcası o bir ömür yardım etmiş olan amcası Ebu Talip’i mahrum bırak sındı ki. Görüyorsunuz, hidayet Allah’tandır, ancak Allah, hidayeti dileyeni hidayete erdirmeyi diler. Kendi dilemedikten sonra ona Allah hidayet etmiyor ki başkası edebilsin.

kulillâhu yehdiy lil Hakk Evet, cevap açık; cevap ver, Hakk yöne yönelten sadece Allah’tır de.

Allah yolu nasıl gösterir; Akıl, muhakeme, irade, fıtratla gösterir, göstermiştir de. Vahiy ile bunu hatırlatır. Aslında Allah insana yol gösterici bir mekanizma başında yerleştirmiştir. Onun için Kur’an hep insanı kainatı gözlemeye, gözlemlemeye çağırır. Göğe bakmazlar mı, yere bakmazlar mı, ibret almazlar mı, güneşe, aya, yıldızlara, yere, yer yüzüne, bitkilere, ırmaklara. Bunlara bakmamızı ister. Ne var bunlarda? Bunların hepsi birer ayettir. Yani işaret taşıdır ve Allah’a ulaşan yolu gösterirler. Eğer bunları doğru okursa insan Allah’a ulaşan yolu bulacaktır.

Peki bu yazılı, daha doğrusu hitabi ayetlerin maksadı nedir? Bunlar Allah’ın fıtratındaki mesajı unuttuğumuz için bir hatırlatmadır, bir zikirdir. Bir hatırlatma, unutulanı bir anımsatmadır. Hatırlayanlara ne mutlu.

efemen yehdiy ilel Hakkı ehakku en yüttebe’a emmen lâ yehiddiy illâ en yühda Peki, Hakk yöne yönelten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa yol gösterilip kendisine kılavuzluk edilmedikçe, kendi başına doğru yolu bulamayacak olan mı. Hangisi; Burada ki; yehiddiy, yeheddiy, yehtediy, yehedda gibi farklı formlarla da okunmuştur bu sözcük.

Evet, hangisi uyulmaya daha layıktır diyor. Bir tarafta yol göstermedikçe yolu bulamayacak olanlar var. Hepsi;

Ve vecedeke dâ(aaa)llen feheda; (Duha/7) Rabbin seni yol bilmez olarak bulup ta yolu göstermedi mi.      

Kur’an da buna mümasil başka ayetlerde var. Kitap nedir, iman nedir bilmezdin diyor. Rabbimiz bunu sevgili efendimize buyuruyor. Onun için Allah yol göstermezse yolu göremeyecek, yolu kendisi dahi göremeyecek olanlardan beni hidayete ulaştır, bana hidayet ver demeyin diyor Kur’an açıkça.

fema leküm keyfe tahkümun; Şu halde ne oluyor size ve nasıl bir muhakeme taşıyorsunuz siz..!

        36-) Ve ma yettebi’u ekseruhüm illâ zanna* innez zanne lâ yuğniy minel Hakkı şey’a* innAllâhe Aliymun Bima yef’alun;

         Onlardan çoğunluğunun tâbi olduğu, var sandıklarıdır! Muhakkak ki varsayım, gerçeğin yerini tutmaz! Şüphesiz ki Allâh yapmakta olduklarını (Esmâ’sıyla hakikatleri olarak) Bilendir. (A.Hulusi)

        36 – Mamafih ekserisi sırf bir zan ardında gider’ fakat zan, haktan hiç bir şey ifade etmez, her halde Allah, onların ne yaptıklarını bilip duruyor. (Elmalı)

        Ve ma yettebi’u ekseruhüm illâ zanna Bir de onların çoğu sadece zannın peşine takılırlar. innez zanne lâ yuğniy minel Hakkı şey’a oysaki hiçbir zan insanı hakikatten hiçbir şekilde müstağni kılmaz. Ne güzel değil mi, manasını tekrar vereyim; Hiçbir zan insanı hakikatten hiçbir şekilde müstağni kılmaz. Çünkü zan yakıynin yerini tutmaz. Zan yakıyn gibi değildir. Onun içinde zan ile iman olmaz. İnsan iman etti mi zannetmez artık. Dolayısıyla imanda zan olmaz. Bu nedenledir ki İbn. Hazm gibi bazı büyük İslam hukukçuları zanne dayandığı için edille-i şeriyyeden olan kıyası kabul etmemişlerdir, reddetmişlerdir ve kıyas sonucu, kıyas yapılarak elde edilen hükümleri de dinin temelleri olarak kabul etmemişler. Yani kendisine din bina edilecek unsurlar, ahkam olarak görmemişlerdir. Bu, böyle düşünen İslam hukukçularına göre dinde zan ile hükmolunmaz. Zan, din olmaz. Onun için bir insan iman ettiği anda o konuda zandan berî olmuştur. Zannın olduğu yerde iman olmaz.

