RSS

ESMA DERSLERİ – 26 – ER REZZAK (A)

06 Tem

Euzübillahimineşşeytanirracim,

Bismillahirrahmanirrahim

Ve kul Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. İsra/80)

De ki; “Rabbim, girdiğim yere sıdk halinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart. Ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende.

“Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.”

Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sâbitle!

 “Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.”

Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt.

***********************************************************

ER REZZAK

Er Rezzâk; Maden, bitki, hayvan ve insan gibi gıdalanan herkesi rızıklandıran ve onlara rızık veren demektir.

Er Rezzâk’ın yaratıklarını rızıklandırmasında, onların iman veya küfür içinde bulunup bulunmamaları mühim değildir.

Rızık, Allah Teâlâ’nın bedenleri ayakta tutmak için yarattığı şeydir denilmiştir. Başka bir görüşe göre rızık, yararlanılan şey demektir. Buna göre rızık, Hakkın tevfikiyle Ebrâr ’ın nefislerini besleyen; Hakkı tevhit etmekle de Ahyâr ’ın kalblerini cilalandıran; ağnıyayı (Allah’tan başkasına muhtaç olmayan zenginler), rızıklandırmanın varlığıyla özel kılan; fakirleri (sadece Allah’a muhtaç olanlar) ise, er-Rezzâk’ı müşâhede ile şereflendiren şeydir.

Binaenaleyh, er-Rezzâk’ı müşâhede etmekle nimete ulaşan kimseyi kaybettiği rızıklar zarar veremez.

Bilinmelidir ki:

Rızık, iki türlüdür: Sûrî ve mânevî rızık.

Buna göre Sûrî rızık, cisimlerin ayakta durmasını temin eden rızıklardır. Mânevî rızık ise, ruhların ayakta durmasını sağlayan rızıklardır.

Buna göre birinci kısımdaki rızık, kesif ve süflî; ikinci kısımdakiler ise, latîf ve ulvîdir. Allah Teâlâ, ulvî rızıklar hakkında şöyle buyurmuştur:

Gökte rızkınız ve sizlere vaat edilen şeyler vardır.” (Zariyat/22)

Buna karşın süflî rızık hakkında ise, şöyle buyurmuştur:

Onların yiyeceklerini takdir etmiş, oraya herkes için rızık yaratmıştır.” (Fussilet/10)

Böylelikle Allah, bütün yaratıkların sûret ve mânâ olarak muhtaç olduklarını, buna karşın sadece Kendisinin müstağni olduğunu ortaya koymuştur.

Rızkın her iki kısmının da bir takım dereceleri vardır.

Mânevî rızıkların arasında rızıkların en üstünü ve ulvîsi, Vücûd-ı Hakkın kendisiyle zuhûr ettiği rızıktır; bu Vücûd, mümkünlerin sûretlerine sirâyet etmiş, var olan şeylerin mazharlarında zuhur etmiştir.

Bu mertebenin hakikatleriyle tahakkuk eden muhakkikin alâmeti, nazarını tekil veya çoğul varlıkların kabiliyetlerine yöneltmesidir. Ayrıca her yaratılmışın kendi mertebesinde elde etmiş olduğu veya istidadının gerektirdiği rızık diye isimlendirilen mânevî veya sûrî rızka da nazarını yöneltmiş olması gerekir.

Binaenaleyh rızıkların özellikleri ve eserlerinin neticeleri, rızıklananların kabiliyetlerinin farklılığına ve mizaçlarının çeşitlenmesine göre değişir.

Nice rızıklar vardır ki, bazı yaratıkların yaşamasına, bazılarının ölmesine neden olur. Buna örnek olarak, deniz canlılarını verebiliriz; deniz hayvanları, su rızkıyla yaşarlar, buna karşın sudan ayrılarak hava nedeniyle hayatlarını kaybederler.

Aynı şey, kara hayvanları için söz konusudur. Kara hayvanları, hava ile yaşarlar, suda ise hava bulunmadığı için hayatlarını kaybederler.

Bununla beraber, havada su bulunur, suda da hava bulunur, fakat hüküm baskın olana aittir.

Süflî-kesif rızıklarda meselenin böyle olduğu anlaşılınca, şu da bilinmiş olur ki: Ulvî hakikatlerdeki farklılık, daha fazladır ve bunun tecellîgâhları daha geniş; âhirette ise, en büyük dereceler ve en ayrıntılı rızıklar vardır.

Kâmil ârif, mârifetleri ehline indiren kimsedir. O, var olan şeylerin hakikatlerini derece farklılıklarına göre; teveccühlerinin gayelerine; kemâllerinin nihâyetlerine; özelliklerinin gereklerine göre oldukları hal üzere bilir. Böylelikle kâmil ârif, her hak sâhibine hakkını verir. (Sadreddin Konevi-Esma-i-Hüsna şerhi/73-75)

**************************************************************

ER REZZAK

ER REZZAK; Rızıkları, ve rızık verdiği varlıkları yaratan, rızıklarını onlara ulaştıran, rızıklarla faydalanmalarına temin eden hiç şüphe yok ki, O’dur!

Rızık iki kısımdır:

1  – Beden için olan, azıklar ve yemekler gibi zahiri nzık,

2  – Batınî rızık. (Yani ruhun rızkı).

Batınî rızık, marifetler ve mükaşefelerdir ki, bunlar kalbler için hazırlanmış en şerefli rızıklardır. Çünkü bunun semeresi, ebedî hayattır; zahiri olan rızkın semeresi ise belirli bir zamana kadar bedenin kuvvetini sağlar.

Bu iki rızık çeşitini yaratan ve erbabına isal eden (ulaştıran) şüphe yok ki, Allah’tır.. Lâkin onu, dilediğine bolca verir, istediğine karşı da azaltır.

TENBÎH:

Bu vasıftan kul’un hazzı (nasibi) iki şey olabilir:

1  – Bu vasfın gerçek sahibi Allah olduğunu bilmesi, O’ndan başka kimsenin müstahak olmadığını iyiden iyiye anlamasıdır. Böylece rızkı ancak O’ndan bekler. Bu hususta O’ndan başkasına itimat ve tevekkül etmez.

Hatem’ül – Esem’den (1) rivayet edilmiştir:

Bir adam ona sordu:

–  Nerden yiyorsunuz?

– Onun hazinesinden.

–  Sana gökten ekmek mi yağdırıyor?

–  Yeryüzü O’nun olmasaydı, elbette ekmeği gökten yağdırırdı.

–  Siz sözü tevil ediyorsunuz!

–  Çünkü o, gökten ancak kelâmı indirmiştir!

–  Anlaşıldı sizinle baş edemeyeceğim!

–  Çünkü batıl, hakla hiç bir zaman başa çıkamaz!

2  – Ona kılavuz bir ilim, öğretici bir dil, sadaka verip, de menfaat sağlayan bir el verdiğini bilmesidir. Bunlar, söyleyeceği güzel sözler, ve yapacağı güzel işler vasıtasıyla kalpler için şerefli rızkın temin edilmesine yol açarlar.

Allah bir kulunu sevdi mi, halkın ona olan ihtiyacını artırır.

(1) Ebu Abdurrahman Hatim bin Unvan El’Esen. (Vefatı H. 237 de) Birinci tabaka evliyadandır. Belh ehlindendir. Şakik Belht’riin talebesi ve Ahmed bin Hidraveyh’in üstadı idi. Yüksek halleri tabakat kitaplarında yazılıdır. Bak. Risale-i Küşeyrî sf: 56, Ne’fabat-ül Ons sf: 130, Tabakat ı Siilemî sf: 91 – 97, Tabakat-ı Şaranl C. 1. sf: 93 v.s. (İ. Gazali-Esma-i Hüsna şerhi/94-95)

*********************************************************************

ER REZZAK

Taalluk;

Âlemdeki mevcudat, var olmak için sana muhtaç oldukları gibi, sen de var olmak için bu isme ihtiyaç duyarsın.

Tahakkuk;

Rezzak, varlıkların bekası için, ihtiyaçlarını onlara ulaştıran demektir. Bu geniş anlamıyla rızık verme ruhların ve bedenin gıdası şeklinde gerçekleşir.

Tahaluk;

Bir kimse dinleyenleri mutlu eden bir konuşma gücüne sahip olduğunda, müstahlef olduğu bir alanda bilgi dağarcığındakileri bünyesini koruyacak şekilde kullanan kimse/kimselere verir. Bu şahıs bu adetini devam ettirdiği sürece rızkı gittikçe artar. Böyle bir niteliğe sahip olan birisi, Rezzak adının tahallukuna nazil olmuş demektir. (İbn. Arabi-Allah isimlerinin sırları ve manalarının keşfi/65)

…………………………………………………………………………

RIZIKLAR MERTEBESİ

Rızıklar iki kısım, maddi ve akli rızık.

Akıl ve nakil de bunu söyler.

 

Bir kısmı verilen iyiliği kabul eder,

O rızık gerçekte makbul.

 

Allah münezzeh, O’nun bilgileri sınırsız,

O bilgilerde hidayet ve dalalet var.

 

Şaşılacak bir işi içeren cinsel ilişki gibi,

Diller birleşir öpüşme olur.

 

Allah Meryem kıssasında şöyle der;

… küllema dehale aleyha Zekeriyyel mıhrabe, vecede ‘ındeha rizka* kale ya Meryemu enna leki hazâ* kalet huve min indillâh* innAllâhe yerzuku men yeşâu Bi ğayri hısab. (A. İmran/37)

“Zekeriya mihraba her girdiğinde orada rızık buldu. “Meryem, bu sana nereden geldi?” Meryem; “O Allah katındandır, Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.”

Başka bir ayette;

… ve men yettekıllâhe yec’al lehû mahrecen – Ve yerzukhu min haysü lâ yahtesib… (Tâlâk/2-3)

“Kim Allah’tan sakınırsa Allah onun adına çıkış yaratır ve onu bilmediği yönden rızıklandırır.”

Bu mertebenin sahibi Abdülrezzak diye isimlendirilir. Allah şöyle der;

Ve ma halaktül cinne vel inse illâ liya’budun.

Ma uriydü minhüm min rizkın ve ma uriydü en yut’ımun. (Zariyat/56-57)

“Cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım.

Onlardan rızık istemiyorum, beni doyurmalarını istemiyorum.”

Bu durum yedirilenin hakkıyla ilgilidir. Sahih bir kutsi hadiste Allah şöyle der; “Acıktım beni yedirmedin, susadım bana su vermedin. Kul şöyle der; Sen Âlemlerin rabbiyken nasıl olur da yer ve içersin? Allah şöyle der; Falan kulum acıkmıştı, falan kulum susamıştı onu doyurmadın veya senden su istediğinde onu içirseydin.”