        innAllâhe Aliymun Bima yef’alun; elbette Allah onların yaptıklarını çok iyi bilmektedir.

37-) Ve ma kâne hazel Kur’anu en yüftera min dûnillâhi ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıylel Kitabi lâ raybe fiyhi min Rabbil alemiyn;

 Bu Kur’ân, Allâh dûnundakilerin uydurusu değildir! Aksine, Rabb-ül âlemîn’den olduğu şüphe götürmeyen; kendinden öncekini tasdik eden, tafsilâtlı, hakikat BİLGİsi kaynağıdır! (A.Hulusi)

        37 – Bu Kur’an Allahın mâsivasından uydurulamaz ve lâkin o, önündekinin bir tasdiki ve kitabın tafsili olarak rabbül’âlemînden indirilmiştir, bunda hiç şüphe yoktur. (Elmalı)

        Ve ma kâne hazel Kur’anu en yüftera min dûnillâh şimdi  bu, hitabe diye çevirdim, Kur’an diye çevirdim. hazel Kur’an diyor çünkü. Yani bu surenin başında da geçmişti hatırlayacak olursanız. Orada da yine böyle çevirmiştim Kur’an diye çevirmemiştim. Çünkü Kur’an diye çevirirsem kavramlaşmış bir anlam içeriği aklınıza gelecek. Oysa ki bu ayet indiğinde bu sözcükle bu ayetin muhataplarına tam da benim çevirdiğim şey hatırlatılıyordu. Onun için bu hitabe; Allah’tan başkası tarafından tasarlanıp ortaya atılmış olamaz.

ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıylel Kitabi lâ raybe fiyhi min Rabbil alemiyn; aksine, kendisinden önce gelenlerden geriye kalan hakikatleri doğrulayan ve alemlere rabbinden geldiğinden kuşku bulunmayan vahiy öğretisinin ayrıntılı bir açıklamasını yapar bu metin, bu hitabe.

Ne diyor bu ayette sevgili dostlar? Tüm vahiylerin özünün bir olduğunu söylüyor. Bakınız yukarıda;

tasdiykalleziy beyne yedeyhi kendisinden önce gelenlerden geriye kalan hakikatleri doğrular. Yani kendisinden önceki tüm vahiylerin temelleri üzerine kuruludur. Onları hiç inkar etmez, onları kendi bünyesine alır. Neden? Çünkü insanın Allah’tan aldığı tüm vahiyler aynı kaynaktan gelirler, aynı şeyi dillendirirler, aynı temellere yaslanırlar, aynı ilkeler etrafında birleşirler.

Burada bir de şöyle bir ibare var; ve tafsıylel Kitab ne diyor ve tafsıylel Kitab ne demek? Kitabın ayrıntısı, kitabın tefsiri, kitabın açıklanması. Oysa ki başka bir kitaptan söz ediliyor burada. Çünkü bu Kur’an, kitabın açıklamasıdır. Kur’an dan başka bir kitaptan mı söz ediliyor burada. nedir o kitap? Merkezi bellek. Kur’an da levh-i Mahfuz da diye geçen o merkezi, ana kumanda, vahyin ana merkezi, merkez üssü.

Gördüğünüz gibi burada bir şeye dikkat çekiliyor. Kur’an sadece tefsirin objesi değildir. Yani müfesser bir kitap değildir sadece tefsir edilmez. Aynı zaman da Kur’an ın kendisi tefsirin öznesidir. Yani müfessirdir, tefsir eder. Neyi tefsir eder? Burada işte görüyoruz, Ana kitabı tefsir eder. Ana kitabın açıklanmasıdır, açıklamasıdır.