Bu ifade; “Acıktım beni yedirmedin – susadım bana su vermedin” hadisinin anlamıdır. Allah kendisini susayan ve acıkan kullarının mertebesine yerleştirmiştir. Amel sahibi kutsi hadise göre aç olanı doyurmak amacıyla çalışır ve doyuranlardan olmak isteyebilir diye Allah insana şöyle der; “İnsanlardan beni doyurmalarını istemiyorum.” Burada Allah bir makamdan öteki makama intikal etmiştir.

Allah kullarına yükümlülük yurdunda makamları, halleri ve menzilleri öğretir ki onlara intikal edebilsinler. Sonra şöyle der;

İnnAllâhe HUverRezzâku ZulKuvvetil Metiyn. (Zariyat/58)

“Allah rızık verendir, metanet ve kuvvet sahibidir.

Manalarda metanet, cisimlerde ki kesiflik gibidir ve burada da rızka uygun kelime kullanılmıştır. Maddi rızık cisimlerin kendisi ile beslendiği gıdadır. Cisim onunla beslendiğinde parçaları çoğalır, artar ve kalınlaşır. Besili olmak nerede zayıf olmak nerede. Allah’ın gerçeği kendisinden anlayanlara talimi, edep öğretmesi ve açıklaması ne güzeldir.

Bilmelisin ki rızık manevi ve maddi rızık olmak üzere ikiye ayrılır. Başka bir ifadeyle rızık mahsus ve makul diye taksim edilebilir. Rızık, rızıklananın varlığının kendisiyle ayakta kaldığı her şeydir. Bu yönüyle rızık varlığın besini ve gıdasıdır. Allah;

Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu’adun. (Zariyat/22)

Rızkınız ve size vaad olunan şeyler göklerdedir.

Buyururken yeryüzü hakkında;

Ve ce’ale fiyha revasiye min fevkıha ve bareke fiyha ve kaddere fiyha akvâteha fiy erbe’ati eyyam* sevaen lissailiyn. (Fussilet/10)

“Orada (arzda = bedende) fevkinde sâbit dağlar (benlikler) oluşturdu, orada bereketler vücuda getirdi ve orada (istidatları itibarıyla) isteyenler için eşit olmak üzere varlıklarının devamı için gereken azıklarını dört süreçte ölçülendirdi.” (A. Hulusi)

“Orada besinler takdir edilmiştir.” (Fussilet/10) der. Onlar rızıklardır, onların takdiri iki açıdan olabilir. Birincisi nicelikleri, ikincisi vakitleridir. Yeryüzündeki rızık cisimlerin kendisi ile var olduğu besinlerdir. Bunların hepsi rızıktır. Yaratılmış her şey muhtaç olarak kalırken Hakk müstağnilik özelliğiyle ayrışır.

Rızıklar ve onların müşahedesi hususunda en üstün menzil, Hakkın varlığının kendisiyle zuhur ettiği mümkünlerin hükümlerinin suretleri ile tecelli suretleridir. Müşahede sahibi tecellide ki surette veya hakkın varlığında (Zuhur eden) mümkünlerin hükümlerinin suretlerine bakar. O suretin hak ettiği ve “rızık” denilen şeyi görür. Söz konusu suret rızkı baki kalmak üzere talep etmişti. Bu durumda kulun müşahedesi rızıklar mertebesi ise, rızkı ona verir. Bu durum emir ve halk âlemindeki varlıklara ve onların hakikatlerine göre iner.

Var olan şey rızkını bu makam sahibinden talep eder. Onların talep ettikleri en kesif şey rükünler içindeki türeyenlerdir. Onlar madenler, bitkiler ve hayvanlardır.

… ve ce’alna minelMai külle şey’in hayy.. (Enbiya/30)

“Allah her şeyi sudan, canlı yapmıştır.”

Her şey canlıdır çünkü her şey Allah’ın hamdini tesbih etmektedir. Tesbih ancak canlıdan meydana gelebilir. Her şey sudan ve havadan meydana gelmiştir ki, sudan ayrıldıklarında ölen deniz canlıları da buna dâhildir. Onların canlılığı suda ki havaya bağlıdır. Çünkü deniz canlıları bileşiktir ve bu sayede özel bir ilişkiyle havayı kabul edebilirler. O nispet havanın suyla artık hava adını yitirecek şekilde karışmasından ibarettir. Nitekim hava da bileşiktir, onda da su vardır ve bu sayede bileşik olarak var olur.

Fakat suyun hava ile bileşimi, artık su adını yitirecek şekilde özel bir karışımdır. Hayvanın canlılığı suyun havasına bağlı olunca bu özel hava kaybolduğunda su canlısı ölürken aynı şekilde kara canlısı da suda boğulduğunda ölür. Çünkü onun hayatı da suyun karıştığı havaya bağlıdır, yoksa havanın katışmış olduğu suya bağlı değildir.

Bu itibarla kara ve deniz canlısı olan bir canlı daha vardır ki o da ara bir varlıktır. Bu hayvan her iki havayı da kabul edebilir bir özelliktedir. Böylece havayla hayatiyetini sürdürdüğü gibi karada da hayat bulur. Bu hayvan suda yaşayabildiği gibi denizde de yaşayabilir ve hava sayesinde her iki yerde yaşaması mümkündür. Su onun canlı kalmasının ilkesidir.

Rükünler aleminde rızık yenilen ve içilen her şeyde havadır. Hava sayesinde bitki maden, hayvan, insan ve cin gibi beslenen her şey canlılığını sürdürür.

Nefes alıp verirken alemdeki nefeslerden yaratılan meleklere gelirsek, onların rükünlerden bir gıdası vardır, böyle olması da kaçınılmazdır. Melek nefes alıp veren kişiden onun kalbindeki düşüncelere göre ortaya çıkar. Nefes alan kişi bir lafız söylerse, nefes telaffuz ettiği lafza göre ortaya çıkar. Başka bir ifade ile sureti kelimede ki harflerin tafsiliyle birlikte ortaya çıkar. Bu ölçüyle harflerin özelliklerinden ortaya çıkan edilgenlik ve infialin niteliği gerçekleşir. Telaffuz etmeksizin nefes –bir lafız olmaksızın- çıkarsa, suretsiz bir mana olarak heyulani (Niteliksiz, belirsiz) bir şekilde ortaya çıkar. Ona suret verme işini ise teneffüs esnasında kulun içindeki haline göre Allah üstlenir ve o surette kendisini terkip eder. Nefes alıp veren mahal her şeyden soyutlanmışsa Allah nefesi duyuyu terk ettiği ve uykuda geçtiği anki halinin suretinde terkip eder. Misal olarak uykusunda rüya görmeyen ve duyuları açık olmayan uyuyanın nefes alıp vermesini verebiliriz.

Kul sözünü ettiğimiz mertebeye yerleştirilip yanında bulunana baktığında bekasının sayesinde gerçekleştiği rızkı o şeye ulaştırır. Çünkü onun yaratıcısıdır ve rızık ise tabiidir. Bir şeyin yaratıcısı gerçekte onun rızık verenidir. Eşyanın yaratılışı makamında bulunman ise Hakkın sana, senden meydana gelenleri, talep edenleri görür, onlara rızık verirsin Benzer şekilde ailenin senden talep ettiği rızkı elde etmek üzere de çalışırsın ve bu durum rızık verenin Allah olmasına zarar vermez.

Burada sebepleri ortaya koymaktan ve onları ispattan söz ediyoruz. Nitekim Allah onları onaylamış, ortaya koymuştur. Bir çok yerde Hak insana uykusunda veya uyku dışında olmak üzere herhangi bir surette tecelli ettiğinde tecelli edilen suretin ayrılmak özelliklerine bakmak gerektiğini söyledik. O özelliklere göre ve o yerde Hakka dair hüküm verilir. Çünkü Allah’ın o surette tecelli etmesinde ki hüküm, o hükümden başka bir hüküm değildir. Bu nedenle bilhassa o surette tecelli etmiştir. Bu itibarla hüküm suretlerin başkalaşması nedeniyle başkalaşır bunu bilmelisin.

Suretlerin rızkı da suretlerin değişmesi nedeniyle değişir.  Bir suretin gıdasının bağlı olduğu rızık başka bir suretin gıdası olmayabilir. Suretlerin gıdası onların rızıklarıdır. Bu bağlamda bazen manalar suret kazanabilir. Mesela bilgi; süt, dinde sebatkâr olmak ve kayıt şeklinde surete girer. Bir suretin rızkı kendisiyle kastedilen anlamdır. Rüya söz konusu olur ve tabirci suretle Allah’ın kastettiği anlamı doğru tabir ederse, bu tabir rüyanın rızkıdır ve bu sayede onun hayatiyeti ve sürekliliği devam eder. Onun sureti, görenin ve keşif sahibinin elde ettiğidir.

Hz. Peygamber tırnaklarından taşıncaya kadar süt içtiğini görmüş, “ey Allah’ın peygamberi bu rüyanın te’vili nedir” denildiğinde “bilgidir” diye cevap vermiş. Bilgi süt şeklinde ortaya çıkmıştır. Bilgi süt olunca Hz. Peygamber kendisini ondan içip tırnaklarından taşıncaya kadar dolmakla nitelemiş. Böylece öncekilerin ve sonrakilerin bilgisini elde etmiştir. O sütten dışarı çıkanlar insanlara ulaşacak şekilde Allah’ın kendisine ihsan ettiği bilgidir. Sonra kapta kalan kısmı Hz. Ömer içmiştir. Kaptaki fazlalık Hz. Ömer’in verdiği hükümde Hakka uymasının bir karşılığıdır. Hz. Ömer, Bedir esirleri, örtünme vb. hususlarda hüküm verirken hakikate uymuş, Allah katında diğer insanların elde edemediği lütfa mazhar olmuştur. Aynı durum Allah katında benzer makamın kendisi adına gerçekleştiği kimseler için geçerlidir.

Takva sahibi hakkıyla takva sahibi olunca, Allah onun için Furkan yaratır. “Furkan” kapalı ve mühim işlerde hakikat ile batılı ayırt etmeyi sağlayan bilgidir. Başka bir ifadeyle genel olan bilgi o bilgiyle ayırt edilir. Müteşabih muhkeme katılır. Allah Kur’an ı Kerimi müteşabih ve mücmel olarak indirmiş, sonra dilediği kullarına tafsil bilgiyi vermiştir. Rüyada tafsil bardakta artan kısım olarak görünmüş ve o kısmı Hz. Ömer içmiş –artan sütü içen oydu- içme mahalli sütle mamur olmuş bu nedenle adı – başka bir isim değil- (mamur olmak için aynı kökten) Ömer olmuştu.

Hz. Peygamberin rüyasının tam tabiri buydu Ömer B. Hattab bu konuda özel bir ayrıcalığa sahipti ve bunun nedeni isimde ki ayrıcalığı kadar rüyadaki suretle olan ilgisiydi. Bunun yanı sıra sahabe içerisinde Ömer adını taşıyan ve taşımayanlar da farklıydı.

Binaenaleyh rızık veren herkes, rızkın maddi ve manevi diye taksimine göre aynı zamanda rızıklanandır. Bu mertebeden Allah;

“Sizi imtihan edeceğiz ki öğrenelim.” (Muhammed/31) Der.

Ta ki öğrenelim ifadesi imtihanın rızkıdır. Yani Allah onu imtihan etmek ifadesinden var etmiştir. Bu bilgi kesin delil ortaya koyma amacı taşır. Allah kendisinden haber verirken;

“Kesin delil Allah’a aittir.” (En’am/149) Der.

Yani kuşkunun ve te’vilin girmeyeceği delil O’na aittir. Allah kendisini “ta ki bilelim” diyerek (bilgi kazanmakla) nitelediğine göre bu rızkın hükmü tüm suretleri kapsamıştır. Avın hepsi postun içinde.

 … Allah hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.” (Ahzab/4)

(İbn. Arabi- F. Mekkiyye/16.c-269-273)

*****************************************************************

         ER REZZAK

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Sen rızık vericilerin en hayırlısısın.” (Maide/114)

Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara/212)

Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki, onu da, sizi de Allah rızıklandırmaktadır.” (Ankebut/60)

Râzik, “razaka” fiilinden ism-i faildir. Rezzâk ise aynı kökten mübalağalı ism-i faildir. Rızık, yararlanılan her şey anlamındadır. Çoğulu “er­zak” (rızıklar)tır.

Rızık, kaynağı Allah’tan gelen vergi, bağış demektir.

el-Halîmî Râzik ismini şöyle açıklar: “Râzik, bedenlerin ayakta dur­ması için zorunlu olan şeyleri insanlara veren, ihtiyaç duydukları nimetleri kendilerine ulaştıran demektir. Rızık, nimetlerin yokluğu nedeniyle hayatın durmaması için gereklidir.

Rezzâk, Kur’an-ı Kerîm’de şu âyette geçer:

Hiç şüphesiz, rızık veren, O, metin kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (Zariyat/58)

Rezzâk, çokluğa delalet eden mübalağalı ism-i faildir.

el-Halîmî, Rezzâk ismini de şöyle açıklar: “Rezzâk, rızkı peş peşe, bol ve geniş olarak verendir.”

el-Hattâbî ise şöyle açıklar: “Rezzâk, rızık vermeyi üslenen ve her can­lının ayakta kalmasını sağlayacak azığı verendir. Mübah olsun olmasın, her yönden gelen ve canlıya yarar sağlayan her şey Allah’ın verdiği rızıktır. Özetle canlıların varlıklarını devam ettirmelerini sağlayan her şey, her azık, rızıktır. Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Ve gökten mübarek (bereket ve rah­met yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler, birbiri üstünde dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları bitirdik. Kullara rızık olmak üzere.” (Kaf/9-11)

Gökte rızkınız vardır.” (Zariyat/20)

Ancak alınmasına ve yararlanılma­sına müsaade edilen şeyler, helâl; müsaade edilmeyen­ler de haramdır. Fakat hepsi de rızıktır. (Beyhakî, a.g.e., s.  66; Kurtubî, a.g.e., 1/279-280..)

Allah’ın kullara verdiği rızık;

Allah’ın kullara verdiği rızık genel ve özel olmak üzere iki türlüdür.

1- Genel rızık: Varlıklarını devam ettirebilmeleri ve yaşayabilmeleri için bütün varlıklara ihtiyaç duydukları şeyleri vermesidir. Böylece rızkı onlara kolaylaştırır, bedenlerini bir düzene sokar ve büyük küçük her organa ihtiyaç duyduğu azığı ulaştırır. Allah’ın bu düzeni, iyi ve kötü, inanan ve inkâr eden her insan, cin, melek ve bütün canlılar için geçerlidir.

Rızık, mükellefler için bir başka açından da genel anlam taşır. Mükellefler ihtiyaç duydukları rızıkları helâl yoldan elde ederlerse, bunda bir günah yoktur. Ancak haram yoldan kazanırlarsa, günaha girer ve yaptıklarından hesaba çekilirler. Fakat her iki durumda da elde edilen şey, rızık olarak adlandırılır ve bu itibarla nimet sayılır. “Allah ona rızık verdi” denilince bu, mutlak rızık anlamındadır. Helal veya haram yoldan elde edilmiş olması fark etmez.

2 – Özel rızık: Bu, dünya ve âhirette yararı devam eden rızıktır. Hz. Peygamber’in kastettiği ve açıkladığı rızık işte budur. Bu rızık türü de iki çeşittir:

A – Kalplerin rızkı: Kalplerin rızkı, ilim, iman ve bunlara bağlı gerçeklerdir. Her kalp gerçeği bilmek ister ve buna son derece muhtaçtır. Bunun için yalnız Allah’ı ilâh olarak kabul eder ve sadece O’na ibadet eder. Böylece gönül zenginliğine kavuşur ve ihtiyaçları giderilir.

Kuşeyrî, bu tür rızık hakkında der ki: “Kalplerin rızkı işte budur: İlâhî ma­rifet ve bilgiler. Bu bilgiler, temiz ve kirli olmak üzere iki türlüdür. Temiz bil­giler, melekler vasıtasıyla kalplere giren bilgilerdir. Kirli bilgiler ise, şeytanlar vasıtasıyla kalbe giren bilgilerdir.

Yüce Allah zâhirî rızıkları dilediği kimselere az veya çok verir, sonra da bunu tamamen keserek, onları öldürür. İşte kalple­rin rızkı da aynen böyledir. Allah kimilerine öyle bol ilim verir ki, bu ilmin nuru yeryüzüne dağıtılacak olsa bütün yeryüzünü aydınlatır. Kimisine sadece kendisine yetecek kadar ilim verir, kimse onun ilminden yararlanamaz. Kimi­sine de hiç ilim vermez ve öylece yaşayıp ölür. Hayvanlarla arasında hiçbir fark olmaz.

B – Bedenlerin rızkı: Sahibine bir sorumluluk ve günah yüklemeyen he­lal rızıktır. Mü’minlerin Allah’tan istedikleri ve sadece kendilerine has olan rızık, bu iki rızık türünü de kapsar. Bu yüzden mü’min kul, kendisine rızık vermesi için Rabb’ine dua ettiğinde bu iki tür rızkı kastetmelidir. “Ey Allah’ım! Beni rızıklandır” dediğinde bunun anlamı şudur: “Ey Allah’ım! Kalbimi ilim, hidayet, marifet, bütün salih amelleri kapsayan iman ve güzel ahlâkla; bede­nimi de, zorluk, sıkıntı ve yorucu olmayan rahat helâl rızıkla rızıklandır.”

Bu ismi bilmenin faydaları;

1 – Bu isim bilinince kul rabbine dua etmeli ve O’na ibadet etmelidir. İbadet etmenin edeplerinden biri de, kulun istediği ve ihtiyaç duyduğu her şey için Rabb’ine yönelip O’na dua etmesidir. Hz. Musa (a.s.) Allah’tan, makamların en üstünü olan “Rabb’i görme”yi istemiş ve şöyle dua etmiştir:

“Rabb’im, bana kendini göster, sana bakayım” dedi” (A’raf/143)

Bir başka zaman acıktığında Rabb’inden ekmek istemiş ve şöyle dua etmiştir:

“Rabb’im, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.” (Kasas/24)

Böylece Musa (a.s.) hem en değerli ve en üstün olanı, hem de en basit olanı

Mevlâ’sından istemiş ve bu­nun için kendisine yalvarıp dua etmiştir. (Razi)

Kul, Allah’tan başkasından rızık beklememeli, bu konuda O’ndan başkasına dayanıp güvenmemelidir. Hâtim el-Esamm’dan şöyle bir olay nakledilir.

Bir adam Hâtim el-Esamm’a: “Nereden yiyorsun?” dedi. Hâtim: “O’nun hazinesinden.” Diye cevap verdi. Adam: “Sana gökten ekmek mi yağıyor?” dedi. Hâtim: “Eğer yeryüzü O’nun olmasaydı gökten yağdırırdı.” dedi. Adam: “Sizler sözleri hep tevil ediyorsunuz.” dedi. Hâtim: “Biliyorsun ki, gökten sadece sözler iner.” dedi. Adam: “Seninle mücadele edecek gücüm yok.” deyince Hâtim: “Çünkü bâtıl, hakka karşı duramaz.” dedi. (Gazali)

2 – Buna göre her Müslüman, Allah’tan başka rızık veren bir mutlak Rezzâk’ın olmadığını bilmelidir. Eğer başkası, geçinmesi için rızık veriyor görünse de gerçekte o, kendisine verileni vermektedir. O hâlde sen de Allah’ın sana rızık olarak verdiklerinden başkalarına ver ki, Allah sana daha fazlasını versin. Yüce Allah bu gerçeği bize şöyle bildirmektedir:

Her neyi infak ederseniz, O (Allah), onun yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe’/39)

Bu yüzden azığından fazla gelen Zâhir rızkı elinde tutup saklama. Onu melekût âlemindeki hazinelerde saklamak üzere infak et ki, daha da artsın.

3 – Karnı tok olduğu hâlde sanki açlıktan kansız kalmış gibi açgözlü­lük eden ve daha fazlasını isteyen kimsenin durumu ne kötüdür. Oysa sen, muhtaç olduğun hâlde, aşırı düşkünlük göstererek rızık arama. Bil ki, düşkünlükle rızık araman sana takdir edilen rızkı kesinlikle arttırmaz. Sana ancak takdir edilen rızık ulaşır, fazlası değil. O hâlde kendini küçük düşürerek rızık aramaktan vazgeç, onurunu ve izzet nefsini koru. Hz. Peygamber şöyle bu­yurmaktadır:

“Ruhulkudüs kalbime ilham etti ki, hiçbir nefis, rızkını tamamlamadıkça ölmeyecek. O hâlde Allah’tan korkun ve güzellikle isteyin. Helâl olanı alın, haram olanı bırakın.” (Elbani)

Eğer bu tavsiye ve emirlere uyarsan, her yönden Rezzâk olana bağlanmış olur, verdiği rızıklardan hem sen tam faydalanırsın hem de ve başkaları senden faydalanır. Senin onlara yapacağın hayırlar eksilmez. Bu sayede senin Zâhir ve bâtın (açık ve gizli) rızkın da kat kat artar. Güç ve kudret sahibi padişahın katında doğruluk makamına oturursun. (Kurtubi) (İbn. Kesir-Kurtubi-Beyhaki- es Sadi- İbn. Kayyım el Cevziyye/152-155)

*********************************************************************

ER REZZAK Ramazan

“Yüce Allah rızk sahibi olan kimselere ilahi bir sorumluluk yüklemektedir. O da¸ sahip olunan rızkı başkalarına infak etmektir. Çünkü infak¸ sahip olunan nimeti¸ ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır. Bu paylaşmayı ancak şükür ehli yerine getirebilir.”