Burada ayrıca sadece bu değil, varlık yasalarını, insanlık yasalarını tefsir eder Kur’an. Sosyal yasaları tefsir eder. Tarihin yasalarını tefsir eder. İnsanlığın yasalarını tefsir eder. Sosyolojik ve psikolojik yasaları tefsir eder. Bütün bunlar harici tefsirlerdir Kur’an ın işte ve burada da bütün bunlara bir atıf vardır. Kur’an işte bütün bu yasaların başta merkezi bellek, vahyin merkezi belleği olmak üzere bütün yasaların bir müfessiridir Kur’an.

        38-) Em yekulunefterah* kul fe’tu Bi suretin mislihi ved’u menisteta’tüm min dûnillâhi in küntüm sadikıyn;

 Yoksa “Onu (Muhammed a.s.) uydurdu!” mu diyorlar? De ki: “Hadi siz de Onun benzeri bir sûre açığa çıkarın bakalım ve de Allâh dûnunda elinizin erdiği kim varsa (onu da yardıma) çağırın! Eğer sözünüzde sadıklar iseniz.” (A.Hulusi)

38 – Ya, onu uydurdu mu diyorlar? De ki: öyle ise haydin: onun misli bir sûre getirin ve Allah dan başka kime gücünüz yeterse çağırın, eğer sadıksanız bunu yapın. (Elmalı)

Em yekulunefterah yoksa onu o uydurdu mu diyorlar. kul fe’tu Bi suretin mislihi ved’u menisteta’tüm min dûnillâhi in küntüm sadikıyn; Deki; öyleyse haydi Allah’tan başka yardıma çağırabileceğiniz herkesi çağırın da, ondakine eşdeğer bir sure getirin. Tabii ki eğer sözünüze sadıksanız.

        39-) Bel kezzebu Bima lem yuhıytu Bi ılmihi ve lemma ye’tihim te’viyluhu, kezâlike kezzebelleziyne min kablihim fenzur keyfe kâne akıbetüz zâlimiyn;

         Hayır! İlmini ihâta etmedikleri ve ne olduğu hakkındaki bilgisi henüz kendilerine açılmamış bir şeyi yalanladılar… Onlardan öncekiler de böyle yalanladılar! Zulmedenlerin sonu nasıl oldu bir bak! (A.Hulusi)

        39 – Hayır onlar, ilmini ihata etmedikleri ve tevili kendilerine hiç gelmemiş olan bir şey’i tekzip ettiler, bunlardan evvel geçenler de böyle tekzip etmişlerdi amma bak zâlimlerin akıbeti nasıl oldu? (Elmalı)

        Bel kezzebu Bima lem yuhıytu Bi ılmihi ve lemma ye’tihim te’viyluh fakat hayır, aksine onlar özünü kavramaktan aciz kaldıkları, üstelik o mesajın ayrıntılı açıklaması da kendilerine ulaşmamışken ne yaptılar; Yalanlamayı tercih ettiler.

        Ama ilginizi çekti mi bilmiyorum burada; Bima lem yuhıytu Bi ılmihi ve lemma ye’tihim te’viyluh onun açıklaması kendilerine gelmemişken diyor. Oysa ki Kur’an indi, bu ayetler de indi, bu ayetlerin indiği zaman belli, Mekke’nin sonlarına doğru. Kur’an iniyor, fakat hangi açıklama gelecek, ne açıklaması; Demek ki bir de Kur’an ın dahili, iç tefsiri var. Kur’an demiştik ana belleğin tefsiridir bir, kainat yasalarının tefsiridir, sosyal yasaların tefsiridir, eşyanın tefsiridir. Bu dışsal tefsir.

        Bir de içsel tefsir var, nedir o; Mekki ayetleri, Medeni ayetler tefsir eder. Medine de inecek olan ayetler, Mekke de inen ayetlerin bir açıklamasıdır. Ahkâm ayetleri, akait ayetlerinin bir tefsiridir aslında. Onun için Kur’an böyle bir içsel tefsire de bir gönderme yapıyor gibidir burada bizce.

        kezâlike kezzebelleziyne min kablihim fenzur keyfe kâne akıbetüz zâlimiyn; onlardan öncekiler de işte böylesi bir yalanlamaya yeltenmişlerdi. Fakat onların akıbetini merak ediyorsan dön de zalimlerin sonunun ne olduğuna bir bak.