Arapçada rızk’ sözcüğü; “haz” ve “nasip” anlamında isim olup¸ nasip etmek¸ rızıklandırmak manasına gelir. Bir başka açıdan rızkı Cenabı Allah’ın “canlıya zevk ve faydalanma nasip ettiği şey” diye tarif edilir. Şu halde rızk bir kimsenin ister özel mülkü olsun ya da olmasın; yenilen¸ içilen ve diğer şekillerde faydalanılan mallara dendiği gibi,  her biri bir inci mesabesinde olan evlatlarımıza, saliha eşimize, helal kazanç kaynaklarımıza,  ilim ve bilgilerimize de denir. 

Buradan hareketle söylemek gerekirse rızk; Dünya ve ahretteki bağış, kısmet/pay manasına geldiği gibi, mideye ulaşan ve onunla beslenilen gıda manasına da gelmektedir. Bütün bu anlamları kapsayacak şekilde Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyrulur:

{{Ve enfiku min ma razaknâküm min kabli en ye’tiye ehadekümülmevtü feyekûle Rabbi lev lâ ahharteniy ila ecelin kariybin, feassaddeka ve ekün minessalihıyn. (Münafikun/10)}}

“Herhangi birinize ölüm gelip de; Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!’  demeden önce size rızk olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.”

Bu ayetten anladığımız kadarıyla¸ insana yarar sağlayan şey rızktır. Bu rızk yerine göre mal-servet, yerine göre ilim-irfan, yerine göre makam-mevki, yerine göre boş vakittir. Rızk sahibi olmak aynı zamanda varlıklı olmak anlamına gelir. Kur’an’da mü’minlerin niteliği anlatılırken:

…ve mimma rezaknahum yünfikun. (Bakara/3)

“Kendilerine rızk olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.”

RIZIK, İNFAK VE ŞÜKÜR İLİŞKİSİ

Rızk, infak ve şükür kavramları arasında doğrudan çok yakın bir ilişki vardır.

Yüce Allah rızk sahibi olan kimselere ilahi bir sorumluluk yüklemektedir. O da sahip olunan rızkı başkalarına infak etmektir. Çünkü infak sahip olunan nimeti ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır. Bu paylaşmayı ancak şükür ehli yerine getirebilir.  Şükür Allah’ın kullarına verdiği namütenahi nimetlerin bilinmesi infakla bu nimetlerin açığa vurulması neticede nimet verenin hatırlanıp bir an bile olsa gaflet etmeden O’nun akıldan çıkarılmamasıdır. Tek kelime ile şükür nimeti düşünmek ve nimeti vereni takdir etmektir.

{{Fezkürûniy ezkürküm veşkürûliy ve lâ tekfurun. (Bakara/152)

Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!}}

Eğer insan sahip olduğu nimetler karşısında Allah’a şükrederse, Allah da ona olan nimetini artırır.

{{Ve iz teezzene Rabbüküm lein şekertüm le eziydenneküm… (İbrahim/7)

  “Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım…}}

 

Mesela ilim bir rızktır. Eğer ilmimizi Allah rızası için başkalarına anlatarak paylaşırsak ilmimiz artacaktır. Mal-servet bir rızktır. Eğer malımızı ve servetimizi üzerinde hakkı olan muhtaçlarla paylaşırsak malımız ve servetimiz artacaktır. Boş vakit bir rızktır. Eğer boş vaktimizi yararlı işlerle değerlendirirsek vaktimiz bereketlenecek ve artacaktır.

Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Şayet bugün hayatımızın her alanından bereket ortadan kalkmışsa bunun nedenini şükür ehli olmadığımızda aramamız gerekmektedir. Çünkü şükürsüzlük modern insanda manevî açlığı artırdığı için bir tür doyumsuzluk yaşanmaktadır.  Aç gözlülük almış yürümüştür. Hz. Peygamberden gelen bir rivayette:

“Açgözlülükten sakının. Önceki ümmetleri mahvetmiş; kan döktürmüş ve haramları çiğnetmiştir” (Müslim)

Diye bu tehlikeye işaret etmişlerdir.

Açgözlülük; hakkına razı olmayanların davranışıdır.

Açgözlülük; helal ve haram duyarlılığını hallaç pamuğu gibi savurmanın adıdır.

Açgözlülük; mutluluğu başkasının mutsuzluğu üzerine bina etmek isteyenlerin çirkin fiilidir.

Açgözlülük; insanı insanlık değerlerinden azat etmenin bir diğer adıdır.

Açgözlülük; mukaddesi olmayanların tavrıdır. Çünkü kutsalı olmayan kutsala tutunmayan bir insan yaşadığımız modern zamanlarda olduğu gibi her şeye sahip olmak uğruna bütün değerlerin ipliğini pazara çıkarır.

Yaşadığımız modern dünyada açgözlülüğü yaşam biçimi haline getiren küresel güçlerin özellikle İslâm coğrafyalarında ne büyük zulümler işlediklerini, ne çok ocaklar söndürdüklerini ve ne çok kan döktüklerini hep birlikte müşahede ediyoruz.

Kapitalizmin yaşam tarzı olan tüketim kültürü sadece yeme-içme alanıyla sınırlı kalmaz, “sahip olma” dürtüsüyle hareket ettiği için inançları bile tüketmektedir.  Açgözlülerin elinde din de bir meta haline dönüşür.

Tüketim kültürünün mayasında “açgözlülüğü” kışkırtmak vardır. Büyük alış-veriş merkezlerindeki insanlar üzerinde bir gözlem yapalım.  Mesela meyve-sebze reyonuna bir bakın. Gelen sebzeleri sıkıştırıyor, giden sebzeleri sıkıştırıyor. Tüketim mabetlerinde vecd hali yaşayan modern insanın açmazı bu.  Zira insanlar üretmeden ziyade tüketme peşinde koşuyorlar. Bitimsiz bir israf ekonomisi almış başını gidiyor.

Açgözlülük nihilist bir tavır olup, her şeyi mubah sayan, zevk odaklı yaşam biçiminin sarhoşluk halidir.  Açgözlülük, hız ve haz çağının motor gücüdür.  Muhammed Esed’in özgün ifadesiyle, bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır, ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştır.

Gönül gözü aç olan insanın dünya gözü asla doymaz.  Çare; önce insanların kafasındaki “açgözlülük” zihniyetini, kanaat ve alçakgönüllülük ahlakıyla değiştirmektir. Bu da ancak gönül eğitimi yöntemiyle olabilir.

RIZKIN ANAHTARI ALLAH KATINDADIR.

İslâm’da genel manada rızk iki kısma ayrılır:

1 – Mutlak rızık;

2 – Tayin edilmiş rızık.

Mutlak rızık; Herkesin yararlandığı ot, su, hava vb. gibi şeyler, tayin edilmiş rızık ise insanın arayıp bulduğu ve helalinden elde ettiği özel mülkiyetidir.

Tayin edilmiş rızık insan için ayrılmıştır. İnsan bu rızkını elde etmek için bir kesp çaba ve gayret içine girmelidir. Bu anlamda Yüce Allah her canlının rızkını tekeffül etmiştir.

Ve ma min dabbetin fiyl Ardı illâ alAllâhi rizkuha ve ya’lemu müstekarreha ve müstevdeaha* küllün fiy Kitabin mubiyn. (Hud/6)

“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a âit olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de o bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.”

Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden birisi er-Rezzâk’tır.  İşte “Rezzâk” Allah’ın bir sıfatı olarak tekrar tekrar rızık veren, onu sürekli artırıp çoğaltan demektir. Rezzâk vasfı Kur’an’da sadece bir âyette Allah hakkında kullanılmıştır:

İnnAllâhe HUverRezzâku ZulKuvvetil Metiyn. (Zariyat/58)

“Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.”

Bu sebeple “er-Rezzâk” ismi sadece O’na izafe edilebilir. Allah’tan başkası adına kullanılamaz. Ama bu ismin/sıfatın başına abd/kul’ sözcüğü eklenerek  “Abdürrezzâk/rızık verenin kulu” anlamında insana isim olarak verilebilir.

Nasıl ki Yüce Allah kullarının hayatlarını sürdürmeleri ve bedenlerinin maddî ihtiyaçlarını karşılamaları için onlara yiyecek ve içecek cinsinden sayısız rızk veriyorsa aynı şekilde kalp ve ruh dünyalarının açlığını gidermek için onlara ilim, zikir, iman ve marifet gibi manevî rızkılar da vermektedir. Nitekim şu âyette manevî rızka dikkatlerimiz çekilir:

Kale ya kavmi eraeytüm in küntü alâ beyyinetin min Rabbiy ve razekaniy minhu rizkan hasena* ve ma üriydü en ühalifeküm ila ma enhaküm anh* in üriydü illel ıslaha mesteta’tü, ve ma tevfiykıy illâ Billâhi, aleyhi tevekkeltü ve ileyhi üniyb. (Hud/88)

“Şu’ayb şöyle dedi: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen açık bir delil üzere isem ve katından bana güzel bir rızk vermişse! Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece ona tevekkül ettim ve sadece ona yöneliyorum.”

Burada rızk, Risâlet ve nübüvvet anlamına gelir.

SONUÇ

 İster maddî ve isterse manevî rızık olsun mutlak anlamda rızkın yaratıcısı ve fâili er-Rezzâk olan Yüce Allah’tır. Müslümanların Allah’ın varlığına ve birliğine inandıkları gibi O’nun er-Rezzâk olduğuna da inanmaları gerekir.

… vAllâhu hayrurrazikıyn. (Cuma/10)

“Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

Geçmişte ve günümüzde Müslümanlar iş yerlerinin en mütenahi yerine hüsnü hat örnekleriyle “er-Rızku Alellah”, “el-Kâsibu Habibullah” levhalarını asmışlardır. Eğer bu metinlerdeki mesaja,  lisanî ve fiilî imanları varsa, bunu asmakta ve bu ilkelere göre yaşamakta haklıdırlar. Çünkü İslâm’ın Aziz Kitabında şöyle buyrulur:

Ve yerzukhu min haysü lâ yahtesib* ve men yetevekkel ‘alAllâhi feHUve hasbüh.. (Tâlâk/3)

… ve men yettekıllhe yec’al lehu min emriHİ yüsra.. (Tâlâk/4)

“Kim Allah’tan korkarsa, (ittika) Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir.”

Bu âyet ne kadar muhteşem mesajlar vermektedir değil mi? Rızkın bereket kapılarının açılması, takvaya dayalı bir dindarlıkla bütünleştirilmiştir.

İşte bugün bizi İslâm yolunda çalışmaktan alıkoyan iki endişe kaynağı vardır. Bunlardan birisi rızk korkusu, bir diğeri de el ne der anlayışıdır. Öyle bir hayat yaşıyoruz ki dillerimiz  “er-Rızku Alallah/Rızık Allah’tandır” inancını dile getirirken¸ fiiliyatımız “er-Rızku Alelıbâd/Rızık kullardandır” anlayışını yaşatmaktadır.

İyi bir Müslüman İslâm’ı yaşama noktasındaki hassasiyetinin ölçüsü “eğer ben bunu böyle yaşarsan Allah ne der?” endişesi yerine “falan ne der, filan ne der?” endişesi taşırsa yeniden bir iman tazelemeye ihtiyacımız var demektir. Müslümanın hayatında böyle bir ikilem olamaz. Eğer olursa şu âyette anlatılan kimselerin durumu gibi olur:

Kul men yerzukuküm mines Semavati vel Ard* kulillâhu ve inna ev iyyaküm leâla hüden ev fiy dalâlin mubiyn. (Sebe/24)

“De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah! O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir.” (Prof, Dr. Ramazan ALTINTAŞ yazısından derleme)

**********************************************************************

         ER REZZAK- HAYRU’R-RAZİKÎN

Rızk; “Kendisinden yararlanılan şey, yahut canlıların varlıkta kalması ve gelişmesi için Allah’ın canlıya sevk ettiği şey” Demektir. Rızk verene Râzık denilir. Rezzak bunun mübalağa ve tekerrür ifade eden fa’al şeklidir. Allah’ın sıfatı olarak; Rızkı çok ve tekrar suretiyle veren, rızka kefil olan ve her bir canlıyı yaşatacak zaruri gıdayı deruhte eden diye tanımlanır.

Rezzak; rızkı yaratan onu veren veya sebeplere bağlayandır. Herhangi bir mahluka rızkın ulaşmasına vesile olan insana râzık denilebilirse de Rezzak Allah’tan başkası için kullanılmaz.

Er Ragıp el Isfahani’nin tespitine göre rızk maddesi Kur’an da şu 3 anlamda varid olup Rezzak vasfı hepsine de şamildir.1 – Dünyevi veya uhrevi olan devamlı bağış,

2 – Nasip,

3 – Gıda.

Rızk Kur’an da nispeten çok kullanılan maddelerdendir. Fiil şekilleri sadece sülasi mücerredendir. Bu fiilin faili her zaman –sarih veya takdiri olarak- Allah’tır. Rızıklandırdık, rızıklandırdı, rızıklandırır, rızıklandır, bizi rızıklandırdı. Vb. Bu fiilin insanlara hiç izafe edilmeyişinden anlaşılıyor ki Kur’an a göre rızık; ya doğrudan doğruya veya sebeplendirme yoluyla Cenab-ı Allah’a aittir. İnsanlara verilen rızkı konu eden şeyler ise değişiktir. Ehlî hayvanlar, (Hac/28-34), Nebati ürünler (İbrahim/37) gerek insanların gerek büyün canlıların gıdaları (Ankebut/60), cennetliklere verilecek rızıklar (Nisa/40)(Bakara/25), Yağmur (Zariyat/22)(Mü’min/13) gibi.

En çok rastlanan durum rızkın konusunun tayin olunmayıp mübhem ve genel bırakılmasıdır. Bu ise rızıklandırmanın şümulünü genişletmektedir. Mesela;

Kendilerini rızıklandırdığımız şeyleri gerekli yerlere harcarlar.” (Bakara/3), (Kasas/54) vb. umumi ifadesi rızkın içine bir çok şeyi dahil eder. Aynî mal, nakit para, gıda olacak şey, hatta bedeni kuvvetle yardım, bilgisiyle yardımcı olmak gibi.

Rızık Manevi nimet içinde kullanılır. Gelecek örnekte bu açıkça görülmektedir. Hz. Şu’ayb kendisini yalanlayan kavmine karşı;

“Ey kavmim, söyleyin bakalım. Eğer ben rabbimden bir delile sahipsem ve bana katından güzel bir rızık verilmişse ne yapmalıyım? Size yasak kıldığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiğince ıslah etmekten başka bir dileğim yoktur. Başarım ancak Allah’tandır. (Hud/88) Burada rızık nübüvvet anlamına gelir.

Bu kökten kullanılan tek isim şekli rızk, mücerred (er Rızk-rızk) veya zamire muzaf olarak (rızkınız-rızıkları vb.) çokça zikrolunur. Yenip içilen şeyler (Bakara/60), eti yenen hayvanlar(Yunus/59), Yağmur (Casiye/5) (Zariyat/22), yerden ve gökten gelen yaşama vesileleri. (Nahl/73)(Şûra/12), uhrevi fazl ve nimet (Hac/58), teşekkür (Vakıa/82), Nübüvvet ve hidayet (Hud/88), her canlının hayatının kendisiyle kaim olduğu gıda (Hud/6), servet, mal ve mülk (Nahl/73) anlamlarını ihtiva eder.

Rızık fiiline muhatap olanla ise görüldüğü gibi çeşitli hayat tabakalarından bütün canlılar, bütün insanlar, şehidler (A. İmran/69) ve cennet ehlidir. Kaydetmek gerekir ki takdir ettiği yaşama süresince her canlının rızkını tekeffül eden Allah bu rızkı istediği kimse hakkında genişletir veya daraltır. (Zümer/52)(Sebe/39) vb. Ve bunun israfla heder edilmesine razı olmaz.

“Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O dilediği bir ölçüye göre indirir. Gerçekten O kullarını pekiyi bilen, görendir.” (Şûra/27)

Bütün rızıkların sahibi ve yaratıcısı olan Allah elbette batıl tanrılar gibi rızka muhtaç değildir. ((Zümer/58)

Hayru’r-râzıkîn;

Allah’ın rızık veren olduğunu bildiren birinci vasıf Hayru’r-râzıkîn ilkin Sebe/39 ayetinde varid olur. Rızık verenlerin en hayırlısı demektir. Bütün Kur’an da 5 ayette Allah’ı tasvir eder. Hem Mekki (Sebe/39) (Mü’minun/72), hem Medeni ayetlerde varid olur. (Maide/114)(Hac/58)(Cuma/11)

Allah vereceği rızık hususunda tam kudret sahibi olduğundan, rızkı da tükenmek bilmediğinden, rızkının kesilme endişesi olmadığından başa kakmak, karşılığında bir şey beklemek gibi taraflar düşünülemeyeceğinden v.b. elbette O’nun rezzakiyeti bu niteliklerin zıddı ile mevsuf olabilecek mahlûkların, mevhum veya zahiri rızık verenlerin çok üstünde olacaktır. (Prof. Dr. Suad Yıldırım- Kur’an da ulûhiyet/238-240)

*****************************************************************

         ER REZZAK Hüseyin Akil

Er Rezzak; Yüce Allah’ın esma-i Hüsnasından bir isimdir ve O’nun sıfatlarından bir sıfatıdır. Bunun böyle olduğunu şu ayeti kerime bize bildirmektedir;

İnnAllâhe HUverRezzâku ZulKuvvetil Metiyn. (Zariyat/58)

Şüphesiz Allah, rızkı veren sarsılmaz kuvvet sahibi O’dur.

Lisanü’l-Arab adlı eserde bu kelime hakkında şu bilgilere yer veriliyor. Er Rezzak; rızıkları yaratan demektir. Çünkü yaratmış olduğu varlıklara rızıklarını veren ve o rızkı onlara ulaştıran O’dur. Rızıklar iki türlüdür;

1 – Açık ve ortadadır. Bu bedenler için gerekli olan rızıktır. Nitekim yiyecek ve içecekler bu türden olan rızıklardır.

2 – Batınîdir, gizlidir, görülmez. Bu da kalplere, nefislerle ilgili olan rızıktır. İlimler, bilgiler bu neviden olan rızkı oluştururlar. Rızık kendisinden yararlanılan ve faydalanılan şeydir Bu da Allah’ın verdiği şeylerdir.

Beyhaki diyor ki; Er Rezzak; her şeyin üzerinde kaim ve egemen olan, böyle olması hasebiyle de her şeyin rızkını ve mubah olsun, haram olsun insanların yararlanacakları şeyleri onlara sağlayan, bu konuda garanti verendir.

Er Rezzak; Kendisine has iki vasfı olan demektir. Bunlardan birincisi rızkı yaratmasıdır. İkincisi buna ihtiyaç duyanlara yarattığı rızkı ulaştırmasıdır. Çünkü o, rızkı sebebiyle kendilerine rızık vermesini murat ettiklerine hayat garantisi verir. Zira kendisi, zatı sebebiyle kaynaklarının tümünün dönüp kendisine dayandığını taahhüt ettiği, çoğaldığı yegâne yaratıcıdır. Bütün rızıkların tek kaynağıdır.

Kimileri bu cümlenin ne manaya geldiğini sormaktadır. Bunlara şöyle cevap verilir;

Er Rezzak; bizatihi kendisi rızkın kaynağıdır. Ancak rızkın kendisi göklerde ve yerdeki kaynakları, çıkış yerleri sebebiyle taahhüt eder, çoğalır. Aslında temel Allah’a dayanır. Çünkü Rezzak olan Allah gökler ve yer olmadan önce de vardı ve onların hepsini sebkat etmiştir. Gökler ile yer, rızıklar için temel kaynaklardır. Çünkü gökler ve yer olmasaydı ne biz, ne kâinat ve ne de sırtlarında ya da üzerlerinde rızıklandırdığımız şeyler olmaz, hiçbir şey ve hiç birimiz yaratılmazdık.

Bu bakımdan er Rezzak ismi rızık için kaynaklar yaratan kaynağın kendisidir. Çünkü gökleri ve yeri yaratmış ve bu ikisi için de rızıkta yaratmıştır. Sonra da onlardan rızka bağlı olarak insanı yaratmıştır. Böylece insanın da öteki yaratılmışlar gibi rızkıyla yaşayıp hayat sürsün, Rezzak olan Allah’ın ona verdiği nasiple hayatını devam ettirsin, böylece çeşitli müteaddit ve değişken ihtiyaçlarını karşılayarak devam etsin istemiştir. Sonrasında da ahiret hayatında dünyada yaptıklarının karşılığını ya sevap olarak görüp mükâfatlandırsın veya kötü amellerine karşılık cezalandırılmış olsun. Böylece ya güzel davranışlarının ve fiillerinin sonunda cennet ehlinden ya da kötü fiil ve davranışlarının sonunda ateş ehlinden olsun.