        40-) Ve minhüm men yu’minu Bihi ve minhüm men lâ yu’minu Bihi, ve Rabbuke a’lemu Bil müfsidiyn;

        Onlardan, Ona (Kurân’a) iman edecekler de vardır, Ona iman etmeyecekler de! Rabbin bozguncuları (Esmâ’sıyla hakikatleri olarak) daha iyi bilir. (A.Hulusi)

        40 – İçlerinden buna inanacak da var, inanmayacak da var, rabbin o müfsitlere alemdir. (Elmalı)

        Ve minhüm men yu’minu Bihi ve minhüm men lâ yu’minu Bih onlar arasında bu mesaja inanacaklar olduğu gibi hiç inanmayacak olanlar da var.

        Gelecek zaman kipiyle çevirdim çünkü Taberi, İbn. Kesir, Kurtubi ve daha bir çok müfessir bu ayeti gelecek zaman kipiyle anlamamız gerektiğini düşünüyorlar. Ben de onlara uyarak gelecek zaman kipiyle çevirdim.

        ve Rabbuke a’lemu Bil müfsidiyn; bir de senin rabbin bozgunculuğu iş edinenleri en iyi bilendir.

        41-) Ve in kezzebuke fe kul liy ameliy ve leküm amelüküm* entüm beriyune mimma a’melü ve ene beriy’ün mimma ta’melun;

        Seni yalanlamakta ısrarlı olurlarsa de ki: “Benim yaptıklarım bana, sizin yaptıklarınız size aittir! Siz benim yaptığımdan uzaksınız ben de sizin yaptığınızdan berîyim!” (A.Hulusi)

        41 – Eğer seni tekzipte ısrar ederlerse de ki bana amelim, size de ameliniz, siz benim yapacağımdan beri’siniz, ben de sizin yapacağınızdan beriyim. (Elmalı)

        Ve in kezzebuke fe kul liy ameliy ve leküm amelüküm şu durumda eğer seni yalanlamaya kalkarlarsa hemen onlara de ki; Benim yaptıklarım bana, sizin yaptıklarınız da size aittir. entüm beriyune mimma a’melü ve ene beriy’ün mimma ta’melun; siz benim yaptıklarımdan sorumlu değilsiniz, ben de sizin yaptıklarınızdan sorumlu tutulacak değilim.

        42-) Ve minhüm men yestemi’une ileyke, efeente tüsmi’ussumme velev kânu lâ ya’kılun;

        Onlardan, dinliyormuşçasına sana kulak verenler var… Sağırlara (algılayamayanlara) duyurtabilir misin? Hele bir de akıllarını kullanamıyorlarsa! (A.Hulusi)

        42 – İçlerinden seni dinlemeye gelenler de var, fakat akılları da yokken sağırlara sen mi işittireceksin. (Elmalı)

        Ve minhüm men yestemi’une ileyk bir de onlar arsında sana kulak verirmiş gibi yapanlar var. efeente tüsmi’ussumme velev kânu lâ ya’kılun; iyi ama eğer akıllarını kullanmıyorlarsa sen sağırlara dinlettirebilir misin.

        43-) Ve minhüm men yenzuru ileyke, efeente tehdil ‘umye velev kânu lâ yubsırun;

        Onlardan sana bakanlar da vardır… Körlere doğru yolu gösterebilir misin, basîretten yoksunlarsa? (A.Hulusi)

        43 – İçlerinden sana bakanlar da var, fakat basiretleri de yokken körlere sen mi hidayet edeceksin? (Elmalı)

        Ve minhüm men yenzuru ileyk yine onlar arasında sanki görürmüş gibi sana bakanlar var, efeente tehdil ‘umye velev kânu lâ yubsırun; iyi de eğer basiretleri bağlı ise sen böyleleri, böylesi körlerin görmesini sağlayabilir misin.