Er Rezzak ismi; razeke-yerzuku-rızkan kipinden ism-i faildir. Rızk kelimesi de aynı kökten gelen mastardır. Rızık ta sadece bir kaynaktan gelir, onun da kaynağı er Rezzak olan Allah’tır. Çünkü O Rezzak olmamış olsaydı o takdirde varlık aleminde ve irapta rızka da yer olmazdı. Bu itibarla rızık sadece Rezzak-ı A’zam olan Allah’tan yardım ister, O’ndan medet umar, O’nun Rezzak-ı A’zam olabilmesi için de mutlaka Hallâk-ı A’zam (en büyük yaratıcı) olması gerekir. İşte bütün bu güzel sıfatlar sadece Yüce Allah içindir ve yalnızca O’na hastırlar. Buna göre Rezzak bir tek iken, rızıkların kaynakları taaddüt eder.

Bazı kimseler kendisi sayesinde rızıkların taaddüt ettiği ve Rezzak’ın ise bir ve tek olduğu keyfiyetini bunun nasıl olabileceğini sormaktadırlar. Onlara verilecek cevap şudur;

Eğer ortada bir Rezzak olmasaydı o takdirde rızkın bir kaynağı olamazdı. Buna bağlı olarak ta eğer ortada her şeyi yaratan olmasaydı o zaman bizler de yaratılmazdık. Eğer ortada bir Musavvir (şekil ve suret veren) olmasaydı o zaman bizlerde şekillendirilemezdik. İşte bunun gibi eğer Rahman olmasaydı o takdirde kendisinden gelen rızıklara merhamet olunmazdık. Çünkü Rezzak olan Allah rızıkların kaynağıdır. İşte bizler de buna göre ellerimizdeki olanaklara göre öncelikli olarak aşağıda görülen hususlara uygun olarak rızıkların kaynaklarını tertip ederiz. Şöyleki;

Birincisi; “el Mastaru’l-Halik” yani yaratıcı kaynak; İşte bu ilk ve son Rezzak olandır ki bu da sadece Yüce Allah’tır. Çünkü O Evvel’dir, O’ndan önce gelen bir ilk yoktur. Zaten Yüce Allah’ın şu kavli de bunu göstermektedir.

Allâhulleziy halekaküm sümme razekaküm sümme yümiytüküm sümme yuhyiyküm… (Rum/40)

“Allah O’dur ki sizi yarattı, sonra da size rızık verdi. Sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir.”

İkincisi “el Mastaru’l-Mahlûk” O rızkın kaynağı olup rızıkların da kaynakları ondan taaddüt eder. Örneğin gökler, yer; halk için yaratılmış olan şeylerin tümü rızık kaynağıdırlar. Zira yüce Allah’ın şu ayeti de bu gerçeği vurgulamaktadır;

Bediy’üs Semâvâti vel Ard.. (Bakara/117)

“O göklerin ve yerin örneksiz yaratıcısıdır.”

Üçüncüsü; ”el Mastaru’llezi Yuhlak” Yaratılan kaynak. Bu da yüce Allah’ın yaratmış olduğu rızıklardan yardım alarak, onlardan faydalanarak elde olunan rızıklar demektir. Çünkü ilim sayesinde eşya keşfedilir, bu sayede onlar hakkında bilgi edinilir. Buna bağlı olarak izafetle Rezzak vasfını alan kul rızık ortaya koyar ve bu sayede hayatını güzelleştirir, değişik ve çeşitli ihtiyaçlarını karşılar.

Bunun içindir ki insan yeryüzünde araştırmalara girişti. Nitekim bunun sonucu olarak ta demiri, bakırı, altını, gümüşü vs. keşfetti. Yollar açarak hizmete sundu. Daha sonra kendisinden yaratılmış olduğu ve üzerinde rızıklandırıldığı yerden başını yukarılara, semaya kaldırdı. Gök ile yer arasında ki mesafeyi dürmeyi düşünmeye başladı. Nihayet bunun sonunda yer çekimi kanununu keşfetti. Ki bu sayede uzay savaşları mümkün hale geldi. Daha sonra da iki elinin yapageldiği imkân ile bunların durumları ve hayatı geliştirdi. Hala da eliyle olsun, aklıyla olsun aynı şekilde değişik bilim dallarında gelişmeleri devam ettirmektedir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

Velev besetAllâhur rizka li ıbadiHİ le beğav fiyl Ardı ve lâkin yünezzilu Bi kaderin ma yeşa’* inneHU Bi ıbadiHİ Habiyrun Basıyr. (Şûra/27)

“Bununla beraber Allah kullarına bol bol rızık seriverseydi, yeryüzünde azıp taşkınlık ederlerdi. Fakat dilediği kadar ölçü ile indiriyor. Şüphesiz ki O kullarından haberdardır, onları görendir.”

Eğer Allah rızkı yaysaydı, önlerine seriverseydi haksız yere azıp sapanların sayısı artardı. Kesinlikle yeryüzünde fesat ve bozgunculuk, kötülük yayılırdı. Netice olarak ta saçıp savuranların ve nimetin değerini takdir etmeyenlerin, Allah’ın faziletlerini ve ihsanını görmezden gelen isyankârların sayıları artardı.

Eğer rızık bakımından eşit olsalardı o zaman da çeşitlilik olmazdı, fa4rklılık ortadan kalkardı. Bundan böyle hiç kimse bir başkasına itaat etmez, hayatta keşmekeşlik baş gösterirdi. Halk arasında isyanlar çıkar ve kesinlikle hepsi de birbirleriyle kavgaya, savaşa tutuşurlardı. Hatta herkes kendi yanındaki değerlerle ötekilerine karşı üstünlük yarışına girerler, anlaşmazlık doğar ve bunun sonunda da hiç biri kendileri için yeryüzünde murat olunan halifelik gerçekleşemezdi.

Bunun içindir ki Er Rezzak olan Allah kendi dilemesi ve meişeti gereği rızık indiriyor Bununla kimini zengin kılarken kimisini de fakir kalmasını diliyor. Çünkü Rezzak olan Allah rızkı zaman içerisinde duruma göre indiriyor. Kullarından da bu rızıktan dilediklerine dilediği kadarını veriyor. Çünkü Allah kullarını bizden çok daha iyi bilmektedir. Eğer kimilerine fazla vermiş olsa verilen rızka karşı nankörlük edeceğini biliyor, bu nedenle de onun rızkını kısıyor. Kimine de verdiği takdir o kimsenin de verilen o rızkı ve imkânları hayır yollarına kullanacağını bilir ve onlara o şekilde verir.

Kulun konumu; Kul Allah tarafından akıllı bir varlık olarak yaratılmıştır. Böylece geniş ve bol miktarda rızık veren zatın varlığının kendi varlığından önce olduğunu, O’nun ezeli ve ebedi olduğunu kavramış olur. İnsanın Allah tarafından kendisine ihsan buyurduğu nimetleri ve rızkı kazanabilmesi de çalışmasına bağlıdır. Aksi takdirde çalışmadan bir şey elde olunamaz. O halde çalışmalı ve araştırma yapmalı ki rızkının kaynaklarını keşfedebilsin. Böylece o kaynaklardan rızkını elde etmiş olsun. Bu kaynaklar da ya yeryüzü ve gökler gibi temel olan iki kaynak olabilir veya bu iki kaynaktan yararlanılması suretiyle ikinci derece olan kaynaklardan elde etme gayreti olabilir.

Nitekim bitkiler, sular, kâinat ve cansız olan ve yerin üzerinde elde edilen ikinci derecede ki kaynaklardır. Yahut ta yer altında bulunan veya gök ile yer arasında olan kaynaklardan elde edilen rızıklardır. Bu bakımdan kul rabbinin kendisine ihsan ettiği rızık sebebiyle O’nun emir ve yasaklarına bağlı kalsın ve böylece rabbinin azabından sakınmış olsun, güzel öğütlerden de payına düşeni alsın.

Verilen rızıklar korunmalıdır. Onların genetik yapısıyla oynanmamalıdır. Gerektiğinde onların sadakasını, zekâtını vermeli ve kendisine rızık ihsan olunana dek te çalışmalıdır. Çünkü bunun gerisinde başkaları da bundan yararlanırlar.

Yine kulun konumu; Esasen rızık Allah tarafından ihsan olunan bir lütuftur. Onun varlığı, yaratılmışlardan öncedir. Bu nedenle insan rızkın Allah’ın bir lütfu ve nimeti olduğunu bilsin O nimetler oldukça boldur ama mutlaka güçlü olanlar tarafından çalışılarak elde edilmesi gerekir. Eğer çalışırlarsa o takdirde ihtiyaçlarını karşılayacak çok şeyler bulacaklardır ve çoğalmakla da bu giderek artacaktır.

Rızık aslında kayda bağlı olmayan genel ve mücmel olan mutlak bir şeydir. Burada yer alan “rızık” lafzından murat Allah’ın yaratmış olduğu kulları için mübah kıldığı şeylerdir. Ya da onlardan birine mülk olarak temlik ettiği şeydir. Zaten rızık ismini almakla mukayyet olunmuştur, kayıt altına alınmıştır. Nitekim yüce rabbimizin;

… ve mimma rezaknahum yünfikun. (Bakara/3)

Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına da dağıtırlar.”

Ayeti bu gerçeği dile getirmektedir. Çünkü infak/harcama tayyibat denilen tertemiz şeylerden yapılır. Bu itibarla Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiğinden hayır ve iyilik yollarına harcama yapanlar şu ayette de dile getirilmiştir.

Ve enfiku min ma razaknâküm min kabli en ye’tiye ehadekümülmevtü feyekûle Rabbi lev lâ ahharteniy ila ecelin kariybin, feassaddeka ve ekün minessalihıyn. (Münafikun/10)

“Her birinize ölüm gelipte; “Rabbim beni kısa bir süre için tehir etsen de sadaka versem ve iyilerden olsam” demesinden önce size verdiğimiz rızıklardan (Allah) için harcayın.”

Öte taraftan ayrıca rızık bir yönüyle mukayyet olmayıp yani kayda bağlı olmayıp mutlaktır. Çünkü rızık dendiği zaman bu ifadenin içerisinde her türlü sahip olunan, mal bunun içinde yer aldığı gibi en güzel kelime-i Tayyibe de bu yönüyle rızık kapsamına girer. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

… ve men razaknahu minna rizkan hasenen fehuve yünfiku minhu sirran ve cehra… (Nahl/75)

“Tarafımızdan güzel bir rızık verdiğimiz, ondan gizli açık olarak harcayan hür bir insan.”

Kimi zamanda rızık denildiğinde ortada bir mübahlık ve temlik söz konusu olmaksızın bununla hayvanların yararlandığı şeyler de kast olunmaktadır.

Mademki yüce Allah hem Vehhab ve hem Rezzak’tır, o halde nasıl ki varlıkları yaratmış ise yarattıklarının rızkını da garanti etmiştir. Her ne kadar rızkımız Rezzak olan Allah tarafından garanti edilmiş ise de ancak insana düşen görevde vardır O da rızkını elde etmesi için sebeplere sarılmalıdır. Allah’a tevekkül de azimli ve gayretli olmalıdır. Kim kendini, nefsini buna alıştırırsa kalbi kuvvet kazanır. İçinde bir korkaklık olmaz, böyle bir yanlışa düşmez. Allah’ın izni ile imanı kuvvet kazanır. Nefsi ebedi olarak huzura kavuşur. Aziz ve Celil olan Allah’a olan güveni artar.

Gerçi tevekkül dendiğinde bu, bir yönüyle kanaatkâr olma anlamındadır. Bir başka yönüyle de rızıkta verilen garanti bakımından vefakâr olmadır. Çünkü varlıkları yaratan Allah, onların rızıklarını da garanti etmiştir.

Ancak bunu şöyle anlamalıdır. Kendi zan ve hesaplarına göre olmayan bir takım şaşkınlık uyandıracak derecede kendilerine verilen rızık, rızıklandıranlara vaad olunan bir vergi anlamında gelecek demek değildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu’adun – FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun misle ma ennekum tentıkun. (Zariyat/22-23)

“Gökte de rızkınız ve size vaad olunduğunuz şeyler var, işte o göğün ve yerin rabbine and olsun ki, o şüphesiz gerçektir, tıpkı sizin konuşmanız gibi.”

Sizin gökte de aramanız gereken rızkınız vardır. Kaldı ki size vaad olunan şeylerin takdiri değişik yönlerden ve yerlerden olabilir. Bütün bunlar sizin rızkınızın sebepleridir. Zaten bir başkasının da elinde değildir.

Ancak bunların gökte olmalarına gelince, bu sebeplerden kasıt ya yağmurun yağması sonucu kendisiyle yaratılanların hayat ve can bulduğu su iledir. Ya da ilim, hidayet, doğru yolu bulmak ve çocuk sahibi olmak türünden olan rızık yoluyladır. Çünkü saydığımız bütün bu şeyler semadan gelen rızık çeşitleridir.

Eğer söz konusu takdir olunan rızıklar bulutların taşıması yoluyla gelen yağmur sayesinde olacaksa, bu durumda sizin onlar üzerinde her hangi bir gücünüz ve egemenliğiniz yoktur. Onları siz kumanda edemezsiniz.

Eğer rızkınız il ilgili hususlar yarattıklarını dilediği gibi sulayan, suya kavuşturan Rezzak’ın elindeyse ve eğer başka şeylerden olan türlerden ise, zaten onlar hakkında ilahi takdir önceden sonuca bağlanmıştır. Her yaratılmışın rızkı ve eceli zaten çok önceden takdir edilmiştir.

İşte bu bakımdan gerçek düşünen akıl sahipleri, yüce Allah’tan rızık istemezler. Onlar yüce Allah’tan sadece bu rızkın kolay bir şekilde elde edilmesini ve kazanılmasını, bir de elde olunan bu rızkın bereketli ve hayırlı bir rızık olmasını ister ve temenni eder. Çünkü onlar bilirler ki; “Allah’ın, her yaratılanın ecelini önceden yazıp takdir buyurduğu gibi her yaratılanın rızkını da takdir buyurmuştur. İşte rızık konusunda kanaat etmek demenin manası budur. Kaldı ki bütün bunlarla beraber insana düşen görev, sebepleri değil aksine sebeplerin müsebbibini ve müsebbebini, o sebepleri yaratanın var ettiği yolları denemesi, onları beklemesi gerekir. Gereğini yaptıktan sonra da tevekkül etmesi icap eder. Tevekkülü terk etmesi doğru değildir. Çünkü bütün gayreti rızkı elde etmek için ortaya koymak gerçekten büyük bir zaafın ve eksikliğin neticesidir.

Yüce Allah’ın koymuş olduğu sünnetin, yolun mecralarına, O’nun gösterdiği çizgide hareket etmeye dikkat edip bakarsa şunu da bilmiş olacaktır. “esasen rızık, sebeplerin takdir edilmesine göre değildir. Bu bakımdan eğer böyle olsaydı o takdirde biz her zaman ahmak olan kimsenin rızıklandığını, daha çok rızık elde ettiğini ve aklı olanın, kafası çalışanın da yoksul kalacağını görürdük. İşte bu bakımdan Rezzak olan Allah, rızkı bizzat kendi zatına bıraktı. Takdiri bizzat kendisi yapıp bunu elde etmenin yolunu gösterdi. Çünkü eğer her akıl sahibi olan, kafasını çalıştıran bir kimsenin rızık sahibi olması ve her ahmak olanın da yoksun bırakılması gibi bir durum söz konusu olsaydı, o zaman insanın aklı sayesinde rızık sahibi olduğu sanılır, yanlış bir inanca sapılırdı. İşte böyle olmadığını görmeleri sebebiyle anlayıp öğrendiler ki Rezzak olan Allah bütün o şeyleri değiştiren ve düzene koyan yeg3ane varlıktır. Bu nedenle rızık için görünürde ki zahiri sebeplere güvenmemek gerekir. Nitekim Ebu Temmam şöyle diyor;

Eğer rızıklar akıl ve zekâya bağlı olsaydı o takdirde,

Helâk olurlardı zekâ ve akıl yoksunu bütün hayvanlar.

Rızık, Rezzak olan Allah tarafından işin manevi yönü olmaksızın sadece işin maddi yönleriyle yetinilen bir şey değildir. Mutlaka rızkın zorunlu olarak direkt ya da doğrudan bir rızık olması da söz konusu değildir. Çünkü korumak ve lütfetmekten tutun da inam etmek, ihsanda bulunmak ve daha nice şeyler gibi ikramlarda bulunmak ta Rezzak olan Allah’ın ihsanından ve rızkından dolayıdır. Çünkü Rezzak olan Allah şuhudu ile onu helak olmaktan korur.

Çünkü kulun intikal ettiği her durum kesin olarak yüce Allah’ın ihsanı sebebiyledir. Zaten bu da rızkın en üst mertebesidir. Çünkü o rızkı, o şekilde nakleden bizzat yüce Allah’tır. Nitekim in’am ın ihsan adını alması bundan ötürüdür. O sana sadece seni bildiğinden dolayı in’am da bulunur. Çünkü ilmi rü’yetin/görmesini ta kendisi olan zat sürekli olarak ihsanda bulunur. Zira O, seni devamlı görmekte ve seni her zaman bilmektedir.

Kaldı ki ihsan açısından rızık sadece yiyecek, içecek, mal, eşya ile sınırlanmış değildir. Çünkü bunlar dünya hayatının ziyneti ve süsüdürler. Beşer de yaratılışta bunları seven biri olarak yaratılmıştır. Bu itibarla insanların çoğu rızkı sadece bunlara hasretmezler. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır.

Züyyine linNasi hubbüş şehevati minen Nisai vel beniyne vel kanatıyril mükantareti minezzehebi vel fiddati vel haylil müsevvemeti vel en’ami vel hars* zâlike metaul hayatid dünya* vAllâhü ‘ındehu husnül meâb. (A. İmran/14)

İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, cins atlar, davarlar, ekinler gibi zevklerin sevgisi, çekici hale getirildi. Fakat bunlar dünya hayatının geçici nimetleridir. Oysa Allah akıbet güzelliği, O’nun yanındadır.

Bu bakımdan insanlar, özellikle kadın, çocuk, çokça altın ve gümüş sahibi olmada, cins atlara, deve, sığır ve koyunlardan oluşan hayvanlara sahip olma konularında bu şehevi duygu ve isteklerin sevgisi üzerinde yaratılmış olan bir varlıktır. Nitekim bu sevgiye ziraat ta dahildir. Fakat bütün bunlar sadece geçici olan fani dünyanın metaıdır, eşyasıdır. Çünkü bunlar yüce Allah’ın kullarına ihsan etmiş olduğu rızıklarla karşılaştırıp kıyaslanınca bir hiç olmadıkları görülecektir. Zira Allah kullarına nam, ihsan ve ikramda bulunduğu o kadar nimetler ve rızıklar var ki insanlar bunların farkından olmadıkları gibi o nimetin idrakinde bile değillerdir. O gördükleri şeylerin rızıktan sadece birazcık bir şey olduğunu bile bilmezler.

Bu itibarla bütün bunlar Allah katında olanlar ile asla kıyaslanamazlar. Çünkü Allah katında var olan rızıkları ve ikramı kulları için ahiret hayatına ertelemiştir. Bu nedenle insanların bütün çabalarını ve güçlerini bu geçici dünya hayatına harcamaları gerekmez. Çünkü dünya hayatının bu geçici olan şeyleri için gayret sarf etmeleri onları ahirette ki asıl rızıklardan alıkoymaktadır. Oysa ki ahirette ki rızıklar dünya hayatında ki altın ve gümüşten daha değerli ve daha hayırlıdır. Örneğin sıhhat ve afiyet Rezzak olan rabbimizin gökten indirdiği (Yağdırdığı) şu su gibi şeylerin tamamını insanlar, ağaçlar ve hayvanlar için rızık olsun diye indirmiştir.

Rezzak olan Allah’ın bir kısım kullarına bahşeyleyip bir kısmına ise bahşeylemediği rızık çeşitlerine gelince, bu türden olan rızıklara aslında sadece basiret ehli olanlar iltifat ederler. Bu konuda sadece akıl sahibi olanlar uyanık olurlar. Bunların değerini de ancak olgun bir akla, doğru bir anlayışa sahip olabilenler bilirler.

Dikkat edin ve aklınızı başınıza devşirin, İşte o nimet ve rızık sabırdır Çünkü yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır.

Ve ma yülekkaha illelleziyne saberu* ve ma yülekkaha illâ zü hazzın azıym. (Fussilet/35)

“O rütbeye ise ancak sabredenler kavuşurlar ve o rütbeye ancak (fazilette) büyük pay sahibi olan kavuşturulur.”

Bize sabrı da bir rızık olarak ihsan eden Rezzak olan Allah, verdiği rızık arasında buna ayrı bir yer vermiştir. Özel bir tür rızık olarak tahsis buyurmuştur. Bunun önemi Allah katında diğer rızık nevilerinden çok daha farklıdır, değer yönünden öteki rızıklarla asla kıyaslanamaz. Bu meziyet ve karaktere kavuşacak olanlar, ancak kendilerinde sabır özelliği yaratılmış olanlardır. Çünkü bunlar hatır hasletlerinden en büyük rızık payını alacak olan kimselerdir. Kemal derecesinde bir nefse ve ruha sahip olanlardır. Bütün bunlar bir yana ayrıca yüce Allah bu özellikte olanlara bunların dünyada çektiklerine karşılık sabretmelerinden ötürü ahirette çok büyük ecir tahsis etmiştir. Çünkü rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

… innema yüveffessabirune ecrehüm Biğayri hisab. (Zümer/10)

“Ancak sabredenler mükâfatlarına hesapsız erdirilir.”