        Aslında tefsiri içinde ayetler. Aslında bu ayetler gerçek kör ve gerçek sağırların durumunu tefsir eden ayetler. Şimdi ben neyi tefsir edeyim. Sadece şunu diyebilirim; Bu iki ayet Türkçe de ki işitmek, dinlemek, bakmak, görmek farkına dikkat çekiyor. Her işiten dinlemez. Her bakan görmez. Bakıyor olması, görüyor olmasının garantisi değildir. İşitiyor olması da dinliyor olmasının garantisi değildir. İnsanlar birbirlerinin söylediklerinin %65 ini dinlemiyorlarmış, sadece işitiyorlarmış. Yapılan bir araştırmaya göre. İnsanlar birbirlerini dinlerken dahi, işitirken dahi bu kadar kayba uğruyorsa, ya yüreğe söylenen şeyler yüreğin kulakları sağır gözleri körse ne kadar kayba uğrar.

        Birde Kur’an hayat- ölüm, temizlik- pislik, kazanç- kayıp, kar –zarar gibi anlam çiftlerini hep manevi alanda kullanır. İşte burada da görmek-körlük, duymak-sağırlık çiftlerini maddi alanda değil yine manevi alanda kullanıyor. Çünkü Kur’an bizim ruhumuzu arındırmak için, ruh pisliğini temizlemek ister.

        Onun için de pislik ve temizlikten söz ederken, ruhun kirlenmesinden söz eder.

        Kur’an ölüm derken fiziki ölümü kastetmez. Kur’an a göre Allah’a yabancılaşmış bir insan dik sürünen bir ölüdür, sürüngendir.

        Kur’an kâr derken nasıl olursa olsun, kese dolsun kastetmez. Kur’an ın kâr dediği şey ahirette insanın boynuna bir madalya olarak takılacak olan eylemdir. Onun için Kur’an ın dili ebedi hayatı görerek kullanılan bir dildir.

        44-) İnnAllâhe lâ yazlimunNase şey’en ve lakinnenNase enfüsehüm yazlimun;

         Kesinlikle Allâh, insanlara zerrece zulmetmez! Ne var ki, insanlar kendi nefslerine zulmederler! (A.Hulusi)

        44 – Her halde Allah insanlara zerrece zulmetmez ve lâkin insanlar kendilerine zulmediyorlar. (Elmalı)

        İnnAllâhe lâ yazlimunNase şey’en ve lakinnenNase enfüsehüm yazlimun; Hiç kuşku yok ki Allah insanlara hiçbir şekilde kötülük etmez. Fakat insanlar kötülüğü kendi kendilerine ederler.

        23. ayetin ilk cümlesini hatırlayalım; ..innema bağyüküm alâ enfüsiküm.. ne diyordu orada; sizin taşkınlığınız, sizin zararınızadır, kendi aleyhinizedir diyordu değil mi. İşte onu çağrıştıran bir ayet bu. Siz var oluşunuzu günah üzerine bina etseniz Allah’ın hiçbir zararı olmaz. Sonunda zararlı çıkacak olan sizsiniz. Çünkü Allah’ın emir ve yasakları hiç kendi çıkarı için konulmamıştır, çünkü Allah’ın buna ihtiyacı yoktur. Allah’ın tüm emir ve yasaklarından çıkarı olan siz insanlarsınız. Onun için aslında Allah’a isyanınızın her biri kendi kalenize gol atmaktan farksızdır. Kendi kendinize kötülük etmiş olursunuz.

        Ne olur; Her aykırı duruş insanı ruhsal açıdan yoksullaştırır, insanın içini karartır. İnsanın içinde yaralar açar. Ruhunda onulmaz yaralar açar. Rabbimiz ruhumuzun yaralanmasını istemiyor. Çünkü biz ruhumuzun yaralarına Allah’tan bağımsız merhemler üretmekten aciziz. Bedenimizin yaralarını gösterecek doktorlar bulabiliriz. Ama ruhumuzun yaralarını Allah’ın tedavi merkezinden başka hiçbir yerde tedavi ettiremeyeceğiz.