Sabredenler, öteki insanların hesaba çekileceği gibi ağır bir hesaba çekilmeyeceklerdir. Bundan anlaşılan husus şudur; “Sabır; nefsin pek katlanmak istemediği, çok ağır geldiği bir şeydir.” Çünkü burada nefis sabreden kimse tarafından sabretsin diye sabretmeye zorlanmakta ve icbar edilmektedir. Zira bunda meşakkat var, acı, elem ve keder vardır. Bu sıkıntıya tahammül etmesi ve yumuşak davranması gerekir. Nitekim tevazu göstermesi ve karşı karşıya kaldığı problemi saklı tutması da bunun bir gereğidir. Burada edep var, güzel ahlak var. İşte bundan dolayıdır ki bu özel bir rızıktır.

İnsan bu sayede halktan eza ve cefayı engeller ve bu amaçla halk adına eza ve cefaya katlanır. Doğrusu bunu başarabilmek öyle her kişinin işi değildir. Bu er kişinin işidir. Çünkü birçok kimseler karşı karşıya kaldıkları sıkıntılar sebebiyle bunalım geçirirler, sineleri sıkışır, adeta boğulacak olurlar. Kaldı ki burada kişinin, nefsini baskı altına alması, onu şiddet ve sıkıntılara karşı dayanıklı hale getirmesi icap eder. Umutsuzluğa kapılmaması gerekir. Zaten amellerin en değerlileri de nefsi en zor şeyler karşısında boyun eğdirmeye zorlamak ve onu mecbur bırakmaktır.

Bunun içindir ki yüce Allah, emir ve yasakları çerçevesinde hareket edip kötülüklerden sakınanlara, sadık ve dürüst olanlara, şiddet ve ağır baskı altında kalmak gibi durumlar karşısında sabretmelerini şart koşmuştur. Sabretmeleri durumunda da onlar sadık ve sakınan muttakiler olduğu gerçeğini kanıtlamış ve gerçekleştirmiş olurlar. Bu sayede Allah onların vasıflarını kemale erdirir, güzel amellerini olgunlaştırır. Zira yüce Mevla şöyle buyurmaktadır;

… vas Sabiriyne fiyl be’sâi ved darrâi ve hıynel be’s* ülâikelleziyne sadeku* ve ülâike hümül müttekun; (Bakara/177)

“Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler var ya işte doğru olanlar onlardır. Takva sahibi olanlar da sadece onlardır.”

Bu durumda sabrın manası şudur; “Nefsi, heva ve hevesinin uğruna hareket etmekten menetmek, onu tutuklayıp hapsetmektir. Aynı zamanda onu Allah’ın rızasını elde etmesi için mücahede etmeye zorlamaktır.

Bu da kul, nasıl ve ne oranda bir imtihan ve bela ile karşı karşıya kalmışsa nefsini de o oranda, ona karşı direnerek cihad etmeye zorlamalıdır. Kul kendisini Allah’a itaat yoluna adayarak buna devam etmek suretiyle nefsi aşırılıklarından menedip engellemekle gerekeni yapmalıdır. Allah’ın huzurunda su-i edep, kötü ahlak kabul edilecek olan şeyleri yapmaktan, insanın tabiat olarak iğrendiği fenalıklardan geri bırakarak nefsi denetim altına alarak sabırla dayanma gücünü sergilemektir. Herkesle güzel muamelede bulunmak için gayret gösterip edepli olmak için de sabır göstermelidir.

Öte yandan sabır çeşitli manalara da gelir. Örneğin farklı tarzda ki heva ve heves, değişik tavırlar sergilemekten uzak durup sabretmek, kalbi kötülüklerden, heva ve hevesten arındırmak için sabretmek, birilerine karşı nefsin duyabileceği düşmanlık eğilimlerinden nefsi uzak tutmak suretiyle sabretmek, dünyayı süslemekten kaçınmak, sabrı gerektiren tehlikeli şeylerden uzak durmak, sebat konusunda sabırlı olmak, organları kötülüklerden uzak tutmaya sabretmek, nefsi kötü yollara gitmekten engelleyerek sabretmesini sağlamak gibi daha bir çok manaya gelmektedir.

Yine Hakka daim kalmak için nefsi sabra zorlamak, dil, kalp ve beden yoluyla yapılan muamelelerde nefsin üzerinde etkili baskı uygulamak ta sabrın bir çeşididir. Nitekim yüce Allah salih amel işleyen kullarını bununla nitelendirmiştir. Zaten amellerin salih amel olması içinde onlara sabırlı olmalarını şart koşmuştur. Kaldı ki rabbimiz Hak ve sabır ehli olanların dışında bütün insanların hüsranda olduklarını bildirmiştir. Asr suresi bu gerçeği şöyle açıklıyor.

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 

1-) Vel ‘asri;

2-) İnnel İnsâne le fiy husrin;

3-) İllelleziyne âmenû ve amilus salihati ve tevâsav Bil Hakkı ve tevâsav Bis Sabr; (Asr/1-2-3)

Asra (zamana) yemin ederim ki, insan gerçekten ziyandadır. Bundan ancak iman edip salih amel (iyi işler) yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.

Şüphesiz Allah dilediklerinin rızıklarını genişletip daralttığı gibi dilediklerini de dilediklerine verir. Dilediği gibi artırır eksiltir. Yarattıklarına genişliği, bolluğu O verir. Ezelde haklarında kalem nasıl gerçekleşmişse, o gelip karşılarına çıkacaktır. Varsayın ki insan rızkından kaçmaya kalkışsa, tıpkı ölümden kaçması halinde nasıl ki her şeye rağmen ölüm gelip onu yakalayacaksa, ona yetişecekse, rızkı da gelip onu bulacak ve ona kavuşacaktır. Bu ikisinden asla kaçış yoktur. Çünkü kulun eceli bitmedikçe dünyada ki rızkı da asla kesilmez.

Kişinin eceli bitince dünyada ki rızkı kesilir ve ondan itibaren artık ahiret rızkı devreye girmeye başlar. Kişinin ahirete giderken ilk ahiret rızkı, dünyada ki son rızkıdır. Çünkü ahiret rızkının bir sonu yoktur, olmayacaktır.

Eğer bir kimse Allah’tan kendisine rızık vermemesini isterse Allah onun duasına icabet etmez, duayı kabul etmez. Kulu istemese de Allah o kimsenin rızkını yine yaratır. Bilinen eceli bitene dek Allah onun rızkını yaratır. Bu amaçla kul, itaat etmekten veya masiyetten kaçsa da Allah yine onun rızkını onun için garanti eder. Zira kul hayatta kaldığı sürece Allah onu rızıklandıracaktır.

Yine herhangi bir kimse dünya hayatının süslerinden olan ziynetlerden kendisi dışında başkalarına verilenlerin kendisine de verilmesini istese Yüce Allah yine bu konuda o kimsenin duasına icabet etmez, duasını kabul buyurmaz. Çünkü böyle bir durum yüce Allah’ın ezeli ilminde bildiği ve takdir ettiği gibi bişr hikmet gereği olarak verdiği hükmüne aykırı düşer.

Rezzak olan Allah’ı her türlü noksanlıklardan takdis ve tenzih ederim. O her türlü eksikliklerden Beri ve uzaktır. (Prof. Dr. A. Hüseyin Akil-Esma-i Hüsna şerhi/234-245)

*******************************************************************

         ER REZZAK

Rızkı verendir O, yaratılmışların hayatlarını idame ettirebilmeleri için rızık lazımdır ve rızıkta maddi, manevi olmak üzere iki türlüdür. Maddi rızık vücuda enerji vererek belli bir zaman boyunca canlı kalmasını sağlar. Manevi rızık ise bize ebedi hayat verir. İnsanları ele alacak olursak kişi, maddi rızkı sadece yiyecek, içecek, hava ve kıyafet olarak almamalı, anne, baba, koca, hanım ve çocuklarımız da birer rızıktır. Mallarımız ve ilmimiz dahi rızkımızdandır.

Tabiat kanunları olarak adlandırdığımız kategoriye dâhil olan her şey maddi rızka da dâhildir. Kâinatta anlamsız ve gereksiz hiçbir şey yoktur, her bir yaratılış hazinedir çünkü ayette;

Rabbimiz, Sen bu kâinatı boş yere yaratmadın.” (A. İmran/190) Buyurulmuştur.

Bütün maddi rızıklar aslen temizdir. Ancak insan elinde kirletildiğinde arzu edilmez, menfur ve haram olur. Bu yüzden her şeyde bulunan rızık öğelerini aramalı ve bulmalıyız. Hiç gayret göstermediği için kendisine yazılan rızka mazhar olmayan kimse ebter olur ki bu bir lanettir. Ve yine bir kimse kendisine verilen temiz rızkı kirli elleriyle lekelerse o da haram yiyenlerden olur.

Manevi rızıklar kutsal kitaplardadır. Fakat bazıları esasen ter’ü taze olmalarına rağmen insan eliyle kirletilmişlerdir. Ancak en son kitap olan Kur’an’ı-Hakîm hariç. Onunla oynanmadığı gibi bir noktası dahi değişritilmemiştir. Maddi rızkımızı kazanmak için gayret göstermemiz gerektiği gibi Kur’an dan alacağımız manevi rızkımızda gayretlerimizin miktarına göre bir derece olacaktır.

Abdülrezzak o kuldur ki Allah kendisini zengin kılmıştır ve bütün o zenginliklerin gayrından değil ancak ve ancak Allah’tan olduğunu bilir. Abdülrezzak sadece maddi zenginliğe değil aynı zamanda hakikate varan bir ilme, kurtuluş yolunu öğreten bir dile ve muhabbet ve merhamet dolu bir kalbe ermiştir. Böyle bir kimse başkalarının da elinden rızıklarını rahatlıkla ve bolluk bereket içinde kazandığı bir kaynak haline gelir.

Bütün rızıklarımızın Allah’tan geldiğine hakikaten iman etmiş bir kimse ailesini ihtiyaç içinde bulursa sabah namazından sonra kıble cihetinden başlamak üzere evinin dört köşesinde onar kere ya Rezzak çekebilir. Allah Teâlâ ailesinin rızkını artırabilir. Bu ismi yazdırıp işyerlerine asanlar başarılı olabilirler. Cuma namazından sonra 100 kere ya Rezzak çekmek stresli ve sıkıntılı kişilere yardımcı olabilir. (T. Bekir Bayraktaroğlu-Esmaü’l-Hüsna/68-69)

Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

Devam edecek

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Temmuz 2017 in ESMA ÜL HÜSNA

 

Etiketler: , ,

Yorum bırakın