        45-) Ve yevme yahşuruhüm keen lem yelbesû illâ sa’aten minennehari yetearefune beynehüm* kad hasirelleziyne kezzebu Bilıkaillâhi ve ma kânu mühtediyn;

        Onları haşredeceği süreçte, sanki (dünya yaşamında) günün bir saatinden fazla yaşamayıp bu arada tanışmışlarcasınadır… Allâh’a likâyı (hakikatleri olan Esmâ’nın farkındalığına ermeyi) yalanlamış olanlar, gerçekten hüsrana uğramıştır… (Onlar) hidâyete elverişli değillerdi. (A.Hulusi)

        45 – Sanki gündüzün bir saatinden başka durmamışlar gibi hepsini mahşere sevk edeceği gün beyinlerinde tanışacaklar, Allahın karşısına çıkacaklarını tekzip edip de doğru yolu tutmamış olanlar hakikat hüsrana düşmüş bulunacaklar. (Elmalı)

        Ve yevme yahşuruhüm keen lem yelbesû illâ sa’aten minennehari yetearefune beynehüm ve o gün Allah onları bir araya topladığı zaman onlara öyle gelecek ki dünyada sanki birbirleri ile tanışmalarına yetecek kadar, yalnızca gündüzün bir saatinde kalmışlar gibi gelecek.

        Taha suresi 104 e bir atıf görüyorum ben burada. Ahirete kıyasla tabii ki buradaki gün, en akıllısı diyor Taha suresinde en akıllısı, en akıl danesi; 1 gün kaldınız diyecek orada, bir gün. Bir ömrün ahirette sahibi tarafından biçilen süresi, bir ömre. Hem de sahibi tarafından. Neden; Ahiretin o dehşetini gördükten sonra dünya hayatı bir an gibi geçecek. Oysa peygamberler bize söylememişler miydi.

      kun fiddünya garibün ev abirussebil  Dünyada bir yolcu gibi ol diyen peygamber değimliydi. Kutsal kitaplar, vahiy bize söylememiş miydi. Söylemişti ama dinlemedik diyecekler her halde.

        kad hasirelleziyne kezzebu Bilıkaillâhi ve ma kânu mühtediyn; doğrusu Allah’ın karşısınız çıkarılacakları gerçeğine yalan gözüyle bakan ve doğru yola yönelmemekte ısrarlı davranan kimseler, o gün hepten kaybetmiş olacaklar.

        46-) Ve imma nüriyenneke ba’dalleziy naıdühüm ev neteveffeyenneke feileyna merciuhüm sümmAllâhu şehiydün alâ ma yef’alun;

        Onlara yaşayacaklarını vadettiklerimizin bazısını hayatında sana göstersek yahut seni vefat ettirsek de göremesen (onlar yönünden bir şeyi değiştirmez), yine onların dönüşleri bizedir… Sonra, Allâh yaptıkları üzerine şahittir. (A.Hulusi)

        46 – Onlara vaat ettiğimizin bazısını sana behemehal göstersek de veya seni tamamen alsak da her iki takdirde onların nihayet dönümü bizedir, sonra Allah ne yapacaklarına da şahittir. (Elmalı)

        Ve imma nüriyenneke ba’dalleziy naıdühüm ev neteveffeyennek ve sana onlara vaat ettiklerimizden bir kısmının gerçekleştiğini ya bu dünyada gösteririz, ya da senin canını alır “Ahirette” gösteririz. Ne diyor burada; Vaat, hesap sorumluluğundan kaçanların ödeyeceği bedel yani. Yasa bu. Dünyada bu bedeli ödemeyenler, ahirette mutlaka ödeyecekler, işte o.

feileyna merciuhüm sümmAllâhu şehiydün alâ ma yef’alun; nasıl olsa en sonuçta dönüşleri bizedir. Dahası; Allah onların yaptıkları her şeye şahittir. Varlıkla ya da yoklukla sınanma yasasının çoğu zaman insanı şaşırtan, insana garip gelen yapısına dikkat çekiyor, diyor ki; Yeryüzünde bazılarını görürsün, Allah’a isyan içinde yaşadığı halde nimetler içinde yüzer. Aslında bu varlıkla ya da yoklukla sınanmanın, sınavın sahibi için, sınanan kimse için iyi mi kötü mü olduğuna bağlıdır. Eğer sınanan kimse elindeki varlıkla yoldan çıkmasını hızlandırıyorsa, Allah’a karşı yabancılaşması daha da artıyorsa söyler misiniz onun nesine imrenilir.

Biz rabbimizden dünyada da güzellik, ahirette de güzellik diliyoruz.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdadır.

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Ekim 2011 in KUR'AN

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın